Category: Türkiyə ədəbiyyatı

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiirler

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    KADIN KONUŞURSA

    Kadınım ben
    Önce bir insan
    Özümün ince telinde
    Yuvam uzanır sarıldığım.

    Yaşamım
    Dev bir kapı kapatır üstüme
    Anahtarı üstünde olsa da
    Bir türlü açamadığım.

    Kadınım ben
    Nice ağır yükler altına girmiş
    Çocuk doğuran, büyüten
    Aş pişiren…

    Yorgun parmaklarım
    Kalem tutarken titrer belki
    Okula göndermeyen o anama, o babama
    Ne diyem?

    Kadınım ben
    Bir hizmetçi asla değil
    Öyle görülsem de çoğu kez
    Benim ellerimde sallanır yine de şu yaşam.

    Ne kuzgunlar dönse de üstümde
    Yüreğim inadına çiçekli bir yamaçtır
    İçinde sevgiler, sevgiler
    Sarmaşıklar gibi doladığım.

    Bakmayın, usançlı gözüktüğüme
    Dallarımda nice umutlar asılı durur, bekleşirler
    Nice özgürlük pencereleri örer sevdam
    Belki bir gün, bir gün diyerek.

    Kadınım ben
    Çocuk ağıtları
    Kollarıma yapışık bir sakız gibidir
    Çıkaramam.

    Odadan odaya koşan
    Şu ellerim, şu ayaklarım
    Soramam necidir haliniz diye
    Gittikçe artan o yaralarım.

    Çalışmak, üretmek ve ötelenmek var bende
    Zaman sürükledikçe yerlerde
    Zincirlerin görünmeyen halkalarıdır
    Acıtır değdikçe.

    Sözcüklerimi hiç sormayın isterseniz
    Duygularım kanadıkça içimde, kanadıkça
    Dudaklarıma kadar akıp giden bir şelaledir
    Orada kalakalan.

    Ben ne diyeceğini, ne yapacağını bilemeyen kadın
    Paslanmış o kilitleri
    Açamadı demeyin sakın
    Hangi haklar verildi de, uzanmadım?

    Evinin kapısı kadar yakın dediler
    Yazdılar, nutuklar attılar
    Bir köleden farklı olmadığımı
    Onlar da sonunda anladılar.

    Kadınım ben
    Sırtında cepheye mermiler taşıyan
    Ve gerekirse
    Vatanı için de toprağa düşen…

    Yaralarım
    Ah, o kanayan sorunlarım
    Düşman mermisinden çok daha acı işte
    İnsanlık tartısında bile bulunmamam.

    Nedir farkımız ki? İnsanız hepimiz de…Ve bu yaşam birlikte çok güzel.

    TOPRAK KADINLARI

    Yaşmaklı kadınlar uyandırır yolları
    Bir çınar üşür henüz
    Çatılar kıpırdatırken ellerini
    Rüzgar dokunurken boyunlarına
    Sırtlarında çocuklar
    Sallanırken yine
    Bir beşik gibidir
    Penceresini yeni açan güneş
    Çapaların hüzünlü seslerinde
    Çiçekler gibi renklidir toprak kadınları
    Yaşmaklar süsler bir tek
    Yorgun gözlerde dalıp giderken

    Onları anlayabilmektir kadınları değerli kılan. Bir inceliktir duygularında el ele tutuşmak. Ve yaşam çorbasını birlikte kaşıklamak… Ne güzeldir… Tüm kadınlarımıza saygılarımla

  • Riyaz DEMİRÇİ.”Başın sağ olsun Hocalım”

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Başın üstün duman aldı
    Bu ne acı,bu ne haldı
    O dağların kime kaldı
    Başın sağ olsun Hocalım.

    Ömrün günüm zülmet oldu
    Kan ağlayan millet oldu
    Katliamın kismet oldu
    Başın sağ olsun Hocalım

    Ormanların kanla doldu
    Bebeklerin donub soldu
    Üfükların saçın yoldu
    Başın sağ olsun Hocalım

    Feryadına çatamadım
    Hep ağladım yatamadım
    Hiç aklımdan atamadım
    Başın sağ olsun Hocalım.

    Bebeğini boğdu gelin
    Ermeniden doğdu gelin,
    Ölmüşse de sağdı gelin
    Başın sağ olsun Hocalım

    Ermeninin babası çok
    Eşin satar namusu yok
    Bu dert bize saplanan ok
    Başın sağ olsun Hocalım

    Türk olmakdı günahımız
    Açılmasın sabahımız
    Koy yok olak biz hepimiz
    Başın sağ olsun Hocalım.

  • YALÇIN YÜCEL.”MARAŞ’IM DİYE”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bir köşesinde yüreğimin
    Gider gelir Maraş’ın sesi
    Duyduğum bir şiirdir
    Ya da okunur öyküsü kahramanlığın
    Bir yanımda özgürlük
    Diğer yanımda sevinç
    Sevgisi eser
    Gül yüzlü sabahlara şehitlerimin
    Yüreğimin perdesindedir eli
    Maraş’ım açar yaşam ışığımı her gün
    Ve ben Necip Fazıl’ı okurum bir namaz sonrası
    Kulak veririm bir de Şevket Yücel’e
    Uzunoluk’tan aşağı
    Çınarlar uzar asırlıktır hepsi de
    Bir konuşabilseler ah
    Kim bilir neler neler anlatacaklardır size
    Bir köşesinde yüreğimin
    Gider gelir Kapalı çarşı
    Allı yazmalar, fistanlar
    Hepsi birdir, düğün yeri gibi bu dulda da
    Sonra bakırcılar duyururlar seslerini
    Ardından demirciler
    Biraz ötede ”Bal şerbet” der bir şerbetçi
    Diğeri dondurma
    Çıkmaz sokaklarda
    Külah çatılı ahşap evler de vardır
    Sanki halaya durmuş
    Çeteler gibidir toprak damlar
    Boşuna dememişler “Bir başkadır” diye
    Kovanından bal sarkıtmış arılar gibidir
    Nice yiğitler ki sahiplenmiş
    Can vermişler bu topraklarda, Maraş’ım diye

  • Harika UFUK.”GÜVEN MESELESİ”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Şu günlerde çevremdekilerin ağız birliği etmişlercesine söyledikleri bir cümle var: “Bu devirde kimseye güven kalmadı.” Neredeyse hepimiz “Neden bu hallere düştük?” diye kara kara düşünmekteyiz. “İnsanoğlu çiğ süt emmiş.” sözü de yeni değil, yıllardır söylene söylene dillerde pelesenk olmuş. Gazete haberlerini okuduğumuzda şaşkınlık içinde kalıyoruz. Televizyonda haberleri izlemeye çekinir olduk.
    Yapılan haksızlıklar, şiddet ve saldırılar kanımızı donduruyor. İnsan, karşısındakine inanmak ve güvenmek ihtiyacı duyuyor. Kötülük yapan kişiye ”Neden bunu yaptınız?” diye soruyorsunuz cevap kısa, öz ve bir o kadar da düşündürücü… “Canım öyle istedi!” Sorumsuzluğun, terbiyesizliğin, hadsizliğin, haksızlığın özeti… Yaptığımız her şeyin makul bir açıklaması olmalıdır. Topluma zarar verecek davranışlardan daima uzak durmalıyız.
    Bir zamanlar çalıştığım okula giderken oldukça kalabalık belediye otobüsünde yaratığın birinin liseli bir kız öğrenciye tacizde bulunduğunu gördüm. “Otobüs kalabalık da ondan…” bahanesinin arkasına sığınan sapığa ters ters baktım, kıza da “Bana doğru yaklaş.” dedim. Elimden geldiğince o öğrenciyi korumaya çalıştım. Neden güven içinde yaşayamıyoruz? Evimize, iş yerimize, okulumuza giderken neden huzur içinde değiliz?
    Anlatılanlar gençleri korkak ve güvensiz yapıyor. . Elinde bir adresle karşımıza çıkıp tarif isteyenlere de kuşkuyla bakar olduk. Yolda karşıdan karşıya geçmek için yardım isteyen yaşlı kadın kızı bayıltarak bir taksi çağırıp “Kızım fenalaştı.” diyerek götürebiliyor. Ya kadın tacirlerine pazarlanıyor, ya böbreği çalınıyor. Yahut bir delikanlı çok güzel bir bayandan etkileniyor, onun teklifini kabul ederek partiye gidiyor. Kendince eğleniyor, içki içiyor, sabah buz dolu bir küvette böbreği alınmış halde gözlerini açıyor.
    Hayatınız boyunca dürüstlüğü ilke edinirseniz gece başınızı yastığa koyduğunuzda huzur içinde uykuya dalarsınız. “Temiz bir vicdan kadar yumuşak bir yastık yoktur.” Fransızların bu atasözünde olduğu gibi önemli olan vicdanını temiz tutmaktır. Hayret ediyorum her türlü kötülüğü yapanlar rahat uyuyabiliyorlar mı?
    Bu gidişle kız ve erkek çocuklarımızın, genç kızlarımızın yetişkin erkeklere potansiyel sapık olarak bakacakları düşüncesi bile çok ürkütücü… Toplumda kadın-erkek omuz omuza, sırt sırta, el ele yaşarsa hayat güzelleşir. Birbirimizi ötelemeye başlarsak “Ne olacak kadın milleti! Saçı uzun, aklı kısa…” veya “Ne olacak erkek milleti işte… Güven olmaz onlara… En iyisinin canı cehenneme…” dersek kutuplaşırız. Toplumu zedeleyen tutumların başında ötekileştirmek gelir.
    İnsanlar artık birbirlerine güvenmiyorlar, inanmıyorlar. Kimi insanlar da güven oluşturmak için en kutsal değerler üzerine yalan yere yemin ediyorlar. Sonra da “Yalandan kim ölmüş!” diyerek gülüyorlar. Neden bol bol yemin ederiz hiç düşündünüz mü? “Karşıdakini inandırmak için…” dediğinizi duyar gibiyim. Oysa doğru söz, yemin istemez. Güvenilir insan olursanız zaten yemine hiç de gerek kalmayacaktır. Ne acıdır ki insanlar birbirlerine güvenemezken paranın gücüne güveniyorlar. “Para her kapıyı açar.” düşüncesi egemen olmuş maalesef…
    Toplumda huzur içinde yaşamak istiyorsak önce kendimizdeki ve ailemizdeki aksaklıkları gidermeliyiz. Çocuklarımıza sahip çıkmalıyız ama yetmez; onlara akıllarını kullanmayı ve empati kurmayı da öğretmeliyiz. Bize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmamayı ilke edinmeliyiz. Güvenmek istiyorsak güvenilir olmayı başarmalıyız. Güvenilir bir insan olmak kadar onur veren hiçbir mertebe yoktur.

    Adana.19 Şubat 2015 SAAT: 16.30
    NOT: Bu yazı 2 Haziran 2016 tarikinde Edebiyat Evi Sitesinde yıldızlı yazı ve günün yazısı seçilmiştir.

  • Ahmet DİVRİKLİOĞLU Hocamızın doğum gününü kutluyoruz! (16 Şubat)

    ad

    GERİYE DÖNÜŞ YOK

    Dipsiz girdaba düştüm döndükçe dönüyorum
    Ben beni yitirmişim bulmaya niyetim yok
    Garip kuşlar gibiyim halime gülüyorum
    Diyorum, buna şükür; kimseye diyetim yok

    Bir lokma bir hırkaya sebil ettim bu ömrü
    Ölü gezdim dünyada sandılar canlı, diri
    Kılavuzumdur benim Yesi’nin gönül eri
    Bu yüzdendir kimseye kinim yok, garazım yok

    Dedikçe omuzlarım yükü kaldırmaz oldu
    Yani gönül bardağım damla almıyor, doldu
    Toz pembe hayallerim soldu sarıya çaldı
    Hazanda domurmaya takatim, gayretim yok

    VATAN DİYENDE

    MENE GUYU GAZANI BİLMEZMİYEM MEN LELE
    İNDİRTER BAYRAĞIMI GÖRMEZMİYEM MEN LELE
    GÖVDEMİ GURT KEMİRER CÜMLELER GÖRE,GÖRE
    BU GADDAR MANKUTMUYAM SEZMEZMİYEM MEN LELE

    DÜŞMENE GÜLLER VERER AŞIMLA BESLEDİĞİM
    O Kİ YADIM DEDİKÇE GARDAŞCA SESLEDİĞİM
    CAN İÇİMDE CAN ÜZER GÖZELLİK DÜŞLEDİĞİM
    BÖYLESİ HAYINLIHDAN BEZMEZMİYEM MEN LELE

    DUR DEREM NEÇE DERDİN MENLE DE Kİ ANLAYAM
    YASINLA YAS ÇEKEREM TOYUNDA ZATEN VARAM
    GARDAŞ CANI YENER Mİ YİYENE DENER YAMYAM
    YAMYAM GARDAŞ OLAR MI SİLMEZMİYEM MEN LELE

    OĞULU,UŞAĞINI BASARAM MEN BAĞRIMA
    NENESİ MENİM NENEM EŞ EDEREM ANAMA
    HALA HAYINLIH EDER GEDER CAN AĞIRIMA
    MENDE GAYRI DEFTERİN DÜRMEZMİYEM MEN LELE

    BU TORPAH ATA CANI ECDADIN YADİGARI
    DİYEREM BU BAYRAĞIM GIP GIZIL ATA GANI
    BERABER ÜCELTELİM DEDİKÇE BU VATANI
    BAYGUŞA PAY VERENE KÜSMEZMİYEM MEN LELE

    SUSARAM SABIR DEREM SANIRLAR GÖRMEZ KÖREM
    ÖZÜMDE ATAŞ DÖNER GORHU BİLMEZ NEFEREM
    MAVZU VATAN DİYENDE COŞARAM,DELİRİREM
    SIHILAN DÜŞMEN ELİ KESMEZMİYEM MEN LELE
    TUFAN OLUP ELİNDE ESMEZMİYEM MEN LELE

    ÖZLEM

    ÖZLETTİRDİN DOST KENDİNİ
    DİYECEKSİN HASRET YENİ
    BİRDE BANA SOR ÖYLEMİ
    DAĞ BAŞLARI TÜTENDE GEL

    YEŞİLLENİNCE ÇİMENLER
    KÖPÜRÜNCE Kİ DERELER
    DÜŞÜNCE SUYA CEMRELER
    PAPATYALAR BİTENDE GEL

    TAKLAYINCA LEYLEK DAMDA
    DEM ÇEKİNCE BÜLBÜL DALDA
    GÜLLER AÇINCA BAĞLARDA
    KİRAZ KUŞU ÖTENDE GEL

    DEVECİ’DEN KAR KALKINCA
    YÖRÜK YAYLAYA ÇIKINCA
    HER YAN BİRAZ ISININCA
    HAVA YAZA YETENDE GEL

    ZİLE SENİN ATA YURDUN
    ÖZLÜYORUM HEP DİYORDUN
    YEDİTEPE DE NE BULDUN
    BOŞ VER TUFAN DESENDE GEL

    DEREBOĞAZI’NDA BİRİNCİ CEMRE

    BİRİNCİ CEMRE DÜŞMEYE NE KALDI ŞURADA
    BAHAR UÇ VERDİ GÜZELİM
    BAKSANA YEŞİLE CAN GELDİ
    DALLARA KAN
    ÜŞÜMÜYOR ARTIK YÜZLERİM,ELİM

    GÖZELERDE AB-U HAYAT
    O SULARDA BİR RENK,BİR TAT
    KIR ÇİÇEKLERİ ALSIN ÇEVREMİ
    COŞ GELSİN GÖNLÜME KAT BE KAT

    DEREBOĞAZI’NDA YÜRÜYEYİM ŞÖYLE
    ZİLE DE BU MEVSİMİN AYNASIDIR ORALAR
    BÜLBÜL YUVASI’NDA KUŞ SESLERİ
    ÇORAKLIK’TA ALAKESELER
    KÖŞKLÜ DEĞİRMENİ SUSMUŞTA DİNLER
    BURDA ESEN SERİN YELİ

    YEL HİÇ KESİLMEZ Kİ BURADA
    BAHAR ESER,KIŞ ESER,GÜZ ESER
    HELE YAZDA,HELE YAZ DA İKİNDİ SONLARI
    BAĞRINI SOĞUTUR OVANIN
    RAHATLAR NEBAT,RAHATLAR İNSANLAR,BÖCEKLER

    BAHAR DEYİNCE DEREBOĞAZI GELİR AKLIMA
    GÜZ DEYİNCE,KIŞ DEYİNCE,YAZ DEYİNCE
    HER MEVSİM BİR GÜZELDİR BURADA
    HELE BAHAR,HELE BAHAR
    DAYAN GÖNLÜM,DAYAN GÜZELİM
    BİRİNCİ CEMRE DÜŞMEYE NE KALDI ŞURDA

  • Riyaz DEMİRÇİ.”Ey savatlı”

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Bülbülünüm
    Morgülünüm
    Bir kulunum
    Ey savatlı

    İlim sensin
    Selim sensin
    Dilim sensin
    Ey savatlı

    Gönlüm yara
    Çekmiş dara
    bahtım kara
    Ey savatlı

    Vurma beni
    Kırma beni
    Yorma beni
    Ey savatlı.

    Neye daldın
    Derde saldın
    Canım aldın
    Ey savatlı

  • Harika UFUK.”AŞKLA BAŞLADI MEVSİMLER

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Senden soğudukça değişti mevsimler,
    Tanıştığımız gün ilk bakışta
    Sevdalandık delicesine
    Kıpır kıpırdı yüreğimiz
    Kabımıza sığmaz olmuştuk.
    İlkbahar başladı o arada…
    Derken aşk bacayı sarmaya,
    Özlem yakıp kavurmaya başladı
    Anladım ki mevsim yaz…
    Evlendik,
    İşte o günden beri
    Düğünler yaza rast geldi.
    Sonbahar başladı
    Aşkın sıcaklığı güneşle yarışmayı bıraktığında…
    Üşütmeyen ama için için ürperten
    Yağmurlar yağdı gözlerimizden…
    Ömrümüzden sarı yapraklar gibi
    Kopan, dökülen, savrulan mutluluk…
    Güneş ısıtmaz oldu aşkımız bittiğinde
    Yalnızlaştık,
    Issızlaştık köşemize çekilirken…
    Ayrılık vaktiydi kış…
    Sevgimiz, saygımız eksilmeseydi
    Kaybolmasaydı güven duygumuz
    Hep bahar ve yaz olacaktı ömür…
    İşte bizimle başladı
    Bizimle bitti bütün mevsimler…

    Adana.1 AĞUSTOS 2016.SAAT: 08.50

  • Yalçın YÜCEL.”Zaman”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bir kuş sesidir zaman
    Bir elmadır dalından sarkan
    Atışıdır yüreğin
    Zaman gökyüzüdür uzar sonsuza
    Bir renk cümbüşüdür dağlarda, ovalarda
    Bir öpüştür anılarda kalan
    Zaman gurbettir, sıladır
    Sevdadır, umuttur biraz
    Seni de yanıltır, beni de
    Zaman bir çocuktur doğan
    Ölümdür gömütlerde
    Açılan bir güldür, batan bir diken
    Zaman bakışındır senin
    Gidişindir yollardan
    Acılı, sevinçli, hüzünlü
    Nice yıllar geçse de
    Hepsi bir dakika kadar

    Şevket Yücel(02.03.1930-03.02.2001)
    Unutulmayan insanlar, geride derin izler bırakmışlardır. Bu yüzden unutturulamazlar. Gün gibi belki… Dokunurlar yürek penceremizin camına…

  • Riyaz DEMİRÇİ.”Can Karabağım”

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Hasretin boy atmış boyumdan yüca
    Xocalı derdine yakıldım nece
    Şuşa hep başımda gemli düşünce
    Gönlümde sen varsın,can Karabağım

    Ben sana canımı vermek isterim
    Gelib de gülünü dermek isterim
    Atamın yurdusun görmek isterim
    Gönlümde sen varsın ,can Karabağım

    Söyle kimler oldu yolun bağlatan
    Kahr olsun kadere bizi dağlatan
    Laçin kelbecerdi bizi ağlatan
    Gönlümde sen varsın,can Karabağım.

    Ben senin oğlunum çekerim cefa
    Dolanım başına günde bin defa
    Duşmanı maf edib buluruz sefa
    Gönlümde sen varsın,can Karabagım

    Senin tarıfını babamdan sordum
    Her gün hasretnle oturup durdum
    Kurbanım ben sana a benim yurdum
    Gönlümde sen varsın,can Karabagım

    Kubatlı,Zengilan,Fizuli nerde
    Hankenti,Cebrayil sızlama derde
    Yeniden geleriz koynuna bir de
    Gönlümde sen varsın,can Karabağım.

  • Riyaz DEMİRÇİ.Yeni şiirler

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Geleceğim Karabağım

    Gülün-çiçeğin dermeğe,
    Gerekse canım vermeğe,
    Duşmanın bağrın yarmağe
    Geleceğim,Karabağım.

    Doğulandan hayal kurdum,
    Görenlereden seni sordum,
    Benim doğma ata yurdum,
    Geleceğim,Karabağım.

    Açmaz oldu harı bülbül,
    Kan-yaş dokdü sarı bülbül,
    Bulamadı yarı bülbül,
    Geleceğim,Karabağım.

    Aç kolunu bana nolur,
    Kıyma yanana cana nolur,
    Koy sarılım sana nolur,
    Geleceğim,karabağım

    Kar tutsa da çölün-düzün,
    Açılmazsa bahar-yazın,
    Bağlansa da yolun-izin,
    Geleceğim,Karabağım.

    Hasretinden yüzüm solub,
    Dertlerine çare bulub,
    Gök yüzünde bulut olub,
    Geleceğim,Karabağım.

    Dumanında kayb olmağa,
    Kemanın,tarın çalmağa,
    Sende rahatlık bulmağa,
    Geleceğim,Karabağım.

    Verirmisin

    Seni gördüm, aklım gitti
    Tek dünyama, girirmisin?
    Kış mevsimim, bugün bitti
    Elin bana, verirmisin?

    Koyma yürek, dertten dolsun,
    Hasret gelip, beni bulsun,
    Aşkımızın, gülü solsun,
    Elin bana, verirmisin?

    Gözlerimden, kan dökülür
    Sevgin canda, bel bükülür
    Yaram kanar, hem sökülür
    Elin bana, verirmisin?

    Dön geriye yüzüme bak
    Unut gitsin geçmişi yak
    Elyansımı, parmağa tak
    Elin bana, verirmisin?

  • Esat ERBİL.”Vay Azerbaycan”

    01

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Yanvar Katliami :
    19 – 20 Yanvar 1990 tarihinde güzel Azerbaycan topraklarını bozmak isteyen hayin Moskoflar, Azerbaycan – Bakiye saldırarak, 137 – 170 arası temiz kanlı öz Türk soyumuz şehit olarak cani ve canavar soviyyetler Mutefiklerinin saldırı nedeiyle, kurbanlar verdik. Onların ruhu şad ve mekanları Cennet Yüce Allahtan dilerken, bu şiirimi tüm Kahraman Azerbaycan Halkına armağan ediyorum.

    Aras Çayından baktım, bölünmüş ne çar,
    Milliyetçi gönlünde, yaralar açar,
    Karabağ Toprağından, yazık ki kaçar,
    Sinesi paralanmış, vay Azerbaycan,
    Kalbi de yaralanmış, vay Azerbaycan.

    Aras Çayından baktım, suyu zor akar,
    İran kesimindeki, Azere bakar,
    Bu çok ağır manzara, gönlümü yakar,
    Sinesi paralanmış, vay Azerbaycan,
    Kalbi de yaralanmış, vay Azerbaycan.

    Aras Çayından baktım, sular ağlıyor,
    Esir, satılan toprak, yara bağlıyor,
    Her damlası bin hasret, yürek dağlıyor,
    Sinesi paralanmış, vay Azerbaycan,
    Kalbi de yaralanmış, vay Azerbaycan.

    20 yanver yarası, derindi bizde,
    Tarihte kara lekke, bıraktı yüzde,
    Unutulmaz katliam, şehit çok sizde,
    Sinesi paralanmış, vay Azerbaycan,
    Kalbi de yaralanmış, vay Azerbaycan.

    Hey (Esat) çaren yok, üzülme dayan,
    Tarihin yazacaklar, görenle duyan,
    Ey aslan turan gencı, yatmışsan uyan,
    Sinesi paralanmış, vay Azerbaycan,
    Kalbi de yaralanmış, vay Azerbaycan.

  • Насиба Егембердиева.”Күзде есе…”

    Көктемде тау жаңғағы көзді қуантырды

    Тау жаңғағы жетілмей тұрып, “басқалар теріп кетпесін”, деген қауіппен қаға бастады. Бейшара ағаш адам баласына мəуесін түйіп бергені үшін таяақ жей бастады. Есепсіз аямай ұрды. Ағаштың жапырақтары көз жас сияқты төгілді. Бірақ адам балалары бұған назар аударған жоқ. Əлі тірі жапырақтарды таптады. “Ағаштың таяақ жеген шақтары, наудасы да азап көрді, азап бердік – ау”, деген пікір ешкімнің ойына келмеді.
    Бұл ғой, ағаш, тілсіз, біздің түсінігімізде жансыз бір нəрсе. Ағашты ұрып, сабалап қоя салсақ мейлі еді.
    Өмірде…
    Өз жанымызда бірге жасап жатқан адамдарды ауыр сөз таяағы мен сабалаймыз. Жүректері қан қақсап кесте де сабалай береміз. Оның үнді көз жасына, үнсіз қайғысына назар аудармаймыз. Сабалап – сабалап жанымыз кіреді. Ағашты ұрудағы мақсат мəуесін теріп алу. Ал адамдарды сабалап не теріп аламыз?
    Күнəлəрімізді көбейткен қапты толтырамыз ба? Жаңғақ тола қапты арқалап базарға асығамыз. Күнəміз тола қапты арқалап қайда барамыз?..

  • Riyaz DEMİRÇİ.Yeni şiirler

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Ne güzel demiş büyük şairimiz rahmetli Bextiyar Vahap Zade Nur içinde Yatsın

    Bir şirin, bir gözəl söz istəyirəm
    , Hər sözü, söhbəti düz istəyirəm
    Bircə baxışıyla yanan qəlbimi
    Görməyi bacaran göz istəyirəm.

    Bəxtiyar Vahabzadə

    Bende buna cevap yazarak şöyle diyorum

    Her şeyin aslını öz isteyirem
    Bu Könlümü yakan göz isteyirem
    Okyanuslar sepsen ateşim sönmez
    O şirin dilinden söz isteyirem

    * * *

    Gül ettin sen
    Kul ettin sen
    Kül ettin sen
    Beni güzel

    Sen dağlattın
    Sen bağlattın
    Sen ağlattın
    Beni güzel

    Sandırma sen?
    Kan dırma sen?
    Yandırma sen?
    Beni güzel

  • Esat ERBİL.”XOCALIDIR KAN DESTANIM”

    03

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Yürek dolu yer kalmadı,
    Bir gün bizi gam salmadı,
    Gönül arzum hiç bulmadı,
    Birleşeydi tüm Türk dilin,
    Hasretiyiz Turan Elin.

    Yıllar oldu hasret bitmez,
    Başımızdan dertler gitmez,
    Xocalılar kanı itmez,
    Birleşeydi tüm Türk dilin,
    Hasretiyiz Turan Elin.

    Karabağla Xocalı il,
    Aramızdan geçmesin kil,
    Özgürlüğün yönlerin bil,
    Birleşeydi tüm Türk dilin,
    Hasretiyiz Turan Elin.

    Ne çok toprağ ellerdedir,
    Anneler gözü yoldadır,
    Ağır yükler Türk beldedir,
    Birleşeydi tüm Türk dilin,
    Hasretiyiz Turan Elin.

    Turan eli hür kalacak,
    Türk özgürlük hep alacak,
    Halk gafleti gör salacak,
    Birleşeydi tüm Türk dilin,
    Hasretiyiz Turan Elin.

    Ana yurttan ayrı kaldım,
    Azerbaycan atam daldım,
    Öz yurdumu gidip saldım,
    Birleşeydi tüm Türk dilin,
    Hasretiyiz Turan Elin.

    Xocalıdır Kan Destanım,
    Karabağda öz Vatanım,
    Kayser, Şahla Yurt satanım,
    Birleşeydi tüm Türk dilin,
    Hasretiyiz Turan Elin.

  • Riyaz DEMİRÇİ.Yeni şiirler

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    NEREDESİN

    Sen könlümün dileğisin
    Sen aşkımın meleğisin
    Sen canımın gereğisin
    Ömrum günüm nerdesin.

    Gel bir kere yüzün görüm
    İpek saçın özüm hörüm
    Kaş gözüne elim surum
    Ömrüm günüm nerdesin

    Doğransam da dilim dilim
    Sensiz geçmez ayım ilim
    Göz yaşımı nasıl silim
    Ömrüm günüm nerededin

    Sızım sızım sızıldadım
    Zehir oldu ağız tadım
    Mecnün oldu aşk ustadım
    Ömrüm günüm neredesin

    Hasretinden kül olmuşum
    Kara bulut tek dolmuşum
    Saralıb da bak solmuşum
    Ömrüm günüm nerdesin

    GEDİP KARABAĞI BİR GEZİP GELİM

    Ruhum Kanatlandı Azerbaycana
    Hasreti Karışıp damarda kana
    İçimde ateşi ben yana yana
    Gedip karabağı bir gezip gelim.

    Bakım vatanıma, ata yurduma
    Belki kuvvet verdim orda orduma
    Haydi Türkmenelim haydi yardıma
    Gedip karabağı bir gezip gelim

    Şuşanın gözleri yolda kalıptır
    Kelbecer Taşınır bir ses alıptır
    Zengilan karalıp öğle doluptur
    Gedip karabağı bir gezip gelim.

