Category: Türkiyə ədəbiyyatı

  • Remzi ZENGİN.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı,
    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Geçer

    Yaz gelende açar yaylanın gülü
    Gül naz eder, ağlatır, şeyda bülbülü
    Gizliden sevdası olanın günü
    Karşıdan karşıya bakmakla geçer

    Küstüysen gel, kara gözlü, barışak
    Böyle olmaz, arasıra görüşek
    Göremezsem, günler pek zor geçecek
    Sonra gözümden yaş akmakla geçer

    Vur dediysek sana öldür demedik
    Taze açmış gülü soldur demedik
    Pir elinden bade doldur demedik
    Gönül aşk badesin içmekle geçer

    Bülbülün sevdası bilirsin güle
    Bülbül bu uğurda çok çekti çile
    Eğerki bu sevda düşerse dile
    Bu kez ömür kahır çekmekle geçer

    Mecnunu çöllere Leyla’sı saldı
    Kerem Aslı Han’a tutuştu yandı
    Ferhat, Şirin için dağları yardı
    Remzi’yi aşk odu yakmakla geçer

    (14.10.1987)

    Gelin Giden Kızıma!

    Daha dün, dünyaya yeni gelmiştin
    Acıktıkça ak sütümden emmiştin
    Bir yaşında, anne, baba demiştin
    Şimdi gider oldun ellere, kızım

    Sonra kardeşine ablalık ettin
    Sıkıştığım yerde, canıma yettin
    Okuyayım diye gurbete gittin
    Bekledim, bakarak yollara, kızım

    Şimdi gidiyorsun, hiç geri gelme
    Gittiğin yerleri yabancı bilme
    Saygısızlık etme, isyankâr olma
    Şükreyle düştüğün hallere, kızım

    Güzelliğe, bir sivilce yetiyor,
    Zenginlik, bir kıvılcımla bitiyor,
    Güzel huya hiç bedel biçilmiyor
    Sakın düşme kötü hallere, kızım

    Zaman geçer, düşer saçına aklar
    Sırtına binecek sayısız yükler
    Azrail sonunda seni de yoklar
    Sitem etme sakın yıllara, kızım

    (05.08.2009)

  • Remzi ZENGİN.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı,
    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Efkâr

    Yine efkâr bastı, kalmadı neşem
    Gönlümün sultanı gelmedi bugün
    Göremedim kara gözlü ceylanı
    Sabahtan beridir gülmedim bugün

    Acaba yoluna halı mı sersem
    Gelir mi acaba biraz küsersem
    Gelse de bağından gonca gül dersem
    Elimle gülünü dermedim bugün

    Dünya meşakkati sarmış başını
    Bitirecek sanki dünya işini
    Gülse de seyretsem inci dişini
    İncecik belini sarmadım bugün

    Bir fırtına gibi girdi içeri
    Sanırsın, kılıcı kanlı bir çeri
    Bağrıma saplandı aşkın hançeri
    Halini, hatrını sormadım bugün

    (10.2.1988)

    Eylül

    Yağmurlar başladı artık
    Bugün eylül bir.
    Eylül, hazan güzelliğinin başladığı günlerdir.
    Hazan, yani sonbahar güzel midir dersiniz?
    Biliniz ki şüpheniz çok yersiz.
    Bu mevsim herkes için güzel olmayabilir
    Lakin eylül benim için öyle değildir.
    İşte yağmur, yağıyor, yağıyor.
    Tıpkı gözyaşları gibi tek tek yuvarlanıyor.
    Akla ilk gelen gözyaşlarıdır.
    Çünkü hazan hüzün ayıdır.
    Yağmurlu havalarda bir yanık sevda,
    Bir yanık gurbet türküsü uzanır, yayılır, gelir kulaklara:
    Giderim giderim de yolum yan gelir
    Ah ettikçe ciğerimden kan gelir
    Mezarımı kazın dört yol üstüne
    Yar gelip geçtikçe bana can gelir
    Gönüllere dolan hüzün
    Kim bilir hangi dağların üzerinden aşıyor Ve karanlık dar yollardan gönüle ulaşıyor.
    İstemiyorum eylülü artık, çünkü bana hüzün taşıyor.

    (1 Eylül 1972)
    (Turhal Şeker Fb.)

  • Kumrugül TÜRKMEN AKIN.”SEN GELDİN”

    kta

    -Sündüs Arslan Akça’ya ithafen-

    Hırçın deli dalgaların,
    Kayalara vurduğu,
    Tuzun kayayı öptüğü,
    Çılgın bir an gibiydin.
    Suskun,
    Lal olmuş,
    İnzivaya çekilmiş,
    Bir deli yanardağ üstünde,
    Lavları alevleyen
    Sek sek oyunu gibiydin
    Tüm bilinmeyenleri bilen,
    Sır içinde sır olan
    Acılar denizinin
    Hüzün dehlizlerini
    Doldurupta taşıran
    Hüzün gülü gibiydin.
    Sen geldin.
    Ve yolumun orta yerinde durdun.
    Sonra,
    Gümrah orman karası
    Gözlerin geldi.
    Gözlerinle gözlerimden
    Kalbime indin.
    Kalbimdeki çocuk ülkemi,
    Ülkemde üşüyen canları gördün.
    Gözyaşı yağmurları ile ıslandı her yer.
    Gözyaşlarınla ısıttın
    Buz tutan çocuk düşlerini
    Gündüz yürüyüşleri gibi sessiz ve sakin
    Gece ayazında üşüyen bir ten gibiydin.
    Gözlerin yitik coğrafyamda unuttuğum,
    Beni bana getiren,
    Beni sana götüren,
    Gümrah bir kara orman
    Sonsuz bir an gibiydin.

  • Hasan Akar’ın Temmuz Bulutlarını Bekliyorum

    tosayad
    Erek: “Hasan Akar hocamı kutluyorum. Sizi temin ederim şuanda ben Tokatlı olmaktan ve Tokat’ta bulunmaktan, Tokatlının böyle bir toplantıyı ortaya çıkarmasından gurur duyuyorum.”

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği (TOŞAYAD)’ın kitap çıkaran üyeleri için tertip ettiği İmza Günlerinden biri daha dün yapıldı. Bu kez Derneğin Yönetim Kurulu Üyesi Hasan Akar, Temmuz Bulutlarını Bekliyorum adlı şiir kitabı ile okurlarıyla buluştu.

    Tokat Öğretmenevi’nde Pazar kahvaltısı ile başlayan İmza Günü için Ankara’da ikamet eden duayenlerimizden eski Devlet Bakanlarımızdan Ali Şevki Erek de Tokat’a gelmişti. TOŞAYAD Başkanı Remzi Zengin, Şair-Yazar Hasan Akar ve eşi Emine Seçkin hanım konukları karşılarken heyecanlarını ve mutluluklarını paylaştılar. Tokat Gazetemizin Düşünce Durağı yazarı olan Hasan Akar’ın İmza Günü’nde gazetemizden İmtiyaz Sahibi Sezai Kaymak ile Sorumlu Yazı İşleri Müdürümüz Fatih Kılıç da imza gününde bulundu.

    Dernek Yöneticisi Mahmut Hasgül’ün sunumunu yaptığı İmza Gününde, Başkan Remzi Zengin’in selamlama konuşmasının ardından eski Devlet Bakanımız Ali Şevki Erek’in yaptığı konuşma güne damga vurdu. Böylesi bir ortamı, tabloyu 10 numara olarak değerlendiren Erek şunları söyledi:

    “Böyle bir toplulukta bana söz vermek, mutlulukların en büyüğü. Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin değerli Başkanını, bugün imza merasimi dolayısıyla bu toplantıya vesile olan aziz ve sevgili kardeşim Hasan Akar hocamızı, sunumu yapan Mahmut Hasgül hocamızı ve çoğunu bizzat tanıdığım akrabadan öte yakın olduğum, bildiğim aziz ve sevgili konuklarımızı, öğretmenlerimizi, devletimizde görev yapan devlet ricalini, müdürlerimizi, başkanlarımızı, sevgili bacılarımızı ve kardeşlerimizi sevgi ve saygı ile selamlayarak birkaç laf yapmak istiyorum.

    Sevgili hemşehrilerim, bir insanın mutlu olabilmesi için bir kısım dayanak noktalarının olması lazım. Daha önceki imza günlerine de beni çağırdılar. Şerare Kıvrak Yağcıoğlu hanımefendinin imza gününe gelememiş, mesajla tebrik etmiştim. Şimdi Hasan Akar hocamın davetinde bunuyorum. Sizi temin ederim şuanda ben Tokatlı olmaktan ve Tokat’ta bulunmaktan, Tokatlının böyle bir toplantıyı ortaya çıkarmasından gurur duyuyorum. Bunu bütün samimiyetimle ifade ediyorum ve tahminlerimin üzerinde bir gurur duydum.

    Birliğe, manevi övgüye, dayanışmaya, bir güzel dünyaya kapısını açan bu gönül topluluğun bir Pazar gününün sabahında böyle buluşması, bu manevi ziyafete iştirak edebilmek, bunu organize edebilmek, bunu göstermek 21. Yüzyılın uygar, medeni bir ülkesi olmanın en büyük manevi şartlarından biridir. Bu şartlardan birini yerine getiren Tokat Şair ve Yazarlar Derneği’ni ve onun mümtaz şahsiyetlerini gönülden sevgi ve saygı ile selamlıyorum, Allah razı olsun. Bu önemli bir olay. Sadece bu tablo için, gördüğüm şu manzara için bunları ifade ettim. Bu manzara 10 numaradır.

    Temmuz Bulutlarını Bekliyorum şiir kitabına da şöyle bir baktım. Nefis şiirler var. Türkiye’mizin zaman zaman canının sıkıldığı ortamda o hüzünlü kalplere bu toplantı şifa gibi geldi. Bana da Ramazan’a yaklaştığımız bu mübarek günde, bir ilaç gibi geldi, mutlu oldum. Ankara’da, bu tabloyu anlatabilme, ortaya çıkan güzel mahsulden, eserden bahsetme, eser çıkanların yalnız kalmadığından söz etme hakkını ve mutluluğunu bana verdiniz. Sizleri kutluyorum. Allah hepinizden razı olsun. Cenab-ı Allah devletimizin de milletimizin de sizlerin de ayağına taş dokundurmasın.”

    AKAR’IN DUYGULANDIĞI ANLAR

    Şair-Yazar Hasan Akar, daha önce birçok yazar için düzenlenen imza gününün bu kez kendisi için yapıldığı ortamda heyecanına yenik düşmemeye çalışsa da oldukça duygulandı. Konuşmasında hissiyatını kelimelere dökmekten öte bir şiiri ile günün hissiyatını yansıttı.

    Hasan Akar için hazırlanan ve Mahmut Hasgül’ün seslendirdiği sunum izlendi. Sivas’tan bu gün için gelen Aşık Kaptani ve Aşık Eseri saz ve sözleri ile günü renklendirdiler. Şair Şerare Kıvrak Yağcıoğlu ile Rasim Yılmaz da bugüne özel şiirlerini okudular.

    Konuşmaların ve şiirlerin okunması sonrasında Hasan Akar okurları için kitaplarını imzaladı.

  • Remzi ZENGİN.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı,
    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Dedim-Dedi

    Dedim: Güzel sana yandım
    Dedi: Sanma, sana kandım
    Dedim: Ben nasıl aldandım?
    Dedi: Aldanmasa idin

    Dedim: Ne inat edersin
    Dedi: Bıktıysan gidersin
    Dedim: Severim, bilirsin
    Dedi: Vurulmasa idin.

    Dedim: Gel bırak şu nazı
    Dedi: Çok uzattın sözü
    Dedim: Sevmez misin bizi?
    Dedi: Ümitlenmeseydin

    Dedim: Gel bile gidelim
    Dedi: Yâranı nidelim?
    Dedim: Boş ver, terk edelim
    Dedi: Bunu doğru dedin

    Dedim: Remzi’yi küstürme
    Dedi: Kimseye sezdirme
    Dedim: Garibi bezdirme
    Dedi: Usanmasa idin.

