İLESAM Tokat İl Temsilciliği, Gaziosmanpaşa Üniversitesi İLESAM Temsilciliği ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği koordinesiyle 26 Ocak 2012 Cumartesi akşamı Tokat’taki bir mahalli televizyonda tarihe Kara Ocak olarak geçen 20 Ocak 1990 yılında Azerbaycan’ın bağımsızlığı için kendilerini tankların önüne atan ve Sovyet askerleri tarafından acımasızca katledilen 143 Azerbaycan Türkü ile Karabağ’da Şusa’da, Hocalı’da canlarınıfeda eden tüm şehitler saygı ile anıldı.
Aynı program çerçevesinde Erzurum ve Kars’ın Ermenilerden ve Ruslardan alınmasında büyük katkıları olan Doğu Cephesi Komutanlarından Kazım Karabekir Paşa da aramızdan ayrılışının 65.yılında rahmetle anıldı.
Programa Tokat İLESAM İl Temsilcisi Araştırmacı-Yazar Hasan Akar, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Temsilcisi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Alpaslan Demir, İLESAM İl Denetleme Kurulu ÜyesiEğitimci-Yazar Mahmut Hasgül ve Araştırmacı-Yazar Ahmet Divriklioğlu katıldı.
Televizyon programında Yrd. Doç. Dr. Alpaslan Demir, Anadolu’daki Ermeni mezaliminin sebep ve sonuçlarını örneklerle dile getirirken; Araştırmacı-Yazar Hasan Akar, Türk Diplomatlara yapılan saldırıları, Azerbaycan’da meydana gelen Ermeni katliamının öncesini; Araştırmacı-Yazar Mahmut Hasgül, Karabağ, Hocalı ve Şusa’daki katliam ve göçleri, 20 Ocak olaylarını; Araştırmacı Yazar Ahmet Divriklioğlu da bugünkü Azerbaycan yönetiminin Ermenistan politikaları ve İLESAM ‘ın 2012 Eylül ayında Azerbaycan’a düzenlediği gezideki izlenimlerini ve Şehitler Hıyabanındaki dramı görüntüler eşliğinde izleyicilerle paylaştı.
İki saat süren anma programında ayrıca Kazım Karabekir Paşa’nın Doğuda Ermeni ve Ruslara karşı verdiği mücadele, Ermenilerin katlettiği Türklerden kalan yetim çocukların eğitimi, Gürbüzler Ordusunu kurması ve ülkeye kazandırılması değişik yönleriyle anlatılarak, döneme ait resimler Paşa’nın yazdığı ve Gürbüzler Ordusunun kurmuş olduğu bandonun seslendirdiği Türk Yılmaz Marşı ile birlikte izleyicilere aktarıldı.
Category: Türkiyə ədəbiyyatı
-
Remzi ZENGİN ( Türkiye, Tokat).Makale
-
Gülten ERTÜRK (Gülten Sultan) ( Türkiye, Beypazarı).Muhteşem şiir
*Mazide Dünler(Gülce- TOKMAK-Yeni Nazım Önerisi) *
Resimlere baktım yine daldı gözlerim
Kaçardım hep evden annem beni arardı
Geçmişteki günlerimi nasıl özlerim
Babaannem saçlarımı okşar tarardıBol paçalı pantolonlar nasıl bir tarzdı?
Radyo eski, televizyon siyah beyazdı
……………….Yazlar güzel, kışlar çok sert buzlu ayazdıAlın terindendi verilen emekler
Sohbetlerle konu komşu bilinirdi
Mangalda pişerdi güzelim yemekler
Övünçle, iştahla, zevkle yenilirdiHayvan sevgisiyle dolardı kucaklar
Okşamazdı kuşu kafeste çocuklar
……………..Bir ayrı tüterdi sevgiyle ocaklarEski evimizse toprak kerpiçti
Maziye baktıkça beni anarlar
Şelale saçlarım zamanı içti
Gözümün önünde tüter pınarlarVerdiğim meyveler tohuma geldi
Ilık ılık esen maziden yeldi
……………O eski günlerim nede güzeldiGözlerim şimdi melül bakarlar
Dünleri sefer tasına koydum
İçinde günler bakır kokarlar
Soludukça o maziye doydumSağlıklıydık hep yataksa yünden
Kaç mevsim geçti bilmem üstünden
…………….Anılar kaldı hediye dündenMevsiminde karlar yağardı
Bu zamanda her şey değişti
On beşinde saçlar ağardı
Sırtında yük boynunda iştiHer şekilde bu hayat yürür
Tane tane bitiyor ömür
…………..Yaradanım buna da şükür -
Hasan AKAR ( Türkiye, Tokat).Makale
NİKSAR’DAN SARIKAMIŞ’A GİDİP DE DÖNEMEYEN BİR ALAY 91.ALAY
91. Alay,1910 yılında Musul Vilayetine bağlı Erbil, Süleymaniye, Kerkük yöresiyle onun kuzeyine düşen bugünkü Kuzey Irak’la Hakkari, Şırnak,Siirt bölgesinde 31.Seyyar Jandarma Alayı’nın o bölgede ayaklanan Barzani Aşiretinin isyanını bastırmakla görevlidir.
4 Ekim 1911’de bu alay sınıf ve numara değişikliğine uğrayarak 91.Piyade Alayı adını alıp 31.Tümen’e bağlanır.92. ve 93.cü Alaylarla birlikte 4.Ordu’ya bağlı bu birliklerin merkezi Erzincan’dır.91.Alay 1911 Ekim ayından sonra Malatya ve Arapkir’de kışı geçirdikten sonra 28 Mayıs 1912’de Erzincan’a geri döner.Aynı yıl Balkan Savaşları patlak verince Balkan savaşlarında görevlendirilir.Trabzon’a kadar yürüyen birlik buradan gemilerle İstanbul’a aktarılır. 1913 yılında Şarköy çıkarmasına katılır.Ancak fazla başarılı olunamayınca gemilerle İstanbul’a döner.Karatepe Taarruzunda Üçüncü Dereceden Mecidi Nişanı verilir(Sultan Abdülmecit (1823-1861)döneminde 1861 yılında ilmiye ve askeriye mensuplarının üstün hizmet ve başarı gösterenlere verilen nişan.Toplam 800 adet yaptırılmıştır.) .Çarpıştıkları o tepeye de 91 Alay Tepesi adı verilir. Alay yeniden toparlanarak büyük bir zaferle 21 Temmuz 1913’te Edirne’yi geri alır.
1914 Nisan ayında 91.Alay’ın yeni görev yeri Harbiye Nezareti’nce Tokat ve Niksar olarak belirlenir. Birlikler halkın sıcak karşılamasıyla törenle Tokat ve Niksar’a gelerek yerleşirler. Halk 1914 Kasımına kadar askeri besler. Niksar’da devletin yanında askerin iaşesi konusunda büyük gayretler sarf eden Hacı Abdurrahman Efendi (1852-1909) ve daha sonra Niksar Belediye Başkanlığı yapacak olan Hacı Mahir Efendi ( -1862-1937-Niksar Reddi İlhak Cemiyeti Reisliği de yapmıştır) Sultan Reşat (1844-1918) tarafından berat, madalya ve sırmalı elbise ile ödüllendirilmiştir. Niksar’daki eski hükümet binasının inşaat sorumluluğunu yürüten Hacı Abdurrahman Efendi’nin torunlarından Gülhanım ERDEM sağlığında (1921- 2004 ) bize şu bilgileri vermişti:
“Dedem bu harekat öncesinde de Doğuya 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında da oralara gidecek askerleri besliyormuş. Kardeşinin oğlu da bu savaşlar sırasında şehit olanlardandır.(Rahmi ÜNGÖR’ün babası)Birliklerin Karadeniz üzerinden Niksar’a naklinde komutanlarla birlikte koşuşturmuş. Askerlere şehrin büyük konakları açılmış, Ulu Cami tahsis edilmiş kalanına da çadırlar kurulmuş, hamamlar askerin hizmetine sunulmuş, berberler tutulmuş.Çavuşoğlu Konağı yıllarca hastane olarak ayarlanmış.Sultan Reşat ,paşasına “Askerimize Niksar’da yardımcı olan bir zat var.Ona sahip çıkalım” diyerek dedeme çok değerli bir silah,berat,sırmalı bir elbise ,altın kaplama bir kılıç ve kendi tuğrasının bulunduğu bir halı göndermiş.(Torunları bu kıymetli hediyelerin bir kısmını muhafaza ediyorlar)
91.Alay Niksar’da beklemekte iken 6-7 Eylül günü sahilde toplanma emri alarak 11-12 Eylül günlerinde Ünye Limanına çıkar. Alayın 2 taburu makineli tüfek bölüğü deniz yoluyla Trabzon’a nakledilmek üzere Ünye’de bırakılır.2 ve 3. Tabur tekrar Niksar’a yola çıkarak 28 Ekimde ulaşırlar.6 Kasım 1915’te Sarıkamış cephesine giyecek, erzak ve teçhizat taşıyan Mithat Paşa, Bezmi âlem, Bahriahmer gemileri Ruslar tarafından batırılınca 1.Tabur da yeniden 13 Kasımda Niksar’a döner.
Ülkede 2 Ağustos 1914 tarihinde Genel Seferberlik çağrısı yapılır. 14 Kasım 1914 tarihinde Sultan Mehmet Reşat Şeyhülislamdan fetva alarak Cihad-ı ekber ilan eder.3335 mevcuduyla (Bazı kaynaklarda ve cephelerde bizzat bulunan Dr.M.Derviş Kuntman’a göre bu sayı 3500’dür.KUNTMAN,1914 Mayıs ayında geldiği Tokat’tan Eylül 1914’te Niksar’a geçerek askerlerin tedavisiyle görevlendirilmiştir ) 91.Alay diğerlerinin arasında en gözde alaydır.Bünyesinde 3 piyade taburu,her tabura bağlı 3 piyade bölüğü ile bir makineli tüfek bölüğü, 1 depo taburu,ekmekçi kolu,sıhhiye kolu ,iaşe kolu,cephane kolu ,keşif kolu bulunmaktadır.91.Alay alınan emir üzerine 14 Kasım’da Niksar’dan hareket eder. 15-20 Kasım günleri Koyulhisar’a ulaşıp iki gün konaklayan alay mola yürüyüşleriyle 26 Kasım günü de bir gün Refahiye’de kalır. Ertesi gün tekrar yola çıkarak iki günlük yürüyüşten sonra Erzincan’a kadar gelir. Halk, Edirne’deki başarılarını duyduğu 91.Alayı bağrına basar. Burada üç gün kalıp 4-5 Aralık tarihlerinde Tercan’a (Mamahatun) varıp iki gün dinlenirler.
Alay, 7 Aralık 1914’te Erzurum Ilıca’ya, 8 Aralık günü Tortum vadisi üzerinden Tufanç Köyü’ne (Güzelova) ulaşırlar.10 Aralık’ta Miralay Hafız Hakkı Paşa alayı teftiş eder.Bir hafta kadar bağlı taburlar Tufanç köyüne yakın Çipak,Hins (Dumlu),Tafta Köylerine dağılarak istirahat ederler ve taarruz emri beklerler.Enver Paşa 12 Aralık’ta Erzurum’a gelerek karargahta çalışmalara başlar.18 Aralık’ta Tufanç Ovasında bulunan sayısı ve hazırlık, hareket kabiliyeti bakımından oldukça üstün olan 91.Alayı teftiş eder.
Plana göre 31.Tümen Ağaser(Tortum-Kireçli Köyü) ve Liskav(Tortum Yukarı sivri Köyü) yaylasında düşmana taarruz edilecektir.Yukarı Sivri Yaylası,Ziyarettepe,Sivri Tepe gediğinden Kutmar,(Ortaköy)Simserkis(Gümüşkaya Köyü) üzerinden Todan’daki düşmana taarruz edilerek Narman Ruslardan alınacaktır.
18 Aralık 1914’te Erzurum’un kuzeydoğusundaki ova köylerinde toplanan 31.Tümenin 91.Alayı Girekösek,(Yeşildere ) KızılKilise,Tuzla güzergahını takiben 20 Aralık’ta Nohurtap(Bugün Tortum’un Söğütlü Mahallesi) Köyünde mola verir.Ertesi günü Yukarısivri’ye ulaşan birlikler buralarda uygun ev,ahır ve mereklere(samanlık) dağıtılır.Ağırlığı olan neferler için karla örtülü tarlalara ve harman düzlüklerine portatif çadırlar kurulur.
22 Aralık’ta büyük başarı gösteren 91.ve 92.Alaylar Narman’ı Ruslardan geri alır.Birlikler henüz dinlenemeden 24 Aralık’ta Sarıkamış harekâtına katılma emri alırlar. 25Aralık’ta da dağ toplarına refakat etmekle görevlendirilir. Kış öyle şiddetlenir ki sekiz kilometrelik Penek (Şenkaya’da )-Kosor (Oltu’da)Boğazı arası tipili bir havada saatte 384 metre yol alınarak dağ toplarıyla yirmi bir saate ancak geçilir.26 Aralık günü 31.Fırka Komutanı Miralay Hasan Vasfi 90-91-92 Alayları bu sıkıntılı yürüyüşten engellemek için emir gönderir ama bu emir 91.Alaya ulaştığında askerler Başköy’e (Allahuekber Dağlarının Kars tarafında büyük bir köy) üç saatlik mesafededirler.19 saattir dağ toplarına refakat eden alay yoluna devam eder.
Sarıkamış harekatının en trajik safhası da burada başlar.Allahuekber Dağlarını dağ toplarıyla 22 saatte aşabilen birlikler mevcudunun yüzde seksenini dondurucu soğuğa bırakır.Sağ kurtulanlar 27 Aralık’ta Başköy’e gelir.Alay aynı gün Çıplaklu üzerinden Divnik’e ulaşır.28 Aralık’ta Kars-Sarıkamış tren yolu üzerinde bulunan Yağıbasan köyünün doğusundaki tepeleri tutmakla görevlendirilir.29 Aralık gecesi 91.Alay düşman taarruzuna uğrar.Kalan mevcut 1502dir.Burada da 14 şehit ve 60 yaralı ve kayıp verdi.Sarıkamış’a ulaşan birlikler sancağı ve topları düşmana kaptırmamışlardır.Birlikler içinde en büyük zayiatı veren kahraman ama talihsiz 91.Alay’ın 3 Ocak 1915 tarih itibarıyla kalan mevcudu maalesef 134 kadardır.