    Fizuliden durup ağdama bakım
    Cebrayilda donup bir ocak yakım
    Kubatlada kalan duşmanı yıkım
    Gedip karabağı bir gezip gelim

    Kartala sorayim orda derdimi
    Bura ata yurdum olan Yerdimi?
    Dindirim şiirle orda mertimi
    Gedip karabağı bir gezip gelim

    Riyazim savaşım canımdan geçim
    Duşmanın kanını doldurup içim
    Ya ölüm Ya kalım bir yolun seçim
    Gedip karabağı bir gezip gelim

  • Esat ERBİL.”Canan Melis Bayraktarı Yakından Tanıyalım”

    Melis Hanım ( Canan Melis BAYRAKTAR ) Subay bir ailenin kızı olarak Ankarada 15 Ocak 1961 tarihinde dünyaya göz açmıştır, Anne tarafı ise tümü subaylar, bu nedenlede kendisi sıkı bir disiplin içersinde büyümüştür. İlk, orta ve liseyi bitirdikten sonra, İzmir Ticaret Lisesinden mezun olmuştur. Bundan sonra kendi isteği üzre 3 yılık ” Cleopatra güzellik okulunda ” okuyarak Estetik bıranşından mezun olmuştur.
    Böylece kendine özgü güzellik salonu açarak çalışmaya başlamıştır. Evlenmekten sonra eşiniçok sevdiği için ve onun isteği üzere salonu kapatıp ve Sanat, Şiire ağırlık vermiştir. Diye biliriz ki ( 15 ) seneden beri kendisi ( Özel Korolarda ) çalışmaktadır.
    1973 yılından buyana şiir yazmaya başladı, Edebiyat hayatı ona Hayat öyküsünden bir çok dersler ve hikayeler olarak etkilenip böylece ağ kağıtları güzel şiirlerle süslemiştir. Şiirleri çoğu hayat macaralarından ve gerçekleri yazmıştır. Babasını kaybettikten sonra hayatında bir çok acı olaylarla rastlanıp ve bunları hepsi yazdığı şiirlerde uzmanca yansıtmıştır. Bu yazdığı şiiri örnek olarak göstermekteyiz ve onun çektiği elem, sıkıntı ve yanlız yaşam mücadelesi veren bir kadın olarak çok açık göstermektedir ( Tabii evlenmekten önceki hayatı çok sarsılı ve hüzünlü ama evlendikten sonra en mutlu bir eş olarak evlendiği kişiyle mutluluğu elde etmiştir ) :

    BİR TEK SANA KÜSTÜREMEDİLER

    Hani daha ufacik bir çocukken
    Nasıl yürümem gerektiğini göstermiştin ya
    Hala, hala desteğim sensin babam
    Sesin daha dün gibi kulaklarımda
    Önce hanım olacaksın demiştin hayat yollarında..
    Hep seni dinledim
    Işığım oldun bu zalim devranda..
    Zalim dedim de..
    Biliyormusun
    Biliyormusun insanlar dedigin kadar iyi degillermiş.
    Çok kötüymüş..
    Çok zalimmiş be babam..
    Çok zalimmiş..
    Kanatlarına tutunmak isterdim..
    Beni bırakma diye.. Sen gittin ya..
    Sen gittin ya.
    Akbaba misali sardılar dört bir yanımı
    Herşey, herkes tüm sevgiler yalanmış.
    Sahteymiş bu kokuşmuş dünyada..
    Yine beni sen yürüttün
    Vakur, dimdik, bir çınar gibi..
    Kaldım aralarında…
    Seni cok özlüyorum babam.. çok özlüyorum.. Yokluğunda beni üzeceklerini bilsen
    Bırakmazdın, gitmezdin..
    Kimbilir belki beni de alırdın.. alırdın değil mi?
    Güvendiğin dağlar karlıymış bilemedin
    Yokluğunu beklerlermiş meğerse
    Haykırmak için yüzüme..
    Eller dile geldi söyledi.. söyledi de.
    Canım dediklerimden duysam bu kadar üzülmezdim belki de..
    Hala bir umut..ufacık bir umut
    Yalan söylediler değil mi babam
    Yalan de ne olur..
    Bari rüyamda yalan de..
    Senin küçük kızınım hala biliyorum..
    Olsun desinler.. desinler be babam..
    Tufanlar kopsa yıkamaz gönül bağımızı..
    Kanadım kırık uçamazdım belki de
    Sevginle sarmasaydın dört bir yanımı..
    Dünyaya küstürdüler..
    Bir tek sana küstüremediler..
    Küçük kızın seni çok özlüyor
    Bir tek sana küstüremediler babam..
    Bir tek sana küstüremediler..
    Küstüremediler..
    Evlenmeden önce hayatın cilvesini çekerken ve mutluluğun ne olduğunu tatmadan hayata küsüp öz elemleri ile baş başa kalıp, kimse ona yardım eli uzatmadan hayat mücadelesine tek başına çıkıp savaşa devam etmiştir, bir tek eşi harıç, Tüm bu olaylarda Canan’a çok destek oldu.. ve her zaman da yanında durdu..
    İnsan tek başına kalınca ve en yakınlarından ihmal ve hisabini etmezken nasıl bir yaşamda olmasını kimse anlamaz bir tek onu yanlızlığı yaşıyanlardan başka,Mutluluğu evlenmekten sonra bulan Canan Hanım hayatın ne olup olmadığını şiire dökerek ne güzel ifade etmiştir bakınız bir başka şiirinde babasına seslenerek baba sevgisinden uzak kalan, ona çağrıda bulunup ve babasız kaldığında neler hiss ettiğini ne güzel anlatmaktadır :
    GEL BABAM GEL
    Yalniz geldim dünyaya bir melek gibi
    Anilarda yaşanan esrarengiz bir giz gibi
    Hatirlamam hiç birini sanki düş gibi
    Yokluğun kabus oldu gel babam gel..
    Hayat basamağimda koruyanımdın
    Yapayalnız Sahipsiz elimden tutanımdın Okumadiğim hikayemde tek kahramanımdın Yokluğun kabus oldu gel babam gel..
    Önümde siper
    Yolumda Önder oldun
    Duyulmayan sözlerde tek cümle oldun
    Görülmez kalkandın Gönlünde sakladın
    Yokluğun kabus oldu gel babam gel..
    Bir can idim bin cana değer kıldın
    Canıma can damarıma kan kattın
    Ökseden aldin hayat verdin yaşattın
    Yokluğun kabus oldu gel babam gel. .
    Seni arıyor bu yaralı çocuk kalbim
    Tarumar oldu sensiz kaldı geçmişim
    Tuttuğun elim boş kaldi sensizim
    Yokluğun kabus oldu gel babam gel..
    Hasretim dağları bekliyor neredesin
    Kuşlara sordum hangi esen yeldesin
    Bulutlarda Gözlerim hiç yağmazmısın
    Yokluğun kabus oldu gel babam gel..
    Yokluğun.. yokluğun kabus oldu
    Ne olur ..ne olur ..ne olur
    Yine ağlama kızım de
    Varlığına hasretim. .Hasretim varlığına
    Gel babam gel..gel..

    Melis’enin şiirlerinin her bir satrı bir öyküyü ifade etmektedir, baba sevgisine hasret kalan, hayat özlemini yanlız çeken, ve her türlü saadet ve mutluluktan mahrum kalan ve tek başına bırakılan bir insan nasıl hayatta nasıl mücadele ettiğini çok net göstermektedir.
    Melis Hanımın şiirlerinde felsefe dolu anlam bütünlüğü görünmektedir, kendi hisslerini bir yazar ve şair olarak hayatını sanki bir sahnede rol oynayarak anlatmaktadır, şiirini okurken bu macaraları her kes kendi hayatı olarak hiss edilir, buda bir anlam verecek ki Melis Hanım hayatını ustaca ifade etmektedir ve onda bulunan kabiliyet şiirlerinde ap iyi ve açık göstermektedir :
    Ayna
    Ve perde kapanır
    Minik kuş
    Bir tek sana küstüremediler
    Öyle bir çiz ki beni
    Uğraşma benimle hayat
    Ağlamadım anne.
    Bir çok acı olaylarla karşı karşıya gelirken onu çok üzdü ama mücadeleye devam edip, hiç bir güc onun hayat yoluna devam etmeğe durduramadı.. Yasaklara engellere tahammülü olmayan Melise Hanım 1981 yilinda, bu yanlızlık içinde hayat ortağı ( İlhan Bayraktar )’ı bulup evlendiler, bu mutlu evlenmek neticesinin barı iki çocuk dünyaya getirdiler ( Batuhan erkek – Açelya kız ) isimlerinde ve bir torunu ( Alinda ) isminde vardır. Her iki çocuğuda üniversite mezunudurlar . Şimdide ailesiyle mutluluk içinde İzmirde yaşamını sürdiriyor.
    Canan Hanıma sorduğumuz sıralarda sence hayat ve yaşam ne demektir? Kendisi kısaca bu yanıtı verdi :
    ” şiirler anlatılamayan duyguların kelimelerle raksederek dışa aktarımıdır bence…. Edebiyatı ve sanatı hayatımın her alanında sevdim.. lakin okul yıllarımda engellendim..bir kitap çalışmam da var.. şimdilik bekleme de.. Hayatım boyu söylemeyi sevdiğim ve güç aldığım bir söz vardır.. Haya,uğraşma benimle .. Beni yenemezsin .. Ben senden daha güçlüyüm .. Bak hayat yine ben kazandım.Bu sözüleri zaman zaman şiirlerimde de kullanmıştır..” .
    Duygusal olmakla birlikte mantıkla davranir Melise Hanım .. Kendi gururuna düşkün ve şiirlerine de pek yansıtır duygularını :
    BEN DEĞİLİM
    Dönüpte özlemle bakma ardına
    Bıraktığın yerde bil ki değilim .
    Gün gelir de yanarsan kara bahtına
    Kor olmuş közünde bil ki değilim .
    Aşık olup sazını çalarsan birgün
    Vurduğun telinde sen de değilim .
    Islıkla adımı name yaparsan hergün
    Notasında sözünde yaren değilim .
    Yalan sevdalara tuzak kursanda.
    Öksedeki garip kuş ben değilim.
    Dönüp gelsen her gün sazın çalsanda
    Name yaptığın köy ben hiç değilim..
    Yürüdüğüm yollara bahtın düşerse
    Kaderini yazan kalem ben değilim.
    Mehtap yoldaş olunca şu gönlüme
    Karanlıkta kaybolan ben değilim.
    Yitik sevdana ağlıyorsun şimdi.
    Yüreği dağlanan ben değilim
    Gittiğin gün kurudu toprağın
    Okyanusta boğulan ben değilim..
    Demişsin ki uğrunda öleceğim.
    Aldanıp üzülecek ben değilim..
    Aşkımla ömrün bir gün son bulsa da
    Kabrinde ağlayacak ben değilim
    Gördün ya a canım gördünya artık
    Dertlere saldın biçare ben değilim
    Bir zamanlar sevildim sandım amma
    Şimdi yanıp kavrulan ben değilim..
    Sensin.. Sensin.. Sensin…
    Melise Hanımın içinde aşırı bir Vatan ve Millet sevgisi vardır, bu sevgiyi hiç saklamadan şiirlerinde açık göstermektedir. İşte Toprak aşkı Vatan sevgisi, Şehit veren canları anarak hiçte unutmamış onlar her biri bir kanla çizdikleri şeref destanını şiirlerinde göstermektedir :
    Yine şehitler verdik ..
    Yine canlar yandı ..
    Ne diyoruz ..
    ( Başımız Sağolsun )
    Yani ne diyoruz ..
    Bana dokunmayan yılan bin yaşasın ..
    Başımız Sağolsun demekle bunu diyoruz Farkındamısınız ..
    Ateş nasılsa düştüğü yeri yakıyor .. Bize ne değil mi? … Bizim başımız sağolsun ..
    .
    .
    Ben diyorum ki .. Bu duruma .. Savaş mı çıktı da haberiniz yok .. Ne yoluna gidiyor insanlarımız .. Haydi hep birlikte şahlanalım .. Vatan sağolsun ….
    Söylediğimiz gibi ilk önce güzellik salonu açtı sonradan ailesi ile mutluluk içinde salonu kapadıp Tiyatro, Şiir, Müzik ve spor alanlarında iyi ve güzel yıllar hizmet göstermiştir ve şimdi İzmir Şairler ve Bestekarlar Derneğinin yönetim kurulunda üye ve Sayman görevini yapmaktadır. Son olarak Canan dokuz yıl basketbol oynamış, ve şimdi de ” İzmir Sporda ” lisanslı basketbolcudur, son olarak söylemeye değer ki Canan Hanım 15 yıldır özel ” TSM ” korolarında çalışmasını sürdürmektedir.
    Bu arada Canan Hanımdan hayatıyla ilgili sorduğumuzda böyle yanıt verdi :
    “Minik bir şey açıklayacağım .. Hayatımda gizli yönleri ve gerçeği öğrendikten sonra çok araştırdım ilgili kişiyi buldum rol teklifleri aldım.. bu benim özel hayatımdı perdeye yansımasını istemedim. Hayatımı sinema yada dizi yapmak istediler.. benim oynamamıda teklif ettiler, ama ben kabul etmedim. Ve hayatımın acı detayına girmek istemedim . ”
    Son Olarak Canan çok güzel şiirler yazmıştır her iki türde hece hemde Serbest, araştırmamızı bir hece vezinli şiiriyle bitirmek istiyorum. Ve Canan Melis Hanıma özel hayatında mutlu ve saadet dolu bir yaşam geçirmesini can ve gönülden diliyorum :

    DÖN DERSEM BİR DAHA
    Mutlumusun şimdi kaldığın handa
    Dön dersem bir daha namerdim sana
    Hasretinle tükendim şu cihanda
    Dön dersem bir daha namerdim sana..
    Anladım ki gülmeyecek bu yüzüm
    Biliyorum yare geçmiyor sözüm
    Sönmüş yüreğinde aşk geçmiş közüm
    Dön dersem bir daha namerdim sana..
    Güftesiydin yar aşk şarkılarımın
    Bestesiydin ölmez duygularımın
    Vazgeçilmeziydin alın yazımın
    Dön dersem bir daha namerdim sana
    Anladım ki gönlünde kalmamış külüm
    Fırlatıp atılmış kurumuş gülüm
    Yırtılmış resimlerim solmuş yüzüm
    Dön dersem bir daha namerdim sana
    İntizarım yok tüm sitemim bana
    Nasıl kandım sana inandım aşka
    Severken son buldu musalla taşta
    Dön dersem bir daha namerdim sana..

    Esat ERBİL’İN sevgi ve saygısıyla Canan Melis Hanıma Mutlu Yaşam diliyoruz.

  • Yalçın Yücel.”KAR TADINDA DÜŞÜNMEK”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Esme şimdi rüzgar
    Kar taneleri düşüyor, bir şarkı söylercesine
    Bozacaksın bu ritmi diye
    Öyle korkuyorum ki!
    Esme şimdi istersen
    Gecelere bırak bu hırsını
    Karanlığı paramparça etsen de
    Gündüzleri mi bana bırak
    Bak, çocuklar nasılda sevinçliler öyle
    Kar topu oynadıkça
    Gülümsüyor yüzleri
    Bir gelin gibi naz yaparak
    Yağıyorsun
    Gökyüzü ne kadar da cömerttir sana
    Oysa, rüzgarla el ele verdiğinde
    Sobamla bile bozuyorsun aramı

  • Насиба Егембердиева.”СƏЛЕМ БАКУ”

    Менің өлеңдерімді, мақалаларымды интернеттегі əлеуметті желіден оқып, жақсы баға беріп жатқан қаншама, бауырлас ағайындарға алғысым шексіз. Олар өлеңдерімді өз тілдеріне аударып жарияламақшы екен. Осындай көреген əзербайжандық жазушы, журналист, ақын, композитор, əнші достарыма, оқырман қауымға басымды иіп; үлкен рахметімді жеткізгім келеді. Алланың шапағатына бөленіңіздер əрдайым дегім келеді. Əнімді орындаған достарыма, бизнесімен достарымның менің суретімді салып шығарған ыдыстарына, пайдаланбасам да мен үшін алған путевкаларыңызға, жазған жақсы сөздер мен өлеңдер үшін, анау көктемде де бір апта ауруханаға түскенімде аяақтарымен тіке тұрып бүтін минздравты шулатқан достарыма, бəріне үлкен рахмет! Аман болыңыздар!

  • Yalçın YÜCEL.”Seni düşünmek”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bir güne koyamam ki seni
    Bir günde gülümsetemem ki
    Onca yükler yüklenmişken üstüne
    Onca acılar, hüzünler
    Nasıl sığarsın ki, bir güne öğretmenim?
    Kara önlüğü giydiğim o ilk gündü
    Hatırlıyorum, kapıdan uğurlamıştı anam
    Ve çamur yollarını geçerek
    Ve korku büyüterek içimde
    O kapıdan girmiştim; yırtık ayakkabılarımdan utanarak
    Sanıyordum ki kızacaksın
    Gölgen düşecek üstüme
    Ve yanıldığımı anladığım
    Sınıfa girdiğinde
    O güleç yüzünle
    Ne günlerdi o günler
    Dertleşmek isterdim yanına gelerek
    Duydum ki ayrı düşmüşsün bu yaşamdan
    Mezar taşın varmış yalnızca
    Yaptıramamışlar belli ki
    Hatırlıyorum
    Yamalı bir elbisen vardı, lacivert
    Onu giyerdin her gün
    Benim yırtık ayakkabılarım gibi
    Şimdi bende bir öğretmenim
    Doğuda, yoksul bir köyde işte
    Fakat çocuklar vardı, gözleri ışıl ışıl
    Yürekleri senin yüreğin gibi zengin
    Ve birlikte süslüyoruz zamanı, Atatürk’ü konuşurken
    Nasıl koyarım seni bir güne şimdi
    Nasıl sığdırırım o küçük günün içine
    Sevgin yüce dağları aşmışken
    Geçmişken ulu nehirleri
    Seni bir günle değil, günlerle kucaklarım.
    YALÇIN YÜCEL
    TÜM ÖĞRETMENLERE SAYGI VE SEVGİYLE…

  • Harika UFUK.Yeni şiirler

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    ÖĞRETMENLER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN.

    Öğretmenim Sevgi Koçer’e saygıyla…

    ÖĞRETMENİM

    Küçük bir filizdim, şimdi dal oldum,
    Hep senin sayende, can öğretmenim!
    Bin bir emeğinle şimdi al oldum,
    Seninle renk buldum, ben öğretmenim!

    Sen yokken bu âlem bilmece idi,
    Sensiz gündüzlerim hep gece idi,
    Adın dudağımda hep yüce idi,
    Aydınlattın beni, sen öğretmenim!

    Çocuktum, minicik, güçsüz bir kuldum,
    Senin ilmin ile geliştim, doldum,
    Bana yön gösterdin, gerçeği buldum,
    Damarımda akan kan öğretmenim!

    Uzattın sevgiyle, dost idi elin,
    Güzel sözler dedin, tatlıydı dilin,
    Tayin olup geldin, farklıydı ilin,
    Karanlığa doğan gün öğretmenim!

    Elimde kalemle yazımda sensin,
    Ağzımda, dilimde, sözümde sensin,
    Bana ufuk açan gözümde sensin,
    Bugün öğretmenim, dün öğretmenim!

    Harika yurdumda çiçek öğretmen,
    Bilgilerle dolu petek öğretmen,
    Vatanı süsleyen bezek öğretmen,
    Atatürk yolunda ün öğretmenim!

    HARİKA UFUK
    ADANA
    21 KASIM 2008
    SAAT: 14.00

    NOT: Bu şiir Edebiyat Defteri adlı Türkiye’nin en büyük şiir sitelerinden birinde 24 Kasım 2013’te “Uğur Böceği” ile ödüllendirilmiştir.

  • Насиба Егембердиева.”ЕРКЕК ПЕН ƏЙЕЛДІҢ АҚЫЛДАҒЫ ПАРҚЫ НЕДЕ?

    12798957_1529609227369585_4789163136565306713_n

    Еркек пен əйелдің пікірлері арасындағы парықты анықтау бойынша жаңа ғылми іс алып барған, мия жұмысын үйрену бойынша белгілі алымдар өздері жетіскен жаңа нəтижелерді хабарлайды.
    Олардың айтуынша, əйел кісінің миясы еркектің миясын қарағанда он алты пайызға кіші екендігін айтады. Əйел кісінің ауырлығы да сонша есе кіші екеін айтады. Сондайақ, екеуінің миясы бір тапсырманы орындағанда əр түрлі орындайды екен.
    1.MRA ( магнит – резонанс көрсетпесі ) бойынша мияны суретке алғанда суреттің көрсетпесі бойынша, еркек кісі пікір жүрткенде оның миясының бір қысымы ғана істер екен. Əйел кісі пікір жүрткенде магнит нұрында бəрі көрінеді екен. Бұл еркек кісінің əйелге қарағанда пікірін бір жерге қоюда жоғары екенін дәлелдейді.
    Еркек кісі əйел кісіге қарағанда көңілшектікте тəсірсіздеу екені анықталды. Көңілшектік пайда болғанда əйел кісінің миясы еркек миясына қарағанда сегіз есе көп əрекетте болады.
    Бұл бөлімнің білімді зерттеушісі былай дейді: ” Мен руқи көрініс уақтында, еркек кісінің көңілшектігі əйел кісінікіне қарағанда аз екенін білуші едім, бірақ бұл нəрсе ілім жүзінде бірінші рет дәлелденді дейді. Бұл салада еркектердің бір ғана үстіндігі бар, ол да болса, көңілге жақын қиыншылықтарға, ауыр жағдайларға əйелдерден гөрі аз ұшырауы. Еркек кісі ашуланғанда қопалдыққа өтеді, əйел кісі сөзге өтеді, көп сөйлейді. Сөзбен араны жақсы қылуға да əрекет жасайды.
    Магнит толқындары оқушы жігіттердің оқу жəне жазу дәуірінде мияның сол жағын, оқушы қыздар оң жағында сол жағында істететінін айтады. Мияның сол тарапы ақыл мен іс қылуды, оң жағы көңілмен көбірек əрекет жасауды білдіреді.
    Жарықтық пен дауысты қабыл қылып алатын мияның белгілі бөліктерін байқағанымызда осы екі нəрсені қабылдап алуда еркектің миясы əйел кісінің миясына қарағанда жай істейді. Сол үшін еркек кісі жай дауыстарды əйелдерге қарағанда жақсы естімейді. Еркектер жарықтан гөрі қараңғыны дұрыс көреді.
    Жас үлкейген сайын еркек кісінің миясы əйел кісінің миясына қарағанда көп кішірейеді. Жиырма жаста еркектің миясы əйелдікінен үлкен болады. Қырық жаста есе, екеуінің миясы тең болады. Алпыс жаста əйел кісінің миясы еркектің миясынан үлкен болып қалады. Не үшін? Еркек кісінің жасы үлкейген сайын оның миясы көп қуат сарып қылар екен, сол үшін кішірейіп кетеді екен.
    Еркек кісінің, қауіп – қатерді жоқ қылу, қиыншылықтарды жеңу, істі тəртіпке салу сол сияқты нəрселерге қабілеті күшті болады.
    Егер алымдар еркек пен əйелдің əр бір мүшесін жоғарыдағыдай зерттесе, сол сияқты көп жаңалықтарды табу мүмкін. Бұлардың баршасынан Алла тағаланың БІР екенін барлығын, жаратушы жəне жарылқаушы екенін, барша сыйпаттарды анықтаушы көрсетіп беруші екендігін білуімізге болады.
    Алла тағала адамның өзінен өзіне жұп жаратып берудегі хікметін ” тыныштық табуың үшін ” деп баяан қылып берген. Сол айтқандай еркек тек əйелден тыныштық табады. Сондайақ, əйелде өзіне керек болған нəрсені, тыныштықты еркектен алады.
    Егер дүниедегі барлық адам тек əйелдер ғана болғанда деп ойлап көрейік. Бірде еркек жоқ. Ол кезде не болады? Дүниеде адамдар үшін тыныштық, жақсылық болмайды. Дүние жоқ болады. Бір əулеттен соң дүние жоғалады.
    Ал егер керісінше жағдайды көрейік. Дүниедегі барлық адам тек еркектер ғана болса. Бір де əйел жоқ. Ол кезде не болады? Дүние бұзылады. Дүниеде адамдар үшін тыныштық, қуаныш, үміт болмайды. Бір əулеттен соң дүние жоғалады. Демек Құран ілімі бойынша құрылатын, от басы тыныштық, сый құрмет, жақсылық, бақыттан ғана құрылған от басы болуы керек. Топалан, қайғы – қасырет, жанжал, ашу – араз Құран ілімімен құрылған от басында мүлде болмауы керек. Сіздердің араларыңызға махаббат пен жақсылықты салып қойған.
    Не үшін Бақара сүресінде: “олар (əйелдер) сізге киім, сіз оларға киімсіздер”, деді.
    Біріншіден, киім – киген киімі адамның айыбын жауып тұрады.
    Екіншіден, киген киімі адамды зейнеттеп тұрады.
    Үшіншісі, киім жазда ыстықтан, қыста суықтан қорғайды. Құранда
    бір – біріңізге киімсіздер, – деп айтылған соң, оларда бір – бірінің өмірін ыстық – суықтан сақтап қорғауы керек.
    Төртіншіден, киім адамға ең жақын нəрсе болып тұрады. Демек ер мен əйел бір – біріне ең жақын адамдар болады.
    Бесіншіден, киім адамды түрлі керексіз нəрселерден, шаң тозаң жұқпау үшін қызмет қылады. Сол сияқты оларда бір – бріне шаң жұқтырмау үшін əрекет жасауы керек. Бұл баршамыздың бұрышымыз.
    Сау болыңыздар жақсыларым!

  • 10 Kasım-Çağdaş Türkiye Cümhuriyetinin kurucusu ve mimarı Önerim Sayın Osman Gazi Mustafa Kemal ATATÜRKün anım günü

    SAYINMUSTAFAKEMALATATÜRK

    Mustafa Kemal Paşa (Osmanlı Türkçesi: مصطفى كمال پاشا), Soyadı Kanunu’ndan (1934) sonra Atatürk[3] (19 Mayıs 1881[2], Selanik – 10 Kasım 1938, İstanbul), Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ten 1938’e değin görev yapmış kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı, mareşal ve daha evvelinde bir Osmanlı subayı.

    Atatürk, I. Dünya Savaşı sırasında bir ordu subayıydı. Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisini takiben Türk Kurtuluş Savaşı’ndaki Türk Ulusal Hareketi’ne önderlik etmiştir. Kurtuluş Savaşı sürecinde Ankara Hükûmeti’ni kurmuş, askeri eylemleriyle İtilaf Devletleri tarafından gönderilen askeri güçleri bozguna uğratmış ve Türkleri zafere götürmüştür. Atatürk daha sonra eski Osmanlı İmparatorluğu’nu modern ve seküler bir ulus devletine dönüştürmek için politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel reformlar başlatmıştır. Liderliği altında binlerce yeni okul inşa edildi. İlköğretim ücretsiz ve zorunlu hale getirildi. Kadınlara sivil eşitlik ve politik haklar verildi. Köylülerin sırtına yüklenen ağır vergiler azaltıldı.[4][5]

    Bu makale serisinin bir parçasıdır
    Mustafa Kemal Atatürk
    MustafaKemalAtaturk oval.png
    Özel Hayatı[göster]
    Askerî kariyeri[göster]
    Atatürk Devrimleri[göster]
    Atatürkçülük[göster]
    Ayrıca[göster]
    Galeri: Resim, Ses, video
    g t d
    Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki başarısından dolayı 19 Eylül 1921 tarihinde “Gazi” unvanını almış ve mareşalliğe yükselmiştir.[5] Halk Fırkası’nı kurmuş ve ilk genel başkanı olmuştur.[6] 1938 yılındaki vefatına kadar arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı seçilen Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı olmuştur.[5]

    Atatürk tarihte oynadığı önemli rolden dolayı pek çok yazar ve tarihçi tarafından incelenmiş ve hakkında 379 eser yazılmıştır. Bu yönüyle hakkında en çok eser yazılan ilk 100 kişi arasında yer almaktadır. Ayrıca dünyada ilk kez ve tek örnek olmak üzere, Birleşmiş Milletler’in UNESCO örgütü tarafından, kendisinin 100. doğum yılı olması sebebiyle ve tüm ülkelerin oy birliğiyle 1981 yılı “Atatürk Yılı” olarak kabul edilmiştir. Dergilerinin Kasım 1981 sayısında da, Atatürk ve Türkiye konusu ele alınmıştır.

    1839’da Kocacık’ta doğduğu sanılan[7] babası Ali Rıza Efendi, aslen Manastır’a bağlı Debre-i Bâlâ’dandır.[8] Babasını ailesi 14-15. yüzyılda Anadolu’dan bölgeye göç etmiş olan Kocacık Yörüklerindendir.[7][8][9][10][11] Bazı kaynaklara göre ise babasının ailesi Arnavutlardandır.[12][13][14][15] Annesinin kökeni ise Karaman’dan Rumeli’ye gelen Türkmenlerdendir.[16] Ailesi ile Selanik’e göç eden Ali Rıza Bey,[17] burada gümrük memurluğu ve kereste ticareti yaptı.[18] Ali Rıza Bey ayrıca 93 Harbi (1877-78) esnasında yerel birliklerde teğmenlik yapmıştı.[19]

    Ali Rıza Bey, 1871 yılında, 1857 yılında Selanik’in batısındaki Langaza’da çiftçi bir ailede doğan[19][20] Zübeyde Hanım’la evlenmişti.[21] Mustafa Kemal Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak rumî 1296 (miladî 1881) yılında Selanik’te doğmuştur. Samsun’a çıktığı 19 Mayıs tarihini doğum günü kabul etmiştir.[22] Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı beş kardeşinin ilk dördü küçük yaşta hayatını kaybetmiştir.[23][24]

    Öğrenim çağına gelen Mustafa’nın hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Annesi Mustafa’nın Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebine gitmesini istiyor, babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan seküler[19] Mektebi Şemsi İbtidai’nde (Şemsi Efendi Mektebi) okumasını istiyordu. En sonunda önce mahalle mektebine başlayan Mustafa, birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebi’ne geçti.[25] Atatürk, okul seçimindeki bu kararı için hayatı boyunca babasına minnettarlık duymuştur.[19] 1888 yılında babasını kaybetti.[26] Bir süre Rapla Çiftliği’nde annesinin üvey kardeşi[19] Hüseyin’in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra -eğitimsiz kalacağından endişe eden annesinin isteğiyle-[19] Selanik’e dönüp okulunu bitirdi.[27] Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik’te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.[28]

    Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi’ndeki ev 1870’te Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878’de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük eve taşınmışlardır.[29]

    Mustafa, seküler bir okul olan ve bürokrat yetiştiren[19] Selânik Mülkiye Rüştiyesi’ne kaydoldu. Ancak muhitindeki askerî öğrencilerin üniformalarından da etkilenerek[19] -annesinin karşı çıkmasına rağmen-[19] 1893 yılında Selânik Askerî Rüştiyesi’ne girdi. Bu okulda matematik öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey, ona anlamı mükemmellik, olgunluk olan “Kemal” adını verdi.[30] Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey (Yücekök), özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal’in düşünce yapısını etkiledi. Mustafa Kemal Kuleli Askerî İdadisi’ne girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey’in tavsiyesine uyarak Manastır Askerî İdadisi’ne kaydoldu. 1896-1899 yıllarında okuduğu Manastır Askerî İdadisi’nde tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal’in tarihe olan merakını güçlendirdi.[31] Bu tarihte başlayan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem idadi öğrencisi olduğu için hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir. Bu okulu ikincilikle bitirdi.[32] 13 Mart 1899’da[33] [34] İstanbul’da Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye girdi. Birinci sınıfı 27., ikinci sınıfı 11., üçüncü sınıfı 1902’de mülazım (bugünkü ismiyle Teğmen) rütbesiyle 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi (1317 – P.8) olarak bitirdi.[32] Akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne (Harp Akademisi) devam ederek 11 Ocak 1905’te ”kurmay yüzbaşı” rütbesiyle mezun oldu.[35]

    Askerlik (1905-1918)
    Erken dönem

    Kıdemli Yüzbaşı
    Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam’da bulunan 5.Ordu’ya staj amacıyla gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev aldı.1905-1907 yılları arasında Şam’da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5. Ordu’ya bağlı 30’uncu Süvari Alayı’nda gerçekleşti.[36] Bu dönemde düşük rütbeli stajyer bir kurmay subay olarak Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, “küçük savaş” (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam’a döndü. 1906 Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip Mustafa Cantekin ile ‘Vatan ve Hürriyet’ adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz Selânik’e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)’in yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Yafa’ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey’e Mısır sınırında Bîrüssebi’ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal’i Bîrüssebi’ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam’a gönderildi.[37] 20 Haziran 1907’de Kolağası (kıdemli yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907’de 3.Ordu’ya kurmay olarak atandı[35] ancak Selânik’e vardığında ‘Vatan ve Hürriyet’in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu (Üye numarası: 322)[38]. 22 Haziran 1908’de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.[35]

    23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra Aralık 1908 sonlarında[39] İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere bugünkü Libya’nın bir parçası olan Trablusgarp’a gönderildi. Burada 1908 Devrimi’nin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı.[40] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi Garnizonu’na önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyana meyilli Şeyh Mansur’un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli insanları hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu planlamaya başladı.[39][41]

    13 Ocak 1909’da 3. Ordu’ya bağlı Selânik Redif Fırkası’nın Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 1909’da Meşrutiyet’e karşı 3. Ordu’ya bağlı Taşkışla’da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburları’nın isyanıyla başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmak üzere Selânik ve Edirne’den yola çıkarak Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909’da İstanbul’a girecek olan Hareket Ordusu’na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra 3. Ordu Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde bulundu.[35][39]

    Stuart Kline’ın Türk Havacılık Kronolojisi kitabına göre[42], Mustafa Kemal, 1910 yılında Fransa’da düzenlenen Picardie Manevraları’na katıldı. Burada yeni üretilen uçakların deneme uçuşuları yapılıyordu. Ali Rıza Paşa, bu uçuşlardan birine katılmak isteyen Mustafa Kemal’i önledi. Ve akabinde uçuş yapan o uçak dönüş esnasında yere çakıldı.[43] Bazı kaynaklar tarafından, bu hikâyeye dayanarak Atatürk’ün uçağa binmekten korktuğu iddia edilse de kitabın yazarı Kline, Atatürk’ün olaydan sonra 3 defa uçağa bindiğinden bahseder.[44]

    Mustafa Kemal, dönüşünün ardından 27 Eylül 1911’de İstanbul’da Genelkurmay Karargâhı’nda görev aldı.[45]

    Trablusgarp Savaşı
    Ayrıca bakınız: Trablusgarp Savaşı

    Trablusgarp Savaşı’nda, Mustafa Kemal
    İtalyanlar’ın Trablusgarp’a saldırısıyla 19 Eylül 1911’de başlayan Trablusgarp Savaşı’nda, 27 Kasım 1911’de Binbaşı[35] olan Mustafa Kemal, Binbaşı Enver Bey, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Binbaşı Fethi (Okyar) gibi diğer İttihatçı subaylarla birlikte 18 Aralık 1911’de hareket etti.[46] Mustafa Kemal ile grubu, Mısır’da Kahire[47] ve İskenderiye üzerinden Bingazi’ye gitti. 19 Ekimde İskenderiye’den yola çıktıktan bir süre sonra bir hastalık geçirdi.[48] 22 Aralık’ta Tobruk yakınında zafer kazandı. Derne’deki 16 – 17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü ve 6 Mart’ta Derne Komutanlığı’na getirildi.[49] Aynı yılın eylülünde başlayan barış görüşmelerine rağmen çatışmalar sürerken, Karadağ’ın 8 Ekim’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi ve Balkan Savaşları’nın başlaması nedeniyle barışa razı olunmasıyla Mustafa Kemal ve diğer subaylar İstanbul’a geri döndüler.