    (5/4/1972- Ankara)

    Deniz Ve Nefs

    Deniz azgın bir canavar
    Sanki karada hıncı var

    Almak için saldırıyor
    Hiç durmadan yırtınıyor

    Kükrüyor bir aslan gibi
    Görünmüyor, derin dibi

    Düşerse insan eline
    Yazık olur, vah haline

    Dalgalar sahile vurur
    Rüzgâr estikçe kudurur

    Oyar, demez bu taş kaya
    Zaman da hep ondan yana

    Herhalde ikisi birlik
    Karanın köküne kibrit

    Ekmek için anlaşmışlar
    Hücum edip durmaktalar

    İnsan nefsi de böyledir
    Zayıf insan nefse köledir

    Düşersen nefsin eline
    Kargalar güler haline

    Nefsi boş bırakmıycaksın
    Ağzına gem vuracaksın

    Arttıkça nefsin hücumu
    Yalatırsın boş avcunu

    Nefs istedikçe dünyalık
    Ona her gün cefa lâyık

    Nefis de deniz gibidir
    İnsanoğlu bir gemidir

    Akıl onun dümenidir
    Fikir onun yelkenidir

    Kapılmazsan nefs eline
    Varırsın hak sahiline

    Orda necat bulursun sen
    Nasihatimi dinlersen

    Remzi’nin sözü bu kadar
    Tutmazsan çekersin zarar

    (17 Kasım 1981 Salı)
    (Sinop)

  • Remzi ZENGİN.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı,
    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Başçiftliğe Övgü

    Yaylasında kuzuları yayılır
    Kuş sesleri ovalara dağılır
    Akşam olur koyun keçi sağılır
    İlçeler içinde birsin Başçiftlik

    Başkanı var, gayretli mi gayretli
    Başçiftliğin dertleriyle hem dertli
    Camisi var dağlar gibi heybetli
    İlçeler içinde pirsin Başçiftlik

    Çiçek açar yaylasında, dağında
    Bülbül öter bahçesinde bağında
    Üç şehit var Sarıkamış Dağı’nda
    İlçeler içinde ersin Başçiftlik

    Başçiftlik’ten Sultan Murat Han geçti
    Hızaryanı meydanında tuğ açtı
    Subaşları Genç Osman’ı er seçti
    Bağdat için öğünensin Başçiftlik

    Şu güzelim havan değer cihanı
    Hem yazanı çoktur hem okuyanı
    Devlet kapısında hizmet sunanı
    Bütün çevresine örnek Başçiftlik

    Şairi var, ozanı var, sazı var
    Serin suda yüzen ördek, kazı var
    Halı dokur gelini var, kızı var
    İlçeler içinde nursun Başçiftlik

    Tinkenede bulgurları dövülür
    Gendirmelik kızgın fırına verilir
    Bu keşkeği yiyen her an övünür
    İlçeler içinde cömert Başçiftlik.

    Kışı soğuk olur, serindir yazı
    Kar yağar kapanır yol bazı bazı
    Remzi çok uzattın kes artık sözü
    İl olmaya çoktan aday Başçiftlik

    15.07.2006

    Çocuk Olsam Bu Akşam

    Çocuk olsam bu akşam şu salıncağa binsem
    Çıksam ta tepesine kayıncaklardan insem
    Dönsem atlıkarıncada sabahlara kadar
    Unutsam dertlerimi, tasa nedir bilmesem

    Yürüsem yağmurlarda ıslansam sırılsıklam
    Yağmurla gelen suyla sel olup ben de aksam
    Bakarken karanlığa silsem o maziyi hep
    Geçmişi akan suyla uzaklarda bıraksam

    Dün müydü, geçen ay mı, yoksa beş yıl önce mi?
    Gerçek miydi olanlar, sadece düşünce mi?
    Bir gölgenin ardınca senelerce koşmuşum
    Bilmedim eğlence mi, yoksa ki işkence mi?

    Hayat bu akar gider, bilmezsen kıymetini
    Pişman olmak getirmez kaybolan servetini
    Bakma geriye artık geçip gitti seneler
    Geleceğin koynunda yeşert ümitlerini…

    (22.12.2010-Tokat)

  • Remzi ZENGİN.”TOKATIN SAZI SÖZÜ:5 – AHMET DURAN AYYILDIZ”

    13263775_908883715886971_4101537914946094716_n

    Ziraat Yüksek Mühendisi Ahmet Duran Ayyıldız 1933 yılında Tokat’ta doğdu. Tokat, Sivas Divriği ve Eskişehir’de pek çok Selçuklu ve Osmanlı devri eserlerini restore ederek yeniden Türk-İslam sanatına kazandıran ünlü Dülger Mansur Usta’nın büyük oğludur. Annesi Hayriye Hanımdır.
    Şair, İlk, orta ve lise öğrenimini Tokat’ta yaptı. Lise yıllarında arkadaşları ile dergi-kitap, Tokat’ın yerel Gazetelerinde makalelerini-şiirlerini yayınladı. Bir yıl Siyasal Bilgiler Fakültesinde okudu. İkinci yıl Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesine kayıt oldu,1958-1960 yılları arasında askerliğini yaptı. 1961 yılında Ziraat Fakültesinin Bağ-Bahçe Bölümünden Yüksek Ziraat Mühendisi olarak mezun oldu. İlk görevi Tokat Ziraat Müdürlüğü bünyesindeki Fidanlıktır. Aynı yıl Tokat’ta Tarih Öğretmeni olan Güner Hanımla evlendi. Bu evlilikten Gökhan ve Demet adında iki evlatları oldu.
    Tokat’tan sonra Giresun, Diyarbakır ve Ankara’da mesleğiyle ilgili görevlerde çalıştı. Bilhassa Urfa -Ceylanpınarı ve çevresinde ARGEL çalışmalarına yönetici olarak çok önemli katkılarda bulundu. Öğrencilik ve mesleğinin ilk yıllarında Ankara, İstanbul, Tokat liglerinde (1954-63) voleybol ve basketbol oynadı. Sürekli olarak atletizmle de uğraştı. Köy İşleri Bakanlığına bağlı Köy Kooperatifleri ve El Sanatları Genel Müdürlüğü Diyarbakır bölgesi El Sanatları Eğitim Merkezi’nin kurucusu oldu, müdürü olarak çalıştı. Tokat’ta meyve Suları ve Marmelat Fabrikaları için tarla ziraatı uygulaması ile yetiştirme yöntemi uygulayarak ‘kuşburnu’ üretiminin gerçekleştirilmesi için önemli çalışmalarda bulundu.
    Onun kültür ve sanat faaliyetleri daha lisede öğrenci iken başlar. Tokat’ta İlk Çaba (11 sayı) ve [18 sayı: Murat (Muradullah Polatoğlu) ile:] “Sanat” isimli edebiyat dergilerini çıkardı. Şiirleri Hisar, Şairler Yaprağı, Varlık, Kopuz, Kıbrıs’ta Gençlik, Evrim, Koruk, Çağrı dergilerinde yayımlandı. [Evrende Yıldız Kayaları (1971), Anadolu Geceleri (1974), Anadolu Güneşleri isimleri ile yayınlanmış Şiir kitapları edebiyatımızda birer pırıltıdır.] Felsefî yapısı ile, evrensel içerikli kültürü ile, estetik duygularını aksettirmekteki ustalığı- zarifliği, yüreğimizde güzel-hafif hafif duygularımızı okşayan esintiler oluşturması ile Ahmet Duran Ayyıldız önemli, usta bir şair olmasının göstergeleridir.
    Şair, Ahmet Duran Ayyıldız “Tokat Üstüne” adlı şiirinde:

    “Dağın yeşil, bağın yeşil,
    Bu ne bereket?
    Yeşile mi kıyılmış nikâhın,
    Gözünü sevdiğim memleket.

    Ben toprak delisi, yeşil delisi
    Gök kuşakları içime düşer
    Yeşil vadiler içre çimlenir sevgim
    Irmaklar düşüme düşüme taşar.”
    mısralarıyla doğduğu topraklara apayrı bir vefa duygusuyla seslenir.

    Bu memleket sevgisini “Anadolu Yollarında Geceler” şiirinde daha derin duygulara taşır:
    “Yatar durur upuzun
    Karanlığın koynunda
    Bir ucunda köyler
    Bir ucunda köyden bozma kentler
    İstanbul türküsü söyler”
    Ve çok değer verdiği dostluğu “Gurbet Sofrası” şiirinde bütünleştirmeye çalışır:
    “Ellerim kalkmaz
    Kollarım kalkmaz
    Yalnızlığım doldurur ben içerim
    Ama kış… Ama yaz”

    Sonrasında mesleğinin yansımalarını gördüğü memleketinin ovalarında üretilenleri” Üretmek Üstüne “şiiriyle manevi bir hazla gözler önüne serer:

    “Ne güzel şey Tanrım!
    Sana benzemek…
    Birkaç tohum toprağa…
    Fidan üretmek.
    Birkaç fide saksıya…
    Birkaç fırça tuvale…
    Sanat üretmek.
    Sevgi üretmek
    Güleç sözcük çevreye…
    Dostluk üretmek.

    Ne güzel şey Tanrım!
    Sana benzemek…
    Diplomalı değil
    Aydın üretmek
    İki ayaklı değil,
    İnsan üretmek…”
    20 Kasım 2015 tarihinde hayatını sürdüğü İzmit’te aramızdan ayrılan Ahmet Duran AYYILDIZ’ı rahmetle anıyorum.

  • Prof. Dr. Nurullah ÇETİN.”BAHTİYAR VAHAPZADE-II”

    TOSAYAD

    ÜTOPYANIN GERÇEĞE DÖNÜŞMESİ: HAYATA GEÇİRİLEBİLİR BİR TURAN PROJESİ

    1. Kültürel Ortak Zemin İnşası
    Vahapzade, samimi ve gerçekçi bir Turan projesinin umdelerini ortaya koydu. Bahtiyar Vahapzade, duygu ve heyecanıyla nasıl coşkun bir Turancı idiyse, fikirleriyle ve bilgi birikimiyle, gerçekçi aklıyla o oranda tatbikat ve eylem Turancısıdır. Büyük Turan birliğinin ilk adımının ortak bir kültürel zemin inşasıyla mümkün olacağı kanaatindedir ki bu, son derece doğru bir düşüncedir. Turan’ın uzak düşmüş çocukları, önce aynı gönül diliyle konuşabilmelidir. Bu da kültür birliğiyle mümkündür. Kültür birliğini oluşturan temel unsurlar ise şunlardır:

    a. Dil Birliği

    Kültür birliği, dil birliğine bağlıdır. Bütün Türklerin ortak bir anlaşma Türkçesi olmalıdır. Dil birliği, bugün bizim cesaretle üzerine gitmemiz gereken bir konudur. Yıllar boyu emperyalist Ruslar, değişik Türk boylarının aslında birer lehçe olan Türkçelerini farklı diller gibi göstermeye ve bunları farklı birer dil olarak kurumsallaştırmaya çalışmış. Ama Turan’ın bugünkü evlatları Türkçelerini birleştirmek, anlaşabileceği, danışabileceği ortak bir dil zemini oluşturmak zorundadır. Türklerin birbirleriyle anlaşamamasını büyük bir acıyla şöyle eleştirir:
    “Bugün ortak atalarımız olan Göktürklerin çadırını hatırlatan bu muhteşem çadırın altında toplanan bizler, yani Özbek, Kırgız, Kazak, Tatar, Başkurt, Azeri, Türkmen, Kumuk, Altay, Nogay, Saka Türkleri birbirimizden o kadar ayrı düşmüşüz ki bir olan atalarımızın diliyle konuşamıyor, yalnız Rusça aracılığıyla anlaşıyoruz.
    Ben bunu büyük bir felaket sayıyor ve bu felaketi ortadan kaldırmak için tek bir yol görüyorum. Yavaş yavaş ortak dile doğru yürümek. Elbette bu, bir yılın, beş yılın, on yılın işi değil. Bu yüce maksada ayrı ayrı ilimlerin ortak terminolojisini kurmakla başlamalıyız, düşüncesindeyim. Arzu ediyorum ki bizim torunlarımız ve onların çocukları bizim gibi birbirleriyle Rusça veya başka bir dille değil, ortak Türk diliyle anlaşsınlar.”
    Bahtiyar Vahapzade, dille ilgili olarak son derece yerinde ve gerçekçi bir teklif sunmaktadır:
    “Bence, Türk dünyası edebiyatçıları arasındaki münasebeti geliştirmek ve Türk edebiyatını daha da güçlendirmek için ortak dile muhtacız. Bir Kırgız ile Azeri’nin konuştuğu Türkçede farklılıklar vardır. Bizimle Türkiye’deki Türklerin arasında dil problemi yok. Amma Kırgızla Kazakla var… Ben arzu ederim ki Türkler arasında dil uçurumu olmasın.”
    “Aydınlarımız şimdiden çalışmaya başlamalılar. Azerbaycan Türkü, Türkiye’de bugün konuşulan bazı kelimeleri anlamakta zorluk çekiyor. İlim adamlarımız ortak dil hususunda çalışmalar başlatırken, diğer taraftan kullandığımız ortak kelimeler dilden atılıyor. Azerbaycan’da “okul” kelimesini bilen çok azdır. Bunun yerine niçin “mektep” kelimesi kullanmıyoruz. Bunlar önemli meseleler. Mektebe, muallime dönmeli. Benim atam mektep demiş, okul dememiş.
    Bu alanda yapılabilecek bir diğer çalışma da ortak dil projesidir. Ortak bir lügat (sözlük) hazırlanmalıdır. Türklerin kullandıkları ortak kelimelerin işlerliği artırılmalıdır. Biz bugün Azerbaycan Türkçesinde “dilekçe” yerine “eriza” kelimesini kullanıyoruz. Bu güzel bir kelime değil. Bu kelimenin yerine dilekçe kullanılmalıdır.
    Aynı şekilde size yabancı dilden geçmiş “anahtar” kelimesi var. Bizde bunun karşılığı “açar” kelimesidir. Özbeklerin, Kırgızların ve Kazakların kullandığı bu kelime niçin bütün Türk dillerinde ortak olmasın? Bu mesele bir iki yılın işi değil. Biz bunu şimdiden başlatmazsak, gelecek nesil bizim yüzümüze tükürecek.”
    Bahtiyar Vahapzade, ortak bir iletişim dili olarak Türkçe davası güderken Türkiye Türkçesinin yozlaşmasına, bozulmasına, yabancılaşmasına da haklı olarak feveran ediyor. Türkiye Türklerinin dillerine, kültürlerine sahip çıkmaması, yabancı hayranlığı gibi çürümeye isyan ediyor ve bizi uyarıyor:
    “Anadolu Türkleri, tarihin hiçbir döneminde hiçbir halkın kölesi olmamıştır. Eğer bu bir gerçekse, peki neden büyük imparatorluklar kurmuş Anadolu Türkleri, bugün kendi millî varlıklarına düşman kesilmiş; bülbül nağmesine benzeyen Türk dilinin bekâretini bozuyor, ona baskı yapıyor? Türkçeyle klasik eserler ortaya koyan Nesimî, Nevaî, Mahdumkulu, Fuzulî, Sabir ve Mehmet Âkiflere bu dil uydu da, şimdi bize uymuyor mu? Niçin kendi kendimize kelimeler uyduruyoruz? Kim bu hakkı bize vermiş? Dilin sahibi bireyler değil, millettir.
    Bağımsız Türk Cumhuriyetleri kurulduktan sonra bir taraftan yavaş yavaş ortak dile gitmeyi düşünüyoruz, diğer taraftan ise siz Türkiye Türkleri, hepimiz için ortak pek çok kelimeyi dilinizden kovuyor, uyduruk sözler üretiyor, aramızda uçurum yapıyorsunuz. Bunu nasıl anlayalım? İşte benim hayretimin sebebi budur.
    Sizin yazdığınız gibi ben de Ankara’nın, İstanbul’un sokaklarından geçtiğim zaman, bu şehirlerin Londra mı, New York mu, yoksa İstanbul mu olduğunu anlayamıyorum. Reklamlar, dükkânların ve bazı idarelerin adları, hatta uçakların üzerinde “Türk Hava Yolları” yerine “Turkish Airlines” yazılıyor. Türk Hava Yolları’nın dergisinin adı “Skylife”. İşte ben buna hayret ediyorum.
    Bundan başka bir de Türkiye’deki eğitimin İngilizceleşmesi beni üzüyor.”
    Vahapzade dilimizin ortak; bunun adının da “Türk dili” olduğunu vurgulu olarak belirtir. Nitekim “Artık Zile Döndü Zincirin Sesi” adlı şiirinde şöyle der:
    “Yaşadık hasretle yüz seksen yılı
    Yoksa ters dönmekte bu çarh-ı devran?
    Yurdum Azerbaycan, dilim Türk dili
    Diyen bal kokulu diline kurban”

    Burada dikkat edilsin, “dilim Azerice” ya da “Azerbaycanca” filan demiyor; “Türk dili” diyor. Emperyalistler Türkleri bölmek, parçalamak, birleşmelerini engellemek için Azerice, Kırgızca, Özbekçe gibi adlar altında Türkçeyi parçalıyorlar. Bunları sanki başka başka dillermiş gibi sunuyorlar. Vahapzade, şiir ve yazılarıyla bu emperyalist oyunun farkına varmış şuurlu bir Türk aydını olduğunu gösteriyor.
    Azerbaycan halkının konuştuğu dile “Azerbaycan Türkçesi” mi, “Azerbaycan dili” mi, yoksa “Türk dili” mi denmeli şeklindeki bir tartışma konusunda Vahapzade, Türk millet birliği şuurunda bir aydın olarak şöyle der:
    “Bu tartışma Cumhurbaşkanının ya¬nında olmuştu. Tartışmaya Aliyev de katılmıştı. O, dilimize “Azerbaycan dili”, milletimize de “Azerbaycan¬lı” denmesini istiyordu. Tartışmada ben, Anar ve Rüstemhanlı bizim dilimiz “Türkçe”dir, fikrini savunmuş¬tuk. Bunu kabul etmeseniz ikinci bir teklif olarak da milletimiz, “Azerî Türkü”, dilimiz ise “Azerbaycan Türkçesi” olsun şeklinde bir alternatif sunmuştuk.
    Sonuç¬ta %95’i milletimiz “Azerbaycanlı”, dilimiz, “Azerbay¬can dili” fikrini kabul etti. Bu kararın siyasî yönü ağır¬lık basmaktadır. Azerbaycan’da değişik milletler bu¬lunmaktadır. Biz Azerbaycanlı dersek onlar da aynı terimi kullanacaklar, biz Türk alternatifini kabul edersek bu defa diğer milletlerin milliyetleri de ön plana çıkacaktı.”

    b. Sanat-Edebiyat Birliği
    Ortak bir anlaşma, danışma, bilişme, görüşme Türkçesi inşa ettikten sonra ortak bir sanat anlayışı içinde duyarlıklarımızı, bakış açılarımızı, dünyayı, hayatı, olayları, zamanı, mekânı yorumlama biçimlerimizi de birleştirmemiz lazımdır. Bu bağlamda sanat, edebiyat birliği son derece önemlidir. Nitekim büyük Türk şairi, bu konuda şu eleştiri ve teklifleri yapıyor:
    “Türkiye’de yılda 20 oyun oynanıyorsa 18’i muhakkak yabancı oluyor. Alman, Fransız, Rus… Buna çok hayret ediyorum. Her defasında Çehov’a müracaat edilirken niye kültür adamlarının akıllarına Ahundzade’nin eserleri de gelmiyor, niye Cafer Cabbarlı’nın eserleri de İstanbul’da, Ankara’da oynanmıyor? Bizi de tanısınlar, görsünler… Bizim eserlerimiz ne düzeydedir, biz nelerle yaşıyoruz, psikolojimiz, gülmemiz, ağlamamız nedir, bir görsünler. Kardeşlik budur. Kendimizi tanımaktan, idrak etmekten bu kadar kaçılır mı? “
    “Ortak dil olduğunda her türlü kültürel münasebetler geliştirilebilir. Mesela Azerbaycan’ın tiyatrosu gelsin Ankara’da, İstanbul’da oyun sergilesin. Türkiye’nin tiyatroları da Bakü’ye, Taşkent’e, Bişkek’e gelsin… Bu kültür alâkaları çok önemli. Türk dünyası arasında büyük bir güç oluşturur.”
    “Hem Anadolu Türkleri, hem de Azerbaycan Türkleri ilişkilerimizin daha sık olmasını arzu ediyorlar. Aydınlarımız bu konuda daha istekli görünüyorlar. Maalesef ilişkilerimiz yeterli düzeyde değil. Bu ilişkiler, devlet nezdinde olmalı. Siz benim şiirlerimi Türkiye Türkçesine çeviriyorsunuz, bunu bizim devlet bazında yapmamız gerekir.
    Biz sizin edebî verimlerinizi Azerbaycan Türkçesi’ne, siz de bizim eserlerimizi Türkiye Türkçesi’ne aktarmalısı¬nız. Türk tiyatroları buraya gelmeli, bizim tiyatrola¬rımız Türkiye’ye gitmeli. Her şey kültürle olur. Kül¬türel yakınlık olmadıktan sonra hiçbir şeyin gerçek¬leşmesi mümkün değil. Ben, Cumhurbaşkanı Sü¬leyman Demirel’e merkezin Ankara olacağı “Türk Dünyası Akademisi”nin kurulmasını teklif ettim. Açılacak olan bu araştırma merkezinde bütün Türk dünyasındaki akademisyenler çalışmalıdır.(…)
    “Ayrıca Azerbaycan Edebiyat Tarihi olmalı. Umumî Türk Edebiyat Tarihi yazılmalıdır. Bunun yanında Genel Türk Sanat Tarihi, Umumî Türk Tarihi kaleme alınmalıdır. Bunlara Türkiye’nin ön ayak olması gerekir.
    Azerbaycan’da millet kendi tarihini bilmiyor. Bu konuda kitaplar hazırlanmalı. Anado¬lu Türkü’ne olan sevgiyi artıracak çalışmalar yapıl¬malı. Anadolu insanı Azerbaycan halkına tanıtılma¬lıdır. Bu bağlamda Türk edebiyatları, (Özbek, Türk¬men, Kazak, Tatar) birlikte hazırlanıp okullarda okutulmalıdır.”
    Kültür, sanat, edebiyat birliğinin sağlanabilmesi için Vahapzade, Türk tarihinin köklü kültürel değerlerinin öğrenilmesinin zaruretine işaret eder. Şöyle der:
    “Millî karakter öğrenilmeden millî unsurları açıklamak çok zordur. Bununla birlikte tavsiyem nedir? Önce asırlar boyu örf ve âdetlerimizi yeniden canlandırmak. Eski Türk yazılarını (Orhun Yenisey) derinden öğrenmek.”
    Bahtiyar Vahapzade, bütün dünya Türkleri arasında eskiden edebiyat birliği olduğuna dikkat çekerek köken birliğini sağlam bir dayanak olarak alıyor. Bu konuda şunları söylüyor:
    “Bizim geçmişte umumî (genel) edebiyatımız vardı. Vahit (birleşik) bir Türk edebiyatı vardı geçmişte. Ama zamanla bizi birbirimizden uzaklaştırdılar. 3-5 yıl içinde inşallah geçmişteki bu birlikteliğimizi tekrar sağlayacağız. Biz Latin alfabesini de birleştirici bir unsur olarak görüyoruz. Aslında biz Latin alfabesini sizden daha önceleri kabul etmişiz. 1926’dan 1939’a kadar biz de Latin alfabesini kullandık. Bizi birbirimizden ayırmak için Ruslar, 1939 senesinde bizi Kiril alfabesini kullanmaya zorladılar. Şimdi tekrar Latin alfabesine döndük. Dua ediyorum ki Tatarlar, Kırgızlar, Özbekler ve diğer Türkler de Latin alfabesine dönsün. Çünkü bizim birliğimizin esası alfabe birliğindedir.”