14 Kasım sabahı Niksar’dan 3335 mevcuduyla doğuya hareketle, 23 Aralık’ta Narman’a Mecidi Nişanı takılı şanlı sancağıyla göğsünü gere gere ve başı dik giren Kartaltepe fatihi yiğitler alayı, 134 kişilik mevcudu boynu bükük, sancağı dürülü ,3201 şehit ve esir, kayıp vererek Erzurum istikametinden tekrar Niksar ve Tokat’a doğru hareket eder. Tokat ve Niksar halkı oldukça üzgündür. Koskoca alayın büyük kayıplar vererek bir avuç kahramanla geri dönüşünü acıyla izler. Kalanların içindeki hasta ve yaralılar da Niksar’daki 9 Numaralı Menzil Hastanesi’nde tedavi edilirler.İşte 91.Alay’ın kısaca hazin öyküsü budur. -
Hasan AKAR ( Türkiye, Tokat).Makale
TOKAT’TAN MEVLÂNÂ’YA KOŞAN
BİR NAZAR BER-KADEM MUSTAFA NECATİ ELGİN ÜZERİNE“Hor bakma fukarâ fırkasının hırkasına
Geçer her biri bir dağı delüb arkasına”Hasan AKAR
Mustafa Necati ELGİN ismine ilk kez Niksar fotoğraf arşivlerini tararken ve aslı Milli Kütüphane’de bulunan 1936 yılında ancak altı sayı çıkarılabilen Niksar Halkevi yayını ÜLKER Dergisi’nde rastladım. Derginin ilk sayısında yazısı bulunanların toplu fotoğraf karesinde zayıf, kara kuru ,orta boylu pozuyla Mustafa Necati ELGİN de( Niksar’ın eski birkaç eğitimcisi onu Kara Necati Bey diye hatırlıyorlar) bulunuyordu.Eylül 1936 tarihli bu derginin 2.sayısında “Evimiz ve Ülker”,”Niksar Tarihinden Makaleler” vardı.Aynı makale 3.sayıda “Niksar ve Yağıbasan” başlığıyla devam ediyordu. Daha sonra oğlu olduğunu öğrendiğim Ahmet Güner ELGİN, şimdi yayın hayatında olmayan Milliyetçi–muhafazakar, haftalık Kurultay Gazetesi’nde yazılar yazıyordu.Ayrıca onun “Türkiye’deki Rusya“eserini okumuştum.Biyografisinde ve bir gazete yazısında Niksar’da doğduğunu belirtiyordu.Merak ettiğim bu insana ulaşmak ve tanımak yıllar sonra Konya’dan iki değerli kültür abidesi , ağabeylerim Mehmet Ali UZ ve Ali Işık sayesinde gerçekleşti.Dolayısıyla bu iki isme daima minnettar kalacağım.
Bir yılı aşkın süredir görüştüğümüz İstanbul’da yaşayan oğlu Ahmet GÜNER Ağabey ve Konya’da ikamet eden M.Ali UZ Ağabey sağ olsunlar araştırmamıza ilgi göstererek Mustafa Necati ELGİN ve Niksar’la ilgili pek çok fotoğraf ve belgeyi tarafımıza gönderdiler. Bu belgeler içinde dikkat çeken Mustafa Necati (ELGİN)in Tokat Lisesi Orta Mektebi’nden aldığı 1340 tarihli diploma ve İptida Mektebi’nden aldığı tasdikname de mevcut. Çalışmamızın bitiminde bu iki değerli belgeyi değerlendirilmek üzere olması gereken yerlere – Tokat Yeşilırmak İlköğretim Okulu ve Tokat Gazi Osman Paşa Anadolu Lisesi Müdürlüğü’ne-takdim edeceğiz.
ELGİN,1907’de o zaman Erzurum’a bağlı olan Kığı Kazası’nda doğmuş. Babası Mülazim (Teğmen) Ahmet Tevfik Bey, annesi Erzurumlu bir ailenin Gümrük Müdürünün kızı Munise Hanımdır. (1875–1957)
ELGİN Ailesinin düzeni babalarının doksan bin vatan evladının yok olduğu, o acı Sarıkamış Harekâtında şehit düşmesi üzerine bozulmuş. Beş kardeş ortada kalmış. (Fatih, Faruk, Bekir Sıtkı, Sıdıka, Bahriye).Bunlardan Fatih ve Bekir Sıtkı’da babası gibi subay olmuş,Bekir Sıtkı(ELGİN) Albay rütbesiyle Kore savaşına da katılmış.Aile,akrabalarının desteğiyle mücadele ederken kardeşlerden ,Harbiye Okulu’nda henüz genç bir zabit adayı olan Faruk,Çanakkale’de ülkenin geleceği için şehit düşmüş.Bu acı yaprak dökümüne Rusların ve Ermenilerin Erzurum ve civarına saldırıları eklenince ailecek günlerce yollarda sefalet içinde Kelkit vadisini takip ederek Tokat’a kadar gelip yerleşmişler.Burada kendilerinden önce gelmiş bazı akrabalarının ve devletin desteğiyle hayatlarına devam etmişler.
ELGİN, ilköğrenimini 1338(1922)yılında 6 derslikli (6 yıl) Tokat Yeşilırmak Mekteb-i İbtidaiyesi’nde tamamlamış. Ortaöğrenim için kaydolduğu Tokat Lisesi’nde iki yıl “Birinci Devre”yi okuyarak 1924 yılında Tokat Askeri Lisesi’ne geçmiş. Bu okulu bitirmeden dışarıdan Öğretmen Okulu imtihanlarını da vermiş. Ayrıca o dönemde Hukuk Mektebi’ne geçiş hakkı kazanmış ama annesinin :“Oğlum diğer iki kardeşin de babanın mesleğini seçti sen bari asker olma, bizi buralarda yalnız bırakma ” nasihati üzerine öğretmenlikte karar kılmış.
Maarif Vekâleti onu ,müracaatı üzerine 1929 yılında Niksar Gazi Ahmet İlk Mektebi’ne atamış. Niksar’ın Karşıbağ Mahallesi’nden Erzurumlu Emrah’ın mezarı yakınında bir ev tutmuşlar.1930 yılında Niksar’da tanıştığı, İstiklal Savaşı’nda büyük hizmetleri bulunan, Atatürk’ün Muhafız Alayı Kumandanlarından Topal Osman’ın da komutan yardımcılığını yapmış olan Üsteğmen Osman Nuri ÖZBEK’in (Doğum ? -Ölümü 1952) kızı Semiha Hanımla evlenmiş.( Ahmet GÜNER Ağabey, Osman Nuri ÖZBEK’in ,Çapanoğulları sülalesinden olduğunu belirtti.)
O,öğretmenliğinin yanında bir sanat kültür şehri olan Niksar’da sosyal çalışmaların içine girerek folklor araştırmalarına ağırlık vermiş. 1934 yılında Soyadı Kanunu çıkınca ELGİN soyadını almış.1936 yılında arkadaşları ile birlikte Niksar Halkevi bünyesinde ÜLKER Dergisi’ni çıkararak burada araştırmalarını yayınlamış.
Halkevi’nin hemen hemen bütün faaliyetlerinde görev alan ELGİN,özellikle Erzurumlu Emrah’la ilgili çok geniş araştırmalar içine girmiştir. (Tokat’ta öğrenci iken Sarı Mehmet Besim Efendi’den hattatlık dersleri alarak nesih, ta’lik ve rika yazılarında ihtisas sahibi olmuş, Arapça ve Farsça’yı da Turhallı alimlerden Hacı Mustafa Efendi’den öğrenerek şiir ve edebiyata merak sarmıştır.)
Niksar’da iken, evliliğinden oğlu Ahmet Güner 1932’de, kızları Şahika 1937’de Zuhal ise 1939 yılında doğmuştur.
Bize göre hayatının ikinci bölümü 1939 yılında vuku bulan Erzincan Depremi ile farklı bir boyuta girmiştir.Aralık ayının son günlerinde bütün ülkeyi yasa boğan depremde Kelkit vadisindeki birçok yerleşim merkeziyle beraber Niksar, Reşadiye ve Erbaa’da büyük can ve mal kaybına uğradı. ELGİN deprem sırasında 26 Aralık 1939’da Niksar’dan sonra atandığı Reşadiye Bereketli Köyü’nde idi. Deprem sonrası okulda öğretim yapılamayacak şekilde yıkılınca tayin isteyerek ailecek Konya’ya yerleşti. Buradaki ilk görev yeri Mevlânâ Müzesi yakınındaki Dumlupınar İlkokulu’dur.
Kısa zamanda Konya’da da kültür sanat etkinliklerine yoğun şekilde katılan ELGİN, boş zamanlarını Halkevi ve Türk Ocağı’na ayırdı. Halkevinin istisnasız bütün oyunlarında Niksar’da olduğu gibi rol aldı. Bu başarıları onu 1950’den sonra Konya Mevlânâ Müzesi’nde Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmesine götürdü. Bu ulvi kapıya hizmeti, “Hazreti Pir”e hizmet olarak kabul etti. Yirmi iki yıl burada akademisyenlere de rehberlik yaparak çeşitli belgelerin gün yüzüne çıkmasına, el yazması eserlerin müzelere kazandırılmasına yardımcı oldu. Arapça ve Farsça’yı iyi derecede bildiği için özellikle Asya ülkelerinden gelen devlet adamlarına, bilim adamlarına müzeyi ve Konya’yı tanıttı. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün isteği üzerine Konya İmam Hatip Lisesi ‘nde Tarih derslerine girdi. Her yıl gelenekselleşen Mevlânâ törenlerinin baş düzenleyicilerinden biri oldu. Konya’da çıkmakta olan Yeni Konya ve Anıt Dergisi’nde ilmi makaleleri yayınladı.
Mevlânâ Müzesi’nde iken başından ilginç bir olay geçmiş. Süleyman Hilmi TUNAHAN (1888–1959) vefatından beş altı yıl önce Konya’ya gelmiş. Mevlânâ Müzesi bitişiğindeki Sultan Selim Camii’nde bir yakınının cenaze namazını kıldırmış. Namaz sonrası Mevlânâ Müzesi’ne doğru yönelince cemaatten birkaç kişi:” Hocam bugün müze kapalıdır, beyhude yorulmayınız” demesine rağmen yoluna devam etmiş. Orda bulunanlar bir bakmışlar ki müzenin kapıları açılıyor. İşin sırrı sonra anlaşılmış.
Kapıyı açan kişi, Mevlânâ Müzesi Müdür Yardımcısı Mustafa Necati ELGİN’miş.O akşam Mevlânâ Celalettin Rûmi ,ELGİN’in rüyasına girerek ”Bugün bir misafirim gelecek,sakın ola onu geri çevirmeyesin” şeklinde uyarıda bulunmuş.Aynı rüya gece üç kere tekerrür edince sabahleyin erkenden kalkarak namaz sonrası tatil olması nedeniyle kapalı olması gereken müzeyi açmış ve rüyasında işaret edilen tanımadığı zatı beklemeye başlamış.
ELGİN, cenaze namazı sonrası müzeye doğru ağır adımlarla yaklaşan bir kişinin rüyasındaki işaret edilen olduğunu anlamakta gecikmemiş, hemen sağ elini sol omzuna ve sol elini de sağ omzuna koyarak Mevlevî selamı ile buyur etmiş.
O,1972 ‘de emekli olarak gönlünün en derin yerine yerleştirdiği Mevlânâ’dan ve Konya’dan ayrılarak İstanbul’a yerleşir. Ancak burada da boş durmayarak Tünel’de karakol olarak kullanılan Galata Mevlevihânesi’nin yeniden Türk kültür ve sanat hayatına Divan Edebiyatı Müzesi adıyla kazandırılmasına Milli Eğitim Bakanlığı’nın uzman olarak görevlendirilmesiyle katılır. İlerleyen yaşına rağmen daima Türk kültürüne ve sanatına bir şeyler katmaya çalışan bu kıymetli insan 27 Nisan 1977’de İstanbul’da vefat eder.
Divan Edebiyatı ve Mevlânâ üzerine araştırmaları ve eserleri bulunan değerli Edebiyatçı Abdulbaki GÖLPINARLI (1900-1982) onun vefatı üzerine eşi Semiha Hanıma bir mektup göndererek tarih düşürmüş.Hû
Muhubb-i Âl-i Muhammed fakiyr-i Mevlânâ
Fedâ-yı cân ederek oldu anlara hem dem
Bediheten dedi Bâkıy heman bu târihi
Necât buldu Necâti harîm-i Hak’da bu dem (1397)Onun ilmi çalışmalarına gelince; Mevlânâ’nın 440 sayfalık Fihimafih adlı eserini Konya Müzesi’ndeki tek nüshasından kopya ederek dönemin Belediye Başkanı Muhlis KONER’e (1886–1957) hediye etmiştir. Ayrıca edebi çevrelerde büyük ilgi çeken”3.Selim –İlhami Divanı”adlı eserini yayınlamıştır.
Mustafa Necati ELGİN’in bizim için çok önemli olan diğer bir çalışması da Erzurumlu Emrah Divanı üzerine yaptığı araştırmadır. Kendisi Niksar’da yukarıda da zikrettiğimiz gibi uzun yıllar öğretmenlik yapmıştır. Kaldığı evin Erzurumlu Emrah’ın kabrine çok yakın olması ister istemez ilgisini çekmiş, sık sık ziyaret etmiştir. Dolayısıyla Emrah’la alâkalı araştırmalar içine girerek gönül dünyasında ona ayrı bir yer ayırmıştır. Hatta Emrah’ın mezarının tamiratında da emeği geçmiştir.Ona duyduğu saygıyı vefaya dönüştürerek başlattığı çalışmayı-Emrah Divanı’nı- Konya’da yoğun mesaisine rağmen tamamlamıştır.
Oğlu Ahmet Güner ELGİN 2008 yılında babasına ait bazı evrakları ve Erzurumlu Emrah Divanı ile ilgili kendi el yazısı ile intinsah (aslından kopya ) ettiği defteri bu konularda araştırma yapan Mehmet Ali UZ Ağabeye göndermiştir. Araştırmacı, yazar M.Ali UZ daha sonra yayınladığı “Konya’ya Hizmet Edenler II“adlı eserinde Mustafa Necati ELGİN’e geniş yer ayırmış,gazete ve dergilerde onunla ilgili yayınladığı makalelerle tanıtmaya çalışmıştır.Ayrıca tanınmış edebiyatçıların ve bilim adamlarının M.Necati ELGİN’e gönderdiği mektupları ihtiva eden,”Mevlevi Mektupları” adlı eseri de Karaman Belediyesi’nin katkılarıyla yayınlamayı başarmıştır. M. Ali UZ Ağabey, kendisine gönderilen evraklar arasında bulunan bu kıymetli defteri şöyle tanıtmaktadır:
“Bu defter zamanın Devlet Kâğıt ve Basım genel Müdürlüğü atölyelerinde basılmış “A 5 I.H. Yazı Paralel Çizgili Defter”in ön kapağında sola bakan ay-yıldızın altında büyük harflerle “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Not Defteri” ibaresi yer almaktadır.
Osmanlıca sağdan sola yazılması sebebiyle bu kapak defterin arka kapağı olmuştur. Metin:
“Divan-ı Emrâh
Şehr-i Şehîr-i Niksar’da Medfun Olan
Erzurumlu Şâir-i Meşhûr
Emrâh Baba”
Başlığının altında Necati ELGİN’in bir Mevlevî sikkesi içinde ta’lik hatla:
“Mevlânâ
Hâk-pâ-yı PÎr
Necâtî-i Hakîr
Kuhl-i çeşmdir türâbı
Sen bana ol destgîr” yazılı mührü bulunmaktadır. Yazma, aynı kapak içinde yüzer sayfalık, ikinci hamurdan mamul iki defterden oluşmaktadır. İkinci defter öylesine,sabitlenmeden birinci defterin sonuna konulmuştur.Bu ikinci defterin iki yaprağı esiktir.