    Balkan Savaşları
    Ayrıca bakınız: Balkan Savaşları
    Balkan Savaşları başladığında Trablusgarp’ta görev yapan Derne Komutanı Mustafa Kemal ve Binbaşı Nuri Bey, bu savaşlarda görev almak istediler.[50] Mustafa Kemal, dönemin Osmanlı Harbiye Nezareti Enver Bey’in de izni ile 24 Ekim 1912’de Trablusgarp’tan ayrılmıştır.[50] 24 Kasım 1912’de karargâhı Bolayır’da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuvayi Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atandı.[51] Osmanlı ordusu burada general Stilian Georgiev Kovachev komutasındaki Bulgar 4. Ordusuna yenildi. Haziran 1913’de başlayan İkinci Balkan Savaşı’nda komutası altındaki birliklerle Dimetoka ve Edirne’ye girdi.

    27 Ekim 1913’te Sofya askerî ataşeliğine atanarak yakın arkadaşı Sofya sefiri (elçisi) Fethi Bey (Okyar)’in altında çalıştı.[52] Ek görev olarak Belgrad ve Çetine askerî ataşeliğini de yürüttü.[52] Bu görevde iken 1 Mart 1914’te yarbaylığa (kaymakam) yükseldi.[52]

  • Yalçın Yücel Hocamızın doğum gününü kutluyoruz!

    175054_178868168822977_4360000_o

    SÖYLEYECEKLERİM VAR
    Çocuklar
    Hele bir toplanın yanıma şöyle
    Söyleyeceklerim var
    Dinleyin bir, konuşmadan
    Kocadım biliyorsunuz
    Karlı tepelere dönen saçlarıma
    Pantolon gibi kırışmış şu yüze
    Beni artık taşımak istemeyen ayaklarıma, sözüm geçmiyor
    İnsanız
    Çok değil, hemen şuracıkta ölüm bekleşir durur
    Kucaklar sonunda
    Hepimizi de bir mezar
    Yolda giderken
    Ya da beklerken birilerini
    Düşmeyeceğiniz belli midir ki?
    Nerede, ne zaman?
    Ve düştüğünüzde kalkamayacağınız
    Öylece kapanır işte sayfanız
    Bir el bile sallayamazsınız sevdiklerinize
    Sizinle birlikte gider, söylemek istediğiniz birkaç sözcük de
    Hele bir gelin şu yanıma
    İyice bakayım şöyle size
    Diyeceklerim, hepsini koymak istiyorum önünüze
    Sonra duyamazsınız belki de
    Şimdiden yaşarmasın, silin hele o gözyaşlarını
    Silin hele, daha henüz buradayım
    İsterim ki, hiç üzüntü duymasın yüreğiniz
    Hep güle oynaya taşısın sizi
    O gün gelecek elbet, o bir gün
    Değişmez bir sonuçtur bu, yaratan ister yarattığını yanına
    Hepimiz için de aynıdır bu
    Yan yana yatacağız, şu bastığımız toprakta

    (Döş Cebim adlı yapıtından)

    UNUTTUĞUM SEN MİYDİN

    Unuttum yüzünü çoktan
    Sanırım oturmuştuk karşılıklı
    Kumral mıydı, kısa mıydı saçları?
    Yıllar neler götürmüş benden böyle
    Oysa, kaç kez karşı karşıya geldi bu gözler
    Elleri ellerim gibiydi
    Anımsıyorum biraz; çekingendi de
    Oracıktan bakıyordu yine aynı
    Kaçık sevgiler taşıdığımız o köşeden
    Unutmuş olsam gerek çoğunu
    Yıllar neler götürmüş benden böyle
    Var mıydı günlerimde zamanı benimle paylaşan?
    Bir çiçek gibiydi belki de yaşamımı konuşturan
    Gözleri yeşil miydi, yoksa ela mı?
    Yorgunum şu an, ondandır belki de unuttuğum
    Ama bir şey var ki, yer almış yüreğimde işte
    Yazmışım defterimin birkaç sayfasına
    İsminin hemen altında şiirlerimle

    * * *

    Çocukluğum büyüdü döş cebimde
    Yıllar ne de tez geçti böyle
    Anılar kaldı tek tük
    Yırtık ceplerimden düşmediyse
    Şimdi düşünüyorum
    Kurgusu tükenmek üzere olan saatler gibi
    Nice yoksul kaldırımlar, yürüyen yorgun ayaklarım
    Ve nasırlaşmış acılarıyla yaşamım
    Çocukluğum büyüdü, şu küçük döş cebimde
    Umutlarım ne kadar da çoktular o zaman
    Hepsi de sıcak bir ekmek gibi güzeldiler
    Koparamadım bir parça olsa da
    Çocukluğum, dürüp büküp döş cebimde sakladığım
    Bir ıtır kokusuyla çıkıyorlar yerlerinden şimdi
    Hangisini karşılasam, ne desem ki
    Kapım açık ardına kadar
    Orada büyüdü diyorum çocukluğum
    Şu boynu bükük döş cebimde işte
    Ne zaman üşüse, üşüse parmaklarım
    Bir arayıştır başlıyor, bir koşuşturma.

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiirler

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    KAR BEYAZI SEVDAM

    Beyaz bir kuğunun
    Boynundan mı dökülüyor
    Yoksa
    Ağaran saçları mıdır gökyüzünün

    Bir beyaz sessizlik ki
    Bir sevdayı uyandırıyor tekrar içimde
    Yüreğim üşüyor yeniden
    Unutmuştum, çıkardınız onları, kar taneleri

    Yine sarıverdi her yanımı bu sevda
    Kar beyazı bir gelinlikti
    Ne kadar da yakışmıştı üstüne
    Tez düştü ayrılık, yağan kar gibi

    Ağaçları kucaklamış ellerin
    Sanır mısın ki üşümezler böylece!
    Bir çocuk gibi işte, bükük boyunları
    Kar beyazı, hiç de göründüğün gibi değilsin!

    Bütün şehir kar altında yeniden
    Tüten bacalar da olmasa
    İşte diyecekler
    Koca bir şehir kayboldu

    Ve kar yağdığında
    İçim daralır, derin kuyular gibi
    Sıkar boynumu iyice
    Geriye dönen bütün hatıralar

    GEÇEN YILLAR

    Bir yıl daha eskidik,
    Bir parça daha koptu yaşamımızdan…
    Geride bir dolu anılarla
    Hüzünler sarkıtarak
    Belki biraz da sevinçler mi desem
    Ama o kadar azlar ki
    Çocuklar gibi ürkek bakışlar
    Bir yıl daha kocadık.
    Bir nehir gibi kollarını salmış şu yüzümüzdeki çizgiler,
    Aynalara bakmaktan korkar olduk artık!
    Beyazlar, beyazlar…
    Kar taneleri gibi
    Dökülmüş yüreğimin yaprakları
    Sararmış umutlar…
    Bir yıl daha
    Sonra
    Defter yaprakları gibi çevrilecek günler yine
    Çizilecek üzerleri de tek tek
    Bilinmeyen bir yolcu gibiyiz şu göğün altında işte
    Ve kendi elimize tutuşarak
    Yalnızlığı paylaşarak içimizde
    Nerede duracağımızı bilmeden
    Bir yıl daha…

  • Harika UFUK.Muhteşem şiirler

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    KIYAMET KOPSA BİLE

    Bitmeyecek bir aşkın son iki sürgünüyüz,
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.
    Sevmeye pişman eden yasaklar sürgünüyüz,
    Düşsem de dilden dile seveceğim derinden.
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.

    İtilip kakılsam da vazgeçemem yar senden,
    Aşkının izi sabit, dövmeden beter tenden,
    Ruhum ayrılsa bile yaşlanan şu bedenden,
    Düşsem de dilden dile seveceğim derinden.
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.

    Aklım olmaz dese de gönülden ayrı düştü,
    Beraber olma fikri, sadece hayal düştü,
    Öldü dediklerinde sanki bir bomba düştü,
    Düşsem de dilden dile seveceğim derinden.
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.

    Yokluğun acı verdi, sensiz günlerim yaman,
    Ağlasam yalvarsam da ölüm dinler mi aman,
    Çok zalim, çok hainmiş köhne denilen zaman,
    Düşsem de dilden dile seveceğim derinden.
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.

    Aylar, yıllar geçtikçe sanma ki unuturum,
    Her gün acı veriyor yaşadığım şu durum,
    Huzurum eksilse de eksilmesin gururum,
    Düşsem de dilden dile seveceğim derinden.
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.

    Toprak kucaklar seni artık benim yerime,
    Terin karışmayacak gül kokulu terime,
    Altından taç olmuşsun yüreğime, serime,
    Düşsem de dilden dile seveceğim derinden.
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.

    Harika’nın dinmiyor yüreğinin sancısı,
    Felek acımasızmış, kader onun yancısı,
    Fani dünyada kaldı son yolcunun hancısı,
    Düşsem de dilden dile seveceğim derinden.
    Kıyamet kopsa bile seveceğim seni ben.

    ADANA
    28 KASIM 2015
    SAAT: 23.36

    NOT 1: Bu şiir 27 Eylül 2016 tarihinde “Şiir Sanatı Sitesi”nde “Uğur Böceği” ile ödüllendirilmiştir.
    NOT 2: Bu şiir 30 Eylül 2016 tarihinde şiirsu.net sitesinde “Günün Şiiri “ seçilmiştir.

    EVLAT ACISI

    Dünyada cehennem uzakta değil,
    Ateşlere atar evlat acısı…
    Yurda şehit veren tüm annelerin
    Yüreğinde yatar evlat acısı…

    Mert olmayan düşman, arkadan vurur,
    Bu yangın insanı yakar, kavurur,
    Yiğitlerin resmi duvarda durur,
    Günü güne çatar evlat acısı…

    Anneler gününde yavrular gelir,
    Şehidin anası bin defa ölür,
    Oğul mezarını hep kutsal bilir,
    Artar katar katar evlat acısı…

    Her bayram mezarda otları yolar,
    Yaşamayan bilmez gül benzi solar,
    Bir asker görünce gözleri dolar,
    Derdine dert katar evlat acısı…

    Harika yurt için durma nutuk at,
    Şehidim göklerde nur içinde yat,
    Seni vuran hain görmesin rahat,
    Günden güne batar evlat acısı…

    ADANA
    1 MAYIS 2014
    SAAT: 11.00

    NOT: Bu şiir 16.08.2015 tarihinde Edebiyat Evi Sitesinde yıldızlı şiir olarak seçilmiştir.

  • Ahmed CEVAD.”Susmaram!”

    ehmedcavad

    “Men bir gulam, yük altında ezilmişem, gardaşım,
    Sevinç bilmez bir mahkûmam, ahu-zardır sırdaşım.
    Damga vurub, zencirleyib tullamışlar zindana,
    Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuşdur bana.

    Mene dinme, sus deyirsen, ne vahtacan susacam,
    Buhranların, hicranların, mahbesinde galacam?
    Niye susum, konuşmayım, insanlıkda payım var,
    Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar.

    Niye susum, konuşmayım, Türk yurdudur bu toprak,
    Oğuzların, elhanların vatanında kimdir, bak!
    Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün tut,
    Alçaklığı, yaltaklığı rezilliyi sen unut!

    Nece susum, konuşmayım, men eyleyim heyanet?
    Hanı sevgi, hanı vatan, de harda galdı millet?
    Men bir gulam, yerim altun, suyum gümüş, özüm aç,
    Atam mahkûm, anam sail, elim her şeye möhtaç.

    Men Türk evladıyam, derin aklım, zekâm var,
    Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar?
    Ne kadar ki, hâkimlik var, mahkûmluk var, ben varam,
    Zülme garşı isyankâram, ezilsem de susmaram!”

  • KÜMBET DERGİSİ 42. SAYISI: SÖZ KONUSU VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR

    KÜMBET dergisi 42. sayısı okuyucuları ile buluşuyor. 2016 yılının son sayısı olarak gündeme gelen dergimizin bu sayısında neler olduğunu editörden şöyle okuyoruz:
    Yeni bir sayı, yeni dosyalar, araştırma yazıları ve şiir bahçesinde açan rengârenk çiçekler. 2016 yılının son sayısıyla daha iyiye, daha güzele duygularının verdiği azimle karşınızdayız. Bu süreç içinde 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi ülkemiz büyük sıkıntılar yaşadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını sarsmayı hedefleyen bu tür girişimler yüce milletimizin milli iradeye sahip çıkması neticesi sonuçsuz kaldı. İki yüz elliye yakın vatandaşımızı bu beklenmedik kalkışmada maalesef kaybettik. Ruhları şâd olsun.
    Bu sayımızda, Cumhuriyetimizin 93. yılına armağan olarak Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’le ilgili pek bilinmeyen gün yüzüne yeni çıkarılan araştırmalarımız da yer aldı. Atatürk ve Cumhuriyet dosyasını Prof. Dr. Abdullah İlgazi, Dr. Mehtap Kaya, Remzi Zengin, M. Ali Cinlioğlu, Bircan Kiper, Şerare Yağcıoğlu Kıvrak, Dilek Yeğnidemir Ekici, Hasan Akar bir ekip anlayışı içerisinde titizlikle hazırlamaya çalıştılar.
    Diğer araştırma ve makaleleri de taze mürekkepleriyle Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, Yard. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı, M. Halistin Kukul, Nihat Aymak, Yaşar Akça, Ülkü Taşlıova, Bekir Aksoy, Yusuf Uçar, Muhsin Demirci, M. Necati Güneş, Kutluhan Saygılı, Süleyman Erkan, Yeşim İnalkaç, Feray Deniz, Nermin Akkan, Hatice Ekici sizlerin istifadesine sundular.
    Şiir bahçesine duygularını döken birbirinden değerli şair kalemlere gelince: M. Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ahmed Cevad, Ayhan Nasuhbeyoğlu, Talat Ülker, Mahir Gürbüz, Refik Oday, Abdulla Memed, Nihat Malkoç, Mustafa Berçin, Gönül Ordubadi, Safiye Samyeli, Harika Ufuk, Bekir Yeğnidemir, Sündüs Arslan Akça, Rasim Yılmaz, Gülay Coşkunsoy, Ahmet Divriklioğlu, Burhan Kurddan, Orhan Tamtürk, Zeynep Özügenç, Musa Ay, Nevzat Gündoğdu sizleri değişik dünyalara götürebilmenin heyecan ve hazzını yaşadılar.
    Bu yıl Niksar Belediyesi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliğiyle yapılan “Cahit KÜLEBİ 7. Memleketime Bakış Şiir Yarışması” sonuçları 30 Ağustos 2016 tarihinde ilan edildi. Buna göre Ertuğrul Beldağlı “Türkiyem” şiiriyle birinciliğe, Celalettin Kurt “Beylikten Öz Ülkeye Giden Yol” şiiriyle ikinciliğe, Deniz Garipcan “Memleket “ şiiriyle üçüncülüğe layık görüldüler. Ödül töreni Ekim ayı içerisinde Niksar’da gerçekleştirilecek.
    Sizlerin büyük destekleriyle kültür ve sanat dünyasında saygınlığını koruyan Kümbet Dergisinin 43.sayısında buluşmak dileğiyle sözlerimizi Cahit Külebi Memleketime Bakış şiir yarışmasında birinci olan şiirin son kıtası ile bitiriyorum:

    Aşkın sırlı vaktinde sen şâyânsın Türkiye’m
    Kalbimle gördüm seni, bak âyânsın Türkiye’m
    Doruklara sevdalı bir dumansın Türkiye’m
    Ay ve yıldızla süslü asumansın Türkiye’m
    Aşktan çatlayan dudak seni ansın Türkiye’m
    Senin kıvılcımında ruhum yansın Türkiye’m
    Umudun gediğine taş koyansın Türkiye’m
    Sana meftun tablolar gül boyansın Türkiye’m
    Mazlumların ahını hep duyansın Türkiye’m
    Sen hakikat yolunda bir beyansın Türkiye’m
    Hem gün gibi aşikâr hem nihansın Türkiye’m
    Bir memleket, bir vatan, bir cihansın Türkiye’m

    Remzi ZENGİN,
    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı

  • Könül ORDUBADİ.”NƏ SƏN UNUDA BİLMİSƏN… “

    Bir ömrün yolunda qəfil görüşdük,
    Tale yollarımız ayrı olsa da…
    Üz-üzə dayandıq, göz-gözə gəldik.
    Xatırə yükündən gözlər dolsa da.

    O dalgın gözlərdə özümü gördüm
    Sankı həyatımı sən vərəqlədın.
    “Sevirəm” dediyin sözünü duydum,
    Üzümə sən baxıb, sən gülümsədin.

    İllər yaman ötüb, çox qocalmısan,
    Bu sevgim ölməyib qocalmayıbdır.
    Məgər bilmirsən mi sən sevdiyimi,
    Gözlərim axtarıb, yorulmayıbdır.

    Bilirdim şəhərdə yaşadığını,
    Hər dəfə yollarda mən axtarmışam.
    Özümdən xəbərsiz, bu gün bu yolda,
    Bir yetim, bir nakam sevgi tapmışam.

    Yenə üz-üzəyik xatırələrlə,
    Gözümdən bir damla qəmlı yaş axdı.
    Boylandım səninlə ötən illərə,
    Sanki bir nəgməli könül dil açdı.

    Utanma, yaxın gəl, kefimi soruş,
    Yoxsa həqiqəti tanıyammadın?
    İllər acısını unut, gəl barış,
    İllərin üstündən adlayammadın?

    Üz -üzə dayandıq, göz-gözə durduq,
    Taleyə, qısmətə nələr yazılmış…
    Nə eşqi unutduq, nə yuva qurduq
    Niyə qısmətimiz ayrı yazılmış?!

  • Yalçın YÜCEL.”Sevdim mi”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Ben seversem, tam severim
    Acıkmış bir çocuğun ısırması gibi,
    Tırmanışı gibi bir dağcının,
    Özgürce koşar şu bendeki yürek.

    Sevdam desen,
    Derin izler bırakıp da geçer.
    Yeter ki, sevsin bu gönlüm,
    Mayhoş bir durum alır yaşamım.

    Dost deyince de böyleyimdir,
    Tam isterim bu duyguyu.
    Ne bir yaprak gibi büzülsün,
    Ne de kaçıp gitsin gerçeklerden.

    Bu yüzden belki de,
    İşte bu yüzden, pek dost tutamam.
    Yüzler maskeler gibi sahteleşir karşımda,
    Ararım, hiç değilse, bir iki insan.

    Ben seversem, tam severim,
    Çalarım kapısını, hem de sertçe.
    Sözcüklerim, durgun bir su gibi dökülür içimden,
    Yüreğim, bir sofra gibidir açılır.

    Bilirler ki,
    Sevdam sevdikçe büyür benim.
    İçimde ise geçilmez bir orman vardır,
    Böyle severken, tam severim.

  • Yalçın YÜCEL.”Kara Beyazı Sevdim”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Beyaz bir kuğunun
    Boynundan mı dökülüyor
    Yoksa
    Ağaran saçları mıdır gökyüzünün

    Bir beyaz sessizlik ki
    Bir sevdayı uyandırıyor tekrar içimde
    Yüreğim üşüyor yeniden
    Unutmuştum, çıkardınız onları, kar taneleri

    Yine sarıverdi her yanımı bu sevda
    Kar beyazı bir gelinlikti
    Ne kadar da yakışmıştı üstüne
    Tez düştü ayrılık, yağan kar gibi

    Ağaçları kucaklamış ellerin
    Sanır mısın ki üşümezler böylece!
    Bir çocuk gibi işte, bükük boyunları
    Kar beyazı, hiç de göründüğün gibi değilsin!

    Bütün şehir kar altında yeniden
    Tüten bacalar da olmasa
    İşte diyecekler
    Koca bir şehir kayboldu

    Ve kar yağdığında
    İçim daralır, derin kuyular gibi
    Sıkar boynumu iyice
    Geriye dönen bütün hatıralar

  • Harika UFUK.”Merhaba Hayat”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bir çığlık ve ardından bir ağıtla başlar yaşam… Hemen her insan bu dünyaya gelirken ağlar. Düşünüyorum da çekeceğimiz çileler bizlere malum mu oluyor da doğarken ağlıyoruz? Ölürken insanın bütün yaşamı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçermiş derler ya ben de acaba doğarken yaşayacaklarımız mı gözümüzün önünden geçiyor da hayata ağlayarak başlıyoruz diye düşünüyorum.

    Öğretilere göre doğmadan yazılmıştır kaderimiz…İster istemez önceden ilahi güç tarafından belirlenen alın yazımızla dünyaya gözlerimizi açıyoruz.Bence gayretimizle yazgımızı değiştirmek mümkündür. Çalışıp çabalarsak; bize bahşedilen yeteneklerimizin, becerilerimizin farkına varırsak;üstelik bunları geliştirmeyi başarabilirsek kendi kaderimizi yeniden yazabiliriz. Hatta aklımızı kullanarak olumsuz gibi görünen olayları bile olumlu hale dönüştürebiliriz.

    Yaşadığımız sürece başımıza gelenler, pişmiş tavuğun başına gelenleri aratmayacak nitelikte olabilir. Çeşitli entrikalar, ayak oyunları yaşamımızı alt üst edebilir. Yakınlarımızı, sevdiklerimizi kaybedebiliriz. Amansız hastalıklara yakalanarak çaresizlik içinde çeşitli acılar çekebiliriz. Yoksulluğun acısını çok derinden hissedebiliriz. Açlık bir yılan gibi kıvrım kıvrım kıvrandırabilir. Savaşlar, kavgalar, esaret, işsizlik, adaletsizlik bizleri canımızdan bezdirebilir. Yine de her koşulda yaşama sıkı sıkıya sarılmalıyız. Sürprizlerle doludur yaşam… “Bıçak kemiğe dayandı arık kurtuluşum yok. Bittim.” dediğiniz anda öyle güzel bir sayfa açılır ki hayatınızda şaşar kalırsınız.

    Öğretmenlerimizden duyduğumuz övgü sözleri, okuldaki ve sonrasında iş hayatındaki başarılarımız mutluluğu yaşatır hepimize… Âşık oluruz, ayaklarımız yerden kesilir. Evleniriz. Anne- baba oluruz. Dudaklarımızın kenarına yerleşir gülümseme ve kalbimiz evlat sevgisiyle dolar taşar. Bir gülücük kanatlandırır, göklere çıkartır bizi… Bazen de bir acı söz ciğerimize saplanır ve ölene kadar çıkmaz oradan… Kanar durur mütemadiyen…

    Ah bazen severek, bazen nefret ederek, bazen ağlayıp hıçkırarak bazen de kahkahalarla gülerek yaşadığımız hayat… Bize onu sevdirenler olduğu kadar yaşadığımıza bin pişman edenler de çıkıyor karşımıza… Her günümüz güllük gülistanlık yaşanmıyor elbette…Hayat bu, acısıyla tatlısıyla her şeye rağmen yaşanmaya değer…

    Tekrarı yok ki yaşamın… Düşen düştüğü yerde kalır mı? Kalmaz elbette, hem kalmamalı da… Her acıdan, her darbeden sonra üzerinizi silkeleyip yolunuza umutla devam etmelisiniz. “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.” İnadına çoğalarak, güçlenerek yaşayacağız.

    Merhaba hayat… Yine ve yeniden… Merhaba hayat, seni çok seviyorum!

    Adana.7 Şubat 2015.Saat: 15.30

    Not: Bu Yazı 29.05.2015 tarihinde Türkiye’nin en önemli sitelerinden Edebiyat Evi Sitesinde “Yıldızlı Yazı” ve “Günün Yazısı” olarak seçilmiştir.

  • Harika UFUK.”Artık Yıllar”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bir otomobilin penceresinden geçiyor
    Son kullanma tarihi geçmiş zamanlar…
    Palmiyeler yolcu ediyor,
    Sıra sıra dizilmiş askerler gibi
    Saygıyla selâmlayarak yaşanmışlıkları!

    Gökyüzü cayır cayır yanıyor,
    Seyhan gölünde martılar kıpırtısız,
    Doğduğum, doyduğum, yaşadığım
    Dünyadaki en güzel yer!

    Sevda türküleriyle yıkanmış Seyhan’dan
    Bereket yüklü Yüreğir’e doğru
    Yeşille mavinin ufkunda
    Güneş doğuruyor greyfurtlar!
    Tatları kaderlerimize benzeyen
    Acı, tatlı, ekşi, hatta kanlı…

    Bir dünyadan alarak bizi
    Bambaşka yerlere taşıyan
    Yaşam boyu kurmaya çalıştığımız
    Ah, o köprüler yok mu?
    Biz çabaladıkça yıkılan,
    Tekrar oluşturabilmek için
    İnadına direndiğimiz!

    Yaşamın kıyısında durup
    Seyrederken gün batımını
    Artık yıllardan
    Gelecek kuruyoruz kendimize;
    Her yıl şubattan günler çalarak
    Ekliyoruz ömrümüze yâr!

    Adana.29 Ocak 2012.Saat: 15.00

  • Harika UFUK.”19 EYLÜL GAZİLER GÜNÜ KUTLU OLSUN”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bugün 19 Eylül… Gaziler Günü… Bu tarihin ne zaman ve niçin gaziler günü olarak seçildiğini merak ettim ve biraz araştırma yaptım. Edindiğim bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Sakarya Meydan Muhaberesi’nin kazanılmasından sonra, 19 Eylül 1921 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisince Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’e, “MAREŞAL” rütbesi ile “GAZİ” unvanı verilmiştir.

    13 Eylül 1921′ de kazanılan Sakarya Zaferi’nin hemen ardından, 14/15 Eylül gecesi, Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ile Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Edirne ve Kozan Milletvekilleri sıfatıyla Büyük Millet Meclisi Reisliği’ne cepheden telgrafla şu önergeyi gönderdi:
    “Bizzat muharebe meydanındaki tedbiriyle muzafferiyetin amil ve müessiri olmuş Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine müşirlik rütbesi ile gazilik unvanı tevcihini teklif ve istirham ederiz. Büyük Millet Meclisi’nin bu teveccühünün milletimiz tarafından doğrudan doğruya bütün orduya müteveccih bir eser-i takdir ve taltif olacağı kanaatinde bulunduğumuzu arz eyleriz.”
    Sakarya Meydan Muhaberesi’nin kazanılmasından sonra, 19 Eylül 1921 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisince Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’e, “MAREŞAL” rütbesi ile “GAZİ” unvanı verilmiştir.

    19 Eylül, “GAZİLER GÜNÜ” olarak kutlanmaktadır. Gaziler gününde yapılacak törenler, Başbakanlığın 24 Ağustos 2004 tarih ve 25209 sayılı resmi gazetede yayınlanan yönetmeliği esaslarına göre düzenlenmektedir.

    19 Eylül 1921 tarihinden beri kutlanan bu önemli günde atılan mangalda kül bırakmayan hamasi nutuklar dışında elle tutulan gözle görülen neler yapıldığını çok merak ediyorum. Otoparklarda ve toplu taşıma araçlarında ücret ödemediklerini, elektrik ile su faturalarını indirimli ödediklerini, faizsiz olarak konut kredisi çekebildiklerini, devletimizin gazilerimize protez taktırdığını biliyorum. “Hiçbir şey yapılmadı.” demek elbette nankörlük olur ama yapılanların yetersiz olduğunu düşünüyorum. Övgüler karın doyurmuyor ki! Bence kuru kuru kutlama olmaz. En azından azalarını kaybetmiş gazilerimize en iyi protezler taktırılmalı, maaşları arttırılmalı, Tokilerden birer ev verilmeli ve elektrik- su- doğal gaz faturalarından tamamen muaf tutulmalıdırlar. Lütfen onlara her yıl 19 Eylül’de birer maaş ikramiye de verilsin. Kanımca bunları yapsak bile onların haklarının binde birini dahi ödeyemeyiz.