    c. Din Birliği
    Bahtiyar Vahapzade, Türklerin neredeyse hemen hemen tamamının Müslüman olması gerçeğinden hareketle, büyük Türk birliğinin yani Turan’ın hamurunun, mayasının da İslam olması konusunda hassastır. Bu hususun önemini de müdriktir. Nitekim bir hatırasını şöyle nakleder:
    “1979 yılındaki Türkiye ziyaretim ayrı bir öneme sahip. Dedeman Oteli’nde kalıyordum. Ramazan ayıydı. Sabah ezanıyla uyanmıştım. İstanbul’un semalarında sabahın sessizliğini bozan, gökleri yankılayan bir ses… O sesi en son, 4 yaşında işitmiştim. Aradan yıllar geçtikten sonra bu sesi, özlemini iliklerimde hissettiğim güzel Türkiye’mde dinlemek nasip olmuştu. Ezanların biri başlıyor, biri bitiyordu. Bir taraftan ağlıyordum, bir taraftan da “Allah Ekber” şiirini yazdım.”
    Vahapzade, İslam ortak paydasında bütün Türklerin bir araya gelerek Turan milleti olmasının öneminin o kadar farkındadır ki, kendi ülkesindeki gençlerin misyonerler tarafından Hristiyanlaştırılması çabalarına şiddetle tepki duymaktadır. Şöyle der:
    “Azerbaycanlı gençlerin durumu kötü. İşsizlik var. Hristiyan misyonerler ortada faaliyetteler. Gençlerimize para verip kandırmaya çalışıyor. Azerbaycan’da bir Hıristiyanlaştırma girişimleri var, özellikle de İsrail’in… Önlemek için çalışıyoruz.”
    Vahapzade, büyük Türk milletinin kültürel dokusunun mutlaka İslam’la yoğrulması gerektiği inancındadır. Türklük ancak Müslümanlıkla ayakta durabilir. İslam olmadan Türk’ün bir manası yoktur. İslamlıkla Türklük ilişkisi konusunda şöyle der:
    “Aynı zamanda Türk’ü İslamiyet’ten ayırmak olmaz. Çünkü 10 asırdır İslam’a bayraktarlık eden Türk olmuştur. Türk medeniyeti umum İslam medeniyetinden ayrılamaz. Umum İslam medeniyetinin içerisinde Türk’ün çok büyük payı vardır.”
    Vahapzade, Türk-İslam davasını benimsemiş şuurlu bir Müslüman Türk’tür. Müslümanlık ve Türklük bizim iki temel değerimizdir. Nitekim 1999’da yazdığı bir şiirinde şöyle der:
    “Bizi indirdiler göklerden yere
    Döndür tarihimin altın çağını,
    İlahî, hükmünle kaldır göklere
    İslam bayrağını, Türk bayrağını”

    ç. Milliyet ve Ülkü Birliği
    Büyük Türk birliğinin gerçekleşebilmesi için Vahapzade, bütün Dünya Türklerinin, bütün Türk boylarının öncelikle kendilerini “Türk” olarak bilmeleri, bu ortak ve genel milliyet şuuruna ermeleri gereği üzerinde duruyor ve bunu önemsiyor. Ona göre bizim ortak kimliğimiz “Türk” olmaktır. Ülkü birliğimizin de “Turan” olduğunu söyleyerek bütün Türklerin elbette Turancı olması gereğine inanıyor ve bu ülkü birliğini bütün dünya Türklüğüne bilinçle telkin ediyor. Nitekim “Doğru” adlı şiirinde şöyle diyor:
    “Açıp kol kanadımı
    Yücelttim Türk adımı.
    Ben öz dilek atımı
    Sürdüm Turan’a doğru.”

    Gerek Türkistan’da gerek Türkiye’de Türklere ortak millî kimlik adlarının Türk olduğunun unutturulması projeleri yüzyıllardır sürdürülegelmektedir. Emperyalistler, Türk’ün milliyetini unutturarak onun mankurtlaştırılabilmesi ve kozmopolit bir sürü hâlinde güdülebilmesi yani kolayca sömürülebilmesi için önce milliyetinin yok edilmesi gereğinin farkına varmışlardır.
    Emperyalizmin temel politikası şudur: Her şeyden önce Türk, “Türk’üm” demeye utanacak, milliyetini inkâr edip reddedecek. İkincisi Amerika Birleşik Devletleri olacak, Avrupa Birliği olacak, şu birliği olacak, bu birliği olacak ama zinhar Türk birliği yani Turan olmayacak. Uzun yıllar Rus emperyalizmi, Türkistan Türklerine Türklüklerini unutturmaya çalıştı.
    Şimdilerde de Türkiye’mizde Batı emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileri, Türkiye Türklerine Türk’üm demeyi utanılacak bir şey gibi sunuyor. Her Allahın günü 36 tane etnik köken adının sayılması, bu etnik ırkçılığın kutsallaştırılması demokrasi; ama Türk’üm demek ırkçılık oluyor, faşizm oluyor bilmem ne oluyor.
    Maalesef bu yoğun emperyalist propaganda bugün bir hayli etkili olmuştur. Öz be öz Türk evladı Türk’üm demekten utanmaktadır. Onun yerine Türkiyeliyim filan demeye başlamıştır.
    İşte Vahapzade, bu emperyalist zihniyetle mücadele etmiş; Türklük ve Turan bilinci üzerine yoğunlaşmıştır.
    Vahapzade, emperyalistlerin Türk milletinin Türklük bilincini yok etme çalışmalarıyla ilgili olarak şiddetli bir tepki gösterir:
    “Müstemleke zinciri boğazımıza dolandığı günden bu yana bizi Türklükten dolayısıyla kökümüzden koparmak için Tatar, Fars, Midyalı ya da Arnavut diye adlandırıyorlardı. 1918 yılında bağımsızlığımızı kazandık ve önderimiz M. E. Resulzade vasıtasıyla tarihî gerçekler yerine oturdu. Fakat 30’lu yılların sonlarında Stalin, Mikoyan rejimi Türklüğümüze, adımıza, soyumuza yeniden el uzattı. Bizi kökümüzden koparmak için Türkçe isme ve Türk sözüne yasak getirdiler.
    Herkese yapmacıktan Azerbaycanlı mührü vurdular. Hayvan eğilip su içtiği ırmağın kaynağını bilemez. Aynı şekilde hangi ırmaktan su içtiğini bilmeyen millet de millet olamaz. Tarih boyunca bu millete hiçbir kuvvet Türklüğünü unutturamamış, unutturamayacak da. Nihal Atsız, Bozkurtların ölümünü ve dirilişini konu alan eserinde Türk soyunu ne güzel işleyerek ebedîleştirmiştir.”

    2. Ortak Bilimsel Zemin İnşası ve Özgün Türk Bilimi İhdası
    Dünya Türklüğü kültür, sanat, duygu birliğine dayalı ortak bir altyapı inşasının yanında ayrıca Türk bilim adamlarının birlikte çalışmalar yapmasının da Turan’ın gerçekleşme zeminine döşenmiş önemli bir yapı taşı olduğu inancındadır. Vahapzade, ortak bir Türk Dünyası Akademisinin kurulmasının zaruretine inanır ve buraya bütün Türk dünyasından ilim adamlarının dahil olmasını ister. Şöyle der:
    “Bütün kardeş ülkelerin istifade edeceği ve merkezi Türkiye’de olan bir “Türk Dünyası Akademisi” kurulmalı. Orada fen bilimlerinin yanı sıra tarihçi ve edebiyatçı olmalıdır. Ortak bir terminoloji merkezi olmalıdır. Niye bizim de dünyaca tanınan âlimlerimiz, düşünürlerimiz olmasın?”
    “Fizik sahasında Azerbaycan’da büyük âlimler var. Bu ilim adamlarıyla Türk fizikçiler beraber çalışmalı. Bu çalışmaların merkezi Ankara olmalıdır. Yılda birkaç kez akademisyenler toplanıp, ortak çalışmalar yapmalılar.”
    Koca Türk Vahapzade, bilim ve teknolojide de kendimize özgü, millî ruhumuzu yansıtan bir bilim ve teknoloji politikası geliştirmemiz gereğine işaret eder ve şöyle der:
    “Benim Türkiye’den istediğim şu: Türkiye kendine benzer kendi bilgisayarını, kendi otomobilini, kendi füzesini yapsın. Batı’nın tekniğini olduğu gibi almasın. Bu, büyük bir milleti taklitçiliğe götürür.
    Tekrar eğitimin yabancılaştırılmasına dönelim. Sizin şu görüşünüze de kalbimle katılıyorum: “Bilim ve teknik yöntemleri evrenseldir… Türkiye’nin de kendi bilim ve tekniğini geliştirmesi, kendi amaç ve gayelerinden sapmaması gerekmektedir. Eğitimi başka dilde yaptıran, gençlerinin düşünme kabiliyetlerini her gün bu şekilde kirleten, her gün onlara sömürge evladı ruhu, acenta kafalılık ve aşağılık duygusu aşılayan bir ülke bunu yapamaz. Gereken yabancı diller, her yerde olduğu gibi ayrıca öğrenilebilir. Ama kendi dilini kaldırıp atmak, gafletlerin en büyüğüdür.”

    3-Özüne Yabancılaşma Hastalığına Karşı Millî Bilinç Telkini

    Bahtiyar Vahapzade, bugün Türk milletinde yaygın bir hastalık olan kendi varlığına, kimliğine, kültürüne, tarihine, dinine yani bir bütün olarak özüne yabancılaşma hastalığına karşı yeniden kendine dönerek şahsiyetli bir millet olmamız gereğine şiddetli bir vurgu yapıyor. Özellikle gençlerimizin hızla batıya taparlık, kendine yabancılaşma hastalığına karşı Bahtiyar muallimin uyarısı büyük bir önem arzediyor:
    “Çok eskilerden bizim damarlarımızdan akıp, bugüne kadar devam eden kendine, kendi millî varlığına yabancılık, kendini küçük, başkasını büyük görmek belası da ne demektir? Niçin biz bu hastalığa tutulduk? Büyük bilginlerimiz, psikologlarımız, tarihçilerimiz, filologlarımız, filozoflarımız bu belanın sebeplerini ve köklerini araştırmalı, buna karşı savaş ilan etmeli, içimizde yaşayan kendine, kendi millî varlığına yabancılaşmak hastalığından bizi kurtarmalıdır.”
    “Türkiye’de öyle insanlara rastladım ki kendinden başka herkese benzemek istiyor. Bu da millet için büyük faciadır. (…) Kalbini tamamen Batıya vererek kendini unutmak kendi medeniyetine üstten bakmak bir millet olarak bizleri mahvediyor. ”

    4-Millî Tarih Şuuru
    Vahapzade, bütün Türklerin tarihinin büyüklüğü ve ihtişamı karşısında büyük bir gurur duyar. Türk tarihinin ihtişamı onda Türk’ün geleceğe güvenle bakışını sağlar. Türk gençliğinin ve bütün Türk milletinin geçmişine, tarihine sahip çıkması gereği üzerinde durur. Zira tarihi olmayan ya da tarihini yok sayan, tarihinin, atalarının aleyhinde olan milletler fazla yaşayamaz. Bir yerde şöyle der:
    “Geçmişine gülle atanın geleceğine top atarlar.
    Topkapı Sarayı’na baktığım zaman ağladım. Sevincimden ağladım. “Allahım! Ben ne kadar büyük bir milletin evlâdıyım. Benim sultanlarım gör ne boyda hürmet kazanmışlar? Ne işler başarmışlar!
    Maziyi inkâr geleceği inkârdır. Kendi geçmişinin üzerinde boy atmayan millet mahvolmaya mahkûmdur.”