İki defter tek bir defter gibi yeni harflerle numaralandırılmıştır. Birinci defter tamamen dolu, 101.sayfadan itibaren başlayan ikinci defter, 130.sayfaya kadar numaralandırılmış, 145.sayfada nihayetlenen divanın 130-145.sayfaları arası numarasızdır. 145.sayfadan itibaren boş olan ikinci defterin sondan yedinci sayfasında Ashab-ı Kehf’in isimleri sayılarak bir mağarada üç yüz yıl uyudukları belirtilmiş. Sondan beşinci sayfaya kendi mührünü rastgele dört kez basmış; yine sondan üçüncü sayfada kâğıt türleri(14 tür) sayılmış; son sayfada ise mezar ve mezarlık kelimelerinin on dört anlamdaşı sıralanmıştır. Yazmanın aslında ön olan arka kapağının iç kısmında ise salâte’n-nârîye duası bulunmaktadır.
Asıl metne başlamak üzere kapağı çevirdiğimizde metinle ilgisi olmayan bir haber başlığında 29.8.1957 tarihinde Konya’yı Cumhurbaşkanı Celal BAYAR’la birlikte ziyaret eden “Afgan milli şairi üstad Halîlu’l-lah Halîlî Han”dan bahsedilmektedir.
Yazmanın ilk sayfasında besmelenin altında Peygamber efendimize salat-ı selam sıralanmış, ikinci sayfada da devam eden salat ve selamların altına Hz. Mevlânâ’ya, Şems-i Tebrizi’ye, babası Sultan-ı Ulema’ya, ehl-i iman ve ehl-i İslam’a salat ve selamda bulunulmuş. Rahmetli Elgin, üçüncü sayfada “Niksar’da medfun ve meşhur ve ma’ruf şu’ara-yı azamdan Erzurumlu Hazret-i Emrah/Divan-ı Emrah” başlığının altına biri mavi, diğeri kırmızı mürekkeple iki not düşmüş. Birinci not: “Dergah-ı Hazret-i Mevlânâ Muhammed Celaleddin-i Rumi’de hadimü’l-hakirü’l-fakir Mustafa Necati Elgin e’l-Mefkudi tarafından şehr-i zi’l-hicce üçünde hicri 1375 yılı 12/V/1956 miladi Perşembe günü bimennihi ta’ala mübaşeret eyledim. Ve ma tevfikı illa billahi aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünib ve’llahü a’lemü bi-savab/Mustafa Necati Elgin/e’l-Mefkudi/imza” satırlarından oluşmaktadır.
Altında kırmızı mürekkeple yazılmış ikincisinde ise şunlar yazılıdır:
“İş bu dîvânı mukaddesi istinsâh eylediğim zaman kırk dokuz yaşındaydım.Hazret-i Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî merkadi münevveresi olan müzede çalışıyordum.Müdürümüz Mehmet ÖNDER idi.Baş başa can ü gönülden ferâgatle çalışıyorduk.”
4.sayfadan itibaren besmele ile asıl metin başlamaktadır. Divandaki manzumeler kafiyelerine göre sıralanmaktadır. Harfü’l –elf” ten başlayarak değişik başlıklar altında toplam 173 şiir bulunmaktadır. Şiirlerinin çoğunun nazım şekli gazel olmakla birlikte semai ve kalenderîler dikkat çekmektedir.Mevcut defterin 63.sayfasında kenar notu olarak görülen kendisine ait şu beyit dikkat çekmektedir:
Hor bakma fukarâ fırkasının hırkasına
Geçer her biri bir dağı delüb arkasına “Dileğimiz; Niksar’da medfun,Cahit KÜLEBİ ile yan yana yatan bu Hak ve halk âşığı Erzurumlu Emrah’ın Konya’da Mustafa Necati ELGİN tarafından kopyalanan Emrah Divanı’nın, kültüre ve sanata değer veren Niksar Belediyesi’nce, en kısa zamanda değerlendirilerek beklenilen diğer eserlerle birlikte yayınlanıp, Türk Kültür hayatına kazandırılmasıdır.
-
Hasan AKAR ( Türkiye, Tokat).Makale
TOKAT MEVLEVİHANESİ İLK ŞEYHLERİNDEN ARİFE HOŞ-LİKA HANIM
VE HZ.MEVLÂNÂ’NIN 738.VUSLAT YILDÖNÜMÜNDE TOKAT’TA YAPILAN ETKİNLİKLER ÜZERİNE BAZI NOTLAR
Hasan AKAR
Konya, ülkemizde siyasi karışıklıkların yoğunlaştığı bir dönem olan 1976-1979 yılları arasında yüksek öğrenimimi yaptığım düşüncelerime ve hayatıma yön veren şehirlerden biri. Hz.Mevlânâ’nın ömrünün geçtiği ve gömüldüğü Kubbe-i Hadra’da bu şehirde yaşayan insanların kendilerini mutlu hissetmeler varsa aksinde O Allah dostunun fikirlerinden istifade etmemeleri bana göre büyük bir eksiklik olur. 1976 yılının Mübarek Kadir Gecesinde Hz.Mevlânâ Türbesi’nin hemen yanı başındaki Sultan Selim Camii’nde Yüce Yaradan’a açtığım ellerim ve dualarım boş çevrilmediği için daima şükrederim.
Tokat’ta Hz.Mevlânâ’nın (1207-1273) 738.Vuslat yılı üç önemli etkinlikle anıldı. İlki Tokat Kent Konseyi’nce 26 Haziran Atatürk Kültür Merkezi’nde” Dolunayda Akşam Tiyatro Grubu”nca icra edilen semazen gösterisi ,ikincisi GOP Üniversitesinde değerli arkadaşlarımız Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Hanefi Vural,Tokat Mevlevihane Vakıf Müzesi Müdürü Ekrem Anaç’la Cumhuriyet Üni.Öğretim Üyesi Prof.Dr.Kadir Özköse’nin katıldığı konferans ağırlıklı anma ,diğeri de İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 2011-2012 Öğretim yılı Kültür Sanat Proğramları çerçevesinde Tokat Gazi Osman Paşa Anadolu Lisesi’nce Konya Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Yard.Doç.Dr.Nuri Şimşekler ve Fars Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Yard.Doç.Dr.Ali Temizel’in katıldığı ,ilgiyle izlenen konferanstı.Enstitü’den Poje Koordinatörü Uzman Nilgün Yamaner ve Salim Eker de programa katılarak gerekli desteği verdiler.
Katılımcıların oldukça memnun ayrıldığı bu proğramlardan ikisini takip edebilme imkânına sahip oldum.Yoğun proğramlarına rağmen GOP Lisesi’nce yapılan daveti kırmayarak Konya Mevlânâ Araştırmaları Enstitüsü’nden ilk kez şehrimize gelen değerli akademisyen dostlarımız saatlerce buzlu yollardan risk alarak Mevlânâ aşkıyla koşmuşlardı. Dolayısıyla bu konuda emeği geçen bütün kurumları ve cefakâr ,değerli insanları içtenlikle kutlamak gerek.
Mevlânâ Araştırmaları Enstitüsü’nden gelen hocalarımızla Gazi Osman Paşa Anadolu Lisesi’ndeki konferans sonrasında Tokat Mevlevihane Vakıf Müzesi’ni gezip Tokat Güneş Medya Grubunu ziyaret ederek kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’ndeki arkadaşlarla birlikte Öğretmenevi’ndeki yemekte konuyla ilgili sohbetlerimiz oldu.Ertesi gün de şehrin Sulusokak ağırlıklı tarihi mekânlarını imkanlar ölçüsünde gezdirmeğe çalıştık.
Mevlânâ’nın Tokat’a gelip gelmediğini tam olarak bilemiyoruz. Bunu Konya’dan gelen akademisyenlere de sorduğumuzda Mevlânâ’nın geliş güzergâhında Tokat’ın bulunmadığını ancak bir alperenler şehri olan Tokat’a daima bir ilgi içerisinde olduğunu mevcut bilgi ve belgeler ışığında belirttiler. Ancak , Fih-i Mafih adlı eserinde Tokat’la ilgili çok manalı sözlere ulaşıyoruz:
Mevlânâ Hazretleri uzun bir yolculuktan sonra Konya’ya döndüğünde halk heyecanla sorar:
-Nereden efendimiz,Yolculuk nereden?
Hz. Mevlânâ bu soruyu son derece memnun bir şekilde:
-Alîmler,şairler ve fadıllar yurdundan.
Halk bu nezih cevaba:
-Deseneki Efendimiz Tokat’tan geliyorsunuz .Diye cevap verir.
Ve:
“Tokat’a gitmek gerek.Orada havalar güzel.” Mısraları O’nun gelip gelmemesinin dışında Tokat’a olan sevgi ve ilgisini çok rahat göstermektedir.
Tokat’ta Mevlevilik Tarikatının kurulması ve gelişmesi, Hz.Mevlânâ’nın müritlerinden olan Selçuklu Hükümdarı 4.Kılıçarslan’ın 1260 yılında Pervane ünvanıyla görev verdiği Muineddin Süleyman zamanında başlar.Muiniddin Pervane kendi döneminde alimleri korumuş Tokat’ta Fahreddin Irakı’nin müridi olmuştur.Hankâh,hamam ve şifahane yaptırmıştır.(Bunlardan Pervane Hamamı ve Şifahane-Gökmedrese ayaktadır.)
Tokat’ta Mevlevihâne ve bununla ilgili arşiv bilgilerine 1455 Tarihli Tapu Tahrir Defterleriyle birlikte 1530 tarihli Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yayınları arasında yer alan Muhasebe-i Vilayet-i Karaman ve Rum Defteri’nde rastlanmaktadır.
Biz bu kısa yazımızda daha çok Mevlânâ’dan sonra tesis edilen Mevlevilik Tarikatında kadın ve Tokat Mevlevihanesi’ne atanan Konyalı Mevlevi Şeyhi Arife Hoş-lika Hanım’dan bahsetmeğe çalışacağız.
Mevleviliğin yegane ilkesi insanlığa Hakk’ı anlatmaktır.Dolayısıyla tasavvufi düşüncede insan muhatap ,gaye olarak ele alınmaktadır.O,insanın cinsiyetinden ziyade kimliği üzerinde durmaktadır.O’na göre kadın ve rekek bir bütünün iki parçasıdır.Onun için Mevlana erkek veya kadına önce insan olduğu için değer vermiştir.
Hz.Mevlânâ hayatı boyunca erkekler kadar kadınlara da değer ve ders vermiş,onların kendi aralarında düzenledikleri sohbetlere ve sema törenleri düzenlemelerine müsaade ederek uygun zamanlarda kendisi de sohbet bölümlerine katılmıştır.O yıllarda Konya’nın ileri gelenleri,hanımları baştan beri Mevlânâ’ya ve Mevleviliğe büyük hayranlık duyarak mürit ,müride olarak O’nun yanında yer almışlardır.Kadınlardan zengin ve varlıklı olanlar Mevlevi Dergâhlarının çeşitli ihtiyaçlarını karşılamada tereddüt etmemişlerdir.Bunların arasında sultanların hanımları ve kızları da yer almıştır.Sultan Rükneddin’in eşi Gömeç Hatun,Mevlânâ’nın “sağ ve sol gözümdür” dediği Fatma ve Hediye Hatun ,bilgin ve sultan kızlarının hocası diye kabul ettiği Usta Hatun,sesinin güzelliği ve nağmelerinin hoşluğu ile bilinen Tavus-u Çengi Mevlevi Tarikatını gönüllere ulaştıran değerli hanımlardır.
Mevlevi Tarikatını günümüze aktaran güvenilir kaynaklarda Sultan Veled’in (1226-1312) kızı Şerife Hatun’un bir çok müride sahip olduğu bilinmektedir.Hz.Mevlânâ daha o devirlerde bile kadın erkek ayrımı yapmadan ilahi aşk yolunda faaliyetlerini yürütmüştür.İlahi aşk yolunu kendisinden sonra gelen torunları takip etmiştir.Yine torunlarından Ulu Arif Çelebi’nin tıpkı dedesi Mevlânâ gibi kadınlarla görüşüp konuştuğu ,onların sema meclislerine gittiği Mevlânâ ile ilgili kaynaklarda mevcuttur.
Ahmet Eflaki’nin Menakıba’l Arifin adlı eserinde resmi olarak halife ve şeyh olarak atanan hanım Mevlevilerin başında Ârife-i Hoş-lika-yı Konevî’yi zikretmek gerekir.O,Tokat’ta Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in büyük oğlu Ulu Arif Çelebi’nin (1272-1319-20) halifesidir.( Ahmet Eflaki ,0’nun emriyle o dönemi aydınlatan Menakıb’ül Arifin adlı eseri yazmıştır.)Civar büyükleri de onun müritleri olmuşlardır.
Ayrıca ,Mevlânâ daha hayatta iken,Mevleviliğin Tokat’ta tanındığı ve oldukça fazla taraftar topladığı söylenilebilir.O’nun müsadesiyle Muineddin Pervane tarafından Tokat’a davet edilen ve kendisine büyük bir hanigah yaptırılan Şeyh Fahreddin-i Irakî’nin gittiği sohbet meclislerinde Mevlânâ’nın derin ilminden bahsederek ah çektiği söylenir.
Yine o dönemle ilgili olarak ariflerin menkıbelerinde Ulu Arif Çelebi’nin Tokat’a ziyaretlerinden birinde karşılaşmış olduğu Şeyh Bahaeddin Cendi’den bahisle “O’nu Hankâh-ı Hoca Münir’e şeyh yaptı denilir.(Hoca Münir Zaviyesi vakıfları tam olarak tespit edilememiştir.Bugünkü Kabe-i Mescit Mahallesinde bir sokağın adı olarak varlığını sürdürmektdir.)
Konyalı Arife Hoş-lika, işte Mevleviliğin süratle arttığı bir dönemde Mevlânâ’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin halifesi olarak Tokat’a atanmıştır. O dönemde ilgi çeken bir olay da Nasıreddin Vaiz ile ilgilidir.Kendisinde bir müddet misafir kalmış olan Mevlânâ Rüknedddin Urmeviü’l Veledi’nin oğlu Müfessir Nasıreddin Vaiz ,din ve tarikat konsundaki konuşmalarıyla şehir halkının gönlünü kazanmıştır.Ancak bu sohbetleri sırasında Ulu Arif Çelebi hakkında bazı olumsuz sözler sarf edince Arife Hoşlika’nın canı sıkılmıştır.Zira Tokat’a O’nu Sultan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi hususi göndermiştir.Nasıreddin’e yaptığı davranışın hoş olmadığı anlatılınca Nasıredddin oldukça üzülerek dargın bir vaziyette Niksar’ın yolunu tutmuştur.Ancak Nasıreddin bir hafta kalabildiği Niksar’da Cuma günü vaaz ederken üzüntüsünden hastalanır ve pişmanlık içinde tekrar Tokat’a döner.Ulu Arif Çelebi’nin müridi olur ama itibarını kaybetmiştir.Bir kaç gün sonra da ruhunu Hakk’a teslim eder.