    Gazetelerde okuyoruz: “Filan gazinin protezi geri alındı.”, “ Falan gazi elektrik faturasını ödeyemediği için evine haciz geldi.”, “Filan gazi elleri protez olduğundan kimliğini göstermekte zorlanınca otobüsten atıldı.” Bunları okudukça utanıyorum. Bir de iki yıl önceki kutlamalarda çekilen bir fotoğraf var. Önde dört önemli kişi var. Yağmur yağıyor. Üç önemli kişi için şemsiye açmışlar ama dördüncü kişi kahraman gazimiz yağmurda ıslanıyor. Ona şemsiye tutan bir görevli yok. Bu fotoğraf içimi burkuyor. Her gaziler gününde gözümün önünde canlanan bir fotoğraf karesi olarak içimi sızlatıyor.

    Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Gaziler yaşayan anıtlardır.” demiş. Kahraman gazilerimiz de “Vatan sağ olsun.” diyorlar. Onlar canlarını bu millet, bu vatan için hiçe saydılar. Kahraman gazilerimizin günlerini içtenlikle kutluyorum. Vatan size minnettardır.

    ADANA.19.09.2016.SAAT: 17.00

  • Harika UFUK.”EŞİTLİK VE ADİL OLMAK”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Son günlerde “Hayat hiç de adil değil.” Sözünü çok sık duyar olduk. Ne olursa olsun hayat acısıyla tatlısıyla yaşanmaya değer. Ancak bu hayatı daha güzel yaşamak ve adil hale getirmek bir bakıma bizim elimizdedir. Elimize bir taş alıp denize attığımızda taşın düştüğü yer merkez olmak üzere gittikçe büyüyen ama derinliği azalan sudaki hareleri düşünelim. Önce kendimize sonra ailemize, çevremize, ilimize, ülkemize, dünyaya faydalı olmak için gayret etmeliyiz. Bazı insanlar ömürleri boyunca dikiş tutturamazlar ama atıp tutarlar, büyük hedeflerinden, adaletten söz ederler. Onu tanıyanlar da bıyık altından gülerek “Kendine hayrı yok ki!” derler. Yakından uzağa ilkesi gibi adil olmaya önce kendimizden, sonra ailemizden başlarsak sudaki halkalar gibi büyür gider.

    Adil olmak ailede başlar. Anne ve baba çocuklarına adil davranmadıkları zaman onlar da ileride aile kurduklarında aynı şekilde davranırlar. Kız- erkek çocuk ayırımı yapmak da adil değildir. Erkek çocuklarını üstün tutmak, kız çocuklarını hizmetkâr olarak yetiştirmek çok yanlıştır. Adil olmayan ebeveynler çocuklarının gözlerinde değer kaybederler.

    Çevremizde sevilen, sayılan bir insan olmak istiyorsak buna erişmek için gayret sarf etmeliyiz. Dürüst, çalışkan, ilkeli, merhametli, yardımsever ve adil olmalıyız. Bence bu erdemlerin içinde adil olmak ilk sıradadır. Adil olmak ne demektir? Herkese eşit davranmaktır diyeceksiniz belki… Haklıya haklı, haksıza haksız demektir. İster bu haksızlığı yapan en yakınınız olsun, ister haklı olan düşmanınız olsun gereğini yapmak gerekir. Haksız olan en yakınınız diye onun suçunu mazur göstermeye çalışmak bütün erdemlerinizi yok eder. Dürüstlüğünüzü kaybedersiniz öncelikle… İlkeli olmak çok gerilerde kalır. Yardımseverlik sıfıra iner. Merhamet yok olur. Adil olmazsanız erdemli olamazsınız bana göre…

    Geçenlerde bir karikatür gördüm. Eğitim sistemini anlatan insanı düşündüren, acı acı gülümseten bir karikatürdü. Ormanda öğretmen kürsüsünde oturan biri karşısına maymunu, pengueni, fili, foku, balığı, tilkiyi almıştı ve onlara şöyle sesleniyordu: “Adaletli bir seçim için herkes aynı sınava girecek. Hepiniz şu ağaca tırmanın.” Albert Einstein’in dediği gibi “Herkes bir dahidir. Ancak bir balığı onun ağaca tırmanma yeteneğiyle ölçmeye kalkarsanız balık tüm hayatını kendisinin aptal olduğunu düşünerek yaşayacaktır.”

    Öğretmenlik hayatım boyunca yazılı kâğıtlarını okurken öğrencilerin isimlerine bakmadım. Bilinçaltımın bir oyunu olarak acaba adil davranmaktan uzaklaşır mıyım endişesini taşıdım. Bütün öğrencilerime eşit ve adil olarak davranmaya çalıştım, zannımca da bunu başardım. Eşitlik ayrı, adil olmak ayrıdır. Bu ince çizgiye de dikkat etmeliyiz.

    Yine nette gördüğüm bir karikatürde değişik boylarda üç çocuk çizilmişti. Bu çocukların ayaklarının altına birer kasa konulmuştu. Hepsi de bir duvardan dışarıya bakmak istiyorlardı. Birinin boyu dışarıyı görmeye yetecek kadar uzundu. Diğeri parmak uçlarında yükseldiği zaman zor görebiliyordu. En kısa boylu hiçbir şey göremiyordu. Kasalar eşit yükseklikte olmalarına rağmen adil değildi bu durum elbette… En kısa olana en yükseği, orta boyluya orta yükseklikte olanı, uzun boyluya en engin kasa verildiğinde adil olabilirdik.

    Kısaca sadece çevremizde saygın insan olarak tanınmak için değil, kendimize saygımızı kaybetmemek için hayatımızın her döneminde herkese adil davranalım. Goethe’nin dediği gibi “Eğer adalet kaybolursa, insanların dünyada yaşamalarının manası kalmaz.”

    ADANA.1 EYLÜL 2016.SAAT:13.02

  • Prof. Dr. Tamilla Abbashanlı-Aliyeva.”BOYNU BÜKÜLÜ MENEKŞENİN MASALI…”

    Bu yollardan daha geçen değilim,
    Ayak izim bu yolların yarası.
    Boynu bükülü menekşeyim bu günden,
    Aman Allah’ım! Bana dokunan olmasın…

    Bu mısralar çağdaş Azerbaycan şiirinin tanınmış kadın şairlerinden olan Feride Hacıyeva’nın Boynu Bükülü Menekşeyim Bu Günden şiirinden alınmıştır. Feride Hanıma hüzün şairi desek yanılmayız. Şiirlerinin çoğunda keder kendine yer bulmuştur. Belki okurlarımız bu kederin nerden geldiğini sorabilirler. Bunu tahmin ettiğimiz için sorularını beklemeden açıklama yapacağız. Feride Hanımın soy kökü bu gün nankör komşularımız tarafından esir alınan Karabağ’a gedip çıkmaktadır. Dedeleri, anne ve babası Karabağ’ın en güzel kentlerinden olan Kubatlıdandır. Bu şehre cennetmekân desek yanılmayız. Etrafındaki dağların başı yılın on iki ayında karla örtülüdür, kuşkonmaz kayaları, dişleri donduran buz gibi pınarları, sesi dağlara, taşlara korku salan nehirleri, yamaçlarında bin bir derde ilaç olan bitkileri vardır. Diyorlar ki, zengin doğa koynunda dünyaya göz açan insanlar doğanın güzelliklerini alırmışlar. Feride de karakterini bu mucizeli doğadan almıştır. Bazen bulutlar gibi dolar, bazen güneş gibi her tarafa gülücük saçar, bazen gözlerinden pınarlar gibi billur yaşlar süzülmektedir. Şairimiz gururunu dağlardan, cömertliği Kubatlının toprağından almıştır. Ona göre dert içinde boğulsa da, ihtiyacın elinde esir olsa da bunları kimseye bildirmez, onurundan ödünç vermez. Makalenin başında Feride’nin bir şiirinden dörtlük vermişiz. F. Hacıyeva bu şiiri canı kadar sevdiği yiğit kardeşlerini ebedi dünyaya yolcu ederken yazmıştır.
    Feride’yi ben anlarım, çünkü derdimiz birdir:
    Azizim, yarasızlar,
    Yürekte yara sızlar.
    Yaralılar derdini,
    Ne bilir yarasızlar.

    Feride gibi ben de genç kardeşimi kayıp etmişim. 1979 yılının son baharında askerliğe uğurladık, Rusya’nın Arhangelsk kentinde asker idi. 1981 yılında 19 yaşından birkaç ay almıştı, görev başında patlayış oldu, 700 askerle param parça olup yerin çok derin altında kaldı. Sadece isimlerini kara bir mermere yazdılar, bir de bize bir asker şapkası verdiler, annemiz ölene kadar o asker şapkası ile konuştu, ona “Oğlum” dedi, öptü, okşadı, vasiyet etti ki, “oğlumu” benimle gömün. Onun oğul dediği bir asker şapkası idi. Şimdi Feride’nin kardeşlerinin acı talihini okuduğum zaman kardeşim Tofik hatırlıyorum, o anda Feride’nin mısraları yardımıma koşuyor:
    Ne yardımım, ne tesellim var benim,
    Hak dünyayı üstün bilip yok oldu.
    Kardeş deyip cenazeni kaldırdım,
    Aç yüreğim yüze düşüp tok oldu.

    Eski çağlardan bu güne kadar annelerimiz, bacılarımız şehit olan, dünyadan zamansız göçen oğul ve kardeşler maniler söylemişler:
    Kardeş benim gülümdür,
    Gülümdür, bülbülümdür,
    Ölse bacılar ölsün,
    Kardeş ölmek zülümdür.

    Feride Hanım şiirlerinde önemli konuları ele almıştır. Bunların içinde manevi konuların başında gelen vatan, millet, din, anne baba, vefalı hayat arkadaşı, evlat, kardeş, bacı, dost sevgisi vs. konular öndedir. Şairin şiirlerindeki bütün konuları ayırdık, inceledik, onlardan örnekler seçtik, sıraladık: Vatan, doğa, din, aşk, aile, üstatlar, ulular, Türkiye sevdası, dünya-hayat hakkında düşünceler, dertler-problemler, nostalji, iyimser, karamsar duygular vs.
    F. Hacıyeva vatan konusunu işlerken kalemini kalbinin kanına batırarak yazmıştır. Düşman elinde esir olan, mevsimleri bir birine karışan, kanlı gözyaşlarıyla yollara bakan Karabağ bu şiirlerin başkahramanıdır. Karabağ derken Feride’nin dudakları yedi yerden çatlamaktadır, gözyaşları Nisan yağmuruna dönüyor, aktıkça akıyor. Diyor ki, geceler hiç uyumuyorum, eğer azcık uyuyorumsa yüzü Karabağ’a – Kubatlı’ya taraf uyuyorum. Sevdiklerimin mezarı orda, geceler kulağıma sesler geliyor, özellikle, kutsal bayramlarımızda. Sanki beni çağırıyorlar, çünkü bayramlarda orada kalan doğmalarımın mezarları beni bekliyor, ruhlar rahatsızdırlar, çünkü mezarları ziyaret eden yoktur. Ama Feride Hanım ümidini kesmiyor, bir gün mutlaka Kubatlı’ya döneceğini biliyor ve yeminlikle diyor ki, Karabağ alınacaktır. Şair Vatan, Vatanı sevin şiirlerinde vatanın kutsallığından, ona olan sevgisinden söz açmaktadır. Ne kadar vatanı övse de Karabağ derdi içinde sızlamaktadır. Dünyayı sarsıdan ama dünyanın lakayt kaldığı Hocalı faciası Feride Hanımın bütün varlığını yerle yeksan etmiştir. Oradaki insanların başına gelen felaket ona bu gen dünyayı dar etmiştir. Hocalı derdini ilmek ilmek şirinin içine kanlı gözyaşı ile dokumuştur:
    Acılarım başkaldırmış yine de,
    Sabredemiyorum Hocalının derdine.
    Ninni deyip, okşamalar söyleyip,
    Esir düşmüş gelinine, merdine.

    Şair Hocalı’ya ağıt deyip ağlasa da yine de ümidini üzmüyor, bir gün kansızlardan kısasını alacağına, Azerbaycan bayrağını Hocalı’da dalgalandıracağına yemin ediyor. Diyor ki, Karabağ’ımın toprağı yaralıdır, bu yaralı toprak hala kendi evlatlarını – Karabağlıları hasretle beklemektedir biz onun hasretine son koyacağız.
    F. Hacıyeva’nın doğa ile ilgili şiirleri insanın manevi dünyasını ışıklandırır, bir daha mevsimleri seviyor, baharla yeniden dünyaya geliyor, yazın yağmurunda ıslanır, sonbaharda nostalji duygular kalbine hâkim oluyor. Menekşe şiirini okudukça gözlerinizin önüne kayaların dibinde boynu bükülü, cennet kokulu, gözleri sevgilinin yollarında kalan menekşe gelmektedir.
    Şair Hazar denizinin kıyısında yaşıyor ve Hazara vurgundur. Zaman zaman Hazar’ın kıyısında yosun basmış kayalara oturuyor, mavi Hazarla sohbete başlıyor, en fazla ise retlerini paylaşır Hazar’la. Doğanın her bir nimeti şaire azizdir, doğmadır. Azerbaycan’da güle kızılgül (altın gül) derler. Şair de kızılgülü çok seviyor. Çünkü Hz. Muhammet Peygamber E.S. de bu gülü çok severdi:
    Efendimin, Ağamın,
    En sevdiği güldü mü?
    Yaprakları kumaş tek,
    Yüzümüze güldü mü?

    Feride Hanım baharın gelişini çok seviyor, o mevsimi hasretle beklemektedir, o baharda arzularının gül açacağına inanmaktadır. Nisan yağmurları vatan için, sevdikleri için yanıp kavrulan yüreğine bir serinlik getirmektedir:
    Bu bahar ömrümün güzel çağıdır,
    Bu bahar kol açıp yeşillenecek.
    Yazın gül çiçekli izine düşüp,
    Arzular gümanlar çiçek açacak.

    Son bahar yani payız insanlara keder, hüzün getirmektedir. Bu hüzünden, kederden Feride Hanıma da “pay” düşmüştür. Ne kadar çalışırsa son baharın hüznünden uzaklaşa bilmiyor:
    Bu payız (son bahar) beni korkutur,
    Yüreğim tüyden asılı.
    Bu soğuk kıştan beterdir,
    Dolmuşum, içim sarsılıp.

    Feride Hanım dinimizi başı üstünde tutan şairlerimizdendir. Şiirlerinde hep dinimizi övmekte, dinimizin insanları doğruya, hakikate, güzel emellere sesleyen kurallarından söz açmaktadır. Bu şiirlere örnek olarak, Allah’ım, Allah Güzeldir Sonum; Tanrım; Tanrım Hüner Ver bana; Ya Rabbim Sana Sığınırım; Fadime’yi Zehra’dır; Razıyım; Arzuma Yetir Beni vs. şiirleri göstermek oluyor.
    Tanrım hüner ver bana,
    Bulum gönül mülkümü.
    Azat olmuş kulunum,
    Bekliyorum hükmünü.

    F. Hacıyeva Mevlana sevdalısı şairlerimizdendir, belki Azerbaycan’da Mevlana’ya onun kadar şiir yazan şair az bulunmaktadır. Feride Hanım her sene Aralık ayında Mevlana’nın vatanı Konya’da bu büyük mütefekkirin şerefine düzenlenen Şebu-Aruz törenlerine katılmaktadır. Aynı zamanda Mevlana ile ilgili sempozyumlarda da konuşma yapmıştır. Şiir yaratıcılığında Mevlana ile ilgili yazdığı eserlerinde bu büyük mütefekkirin fikirlerine, ona olan sevgisine geniş yer ayırmıştır:
    Ayağım üzülür yerden,
    Yolumu gökten salacağım.
    “Mesnevi “den gıdalanıp,
    Tanrıma yakın olacağım.

    Feride Hanım aynı zamanda Türkiye sevdalısı bir hanımefendidir. Onun Konya, İstanbul, Marmara denizi vs. hakkında şiirleri vardır. Şair şiirlerinde ata vatanımızı severek övmüş, Anadolu’yu kendine ikinci vatan saymıştır.
    Elveda demiyorum, sağ ol Konya,
    Geleceğim, vurgunum hüsnüne canım,
    Gönüller dergâhı aşk türbesisin,
    Ruhuma girmiştir hoş heyecanım.

    F. Hacıyeva duyguları ile baş başa kalan şairimizdir. Bu duygular bazen onu nostalji dünyaya götürmekte, bazen iyimser, bazen karamsar yönlere çekmektedir. Ama ne olursa olsun, Feride Hanım hayata iyimser bakışlarla bakan Hanımefendidir, ümitleri taze ter, dipdiri ve canlıdır.
    Bu gün kısmetime ne düşmüş Allah,
    Bu gün kısmetimin hoş meramıdır.
    Güneşten, yıldızdan pay düşüp bana,
    Göklere yükselmek son kararımdır.

    Onun nostalji ruhta yazılmış şiirleri bizi daha fazla duygulandırdı. Yunus’un vatanı Eskişehir’den, güzel Anadolu’muzdan elimizi uzatıp onun gözyaşlarını silmek, onunla hoş bir sohbete başlayıp derdini azaltmak istedik.
    Yaş damlası yanağımda,
    Gülüş donup dudağımda.
    Eh… Nelerin sorağında,
    O günleri gezen benim.

    Feride Hanımın iyimser ruhlu şiirleri bizim de içimizi ısıtır, bizi hayata bağlıyor, karamsarlıktan uzaklaştırır.
    Güzelliğin içindeyim,
    Hoş zamanda ses salacağım.
    Dünyam nura boyanacak,
    Ele dünyamda kalacağım.

    F. Hacıyeva Mevlana, Yunus, Nesimi yürekli bir kadındır. Üstatları gibi dünyanın insanlarına aynı gözle, aynı sevgi ile bakmakta, bütün dünyayı kucaklamakta, onlara sevgi mesajları göndermektedir. Yunus’un, Mevlana’nın sözleri her zaman kulaklarında seslenmektedir. Üstatlarından ilham alan şair dünyaya şöyle seslenmektedir.
    Bu dünyayı seviyorum,
    Nasıl varsa öylece.
    Yüreğimin acısın,
    Ben çekiyorum gizlice.

    Evet, göründüğü gibi Feride Hanım dertlerini gizlice çekiyor, dünyadaki insanlara gam, keder vermek istemiyor. Bir Azerbaycan şarkısında denildiği gibi, “Senin kederini alıp çok paha, sevinci bedava vermek isterim”. Feride Hanım da dünyada yaşayan insanlara sevincini bedava vermek isteyen hümanisttir. Biz de ona “Kümbet” ailesi adına adımlarının hayırlı olmasını dileriz.

  • Şemsettin AĞAR HOCAMIZIN Doğum Gününü Kutluyoruz!

    13256285_1211446728866042_3301236786375520299_n

    HAZAN RÜZGÂRI

    İçimi hasretin odu yakarken
    Başımda bir kara duman tütüyor
    Ellerin şafağı erken sökerken
    Benim sol yanımı sıtma tutuyor

    Sanki deli gönlüm özleme çunmuş
    Kaderim de tutup kederi sunmuş
    Herkesin bağına bülbüller konmuş
    Benim dallarımda baykuş ötüyor

    Düşmüşüm devası zor olan derde
    Öyle dert ki akıl koymadı serde
    Gözümün önüne çekilir perde
    Güneşim vaktinden erken batıyor

    Bende mi kabahat bahtım mı kara
    Ömrümce yenildim gama efkâra
    Bir gün onar diye umduğum yara
    Gün be gün makbere doğru itiyor

    Vuslat benden öte dörtnala koşar
    Ardına bakmadan dağ bayır aşar
    Seven sevdiğiyle toy edip coşar
    Benim yüreğimde hüzün yatıyor

    Umut kalmaz ise şemsin nuruna
    Kim dayanır bu firkatin zoruna
    Gelincik dererken yar onuruna
    Yokluğu Derviş’e fena batıyor

    AĞAM

    H âl-i efkârından dünyam karardı
    Ü stüme şafaklar atmıyor ağam
    N azlı gül ağladı yaprak sarardı
    K uru dalda bülbül ötmüyor ağam

    A teşlerde yandık yaz sıcağında
    R ehberi yitirdik huzur dağında
    D ram ektiğimiz gönül bağında
    A yrık otu bile bitmiyor ağam

    G urup zamanların izi bizdedir
    L ayemut sevdanın gizi bizdedir
    I şkının can suyu özü bizdedir
    A şk olmadan aşı tutmuyor ağam

    G ailen Dervişi kemirdi durdu
    A rtçı yaraları semirdi durdu
    M aşrıktan magribe çevirdi durdu
    A laca karanlık bitmiyor ağam

    * * *

    Efil efil esiyorsa hüzün
    Titriyorsa yapraklarım
    Kırağı yağıyorsa seherime
    Sensizlik ise adı Güz’ün
    Bende mevcut tüm belirtisi
    Çünkü ben Eylül çocuğuyum yar

    Boynumun büküklüğü
    Sevdamın karası
    Yüreğimin yarası
    Eylül’den gelir can

    Erken derildim
    Umarsızca öğütüldüm hasat diye
    Çarmıha gerildi başağım
    Anızım yakıldı cayır cayır
    Körpe umutlarım
    Seherin tazeliğinde
    İdam sehpasında tekmelendi
    Son isteğim sorulmadan
    Yine de yağlı urganın her ilmeğinde
    Her sabah yeniden yeniden dirildim can

    Bakma Eylül çocuğu olduğuma
    Başıma dumanlar çöreklenip
    Çileme bin çile eklense de
    Gam değil cancağızım
    Gam değil türkü gözlüm
    Sevda ırmağında yıkanmış yünüm
    Aşkın kirmeninde eğrilmişim ben
    Bilirim ki
    Öksüzlüğüm sende sonlanır
    Vuslat sende demlenir

    İsterse dört bir yanımdan vursun hançerini
    Etrafımda fır dönsün hazan
    Topuyla tüfeğiyle gelse ne yazar
    Çünkü;
    Ben ülküme
    Ben ilkeme
    Ben sana sevdalıyım can

    NEYİME BENİM

    Bana diyorlar ki bayram geliyor
    Sensiz gelen bayram neyime benim
    Yokluğun ok gibi bağrım deliyor
    Sensiz gelen bayram neyime benim

    Hasret bahçesine postumu serdim
    Bayram falan değil sensin tek derdim
    Gelsen sana bin can kurban ederdim
    Sensiz gelen bayram neyime benim

    Kentin meydanına tak mı kurulur
    Tufanlar mı diner su mu durulur
    Hatır mı bilinir hal mi sorulur
    Sensiz gelen bayram neyime benim

    Sen gideli ben de koptum sıladan
    Ayıkmadı başım türlü beladan
    Taş yağar üstüme arş-ı aladan
    Sensiz gelen bayram neyime benim

    An be an büyürken kalbimde sancı
    Yudum yudum hasret içirir hancı
    Herkes bana uzak herkes yabancı
    Sensiz gelen bayram neyime benim

    Özlemin beş vakit sabrımı sınar
    Bir gözümde ırmak birinde pınar
    Derviş dergâhına baykuşlar konar
    Sensiz gelen bayram neyime benim

  • Türkiyənin Bursa şəhərində Beynəlxalq Ərtuğrul Qazini Anma və İnegöl şənlikləri keçirilib

    \

    Türkiyənin Bursa şəhərində Beynəlxalq Ərtuğrul Qazini Anma və İnegöl şənlikləri keçirilib. Ərtuğrul Qazi Dərnəkləri Federasiyasının üzvü İnegöl Ərtuğrul Qazi Kültür və Yaşatma Dərnəyi tərəfindən keçirilən 18-cı festival üç gün davam edib.
    Tədbirdə ölkəmizi Sumqayıt şəhər “Dostluq” mədəniyyət evinin “Xəzri” xalq mahnı və rəqs kollektivi təmsil edib.
    Kollektivin İnegöl Kültür parkında və Anfiteatrda geniş konsert proqramı ilə çıxışı böyük marağa səbəb olub, “Azərbaycan suitası”, “Sarı gəlin”, “Çobanlar” və digər milli rəqslərimiz turkiyəli tamaşaçılar tərəfindən alqışlarla qarşılanıb.
    Festivalın sonunda kollektiv Bursa şəhər Bələdiyyə başçısı tərəfindən fəxri fərman və hədiyyələrlə təltif olunub.

    Sumqayıt şəhər Mədəniyyət və Turizm idarəsinin mətbuat xidməti

  • Yasemin DUTOĞLU.”KESRETTEKİ VAHDET KUDÜS-Ü ŞERİF”