    5-Bağımsız Millî Devletin Kıymetini Bilmemek
    Vahapzade, Türk milletinin bağımsız bir devlet sahibi olmasının kıymetini çok iyi bilen ve bize de bildirmeye çalışan bir Türk aydınıdır. Uzun yıllar Rus emperyalizmi altında kalmanın, esir bir topluluk hâlinde yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi bildiğinden; biz Türkiyeli Türklere bağımsız, hür bir devlet sahibi olmanın önemini anlatmaya çalıştı. Nitekim bu bağlamda biz Türkiyeli Türklere şunları söylemiştir:
    “Biz mahkûm milletiz. Siz mahkûm değilsiniz. Siz her zaman hâkim olmuşsunuz. Biz her zaman dövüldük. Başı yumruklu olduk. Ona göre de bildiğimizi söylemekten korktuk. Derdimizi, şiire, şarkıya, türküye döktük.
    Ne büyük saadettir ki benim millî devletim olsun, kendi param olsun, kendi ordum olsun, kendi bayrağım olsun. Anlatabiliyor muyum? Siz bunun kıymetini bilmiyorsunuz. İnsanın tabiatı böyledir. Sahip olduğunun kıymetini bilmiyor, anlayamıyor. Gülistan anlaşmasından beri 170 yıldır bizim başımızda yumruk var. Rus yumruğu var. Biz ona göre de bir sözümüzü diyebilmiştik, ikincisini diyemedik. Ben bir zaman bir şiir yazmıştım. Şöyle:
    “Ey Allahım! Öyle de millet olur mu?
    Ezilir, ezene “kurtarıcı” der!”
    Biz daha çok milliyetçiyiz. Sizden daha çok. Milletin ne olduğunu biz daha iyi biliriz. Ben Türk gençliğine derim ki: Kendi devletlerinin kıymetini bilsinler. Millî marşın önünde secde etmeleri lazımdır. Günde yüz defa o bayraktan öpmeleri lazımdır.
    Birleşmiş Milletler Teşkilâtının önünde iki yüze yakın devletin bayrakları arasında ne büyük bedbahtlık ki benim Azerbaycan bayrağım yok. Ne büyük mutluluk ki sizinki orda. Bunu şimdiki çağdaş Türk gençliği anlamıyor.”
    Türkiye Türklüğü olarak biz, Atatürk’ün ve diğer Kuva-yı Milliye mücahitlerinin büyük bir direnişle kurtardıkları vatan üzerinde kurup bize hediye ettikleri ve böylece emeksizce sahip olduğumuz bağımsız millî Türk devletinin kıymetini maalesef bilmiyoruz.
    İçimizdeki hain aydınlar, işbirlikçi siyasetçiler, komisyoncu taşeron iş adamları eliyle bağımsızlığımızdan vaz geçiyor, siyasi irademizi, yönetimimizi, paramızı, yer altı yer üstü bütün ekonomik kaynaklarımızı, kültürümüzü, sanatımızı, eğitimimizi, tarımımızı her şeyimizi Amerika ve Avrupa Birliği emperyalizmine teslim ediyoruz. Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin sömürgesi olmaya can atıyoruz. Yıllarca Rus esaretinde kalmış Orta Asya ve Kafkasya Türklerinden alacağımız çok ders var.

    Son Söz
    Buraya kadar açıkladığımız gibi Bahtiyar Vahapzade’nin başlıca amacı, dünyada yaşayan bütün Türklerin yeni zamanlara özgü bir birlik oluşturmaları, birleşmeleri yani Turan ideali etrafında bir araya gelerek enerjilerini, güçlerini, birikimlerini birleştirerek daha güçlü bir Türk milleti oluşturmalarıdır.
    Avrupa Birliği, Afrika Birliği, Arap Birliği, Amerika Birleşik Devletleri gibi herkes birleşirken Türklerin birleşmemesi, birbirinden kopuk kalması ancak başkalarına yem olmaları sonucunu doğurur. Emperyalist ülkelere yem olmamak, sömürülmemek için bütün dünya Türklerinin birleşmekten başka seçenekleri yoktur.
    Bunun için de önce dil birliği, sanat edebiyat birliği, din birliği, bilim birliği gibi kültürel birlik altyapısını sağlam kurmaları gerekmektedir. Bu birlikler, ekonomik, siyasi ve diğer her alanda birleşmeyi kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla Türk milletini yönetme sorumluluğunu üstlenmiş olan siyasetçilerin Bahtiyar Vahapzade’ye mutlakla kulak vermeleri gerekmektedir.

  • ŞEREF TAŞLIOVA.”KEMALÎ BÜLBÜL ATIŞMASI”

    13266075_907541286021214_6128889671893826051_n

    Aldı Şeref Taşlıova: Aşıklık bağının çiçeklerini
    Derebilir misin deremez misin
    Söylediğin sözün gerçeklerini
    Sorabilir misin soramaz mısın

    Aldı Kemali Bülbül: Aşıklık bağının bağbağınıyım ben
    Görebilir misin göremez misin
    Divane gönlümün çobanıyım ben
    Durabilir misin duramaz mısın

    Aldı Şeref Taşlıova: Gökte seyreyledim yıldızı ayı
    Çetindir bükülmez bu aşkın yayı
    Sevda sarayında gizli rüyayı
    Yorabilir misin yoramaz mısın

    Aldı Kemali Bülbül: Yürümeyi bilmem kalmadı takat
    Gözümden gönlüme yoktur sadakat
    Dostlarım gücendi nerde mülakat
    Kurabilir misin kuramaz mısın

    Aldı Şeref Taşlıova : Şeref der aşıkta biter mi çile
    Derdini aktarır sazdaki tele
    Dönüşü belirsiz gizli menzile
    Varabilir misin varamaz mısın

    Aldı Kemali Bülbül: Kemali Bülbül’üm gam taşarım gam
    Aşkın şarabını tam içmeli tam
    Neyi bilirim ki neyi anlatam
    Erebilir misin eremez misin

  • Ayşe Melis YAKARER.”CAYMADIM”

    13221031_907533372688672_3341394161664547430_n

    Bu gece geçtim sokağından
    Yahut esti rüzgârdan şiirlerim…
    Işığın yanmıyordu.
    Yahut karanlığı çok severdin…
    Gece üçledim, beşledim
    Ölüydü perdelerin.
    “Hele sabah olsun” dedim.
    Bekledim…
    Bekledim…
    Ölüydü hâlâ perdelerin.
    “Dur,
    Güneş yakacak yüzünü
    Perdesini çekecek” dedim.
    Bekledim…
    Bekledim…
    Güneş görmüyordu evin.
    “Simitçinin sesine sıçrayacak” dedim
    Bitti simitler
    Hiçbir şey yemedin.
    Kuşlar yuva yapmış balkonuna
    Hiç mi çay içmedin?
    Orada öylece gelmeni bekledim.
    Nereden bilecektim tası tarağı topladığını?
    Olsun, “kürkçü dükkânı burası” dedim.
    Cadde bekleyişteyim.

  • Şemsettin AĞAR (Dervişoğlu) (Türkiye, Ankara).Muhteşem şiirler

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    DEM GÖRÜNÜYOR

    Bir duman çökmüş de gönül dağına
    Yamaçtan zirveye gam görünüyor
    Mihrican mı deydi vuslat bağına
    Türkü bakışında nem görünüyor

    Suç bende mi yoksa gurbet mi haklı
    Ruhu çöle saldım yitirdim aklı
    Hasretin çaresi gamzede saklı
    Gülüşün derdime em görünüyor

    Siman mehtap ile dengi dengine
    Uçarı gönlümü salar engine
    Sevdan katık mıdır çayın rengine
    Kınalı elinde dem görünüyor

    Canımdan beride olan canözüm
    Muhabbet deminde aydınlık yüzüm
    Tüm dünyaya küstü can iki gözüm
    Sensiz her şey bana kem görünüyor

    Derviş dergâhında yoksa hidayet
    Bir ömür vah ile bulur nihayet
    Visaline zaman uzarsa şayet
    Yürek kurda kuşa yem görünüyor

    HAZAR

    Möhtəşəm gözəlliyin ağlımı başdan aldı
    Qıyında yaşanmayan sevdalar yalan Hazar
    Ayrılık seherinde sazlarım hüzün çaldı
    Sineme sızı düşdü sol yanım nalan Hazar

    Sən könül taallukum hərkəsdən şaxsi kəsim
    Sən ürəkdə avazım göylərə çıxan səsim
    Milyon kez fəda olsun aldığım hər nefesim
    Mən senin başan dönüm sen yare dolan Hazar

    Həsrətin içərimdə sönməyən bir volkandı
    Duyğular Aras olub gül sineni çalkandı
    Bir Sentyabr axşamında könül şadlığa bandı
    Sənə olan bu sevda dünyaya elan Hazar

    İçimdəki atəşin hökmünü bilebilsən
    Heç getmə qal deyərdin, söz olub dilə gelsen
    Bir zerrecik suyunu mənimlə bölebilsen
    Olmazdı məndən özgə dincliyi bulan Hazar

    Qaradəniz yüreğim çırpınarkən sən deye
    Nedendir bu ayrılıq söylə bu həsrət niye
    Çaylar eş ola bilməz gözümdeki debiye
    Yadındaki Dervişin dergâhı talan Hazar

    Şemsettin AĞAR (DERVİŞOĞLU)

    (Şiir 27.09.2012 seherinde Bakü’den Gence’ye giderken yazılıb)

  • Ahmet DİVRİKLİĞOLU.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    ad

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    DAL. BOYLUMA

    Çaresizliğin ne demek olduğunu bilirmisiniz ?
    Bilirmisiniz ,?Eklemlerin dağılmasını bir,bir
    Çatırdamasını bilirmisiniz ?Vücut çatısının her noktasından
    Ve
    Göz pınarlarına vurulmasını bilirmisiniz ? Istırabın
    Dermansız sancılardan

    O dermansız sancılar ki
    Dayanılmazın en beteri
    Ellerin yetememesi imdada
    Aklın ermemesi
    Ve
    Çaresizlik kuruyan dudağın bir damlaya
    Bir tutam nefesin yokluğu ya da

    Ya da açık denizde bir sal köhne
    Son umut bel ki
    Can ne tatlı dost,can ne tatlı
    Öyle kolayca al demesi kolay mı ?
    Vermesi kolay mı ?Emaneti

    Ben bunu gördüm dal boylumda
    Ben bunu gördüm
    Çaresizliği gördüm kahrolası
    Keşke elim yetebilseydi
    Ne mutlu ederdi beni O na derman olması

    Çaresizliğin ne demek olduğunu bilirmisin ?
    Bilirmisin yardım elinin kutsallığını
    Parmak uçlarının değmesini bilirmisin ?
    Yakalayamamak uzandığını
    Ve
    Ben bunu gördüm,Dal Boylu’mda ben bunu
    Kanı donuyor insanın,kanı

    ÖLÜMDEN. NE. ANLAR…….

    Serin bir Sonbahar sabahı
    Alacakaranlık dersem yerinde
    Sararan yapraklar düşüyor bir,bir dallardan
    Bu sabahın köründe

    Sabahın köründe bir köhne sokaktan
    Ağıtlar yükseliyor feryat,figan
    Soruyorum ne olmuş ?
    Bir yaşlı dede ,ruhu teslim etti diyorlar akşamdan

    Rahmeti bol hakkın,rahmet bulsun diyorum
    Kapı eşiğinde bir yavrucak kız
    Görüyor,irkiliyorum
    Maviş gözlerinde uyku mahmurluğu
    Anlamsız nazarlarla bakıyor insanlara
    Sarı uzun saçları karışmış birbirine
    Çorapta giymemiş moraran ayaklarına

    Ne okşayan var başını
    Ne sırtını sıvazlayan
    Öylesine garip,öylesine sahipsiz
    Herhalde diyorum,yok ki bunu bir tanıyan

    Diyorlar :Rahmetlinin torunu
    Yetim,ana yok baba yok ki
    Rahmetli büyüttü bunu
    Çok severdi.Derdi:Canımdan yok ki farkı

    Tabut çıktı kapıdan omuzlarda
    Feryat,figan ağlayan,bağrışanlar
    Çocuk,ürkek gözlerle bakıyor öylesine
    Çocuk bu
    Ölümden ne anlar .

  • Remzi ZENGİN.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı,
    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Bahar Geliyor

    Dudağın şekerdir, bal mıdır sözün
    Asma suratını, hep gülsün yüzün
    Yaprağın dökse de ağaçlar güzün
    Ardından yemyeşil bahar geliyor

    Gurbete gidenler dönecek bir gün
    Ağlayanlar elbet gülecek bir gün
    Bekleyen murada erecek bir gün
    Yeter ki sabreyle bahar geliyor

    Daha güz ayında olabiliriz
    Kışın soğuğunda kalabiliriz
    Ararsak, gönülde bulabiliriz
    Yeterki ara sen, bahar geliyor

    Kar yağsa, buz olsa, sen çekme tasa
    İsterse doğudan güneş doğmasa
    Kendine dert etme, düşme hiç yasa
    Yarından da yakın bahar geliyor

    (9.11.1987)

    Bana ne

    Ayva çiçek açınca
    Kelebekler uçunca
    O yar benden kaçınca
    Bahar gelmiş bana ne

    Güller, sümbüller açmış
    Herkes neşeyle taşmış
    Bülbül güle aşıkmış
    Bahar gelmiş bana ne

    Ben bahara girmeden
    Bahar gelmiş bilmeden
    Yar yüzüme gülmeden
    Bahar gelmiş bana ne

    Kar erir sular coşar
    Çocuklar oynar koşar
    Herkes telâşa düşer
    Bahar gelmiş bana ne

    Garibim, gurbet elde
    Binbir seda var telde
    Bülbül ötünce dalda
    Bahar gelmiş bana ne.