Arife Hoşlika kısa zamanda çalışmalar yaparak kendisine kadın erkek çok sayıda mürid bağlar.Mevlânâ’nın ailesinden Tokat’a giden sadece Ulu Arif Çelebi değildir.Onun annesi Gerâke Hatun’un da Tokat’a gittiği ,oğlu Ulu Arif Çelebi’ye elini öperek aşırı hürmet etmesinin Gurnaç Hatun,Muinedddin Pervane’nin kızı ve şehrin diğer ileri gelenlerince hoş karşılanmadığı rivayet edilmektedir.
Bu durum karşısında Gerâke Hatun:”Ne yapayım,ihtiyarım elimde değil.Onu oğul yerine koymuyorum ben.O benim şeyhim,bana Mevlânâ mesabesinde .Mevlânâ beni ona bıraktı.Onu gördüm mü Mevlânâ’yı görmüş gibi oluyorum.” Diyerek kendini savunmuştur.
Tepkilerin artması üzerine ayrıca o Cuma günü bir sema meclisi tertip ederek bütün kadınları çağmış,Çelebi sema ederken vecd içinde Sultan Veled’in şu rubâisini okumuştur:
“Biz latif canlarız,bize bakmanın bizi görmenin imkânı yok.Bir yerde görünmedeyiz amma mekânsızlık alemindeyiz.Yüzümüzdeki örtüyü kaldırırsak aklı da kapar ,mahvederiz,fikri de,gönlü de.”
Tarih boyunca alperenler, evliyalar, âlimler, şairler şehri olarak onur duyduğumuz Tokat’ı ve Tokat Mevlevihanesi’ni bu bilgiler ışığında iyi değerlendirmemiz gerekir. Ve şehrin diğer şehirlere olan çıkış ve giriş noktalarına neden:
“TOKAT’A GİTMEK GEREK
ORADA HAVALAR GÜZEL.
Hz. Mevlânâ” Diye Tokat’ı tanıtmak için yazamıyoruz bilmem?
Yararlanılan Kaynaklar:
Abdulhalim Durmaz-Tokat’ta Mevleviler
Doç.Dr.Hülya Küçük-Türk Tarihinde Kadın Veliler
Doç.Dr.Hasan Yüksel-Tokat Mevlevihanesi
Prof.Dr.Kadir Özköse-Mevlânâ Celalettin Rumî’nin Düşüncesinde Kadın
Ahmet Eflakî-Menakıbü’l Arifin
Remzi Zengin-Tokat Mevlevihânesi Üzerine Düşünceler-KÜMBET Dergisi
Prof.Dr.Mehmet Beşirli-XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Tokat Mevlevihanesi ve Gelirleri İle İlgili Sorunlar -
Gülten ERTÜRK (Gülten Sultan) ( Türkiye, Beypazarı).Muhteşem şiir
NAAT
Şefaat Ya Habibullah (sav)
Biz daha doğmadan, zamanın ötesinden
Sevdası kalbimize nakış nakış işlenen sevgili
Âlemlerin yaratılış sebebi
Sen doğmadan bile ılgıt ılgıt kokun sarmış cihanıDuydum Habib-i Neccar koltuğunda kellesi
Seni müjdeliyordu sağların ötesinden
Fazilet abidesi kimsesizler kimsesi
Hicrette mucizeydin ağların ötesindenGüvercin sana kurban,
Örümcek sana kurban,
Yer gök sana hayran…Hasan’ın Hüseyin’in Fatma’nın yüz akısın
Mümin olan yüreğin başındaki takısın
Miski amber serpilmiş Tuba’daki hâkîsin
Güller seyrana çıkar bağların ötesindenGönüllerin sevdası,
Dertlilerin devasıŞeyhisin Ebubekr’in, Ömer, Osman, Ali’nin
Pirisin yüz binlerce enbiyanın velinin
Makamında izin var İbrahim’in Halil’in
Kapına yüz süreyim dağların ötesindenTanrıdağı sana kurban
Hira sana hayranÜveys olan yürekler aşkın közünde yanar
Özlem yangını sine zemzem suyunda kanar
İmanın deryasını besleyen sonsuz pınar
Gönüllere akarsın çığların ötesindenHuzur sende
Mana sende
Aşk sendeMazlum olan herkese “kol ile kanat gerdin”
Geçmişten geleceğe doğru yolu gösterdin
Son Veda Hutbesi’nde bir hukuk dersi verdin
Ümmetim diye diye çağların ötesindenÜmmetin sana kurban
Ümmetin sana hayranÂleme yağan nursun, âlemler sensiz kıraç
Şefaat kıl ya Resul yüreğim sana muhtaç
Ey gönüller tabibi, dermansız derde ilaç
Gülten’e sevgilisin yeğlerin ötesindenGülten ERTÜRK (Gültensultan)
-
Hasan AKAR ( Türkiye, Tokat).Makale
TOKAT KENT KONSEYİ EĞİTİM KÜLTÜR VE SANAT ÇALIŞMA GRUBU YILLLIK FAALİYET RAPORU
27.01.2011*Tokat Kent Konseyi Eğitim Kültür ve Sanat Çalışma Grubu’nca: Plevne kahramanı,hemşerimiz Gazi Osman Paşa’nın 110.Ölüm Yıldönümü münasebetiyle Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği İşbirliği ile İlköğretim 2.Kademe ve Liseler arasında “Kahramanlık” konulu şiir,kompozisyon ve resim yarışması açılarak dereceye girenler Tokat Belediyesi tarafından altınla ödüllendirilmiştir.Ayrıca ilk üç dereceye giren öğrenciler rehber öğretmenleri ve Eğitim Kültür ve Sanat Çalışma Grubu’ndan bazı üyeler 5 -6 Nisan 2010 tarihinde İstanbul Gazi Osman Paşa Kaymakamlığı ve Gazi Osman Paşa Belediyesi tarafından düzenlenen Gazi Osman Paşa Etkinliklerine katılmışlardır.Öğrenci grubuna İstanbul’un tarihi mekânları(Topkapı Sarayı,Sultan Ahmet Camii,Ayasofya Müzesi,Panorama Müzesi ,Minya Türk Müzesi vb.) imkanlar ölçüsünde gezdirilmiştir.
*28 Mayıs 2010 tarihinde Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliği ile İşeri Petrol Sosyal Tesisleri’nde “Kültür ve Sanat Şöleni” düzenlenmiştir.Etkinliklere Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Sadun KÖPRÜLÜ ,Türkmeneli Tv Ses sanatçıları,İLESAM Başkanı M.Nuri PARMAKSIZ,Kapadokya Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Ayşe PASLANMAZ ve ülkenin değerli şairleri katılmışlardır.Proğrama Tokat Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet ÇETİN,Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa KÜÇÜK ve diğer resmi protokolle birlikte çok sayıda kültür ve sanata ilgi duyan şahsiyet katılmıştır.Ayrıca Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi öğrencilerince Resim Öğretmeni Bahattin GÜNERLİ koordinesinde resim sergisi açılmıştır.
*9-10 Ekim 2010 tarihinde 20 kişilik bir grupla Sinop’a Kültür Gezisi düzenlenmiştir. Şehrin müzelerini ve tarihi değer taşıyan eserlerini,Sinop Cezaevi’ni gezen çalışma grubu üyeleri daha sonra Erfelek Şelalesi’nde piknik tertip etti.
* Çalışma Grubunca hazırlanan “91.Alay’ın Torunlarının Beyaz Yürüyüşü” projesiyle 9-10-11 Ocak 2010 tarihleri arasında Sarıkamış’ta düzenlenen “Türkiye Şehitlerine Yürüyor” etkinliklerine Tokat’tan ilk defa 20 kişilik grupla katılınmıştır.Etkinlik dönüşü Tokat Valisi Şerif YILMAZ ve Belediye Başkanı Doç.Dr.Adnan ÇİÇEK ziyaret edilerek Sarıkamış Harekatında askerlere verilen bir günlük azık torbası hediye edilerek bilgilendirilmiştir.
Eğitim Kültür ve Sanat Çalışma Grubu’na bütün bu çalışmalar çerçevesinde gerekli desteği veren Tokat Belediye Başkanı Doç.Dr.Adnan ÇİÇEK ,Kent Konseyi Başkanı Av.Mustafa YAVUZ ve Kent Konseyi Genel Sekreteri Ali POLAT’a grubum adına teşekkür eder,saygılar sunarım.
-
Hasan AKAR ( Türkiye, Tokat).Muhteşem şiirler
BİLİNMİYOR
Şimdi bakma saçlarıma ak düştüğüne öyle
Hiçbir hatıra istesen de kaydı silinmiyor
Aşkı bir kez sanırdım hayatta değilmiş meğer
Belki de yaşananların birçoğu bilinmiyorBU BAKIŞLAR DÜNEDİR
Urumeli Hisarı’nda biz de Stanbul’da
“Türküler tutturmuşuz ”Orhan Veli gibi.
Baharın sarhoşluğuna yakalanmışız bugün
“Minareler katında geçen
Gökyüzü Mahallesi’nde” Cahit Sıtkı’nın.Karşımızda maviliğinde yine Boğaz,
Neredeyse martısız deniz.
Boşuna çalıyor sanki kampanalar
Her geçişte bilirim bir yürek yaralar.Ve Urumeli Hisarı’nda
Tarihle soluklanan eski bir bankta
Aziyade’si ile oturmuşuz Pierre Loti’nin.
Bir fincan kahve içip
Dalmış gitmişiz derinliklere
Çocukken bindiğimiz bir salıncakta.Mevsim surlarda ilkbahar
Bilirim bakışlar yalan söylemez.
Belli ki buradan maziyi arıyoruz
Elliyi aşmış işte iki sonbahar.Gün bitiyor,Güneş gidiyor,
Zamanı kandırmak boşuna.
Bu oturuş yaşanılan güne
Bu gözlerdeki hasret dünedir.Biz de takıldık gayrı öylesine,
Ağır ağır Ahmet Haşim’ce,
Nevbahar’dan hazan mevsimine,
Biri Karadeniz biri Akdeniz’imizle.
Tırmanıyoruz Urumeli Hisarı’nda,
Dönüşü yok, inişi yok artık,
Hayatımızın son yokuşuna.İSTERDİM
Hasan AKAR
İsterdim seninle kuytuca bir iskelede
Ak güvercinler uçurmayı gelecek diye
Bir konar bir göçerdi belki kısmetti bize
Güz gülü bile değilim yâr çok geç artıkGençlik aşkıydı yaylada çiseyle büyüdü
Utandı da eteklere inmedi bir türlü
Bekleyemedin yollara dizildim türkü türkü
Güz gülü bile değilim yâr çok geç artık.Bulutlar ses vermedi ağlarken derince
Yaktı kavurdu güneş şiirlerim gizlice
Dağlardan akacak derken bir gün sessizce
Güz gülü bile değilim yâr çok geç artıkFilizlenmedi bu duygular dikenli telli
Geçmiş yıllar asrın bedeli olmuş belli
Geceler karanlıktı gündüzlerim kederli
Güz gülü bile değilim yâr çok geç artıkHatıraları bırak tertemiz orda kalsın
Yangın külleri gibi apansız saçılmasın
Yakışık almaz istesen de bu yaştan sonra
Güz gülü bile değilim yâr çok geç artıkKurudu neylersin bizim vadide o sular
Çoğu acıyla yoğruldu umutsuzca yıllar
Bir ömür ki böyle bitti geçmiyor son günler
Güz gülü bile değilim yâr çok geç artık -
Gülten SULTAN (Gülten ERTÜRK) (Türkiye, Beypazarı).Muhteşem şiirler
Yavuz Sultan Selim ‘in harika dörtlüğünden esinlenerek yazılan dört dörtlük “Ey Yar” şiiri
Aşağıdaki dörtlüğü normal şekilde okuyunuz:Şimdi de aynı dörtlüğü aşağıdaki şekilde renklere göre okuyun,
Fark olmadığını göreceksiniz…GÜLTEN ERTÜRK’ÜN (GÜLTEN SULTAN) YAZDIĞI DÖRT DÖRTLÜK EY YAR ŞİİRİ
Yavuz Sultan Selimin yazdığı aruz veznindeki şiirden esinlenerek 7+7 hece ölçüsü ile yazdığı şiirde dört tane dörtlük kendi aralarında da orantılı. Şiirin kelime bütünlüğü bozulmadan dörtlükler arasında yapılan dizilimde mana bütünlüğü bozulmadığı gibi sekize yakın ayrı şiir çıkabiliyor. Satranç şiir adı da verilen bu şiir tekniği oldukça zor bir teknik.Aşağıdaki şiiri normal şekilde okuyunuz:
EY YAR
Muhtacım aşka, senle bu gönül kâmil ey yar
Aşka, senle seslenir davet eder dil ey yar
Bu gönül davet eder sen yeter ki bil ey yar
Kamil ey yar, dil ey yar, bil ey yar, sebil ey yarBeni ne olur üzme yeter artık gül ey yar
Üzme, güzelliklere sevgiye gömül ey yar
Yeter artık sevgiye kapı aç güzel ey yar
Gül ey yar, gömül ey yar, güzel ey yar, gel ey yarSakın gitme can da can hep gönlümde kal ey yar
Can da can bu beden de kalmaz ki kemal ey yar
Hep gönlümde kalmaz ki çiçekteki bal ey yar
Kal ey yar, kemal ey yar, bal ey yar zülâl ey yarGülten Sultan neyleyim bitti sözüm lal, ey yar
Neyleyim vuracaklar kapıya ecel ey yar
Bitti sözüm kapıya dayandı bak sal ey yar
Lal, ey yar, ecel ey yar, sal ey yar, yücel ey yarGÜLTEN SULTAN(GÜLTEN ERTÜRK)
Yukarıdaki şiiri normal okuduktan sonra dörtlükler arasındaki uyum aynen Yavuz Sultan Selim’in dörtlüğü ile aynı stil. Şiirin Yavuz Sultan Selim’in dörtlüğünden farkı ise birinci dörtlük ile dördüncü dörtlüğe kadar dörtlüklerin kendi arasındaki uyum.
EY YAR
Muhtacım………….. aşka, senle………. bu gönül………… kâmil ey yar
Aşka, senle………… seslenir…………. davet eder…………. dil ey yar
Bu gönül…………… davet eder……….. sen yeter ki……….. bil ey yar
Kamil ey yar,……….. dil ey yar,……….. bil ey yar,…………. sebil ey yarAynı mısranın 2. Dizesi ile yukarıdan aşağıya aynı renk olan 2. Bölümde aynı. Diğer mısra ve dizelerde bunun gibi.
Muhtacım………….. aşka, senle………. bu gönül………… kâmil ey yar
Aşka, senle………… seslenir…………. davet eder…………. dil ey yar
Bu gönül…………… davet eder……….. sen yeter ki……….. bil ey yar
Kamil ey yar,……….. dil ey yar,……….. bil ey yar,…………. sebil ey yarŞimdide aynı şiiri yan yana, birinci dörtlükten itibaren ilk 7+7 hecesini dördüncü dörtlüğe kadar alt alta okuyabilirsiniz. Mana bütünlüğünün bozulmadığını göreceksiniz.