    Bundan bir yıl önce niyet ettim, Kudüs’ü ziyaret etmeye. Eski dünyanın kalbine. İsra’nın durağı, Miracın basamağı, vuslatın eşiği Mescid-i Aksa’ya; arzın semavat ile en çok yaklaştığı noktaya. Nebiler ve resuller ocağı, evliyalar otağı Kudüs’e, daha doğru bir isimlendirmeyle Kudüs-ü Şerife. Hz. İbrahim’in evlatları tevhitten ırak düşeli beri değişik isimlerle anmışlar o kutlu beldeyi; Salem, Yaruşalayim, Beyt-ül Makdis, Jarusalem, Elia, Kudüs-ü Şerif… Fakat nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin, barış, esenlik, kutsîlik, Hakk’a yakinlik, arınmışlık ve arındırıcılık temel bir nüve olarak saklanmış şehrin özünde. Bazen zahir, bazen batın olsa da, hep kutsallığın başkenti olarak kalmış. Kâbe’den kırk yıl sonra onu inşa eden Hz. Âdem’den bu yana hep müminleri olmuş Kudüs’ün. Müminler için her daim bir esenlik rüzgârı esmiş o kutsi tepede… Bir dönem putlarla dolmuş, başka bir dönem çöplük olmuş, ama derler ya hani “Altın yere düşmekle tunç olmaz.’’ Sonunda bir kurtaranı bir temizleyeni, bir tevhit çizgisine döndürüvereni bulunmuş. Evet, Kudüs’ü şerif’i ziyarete niyet etmiştim etmesine ama! Ya nasip! Elimde olmayarak çıkan bir engel nedeniyle gidemedim Kudüs ziyaretine. O zamanlar hüzünlü bir dua dökülmüştü gönlümden “Allah’ım, Kudüs’ten evvel beni başka bir yere gönderme’’. Sonra aylar geçti ve o duayı unuttum gitti. Bir yıl sonra bir dizi tevafuk ve Cenab-ı Hakkın lütfu ile Kudüs ziyareti yine kapımdaydı, kıymetli bir hediye olarak hem de. O vakit, unutmuş olduğum o duamı hatırladım. Bana düşen binlerce şükür ve vesile olanlara hayır dua ile bu kıymetli hediyeyi kabul etmekti elbette… Ve işte günü gelince, 1 saat 40 dakikalık bir uçuşla Tel Aviv semalarındaydık. Cenab-ı Hakkın Kuran-ı Keriminde ‘en uzak mescit’ manasında Mescid-i Aksa diye zikrettiği ve etrafını mübarek kıldığını müjdelediği o güzel mescit yakından da yakınmış, candan içeri bir parçamızmış meğerse.
    Emaneti ehline verdiğimiz dönemlerde, atalarımıza 400 yıl hizmet etmek müyesser olmuş o beldelere. Belki de bu dönem; Kudüs’ün kuşatmalar, istilalar, yıkılıp yeniden yapılmalarla dolu tarihinde en uzun soluklu selam dönemi olmuş… Peygamber sevgisi ile dopdolu olan bu milletin izleri Kudüs’ün her yanında okunuyor hâlâ. Tarihi şehri çepeçevre kuşatan surlar Kanuni’nin eseri. Başka dinlerin müntesiplerini de kuşatıcı olsun diye kitabesinde “Lailahe illallah İbrahim Halilullah’’ yazan el Halil (Yafa) kapısından Kudüs misafirlerini 3 gün 3 gece bilâ ücret ağırlayan Sultan Hanına, oradan yoksullara asırlarca çorba dağıtan Hürrem Sultan imaretine kadar. Muhammed Şefik hattıyla Kubbet-üs Sahrayı çepeçevre kucaklayan Yasin suresinden İznik işi firuze çinilere, II. Abdülhamit’in inşa ettirdiği Hz. Fatıma mihrabından Kıble Mescidini aydınlatan kristal avizeye, II. Mahmut’un hatırası olan sakal-ı şerif mahfazasından, asırlardır süren bir gelenekle Türkiye’de dokunmuş olan halılarına kadar… Mescid-i Aksa’yı karşıdan keyifle seyreden Zeytin dağında, ordumuzun son karargâhından, köşe başlarındaki sebillere, en önemlisi o sükûn ve esenlik günlerini bizzat dedelerinden dinlemiş olan ve Türkiye denince gözleri parlayıp yüzleri gülücüklerle dolan Filistin’in mazlum ahalisine kadar, ecdadın izleri her yerde karşımıza çıkacakmış meğer, dört gün süren ziyaretimiz boyunca.
    Tel Aviv havaalanından otobüse binerek kısa bir yolculukla tam seher vaktinde Yafa’ya ulaşıyoruz. Otobüsten iner inmez, Akdeniz’in o ılıman havası eşliğinde Ezan-ı Muhammedi, bizi huzura davet ediyor. Burada ecdat yadigârı Mahmudiye camiinde sabah namazına misafir oluyor, cami çıkışı ikram edilen nane çayını yudumluyoruz. Filistin usulü güzel bir kahvaltıda soluklandıktan sonra yaklaşık bir saatlik yolculuk ardından kuşluk vaktinde, asıl menzilimiz olan Kudüs’ü Şerife varıyoruz. Zeytin Dağı’na bakan Aslanlı kapıdan şehre dâhil oluyoruz. Kadim Kudüs, taş yapıları, daracık, yer yer merdivenli sokakları, abbaralar ve kemerlerle şekillenmiş baştan ayağa taştan dokusu ile sizi sarıp sarmalıyor. Harem-i şerif sur içinin kuzey doğu köşesinde 144 bin m² lik yaklaşık dikdörtgen şeklinde bir alanı kaplıyor. Kapıda İsrail polisi girişleri denetliyor. Turistlere müdahale etmiyorlar ama Filistin halkının girişine zaman zaman engel olduklarına üzülerek şahit oluyoruz, orada kaldığımız günler boyunca. Mescid-i Aksa’mız; Kubbet-üs Sahra, Kıble Mescidi, Kadim Aksa, Mervan Mescidi ve Burak Mescidi gibi yapılar başta olmak üzere; minareler, medreseler, tekkeler, kemerler, kubbeler, sebiller, kuyulardan oluşan irili ufaklı onlarca yapı ile bezenmiş bir masal diyarı gibi. Hz. Ömer(r.a.) zamanında (638) fethedildiğinden beri her dönemin izlerini taşıyan bu mübarek tepede, zeytin ve servi ağaçlarının dingin gölgesinde, gökyüzünde bir güneş gibi parlayan altın kubbenin karşısındayız işte. Ferahlık, genişlik esenlik hissileri ile dolu bir yeryüzü cenneti sizi altı cihetten sarıp sarmalıyor.
    Muallâk kayasının zirvesini örten Arapçada kaya kubbesi anlamına gelen Kubbet-üs Sahra’nın güzelliğini anlatmak için ne söylense kelimeler kifayetsiz kalır. Gitmek, görmek, yaşamak gerek. Simgesel sekizgen planı, bin bir renk ve desende ahşap ve mozaik süslemeleri, çinileri, vitrayları ile izlemeye doyulmayan, cennet içre cennetleri çağrıştıran bir sanat şaheseri. Kubbet-üs Sahra’nın içinden muallâk kayasının altındaki ruhlar mağarasına birkaç basamakla iniliyor. Taşın yalınlığında, bir girdap gibi, insanı somuttan soyuta, bedenden ruha, dünyadan ahirete çeken bir uzlet ve tefekkür mekânı burası. Miraç gecesi Efendimiz(s.a.v)’in u’lul-azm peygamberlerle birlikte kıldığı namazın makamı. Peygamberler ve velilerin izleriyle dopdolu maneviyatı fevkalade yüksek bir alan.
    Aksa’nın kıble tarafında, Kıble mescidi yer alıyor. Kesme taştan, ortada geniş bir sahın, kenarlarda daha dar ikişer sahından müteşekkil, önünde yedili revakı ve mihrap üzerinde bir kubbesi bulunan çok sütunlu ulu camiler tipinde bir yapı burası da. Önünde kâse şadırvanı, etrafında ebediyet timsali durgun serviler ile doğuya ait bir masal gibi uzanıyor. Güneydoğu köşesinde Hz. Ömer mescidi ve yine doğu yönünde Hz. Meryem’in hatırasını yâd eden bir bölümü de ihtiva ediyor. Selahattin Eyyübî zamanından kalma bir sanat şaheseri olan ünlü minberi 1969 daki saldırıda yakılmış, şu an aynı minberin yeniden yapılmış hali süslüyor. Zaman zaman İsrail askerlerinin saldırılarına uğramış, tabiri caizse bir ‘’gazi’’ mescit. Orada kaldığımız süre zarfında kocaman kapılarından girerek dünyanın dört köşesinden gelen cemaatiyle saf tuttuğumuz, Mescid-i Nebevi’deki ezanları hatırlatan ezanlarını dinlemeye doyamadığımız, güzel bir tevafukla bir umre arkadaşımızla karşılaştığımız, namaz sırasında içinde uçuşan, insana aşina serçelerine hayran kaldığımız bir güzel mescit. Bilhassa yatsı namazlarında, son secdeden önce el açıp edilen dualar unutulmaz güzellikte idi. Yarım yamalak Türkçeleri ile bizi çay içmeye davet eden yaşlılar, cümle kapısının yanında babacığına dersini ezber eden örgü saçlı küçük kız, her sabah bizi ‘‘nasısın’’ diye Türkçe selamlayan Yusuf yüzlü çocuk, Kudüs hatırası olsun diye aldığım tespihin imamesinden düşmüş bir tespih tanesini geri dönerek getiren yaşlı kadıncağız, sakalı şerif mahfazası önünde kucaklaştığımız gül yanaklı kızlar, velhasıl, bizi “ehlen ve sehlen’’ ile selamlayan , “Ahsen-i nas’’ diye iltifat eden Filistin’in mazlum halkı, hepiniz unutulmaz güzellikte idiniz.
    Kıble Mescidi’nin alt katında Kadim Aksa denilen mescitte efendimizin miraç yolculuğuna şahitlik ettiği düşünülen 2000 yaşında sütunlar ve Meymune (r.a) annemize söylenen Hadis-i Şerifte bahsi geçen zeytinyağı kuyuları bulunuyor. Kuzey ve batı yönünde halen faal birkaç medrese, doğuda imam Gazali’nin İhya adlı eserinin bir bölümünü yazdığı bir medrese yer alıyor. Güneydoğu köşesinde, yer altında kalmış Mervan Mescidi Emevilerden kalan bir eser. Güneybatı köşesinde Efendimizin (s.a.v) burağını bağladığı düşünülen Burak Mescidi bulunuyor. Burak duvarının arka yüzü ise Yahudilerce Süleyman mabedinin bir parçası sayılan batı (Ağlama) duvarı ki; bu duvar yine Kanuni zamanında Yahudilere ibadet etmeleri için tahsis edilmiş.
    Allahın dostu Hz. İbrahim üzerinde ittifak etsek de, tevhit dininin zaman içinde müntesipleri tarafından bozulmasıyla farklı iki din olarak zuhur eden bugünkü Musevilik ve Hıristiyanlık, İslam diniyle öylesine yan yana, alt alta – üst üste ki bu şehirde… Nebi Davut (Sion) tepesinde Hz. Davut (a.s.) türbesinde Musevî kadınlarla omuz omuza dua ederken, Zeytin Dağında Hıristiyan hacılarla birlikte, bizim için Rabiat-ül Adeviyye, onlar için Maria Magdelena (ama ismi ne olursa olsun bir Hakk aşığı) hanımın huzurunda dururken, İsa (a.s)’ın göğe alındığı Yükseliş Mescidi’nde secde ederken, bir yanda dünya Hıristiyanlarının bir numaralı kutsal mekânı olan Kıyamet (Kutsal Kabir) kilisesi, karşısında fetih günü Hz. Ömer (r.a.)’in namaz kıldığı yere onun adına inşa edilmiş Hz. Ömer camii ile çevrelenmiş meydanda, Osmanlı zamanından beri süregelen bir statükoyla kilisenin anahtarlarını elinde tutan Müslüman ailenin hikâyesini dinlerken, Efendimizin miraçta aşk burağını bağladığı duvarın hemen arka yüzünde yıkık mabetleri için ağlayarak ibadet eden Yahudileri görünce, atamız İbrahim (a.s.) de birleşen tevhidin nasıl kesrete evrildiğini hissediyorsunuz. Kesretteki vahdet ve vahdetteki kesrete defalarca şahit oluyorsunuz. Bu şahitlik, Kudüs’e 35 km mesafedeki El Halil (Hebron) şehrine vasıl olduğunuzda iyice zirveye çıkıyor. Biz Müslümanlar için dördüncü haremi şerif olan Al-i İbrahim makamı burası. Hz İbrahim(a.s.) ve ailesinin kabirlerinin bulunduğu mağara üzerine haçlı hâkimiyeti sırasında (1206) yapılmış, İslam döneminde camiye çevrilmiş bir kutlu mekân. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır; El Halil şehri 1994 yılına kadar tamamen Müslümanların hâkimiyetinde bir şehirken, o yılın ramazan ayında bir sabah namazı vakti, fanatik bir Yahudi tarafından cemaate ateş açılmış, ne yazık ki çok sayıda şehit ve yaralı olmuştu. Bu olaydan sonra İsrail hükümeti güya güvenlik gerekçesiyle camiyi 9 ay süre ile kapatmış. Şehrin etrafını duvarlar ve dikenli tellerle çevirip, girişlere ancak tek kişinin geçebileceği turnikeler koymuşlar. Camiyi ortadan ikiye ayrılıp yarısını sinagog haline getirmişler. Hz. İshak (a.s,) ve refikasının makamları bizim tarafımızda, Hz. Yakup (a.s.) ve refikası ile Hz. Yusuf (a.s.)’ın makamları diğer tarafta kalmış. Minare Yahudi tarafında kaldığı için bazen ezan okumak dahi mümkün olamıyormuş. Hz. İbrahim ve Sare annemizin makamları ise tam ortada. Hz. İbrahim’in türbesine bir pencereden biz niyaz ediyoruz, diğer pencereden Yahudiler. Sadece miraç gecesi caminin tamamı Müslümanların ziyaretine, Yahudilerin bayram gününde de onların ziyaretine açılıyormuş. Belki tesis edilmiş bir barış ortamı olsaydı bu uygulama güzel karşılanabilirdi. Ama duvarlar ve dikenli tellerle çevrilmiş şehre, tam teçhizatlı İsrail askerlerinin önünden tek tek turnikelerden geçerek girebiliyorsunuz. Şehir yarı terk edilmiş hayalet kent görünümünde. Ne yazık ki etrafta görünen birkaç çocukla ihtiyar, fakirlik içinde yüzüyor. İşgal, savaş ve zilleti iliklerinize dek hissediyorsunuz burada. Yahudilerin müzikten çok gürültüye yakın duran sesleri arasında şaşırmamaya çalışarak gözyaşları içinde ettiğimiz dualar tüm gezinin en hüzünlü bölümü olarak kaydediliyor hafızamıza. Gruptan bir genç kardeşimizin okuduğu Mülk Suresi ile mülkün asıl sahibini bir kez daha hatırlıyor, Aksakallı bir dedenin okuduğu, Asr Suresi ile tefekkürümüzü taçlandırıyoruz. “Asra and olsun ki, insan hüsrandadır, ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine Hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.’’
    Yine Kudüs’e komşu şehirlerden Beytüllahim’de Hz. İsa (a.s)’ın doğduğuna inanılan beşik kilisesi ve Halhul kasabasında Hz. Yunus (a.s) makamını ziyaretten sonra Nebi Musa (a.s.) makamına doğru yol alıyoruz. Artık dünyanın en çukur yeri olan Lut gölüne çok yakın bir noktadayız. Yol boyu gördüğümüz üzüm ve zeytin bahçeleriyle dolu bereketli topraklardan eser kalmıyor. Coğrafya tamamen değişiyor ve bir tek yeşil bitkinin bile yer almadığı boz tepelerle çevrili, kupkuru bir hale dönüşüyor. Bir helak yeri olan bu aşağıların aşağısı Lut gölü ile semavata en yakın nokta olan Kudüs’ü Şerifin bu kadar yakın olması da, esfel-i salisinle ahsen-i takvim arasında gidip gelmeye müsait yaradılıştaki insanoğlunun yeryüzündeki bir tezahürü gibi anlam kazanıyor. Selahattin Eyyübî tarafından gördüğü bir rüya üzerine yapılmış olan Hz. Musa makamı türbe ve camiye zamanla gelen misafirler için bir de kervansaray ilave edilmiş. Her yıl yapılan Nebi Musa şenlikleri de Selahattin Eyyubî’den kalma bir hatıra. Kervansarayın giriş kapısı üzerinde asılı ay yıldızlı bayrağımız al rengiyle bize gülümsüyor. Huzurda Hz. Musa makamında çok latif bir koku var, herhangi bir kokulandırma yapılmadığı halde kudretten geldiği söyleniyor. Bu güzel kokuyu hayranlıkla içimize çekiyoruz.
    Kudüs-ü şerif ve civarındaki dört gün ve gece tadına doyulmaz bir rüya gibi geçip gidiyor. Gölgelerin uzadığı bir ikindi vakti Mescid-i Aksa’da kıldığımız son namazın ardından kalbimizi ardımızda bırakarak veda ediyoruz bu kutlu beldeye. Bilhassa Aksa’nın dört köşesinde koşuşturan çocuklarına son kez veda ediyoruz.
    Mescid-i Aksanın çocukları
    Mavi gözlü
    Kara gözlü çocuklar
    Ay yüzlü
    Sevgi yüklü
    Serçeler kadar hürdü
    Dilimizde ümmetin bu esir ve yetim mescidinin bir an önce hürriyetine kavuşması ve mazlum Filistin halkının barış içinde güvenle yaşayabilecekleri günlere ulaşması için ettiğimiz dualarla. Cenab-ı Hakk Hz. İbrahim’in evlatlarını tevhitte bir eylesin, bizlere de Haremeyn ile kıyaslandığında çok tenha ve mahzun kalan bu güzel beldeye tekrar ve tekrar gelmeyi nasip eylesin inşallah. Ziyaretime vesile olan sevgili kardeşim Bora Yağmur’a, Kudüs-ü Şerife gönül vermiş rehberimiz muhterem Dr. Hasan Fehmi Ulus hocama ve öğrencilik hayatını Türkiye’de geçirmiş bir Türkiye dostu olan, sevimli Türkçesiyle bize gönüllü rehberlik yapan Mescid-i Aksa inşaat işleri müdürü Mühendis Muhammed Amireh beyefendiye en kalbi teşekkürlerimle.

  • Hasan AKAR HOCAMIZIN Doğum Gününü Kutluyoruz!

    hasanakarhocamiz

    ATATÜRK’ÜN TOKAT’A GELİŞİNİN 97.YILINI KUTLUYOR,O’NU SAYGIYLA ANIYORUZ.

    Ben 26 Haziranım,
    Tokat’ta Mustafa Kemal
    Kahramanlık soyum ta Orta Asya’dan.
    Tanrı Dağlarından.
    Plevne’den.Yemen’den Sarıkamış’tan.
    Geçilmez dediğimiz Çanakkale’den
    Esarete mandaya alışık değildir.
    Zincir vurulmamış bileğim.
    Onun için Samsun dan doğar.
    Havza’da,Amasya’da,
    Dağ başlarını duman alır,
    Tokat!ta alevlenir güneşim.
    Ben 26 Haziranım.
    Kızıleniş’te tozlu yolların aktığı ırmak,
    Çamlıbel’de Köroğlu çeşmesindeyim.
    Sivas’tan Erzurum’a doğru uzanır,
    Yayla dumanına alışıktır,
    Korku bilmez yüreğim.
    Ben 26 Haziranım,
    Tokat’ta Mustafa Kemal.
    26 Ağustos’a hasretim.
    Edirne’den Van’a kadar,
    Sakarya’da zafere,
    Ve İzmir’den gelecek,
    En güzel habere.
    Ben 26 Haziranım,
    Tokat’ta Mustafa Kemal.
    Cumhuriyet’in yolu,
    Bağımsızlığın bükülmez koluyum.
    Asla sönmez.
    Sonsuza dek yanar bu meş’ale,
    Vatan olunca daima deli doluyum.

    Anne

    Ben gelirken tehlikelerle dolu dunyaya
    Yasam kefaretimi sen odedin anne
    Yasadim bu yasa yasamim sanki ruya
    Halen dunden gune kalkanim senidin anne

    Yurudum nesnelerden habersiz
    Dal budaktan sen esirgedin anne
    Cozuldu dilim heceler sirasiz
    Allah icin tercumanim senidin anne

    Kayitsiz kalamazdim ilk sozum senin adin
    Buyudukce seni mutlu etmek muradim
    Aglamam,sinirim,sevincim,inadim
    Dizine basimi koydugumda ummanim anne

    En kutsallarim arasinda aldin yerini
    Yasamim icin verdin gozunun ferini
    Okumaya yazmaya basladim ebed
    Inan kagidim kalemim senidin anne

    Dogrulugu ogrettin haramsiz dunya
    Bugun gibi hatirliyorum degil ruya anne
    Cakallar,sirtlanlar,yilanlar arasinda
    Ogudunu bastaci ettim tutuyorum anne

    Hep soylenir ya atasozu ana gibi yar
    Ana senin gibi yar bulamadim anne
    Bu dunya cok genis ama cok da dar
    Gonlun gibi genis yer bulamadim anne

    Mutlak faniyiz sende gideceksin bende
    Benden once gidersen hakkini helal et anne
    Eger ben yavrun gidersem senden once
    Hakkim sana gani gani helal olsun annecigim

    Bayrak

    Namluya sürülmüş mermi gibi öfkem
    Basmayın tetiğe patladı patlayacak
    Bu semada sadece o dalgalanacak
    Kimsenin oyuncağı değil ayyıldızlı bayrak

    Kanımızdan rengi şehidimin örtüsü al,al kırmızı.
    Korumadımı? yaşlımızı gencimizi oğlumuzu kızımızı?
    Nasıl yere atar çiğnersiniz gök kubbedeki baştacımızı?
    Hiçmi cannınız acı hissetmez hiçmi olmadı içinizde sızı

    Yurduma semsiye vatanıma milletime nöbet.
    Bu bayrağı koruyan vardı yine var olacak elbet
    Nedir bu kin nedir içinizdeki bu durmaz nefret
    Sizleri ederim şehitlere ulu mevlaya şikayet

    “Veda diyorum ,göğe bakan bu topraklara,
    Bir daha nasip olur da ,gelir miyim bilmem?
    Efkar’da damla damla soğumuş yüreğimden,
    Çoraklı’da gözyaşımı siler miyim bilmem

    Kilitlenmiş kapılar,zelveleri paslanmış,
    Bahar gelir,kepengini açar mıyım bilmem?
    Ne desem boş,yıllar geçiyor,ömür bitiyor,
    Bu dünyadan yavaş yavaş göçer miyim bilmem?”

    14 Mayıs 2016 Artvin-Şavşat
    Fotoğraf:1982-1985 yılları arasında görev yaptığım Şavşat Çoraklı Ortaokulu’nun giriş kapısı (Şimdi kapalı,viran halde)

    Elveda

    Sana bir gün diyeceğim elveda
    Ey mavi yeşilliklerden uzak sevdam
    Yeter bu kadar çektiğim cevri cefa
    Sana da bir gün diyeceğim elveda

    Temennim umarın dönersin geri
    Kalbimde müstesna daima yeri
    Sana koşan canı nı veren serseri
    Sana da bir gün diyeceğim elveda

    Elveda demek çok ama çok zor
    Yüreğimde sevdan yanan hep kor
    Sensiz bu sevda in anki olmuyor
    Sana da bir gün diyeceğim elveda

    25 Şubat 2016

    AY BALAM

    “Göçün de zamanı gelir apansız ay balam,
    Teneşir tahtasına düşer bedenimiz bir gün.
    Kalmaz mecalim,dönmek için düne ay balam,
    Omuzlar üstünde yüzeriz sessizce bir gün.

    Kış gelir,seni yetim bırakırım ay balam,
    Kilit vurulur kapıma ,tütmez ocağım bir gün.
    Buz tutar yüreğim,baharı beklerken ay balam,
    Görmeden yazı,gazel düşer bağıma bir gün.

    Sevdiklerimden koparır ecel ay balam,
    Susuz topraklar bizi bekler dönemem bir gün.
    Han bizim değil ki ,hep yolcuyuz ay balam,
    Döküversen gözün yaşını göremem bir gün.”

    21.11.2015 TOKAT

    Sen yüreklerdesin…

    “Sen yüreklerdesin,
    Tabiat,Türk eline zulümde
    Kurtlar,kuşlar ağlıyor
    Gayri göç göç diye
    Düşüyorsun yollara
    Yürüyorsun milyonlar ardında
    Türk’e yeni bir yurt kavgasında.
    Sen Asya’dasın
    Orhun Yazıtlarında
    Gök mavisi gözlerin gülümsüyor
    Bulutların arkasında
    Bilge Kağan’la,Kültigin’le
    Taşı yontuyorsun tarihe
    Tonyukuk’la yazma yarışında.
    Sen Malazgirt’tesin
    Bir Ağustos sabahında
    Alparslan’la beraber
    Ordunun ön saflarında
    Alperenler yol gösteriyor
    Ahlat,Harput,Söğüt diye
    Dört asra gizli fetih sevdasında.
    Sen Anadolu’dasın
    Selçuklu saraylarında
    Kaşların çatılıyor birden
    Dilimiz gider telaşında
    Karamanoğlu Mehmet Bey’le
    Ferman eyliyorsun ahaliye
    Çarşıda,pazarda dil uğraşında.
    Sen Fatih’lesin
    Bir çağı kapatıp
    Yeni bir çağı açma kaygısında.
    Sen Kanuni ilesin
    Barbaros’un azmiyle
    Üç kıtaya at koşturup
    Akdeniz’i Türk gölü davasında.
    Sen amansız bir savaşçı
    Çanakkale,Bingazi’de
    Dumlupınar,Kocatepe’desin
    Ve Sakarya’da eşsiz bir zaferdesin.
    İstiklal en büyük bayrağın olmuş
    Cepheden cepheye düşman üstüne
    “Ya İstiklal,Ya Ölüm” parolasında.
    Sen İstanbul’dasın
    Ankara,Kastamonu,Konya’dasın
    Ellerin tebeşir
    Kara tahta başında
    Halkınla el elesin yine
    Aydınlığa yürümek için
    Büyük inkılap savaşında.
    Sen yüreklerdesin
    Seni anlatamaz ne bir maske
    Ne göstermelik bir rozet
    Sökemezler asla içimizden
    Nakış nakış işlenmişsin
    Adın sonsuza kadar yaşar
    Vatanın her karış toprağında…”

    Yamansın be Sami

    Çözemezler seni yamansın be Sami,
    Sanıyorsun ki senden gayrisi ali,
    Sensiz n’olur Anadolu Lisesi hali,
    Müdürlük az olasın bir şehre vali.

    Şifreleri kaptın,puanları bastın,
    Bilemezler sandın,şimdi faka bastın,
    Aralık’tan sonra Cemaati astın,
    Bitiyorsun nedir kendine bu kastın.

    Öyle güçlüsün ki sendika vız gelir,
    Yalakalık, yağdanlık sana az gelir,
    Sen şahinsin artık Tokat sana kaz gelir,
    Bu devran böyle gitmez bilesen Sami,
    Rabbim büyük bize de bir gün yaz gelir.

    ADI ZEYNEL KARAGÖZ
    (1931-2001)

    “…..
    Henüz ayaklarım tanışırken toprağa,
    Bir el tutuyor ellerimi sıcacık,
    Belli ki yüreğinden taşmış,
    Unutturuyor o an kederi apaçık.
    Adı Zeynel Karagöz,
    Buyur ediyor hanesine,
    Ağaçtan yapma bir ev,
    Tanıtıyor bizi gül tanesine.
    Teneke bir kuzine harıl harıl,
    Üşümüş çiseli ruhumu ısıtıyor,
    Türkü söylerken bakır ıbrıklar,
    Bir yandan çocukluğumu ışıtıyor.
    …..
    Derken ,sarı saçlı afacan,
    Yüzleri çilli tatlı bir kız,
    Ellerime uzanıyor adı Nuran:
    “Beraber gideceğiz “diyor” yarın”
    Sonra fark ediyorum diğerini,
    Saçları örgülü bir kara kız,
    O da öğrencimmiş,
    Soruyorum :Sona Karagöz.
    ……”

    Tokat’tan Mısralar

    SELLER YÜRÜR YAMAÇLARDAN BİR GÜN

    Biz alışığız, takma kafana koca reis, fırtınaya, boraya
    Savursunlar bizi, utanmadan bir oraya bir buraya

    Dalgalara boğsunlar, çıkarsınlar gemimizi karaya
    Tabip olsalar sürdürmem merhemlerini yaraya

    İsterse karlar yağsın ,yıldırımlar düşürsünler düşümüze
    Bilirken riyakârlıkları yaptıkları gitmesin asla gücümüze

    Kapılma yeise, bu ülkede mevsimler hep kış gitmez
    Sanma ki bu çirkin karanlıklar ebedidir bir gün bitmez

    Bahar gelir elbet yüce dağlara, buzlar çözülür gün be gün
    Rahmet yağar, karlar erir, seller yürür yamaçlardan bir gün

    KOKLAYIM DEDİ OLMADI

    Bir deniz kıyısında bırakmıştım onu öksüzce tek başına
    Damla damla su sızdı hayat verdi güneşle kururken toprağa
    Aldırmadı fırtınaya, eğmedi boynunu azgın dalgalara
    Dualar etti tutundu adını veremediği bir sevdaya

    Bilemedi bu denli sevişi, utandı tabiat kol kanat gerdi
    Duysa sesini kıyıda belki unutacaktı çektiği derdi
    Vefalıydı, bir gün ilk güzde sürgüne uzandı açtı lâle
    Koklayım dedi, olmadı kader nasıl koydu lâleyi bu hâle.

    Hasan AKAR
    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği üyesi, “Kümbet” eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dergisi Genel Yayın Yönetmeni,
    Azerbaycan Gazeteçiler Birliği Sumqayıt şehir teşkilatının Günlük Analitik Haber Ajansı Türkiye temsilcisi Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

  • Emine COŞKUN.”Kolladım”

    14063966_1788829008064814_5986046338296254492_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Saate isyanda yelkovan akrep
    Ayları yılları geçtim solladım
    Şiire hüsranda kalem mürekkep
    Yazmadım zarfları bom boş pulladım
    Geleceksin diye yolu kolladım.

    Gözlerim her yerde seni arardı
    Gelmedin bak yine zaman darardı
    Yaz bahar ayında dalım sarardı
    Uçan güvercinle haber yolladım
    Geleceksin diye yolu kolladım.

    Ne deyim ben bana derdi verene
    Ömrümü gül gibi yere serene
    Oturdum masumca kara trene
    Sensiz bu şehire elim salladım
    Geleceksin diye yolu kolladım.

    Hasreti sineme bastım uyuttum
    Ben seni aşk ile sevdim büyüttüm
    İçimde çocuğu kendim eyittim
    Bülbülün olayım dedim dilledim
    Geleceksin diye yolu kolladım.

  • Riyaz DEMİRÇİ.”Keşke seni görmeyeydim”

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Tuş eyledin beni derde
    Keşke seni görmeseydim
    Kör olaydım gören yerde
    Keşke seni görmeseydim

    Bakışların almış canım
    Gözlerimden aktı kanım
    Sensiz geçmez mutlu anım
    Keşke seni görmeseydim.

    Neden bakdın bana böyle
    Konuşmadan durdun şöyle
    Aç yüreğin bana söyle
    Keşke seni görmeseydim

    Düşdü gönül meylim sana
    Kurban olum özüm sana
    Demeyeydim sözüm sana
    Keşke seni görmeseydim

    Gönlüm sana kapsın açar
    Geceleri uykum kaçar
    Ben bu aşka oldum neçar
    Keşke seni görmeseydim

    Hasret bana bakar gider
    Yüreğimi yakar gider
    Gözümden yaş akar gider
    Keşke seni görmeseydim

    Açmadı bahar yazımız
    Dinmez oldu nay sazımız,
    Böyle yazılmış yazımız
    Keşke seni görmeseydim

    Ayim günüm yerim ol sen
    Gel meleğim perim ol sen
    Cennette de hurim ol sen
    Keşke seni görmeseydim

  • Esat ERBİL.”Şan Tarihimiz”

    03

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Aslımı sorarsan kardeş, aslım Oğuz boyundan,
    İftihar ederim Türküm, soyum Selçuk soyundan,
    Allah bize nasıp etmiş, mertçe Gögtürk huyundan,
    On altı İmperatoru, tarihte kuran biziz,
    Dünya düşmanına karşı, her zaman duran biziz.

    Tarih boyunca Türklere, ne zülümler yaptılar?
    İlmi irfan Medeniyet, hep bizlerden kaptılar,
    Bu Dünyada yazı yoken , civi hattın taptılar,
    Linin kimdir, Potın’de kim, kutsal dava yolumuz?
    Yahüdiden kalan piçler, üstlerinde kolumuz.

    Çektirsinler hep bizlere, acı hasret zülümü,
    Dönmeyiz bu hak yolundan, göstersinler ölümü,
    Müslümaniz hiç dönmeyız, kırsalarda belimi,
    Aslanlarız Allah Allah, deyip durup bakarız,
    Zalimleri, kafirleri, ateş olup yakarız.

    Dünya Türkü bir olacak, tarihi döndeririz,
    Sümer medeniyetini, bir daha kondururuz,
    Yad ayakların kesipte, toprağtan göndeririz,
    Selam olsun Türk boyuna, birliği sağlayalım,
    Kanımız ırkımız birdir, bir yola bağlayalım.