    (1.5.1972-Ankara)

  • Remzi ZENGİN.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı,
    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Ararım

    Hey buradan geçen güzeller,
    Aranızda yarim var mı?
    Soğuk su içen güzeller,
    Aranızda yarim var mı?

    Ben görmedim onu çoktan
    Tez görmek dilerim Hak’tan
    Al güller deren bağıban
    Aranızda yarim var mı?

    Yaylalarda sümbül açar
    Üzerinden kuşlar uçar
    Turnalar uzağa göçer
    Turnam, orda yarim var mı?

    Aşk ateşi yürek yakar
    Söndürmeye yetmez sular
    Gece gündüz akan pınar
    Söyle, orda yarim var mı?

    Yaylanın kavağı uzun
    Yaprağını döker güzün
    Aman çoban, iki gözüm
    Oralarda yarim var mı?

    Yanakları gül bağıdır
    Görenin gamın dağıtır
    Bahar sunalar çağıdır
    Söyle sunam, yarim var mı?

    Aşık oldum cemaline
    Kınalar yakmış eline
    Sorsam ki seher yeline
    Pencerede yarim var mı?

    Yarimin sırmadır saçı
    Henüz onaltıdır yaşı
    Tokat’ımın dağı taşı
    Söyle orda yarim var mı?

    Remzi derki halim yaman
    Yarimin kaşları keman
    Dağ başında duran duman
    Ovalarda yarim var mı?

    (14.8.1969-Tokat)

    Askerlik Biter mi?

    Şubat ayı geçecek
    Cemreler tükenecek
    Çayırlar yeşerecek
    Askerlik bitmek için

    Mart bir, onbeş olacak
    Ağaçlar su dolacak
    Ekinler kabaracak
    Askerlik bitmek için

    Kiraz çiçek açacak
    Kelebekler uçacak
    Kuşlar yuva kuracak
    Askerlik bitmek için

    Güller olmuş tomurcak
    Tomurcaklar açacak
    Misk ü amber saçacak
    Askerlik bitmek için

    Kuzular büyüyecek
    Sonra da yürüyecek
    Hasretlik büyüyecek
    Askerlik bitmek için

    Erik çağla olacak
    Kirazlar allanacak
    Sonra da ballanacak
    Askerlik bitmek için

    Ekinler sararacak
    Dutlar bir bir savacak
    Gönül hasret dolacak
    Askerlik bitmek için

    Ekinler biçilecek
    Ayranlar içilecek
    Koyun, kuzu seçilecek
    Askerlik bitmek için

    Ayvalar sararacak
    Narlarsa kızaracak
    Elmalar toplanacak
    Askerlik bitmek için

    Havalar soğuyacak
    Yağmurlar bollaşacak
    Her taraf ıslanacak
    Askerlik bitmek için

    Lapa lapa kar yağacak
    Evlerde soba yanacak
    Tam bir sene dolacak
    Askerlik bitmek için

    Kader bu çekilecek
    Elbet sonu gelecek
    Remzi sabır edecek
    Askerlik bitmek için

    (29.3.1978-Mu. Ok. Ankara)

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiir

    MKA

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Elimizden tuttuğundan beri
    İçimizde duyuverdik
    Öylece öğrendik özgürlük nedir
    Ve çocuklar gibi şendi artık düşünce
    Seninle yürürken
    Yaşam da başkalaşıverdi
    Bir gül bahçesi olduk insanlığa açan
    Ey gökçek cumhuriyet!
    Sen ne özlü bir dostsun bize
    Nice günler, nice yıllar
    Hep el ele , ayrılmaz bir sevgiyle yürüdük
    Dostluğun o kadar sağlam ki
    Annemiz kadar yakın sanki
    Bir gül bahçesi işte
    Açacak, çok daha, çok daha…

    Birlikte çıktığımız bu aydınlık yolda bizleri onunla tanıştıran ATATÜRK’ÜMÜZÜ de sevgiyle, saygıyla anarak bayramınızı kutluyorum.

  • Yalçın YÜCEL.”Biliyordu”

    11879165_936000243109762_1805357738418180479_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Özgürlüğün kokusunu duyarken içinde
    Düşünüyordu
    Buğday sarısı saçları
    Kocatepe’nin toprağıydı sanki
    Gözlerinde akıp giden bir Akdeniz vardı hep
    Yüreğine sığmayan sevgisiyle bir de Türkiye
    Ve ardında onun gibi inanmış
    Onunla düşünen yiğit insanları
    Yalnız değildi hiç
    Bu yüzden sevinçliydi bir yandan da
    Açlıkta olsa
    Cephanesiz ve silahsız da
    Biliyordu
    Her şeyin önünde olan o sevgiyi
    Atının üzerine bindiğinde
    Dağlar küçülüverdi birden
    Ardında nice yiğitleriyle
    Bir destan daha düşüreceklerdi toprağa
    Yeniden dirilecekti özgürlük
    Gülümseyecekti bir çocuk gibi
    Duramadı tarih, yekindi yerinden
    Kapısında Dumlupınar
    Hemen yanında Büyük Taarruz
    Buyur etti ikisini de içeri
    Türk’ün zafer şarkısıydı sonrası
    Özgürlük güldüler hepsi de
    Ve Ata’sıyla birlikte
    Göğün ellerinden tutarak yürüdüler yeryüzünü

    30 Ağustos 2015

  • Hasan AKAR.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    hasanakarhocamiz

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Anne

    Ben gelirken tehlikelerle dolu dunyaya
    Yasam kefaretimi sen odedin anne
    Yasadim bu yasa yasamim sanki ruya
    Halen dunden gune kalkanim senidin anne

    Yurudum nesnelerden habersiz
    Dal budaktan sen esirgedin anne
    Cozuldu dilim heceler sirasiz
    Allah icin tercumanim senidin anne

    Kayitsiz kalamazdim ilk sozum senin adin
    Buyudukce seni mutlu etmek muradim
    Aglamam,sinirim,sevincim,inadim
    Dizine basimi koydugumda ummanim anne

    En kutsallarim arasinda aldin yerini
    Yasamim icin verdin gozunun ferini
    Okumaya yazmaya basladim ebed
    Inan kagidim kalemim senidin anne

    Dogrulugu ogrettin haramsiz dunya
    Bugun gibi hatirliyorum degil ruya anne
    Cakallar,sirtlanlar,yilanlar arasinda
    Ogudunu bastaci ettim tutuyorum anne

    Hep soylenir ya atasozu ana gibi yar
    Ana senin gibi yar bulamadim anne
    Bu dunya cok genis ama cok da dar
    Gonlun gibi genis yer bulamadim anne

    Mutlak faniyiz sende gideceksin bende
    Benden once gidersen hakkini helal et anne
    Eger ben yavrun gidersem senden once
    Hakkim sana gani gani helal olsun annecigim

    Bayrak

    Namluya sürülmüş mermi gibi öfkem
    Basmayın tetiğe patladı patlayacak
    Bu semada sadece o dalgalanacak
    Kimsenin oyuncağı değil ayyıldızlı bayrak

    Kanımızdan rengi şehidimin örtüsü al,al kırmızı.
    Korumadımı? yaşlımızı gencimizi oğlumuzu kızımızı?
    Nasıl yere atar çiğnersiniz gök kubbedeki baştacımızı?
    Hiçmi cannınız acı hissetmez hiçmi olmadı içinizde sızı

    Yurduma semsiye vatanıma milletime nöbet.
    Bu bayrağı koruyan vardı yine var olacak elbet
    Nedir bu kin nedir içinizdeki bu durmaz nefret
    Sizleri ederim şehitlere ulu mevlaya şikayet

  • Hasan AKAR.(Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Muhteşem şiirler

    hasanakarhocamiz

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    “Veda diyorum ,göğe bakan bu topraklara,
    Bir daha nasip olur da ,gelir miyim bilmem?
    Efkar’da damla damla soğumuş yüreğimden,
    Çoraklı’da gözyaşımı siler miyim bilmem

    Kilitlenmiş kapılar,zelveleri paslanmış,
    Bahar gelir,kepengini açar mıyım bilmem?
    Ne desem boş,yıllar geçiyor,ömür bitiyor,
    Bu dünyadan yavaş yavaş göçer miyim bilmem?”

    14 Mayıs 2016 Artvin-Şavşat
    Fotoğraf:1982-1985 yılları arasında görev yaptığım Şavşat Çoraklı Ortaokulu’nun giriş kapısı (Şimdi kapalı,viran halde)

    Elveda

    Sana bir gün diyeceğim elveda
    Ey mavi yeşilliklerden uzak sevdam
    Yeter bu kadar çektiğim cevri cefa
    Sana da bir gün diyeceğim elveda

    Temennim umarın dönersin geri
    Kalbimde müstesna daima yeri
    Sana koşan canı nı veren serseri
    Sana da bir gün diyeceğim elveda

    Elveda demek çok ama çok zor
    Yüreğimde sevdan yanan hep kor
    Sensiz bu sevda in anki olmuyor
    Sana da bir gün diyeceğim elveda

    25 Şubat 2016

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Yeni şiir

    10000243_10152271703211506_1711077394_n (1)

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    SON FASIL

    Özlem dolu bir mektup yazdım yolladım yare
    Gönül gurbetimdeki yaralarıma care
    Sensiz bu yürek yitik, darmadağın, avare
    Gelişin gelişime muhabbetle katılsın
    Bende olan bu bende sen tek gerçek, asılsın

    Günlerin gecelerin sensiz bir anlamı yok
    Sahte sevgilereyse benim karnım dünden tok
    Hayallerin karşımda durur, gerilmiş bir ok
    Gülüşün gülüşüme muhabbetle katılsın
    Üzüntü, kerderler dar ağacında asılsın

    Düşüncelerimizde olmasın hiç bir hile
    Örnek olsun bu sevdamız, düşmeyelim biz dile
    Varlıkta ve yoklukta katık, ekmeği bile
    Bölüşün bülüşüme muhabbetle katılsın
    Başıma talih kuşu danışmadan takılsın

    Gülten Sultanım Der ki; hayatın pamuktan bir ip
    Ecel kapıyı çalar, ölüm bedene talip
    Şu kısacık dünyada halimi görüp sezip
    Bilişin bilişime muhabbetle katılsın
    Hayatımdaki arzu ettiğim son fasılsın…

    07.03.1014.YEMEN

  • Gülten ERTÜRK.”Atam diye inliyor ülkemin dört bir yanı” (Yeni şiir)

    1931934_10152210268001506_599855042_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Mevsim gazel mevsimi yürekler yine hazan
    Özlemdeyiz, ey Türk’ün kem talihini bozan
    Yalnız On Kasım değil sana duyulan minnet
    Sabah akşam duada kadın, erkek, kız, kızan

    Dallar boyun büküyor güllerin rengi sarı
    Bülbül gülü unuttu bugün farklıdır zarı
    Baştanbaşa sen varsın yurdun ufuklarında
    Muğla’da çökertmesin Artvin’de ata barı

    Bağımsızlık adına yanar yaktığın ateş
    Yedi düşmanın başı olamadı sana eş
    Muasır medeniyet senden bize emanet
    Bakışları okyanus saçları sarı güneş

    Atam diye inliyor ülkemin dört bir yanı
    El ele kenetlenmiş Kırklareli’si Van’ı
    Gençliğin sahip çıkar birinci görevine
    Ey yüzyılın lideri ey Türk’ün asil kanı

  • Harika UFUK.Muhteşem şiirler

    huh

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Atatürk’ümün İzinde

    Senin için şiir yazmak istedim,
    Ne yazdıysam bin kere yinelenmiş,
    Ne düşündüysem benden önce söylenmiş.

    “Başak saçlı” diyemem, demişler.
    “Harman alınlı”,”Deniz gözlü” hiç olmaz!
    Bana yazacak bir şey bırakmamış
    Behçet Kemal Çağlar,
    Yeni sözler bulmak için anam ağlar!

    Her sözcük sakız olmuş dillerde,
    Sana şiir yazmak istedim yine de!