EY YAR
Muhtacım………….. aşka, senle………. bu gönül………… kâmil ey yar
Aşka, senle………… seslenir…………. davet eder…………. dil ey yar
Bu gönül…………… davet eder……….. sen yeter ki……….. bil ey yar
Kamil ey yar,……….. dil ey yar,……….. bil ey yar,…………. sebil ey yarBeni ne olur…………. Üzme…………… yeter artık…………. gül ey yar
Üzme,……………… güzelliklere……….. sevgiye……………. gömül ey yar
Yeter artık ………….sevgiye…………….. kapı aç …………….güzel ey yar
Gül ey yar,…………. gömül ey yar,……… güzel ey yar,……… gel ey yarSakın gitme…………. can da can………… hep gönlümde ………kal ey yar
Can da can…………… bu beden de ………..kalmaz ki ……….kemal ey yar
Hep gönlümde……….. kalmaz ki …………..çiçekteki …………..bal ey yar
Kal ey yar, …………….kemal ey yar,……… bal ey yar……… zülâl ey yarGülten Sultan…………. neyleyim…………… bitti sözüm ………..lal, ey yar
Neyleyim ………………..vuracaklar ………….kapıya ………….ecel ey yar
Bitti sözüm…………….. kapıya ……………..dayandı bak ………sal ey yar
Lal, ey yar,……………… ecel ey yar, …………sal ey yar,……… yücel ey yarGÜLTEN SULTAN(GÜLTEN ERTÜRK)
Mısraları kendi aralarında karma yaptığınız zaman mana bütünlüğü bozulmuyor.
EY YAR
Muhtacım aşka, senle bu gönül kâmil ey yar
Bu gönül davet eder sen yeter ki bil ey yar
Beni ne olur üzme yeter artık gül ey yar
Kamil ey yar, bil ey yar, gül ey yar, sebil ey yarAşka, senle seslenir davet eder dil ey yar
Üzme, güzelliklere sevgiye gömül ey yar
Yeter artık sevgiye kapı aç güzel ey yar
Dil ey yar, gömül ey yar, güzel ey yar, gel ey yarSakın gitme can da can hep gönlümde kal ey yar
Neyleyim vuracaklar kapıya ecel ey yar
Hep gönlümde kalmaz ki çiçekteki bal ey yar
Kal ey yar, ecel ey yar, bal ey yar, zülal ey yarCan da can bu beden de kalmaz ki kemal ey yar
Gülten Sultan neyleyim bitti sözüm lal, ey yar
Bitti sözüm kapıya dayandı bak sal ey yar
Kemal ey yar, lal ey yar, sal ey yar, yücel ey yarGÜLTEN SULTAN(GÜLTEN ERTÜRK)
Dağ Kokulum
Kardelenler gibi dağda açan beyaz sevdam;
Dağların gelinliğinde
Çağladım serinliğinde
Ağladım derinliğinde
Bir bir kederleri içtim
Zahmetli yollardan senle geçtim.Menziline eremediğim
Dünlerimi veremediğim sevdam;
Petekteki balım
Gelincikteki alım
Tutunduğum dalım
Canım, kanım, sol yanımsın…Gözlerinde sezdiğim
Çakmak çakmak sevdam;
Işıl ışıl bakanım
Papatyalardan saçıma taçlar takanımsın…Yağmur tazeliğinde
Topraktaki kokumsun
Olumsuzluklardaki yokumsun…Seherimin serinliğindeki
Pembe sevdam;
Bu aşkın okulunu senle okudum
Gönlümde bin bir renk dokudum
Yeşildeki huzurum
Mavideki nurum
Sarım, tellerinde sevdamı çaldığım sazım
Karalara yer bırakmayan beyazım…Yokluğunda sinemi kor ateşte dağlarım
Varlığınla bezeli mor menekşe dağlarımDağ kokulum, alım, balım
Olmuyor işte olmuyor
Sensiz şu sol yanım…
-
Şemsettin AĞAR (Dervişoğlu) (Türkiye, Ankara).Muhteşem şiirler
CANLARI ÜZMESİNLER
Kor alevler içinde yüreği dağlayanı
Her günün seherinde yar diye ağlayanı
Sevgi denen ışığa umudu bağlayanı
Eleklerden geçirip inceden süzmesinler
Cananlara söyleyin canları üzmesinlerRazıyım bu sevdaya zemheride kar olsun
Veya Temmuz gününde yakıcı bir har olsun
Varsın yâri andığım son nefesim dar olsun
Sevdayı ipe çekip fermanı yazmasınlar
Cananlara söyleyin canları üzmesinlerSes verin bülbüllerin güle döktüğü zâra
Alıp götürün beni candan sevgili yâra
Devası canda saklı kabuk tutmuyor yara
Deşilmesin çıbanlar kanayıp azmasınlar
Cananlara söyleyin canları üzmesinlerSevdalar ilham olsun ozanların sazına
Karakış alkış tutsun kardelenin nazına
Seven yürekler varsın meftunluğun hazzına
Gammazlar diken olup arayı bozmasınlar
Cananlara söyleyin canları üzmesinlerDamladan ırmak olur deryalara akanlar
Menziline tez varır gemileri yakanlar
Uzak dursun sevdaya kem göz ile bakanlar
Düğüm düğüm sevdaya el atıp çözmesinler
Cananlara söyleyin canları üzmesinlerGönüller sevgiliye teveccühle kuşansın
Bedenlerde her zerre sevgilerle döşensin
Sevdalar günlük değil müebbetçe yaşansın
Yüreği harda diye Derviş’e kızmasınlar
Cananlara söyleyin canları üzmesinlerCÜMLE İNANANLARIN MEVLİD KANDİLİ MÜBAREK OLSUN.
MUHAMMED MUSTAFA (SAS)
Toplansın yürekler Allah aşkına,
Gören zalim gözler dönsün şaşkına,
Gönüller sel olup gitsin taşkına,
Muhammed Mustafa sevdası ileZikirler coş edip diller ağlasın
Bülbülün aşkından güller ağlasın
Aksın göz pınarı seller çağlasın
Muhammed Mustafa sevdası ileYükselsin alevler gönülde hardan
Vazgeçilsin biraz dünyalık yardan
İçilsin badeler manevi bardan
Muhammed Mustafa sevdası ileYücelsin göklere tekbirler yerden
Koşalım menzile tan vakti erden
Geçelim bedenden geçelim serden
Muhammed Mustafa sevdası ileDıştaki ten özün aynası olsun
Kibir iflas edip benlik son bulsun
Cümle gönüllere muhabbet dolsun
Muhammed Mustafa sevdası ileDervişçe dolanıp hırka giyerek
Helalden kazanıp helal yiyerek
Sol yanlar çırpınsın Allah diyerek
Muhammed Mustafa sevdası ile -
Hasan AKAR ( Türkiye, Tokat).Muhteşem şiirler
BİR TURNA KUŞUSUN AY SONA
“Azerbaycan’da değerli kardeşim Sona Çerkez Hanım’a”
Bir Turna kuşusun sen ay Sona
Hazar’dan süzülüp geldin nazlıca
Seherinen kanat çırpıp Çamlıbel’de
Turna teli mi getirmişsin yoksa söyle
Neçedir bu Azerbaycan aşkı böyle
Biz de seni seviyoruz Bilgecan gibi
Öyle kondun ki Yeşilırmak’ta yüreğimizeBilesin bu kardaşlık hiç bitmez
Bu hasretimiz tükenmez ay Sona
Selam olsun Tokat’ın dağlarından
Koroğlu ,Eyvaz,Nigar’dan
Sizin nevruz saklayan dağlarınıza
Şiir olsun Çamlıbel’de açan çiçeklerim
Söylensin azatlık türküsü Karabağ’da
Bahtiyar’ca sizin yahşi yüreklerinizeBEN SENİ ÖYLESİNE SEVMEDİM
Hasan AKAR
Ben seni öylesine sevmedim
Niksar Çankaya’da otobüsten geceleri
Terler boşalırdı, öksüz yüreğime
Kör ışıklar göz kırparken her bir eve
Ben seni yıldızlar yağarken sevdim.Şimdi kadınımsın kısrağımsın
İki çiçek veren gönlümün dalısın
Yıllar geçiyor artık bize sormadan
Alıp götürüyor soğuk bir rüzgâr
Bağlardan, yağmursuz yollardan
Bedenimizi takmış son gazelineYalnız kalmışız dalgasız bir denizde
Çırpınıp duruyoruz ine çıka
Gücümüz yetmiyor zamana
Bir tekne bekliyoruz sessizce kıyıda24.11.2012 TOKAT
-
Hasan AKAR ( Türkiye, Tokat) DERGİ DEDİĞİN BÖYLE OLUR (Makale)
DERGİ DEDİĞİN BÖYLE OLUR
TOKAT ŞAİRLER VE YAZARLAR DERNEĞİ BÜNYESİNDE YAYINLANAN KÜMBET DERGİSİ “CEMAL SAFİ ÖZEL SAYISI”YLA OKUYUCULARLA BULUŞTU
Hasan AKAR
Türk kültür ve sanatının kaliteli dergilerinden biri olan Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği bünyesinde yayınlanan KÜMBET DERGİSİ Cemal Safi Özel Sayısıyla başarılı bir şekilde yoluna devam ediyor.
Günümüzde özellikle taşrada dergi çıkarmak dışarıdan göründüğü gibi kolay değil. Dergi çıkarmak özveri istiyor, yürek istiyor. Bazen size uzatılan bazı çevre ya da şahıslara özgü çıkan dergilere gönüllü gönülsüz bakarsınız. Utanma belasına saygı gösterip sessizce alırsınız. Son yılların tekniğini olumsuz yönde kullananlar da başka bir mesele. Kopyala, yapıştır sonra korsan bir yayın gibi vatandaşın eline rahatlıkla tutuştur.,al sana bir dergi.
Çok şükür öyle olmadık. Dergi çıkarmanın kültürümüzde daima bir mütevazılık içinde olmasını gerektiğini savunduk. Benlik, baş olma gibi yakışıksız duygulara kapılmadık.
Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği 2006 yılında kurulduktan sonra daha öncesinde yayınlanan KÜMBET Dergisini de bünyesine alma kararı vermişti. Sahipliğini Eğitimci-Yazar Muhsin Demirci, Editörlüğünü TOŞAYAD Başkanı Remzi Zengin, Genel Yayın Yönetmenliğini Eğitimci-Yazar Hasan Akar’ın yaptığı dergide 2013 yılında oldukça önemli yenilikler göze çarpıyor. 27-28.sayısı birlikte çıkan dergi, 130 sahifelik hacmi, renkli ofset ve kuşe kâğıda basımı ile göz dolduruyor.
Diğer bir gelişme ise derginin 2013 yılından itibaren Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurullah Çetin, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Akar, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Alpaslan Demir, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Doç. Dr. İsrafil Babacan’dan oluşan saygın bir akademik heyet koordinesinde Hakemli dergi hüviyeti kazanması.
Derginin kapak konusu Türk şiirinin değerli üstadı Şair Cemal Safi’ye ayrılmış. Bu sayı öncesi Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Aralık 2013 ‘de ülkemizin tanınmış bazı şairleriyle buluşarak, Cemal Safi ile de Ankara’da kendi evinde bir röportaj gerçekleştirmiş, kamera kaydı almıştı.
Derginin Editör yazısında Tokat Şairler ve Yazarla Derneği Başkanı Remzi Zengin, 2012 yılında yapılan etkinliklerin genel bir değerlendirmesini yaparak bu çalışmalara ve dergiye katkıda bulunan müesseselere ve şahsiyetler teşekkür dileklerini sunmuş.
Cemal Safi ile ilgili dosyayı Eğitimci-Yazar Mahmut Hasgül oldukça farklı bir bakış açısıyla 6-15. sahifeler arasında kaleme almış. Bu yazıyı Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Uzmanlarından Bekir Yeğnidemir’in “Mehmet Akif Ersoy’un Şiirlerinde Çocuk Aile ve Toplumsal Hassasiyet” yazısı takip ediyor. Türk Halk Şirinin üstatlarından Şeref Taşlıova’nın kızı Ülkü Taşlıova da” Babam Şeref Taşlıova” makalesiyle bir halk aşığını, babasını kültür severlere tanıtmaya çalışmış.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Akar Denizli Pamukkale Üniversitesi’nde katıldığı sempozyumu “5.Türk Dili Sempozyumunun Ardından” konulu yazısıyla Türk Dilinin zenginliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Kapadokya Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Ayşe Paslanmaz Azerbaycan’a yapmış olduğu gezinin izlenimlerini ”Ben Azerbaycan’ı Yüreğime İliştirilmiş Bir Kırmızı Karanfil Gibi Taşıyacağım” yazısıyla kaleme almış. İstanbul Radyosu Baş Teknisyeni Dursun Taşdelen ise ülkemizin yetiştirdiği ünlü bir kaval ustası, ”Tokat Hayati, Para Necati” telgrafıyla zihinlerde yer edinen Necati Başara’yı ”Sanatçı-Müzisyen Necati Başara” araştırmasıyla bir vefa borcu olarak karşımıza getiriyor.
Şair-Yazar İsmet Bora Binatlı yine bir şair dostu Abdullah Satoğlu için Kayseri’de yapılan etkinliği ”Kayseri’de Gerçekleştirilen Muhteşem Bir Vefa Gecesi” yazısıyla dillendirirken, TOŞAYAD Başkanı Remzi Zengin 6-9 Aralık 2012 tarihleri arasında Mısır’a yaptığı gezi sırasında Mehmet Akif Ersoy’un ikamet ettiği şehirle ilgili izlenimlerini ”Akif’in İzinde Mısır” makalesiyle bizlere aktarıyor.
İLESAM Tokat Temsilcisi Eğitimci-Yazar Hasan Akar katıldığı Kapadokya Şiir Şölenlerini “7.Uluslararası Kapadokya Şiir Şöleni” yazısıyla değerlendirirken, Sivas Şairler ve Yazarlar Derneği’nden Şair-Yazar Sabiha Serin “Sivas Yöresinde Okuyucu Gezme Geleneği” üzerine kapsamlı bir yazısıyla Araştırmacı Sabiha Tansuğ’u aratmıyor. Eğitimci-Yazar Levent Konyar, bu yıl ülkemizde konferanslara konu olan Balkanları, yapılan acı göçleri “100.Yılında Balkanlarda Müslüman Türk Katliamı” yazısıyla dramatik bir şekilde gözler önüne seriyor.
T.D.K.Uzmanlarından Nevin Balta “Yunus Emre’nin Makamları Ve Mezar Yeri” makalesi ile bu alanda oldukça değerli yeni bir çalışmanın varlığını ortaya koyuyor. Eğitimci-Yazar Yalçın Ünlü bu yıl kaybettiğimiz Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı Başkanı Turan Yazgan Hocamızı “Bir Turan Efsanesi Turan Yazgan” konulu makalesiyle efsaneleştiriyor. Eğitimci –Yazar Abdülkadir Türk her zaman olduğu gibi farklı bir eleştiriyi televizyonlarda izlenen dizileri “Muhteşem(!) Tartışmalar” başlıklı yazısıyla gündeme getiriyor.
Başbakanlı k Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Uzmanlarından Atilla AYDIN “Harf İnkılabı Sonrası Tokat’ta Açılan Millet Mektepleri” yazısını arşiv belgelerine dayandırarak özetliyor. Dergimiz yazı ailesine yeniden katılan M. Halistin Kukul, unutulmaya başlayan Necip Fazıl’ı “Son Şairler Sultanı Necip Fazıl” yazısıyla bir vefayı ortaya koyarak onun unutulacak bir üstat olmadığını ispat ediyor. Ankara’dan Şair Murat Duman “Neresinde Hikâyesi” konulu yazısında Şair Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili hatıralarla geçmişi paylaşıyor.