    Turaneline düşman çok, engeller yolumuzda,
    Dostumuz sacedece Trktür, düşman sağ solumuzda,
    Atilla, Oğuzle Mehmmet, güçleri kolumuzda,
    Meydan okurup her kese, Allah’tandır gücümüz,
    Düşmanı rahat koymayız, alacağız öcümüz,

  • BU YIL 7. Sİ DÜZENLENEN CAHİT KÜLEBİ, “MEMLEKETİME BAKIŞ” ŞİİR YARIŞMASI SONUÇLARI BELLİ OLDU

    0900

    Niksar Belediyesi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliği ile Türk Edebiyatı’nın mümtaz şairlerinden Cahit KÜLEBİ anısına bu sene yedincisi düzenlenen “VII. Cahit KÜLEBİ, Memleketime Bakış Şiir Yarışması” neticesinde yarışmaya “Sergüzeşt” rumuzuyla katılan Ordu’dan Ertuğrul Beldağlı “Türkiye’m” adlı şiiri ile birinci oldu.
    “Bir Beylikten Öz Ülkeye Giden Yol” şiiriyle Kahramanmaraş’tan Celalettin Kurt 2. olurken Memleket” adlı şiir ile Konya’dan Deniz Garipcan üçüncü oldu.
    Dereceye giren şairlerimize Niksar Belediyesince ödül olarak yarışma 1.sine 3.000 TL, 2.sine 2.000 TL ve son olarak 3. kazanana 1.000 TL ödül verilecektir.
    Yarışma jüri üyeleri ise şu şekilde oldu: Cemal Safi/ Şair, Özdilek Özcan/ Niksar Belediye Başkanı, Yahya Akengin/ TÜRKSAV Başkanı, Ali Külebi/ Cahit Külebi’nin oğlu, Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, Mehmet Nuri Parmaksız/İLESAM Başkanı, Remzi Zengin/ Tokat Şairler Ve Yazarlar Derneği Başkanı, Hasan Akar/ İLESAM Tokat İl Temsilcisi, Mahmut Hasgül/ Şair-Yazar, Sündüs Akça/ Eğitimci-şair.
    Yarışmamızda 1. olan şiirin şairi Ertuğrul Beldağlı’nın biyografisi: 1992 yılında Samsunun Bafra İlçesinde doğan şairimiz 2015 yılında İstanbul Hukuk fakültesini bitirerek avukatlık mesleğine atıldı. İlk şiirleri yerel dergilerde yayınlandı. Türkiye genelinde düzenlenen yarışmalarda muhtelif dereceler aldı.
    Yarışmamızda birinci olan “TÜRKİYE’M” isimli şiiri:

    I.T

    Güzide bir maziyken gözlerinde tutuşan
    Ey gül kokan sevgili, gülünü tekrar kuşan…
    Seni gördüm kadim bir sevdanın nakışında
    Seni gördüm yetim bir çocuğun bakışında
    Mevlana’nın, Yunus’un her sesinde sen varsın
    Hacı Bektaş Veli’nin nefesinde sen varsın
    Gönlümden göçen kuşlar, gitmiyor dağlarından
    Çıksam bir yolculuğa mücella çağlarından
    Aşkın sırlı vaktinde sen şâyânsın Türkiye’m
    Kalbimle gördüm seni, bak âyânsın Türkiye’m

    II. Ü
    Sen zamana vurulan kırmızı bir mühürsün
    Uğrunda bir şahadet nefesi kadar hürsün
    Yalnızca senin için yere düşer yiğitler
    Toprağın cennet kokar, şahittir tüm şehitler
    Mehtabından yükselen nağmeler şimdi sussun
    Ey her taşı efsunkâr, hep kendine mah/sussun
    Coşkun yüreklerdeki asude bir baharsın
    Sen ki sonsuz olmanın tek sırrına mazharsın
    Doruklara sevdalı bir dumansın Türkiye’m
    Ay ve yıldızla süslü asumansın Türkiye’m

    III. R
    Seninle doğar günüm, seninle olur akşam…
    Bir fetih müjdesidir çehrendeki ihtişam!
    Tan vaktinde dervişler aşinadır rengine
    Mümkün mü katılmamak vecd ile ahengine?
    İmanı dirilten bir ayetsin nazarımda
    Havan, suyun, toprağın her dem intizarımda
    Maveraya akıyor sanki hep ırmakların
    Hedefisin bize yol gösteren parmakların
    Aşktan çatlayan dudak seni ansın Türkiye’m
    Senin kıvılcımında ruhum yansın Türkiye’m

    IV. K
    Aynalardan yansıyan sendeki hasret midir?
    Gönlün kutlu dergâhı senden ibaret midir?
    Biliyorum yalnızca bir memleket değilsin…
    Kutsal topraklarında başlar Hakka eğilsin!
    Sende bir gün yaşayan bir ömür bahtiyardır
    Kıyına yüz sürmeyen her deniz ihtiyardır
    Zamanı imbiğinde sanki rüya eyledin
    Varlığını kalplere malihulya eyledin
    Umudun gediğine taş koyansın Türkiye’m
    Sana meftun tablolar gül boyansın Türkiye’m

    V.İ
    Çeşmelerden sükûtu içtiğim günden beri
    Yaşıyorum içimde visal denen mahşeri
    Kulak verdim semadan hayat veren çağrıya
    Selam verdim ta içten, Edirne’den Ağrı’ya
    Sen ey yedi kıtayı kendine hayran kılan
    Ey her manzarasına sevda ile bakılan
    Rüzgârın bir can feza, yağmurun ab-ı hayat
    Tebessüm et, ölüme ölümsüzlüğü dayat
    Mazlumların ahını hep duyansın Türkiye’m
    Sen hakikat yolunda bir beyansın Türkiye’m

    VI. Y
    Özgürlük dalgalanır bir çiçek yaprağında
    Ruhum bir tohum gibi büyüyor toprağında
    Gurbete bulaşanlar yıkanıyor nehrinde
    “Sönmeyecek son ocak” yanıyor her şehrinde
    Göğsündeki her renk bir ekmeği bölüşüyor
    Ansızın gökyüzünden cana cemren düşüyor
    Her an sana geliyor, hep sana gidiyorum
    V/atanı soranlara namusumdur diyorum
    Hem gün gibi aşikâr hem nihansın Türkiye’m
    Bir memleket, bir vatan, bir cihansın Türkiye’m

    VII. E
    Aşkın sırlı vaktinde sen şâyânsın Türkiye’m
    Kalbimle gördüm seni, bak âyânsın Türkiye’m
    Doruklara sevdalı bir dumansın Türkiye’m
    Ay ve yıldızla süslü asumansın Türkiye’m
    Aşktan çatlayan dudak seni ansın Türkiye’m
    Senin kıvılcımında ruhum yansın Türkiye’m
    Umudun gediğine taş koyansın Türkiye’m
    Sana meftun tablolar gül boyansın Türkiye’m
    Mazlumların ahını hep duyansın Türkiye’m
    Sen hakikat yolunda bir beyansın Türkiye’m
    Hem gün gibi aşikâr hem nihansın Türkiye’m
    Bir memleket, bir vatan, bir cihansın Türkiye’m

    Ertuğrul BELDAĞLI/ORDU

    ***
    Yarışmamızda 2. olan şiirin şairi Celalettin Kurt’un Biyografisi: 1960 yılında Elbistan’da doğdu. İlk-Orta ve lise tahsilini Elbistan’da tamamladı. Yüksek tahsilini İstanbul Atatürk Eğitim Enstitü’sünde tamamlayarak, öğretmenliğe başladı. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik görevini sürdürdü. 2007 Yılında emekli oldu…
    Eserleri; Dolunay, Türk Edebiyatı, Uzun Sokak, Erguvan, Konevi, Yeni Horon, Kar Çiçeği, Güneysu, Seviye, İkinci Fecir, Gündönümü, Millî Eğitim, Tebeşir, Bizim Kalemler, Yeni Ufuk, Destina, Kültür Dünyası, Berceste, Türkiye Çocuk, Şafak Çocuk gibi yayın organlarında yayınlandı. Bir dönem Gündönümü, Tebeşir ve Şardağı Sanat-Edebiyat Dergilerinin yönetmenliğini yaptı. Türkiye genelinde açılan şiir yarışmalarında yedi Türkiye birinciliği, üç Türkiye ikinciliği ve üç mansiyon olmak üzere çeşitli ödüllerin sahibi oldu.

    1999 Yılında “Türkiye Çocuk Dergisi” tarafından, çocuk edebiyatına gösterdiği katkılardan dolayı “Yılın Öğretmeni” seçildi.
    Şairin bazı eserleri çeşitli sanatçılar tarafından bestelendi. Kendi bestelediği eserlerse, yine bazı sanatçıların kaset çalışmalarına girdi. Hâlen Elbistan Kaynarca Gazetesinde köşe yazıları yazıyor.

    Yarışmamızda 2. olan Şiiri:

    BİR BEYLİKTEN “ÖZ ÜLKEYE” GİDEN YOL
    Edebâli muştusu, okunurken dillerde
    Bir beylikten uzandı, devletliğe bu şehir
    Fetretteyken Türk yurdu, Filizlendi Osman’la
    Türkün gücü şahlandı, zamana oldu âhir
    Çerağları Söğüt’ün, Türk İslam’ca yanarken
    Coşkulaştı Bursa’da coşkulandı her nehir
    Edebâli muştusu, okunurken dillerde

    Destan yüklü kaleler, kuşatırken bu yurdu
    Yüreklerde aşk içre, kutlu sevdalar vardı
    Yeşil Bursa özgeydi, havasıyla, suyuyla
    Karlı başı som beyaz, pınarlar kadar ar’dı
    Dillenirken Söğüt’te, cenk türküsü yağızdan
    Gönüllere kar beyaz, feyzi iman yağardı
    Destan yüklü kaleler, kuşatırken bu yurdu

    Evliyalar şehriydi, kutlu rüyaydı Bursa
    Ulu çınar kokusu, toprağından yayılan
    Maneviyat halkası, nurlar olup yağarken
    Hak deminde çok idi, esrik olup ayılan
    Gül vaktiydi o çağ ki, güzellikler içinde
    Hak üzreydi fermanlar, hükümleri sayılan
    Evliyalar şehriydi, kutlu rüyaydı Bursa

    Dedem Korkut türküsü, kopuzlarda demliydi
    Ezgileri söylenir, erleşirdi yiğitler
    Nevbet vurur mehteran, çalınırken dev kösler
    Düşlenirdi çağ üstü, yeni yeni fetihler
    Gül düşerken kalplere, Risâletten gül renkli
    Önde giden atlıydı, Türk töreli fatihler
    Dedem Korkut türküsü, kopuzlarda demliydi

    Bir uhrevi zamandı, gül çağıydı o zaman
    Çarşısında nâzenin gül alınıp satılan
    Medeniyet kabında, yoğrulurken fikirler
    Coşkularla çok idi, âriflere katılan
    Alperenler sükûtta, aşk söylerken sûfice
    Tüm yürekler narlıydı, ateşlere atılan
    Bir uhrevi zamandı, gül çağıydı o zaman

    İlâhiydi yeşiller, Osman Bey’in yurdunda
    Üç cemrenin ardından, gelirdi sonra bahar
    Ihlamurlar, ıtırlar, duru iken cemreye
    Tatlar girerdi şehre, güller kokardı Nehar
    Ahşap evler içinde, cenge çıkan yiğidi
    Bekler idi sabırla, dualarla âhu yar
    İlâhiydi yeşiller, Osman Bey’in yurdunda

    Bir olur ‘Bir’de kalpler, tutuşurdu el ele
    Yakarlardı çerağlar, diyarlardan diyara
    Orhan gazi cehtinde, önde giden atlılar
    Bürünürdü korkusuz, Allah deyip şiara
    Kimisi “Abdal” olur, kimi Bacıyan-ı Rum
    Kimisi “Âhi” olur, kordu ilmi ayara
    Bir olur ‘Bir’de kalpler, tutuşurdu el ele

    Ulu cami kaynarı, sebil sebil akardı
    Çehrelerde nur vardı, günahlara sur vardı
    Aşk oduyla pişerdi, ikram ikram ekmekler
    Sûfi Baba himmeti, yüce dağlar kadardı
    Başladı mı Kûran’dan, Sûfi Baba hikmete
    Cümle Bursa özenir, bu himmetten tadardı
    Ulu cami kaynarı, sebil sebil akardı

    Yeşil Türbe dil verir, çağırırdı lisâna
    Erenlerin menzili, yüreklerde hay idi
    Beyazıt-ı Yıldırım, olsa da büyük Sultan
    Emir Sultan esasta, tartışılmaz Bey idi
    Bir sürurdu hırkası, Hakk lafzıydı loncası
    Emek verdiği millet, müjdelenmiş soy idi
    Yeşil Türbe dil verir, çağırırdı lisâna

    Ah! Bursa’da zamanda, çevrilirken sayfalar
    Gönlümüze geçmişten, günler geçti güllerce
    Sahaflarda eskimiş, yapraklardan hazanî
    Renkler doğdu edebî, dağarcıktan sellerce
    Ahmet Hamdi bağdarı, kitap içre sözleri
    Miras oldu söylendi, ince fikir dillerce
    Ah! Bursa’da zamanda, çevrilirken sayfalar

    Bir seyri seferdedir, Bursa’da akar zaman
    Çağlayanlı su gibi, Bursa’ya bakar zaman
    İpekleri işlenir, koza koza ağlardan
    Çarşıları süslenir, altınlarla pek yaman
    Beyzalaşır doruğu, zirveleri karlarla
    Uludağ’ın başından, hiç eksilmez sis, duman
    Bir seyri seferdedir, Bursa’da akar zaman

    Mor panjurlu evlerde, renklerin cümbüşü var
    Eski püskü kasırlar, bulunmaz nadideler
    Tarih kokan seyirde, ak çehreli taşlarla
    Burçlar göklere bakar, hâlâ görklü kaleler
    Ay buluttan çıkarken, ay buluta girerken
    Bir hoş olur ay seyri, hep oluşur hâleler
    Mor panjurlu evlerde, renklerin cümbüşü var

    Yeşil Bursa sevdasın, ‘öz ülkenin’ içinde
    Doyum olmaz seyrine, dünden gelen izine
    Tarih tarih dokunmuş, mısra mısra okunmuş
    İhtiyaç var bu çağda, nesillerin sözüne
    Özün yaşat özlettir, sözün yaşat söylettir
    Edebâli, Osman’la gir memleket gözüne
    Yeşil Bursa sevdasın, ‘öz ülkenin’ içinde
    Celalettin KURT-KAHRAMANMARAŞ
    ***
    Yarışmamızda 3. olan şiirin şairi Deniz Garipcan’ın biyografisi: 1972 Gaziantep doğumludur. Şiir yazmaya ortaokul sıralarında başlamış olup Edebiyat ve kültüre sevdalı, iki evladı olan anne, beş yıl çocuklarının öğrenim gördüğü okulda eğitim gönüllüsü olarak faaliyette bulunmuştur. Açık öğretim Kamu Yönetimi mezunu olup özel bir şirkette iş hayatına devam etmektedir.
    Şiir okumaya ilkokul sıralarında başlasa da Ortaokuldaki Türkçe öğretmeninin onun yazma yeteneğini keşfetmesi ve teşvikiyle düzenlenen çeşitli şiir ve kompozisyon yarışmalarına katılmış, katıldığı her yarışmadan derece alarak, edebiyat dünyasına ilk adımlarını atmaya başlamıştır.
    İlk ciddi araştırma yazısını lisedeyken, Türk Dünyası Tarih Dergisi’nin “Gaspıralı İsmail Bey” konulu yarışması için hazırlamış ve mansiyon ödülü almıştır.(1991)
    Serhat Kültür, Herfene, Kümbet Altında ve çeşitli dergilerde yayınlanmış şiir ve makaleleri bulunmaktadır. Üçyüzden fazla şiiri, çeşitli makale ve araştırma yazıları bulunmakla birlikte basılmış herhangi bir kitabı bulunmamaktadır. 2008 yılından bu yana şiirlerinde mahlas kullanmaktadır.

    Yarışmamızda 3. olan şiiri:

    MEMLEKET

    Kimine gurbetti kimine sıla,
    Zannetme sadece taştı memleket!
    Gönül ülkemizde, meşkten hasılâ
    Kirpikte asılı yaştı memleket!

    Ateşi sönmeyen yürekteki har,
    Çiçeği, çimiyle yemyeşil bahar
    Karanlık gecede ufukta seher
    Çember çevirdiğim düştü memleket!

    Beşiğe kol veren dikili ağaç,
    Papatyalarından takındığım taç,
    Baba gibi asil, anaydı güleç
    Yüreğe sardığım eşti memleket!

    Kuş gibi içimde çırpınan umut,
    Özgür düşlerimde yürüyen bulut,
    Ninniler, masallar ve Dedem Korkut!
    Nasılda içimde coştu memleket!

    Yüzümü okşayan Ay’ın ışığı,
    Ayağımı öpen taştan eşiği,
    Annemin ekmeği, tahta kaşığı
    Borcu burcu tüten aştı memleket!

    Kırında koşturan ah deli taylar!
    Güneşin rengini alan buğdaylar,
    Közün üzerinde demlenen çaylar,
    Hasreti bağrımı deşti memleket!

    Ne çabuk büyüdü dün doğan çocuk?
    Bayramlık giydiğim maviden gocuk,
    Biz mi tez büyüdük zaman mı küçük?
    Düşlerim bağrına koştu memleket!

    Dumanlı dağlara yakılan türkü,
    Sensin özlemimin giydiği kürkü,
    Son kez görmek için çektiğim korku,
    Aşksız gönüllerde boştu memleket!

    Gökyüzüne bakıp yıldız saydığım,
    Bitimsiz sızıyla özlem duyduğum,
    Ölsem de toprakla nikâh kıydığım,
    Aşkıyla dolduğum hoştu memleket!

    Ruhumun aktığı billurdan dere,
    Bayrağı gönlümün çektim göndere,
    Can verdiğim canım hem milyon kere;
    Sevdalar içinde baştı memleket!

    Deniz GARİPCAN

  • Esat ERBİL.”Şefkatlı TÜRKÜZ”

    03

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    Not :
    Tarih boyunca Türk Halkımız şerefi şanı ile yer yüzünde tanılan meşhür bir Milletiz, Tarihte ilk medeniyet kuran ve ilk kez olarak Resim ve şekillerden kurtararak ve tüm insaniyete yazı harfleri icad eden atalarımızın atası Sümerler Civi hat ile tarihe damğasını vurup altın harflarla adımızı geçmişlerdir, işte biz onların torunlarıyız. Mazlümlara bel, zalimlere karşı çıkmışız. Hiç bir Millet Bütün Tarih boyunca bizim gibi 16 İmperatorluk kurmamışlardır, böylece İnsanlara hepsine Ölmez bir Örnek olmuşuz. Bu yüzdende Büyük Atamız söylemiş ki : Türkün dostu Türkten başka olmaz.

    Şiir : Esat ERBİL

    Duysun beni, duymayanlar,
    Devrim yapan, gelen Türküz,
    Taş üste taş, koymayanlar,
    Selçuklardan, kalan Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

    Hangi Millet, bizim kadar,
    Acı çekip, hemde keder,
    Mezlümlere, yardım eder,
    Gög Türklerden, olan Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

    Çin Surunu, aşan biziz,
    Toprak için, koşan biziz,
    Savaşlarda, bişen biziz,
    Atillanı, bilen Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

    Hep sultanlık, bize uyar,
    Türk tarihin, her kez duyar,
    Düşman gözün, her an oyar,
    Cengizhandan, gelen Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

    Vaktı geldi, birleşmenin,
    Topraklarda, yerleşmenin,
    Birbirmizle, sarlaşmanın,
    Türkmenlerden, olan Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

    Annelerde, yeter gülsün,
    Yazık bunca, canlar ölsün,
    Dostla düşman , hepsi bilsin,
    Tatarlardan, gelen Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

    Parçalandı, yazık yurdum,
    Ne heyallar, birden kurdum,
    Son durakta, bildim durdum,
    Bize dost yok, bilen Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

    Türkiye Irak, Kubrus Azer,
    Yara derin, olduk bezar,
    Haydi gençler, yeter azar,
    Süryedeki, dalan Türküz,
    Şefkat dolan, bilen Türküz.

  • Riyaz DEMİRÇİ.Yeni şiirler

    rdh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Irak temsilcisi

    KARA GÖZLÜM

    Günlerimi zehir ettin
    Göz yaşımı nehir ettin
    Bir mücize sihir ettin
    Kara gözlüm taş yüreklim.

    Sen gündüzüm gecem oldun
    Şu gönlüme neden doldun
    Öldürmeye beni buldun?
    Kara gözlüm taş yüreklim.

    Ne bir kere cevab verdin
    Ne bahçemden bir gül derdin
    Söyle,konuş nedi derdin
    Kara gozlüm taş yurekliım

    Sensiz dünyam boşdu bana
    Hasretin de hoşdu bana
    Dert yürüdü koşdu bana
    Kara gözlüm taş yüreklim

    Tutmadım hiç elini ben
    Sarmadım ki belini ben
    Okşamadım telini ben
    Kara gözlüm taş yüreklim

    Bu sevdadan vazmı geçim
    cana kıyım,candan keçim
    O dünyama belki köçüm
    Kara gözlüm taş yüreklim

    BİR AZ

    Aç kolunu,ömrüm günüm
    Kucağına gelim bir az.
    Bihuş olum kollarında,
    vusalından ölüm bir az.

    Okşayım ipek telini
    Bilim ben senin dilini
    Olursun anam gelini
    Senle derdim bölüm bir az

    Dikilsin gözüm gözüne
    Doyunca bakım yüzüne
    Hasretim tatlı sözüne
    Derdi atım gülüm bir az

    Parmagına elyans takım,
    Ellerine kına yakım
    Ömrüm boyu sana bakım
    Senle mutlu olum bir az

    Sen Riyaza can olmuşsun
    Damarında kan olmuşsun
    Şeref namus şan olmuşsun
    Gel kadanı alım bir az

  • Harika UFUK.”Mersin güzellemesi”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Konargöçer Türklerin adını taşır şehir,
    Berdan Çayı özeldir, Göksu gizemli nehir,
    Gezip görün mutlaka sakın etmeyin tehir,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    Baharı, yazı güzel, bir başkadır ekimler,
    Cilalı taştan beri kimler geçmemiş kimler,
    Her birinden armağan kalmış tarihi imler,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    Geçmiş canlanır birden gözlerimin gördüğü,
    Yumuktepe bambaşka, Gözlükule höyüğü,
    Aya Tekla hac yeri Vatikan’ın dediği,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    Mezitli’ye varanın nutku tutulur önce,
    Mavi- yeşil kol kola Erdemli’ye gelince,
    Eşsiz güzellikleri seyreder ince ince,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    On altı ilimizden daha büyüktür Tarsus,
    Şelalesi çağlarken iç sesini dinle sus,
    Şahmeran’ın öyküsü etkileyici husus
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    Güneyde en uç nokta pek güzeldir Anamur,
    Çamlıyayla’ya giden orman havası solur,
    Gülnar’ı gezen herkes moralle neşe bulur,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    Dünyaca tanınmıştır Silifke’nin yoğurdu,
    Bu güzel insanları Türk kadını doğurdu,
    Evladın hamurunu emek emek yoğurdu,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    Erdemli Kız Kalesi, Bozyazı, Aydıncık, Mut
    Toroslar, Yenişehir gözlerimizde umut,
    Papatyadan fallarda seviyor sevmiyor tut,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    Harika vatanımın çok güzeldir her ili,
    Türkiye’mde herkesin bülbülce şakır dili,
    Çalışkandır milletim öpülsün kutlu eli,
    Ülkemin güneyinde liman kentidir Mersin,
    Akdeniz’i görenler muradına tez ersin.

    15 MART 2016
    SAAT:11.28
    NOT: Türkiye Sevdası isimli projeye kaynak oluşturmak için Türkiye genelinde geleneksel olarak tertiplenen 19. Hikmet Okuyar Ödüllü Şiir Yarışması’nda “Mersin Güzellemesi” isimli eseriyle 19 Mayıs 2016 tarihinde Türkiye birincisi oldu.

  • Harika UFUK

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Adana’da doğdu. Öğrenim hayatına İstanbul’da Çengelköy İlkokulu’nda başladı. İstanbul Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Bölümünü bitirdi. Aynı yıl Ankara Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni kazandı. Adana’da Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı. Şiir, öykü, deneme, çocuk öyküleri, çocuk şiirleri ve çocuk oyunları yazdı. Yazdığı oyunların yanı sıra başka tiyatro eserleri de sahneye koydu. Çeşitli yarışmalarda Türkiye birincilikleri başta olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında pek çok ödül aldı.

    “Çiçek Açtı Yalnızlığım” ilk şiir kitabıdır. Gürcistan’da da çevirisi yapılarak yayınlandı. 2006’da Mersin Üniversitesinde öğrencilere verilen ’’Başarılı İnsanlar’’ konulu ödeve konu oldu. “Canım Türkiye’m” adlı 2. şiir kitabı âşık tarzıdır. Bu kitabı da Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Tamilla Aliyeva tarafından incelendi. 2008’de Azerbaycan’dan yaratıcılık ödülü kazandı. Azerbaycan Şairler Meclisi tarafından verilen Mahsati Gencevi Sanat Ödülünü aldı. Bakü Devlet Üniversitesi Profesörlerinden Karina Minasyan Abdülvahapzade öğrencilerine doçentlik ve doktora tezi olarak Harika Ufuk’u inceleme konusu olarak verdi ve şairin pek çok şiirini Azericeye çevirdi.

    Serbest tarzda yazılmış şiirlerinden oluşan 3. Şiir kitabı “Güz İkindisi” 2011 Kasım’ında; 4. Şiir kitabı mahlaslı hece şiirlerinden oluşan “Çocukluğum Sende Kaldı İstanbul” 2012 Nisan’ında; “Pembe Düşler Sandalı” adlı 5. şiir kitabı 2015 Ocak’ında Ekinsanat Yayınevinden çıktı. “Yağmurdaki Düş İzleri” adlı öykü kitabı 2014 Ocak ayında Ankara Ürün Yayınevi tarafından yayımlandı.

    İhsan Işık’ın hazırladığı Elvan Yayınları Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi ile yurt içinde ve yurt dışında çeşitli antolojilerde yer aldı. Ötekileriz Sanat Grubu’nun bilimsel olarak yaptığı araştırmaya göre Türkiye’nin en önemli 100 kadın şairi arasındadır. Çukurova Halk Ozanları Kültür ve Araştırma Derneği Başkanlığında bulundu. Türkiye’deki Halk Ozanı Dernekleri arasında ilk ve tek kadın başkan oldu. 5 Mayıs 2012’de Türkiye’de “Yılın Şairi” olarak seçildi. “Ödüllere doymayan Adanalı harika şair” olarak adlandırıldı. Şiirleri yurt içinde ve yurt dışında pek çok besteci tarafından bestelendi. Şiirleri pek çok dile çevrildi. Türkiye’de ve yurt dışında çeşitli gazetelerde, dergilerde, internet sitelerinde köşe yazıları, şiirleri, röportajları yayınlanmaktadır. Yayımlanmaya hazırlanan 16 kitabı daha vardır.

  • BU YIL 7. Sİ DÜZENLENEN CAHİT KÜLEBİ, “MEMLEKETİME BAKIŞ” ŞİİR YARIŞMASI SONUÇLARI BELLİ OLDU

    1445

    Niksar Belediyesi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliği ile Türk Edebiyatı’nın mümtaz şairlerinden Cahit KÜLEBİ anısına bu sene yedincisi düzenlenen “VII. Cahit KÜLEBİ, Memleketime Bakış Şiir Yarışması” neticesinde yarışmaya “Sergüzeşt” rumuzuyla katılan Ordu’dan Ertuğrul Beldağlı “Türkiye’m” adlı şiiri ile birinci oldu.
    “Anadolu: Taç-Neşide, Düş-Saray” adlı şiir ile Erzurum’dan Bengisu Sümeyye Polat 2. olurken, “Bir Beylikten Öz Ülkeye Giden Yol” şiiriyle Kahramanmaraş’tan Celalettin Kurt üçüncü oldu.
    Dereceye giren şairlerimize Niksar Belediyesince ödül olarak yarışma 1.sine 3.000 TL, 2.sine 2.000 TL ve son olarak 3. kazanana 1.000 TL ödül verilecektir.
    Yarışma jüri üyeleri ise şu şekilde oldu: Cemal Safi/ Şair, Özdilek Özcan/ Niksar Belediye Başkanı, Yahya Akengin/ TÜRKSAV Başkanı, Ali Külebi/ Cahit Külebi’nin oğlu, Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, Mehmet Nuri Parmaksız/İLESAM Başkanı, Remzi Zengin/ Tokat Şairler Ve Yazarlar Derneği Başkanı, Hasan Akar/ İLESAM Tokat İl Temsilcisi, Mahmut Hasgül/ Şair-Yazar, Sündüs Akça/ Eğitimci-şair.
    Yarışmamızda 1. olan şiirin şairi Ertuğrul Beldağlı’nın biyografisi: 1992 yılında Samsunun Bafra İlçesinde doğan şairimiz 2015 yılında İstanbul Hukuk fakültesini bitirerek avukatlık mesleğine atıldı.İlk şiirleri yerel dergilerde yayınlandı. Türkiye genelinde düzenlenen yarışmalarda muhtelif dereceler aldı.
    Yarışmamızda birinci olan “TÜRKİYE’M” isimli şiiri:
    I.T
    Güzide bir maziyken gözlerinde tutuşan
    Ey gül kokan sevgili, gülünü tekrar kuşan…
    Seni gördüm kadim bir sevdanın nakışında
    Seni gördüm yetim bir çocuğun bakışında
    Mevlana’nın, Yunus’un her sesinde sen varsın
    Hacı Bektaş Veli’nin nefesinde sen varsın
    Gönlümden göçen kuşlar, gitmiyor dağlarından
    Çıksam bir yolculuğa mücella çağlarından
    Aşkın sırlı vaktinde sen şâyânsın Türkiye’m
    Kalbimle gördüm seni, bak âyânsın Türkiye’m

    II.Ü
    Sen zamana vurulan kırmızı bir mühürsün
    Uğrunda bir şahadet nefesi kadar hürsün
    Yalnızca senin için yere düşer yiğitler
    Toprağın cennet kokar, şahittir tüm şehitler
    Mehtabından yükselen nağmeler şimdi sussun
    Ey her taşı efsunkâr, hep kendine mah/sussun
    Coşkun yüreklerdeki asude bir baharsın
    Sen ki sonsuz olmanın tek sırrına mazharsın
    Doruklara sevdalı bir dumansın Türkiye’m
    Ay ve yıldızla süslü asumansın Türkiye’m

    III.R
    Seninle doğar günüm, seninle olur akşam…
    Bir fetih müjdesidir çehrendeki ihtişam!
    Tan vaktinde dervişler aşinadır rengine
    Mümkün mü katılmamak vecd ile ahengine?
    İmanı dirilten bir ayetsin nazarımda
    Havan, suyun, toprağın her dem intizarımda
    Maveraya akıyor sanki bep ırmakların
    Hedefisin bize yol gösteren parmakların
    Aşktan çatlayan dudak seni ansın Türkiye’m
    Senin kıvılcımında ruhum yansın Türkiye’m

    IV.K
    Aynalardan yansıyan sendeki hasret midir?
    Gönlün kutlu dergâhı senden ibaret midir?
    Biliyorum yalnızca bir memleket değilsin…
    Kutsal topraklarında başlar Hakka eğilsin!
    Sende bir gün yaşayan bir ömür bahtiyardır
    Kıyına yüz sürmeyen her deniz ihtiyardır
    Zamanı imbiğinde sanki rüya eyledin
    Varlığını kalplere malihulya eyledin
    Umudun gediğine taş koyansın Türkiye’m
    Sana meftun tablolar gül boyansın Türkiye’m

    V.İ
    Çeşmelerden sükûtu içtiğim günden beri
    Yaşıyorum içimde visal denen mahşeri
    Kulak verdim semadan hayat veren çağrıya
    Selam verdim ta içten, Edirne’den Ağrı’ya
    Sen ey yedi kıtayıkendine hayran kılan
    Ey her manzarasına sevda ile bakılan
    Rüzgârın bir can feza, yağmurun ab-ı hayat
    Tebessüm et, ölüme ölümsüzlüğü dayat
    Mazlumların ahını hep duyansın Türkiye’m
    Sen hakikat yolunda bir beyansın Türkiye’m

    VI.Y
    Özgürlük dalgalanır bir çiçek yaprağında
    Ruhum bir tohum gibi büyüyor toprağında
    Gurbete bulaşanlar yıkanıyor nehrinde
    “Sönmeyecek son ocak” yanıyor her şehrinde
    Göğsündeki her renk bir ekmeği bölüşüyor
    Ansızın gökyüzünden cana cemren düşüyor
    Her an sana geliyor, hep sana gidiyorum
    V/atanı soranlara namusumdur diyorum
    Hem gün gibi aşikâr hem nihansın Türkiye’m
    Bir memleket, bir vatan, bir cihansın Türkiye’m

    VII.E
    Aşkın sırlı vaktinde sen şâyânsın Türkiye’m
    Kalbimle gördüm seni, bak âyânsın Türkiye’m
    Doruklara sevdalı bir dumansın Türkiye’m
    Ay ve yıldızla süslü asumansın Türkiye’m
    Aşktan çatlayan dudak seni ansın Türkiye’m
    Senin kıvılcımında ruhum yansın Türkiye’m
    Umudun gediğine taş koyansın Türkiye’m
    Sana meftun tablolar gül boyansın Türkiye’m
    Mazlumların ahını hep duyansın Türkiye’m
    Sen hakikat yolunda bir beyansın Türkiye’m
    Hem gün gibi aşikâr hem nihansın Türkiye’m
    Bir memleket, bir vatan, bir cihansın Türkiye’m
    Ertuğrul BELDAĞLI/ORDU

    Yarışmamızda 2. olan şiirin şairi Bengisu Sümeyye POLAT’ın biyografisi: 1989 yılında Erzurum’da doğan şairemiz Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Programları ve Öğretiminde Yüksek Lisans eğitimi aldı. Çeşitli platformların düzenlediği şiir,makale ve hikâye dallarında ödüller kazandı. Halen Erzurum/Palandöken-İbrahim Hakkı Kubilay İmam hatip Ortaokulu Fen Ve Teknoloji öğretmeni olarak görev yapmaktadır.