    Seni çok seviyorum Atatürk’üm,
    İlkelerine sahip çıkmaktır ülküm.
    Devrimlerinin ve cumhuriyetimizin
    Daimi bekçisi olacağım!
    Kıyamet kopsa, yer oynasa yerinden,
    Dünya çıksa yörüngesinden,
    Atam asla ayrılmayacağım izinden!

    Atatürk Adana’da

    Ayakbastı buraya Ata’m On beş Mart günü,
    Atatürk’le canlandı; Adana, Çukurova!
    Onun gelmesi sanki Adana’mın düğünü,
    Atatürk’le canlandı; Adana, Çukurova!

    Çekerek bastonunu “Yeşerecekti.” dedi,
    O güzel bastonuna dayanmadı, ekledi:
    Toprağın verimini çok güzel dilekledi.
    Atatürk’le canlandı; Adana, Çukurova!

    O günleri görmeyi inanın çok isterdim,
    Harika bir anının şahidi benim, derdim,
    Ata’mı görememek benim en büyük derdim,
    Atatürk’le canlandı; Adana, Çukurova!

  • Harika UFUK.”ATATÜRK YOLU”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Esareti özgürlüğe çeviren,
    İstiklâle giden yoldur Atatürk.
    Düşmanları bir hamlede deviren,
    Yurda kanat geren koldur Atatürk.

    Yirminci yüz yıla damgayı vuran,
    Yenilikler yapan, devrimler kuran,
    Milletin başında taç olup duran,
    Çiçeklenmiş, yeşil daldır Atatürk.

    Dünya tarihinde çığırlar açan,
    Yalandan, riyadan, boş sözden kaçan,
    Yurdumuza bolluk bereket saçan,
    Vatan bahçesinde güldür Atatürk.

    İlkeleri milletimin rehberi,
    Şanlı cumhuriyet onun eseri,
    Gösterdiği hedef daim ileri,
    Çağdaşlığa akan seldir Atatürk.

    Gönlümüzün, gözümüzün ışığı,
    Vatansever, milletinin âşığı,
    İlim, irfan, hürriyetin beşiği,
    Sevgiyle uzanan eldir Atatürk.

    Fikri ile gündüz olur geceler,
    Söylev’inde anlam bulur heceler,
    Aşkla çarpan yürek onu heceler,
    Öz Türkçe konuşan dildir Atatürk.

    Harika ülkeni, mazini tanı,
    Türk çocuğu iyi öğren atanı,
    Utkularyaşamınmutluluk anı,
    Hayata tat katan baldır Atatürk.

    Adana.2010
    NOT 1: Bu şiir09.09.2014 Tarihinde Edebiyat Defteri Sitesinde “Uğur Böceği” ile ödüllendirildi.
    NOT 2: Bu şiir 30.05.2015 Tarihinde Edebiyat Evi Sitesinde “Yıldızlı Yazı” ve “Günün Hece Şiiri” olarak seçildi.

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Türkiye’m 2

    Gönülden gönüle geçen yol vardır
    Ay yıldız aşkıyla birsin Türkiye’m
    Dünyada her ırkla dost ile yardır
    Kahraman ordunla ersin Türkiye’m

    Asya, Avrupa’yı bölen cıvansın
    Osmanlı’dan kalan yadigâr hansın
    Avrupa Birliği senden utansın
    Denizlerle coşan yersin Türkiye’m

    Kültürün, Tarihin özün bellidir
    Dağın, gölün, ovan, düzün bellidir
    Ayda dört mevsimin, güzün bellidir
    Bütün dünyaya değersin Türkiye’m

    Yedi bölgen turistlerin yatağı
    Seksen bir ilin farklı sıcağı
    İnsanların kalbi sevgi otağı
    Gönül tahtına binersin Türkiye’m

    Atatürk kurdu bu cumhuriyeti
    Başına getirdi asil milleti
    Demokrasi verdi ve hürriyeti
    Gözlerimde hep seğersin Türkiye’m

    21.12.2010-Adana

    Toprağım Azerbaycan

    Hasretinle doluyum ben
    Azerbaycan Azerbaycan.
    Özlemlerin yoluyum ben
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Her zaman seni anarım
    Hasretin ile yanarım
    Budur benim son kararım
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Türk’ün ülküsü sen oldun
    Can oldun gönlüme doldun
    Özgürlüğü sonra buldun
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Yol oldun gönül çarşıma
    Nur oldun ulu marşıma
    Sevgisin yüce arşıma
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Sen yakında, ben uzakta
    Sensiz yüreğim tuzakta
    Bayrağın her an kucakta
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Her zaman seni düşlerim
    Seni gönlümde süslerim
    Kalbimde seni beslerim
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Toprağın kokusu gelir
    Kokusu bağrımı deler
    Gözyaşımı sele eler
    Azerbaycan Azerbaycan.

    Münevver, Güneyin Kızı
    Dinmez bağrımdaki sızı
    Mevlâ’m ayırmasın bizi
    Azerbaycan Azerbaycan.

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Yedi Devlet Bir Millet’in Sultanları

    Bu cihanda Türklük şanını gördü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.
    Dünyada insanlık hükmünü sürdü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Mahtumgulı Firaği Türkmen şair
    Mutasavvıf ilmi insana dair
    Bahtiyar Vahapzade yazdı şiir
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ahmet Yesevi evrende nam saldı
    Pir-i Türkistan’ın şairi oldu
    Hacı Bektaş, Yunus feyziyle doldu
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ali Şir Nevai Özbek’in piri
    Cengi Aytmatov gönüllerde diri
    Denktaş, Nihat Asya bizlerden biri
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    27.12.2010-Adana

    Ahmet Yesevi

    Yesi ülkesine bir güneş doğdu
    Türkistan’nın piri Ahmet Yesevi
    Yalanı, yanlışı ilmiyle boğdu
    Türkistan’ın miri Ahmet Yesevi

    Buhara’ydı ilim, irfan merkezi
    Sıcak yüreğiyle sardı herkesi
    Dünyaya duyurdu Türkistan sesi
    Kainatta iri Ahmet Yesevi

    Hacı Bektaş, Yunus Emre, Mevlâna
    Feyz alıp dağıttı kalpten her yana
    İki bin yıl önceden ta bu yana
    Gönüllerde biri Ahmet Yesevi

    Pir-i Türkistan’ın şairi, veli
    Dört kapı, kırk makama değmiş eli
    Yüz yirmi yaş sonra seherin yeli
    Yaratanın eri Ahmet Yesevi

    16.12.2010-Adana

    Ali Şir Nevai

    Özbekistan dünyasının şairi
    Altun yürekli Ali Şir Nevai
    Beş yüz yıldan beri olmuş ahiri
    Güçlü bilekli Ali Şir Nevai

    Rus, Uygur, Ermeni’ler seni anar
    Azeri, Tatar’lar özüne yanar
    Türkmenler, Özbekler sözüne kanar
    Eli kalemli Ali Şir Nevai

    Türk dilinde öncü, yoluyla yoldu
    İnsan sevgisiyle aşını böldü
    Afganistan, Herat oradan geldi
    Horasan âlimi Ali Şir Nevai

    Babası Vezir, Timur’un meliki
    O bir mühürdar, Vezir, Vali idi
    Bin bey yüz bir yılında vefat etti
    Fani mahlaslı Ali Şir Nevai

    22.12.2010-Adana

  • KÜMBET DERGİMİZİN 40. SAYISI HALİL SOYUER ÖZEL DOSYASI İLE OKUYUCULARI İLE BULUŞUYOR.

    kumbet40

    Ülkemizin saygın dergileri arasında yer alan KÜMBET Dergisi, kurum ve kuruluşlarla birlikte siz değerli okuyucularının destekleriyle 40. sayıya ulaşmanın mutluluğunu yaşıyor.
    Anadolu’da dergi çıkarmanın zorluğu büyük şehirlerdekilerin aksine gelişen bütün teknik imkânlara rağmen aşılmış değildir. Ancak elinizdeki dergi, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği bünyesinde yayın hayatına başladığı 2006 yılından beri büyük bir özveri ile sizlere kadar ulaştırılmaya çalışılıyor. Derneğimize ve dergimize gelen çok sayıdaki beğeni iletileriniz de elbette biz dergi emekçilerine apayrı bir şevk veriyor.
    Bu sayımızda birbirinden değerli şiirlerin yanında makale ve özellikle de araştırma yazılarıyla karşınızdayız. Türk şiirinin çok değerli, duayen bir ismi olan Halil SOYUER Dosyası ailesiyle de görüşülerek büyük bir özenle hazırlandı. Bu çalışmalar şair ve yazarları belgeselleştirmekle beraber, olması gereken bir vefanın da yerine getirilmesi anlamını taşıyor bizce.
    Prof. Dr. Nurullah Çetin, Prof. Dr. Ali Açıkel, M. Halistin Kukul, Bekir Yeğnidemir, Ekrem Anaç, Ergün Veren, Bekir Aksoy, Remzi Zengin, Ülkü Taşlıova, M. Necati Güneş, Hadiye Ardahanlı, Nevin Balta, Nihat Aymak, Semra Meral, Dilek Ekici, Doğan Kaya, İbrahim Düğer, Gülden Taş, Muhsin Demirci, Sündüs Akça, Sefa Veliyeva, Burhan Kurddan, Nermin Karagözoğlu, sizler için araştırdı, sizler için yazdı.
    Ve baharın güzel memleketimizi apayrı bir çiçek bahçesine çevirmesi gibi bu sayımızda kırka yakın şairimiz de yüreklerinde açan duygu çiçeklerini sizlerle paylaşmaya çalıştı.
    2016 yılının henüz dört ayı dolmadan Tokat Şair ve Yazarlar Derneği ülke genelinde şehir merkezinde çok sayıda etkinliğe imza atmayı başardı. Bunlar arasında Balıkesir Havran’da yapılan Halil SOYUER’e Vefa gecesi, Manisa Salihli’de Bizim Ece 13. Şiir Şöleni, Samsun Bafra’da KÜSADER Şiir Şöleni, Tokat Üzümören’de Bir Nefes Şiir Günü, gibi programlar yer aldı.
    Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın 116. ölüm yıldönümü vesilesiyle Tokat Gaziosmanpaşa Lisesi Mezunları Derneği’nin düzenlediği Plevne Gezisine ve İstanbul’da düzenlen resmi törenlere derneğimizi temsilen dört kişi katıldı. Bu gezi ile ilgili değerlendirmeleri de bu sayımızda bulabileceksiniz.
    Derneğin hemen her ay yapılan Sabah Kahvaltılarında bu kez üç şairimizin imza günü de gerçekleştirildi. Derneğimiz üyelerinden Şaire Sündüs Akça’nın “Aşkın Mahrem Elleri”, Şair Rasim Yılmaz’ın “Kalbime Düşsün Yolların” ve Şaire Şerare Yağcıoğlu Kıvrak’ın “Eflatun Yürekler” adlı şiir kitapları okuyucularla buluştu. Ayrıca bu kahvaltılarda emekli olan üyelerimizden Prof. Dr. Münir Atalar ve Eğitimci Zeki Akar’a özel vefa programları hazırlanarak plaket takdim edildi.
    Diğer bir çalışma ise Niksar Belediyesi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliği il yapılan “Cahit KÜLEBİ Memleketime Bakış Şiir Yarışması”nın altıncısının startının verilmesi oldu.
    41.Sayıda buluşmak dileğiyle diyoruz.

    Remzi ZENGİN/Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı

  • HAFIZ MEHMET YÖNDEN ANILDI

    11

    Tokatlı hak âşığı Hafız Mehmet Yönden (Hamo Dayı) ölümünün 19. yılında Tokat Sümbül Baba zaviyesinde tertiplenen bir programla anıldı. Tokat Şairler ve Yazarlar Derneğinin katkılarıyla hazırlanan programa şairin yakınları, torunları ve derneğimizin üyeleri katıldılar. Programda Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Remzi ZENGİN’in açılış konuşmasının ardından şairin hayatını torunu Havva Yönden anlatırken eserlerini edebiyat öğretmeni Nihan Özden ve Hasan Akar tanıttılar. Derneğimiz Üyeleri Mahmut Hasgül, Rasim Yılmaz ve Hamo Dayının torunu Mehmet Yönden şiirlerinden örnekler sundular. Program en son yapılan torunu Yusuf Yönden’in yaptığı dua ile tamamlandı.