Osman Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tamilla Abbashanlı “Azerbaycan’dan Mektup Var” makalesinde okuyucuları Türk Dünyasında Azerbaycan’ın güçlü bir kalemi Sona Çerkez’le tanıştırıyor. Eğitimci-Yazar Saffet Çakar “Feryat” başlıklı tarihi hikâyesinde Sokullu Mehmet Paşa’yı ve Tokat Şehri’nin o dönemdeki askeri önemini vurguluyor. GOP Üniversitesi Tarih Bölümü Öğrencisi Neslihan Yücedağ “Esselamu Aleyküm” yazısında Mevlana ve fikirlerini yansıtıyor. Eğitimci-Yazar Muhsin Demirci seri yazısı “Kelimelerin Dili (V)”ni bu sayıda tamamlıyor. Araştırmacı Ergün Veren “Tudora Arnaut’un Çevirisi İle “Kobzar” ve Taras Grigoroviç Şevcenko” çalışması ile bu alandaki başarılarına bir yenisini ekliyor.
Araştırmacı-Yazar M. Necati Güneş “Niksar’da Bakırcılık ve Kalaycılık” konulu yazısıyla kaybolan sanatları adeta belgeselleştiriyor. Eğitimci-Yazar Nihat Aymak “Meyyidzade” başlıklı tarihi yansıtan yazısında Viyana Bozgununa katılan bir yeniçerinin ailesinin dramını konu ediyor.
Dergide ülke içinden ve dışından tanınmış şairlerin, güçlü kalemlerin şiirleri özenle yazıların yanına yerleştirilmiş. Bunlar arasında; Bahtiyar Vahapzade’nin “Ana Dili”, Arif Nihat Asya’nın “Tokadın Kırkları”, Orhan Seyfi Orhon’un “Dua”, Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’ın “Bosna”, Leyla Arsal’ın “Bülbülün Güle Şürekâsı”, Dursun Elmas’ın “Ben Neyim”, Bekir Alim’in “Sivaslı Gardaş”, Nilüfer Açılan Yıldız’ın “İç Memleket Gözcüleri” M. Nihat Malkoç’un “Düşümde Annem”, Ömer Ekinci Micingirt’in “Kalem Kılıç”, Cemal Yavuz ‘un “Tokat’ta Sabah Namazı”, Emin Özcan’ın “Gazel”, Gökhan Güneş’in “Aşk Mahşeri”, Celalettin Çınar’ın “Taçlı”, Tuğba Küçük’ ün “Şeb-i Yelda”, Göksel Çakır’ın “Evimin Kuzey Cephesinde”, Serhat Ertaş’ın “Şehnaz”, Serhat Özdoğan’ın “Bademlim Benim”, İsmail Can Karakuş’un “Mutsuz Mutluluklar”, Güven Tatlı’nın “Yağmur Derken Seni Kastettim” şiirleri bulunuyor.
Derginin bize gelenler bölümünde dört kitap kapaklarıyla tanıtılmış. Hüsamettin Çıtır’ın “Atatürk Yolunda Bozkırda Yeşeren Tohum”, Nilüfer Açılan Yıldız’ın “Sıfır Kapıları”, Rahman Salmanlı’nın “Ahmed Cevad’ın Yaradıcılık Yolu”, Dr. Mehmet Yardımcı’nın “Malatya Masalları” eserleri yenilerini bekliyor.
Son bölümde ise Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği ve Tokat İLESAM Tokat ve GOP Üniversitesi Temsilciliğinin 2012 yılının son aylarında yaptığı etkinlikler yer alıyor. Bunlar arasında Tokat ve Turhal’da M. Akif Ersoy’u Anma Programları, Arif Nihat Asya Programı, Ankara’da şairler ve tanınmış şahsiyetlerle yapılan röportajlar, Ankara ‘da İLESAM ve TÜRKSAV’ı ziyaret, Ankara Kitap Fuarına katılım, Ankara Kabakçı Konağı’nda yapılan program ve televizyonlarda gerçekleştirilen kültürel sohbetler bulunuyor.
Evet, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği bu işte. Zor imkânlarla zoru aşan nefsini yenmiş, ahlaki değerlerden taviz vermeyen bir ekiple çalışıyor. 90 üyesiyle siyasallaşmadan, benliğe, başlığa kapılmadan, milli-manevi değerlere bağlı, önlerine konulan engelleri aşarak bu ülkenin değerlerine saygı duyup, korumaya çalışarak ülke içinde ve dışında yoluna devam ediyor.
Teşekkürler kültür dostları, teşekkürler bizlere karşılık beklemeden destek veren müesseseler, değerli şahsiyetler, okurlar. Teşekkürler Tokat, teşekkürler Türkiye,.Teşekkürler Türk –İslam Kültür Dünyasının fedakar insanları.. -
Şemsettin AĞAR (Dervişoğlu) (Türkiye, Ankara).Hayatı ve Yaratıcılığı
ŞEMSETTİN AĞAR (DERVİŞOĞLU)
Adıyaman Kahta Bağbaşı Köyünde doğdum. Amcamın gördüğü bir rüya üzerine ismim Şemsettin olarak konmuş.
İlköğrenimimi köyümde,Orta Öğrenimimi Tokat İlköğretmen Okulu’nda tamamlamaya. Yüksek öğrenimimi de Anadolu Üniversitesinde tamamladım.1976 yılında Erzurum Narman Ergazi İlköğretim Okulunda başladığım öğretmenlik hayatına, güzel yurdumun birçok yöresinde devam ettim
Sekiz yıl Erzurum’da görev yaptıktan sonra kendi isteğimle Adana Karaisalı ilçesine iline atandım. Orada da Milli Eğitim’in çeşitli kademelerinde öğretmenlik ve yöneticilik görevlerinde bulundum. 1991 yılında yine kendi isteğimle memleketim olan Adıyaman İline atandım. Adıyaman Merkez Orhangazi İlköğretim Okulunda yönetici iken 1999 yılında Türk Eğitim Sendikası Adıyaman Şube Başkanlığı’nın seçildim ve o tarihten beri profesyonel sendikacı olarak görevime devam etmekteyim. Bu görevin yanı sıra Türk Eğitim-Sen Genel merkez Disiplin Kurulu üyeliği görevini de yürütmekteyim.
Gerçek adım Şemsettin AĞAR olup, Şemsettin DERVİŞOĞLU Mahlası ile yazmaya gayret ediyorum. Şiirde İlham kaynağım Karacaoğlan ile başlayıp Aşık Sümmani ve Günümüz Ozanlarından Merhum Yaşar Reyhani, Nusret TORUNİ başta olmak üzere Halk ozanlarımızın bir çoğundan feyiz aldım. Kalemimden, toplumsal içerikli şiir çalışmalarının yanında genelde sevda, hasret ve özleme dair şiir denemeleri damlar.DEM GÖRÜNÜYOR
Bir duman çökmüş de gönül dağına
Yamaçtan zirveye gam görünüyor
Mihrican mı deydi vuslat bağına
Türkü bakışında nem görünüyorSuç bende mi yoksa gurbet mi haklı
Ruhu çöle saldım yitirdim aklı
Hasretin çaresi gamzede saklı
Gülüşün derdime em görünüyorSiman mehtap ile dengi dengine
Uçarı gönlümü salar engine
Sevdan katık mıdır çayın rengine
Kınalı elinde dem görünüyorCanımdan beride olan canözüm
Muhabbet deminde aydınlık yüzüm
Tüm dünyaya küstü can iki gözüm
Sensiz her şey bana kem görünüyorDerviş dergâhında yoksa hidayet
Bir ömür vah ile bulur nihayet
Visaline zaman uzarsa şayet
Yürek kurda kuşa yem görünüyorŞemsettin Dervişoğlu
HAZAR
Möhtəşəm gözəlliyin ağlımı başdan aldı
Qıyında yaşanmayan sevdalar yalan Hazar
Ayrılık seherinde sazlarım hüzün çaldı
Sineme sızı düşdü sol yanım nalan HazarSən könül taallukum hərkəsdən şaxsi kəsim
Sən ürəkdə avazım göylərə çıxan səsim
Milyon kez fəda olsun aldığım hər nefesim
Mən senin başan dönüm sen yare dolan HazarHəsrətin içərimdə sönməyən bir volkandı
Duyğular Aras olub gül sineni çalkandı
Bir Sentyabr axşamında könül şadlığa bandı
Sənə olan bu sevda dünyaya elan Hazarİçimdəki atəşin hökmünü bilebilsən
Heç getmə qal deyərdin, söz olub dilə gelsen
Bir zerrecik suyunu mənimlə bölebilsen
Olmazdı məndən özgə dincliyi bulan HazarQaradəniz yüreğim çırpınarkən sən deye
Nedendir bu ayrılıq söylə bu həsrət niye
Çaylar eş ola bilməz gözümdeki debiye
Yadındaki Dervişin dergâhı talan HazarŞemsettin AĞAR (DERVİŞOĞLU)
(Şiir 27.09.2012 seherinde Bakü’den Gence’ye giderken yazılıb)
-
Şemsettin AĞAR (Dervişoğlu) (Türkiye, Ankara).Muhteşem şiirler
DEMİR TÜRK
Günde beş ezan ile kıbleye döner yüzüm
Erenlerin deminde hakkı anıyor özüm
Türklüğünden utanan nesepsizedir sözüm
Peygamber övgüsüne mazhar olmuş Irk’ım ben
Çelik suyu verilmiş demir gibi Türk’üm benGloballik uğruna yozlaşmadan anlamam
Gizli gizli yapılan sözleşmeden anlamam
Haçlı’ya ram diyalog,uzlaşmadan anlamam
Hoşgörüyü yaşatmış fark içinde farkım ben
Çelik suyu verilmiş demir gibi Türk’üm benSevdam ilahi benim,tezat nüve ekmeyin
Yolum hakikat yolu başka yöne çekmeyin
Günü kurtarmak için daldan dala sekmeyin
Gayesi tevhid olan Batı’yım ben Şark’ım ben
Çelik suyu verilmiş demir gibi Türk’üm benTanrıdağ’ından geldik Hira’ya çok yakınız
Hak galip gelsin diye durmayan bir akınız
Tanımak isterseniz tarihime bakınız
Dünyaya nizam vermiş dişliyim ben çarkım ben
Çelik suyu verilmiş demir gibi Türk’üm benYesevi’den feyz alıp Hacı Bektaş’ta kandım
Altaylar’dan Tuna’ya nice zafere bandım
Yunus’un ocağında Derviş olarak yandım
Sahipsizin sahibi yuvayım ben barkım ben
Çelik suyu verilmiş demir gibi Türk’üm benGÖZLERİNDE GÖZLERİMİ UNUTTUM
Göz vurup kalbimi deldiğin zaman
Gözlerinde gözlerimi unuttum
Aklımı başımdan aldığın zaman
Gözlerinde gözlerimi unuttumNe seher aydınlık ne bahar çakır
“Ne yerküre demir ne de gök bakır”
Ne yana dalsam da dünya tamtakır
Gözlerinde gözlerimi unuttumSensiz şafaklara bakamam ki yâr
Kara talihimi yıkamam ki yâr
İz bulup dehlizden çıkamam ki yâr
Gözlerinde gözlerimi unuttumSoldan perişanım sağı göremem
Yazıyı göremem, dağı göremem
Yedi dem gül veren bağı göremem
Gözlerinde gözlerimi unuttumDerviş dergâhının yıkılmaz suru
Sevda ocağının sönmeyen koru
Aynaya bakarken kendini koru
Gözlerinde gözlerimi unuttum -
GÜLTEN SULTAN (Türkiye, Beypazarı).Hayatı ve Yaratıcılığı
Gülten Sultan mahasıyla tanığımız Gülten Ertürk 1969 yılında Beypazarında doğdu.İlk, orta ve lise öğrenimini Beypazarında, yüksek öğrenimini de. Selçuk Ü. Eğt. Fak. Kız Sanat Eğit. Y.Okulunda birincilikle tamamladı.1991 yılından beri Beypazarı Kız Teknik ve Meslek Lisesinde Takı Tasarım öğretmenliği yapan şairin, şiire iligisi lise yıllarında başlamış, aldığı ödüller daha çok yazmaya teşvik etmiş ve şairi bu günlere taşımıştır.
Başanlı öğretmenliğinin yanı sıra Türkiyenin çeşitli yerlerinde sahne alan ERTÜRK, TRTnn çekimlerini Beypazarında gerçekleştirdiği “Son mektup” ve “Türkmen düğünü” dizilerinde rol alarak seslendirme yaptı.Beypazarı yöresine ait bir yiyecek olan Beypazarı Kursunun hikayesini senaryo olarak yazdı.Pek çok TV Programlarına konuk oldu.Kendisi de TV programları hazırladı ve sundu.Büyük organizasiyonlarda, festivallerde ve Uluslararası programlarda sunuculuk yaptı.Türkiyede yayınlanan muhtelif edebiyat, kültür, sanat ve fikir dergilerinde, gazetelerde yazı ve şiirleri yayımlandı.
Öğretmenlik meslekinde Takı Tasarımı alanında sanat eseri konumunda çalışmaları bulunan Gülten ERTÜRK, 2008 yılında öğrencilerine rehberlik ettiği bir proje yarışmasında Türkiye 2.liği Ödülünü aldı.
2010 yılında Türkiyede bir ilk olan şair ve programcıların katıldığı “1. Çukurova Şiir Okuma Yarışması” ında 2. oldu.
2012 yılı Eylül ayının 24-de Türkiye Yazarlar Birliği Temsilci Kurulu üyesi olarak ilk kez Bakü’ye sefer etdi.Həmin ziyaret çerçevesinde “Aydın Ocağı” Sosyal Birliğinin organizasyonu ile “Divan-ı Hikmet” de gerçekleştirilen muhteşem görüşmede 2011 yılında Ankara’da yayımlanan
“harflerin Dansı” (Assonans ve Aliterasyonlarla Şiirler) kitabından hediyeler etdi.Türkiyə Türkçesinde yazdığı şiirlerden okudu. “Aydın Ocağı” Sosyal Birliği Onursal üyesi seçildi.
Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği üyesi, yetenekli Türk hanım yazar Gülten ƏRTÜRKün şiirleri Türkiye Türkçesinden Türkiye Türkçesine tercüme olunarak ilk defa olarak Azerbaycan’da “Aydın Ocağı” Sosyal Birliğinin yayın organı “Aydın Ocağı” dergisinde-dergisinde olunarak ışık yüzü gördü.Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği
ve “Aydın Ocağı” Sosyal Birliği elektronik organı Azerbaycan Kültür ve Edebiyat portalına şiirleri yayınlandı.
2012 yılı Ekim ayının 6’sında “Aydın Ocağı” Sosyal Birliği elektronik organı Azerbaycan Kültür ve Edebiyat portalının Birinci Kurultayı’nda Azerbaycan’ın Kültür ve Edebiyat portalının yayın, Yaratıcı, Temsilci Heyetlerinin Fahri üyesi ve “Türkiye Edebiyatı” bölümünün Baş editörü seçilmiştir.