    Yarışmamızda 2. olan şiiri:
    ANADOLU: TAÇ-NEŞİDE, DÜŞ-SARAY
    I/
    Kaç gök ekin sokulur asırlık sözlerine
    İpek/ten eşiğinde nevbahar aynası var
    Merhamet ceylan gibi sığınmış gözlerine
    Huzuruna çağrılır zümrüt kanatlı kuşlar
    Sarnıcında cilveli, neftî denizin sesi
    Cemâlinde bir fağfur Japon tasıbûsesi
    Âteş-i mugân yankı, muhayyel bir niyazsın
    Nevrûze ferâceli, gökçekimli ilk yazsın
    Yedi renk, ulu günden, bir kelebek etkisi
    Ey sütanne, cansuyu; göklerin mavi süsü
    Suzidilden segâha kuğuların türküsü

    II/
    Nâzenin baharlardan şeffaf gamzeler gibi
    Zaman, solmaz hüznüne yüz görümlüğü takmış
    Hikmet burcu, hercai, ey sırların sahibi
    Hicap, yüzünü öpen mütebessim duvakmış
    Bir şebnem damlasın yapraklarda kaç asır
    Her ân’ın izdüşümü ellerinde dağılır
    Gergefinde gümüşten kumaş dokur aytığı
    Yüzünde gül izleri, yakamoz kırışığı
    Bu gölge oyununda sırrın, pırıl pırıldır
    Sen masmavi usare, bir dalgasın enginde
    Üveyikler uçuşur yeşil eteklerinde

    III/
    Damla damla ışıklar serpilmiş yollarına
    Başucundaki yıldız, safir gece kandilin
    Sığındım düş sarayı mahpeyker kollarına
    Her geçen beyaz bulut su perisi mendilin
    Çavlanlar kanatlanıp nevâ-kâr’a bürünür
    Leylak çiçeği gölgen, sanki yerde sürünür
    Yanağın portakaldır, dudakların kııl nar
    Esrârlı kâkülünden esen yeledir rüzgâr
    Bahar açar gamzende seyran diye görünür
    Kristal libasını, kadîm resimler süsler
    Hâline nazar kılar gökten inmiş sülüsler

    Mükerrer meskûnumsun; solukların kevserim
    Gün akşama dönenede dağdan yokuş yukarı
    Dar sokaklı evlerde, neşve bulur kederim
    Simli baharat sarar taşları, toprakları
    Müjgân gölgende açar pürtelaş yasemenler
    Billûr revnaklarının tarhında son çimenler
    Sûfi kervan, hümayun, sığar mı kabuğuna
    Zerren bile yüklenir mânânın doruğuna
    Bir zahmet ezgizidir, gök sorguçlu Gülşenler
    Sümbülî dem, ipek şal, gülbanklarla duvaklı
    Sende süzülür ahenk, sende ışıklar saklı

    V/
    Medereseler gam tutmuş, vaktüzre buğulanmış
    Sedef kakmalı sandık, güneşin gözbebeği
    Dökülmüş teşrinlerin, simyası ağulanmış
    Gizli ve âşikarsın ay’ın kaybolmuş yeri
    Taş baskılı tülbentsin, imgenin baygın tadı
    Mermerlerden oyulmuş bir güvercin kanadı
    Taç kapından geçerken rüyâ bu zannedilir
    Renkler, sesler, ışıklar… son tuğraya çekilir
    Kadîm bir inceliksin; münzevî aşkın adı
    Kirpiğinin ucundan gül tohumu yağıyor
    Bulutlar saçlarını bulutlara sağıyor

    VI/
    Bimarhane münkesir, nûrâyini ufukta
    Bir buğday tanesinde, saydam söz, kırkbirayet
    Gazelhanlar cönkünü, zikrettim bir solukta
    Söz evinde tıfl-ı naz, eşik ötesi hayret
    Bir kardelen yankıdır kilimlerde nakışın
    Her turunç saçağından nüksediyor bakışın
    Hercai baharlara yüzünün şavkı vurur
    Hüsn-i masumiyetin zamana karşı durur
    Ta’lik bir rüya mıdırtıyneti pâkakışın
    Şölendir huzurunda yüzüne nâzâr kılmak
    Bir ıtır menkıbedir hayâlinle yaşamak

    VII/
    Mahfuz sükûnetini, sırlı bedesten sandım
    Işık ve dua ve sen; raks eder leyl ü nehâr
    Nalân olup ney gibi mutlaka her gün yandım
    Vuslatın muştugâhtır, erguvanî nevbahar
    İsmi cemil, mihrâce, tılsımlı, aşkın-verâ
    Âşkaremz olan lâle,şerh edilmez manzara
    Çerâğını kor nefesi bir mücerret âyinsin
    Âteşefruz sırların, görklü şehrâyinisin
    Adil ve bilge toprak, ipek tenli dilâra
    Anadolu; cenk kasrı; sahradaki sûfiay
    Gül sesi, gün incesi; taç-neşide, düş-saray
    Bengisu Sümeyye POLAT-ERZURUM

    Yarışmamızda 3. Olan şiirin şairi Celalettin Kurt’un Biyografisi: 1960 Yılında Elbistan’da doğdu. İlk-Orta ve lise tahsilini Elbistan’da tamamladı. Yüksek tahsilini İstanbul Atatürk Eğitim Enstitü’sünde tamamlayarak, öğretmenliğe başladı. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik görevini sürdürdü. 2007 Yılında emekli oldu…
    Eserleri; Dolunay, Türk Edebiyatı, Uzun Sokak, Erguvan, Konevi, Yeni Horon, Kar Çiçeği, Güneysu, Seviye, İkinci Fecir, Gündönümü, Millî Eğitim, Tebeşir, Bizim Kalemler, Yeni Ufuk, Destina, Kültür Dünyası, Berceste, Türkiye Çocuk, Şafak Çocuk gibi yayın organlarında yayınlandı. Bir dönem Gündönümü, Tebeşir ve Şardağı Sanat-Edebiyat Dergilerinin yönetmenliğini yaptı.Türkiye genelinde açılan şiir yarışmalarında yedi Türkiye birinciliği, üç Türkiye ikinciliği ve üç mansiyon olmak üzere çeşitli ödüllerin sahibi oldu.

    1999 Yılında “Türkiye Çocuk Dergisi” tarafından, çocuk edebiyatına gösterdiği katkılardan dolayı “Yılın Öğretmeni” seçildi.
    Şairin bazı eserleri çeşitli sanatçılar tarafından bestelendi. Kendi bestelediği eserlerse, yine bazı sanatçıların kaset çalışmalarına girdi. Hâlen Elbistan Kaynarca Gazetesinde köşe yazıları yazıyor.

    Yarışmamızda 3. olan Şiiri:
    Bir Beylikten “Öz Ülkeye” Giden Yol

    Edebâli muştusu, okunurken dillerde
    Bir beylikten uzandı, devletliğe bu şehir
    Fetretteyken Türk yurdu, Filizlendi Osman’la
    Türkün gücü şahlandı, zamana oldu âhir
    Çerağları Söğüt’ün, Türk İslam’ca yanarken
    Coşkulaştı Bursa’da coşkulandı her nehir
    Edebâli muştusu, okunurken dillerde

    Destan yüklü kaleler, kuşatırken bu yurdu
    Yüreklerde aşk içre, kutlu sevdalar vardı
    Yeşil Bursa özgeydi, havasıyla, suyuyla
    Karlı başı som beyaz, pınarlar kadar ar’dı
    Dillenirken Söğüt’te, cenk türküsü yağızdan
    Gönüllere kar beyaz, feyzi iman yağardı
    Destan yüklü kaleler , kuşatırken bu yurdu

    Evliyalar şehriydi, kutlu rüyaydı Bursa
    Ulu çınar kokusu, toprağından yayılan
    Maneviyat halkası, nurlar olup yağarken
    Hak deminde çok idi, esrik olup ayılan
    Gül vaktiydi o çağ ki, güzellikler içinde
    Hak üzreydi fermanlar, hükümleri sayılan
    Evliyalar şehriydi, kutlu rüyaydı Bursa

    Dedem Korkut türküsü, kopuzlarda demliydi
    Ezgileri söylenir, erleşirdi yiğitler
    Nevbet vurur mehteran, çalınırken dev kösler
    Düşlenirdi çağ üstü, yeni yeni fetihler
    Gül düşerken kalplere, Risâletten gül renkli
    Önde giden atlıydı, Türk töreli fatihler
    Dedem Korkut türküsü, kopuzlarda demliydi

    Bir uhrevi zamandı, gül çağıydı o zaman
    Çarşısında nâzenin gül alınıp satılan
    Medeniyet kabında, yoğrulurken fikirler
    Coşkularla çok idi, âriflere katılan
    Alperenler sükûtta, aşk söylerken sûfice
    Tüm yürekler narlıydı, ateşlere atılan
    Bir uhrevi zamandı, gül çağıydı o zaman

    İlâhiydi yeşiller, Osman Bey’in yurdunda
    Üç cemrenin ardından, gelirdi sonra bahar
    Ihlamurlar, ıtırlar, duru iken cemreye
    Tatlar girerdi şehre, güller kokardı Nehar
    Ahşap evler içinde, cenge çıkan yiğidi
    Bekler idi sabırla, dualarla âhu yar
    İlâhiydi yeşiller, Osman Bey’in yurdunda

    Bir olur ‘Bir’de kalpler, tutuşurdu el ele
    Yakarlardı çerağlar, diyarlardan diyara
    Orhan gazi cehtinde, önde giden atlılar
    Bürünürdü korkusuz, Allah deyip şiara
    Kimisi “Abdal” olur, kimi Bacıyan-ı Rum
    Kimisi “Âhi” olur, kordu ilmi ayara
    Bir olur ‘Bir’de kalpler, tutuşurdu el ele

    Ulu cami kaynarı, sebil sebil akardı
    Çehrelerde nur vardı, günahlara sur vardı
    Aşk oduyla pişerdi, ikram ikram ekmekler
    Sûfi Baba himmeti, yüce dağlar kadardı
    Başladı mı Kûran’dan, Sûfi Baba hikmete
    Cümle Bursa özenir, bu himmetten tadardı
    Ulu cami kaynarı, sebil sebil akardı

    Yeşil Türbe dil verir, çağırırdı lisâna
    Erenlerin menzili, yüreklerde hay idi
    Beyazıt-ı Yıldırım, olsa da büyük Sultan
    Emir Sultan esasta, tartışılmaz Bey idi
    Bir srurdu hırkası, Hakk lafzıydı loncası
    Emek verdiği millet, müjdelenmiş soy idi
    Yeşil Türbe dil verir, çağırırdı lisâna

    Ah! Bursa’da zamanda, çevrilirken sayfalar
    Gönlümüze geçmişten, günler geçti güllerce
    Sahaflarda eskimiş, yapraklardan hazanî
    Renkler doğdu edebî, dağarcıktan sellerce
    Ahmet Hamdi bağdarı, kitap içre sözleri
    Miras oldu söylendi, ince fikir dillerce
    Ah! Bursa’da zamanda, çevrilirken sayfalar

    Bir seyri seferdedir, Bursa’da akar zaman
    Çağlayanlı su gibi, Bursa’ya bakar zaman
    İpekleri işlenir, koza koza ağlardan
    Çarşıları süslenir, altınlarla pek yaman
    Beyzalaşır doruğu, zirveleri karlarla
    Uludağ’ın başından, hiç eksilmez sis, duman
    Bir seyri seferdedir, Bursa’da akar zaman

    Mor panjurlu evlerde, renklerin cümbüşü var
    Eski püskü kasırlar, bulunmaz nadideler
    Tarih kokan seyirde, ak çehreli taşlarla
    Burçlar göklere bakar, hâlâ görklü kaleler
    Ay buluttan çıkarken, ay buluta girerken
    Bir hoş olur ay seyri, hep oluşur hâleler
    Mor panjurlu evlerde, renklerin cümbüşü var

    Yeşil Bursa sevdasın, ‘öz ülkenin’ içinde
    Doyum olmaz seyrine, dünden gelen izine
    Tarih tarih dokunmuş, mısra mısra okunmuş
    İhtiyaç var bu çağda, nesillerin sözüne
    Özün yaşat özlettir, sözün yaşat söylettir
    Edebâli, Osman’la gir memleket gözüne
    Yeşil Bursa sevdasın, ‘öz ülkenin’ içinde
    Celalettin KURT-KAHRAMANMARAŞ

  • M. Tahir TURAN.”AĞAÇTAN DOĞAN MEDENİYET

    1430

    İçi içine sığmayan, deli-dolu, hırçın… Bir o kadar da ince, naif ve kırılgan… Aynı zamanda zeki ve cesurdu Otman! Orta Asya’dan konar-göçer bir serüvenin son durağı Söğüt’te yerleşik hayat ile tanışan aşiretin bir ferdi, bir “Bey” oğlu idi… Adı Otman’dı, Türk geleneğinden geliyordu bu isim. Ataman, Atman, Otman… Asya’da Türk’lerin başbuğlarına verdikleri addı bu!… İslamiyet’e geçiş ile birlikte kültürlerini inançları ile yoğurmaya başlamıştı Türkler. Bu sebeple babası Ertuğrul, Otman’a “Osman” demeyi daha çok seviyordu…
    Anadolu’nun batısına yerleştikleri günden beri Selçuklu Beylikleri ile sınır komşusu olmuşlar, dayanışma ve paylaşım kültürünü geliştirmişlerdi… Diğer yandan Bizans tekfurlarına da sınır olmanın verdiği savunma içgüdüsü ile çatışma kültürünü güçlü tutma refleksi de yok değildi. Domaniç yaylası bu sebeple at, ok ve kılıç talimlerine sahne oluyor, deli tayların nal sesleri ile inliyordu, sürekli… Yaz aylarının vazgeçilmez alanıydı burası… Osman burada doğdu. Kılıcını burada kuşandı. Kutlu otağın çadırları arasında öğrendi ata binmeyi, attığını vurmayı… Heyecanlarını dizginlemeyi burada öğrendi. Öğrenmeyi de burada öğrendi. Hocası, Şeyh Edebali’nin nasihatlerini burada dinledi. Edebali’nin kızı Mal Hatun’a burada âşık oldu, aşkı burada öğrendi…
    Heyecanını dizginleyebiliyordu da, kalbini dizginlemek ne mümkün! Cesaretin ve deli-doluluğun yansıması işte, ne pahasına olursa olsun istemeliydi Mal Hatun’u babasından… Yine aşkının sarhoşluğu altında ezildiği bir gün, atına atladığı gibi soluğu Edebali’nin dergâhında aldı. Hocası ile görüşecek, Allah’ın emrini, peygamberin kavlini dileyecekti… Buyur ettiler dergâha, beklemesini istediler bir odada. Beklemeye başladı heyecanla… Vakit geçmek bilmiyor, hocası da bir türlü huzura buyur etmiyordu. Yorulmuş, uykusu gelmiş, bir köşeye kıvrılmak arzusu oluşmuştu, fakat heyhat! Duvardaki Kur’an’ın varlığı buna izin vermiyordu. Kutsal kitaba saygısından ötürü, direniyordu. Uzun bir bekleyişin ardından sonunda uykuya yenik düştü, yaslandığı duvarda sızıp kaldı… Bir rüya düştü uykusuna: Hocası Edebali’nin göğsünden çıkan hilal kendi göğsüne giriyor, sonra filizlenip fidan oluyor, büyüyor ve dev bir ağaca dönüşüyordu. Dalları genişliyor, bütün dünyayı kaplamaya başlıyordu… Birden kapının açılması ile gözlerini açtı. Hocası nihayet O’nu bekliyordu. Geçti huzura, geliş amacını hatırlamadan başladı gördüğü rüyayı anlatmaya… Rüya tabiri konusunda epey iyi olan Edebali, Osman’ın gördüğü rüyayı tabir ederken kızı Mal Hatun ile evlenerek doğacak çocuklarından türeyecek neslin, kuracağı cihan devletini asırlarca devam ettireceği ile müjdeledi.
    Ağaçtan doğdu Osmanlı… Hayat veren, gölge olan, tohumu ay, ışığı güneş olan ağaçtan…

    Kardeşi Saru Batu Savcı’yı da bir çam ağacının dibinde şehit verdi Osman. Doğumları olduğu kadar ölümleri de ağaçlarla oldu Osmanoğulları’nın. Yüzlerce yıl kandiller astı bu ağaca, ağıtını da ağaca adadı, doğumlarını da…
    ….
    Domaniç yöresinin insanları, işte bu sebeple çok önemser ağaçları… Ninesi Hayme Ana tarafından dalında salıncak kurularak büyütülen Osman’ın anısına, sahip çıkar Mızık Çamı’na, aynı duygu, aynı haslet ve aynı saygıyla…
    Domurköy’dedir Mızık çamı. Benim de doğduğum köy, Kayı’nın köyünde… Bundan 30 yıl evvel, bin yıllık yaşlı gövdesinin üzerine sertçe yıkılmıştı, Osmanlı’nın yıkılışına benzer bir şiddet ile… Korudu O’nu Domaniç’li, sahip çıktı, çürüyüp yok olmasına izin vermeden! Tıpkı Türkiye Cumhuriyet’inin Osmanlı’nın mirasına sahip çıktığı gibi…
    Mızık çamı, karaçam ailesinin “Pinus Nigra” olarak isimlendirilen bir türündendir. Tür bakımından endemik bir özelliğe sahiptir. Bölgede bu türe ait birçok asırlık ağaç hala yaşamaktadır… Sayılabilen yaşı ile 1000, tahmini olarak ise 1200 yaşında olduğu düşünülen Mızık Çamı, kuruyan dallarının da etkisi ile, 1987 yılında bir rüzgârın şiddetine dayanamayarak olduğu yere yatıvermiştir. Yöre insanı için her daim kutsal kabul edilmiş, koruma içgüdüsü ve hürmet duygusu ile baş tacı edilmiştir. Dalından küçük bir parça alıp evine götürenin o gece evinin yanacağına inanılır… Ayaktayken, dallarının birbirine sürtmesiyle oluşan sesten adını alan bu ulu ağaç, yüzlerce yıl dallarına kurulmuş nice beşikten gelen şehzadelerin sesini “mızık mızık” yansıtmaya devam etmiştir.
    1991 yılında Merhum Dr. Avni Domaniç ve Kültür eski Bakanlarından Namık Kemal Zeybek’in girişimleri ile “Anıt ağaç” statüsü kazandırılmış, doğanın yıpratıcı etkilerinden korumak adına da yapay bir takım önlemler ile korumaya alınmıştır. Her yıl binlerce insan Domurköy’den geçerek Mızık Çamı’na hürmetini gösterir, Osmanlı’ya temsili bir ahde vefa ziyaretinde bulunur.
    1993 yılında içinde bulunduğu arazi kamulaştırılarak ağaçlandırılmış, bin yıl ayakta durduğu noktaya ise yeni bir fidan, yeni bir Mızık Çamı dikilmiştir. Köy sakinlerinden hayırsever bir vatandaşın girişimleri sonucu yaklaşık 3 km ileriden yapay kanallar ile getirilen su sayesinde bir yaşam alanına dönüştü bu arazi.
    Doğup büyüdüğüm memleketim Domaniç’in hem tarihi, hem de doğal değerlerinden birisi olan Mızık Çamı, Osmanlı’yı temsilen sizleri bekliyor. Buradaki kısrak, nal ve kılıç seslerini, Kayı obasının coşkularını, Hayme Ana’nın ninnilerini bize anlatmaya devam ediyor. Kim bilir? Osman Bey’in rüyasında göğsünden çıkan ağaç belki de Mızık Çamı’dır. Ne dersiniz?

  • Abdullah FİDAN.”YAYLADAN CİHANA -KURULUŞUN TOPRAĞI DOMANİÇ”

    1415

    Domaniç, dünya tarihinin seyrinin değişmesine tesir eden, üç kıta yedi denizde muhteşem devleti kuran ecdadımızın bize bıraktığı kutsal bir mirastır. Domaniç, Osmanlı tarihinde önemli bir yer tutar. Cihanşümul bir Türk devletine beşik olmuştur. Domaniç, beylikten cihan devletine giden yolun adıdır. Türklüğün ezelden ebede giden yolu üzerinde som altından yapılmış bir kilometre taşıdır.
    Öyle çok fazla yöre yoktur ki, “Devlet Ekilen Topraklar” ifadesini, tarihi derinliği ve zenginliğiyle Domaniç kadar hak etsin… Domaniç, tarihin akışına yön veren, Osmanlı cihan devletinin temellerinin atıldığı bir ilçe, bir Osmanlı mirası. Bu zenginliği tamamlayan topoğrafyası ve görenleri hayran bırakan doğal güzelliği de var.
    Ecdadın ilk “mikro siyasi, kültürel ve dini teşekküllerin” merkezi Domaniç’e gitmek için birçok sebebiniz var. İşte, sizi Domaniç’e gitmeye teşvik edecek sebepler:
    -Hayme Ana: Hayme Ana, üç kıta yedi iklimde cihanşümul Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Ertuğrul Gazi’nin annesi, Osman Gazi’nin babaannesidir. Oğlu Ertuğrul Gazi ve torunu Osman Gazi’yi yetiştirmenin başlangıç çizgisinde duran Hayme Ana, onlara şekil vererek geleceğe hazırlamış ve cihan devletinin temelini atmıştır. O, Devlet Ana unvanıyla tarihe geçmiştir. Sultan 2. Abdülhamid tarafından yapılan türbesi Domaniç’e bağlı Çarşamba köyündedir.
    -Şehit Saru Batu Savcı Bey: Osman Gazi’nin ağabeyidir. M.1287 tarihinde Bizans’la yapılan ve Osmanlı’nın ilk savaşı olan Domaniç İkizce Savaşı’nda şehit olmuştur. Mezarı Domaniç’e bağlı Karaköy’dedir.
    Mızık Çamı: Hayme Ana’nın torunu Osman Bey’in bebekliğinde dallarına kurduğu salıncakta salladığı, ninniler söylediği, avutup büyüttüğü bir çam ağacıdır. Çocukların mızıklamasından dolayı yöre halkı tarafından Mızık Çamı olarak da anılmaktadır. Sayılabilen yaşı 745 olduğu fakat özünün çıra olmasından dolayı yaklaşık yaşının 1200 civarında olduğu tahmin edilmektedir. 1987 yılında yıkılmış, daha sonra anıt ağaç olarak koruma altına alınmıştır. Domaniç’e bağlı Domurköy’dedir.
    -Ebe Hatun, Ebe Çamlığı ve Tarihi Pehlivan Güreşleri: Osman Gazi’nin 1258 tarihinde doğumunu gerçekleştiren Ebe Hatun’un türbesi Domaniç ilçe merkezinde bulunan Ebe Çamlığı’ndadır. Osman Gazi, Ebe Çamlığı’nda doğmuştur. Osman Gazi doğduğu zaman Ebe Çamlığı’nda şölenler düzenlenmiştir. O tarihten itibaren başlatılan şölenler hala tarihi güreşler olarak devam etmektedir. Ebe Çamlığı, Osmanlı’nın ilk güreşlerin yapıldığı yerdir.
    -Selim Ata: I.Murad döneminde Domaniç’te yaşamış önemli tasavvuf erenlerinden birisidir. Türbesi Çukurca beldesindedir.
    -Mahmud Abdal: Ertuğrul Gazi döneminde yaşamış önemli tasavvuf erenlerinden birisidir. Mezarı Çukurca beldesindedir.
    -Sarıkız Mesire Alanı: Sarıkız efsanesinin yaşandığı önemli mesire alanlarından birisidir. Domaniç-Çukurca beldesinin Ilıcaksu mahallesinde bulunmaktadır.
    -Ebe Ana: Ertuğrul Gazi zamanında yaşamış Anadolu Bacılarından (Bacıyan-ı rum) kahraman bir Türk kadınındır. Mezarı Domaniç’e bağlı Saruhanlar köyündedir.
    -Koyun Baba: Ertuğrul Gazi döneminde yaşamış önemli tasavvuf erenlerindendir. Bizans’la yapılan bir savaşta şehit olmuştur. Mezarı Domaniç’e bağlı Karaköy-Kızıltepe mevkiindedir.
    -Sivrice Tepe: Ertuğrul Gazi’nin sık sık çıkıp tefekkür ettiği, cihan devletinin hayalini kurduğu, oğlu Osman Gazi’ye nasihatlerini verdiği Domaniç’in zirve mekânlarından birisidir. Domaniç’e bağlı Durabey ve Safa köyleri sınırları içindedir.
    -Pazar Alanı: Osmanlı Devleti’nin ilk pazarının kurulduğu yerdir. Domaniç’e bağlı Durabey köyü yakınındadır.
    -Berçin Gözetleme Kulesi: Ertuğrul Gazi zamanında yapıldığı söylenen, restorasyon çalışmaları devam eden ahşap gözetleme kulesidir. Berçin Köyü’nde bulunur.
    -Domaniç’in doğası: Domaniç, üç farklı iklimin kesişme noktasında bulunmaktadır. Dolayısıyla bu özelliği ile çok zengin bir bitki örtüsüne ve orman dokusuna sahiptir.
    Domaniç, iklimi, zengin doğal kaynakları ve bozulmamış bakir doğası ile turizm açısından bir cazibe merkezidir. Biyolojik çeşitliliği ve nadir bulunan bitki türleri ile süslenmiş dağları, yaylaları, tepeleri, vadileri Domaniç’in tarih-kültürünün olduğu kadar doğasının da ilgi görmesine neden olmaktadır. Türkiye’de yayla keyfinin yapılabileceği nadir yerlerdendir. Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi’lerin şifa bulduğu doğal su kaynakları, verimli tarım alanları ve canlı çeşitliliği Domaniç’e sadece göze hitap eden bir doğal güzellikten sıyırıp doğa gözlemciliğine de fırsat vermektedir. Nadir endemik bitki türleri bulunmaktadır. El değmemiş, keşfedilmeyi bekleyen yeryüzündeki cennetlerden birisi. Sözün özü; cennete gitmek için ölmeyi beklemeyin, Domaniç’e gelin./01.06.2016

  • Yazar Münevver hanım Düverin doğum gününü kutluyoruz!

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Sanata 28 yılını veren Çok Yönlü Sanatçı,
    Münevver Düver Kısa Öz Geçmiş
    Orta Asya Türkü olan Bozoklar, 24 oğuz boylarından, Yıldızhan’ın Avşar boyundan olup Orta Asya’nın hazar denizi kıyısından Horasan yolu ile Anadolu ya gelmişlerdir. Bu büyük göçte aile Kadirli, Kozan, Adana, Çukurova ya yerleşmiştir. Kalabalık bir nüfusa sahip olan ailedeki birçok kişide sanatçı ruhu vardır. Şair olan anneanne ve anne buna bir örnektir.
    Münevver Düver Adana’da doğdu. İlk şiirini beş yaşında yazdı. Azerbaycan Gazeteçiler Birliği Sumqayıt şehir teşkilatının Günlük Analitik Haber Ajansı Türkiye temsilcisi Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisidir.

    Türkiye’m 2

    Gönülden gönüle geçen yol vardır
    Ay yıldız aşkıyla birsin Türkiye’m
    Dünyada her ırkla dost ile yardır
    Kahraman ordunla ersin Türkiye’m

    Asya, Avrupa’yı bölen cıvansın
    Osmanlı’dan kalan yadigâr hansın
    Avrupa Birliği senden utansın
    Denizlerle coşan yersin Türkiye’m

    Kültürün, Tarihin özün bellidir
    Dağın, gölün, ovan, düzün bellidir
    Ayda dört mevsimin, güzün bellidir
    Bütün dünyaya değersin Türkiye’m

    Yedi bölgen turistlerin yatağı
    Seksen bir ilin farklı sıcağı
    İnsanların kalbi sevgi otağı
    Gönül tahtına binersin Türkiye’m

    Atatürk kurdu bu cumhuriyeti
    Başına getirdi asil milleti
    Demokrasi verdi ve hürriyeti
    Gözlerimde hep seğersin Türkiye’m

    21.12.2010-Adana

    Toprağım Azerbaycan

    Hasretinle doluyum ben
    Azerbaycan Azerbaycan.
    Özlemlerin yoluyum ben
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Her zaman seni anarım
    Hasretin ile yanarım
    Budur benim son kararım
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Türk’ün ülküsü sen oldun
    Can oldun gönlüme doldun
    Özgürlüğü sonra buldun
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Yol oldun gönül çarşıma
    Nur oldun ulu marşıma
    Sevgisin yüce arşıma
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Sen yakında, ben uzakta
    Sensiz yüreğim tuzakta
    Bayrağın her an kucakta
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Her zaman seni düşlerim
    Seni gönlümde süslerim
    Kalbimde seni beslerim
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Toprağın kokusu gelir
    Kokusu bağrımı deler
    Gözyaşımı sele eler
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Münevver, Güneyin Kızı
    Dinmez bağrımdaki sızı
    Mevlâ’m ayırmasın bizi
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Yedi Devlet Bir Millet’in Sultanları

    Bu cihanda Türklük şanını gördü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.
    Dünyada insanlık hükmünü sürdü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Mahtumgulı Firaği Türkmen şair
    Mutasavvıf ilmi insana dair
    Bahtiyar Vahapzade yazdı şiir
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ahmet Yesevi evrende nam saldı
    Pir-i Türkistan’ın şairi oldu
    Hacı Bektaş, Yunus feyziyle doldu
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ali Şir Nevai Özbek’in piri
    Cengi Aytmatov gönüllerde diri
    Denktaş, Nihat Asya bizlerden biri
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    27.12.2010-Adana

    Ahmet Yesevi

    Yesi ülkesine bir güneş doğdu
    Türkistan’nın piri Ahmet Yesevi
    Yalanı, yanlışı ilmiyle boğdu
    Türkistan’ın miri Ahmet Yesevi

    Buhara’ydı ilim, irfan merkezi
    Sıcak yüreğiyle sardı herkesi
    Dünyaya duyurdu Türkistan sesi
    Kainatta iri Ahmet Yesevi

    Hacı Bektaş, Yunus Emre, Mevlâna
    Feyz alıp dağıttı kalpten her yana
    İki bin yıl önceden ta bu yana
    Gönüllerde biri Ahmet Yesevi

    Pir-i Türkistan’ın şairi, veli
    Dört kapı, kırk makama değmiş eli
    Yüz yirmi yaş sonra seherin yeli
    Yaratanın eri Ahmet Yesevi

    16.12.2010-Adana

    Ali Şir Nevai

    Özbekistan dünyasının şairi
    Altun yürekli Ali Şir Nevai
    Beş yüz yıldan beri olmuş ahiri
    Güçlü bilekli Ali Şir Nevai

    Rus, Uygur, Ermeni’ler seni anar
    Azeri, Tatar’lar özüne yanar
    Türkmenler, Özbekler sözüne kanar
    Eli kalemli Ali Şir Nevai

    Türk dilinde öncü, yoluyla yoldu
    İnsan sevgisiyle aşını böldü
    Afganistan, Herat oradan geldi
    Horasan âlimi Ali Şir Nevai

    Babası Vezir, Timur’un meliki
    O bir mühürdar, Vezir, Vali idi
    Bin bey yüz bir yılında vefat etti
    Fani mahlaslı Ali Şir Nevai

    22.12.2010-Adana

  • Harika UFUK.”Bir Güngör Güner yetmez”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Öğretmenime…

    Dünya güzeli hocam her zaman zarif, şıksın.
    Çağdaşlık yolundaki yol gösteren ışıksın.
    Asaletinle yıldız olmaya alışıksın,
    Bir Güngör Güner yetmez, binlercesi olmalı,
    Yurdumun tüm gençleri bilgilerle dolmalı.

    Seni çok seviyorum, daima kalbimdesin.
    Kulaklarımda çınlar ahenkli tatlı sesin.
    Gönlümün sultanısın, şiirimde de esin.
    Bir Güngör Güner yetmez, binlercesi olmalı,
    Yurdumun tüm gençleri bilgilerle dolmalı.

    Doğruluğu gösteren, sensin kutup yıldızım
    Özlediğim yıllarda sen oldun yürek sızım,
    Görmeden de sevildin hayranın iki kızım,
    Bir Güngör Güner yetmez, binlercesi olmalı,
    Yurdumun tüm gençleri bilgilerle dolmalı.

    Ellerimde hünersin, gözlerimde de umut,
    Ömrüm oldukça hocam ne olur elimden tut,
    Kusurum oldu ise affet, hatamı unut,
    Bir Güngör Güner yetmez, binlercesi olmalı,
    Yurdumun tüm gençleri bilgilerle dolmalı.

    Harika mevsimlerin çiçeklenmiş dalısın,
    Hayatın tadı sensin, peteklerin balısın.
    Bütün renkler güzel de sen renklerin alısın.
    Bir Güngör Güner yetmez, binlercesi olmalı,
    Yurdumun tüm gençleri bilgilerle dolmalı.

    Adana.19-08-2016.SAAT:11.00

  • Harika UFUK.”Ateş ve Güneş”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Dağların ardından yol bulsaydım
    Tereddütsüz giderdim
    Güneşi kucaklamaya
    Oynaya güle…
    Sevdanın zirvesi Ağrı’dan yüce
    Çıkabilseydin sevgili,
    Sevdayı doruklardan alıp
    Gelebilseydin keşke!
    O zaman can parçam,
    Bir damla çiy olurdum
    Buğulu gözlerinde…
    Ağaçların domurlarında
    Neşeyle yeşeren umut,
    Uçsuz bucaksız denizlerde
    Gelin gibi süzülen ak yelkenli,
    İstiridye içindeki inci,
    Can tanem
    Gözlerinde yakamoz olurdum.

    7 ARALIK 2014.MERSİN

  • Harika UFUK.”Anlaşılmak veya Anlaşılmamak”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Yaş aldıkça görüyoruz ki hayat o kadar da uzun değil… Bu yaşam bize ait, onu en iyi şekilde kullanmalıyız. Boş bir defteri özenle yazabiliriz veya onu bir karalama defterine de çevirebiliriz. Hayat öyle bir defterdir ki karaladığımız sayfalarını koparıp atamayız. Bu nedenle attığımız her adıma dikkat etmeliyiz. Bize Allah tarafından bir defalığına bahşedilmiş hayatı en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekmez mi?

    Fark ettim ki hayatımızın çoğunu kendimizi başkalarına anlatmaya çalışarak geçiriyoruz. Anlamayana ya da anlamak istemeyene kendimizi beyhude anlatmakla kaybettiğimiz zamanın telafisi yok. Üstelik başaracağımız işleri de bu yüzden geciktiriyoruz.

    Yaptığımız her işin elbette bir açıklaması olmalı ancak bunu ömrümüzce başkalarına izah etmeye çalışarak zaman kaybetmemeliyiz. Zorunlu olarak hesap vermemiz gereken öncelikle yüce Mevla’dır. Aile içinde aile büyüklerine, anneye, babaya, eşe; iş hayatında amirlere; toplumda adaleti, huzuru sağlamakla görevli emniyet yetkililerine ve adliyede yargıcın önünde hesap vermek ayrı bir konu… Ondan söz etmiyorum.

    Yapmak istediğimiz her şeyin hesabını ilgili ilgisiz herkese uzun uzun açıklamak zorunda değiliz. Hesap sormaya hazır insanlar var kendilerinin zorunlu olarak ilgililere vermesi gereken pek çok hesapları varken… “Nereye gidiyorsun? Nereden geliyorsun? Bu işi neden yaptın veya neden yapmadın? Seni anlamıyorum! Seni anlayamıyorum. “ tarzındaki sorular yahut serzenişler yağmur gibi yağıyor. Birine anlatıyorsunuz, başka birine de yeniden anlatıyorsunuz, bir de bakmışsınız ki izah etmekle harcadığınız vakit uğraş verirkenki vakitten daha çok…

    Mevlâna Celâleddin-i Rûmî “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” der.

    “Yürüyüp geçeceksin, hep yürüyüp geçeceksin.
    Ben öyle yaptım. Hep yürüdüm.
    Herkesin her şeyi anlamasını bekleyemezsin.
    Sen yürüyüp gideceksin.
    Anlayan anlayacak, anlamayan anlamayacak; dünyanın hepsine yetişemezsin ki!
    Bilirsin ben iyi yürürüm.” diyor Murathan Mungan…

    Ben de diyorum ki: Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün yürüyüp geçeceksiniz hem de ilaveten gülüp geçeceksiniz. Anlayan anladığı kadarıyla yetinsin. Anlamak istemeyenle de uğraşacak halimiz de vaktimiz de yoktur.

    NOT: Umarım anlaşılmışımdır. Sevgiler…

    Adana.11 MAYIS 2016.SAAT:19.45

  • Harika UFUK.”Aşktır Toroslar”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bir başka güzellik vardır baharda
    Her mevsim sevdadır, aşktır Toroslar…
    Yazın da kışın da kar Toroslarda…
    Her mevsim sevdadır, aşktır Toroslar…

    Yeşilin her tonu bulunur onda,
    Cıvıldaşır kuşlar her mutlu sonda,
    Mangallar yakılır karlarda donda,
    Her mevsim sevdadır, aşktır Toroslar…

    Kaç kaç’ta yurt olmuş gazilerine,
    Sırtını yaslamış mazilerine,
    Doyulmaz patika gezilerine,
    Her mevsim sevdadır, aşktır Toroslar…

    Görkemli zirvene âşık gözlerim,
    Çıksam izin vermez, ağrır dizlerim,
    Yamacında gezer doruk özlerim,
    Her mevsim sevdadır, aşktır Toroslar…

    Harika ülkemin heybetli dağı,
    Kalbimi hapsetti sevdanın ağı,
    Sevip sevilene açık kucağı,
    Her mevsim sevdadır, aşktır Toroslar…

    Adana.28 Mayıs 2015.Saat: 10.30

  • Harika UFUK.”Aşk”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Aşk denince susuyorum,
    Su/suyorum,
    Sus/uyorum;
    Su/su/yorum yok!

    Adana.Şubat 2012

  • Harika UFUK.”Bir parçam kayıp”

    h

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Kayboldu bir parçam
    Gören oldu mu dersiniz?
    Dostça uzanan elim,
    Sevgiyle bakan gözlerim,
    Işıklı yanım benden habersiz
    Gitmiş mi uzaklara?

    Kararlıydı biliyordum.
    “Kal” desem dinlemezdi,
    Hatta ona “Kal” yerine “Git” dedim.
    Bense yüreğimde acı,
    Gözlerimde hüzün
    Kafamdaki sorularla
    Gözüm yollarda
    Gelmeyeceğini bile bile
    Bekledim de bekledim.

    Kapının her çalınışı,
    Bir başka heyecanlandırdı beni.
    Sevinçle koştum.
    Kaybolmayan umut vardı içimde
    Dönmeyeceğini bilsem de
    Gözüm yollarda
    Umarsızca onu bekledim.

    Adana.27.01.2015.SAAT: 12.26

  • M. Necati GÜNEŞ/ Eğitimci – Araştırmacı.”ANADOLU’NUN TÜRK VATANI OLMASI”

    t

    Anadolu’ya çeşitli dönemlerde; İskitler, Hunlar, Sabir (Sabar) Türkleri, Abbasilerin hizmetindeki Türkler akınlar yaptılar (8. yy). Ancak bu akınların hiçbiri yerleşme amacı taşımıyordu. Anadolu’ya yerleşerek burayı bir Türk vatanı haline getirenler Oğuzlar olmuştur.
    Anadolu’nun Türkleşme süreci bir anda gerçekleşen bir olgu olmayıp, uzun bir tarihi süreç içinde gerçekleşmiştir. Çünkü Türk boylarının hepsi aynı anda Anadolu’ya gelmemiş, göç dalgaları yüzyıllar boyunca sürmüştür. Anadolu’yu Türkleştirecek ilk büyük göç dalgası Malazgirt Savaşı’nın ardından başlamış, ikinci büyük göç dalgası ise Moğol istilası ile gerçekleşmiştir.
    Türkler Neden Anadolu’ya Yöneldi?
    1040 yılında Selçukluların Dandanakan Savaşı ile Gaznelileri yenilgiye uğratarak devlet kurmayı başarması, Selçukluların uzun yıllar süren güvenli bir yurt bulma arayışlarının sonuydu. Oğuz boyları ardı arkası kesilmeyen dalgalar halinde Horasan başta olmak üzere Müslüman topraklara akmaya başladı. Fakat bu durum kısa süre sonra sorunlara yol açmaya başladı. Oğuzların geleceğinden kendini sorumlu sayan Tuğrul Bey, bu kütleye yeni bir hedef gösterilmesi gerektiğini anlamakta gecikmedi.
    1018 tarihinde Çağrı Bey Doğu Anadolu’ya ilk seferini düzenlerken Anadolu’nun siyasi ve demografik yapısı oldukça karışıktı. 6. ve 7. yüzyıldaki Sasani-Bizans, ardından Arap-Bizans mücadeleleri Anadolu için tam bir yıkım olmuş, birçok kent ve kasaba harabe durumuna dönmüştü. Bizans’ın kötü yönetimi de eklenince Anadolu’nun birçok bölgesi ıssızlaşmış, yerli halkın nüfusu oldukça azalmıştı.
    Çağrı Bey, 1018’de Doğu Anadolu’ya yaptığı seferde Bizans güçlerinin topu topu beş-altı bin kişilik küçük bir orduyu bile, durdurmaktan aciz olduğunun bizzat ve fiilen yaşamış ve Anadolu’nun, ilerisi için Türk yurdu olmaya hazır mükemmel ve kolay bir hedef olduğunu görmüştü.
    Tuğrul Bey; Çağrı Bey’in çalışmaları sonucunda emrindeki şehzade, emir ve Türkmen beylerini Batı’ya yani Anadolu’ya akın yapmaları için görevlendirdi.
    Türkmenlerin Anadolu’ya yönelmesinin temel nedeni siyasi değildi. Öncelikleri; sürülerine yeni otlaklar bulabilmek, geleneksel yaşama alışkanlıklarına bağlı kalabilecekleri bir yer bulabilmekti. Selçuklu sultanı ve beylerinin Anadolu’ya yaptıkları sefer ve akınların temel hedefi ise gazâ ve keşif yapmaktı.
    Oğuz Türklerinin Anadolu’ya yaptıkları akınlar Büyük Selçuklu Devleti kurulup Rey şehri başkent yapıldıktan sonra büyük önem kazanmıştır. Tuğrul Bey, Anadolu’nun fethi için İbrahim Yınal ile Kutalmış Bey’i görevlendirdi.
    Selçuklular ile Bizans’ın ilk ciddi kapışması 1048 yılında Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasında yapılan Pasinler Savaşı oldu. Selçuklular, Gürcülerin desteğiyle oluşan Bizans ordusunu, Pasinler’de ağır bir yenilgiye uğrattılar (1048). Yapılan antlaşma gereğince Bizanslılar, kendi ülkelerindeki camilerde Abbasi halifesi ve Tuğrul Bey adına hutbe okutmayı kabul ettiler.
    Sonraki akınlarda Bizans’ı yıldırma ve Bizans’ın savunma gücünü kırma siyaseti izlendi. Alparslan zamanında Doğu Anadolu’nun birçok yeri, Türk akıncılarının istilasına uğradı. Malazgirt Meydan Muharebesi, Anadolu’nun Türkleşme sürecinde bir dönüm noktası oldu. Malazgirt Zaferi’nden sonra Türk akınlarının niteliği değişti. Türkler artık geçici olarak değil, sürekli kalmak için Anadolu’ya akınlar yapmaya başladılar.
    Selçuklu ve Oğuz beyleri, Alp Arslan‘ın açtığı yoldan ilerleyerek, sistemli bir şekilde Anadolu‘nun fethine koyuldular. Sınırlarda toplanmış olan Oğuz boyları ise, Malazgirt zaferiyle önlerine bir ülkenin açılmış olduğunu anlamakta gecikmediler; sel halinde akarak, bütün Anadolu‘ya yayıldılar. Anadolu’ya ilk yerleşmeye başlayan Türkmen toplulukları daha çok göçebe yaşam tarzını benimsemiş kütlelerden oluşmaktaysa da, özellikle Moğol istilasının ardından XIII. yüzyıldan itibaren ikinci büyük göç dalgasıyla kentlerde yaşayan sanatkârlar, bilim adamları ve tüccarlar da Anadolu’ya göç etmeye başladılar. Böylece, Selçuklu kuvvetleri ve Oğuz boyları, aileleri ve sürüleriyle birlikte her yerde ilerleyip Anadolu’nun etnik yapısını Türkler lehine değiştirirken, Bizans’ın gücü sürekli olarak gerilemekteydi.
    Anadolu’nun Türkleşme Sürecini Kolaylaştıran Etkenler
    Haçlı Seferleri sonucunda Anadolu’nun iç kesimlerine çekilen Türkler, bir arada yaşayabilmenin daha sağlam biçimlerini arayıp bulmaya yöneldi. Bu arada 1176’daki Miryakefalon Zaferi, Bizans’ın Türkleri Anadolu’dan kovma umuduna kesin olarak son verdi. Zamanla Selçuklular başkentleri Konya merkez olmak üzere bir devlet örgütlenmesini tamamladılar.
    Anadolu’nun yerel halkı Bizans’a; ağır vergiler, yönetimin keyfi tutumları, iktidar mücadelelerin yarattığı kargaşa ortamı, yozlaşmış Kilise’nin baskısı gibi nedenlerle yabancılaşmış durumdaydı. Bu dönemde Anadolu’nun birçok küçük kasabasının halkı Bizans’ın ve Kilise’nin baskısından kurtulmak için kendi rızalarıyla Türk egemenliğine geçmişlerdi. Böylece Bizans’a sırtını dönen yerel halk Türklere kucak açarak Anadolu’nun Türkleşmesini kolaylaştırmıştı.
    Etnik yapının böylesine hızlıca değişmesini kolaylaştıran en önemli unsur hiç kuşkusuz Bizans’ın Malazgirt’te uğradığı yenilgidir. Çünkü Malazgirt zaferi ile Bizans’ın tüm direnişi kırılıp Türklere karşı duracak bir ordu kalmayınca, Anadolu’da hızlı bir yayılma ve yerleşme dönemi başlamıştır.
    Anadolu’nun Türkleşmesini ve İslamlaşmasını kolaylaştıran diğer önemli bir etken de kolonizatör dervişler ve alpler yani manevi mimarlardır. Başta Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli olmak üzere hiçbir karşılık beklemeden görev yapan bu insanlar, beylerin kılıçla açtıkları yolu bilim ve gönül ile sağlamlaştırmıştır. Farklı dinlere inananlara saygı göstererek, muhtaç insanlara yardım eli uzatarak, sürekli adaleti öğütleyerek birlik ve beraberliğin sağlanmasına büyük katkıda bulunmuşlardır.
    Böylece XI. yüzyıldan itibaren başlayan ve XII. ve XIII. yüzyıllarda yeni göç dalgaları ile Anadolu’nun etnik yapısı tamamen Türkler lehine bir gelişme göstermiş ve sonunda Anadolu büyük oranda Türkleşerek bir Türk yurdu haline gelmiştir. Anadolu’nun etnik yapısını değiştiren Oğuz boylarının İslamiyet’i kabul etmiş olmaları, Anadolu’nun Türkleşirken aynı zamanda İslamlaşmasını da sağlamıştır.
    Anadolu’nun Türkleşmeye başladığının en büyük kanıtı, birkaç istisna hariç tutulursa kurulan her yeni köy ve kasabanın Türkçe bir ad taşıyor olması ve yeni yapılan yapıların Türk kültüründen izler taşımasıydı. Nitekim Üçüncü Haçlı Seferi sırasında I. Friedrich’in Alman ordusunun Anadolu’dan geçerken her yanıyla Türk gördükleri bu bölgeyi Türkiye (Turchia) olarak adlandırması da Hristiyanlar tarafından artık Anadolu’nun Türk yurdu olarak kabul edilmeye başlandığının bir göstergesidir.
    Anadolu’nun Türk Vatanı Haline Gelmesi ve Türkleşmesi
    Alparslan’ın 1072’de ölümü ve oğlu Melikşah’ın devletin başına geçmesiyle Anadolu’da ki Türk akınları, fetih politikasına dönüştü. Zaferden sonra; Türkiye Selçukluları, Danişmentliler, Saltukular, Mengücekler Dilmaçoğulları, Sökmenliler, Yınaloğulları, Çubukoğlulları ve Artuklular adlarında Türk devletleri kurulmuş ve bu coğrafyanın Türk vatanı haline gelmesi yolunda tarihi bir rol oynamışlardı.
    Melikşah devrinden itibaren başlayan sistemli fetih hareketi ile birlikte, Anadolu’ya göç eden Türkmenleri iskân “yerleştirme’’ politikası, Anadolu’da da uygulanmaya konmuştu. Eğer fetih bölgeleri gerçekten vatana dönüştürülmek isteniyorsa; o bölgeye iskân politikası uygulanmak zorundadır, yoksa sadece bölge ele geçmiş olur. Yani bir ülkeyi alıp yönetmekle, o ülke vatan olmaz. Vatan haline gelebilmesi için ilk önce kendi nüfusunuzu, dilinizi ve kültürünüzü, götürmeniz gerekir.
    Anadolu’ya iskân edilen göçebe Türkmen kitle hem yabancı sahaları Türkleştirme görevini üstlenmiş hem de askeri bir kuvvet oluşturmuştu. Moğolların istilası sonrası iskânlar daha çok uç bölgelere yapılmaya başlandı. Miri sistemle birlikte, Anadolu’ya iskân edilen büyük ve kuvvetli aşiretler parçalara ayrılarak birbirinden uzak sahalar yerleştirilmiş ve olası devlete başkaldırı ve isyanlar bu şekilde engellenmeye çalışılmıştır. Bundan başka gerek görüldüğü takdirde gayri müslim ahali tehcir ediliyor, kendi arzuları ile göç etmek isteyenlere de büyük kolaylık sağlanıyordu.
    Anadolu her dönem istila ve yağma faaliyetlerine uğraya gelmişti. Türkler geldiklerinde Anadolu coğrafyası harap olmuş adeta iflas etmişti. Anadolu’nun Türk vatanı haline getirme yolunda şüphesiz ki ekonomik sıkıntılarında giderilmesi gerekiyordu. İşte iskân ve imar siyasetiyle harap olan coğrafya kısa sürede imar ediliyor, azalan üretim ve ticaret canlanıyordu. Göçebelerin geçim kaynağı olan hayvancılık da ekonomiye yeni bir boyut kazandırıyordu.
    Anadolu’ya gelen Türkmenler bir yandan şehirlere yerleşirken büyük ölçüde de köyler kurarak kendilerine yurtlar edinmişlerdir. Bu arada da büyük ölçüde yerleşik hayata geçmişlerdir. İskân sahaları seçilirken son derece dikkat ediliyor ve ona göre iskân ediliyordu. Boş ve terk edilmiş arazilerin iskânıyla bölgeye canlılık kazandırılıyordu ve buraların Türkleşmesi çok daha kolay oluyordu. Kurulan köylere Türkçe isimler veriliyordu. Bu gün Anadolu’da pek çok köy ve yer adının Oğuz boylarının adları ile ilgili olduğu veya Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdığını görülmektedir.
    Bu konuda coğrafya ve tabiat isimleri için; Ak-tepe, Boz-tepe, Kızıl-tepe, Yeşil-köy, Akça-köy, Suluca-köy, Tepe-köy, Kamışlı-köy, Sarıca-köy, Kara-bağ; Fetih ve Anadolu’nun imarında emeği geçen beylerin adını taşıyan yerler için; Afşin, Altıntaş, Arslan- Apa, Kara- Arslan, Demirtaş, Alaiye, Artova, Sandıklı, Paşa-Eli, Koca-Eli, Konur-Alp, Kara-Mürsel, Umur Bey, Gazi Emir, Karaman, Dursun Bey, Karaca Bey, Orhan-Eli, Osman- Eli… Manevi büyüklerinin adını taşıyan yerler için; Seyit-Gazi, Hacı Bektaş, Emir Sultan, Ahi- Mesud (Etimesgut), Ahi-Boz, Ahi- Evran, Şeyh Edebali, Karaca Ahmed adlarını söyleyebiliriz.
    Yeni kurulan köyler, ticaret yolları ve büyük Pazar olan şehirlerin etrafına kurulmuştur. Böylece hem ekonomileri kısa sürede büyümüş hem de savunma açısında kolaylık sağlamıştır. Fakat istila ve kargaşa dönemlerinde köyler büyük tahribata uğramaktan kaçamamıştır.
    Anadolu’ya yurt bulmak ve vatan yapmak için gelen Türkler, yanlarında bol miktarda hububat ile sayısız büyük ve küçükbaş hayvan sürüleri ve yük hayvanlarıyla birlikte gelmişlerdir. Bunlardan başka kavun, karpuz, ayçiçeği, pamuk, pirinç, mısır gibi zirai mahsuller Türklerin Anadolu ziraatına ilavedir. Ayrıca ipek böceği yetiştirme ve ipekçilik, Türklerin Anadolu’ya getirdikleri bir yeniliktir. Böylece köy ve kır hayatının gereği olan ziraat ve hayvancılık fetihten kısa bir süre sonra canlanmış oldu.
    Anadolu’da kurulan ya da iskânla Türkleşen köyler gibi şehirler de aynı yolla kurulmuştur. Yapılan istila ve akınlarla birlikte boşalan ve tahribata uğrayan şehirlere, Türkmen nüfus yerleşti. Hızlı bir şekilde tamir ve imar edilen şehirde Türk nüfusu arttı ve Türkleşmesi sağladı.
    Sonuçta olarak, gerek köyler gerekse de şehirler yoluyla Türkmen nüfus Anadolu’ya yerleşirken, yaşam tarzlarını ve kültürleriyle birlikte Hıristiyan halkı etkilemişler, bu halkları asimile etmeksizin kültür alış verişi çerçevesinde bölgenin tam manasıyla Türkleşmesini sağlamışlardır. Anadolu’ya göçen Türkmenlerin iskânında uygulanan, iskân politikasının da şüphesiz Türkleşmedeki rolü çok büyük ve etkili olmuştur. Bu iskânlar, Anadolu’nun etnik, ekonomik, kültürel yapısında büyük değişmeler neden olmuştur. İmar edilen siyasi ve kültürel kurumlar ki; camiler, mescitler, saraylar, kışlalar, tersaneler, medreseler, kütüphaneler, hamamlar, su kemerler, hanlar, çeşmeler, köprüler, hastaneler, şifahaneler, imaretler, aşevleri gibi faydalı tesislerin yanı sıra, tarım ve ziraat faaliyetleriyle de Türkleşmenin başka bir adımını atmıştır. Önceden Anatolia denen bu coğrafya, Haçlı seferlerine karşı, vatan duygusuyla savunulan Anadolu, seferler devam ederken, Hıristiyanlar tarafından, Turchia ve Turkmenia olarak adlandırılmıştır.
    Anadolu’nun İslamlaşması
    1071 Malazgirt zaferi sonrasında Anadolu’da Hıristiyan dini yapının yanında az da olsa Güney Doğuda Müslüman nüfus bulunuyordu. Türkmenlerin Anadolu’ya gelişiyle birlikte İslamiyet tam manasıyla Anadolu coğrafyasına girmiş oldu. İslam diniyle yeni tanışan Türkmenlerin, yeni dinleriyle zayıf ve gevşek bağlarını, Mısır’dan, Irak ve Suriye’den gelmiş birtakım tasavvuf ehlileri olan mutasavvıflar, Horasan ve Maveraünnehir Türkleri arasından yetişmiş birçok dervişler hatta Orta Asya’dan gelen, Ahmed Yesevi tarikatı mensupları yoluyla kuvvetlendiriyorlardı.
    İslam âlemindeki tasavvuf cereyanı değişik şekil ve biçimlerde Anadolu’ya girmiş, devlet ve beylikler eliyle kuvvetlenmişlerdi. Bu tasavvufi akımların en önemli mekânları tekkelerdir. Buralar kimsesizlerin barınma, yeme içme ihtiyaçları ücretsiz karşılandığı, yolcuların ücretsiz konaklayabildiği, medresenin olmadığı yerlerde eğitim faaliyetlerini sürdürdüğü, göçebe Türkmenlere eğitim verdiği, insanların kültürel alış veriş yaptığı, İslamiyet’le ilgi yeni eserlerin ortaya çıktığı, Türk edebiyatına yazılı ve sözlü katkıların sağlandığı, ziraat ve hayvancılıkla bölgenin canlanmasını sağlayan, dini görüntülü sosyal ve kültürel yapı olan yapılardır.
    Maddi ve manevi tesirleri tüm Anadolu coğrafyasına ve hatta balkanlara kadar ulaşan bu tasavvufi zümre gerek halk gerekse de birçok devlet büyüğünün, ileri gelenlerinin ve hatta sultanların bu tarikat önderleri olan şeyhlere mürid olması, şeyhlere çok büyük bir manevi nüfus kazandırıyordu.
    XIII. asırda Anadolu’da tarikatları için çalışan mutasavvıflar arasında, İslam felsefesinin, hoşgörü ve insan sevgisi yönünü vurgulayan, çağları aşarak günümüzde dahi, hem ülke içinde hem de milletler arasında sevilen ve saygı duyulan Mevlana Celaleddin-i Rumi, ayrıca Anadolu’da büyük nüfusa sahip olan Hacı Bektaşi Veli gibi birçok tasavvuf ehli vardı.
    Anadolu’da yukarıda bahsettiğimiz tasavvufi zümrenin dışında görüntü itibariyle esnaf teşkilatı olan, fakat gerek ekonomik, gerekse de ahlaki olarak, bulundukları bölgelere çok faydaları olan ahilik de İslamlaşmaya büyük katkılar sağlamışlardır. Ahi Evran, Şeyh Edebalı ünlü ahilerdendir.
    Ahiler Anadolu’ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Bulundukları bölgelerin ticari hayatı ile doğrudan bağları vardır. Tıpkı tarikatlar gibi kendilerine özgü tekkeleri vardı. Bu tekkeler kültür ocakları gibiydi, hem de o şehre ve köye dışarıdan gelmiş misafir ve yabancıların sığınaklarıdır. Bu kültür ocakları aynı zamanda, genç üyelerinin eğitimlerini de üstlenmiş bir eğitim merkezidirler. Ahi tekkelerinde işçi ve çırak konumundaki gençlerden, çevrenin dini büyüklerine varana kadar büyük bir kitle olurdu.
    Sonuç olarak, fetih ve iskânlarda yeni yerleşme birimleri oluşturduğu tekke ve zaviyeler, İslam kültürünün çevreye yayılmasını sağlayan, dini vasıflı sosyal, kültürel ve ekonomik yapılardır. Medreselerin olmadığı yerlerde eğitim alanında önemli bir boşluğu doldurduğu apaçık ortadadır.
    Öteden beri Türklerde var olan “alp”lık, hem isim olarak hem de sıfat olarak kullanılmış ve kahramanlık, cesaret gibi anlamlar içermektedir. İslamiyet öncesi Türk tarihine bakıldığında, sosyal ve siyasi hayatta savaşçılık çok önemliydi. Askeri teşkilata, yiğitliğe, cengâverlik ve kahramanlığa büyük bir değer vermişlerdi ve bu işi üstlenen Alpler toplum içinde saygı duyulan kişiler haline gelmişlerdir. Türklerin İslamiyet’i kabulü sonrasında Alplik anlayışıyla, İslamiyet’te ki gazilik anlayışı birleştirilmiş ve alp-gazi şeklinde kendini göstermiştir. İslamiyet’in felsefi boyutuyla birlikte, tasavvufi akımlar etkili olmaya başlayınca alp-eren şekline dönüşmüştür ki bunlar, savaşçı dervişler şeklinde tezahür etmişlerdir.
    Sonuç
    Vatan, bir milletin hatıralarının, birikimlerinin yer aldığı, nesilden nesile geçen millî kültürün yaşatıldığı, millî kültüre ev sahipliği yapan mekândır. Vatan, tarih boyu bedel ödenerek, fedakârlıklar yapılarak, şehitler verilerek, kültürün maddi ve manevi boyutunun coğrafyaya damgasını vurduğu kutsal bir mekândır.
    Alparslan’ın Malazgirt zaferiyle başlayan Anadolu’nun vatan haline gelmesi sadece silahla olmamıştır. Türkmen nüfusun ve tarikat ehilleri, şeyhler, derişler, alp-erenler, abdalar, bacılar, ahiler gibi çeşitli özel zümrelerin, sosyal, kültürel ve ekonomik faaliyet ve çabaları sonucunda bu büyük cihad sahası vatana haline gelmiştir. Türkler, Anadolu’ya geldiklerinde üretim, ticaret ve sosyal hayat çöküntü içindeydi. Harap olan Anadolu coğrafyasına adeta yağmur gibi yağmışlar ve toprağı suya kavuşturmuşlardır.
    Türkleştirme ve İslamlaştırma asla baskı ve şiddetle olmamıştır, kendilerinin cömertliğini, merhametini ve yardım severliğini göstermiş olan Türkler yerli halk tarafından bu samimiyetleri karşılıksız kalmamış, sevilmişler ve saygı duyulmuşlardır.
    Türk ve dünya tarihi açısından son derece önemli olan Anadolu’nun Türk vatanı haline gelmesi ve Anadolu’nun Müslüman oluşu, batıyı sürekli olarak bu coğrafyaya sevk etmiş, önce Bizans kendi eliyle daha sonra ise tüm haçlıların birleşmesiyle oluşan, haçlı seferleriyle, Müslüman Türkleri, Anadolu’dan atma projesini başarılı bir şekilde uygulayamamasının ana sebebi, Türklerin gerçekten Anadolu’yu vatan görmeleri ve bu uğurda çok çalışmaları ve İslam dininin savunuculuğunu üstlenmeleridir.
    Kaynaklar:
    1. Halaçoğlu, Yusuf, Türkiye’nin Derin Kökleri Osmanlı Kimliği Ve Aşiretler, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2010
    2. Kafalı, Mustafa, Anadolu’nun Fethi Ve Türkleşmesi, Atatürk Kültür Merkez Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997.
    3. Şeker, Mehmet, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi Ve İslamlaşması, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Halk Kitapları 78, Ankara 1991.
    4.Sakallı,İsmail, Anadolu’nun Fethi, Türkleşmesi ve İslamlaşması, www.akademiktarih.com/tarih-anabilim-dal/2098-genel-ttarihi-aramalar/28863-anadolunun-feth-tuerklemes-ve-slamlamasi.html
    5. Sipahioğlu, Savaş Yücel, Anadolu Nasıl Türkleşti?, http://www.serenti.org/tag/anadolunun-turklesmesi/
    6. Turan, Osman, Selçuklular Ve İslamiyet, Ötüken Yay., İstanbul 1999.