İkinci kitabı olan “Nerdesin Kırık Ayna”nın 2. baskısının gelirini Türkiye Gücsüzleri Vakfına bağışlayan şair;
İLESAM ( Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği),
TURÇEV ( Turizm ve Çevre Gazetecileri kültür sanat komisyonu)
DGTYB (Dünya Genş Türk Yazarlar Birliği),
Yurd Yuva Derneği üyesdir.
Şiir Kitapları; “Paylaşılacak Duygular”, “Nerdesin Kırık Ayna2, 1. ve 2. Baskı, “Gönlümdün Damlalar” ve Milli Eğitim Bakanlığı Devlet kitapları çocuk serisi yayınlardan “Şiirlerle Kutlayalım”
Şiir Albümleri; “Yüregimdeki Duygulardan Merhaba”, “Gönül Gülteni”
Ders kitapları; “Basit Telkari Teknikleri”, İçi Bos (kutu) Tekniği”
Hikaye kitabı; “Beypazarı Kurusu”SEVER SENİ
Canımda can varsa, sağsam,
Bir öfkeyle dağları aşsam,
Gökten taş olup da yağsa,
Dolum yine sever seniHer sezon açıp Scholes da,
Bulut içine dolsa da,
Fırtına, boran olsam da,
Yelim yine sever seni.Özlemin beynimi yorsa,
Zaman hiç ötməyib dursa,
Dalgalar kıyıya vurursa,
Gönlüm yine sever seni.Baxılmadı genç yaşıma,
Üzüntü katıldı Asım.
Neler gelse de başıma,
Kolum yine sever seni.Cefa etse de çok zalim,
Fetvalar verse de alim,
Qalamasa da hiç macalım,
Halim yine sever seni -
Hasan HAKAR Tokatdan yazıyır:
BİR KIŞ GÜNÜ VAHŞETİ HOCALI
Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği-KÜMBET Dergisi adına katıldığım, Nevşehir’de yapılan Uluslararası 7.Kapadokya Şiir Şöleni’nde pek çok değerli şair ve yazarla birlikte Azerbaycan’dan davet edilen ve gıyaben bizi iyi tanıyan iki edebiyatçı dostla tanıştım: Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği Başkanı Ekber Goşalı ve Seher Ehmed. Azerbaycan sevgimizden olacak programların bazı bölümlerine birlikte katılıp bol bol iki kardeş ülkenin kültür ve sanatı üzerine konuştuk.
Ekber Goşalı, 1973 Azerbaycan-Tovuz doğumlu. Azerbaycan Prezidenti yanında Devlet İdarecilik Akademisi mezunu. Oldukça aktif bir kültür dünyasının içinde. Azerbaycan-Türkiye arasında adeta bir gençlik köprüsü kurmaya çalışıyor. Ölü Yukusu (hikayeler) ve Ölümlerin Ötesi (şiirler) adlı iki eseri var.
Azerbaycan’da yayınlanan bazı kitapları onlar bize hediye ederken biz de naçizane kaleme aldığımız şiir kitaplarımızdan ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin yayını KÜMBET Dergisi’nin özel sayılarından takdim ettik.
Söz verdiğim üzere otobüsle dönüş yolculuğumda, yürekleri Türk Dünyası sevgisiyle atan bu dostlardan Proje Başkanlığını ve Genel Direktörlüğünü Ekber Goşalı’nın yaptığı Şamil Sabiroğlu ve Efsane Bayramkızı’nın ortak bir çalışması “Bir Kış Günü Vahşet Hocalı” eserini hüzünle okuyarak Tokat’a geldim.
Eko Avrasya Yayınları arasında 2013/3 sayı kodu ile –Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin patenti ile çıkan eser Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına bağlı Sivil Toplum Örgütlerine Devlet Desteği Konseyi’nin maddi desteği ile ”Azerbaycan’ın maddi ve gayri-maddi mirasına karşı Ermeni vandalizmi” isimli proje çerçevesinde yayınlanmış.
Ankara Sata Reklam Tasarım Basın Yayın Matbaacılık Org.Dan.İnş.İç ve Dış Tic.Ltd.Şti’nde 2012 Ekim ayında birinci hamur kağıda 137 sahife 1000 adet basılan eserin danışmanlığını Prof.Dr.Nizami CAFEROV, Prof.Dr.Nejdet ÜNÜVAR, Hikmet EREN, İbad M.HÜSEYNOV, İlham S.İSMAYYILOV, Mübariz H.GULİYEV, editörlüğünü Kerküklü dostlarımızdan Dr.Şemsettin KÜZECİ ve Azerbaycan’dan benim Azerbaycan’da basımı yapılıp dağıtılan: ”Niksar’dan Azerbaycan’a Bir Demet Har-ı Bülbül” eserimin de editörlüğünü yapan Oktay HACIMUSALI kardeşimiz gerçekleştirmiş.
Eserin ilk bölümünde ,Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV’in kısa bir sunuşundan sonra değerli dostum ,Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet EREN’in “Önsöz”ü yer alıyor.
Kitabın ön kapağında o günlerin vahşetini sergileyen siyah beyaz bir resimle arka kapakta yer alan şu dramatik ifadeler aslında eserin özünü de ortaya koyuyor.Bu yüzden okumadan önce Ermeni katliamlarıyla ilgili yeni bir belgesel izlemeye hazırlıklı ve metanetli olmanız gerekiyor.
“Hocalı soykırım zamanı 613 Azerbaycanlı:
106 kadın,63 çocuk, 70 ihtiyar vahşice katledilmiştir. (Diri -diri yakılmış,kafa derisi soyulmuş,boynu vurulmuş,gözleri çıkartılmış, gebe kadınların karnı süngülenmiştir)
8 aile son kişisine dek mahvedilmiş, 25 çocuğun her iki velisi, 130 çocuğun velilerinden biri katledilmiştir. 76 çocuk, toplam 487 kişi sakat edilmiş, 1275 kişi rehin alınmıştır. 150 kız-gelinin kaderi ise hâlâ belirsiz kalıyor…”
Altı bölümden oluşan esere ilaveler ve 60 fotoğrafın yer aldığı Fotoğraflarla Hocalı bölümü de konulmuş.
İki devlet bir millet olmakla gurur duyanlarımızın Azerbaycan’daki 20 Ocak 1990 Bakü katliamını, Karabağ, Suşa, Hankendi ve Hocalı’da Ermeni ve Ruslarca hunharca yapılan katliamları bilmemelerini düşünemiyoruz.BUGÜN Azebaycan’ın başkenti Bakü’de Şehitler Hıyâbânı’ndaki meçhul kız kabri, Hollanda’nın Lahey kentinde bir anıt ve Bakü’ye bağlı Hatayi ilçesindeki kucağında ölmüş yavrusuyla dünyaya olup bitenleri haykıran “Ana harayi (Anne Çığlığı) anıtı gelip geçene ve yıkılmadığı müddetçe geleceğe bu dramı daima anlatacaktır.
Hocalı’da neler mi oldu? sorusuna bu eserde istediğiniz cevapları gözleriniz buğulanarak, yüreğiniz burkularak cevap alacaksınız.
1992 Şubat’ını 25’ini 26’sına bağlayan gece Hankenti’ndeki eski Sovyet Ordusu’na ait 366.Motorize Alayının ve Ermeni kasaplarının Hocalı’yı tamamen yok etmesi ve kurtulmak için yalınayak kaçan sade vatandaşların insanlığa yakışmayan yöntem ve işkencelerle katledilmesiyle tarihteki yerini aldı.
O gece eski Oğuz-Türk yurdu Karabağ’ın en büyük kentlerinden biri olan Hocalı yerle bir edildi.
O gece küçük bebekler bile kurşuna dizildi,anne karnındaki bebekler dünya ışığını henüz görmeden acımasızca süngülendi.
O gece elleri kınalı, mavi gözlü kadınlar, selvi boylu gelinler düşman eline geçmemek için ”Şerefimiz, namusumuz bizim için her şeyden önemlidir” deyip kendilerini kayalardan attılar.
O gece Türkleri kendilerine düşman ilan etmiş Andranik’in torunları olan sakallı Ermeni militanları kadın, çocuk, yaşlı demeden karşılarına çıkan bütün insanları katlettiler.
O gece bununla yetinmeyen Ermeni çeteciler, cesetlere bile hakaret etmekten, onları tanınmaz, çirkin hale getirmekten çekinmediler.
O gece ana-babasını gözleri önünde kaybeden çocuklar hayatın en acı darbesini aldılar.Bir daha anne kucağı,baba şefkati göremeyecekleri için o günü nefretle anarak büyüdüler.
Oysa yeri geldiğinde düşmanını affetmeyi bilen Türkler en mazlum insanlara,kendilerini ”zavallı “gibi sunan Ermenilere bile kendi topraklarında yaşamaya müsaade etmişlerdi.Ama onlar nankör çıktılar.
Bugün “Ermeni soykırımı” meselesini kendi ilgi ve çıkarları için destekleyen bazı Batı ülkelerindeki siyasiler ve Ermeni yalanlarını savunan bir takım güçler nedense Anadolu’da, Dağlık Karabağ’da, Hocalı’da yaşanan vahşeti, bir milyondan fazla mültecinin dramını görmezlikten geliyorlar.
Ülkemizde de 1896 yılından beri devam eden Ermeni zulümlerini, 1914-1920 yılları arasındaki ağır mezalimleri her nedense kimse artık bilmiyor. Onun için olsa gerek ağalarından aldıkları üç beş kuruş ulufe karşılığı “Hepimiz Ermeniyiz” pankartları ile yürüyorlar. Bu rahat ülkede yaşayan, köpeksiz köy bulan zavallılar Karabağ’daki, Hocalı’daki Bakü’deki katliamların içinde olsalardı bırakın pankart, döviz taşımayı altlarına ederek kaçarlardı.
Aklı başında biri çıkıp da demedi ki bu taşeronlara, PKK uzantılarına. ”Burası size yetmiyor. Gidin de Ermenistan’daki kardeşlerinizle bu dövizleri beraber taşıyın. Onlar sizi orada yere göğe de sığdırmazlar“ diye.
Eserin 22. sahifesinde 1919-1920 yıllarında Ermeni Taşnaklardan Ohanes Apresyan’ın Kars’taki katliamları aktaran bir anısına yer verilmiş.
“…Ağlayan çocuğun sesinden yola çıkarak görüntüsünden Türk ailesinin evi olduğu anlaşılan bir ev yıkıntısını avlusuna geldim. Avlunun köşesinde ölü bir kadın yatıyordu. Gırtlağı kesilmişti. Kadının üzerinde bir yaşlarında bir kız çocuğu duruyor ve ölü kadının memesinden süt emmeğe çalışıyordu. Tatar köyleri bu şekilde temizlendikten sonra ben de tekrar Kars’taki eski alayıma katılmak üzere döndüm.”
76.sahifede o günleri yaşayan ve katliamlardan zor şartlar altında kurtulabilen 1937 doğumlu Narhanım Süleyman kızının anlattıkları Taşnak çetesinin anlattığından farklı değil.
“….Bir delikanlı eşinden, çocuklarından zorla alıkoyularak, başka yerlere götürülürken ”Çocukları yanından ayırma! Ölürsen de şerefinle öl! diye haykırıyordu…”
Düzmece iftiralarla idam edilen Boğazlayan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey ( 1884-1919), Ermenilere teslim olmayarak kendi hayatına bir kurşunla son veren Diyarbakır Valisi Dr. Mehmet Reşit Bey (1873-1919), yurt dışında kalleşçe vurularak katledilen Talat (1874-1921) ve Cemal Paşalar (1872-1922) başta olmak üzere Ermeni ve Rus kurşunlarıyla canlarını veren bütün soydaşlarımızı,din kardeşlerimizi bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Teşekkürler böylesine kıymetli bir eseri bizlere derin bir araştırma neticesi sunan Ekber Goşalı, Şamil Sabiroğlu ve Efsane Bayramkızı kardeşlerim. Teşekkürler bütün emeği geçenler. Yüreğinizden Türkiye, yüreğimizden Azerbaycan sevgisi azalmasın. -
Hasan AKAR (Türkiye, Tokat).Hayatı ve Yaratıcılığı
HASAN AKAR
1957 yılında Tokat’ta doğan AKAR, aslen Sivaslı’dır. İlk ve orta öğrenimini Tokat’ta tamamladı. Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünden mezun olduktan sonra(1979) Türkçe ve Edebiyat öğretmeni olarak, mesleğinin ilk yıllarında Erzurum ve Artvin’de görev yaptı.
Anadolu Üniversitesi’nde lisans tamamladı. Niksar’da 20 yıl öğretmenlik ve yöneticilik yaptıktan sonra 2005 yılında Tokat Endüstri Meslek Lisesi Müdür Yardımcılığına, 2010’da da Tokat Anadolu Lisesi Müdür Başyardımcılığına atandı.
Yazıları ve şiirleri Niksar Danişmend, Yeşil Niksar, Tokat Gazetesi, Güneş Gazetesi, Tokat Kültür Araştırma Dergisi, Gülpınar, Çınar, Sultan Şehir,Hayat Ağacı,Uçan Türk,Kültür Çağlayanı, Bayatı (Azerbaycan) dergilerinde yayımlandı. Türkiye Yazarlar Birliği, Çocuk Edebiyatçıları ve Sanatçıları Birliği, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği ,Mehmet Akif ERSOY Düşünce Derneği Kurucu üyesidir. İLESAM Bilim Teknik Kurulu Üyeliği ve Tokat İl Temsilciliği, Kümbet Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği, Heeri Liefe Dergisi Yayın Kurulu Başkanlığını yürütmektedir.
Eserleri:
Milli Mücadele Yıllarında Niksar (Araştırma-inceleme Müjdat Özbay’la birlikte. 1998),
Niksar’da Vakıflar ve Tarihi Eserler (Araştırma-inceleme M.Necati Güneş’le birlikte.2002)
Gül Ağacı Değilem (Şiir 2004)
Niksar’dan Azerbaycan’a Bir Demet Hâr-ı Bülbül (Azerice, Makaleler-şiirler 2005)
Niksar Şiirleri ve Şairleri (2006 1.Baskı,2008 2.Baskı)HEP MECNUNLAR ARAMAZ LEYLA’SINI
Hep Mecnunlar aramaz Leyla’sını susuz çöllerde
Bizim de Anadolu’da nice aşklarımız vardır.
Tek Ferhat delmez kayaları Şirin için yollarda
Göğel ördekler yüzer Nezük gibi mavi göllerdeHep Köroğlu Ayvas’ını aramaz Çamlıbellerde
Bizim de uğruna yazılmış destanlarımız vardır.
Utancından ne sesi ne ahı çıkar sevdaların
Kıymet türküsüyle yaşar aşklar kınalı ellerdeOnbeşliler gelir gider Çanakkale’den Yemen’e
Bizim de Sarıkamış’ı anlatan ağıtlarımız vardır.
Kaybolur gider koskoca bir gençlik vatan yolunda
Arar yavuklusunu Hediyeler düşer dillerdeİşte Anadolu budur alışıktır zulüm çekmeye
Irmakları dertli çağlar,dağları ozanlarla ağlar
Ağırdır yükü kanat çırpar asırlardır tarihe
Bitmez sevdası hasreti açılacak gonca güllerdeSEN AZERBAYCAN,YÜREĞİMDE ATEŞ
Hasan AKAR
Ben olsaydım keşke yıldızları donmuş Ocak’ta
Bakü’de tanklar altına atılan bir gül, bir can
Ben solaydım dağların acıdan kahrolduğu şafakta
Hazar’da azatlık uğrana dökülen nice taze, nice kanGece soğuk, düşler karanlık, vakit sehere gebe
Feryatlar yıktı geceyi, saatler dördü beş geçe
Şehitler Hıyabanında ağıtlar yakıldı hece hece
Ağdam yankılandı bozkurtça, ses vermedi GenceÖtmesin Suşa’da, gelmesin Azatlık’a har-ı bülbül
Açmasın laleler, toprağa girerken binlerce gül
“İnmesin yükselen bayrak” bitsin gayri asırlık zûl
Konmasın başka aşka, Azerbaycan varken bu gönülSen Azerbaycan, yüreğimde ateş, şiirimde bahar
Türkiyemle sevmişim seni, hasretinle yanmışım Hazar
Yağmur yağmasa, gün doğmasa, hep yağsa Karabağ’a kar
Öpmeğe geldim toprağın, dudaklarıma değsin o nazlı yâr -
Gülten ERTÜRK (Gülten Sultan) ( Türkiye, Beypazarı).Muhteşem şiirler
Gülten Sultan mahlaslı Şairimiz Gülten Ertürk Beypazarı Belediyesinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü programına katıldı. Programın sunucuğunu yapan ERTÜRK, Türk kadınının her alanda başarılı olabileceğini kanıtlayan çalışmalarından dolayı, Beypazarı Belediyesi tarafından ödüle layık görülmüştür. 11Mart 2013de Beypazarı öğretmenevinde yapılan törene Beypazarı dışından Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Bakan Yardımcısı Doç.Dr. Aşkın Asan, S.O.S. Vakfı Onursal Başkanı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ.Melih Gökçek’in eşi Nevin Gökçek, Türkiye güçsüzleri ve Kimsesizleri Vakfı başkanı Gülgen Dural gibi isimler katılmıştır. Harflerin Dansı kitabı ile Türk Edebiyatında ve dünyada da bir ilke imza atan Gülten Ertürk Ödülünü Beypazarı Belediye Başkanı Cengiz Özalp’ın eşi Hamida Özalp’tan almıştır. Kadınlar günü ile ilgili yazdığı “Biz Kadınlar” şiiri büyük ilgi toplamıştır.
BİZ KADINLAR
Allah lütfeylemiş adımız hanım
Dört mevsim bal yapan arı gibiiz
Bizi anlatmaya yetmez bir tanım
Cennet bahçesinde huri gibiyizYol ettik kıbleyi sevgiden yana
Damladan deryaya can olduk cana
Bebeğin dilinde ilk sözcük ana
Yıkılmaz kalenin suru gibiyizUğrumuza çetin dağlar delindi
Tarihler yazıldı tarih silindi
Sevdamıza düşen mecnun bilindi
Dermansız dizlerin feri gibiyizBizlerle sevdaya doyar kâinat
Bizim için şarkı şiir serenat
Altına gümüşe zümrüde inat
Dünyanın en güzel varı gibiyizSevgi yuvasına biziz amade
Dudaktan dökülen her bir söz bade
Bir yürek taşırız beyazdan sade
Yol geçmemiş dağın karı gibiyizÇiçekler içinde gonca gül gibi
İnceyiz, zarifiz, narin tül gibi
Kırılırsak gözde yaşlar sel gibi
Hiç çözümlenmemiş soru gibiyizGülten sultan der ki; sözümüz özde
Her kadın erlerin gözünde gözde
Dertler sıkıntılar dağlanır közde
Sevda ateşinin koru gibiyizÇANAKKALE’M
Aydınlatıyor nuru geçmişten geleceği
Son nefesi verirken Kevser’di içeceği
Mehmet toprak üstünde bir gelincik çiçeği
Kıyamam Çanakkale’m toprağına basmayaHer ocağın burada hem oğlu hem kızı var
Şehit annelerinin gözyaşında tuzu var
Adım attığım yerde Mehmet’imin izi var
Kıyamam Çanakkale’m toprağına basmayaYüz binler yitirmişiz zalim düşman yüzünden
Kimi Fiz an’dan gelmiş garez etmiş içinden
Yedi düvel baş eğmiş Türk’ün asil gücünden
Kıyamam Çanakkale’m toprağına basmayaDenizden karasına besmelesiz çıkılmaz
Karşılıklı dizilmiş kaleleri yıkılmaz
Kınalı kuzulara boşa ağıt yakılmaz
Kıyamam Çanakkale’m toprağına basmayaÖyle bir destansın ki tarihin şanla dolu
Adeta baştanbaşa tüm boğaz kanla dolu
Gülten Sultan’ın gönlü yaşanmış anla dolu
Kıyamam Çanakkale’m toprağına basmaya -
Yunus ƏMRƏ.Həyatı və Yaradıcılığı
HƏYATI VƏ YARADICILIĞI
Həyatı və şəxsiyyəti haqqında çox az məlumata sahib Yunus Əmrə-nin yaradıcılığı ,Anadolu Səlcuq dövlətinin dağılması və Anadolunun çeşidli bölgələrə kiçik-böyük Türk bəylikllərin qurulmaya başladığı dövrləri əhatə edir. Həmçinin yaşadığı dövr,Osmanlı imperiyasının qurulmağa başladığı dövrdür.
Yunus Əmrə uzun müddət Hacı-Bektaşı Vəli Dərgahında işləmişdir.
Yunusun yaşadığı illər ərzində, Anadolu türkləri ilə Moğol imperiyası arasında sıx ittifaq və münaqişə olmuşdur.Həmçinin Yunus Əmrənin yaşayış tarixçəsi , yalnız siyası baxışlarla deyil,həmçinin məzhəb və inanclarında toqquşduğu və müharibələrin geniş vüsət aldığı illərlə zəngindir.
Yunus Əmrə yaradcılığını ilham qaynağı Mövlana Cəlaləddin Rumi,Həci Bektaşi-Vəli,Əhli Evrani Vəli və sair şairlərdir.Yunus Əmrə bu insanlar sayəsində Allaha sevgini,məhəbbət və əxlaqi düşüncələri ,digər başqa batil inanclara qarşı yöntəmləri öyrənmişdir.Bir sıra mənbələr Həci Bektaşi-Vəlidən dərs aldığını söyləyirlər.
Kitabların bildirdiyi tarix və məlumatlara görə Yunus Əmrə 1240(1)-1320(1) illərin arasında yaşamışdır.Doğulduğu yerin tam aydın olmaması bəzi müzakirələrə gətirib çıxardığından mənbələrin çoxu artıq Yunusun Əskişəhərin Mihalıççık kəndində doğulması ilə bağlı fikri qəbul etmişlər.Həmçinin təhsili haqqında da heç bir məlumat tapılmayıb.
Türk ədəbiyyatın ən böyük adlarından sayılan Yunus Əmrə yalnız xalq və təkkə şeirini deyil,divan şeirini də yaradıb.Yaşadığı dövrü boyu şeirləri ilə ədəbiyyata töhfə verən Yunus Əmrə heca və əruz vəzni ilə yazdığı şeirlərində sevginin təməlini qoymuşdu.Əsasən movzularında İslam düşüncəsi,nəsnələr,Allah qarşı sevgi və fikirlər,ölüm,doğum,yaşama bağlılıq,İlahi ədalət,insan sevgisi və sair geniş yer alıb
Həmçinin yaşadığı dövrə hakim olan bir mövqü seçən Yunus Əmrə həqiqətləri insanlara yaxın dildə söylədiyindən çoxu zaman təzyiqlərlə uzbəüz qalıb.
Yunus , insan olan hər kəsə qarşı : kaslb,zəngin,xristiyan,müsəlman ayrımı etməyən sevgiylə bağlıdır.Ondan ki, insan sevgisi Allahdan bir parçadır.Yunusun Allah diyarına qarşı sonsuz həsrət duyması bir çox şeirində səslənir.Yunus ömrü boyunca belə bir nostaljik fikirlərlə yanmış və şeirlərində hümmanın hərəkətini vermişdir.Divani Lüğət
Yunus Əmrə şeirləri məhz bu divanda toplanılmışdır.Şeirlər əruz ölçüsü və heca vəznində yazılıb.Yunus Əmrə-dən qalan bütün informasiya və şeirlər məhz həmin kitabda cəmləşib.
Yunus Əmrə ilə bağlı bəzi rəvayətlər və Yunus Əmrənin yaradıcılığından sitatlar….Cənnət,cənnət dedikləri,bir neçə mələk,bir neçə hüru,istəyənə ver onları,mən sən gərəksən,sən…
Dağlar nə qədər yüksək olursa olsun,yol onun üstündən keçir…
Nəfsdir səni yarı yolda qoyan,yolda qalır nəfsə uyan
Sevəlim,seviləlim,onsuzda bu dünya kimsəyə qalmaz….
Çox mal haramsız,çox söz yalansız olmaz
* * *
Biz dünyadan gedər olduq
Qalanlara səlam olsun.
Bizim üçün xeyir-dua
Qılanlara səlam olsun.Əcəl bükə belimizi
Söylətməyə dilimizi
Xəstə ikən halımızı
Soranlara səlam olsun.Tənim ortaya açıla
Yaxasız kömlək biçilə
Bizi bir asan vəch ilə
Yuyanlara səlam olsun.Sal verilən qəsdimizə
Gedər olduq dostumuza
Namaz üçün üstümüzə
Duranlara səlam olsun.Dərviş Yunus söylər sözü
Yaş dolmuşdur iki gözü
Bilməyən nə bilsin bizi
Bilənlərə səlam olsun.Haqdan enən şərbəti içdik əlhəmdülillah,
Şol qudrət dənizini keçdik əlhəmdülillah.Ana rəhmindən gəldik bazara;
Bir kəfən aldıq döndük məzara!Yunus Əmrənin şeirləri ilə bağlı Anadoluda xalq arasında maraqlı bir rəvayət dolaşmaqdadır. Rəvayətə görə, onun vəfatından təxminən yüz il sonra (bəzi rəvayətlərdə isə Yunus Əmrənin sağlığında) Molla Qasım adli özünü alimlər alimi hesab edən birisinin əlinə Yunus Əmrənin şeirləri keçir. O, bir çayın başında bu şeirləri oxuyur və onlardakı mənaları anlamadığı üçün: – Bunlar da şeirdirmi?-deyə çaya atırdı. Nəhayət, şeirlərin birində bu misraları oxudu:
Dərvis Yunus, bu sözü əyri-bəyri söyləmə
Səni sınağa çəkər bir Molla Qasım gəlir.Bu sözləri oxuyan Molla Qasım, o anda səhv etdiyini anlayır və böyük bir peşmanlıq içində:
– Ay Allah, Mən nə etdim! Qoca bir ümmandan xəbərim olmadı. Halbuki bir ruhi və mənəvi hikmət xəzinəsi tapmışdım. Mən bunu anlaya bilmədim. Amma o 100 il bundan əvvəl mənim halımdan xəbərdar imiş,-deyə ağlamağa başlayır. Sonra şeirlərin qalan hissəsini öpərək gözünün üstünə qoyur və onları mühafizə etməyə başlayır. Deyilənə görə, o vaxt Yunus Əmrənin mindən artıq şeiri məhv olub. Ardı var…Həyatı
Yunus Əmrə Porsuq çayının Sakaryaya töküldüyü yerdə – Sərfi kəndində 1238-ci ildə doğulmuşdur. Mədrəsə təhsili görmüş, Tapdıq Əmrə adında şeyxə şəyirdlik etmişdir. Mövlana Cəlaləddin Ruminin məclislərinin iştirakçısı olmuşdur. Anadolunun bir çox kəndlərini gəzmiş, Azərbaycana və Şama da səfər etmişdir. Yunus Əmrə Qax rayonunun Oncallı kəndindəki oğuz qəbiristanlığında dəfn olunmuşdur. Hər il may ayında Türkiyənin ən gözəl şəhərlərindən olan Əskişəhərdə Yunus Əmrə günləri keçirilir.
Yunus Əmrə xalq ozanı idi. Təkkə şerinin öncülüdür. Təmiz türk dilinin bayraqdarı “Vəhdəti vücud” fəlsəfəsinin qaranlıqlarını dələn bir filosofdur. O, sufizm fəlsəfəsini sadə xalq dilində, əsasən heca vəznində yazdığı qoşmalarda, gəraylılarda, ilahilərdə, eləcə də əruz vəznində yaratdığı qəzəl və məsnəvilərdə ifadə etmiş, şerimizi yüksək bədii səviyyəyə qaldırmış, özündən sonra yaranan Türkiyə, Azərbaycan və Türkmən ədəbiyyatlarına güclü təsir göstərmişdir.
Yunus Əmrənin özü və yaradıcılığı haqqında bir çox əsərlər yazılıb. Bunlardan “Yunus Əmrə, Həyatı, sənəti və şerləri” (Əbdülbakı Cəlpinarlı, 1952-ci il) “Yunus Əmrə və Tasavvur” (Əbdülbakı Cəlpinarlı, 1961-ci il), “Dərdli dolab və Yunus Əmrənin həyat hekayəsi” (Nəzihə Araz, 1961- ci il), “Anadolunun iç aydınlığı, Yunu Əmrə” (Köyxan Övliya oğlu, 1963) və s. adını qeyd etmək olar.
Türk şairi Yunis Əmrə 1320-ci ildə vəfat etmişdir.“Əmrə” sözünün mənası
Anadoluda müxtəlif xalq ozanlarının, aşiğin və dərvişin adında iştirak edən Əmrə/Emre sözünün (məsələn, Yunus Əmrə, Tapdıq Əmrə) türkcədə “Aşiq” mənasını verdiyi dil elmi baxımından dəqiqləşmiş vəziyyətdədir. Bu sözün İmrə anlayışı ilə əlaqəli olduğu qəbul edilməkdədir. Türk-monqol dillərində dərman, ağız, qadınlıq, işarə bildirən (Am/Əm/Em/İm) kökündən törəyən Amramaq/Əmrəmeq/İmrəmek felləri “aşiq olmaq” deməkdir və Əmrə sözü də aşiq mənası daşıyır. Amrağ/Amra/Əmrə çevrilməsinə uğramışdır. Anadoluda “imremek” və “imrenmek” felləri bir şeyi çox sevmək, qibtə etmək, həddindən artıq istəklənmək mənaları daşıyır.
Yaradıcılığı
Biz dünyadan gedər olduq
Qalanlara səlam olsun.
Bizim üçün xeyir-dua
Qılanlara səlam olsun.Əcəl bükə belimizi
Söylətməyə dilimizi
Xəstə ikən halımızı
Soranlara səlam olsun.Tənim ortaya açıla
Yaxasız kömlək biçilə
Bizi bir asan vəch ilə
Yuyanlara səlam olsun.Sal verilən qəsdimizə
Gedər olduq dostumuza
Namaz üçün üstümüzə
Duranlara səlam olsun.Dərviş Yunus söylər sözü
Yaş dolmuşdur iki gözü
Bilməyən nə bilsin bizi
Bilənlərə səlam olsun.