  • Gülten ERTÜRK ANNEMİZİN doğum gününü kutluyoruz! (1 mayıs 1970 yıl)

    1931934_10152210268001506_599855042_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Beypazarı’nda doğan şairenin mahlası Gülten Sultan’dır.Kültür Bakanlığı Sanatçısı (Halk Şairidir) İlk, orta ve lise öğrenimini Beypazarı’nda tamamlamıştır. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kız Sanat Eğitimi Yüksek Okulu’nu birincilikle bitirmiştir. 1991 yılından bu yana Beypazarı Kız Teknik ve Meslek Lisesi’nde öğretmenlik yapmış ve 2013 Kasım ayından itibaren ise TİKA ve MEB işbirliği ile Yemen’in başkenti Sana’da Türk-Yemen Meslek Enstitüsünde 6 aylık öğretim görevinden sonra tekrar eski okuluna dönmüştür. Hala Beypazarı Kız Teknik ve Meslek Lisesinde görevini sürdürmektedir.
    Şiire ilgisi lise yıllarında başlamış olup aldığı ödüller şaireyi bu günlere taşımıştır. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sahne almıştır. TRT’nin, çekimlerini Beypazarı’nda gerçekleştirdiği ‘Son Mektup’ ve ‘Türkmen Düğünü’ dizilerinde rol alarak seslendirme yapmıştır. Ayrıca “Baba Mirası” sinema filminde Havva karakterini canlandırmıştır. Beypazarı yöresine ait bir yiyecek olan ‘Beypazarı Kurusu’nun hikâyesini senaryo olarak yazan şaire pek çok radyo ve TV programlarına da konuk olmuştur. Kendisi de radyo ve TV programları hazırlayıp sunan şairenin bestelenmiş şiirlerinin yanında kendisinin bestelediği şiirleri de vardır.
    Ulusal ve uluslar arası büyük organizasyon ve festivallerde sunuculuk yapmıştır. Türkiye de yayımlanan muhtelif sanat, edebiyat, kültür, fikir dergilerinde ve gazetelerde yazı ve şiirleri yayımlanmıştır. Türkiye çapında yayımlanan antolojilere katılmıştır. Ayrıca şiir müsabakalarında jüri üyeliği yapmıştır. Türkiye çapında ve uluslar arasındaki programlara katılarak, sanatını icra etmiştir. Azerbaycan basınında haberleri ve şiirleri hala yayınlanmaktadır. Okurları, şairenin faaliyetlerini sosyal ağ ortamından takip edebilirler.
    Şairenin takı tasarımı alanında sanat eseri değerinde takıları bulunmaktadır. Ayrıca 2007-2008 Eğitim Öğretim Yılı’nda, Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki Teknik ve Eğitim Okul ve Kurumlar Arası Proje Yarışması’nda rehberlik ettiği öğrencilerle“Karmaşık Duygular” adlı projeden Türkiye ikincilik ödülünü almışlardır. 2010 yılında şair ve programcıların katıldığı Türkiye de bir ilk olan ‘1. Çukurova Şiir Okuma Yarışması’nda ikinci olmuştur.
    Şairenin “Şiirlerle Kutlayalım” adlı şiir kitabı Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Çocuk Serisi’nde bakanlık tarafından 2011 yılında basılıp tüm Türkiye’ye dağıtımı yapılmıştır. Belirli gün ve haftaları içeren şiirlerin bulunduğu “Şiirlerle Kutlayalım” adlı kitabı ise eğitici ve öğretici şiirlerden oluşmuştur. Şaire, ikinci kitabı olan “Nerdesin Kırık Ayna” adlı eserin, ikinci baskısının gelirini Türkiye Güçsüzleri ve Kimsesizleri Vakfı’na bağışlamıştır.
    Son yazdığı şiir kitabı “Harflerin Dansı” Türk alfabesinin her harfine şiir yazılması, A’dan Z’ye Asonans ve Aliterasyon(Söz sanatı) yapılmış tek ve ilk kitap olması bakımından dalında Türk Edebiyatı ve dünya tarihinde bir ilk olma özelliğini taşımaktadır. “Harflerin Dansı” şiir kitabı, basımından hemen sonra ulusal ve uluslar arası kırka yakın gazetede yayımlanmıştır. TRT Avaz stüdyolarında ise kitapla ilgili program yapılmış ve kitap medya aracılığı ile tanıtılmıştır. Şairenin katıldığı ulusal ve uluslar arası programlarda kitap büyük ilgi çekmiştir. Akademisyenler tarafından “Harflerin Dansı” adlı eserin lise ve üniversitelerin edebiyat bölümlerinde “asonans ve aliterasyon” konuları işlenirken yararlanılabilecek bir kaynak olduğu belirtilmektedir.
    Gayesi, insanlık adına iyi, güzel ve hayırlı işlere imza atabilmek olan şaire; İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliliği) , TURÇEV (Turizm ve Çevre Gazetecileri kültür sanat komisyonu Şairi) , DGTYB (Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği) , BAŞKON(Başkent Ankara ve Anadolu Konfederasyonu) üyesi; Kültür Sanat Kurulu Başkanı ve Yurt Yuva Derneği’nin üyesidir.

    ESERLERİ

    Şimdiye kadar yayımlanmış olan eserleri:

    Şiir Kitapları: Paylaşılacak Duygular, Nerdesin Kırık Ayna, Gönlümden Damlalar, Belirli Gün ve Haftalar, Şiirlerle Kutlayalım, Harflerin Dansı, Karmaşık Duygular.

    Şiir Albümleri: Yüreğimdeki Duygulardan Merhaba, Gönül Gülteni

    Ders kitapları: Basit Telkari Teknikleri, İçi Boş(Kutu) Tekniği.
    Hikâye kitabı: Beypazarı Kurusu.

    Göz Yaşartanım

    Efkarlandı deli gönül daraldı
    Sana daldım yine göz yaşartanım…
    Aşkın kanununda bu bir kuraldı
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Neler geldi neler geçti gözümden
    Pek çok yaşlar döktüm bu can özümden
    Ne olursa olsun dönmem sözümden
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Sensiz dolaşmıyor damarda kanım
    Dinmiyor nedense acır sol yanım
    Göğüs kafesimde sen benim canımmm
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Sensizlik duygusu beni kemirir
    Hüznün bile bana mutluluk verir
    Buzlu dağım seni görünce erir
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Azrail geldi de gelemem dedim
    Ben yari görmeden ölemem dedim
    Onsuz hiç bir zaman gülemem dedim
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    03 02 2007

    Gözüm Dalıyor

    Özlemler büyüdü kocaman oldu
    Sevgi şelalemse hâlâ çağlıyor
    Sensiz geçen günler hasretle doldu
    Yoldamısın yoksa gözüm dalıyor

    Beni hatıralar sana bağlıyor
    Güldüğüme bakma özüm çağlıyor
    Bıraktığın izlerse yürek dağlıyor
    Yoldamısın yoksa gözüm dalıyor

    Sordun mu kendine sebep neydi?
    Düğümlenen kalbim çözüm ariyor
    Gururun seni de beni de yendi.
    Yoldamısın yoksa gözüm dalıyor

    Bir sürpriz yapıp ta gel ne olursun
    Yalnızlık ağ misali beni sarıyor
    Boş bekleyen gölüm seninle dolsun
    Yoldamısın yoksa gözüm dalıyor

    Geçmişe döneriz elbet dilersen
    Her kimle konuşsam seni soruyor
    Gül yerine diken getir istersen
    Yoldamısın yoksa gözüm dalıyor

  • Elnarə GÜNƏŞ.”İtmiş Şəhər, tarixi dəlillər əsasında yazılmış oçerk”

    ____kil

    “Dağ çiçəkləri” ədəbi məclisi və “İsmayıllı yazarları” və “Ağsu şairləri”İctimai, “İti qələm” ədəbi birliyinin üzvü

    Haqqında bəhs edilən itkin şəhər-orta əsr Ağsu Şəhəridir

    (Müəllifdən)
    Əziz oxucular İtmiş Şəhər kiçik həcmli bədii əsəri mənim yaradıcılığımda ilk nəsr əsəridir. İtmiş Şəhər oçerki tarixi fakt və dəlillərə əsaslanaraq qələmə alınmışdır.
    Əsərdə sözügedən Şəhər Qədim Ağsu torpağında yeddi yüz ildən artıq əvəzolunmaz xəzinə kimi gizlənmiş. Uzun illər ictimaiyyətə Xaraba Şəhər kimi təqdim olunan orta Əsr Ağsu Şəhəri Gilan şəhərdir. Əsəri oxuyarkən qarşılaşacağınız təsəvvürlər mənim qədim Ağsu torpağında xəyalən gördüklərimdir. Bu xəyal insanları bəzən çox uzaqlara apara bilər. Bəzən çoxşaxəli fikirlər formalaşdıra bilər. Əsəri yazmaqda əsas məqsədim doğma Azərbaycanımızın dilbər guşələrindən biri olan Ağsumuzu və onun şanlı tarixini göz önündə canlandırmaq, təqdim etməkdir.
    İtmiş Şəhər adlandırdığım Orta əsr Ağsu şəhəri on yeddinci əsrə aid, dörd bir yanı qala divarları ilə əhatə olunmuş qırx hektar ərazidə yerləşmişdir. Şəhərin dörd bir yanı. divarların çöl tərəfi dərin xəndəklə əhatə olunub. Qalanın dörd qoruqçu bürcləri vardır. Qırx hektar ərazinin bir tam onda beş hektarında tədqiqat qazıntıları aparılmışdır. Aparılmış qazıntılar zamanı çox dəyərli maddi-mənəvi materiallar tapılmışdır. Arxeoloqlar qazıntılar zamani öyrənib tapdıqları qədim şəhərin binaları. emalatxanaları, təndirləri, hamamı, məscidi və başqa tikililərin əksəriyyətinə heç bir müdaxilə edilməyib, bərpa işləri aparılmayıb, necə varsa eləcədə saxlanılmış, açıq hava muzeyi yaratmışdırlar. İtmiş Şəhər tarixi mənbələrdə müxtəlif adlarla təqdim olunmuşdur. Şəhərin yaranması və dağıdılması barədə müxtəlif təzadlı fikirlər formalaşıb.
    Tarixi çox qədim və zəngin mədəniyyətə malik olan qədim Ağsu şəhəri Sovet İttifaqı dövründə ruslar tərəfindən məqsədli şəkildə təhrif olunaraq yararsız və qəzalı ərazi kimi əhaliyə təqdim edilmişdir. Bununla da bir sıra çox dəyərli mənbələri məhv edilmişdir.
    Yaranışdan bu günə qədər düşünülmüş şəkildə müstəmləkə əsarəti yeritmək siyasəti qurub, zaman-zaman tarixi saxtalaşdıran Rusiyanın bu planları özüllü səbəblərə əsaslanırdı. Belə ki, XV əsrdən bəri ərazisində yaşayış olan Ağsu vilayətində 1735-ci ildə böyük və inkişaf etmiş intensiv şəhər həyatı yaradıldı. 1806-cı ildə riyakar rus ordusu tərəfindən şəhər dağıdılmış, əhaliyə divan tutulmuşdur. Mənim belə düşünməyə əsasım vardır. Belə ki, arxeoloji qazıntılar zamanı şəhərin məscid kompleksindən rus ordusu tərəfindən şəhərə atılan top mərmisi tapılmışdır.
    Ağsu şəhərini ruslar tərəfindən dağıdılıb xarabaya çevrilməsini Sovet İttifaqı bizdən daha yaxşı bilirdi, lakin belə faktların üzə çıxarılması Rusiyanın maraqlarına uyğun deyildi.
    Ağsu şəhəri ilə yanaşı bir çox belə tarixi abidələrimizin öyrənilməsinə maneələr törədilir, xalqa yanlış məlumatlar verilirdi. Məqsəd bir xalqın tarixini, dilini, dinini, mənəviyyatını ,incəsənətini kiçiltmək, zəiflətmək idi .
    Ruslara çox yaxşı məlum idi ki, Ağsu şəhəri ən Azərbaycanın ən böyük şəhəri olması ilə yanaşı islam dininin ən geniş yayılmış olduğu şəhərlərdən biridir. Bu kimi əsaslar da praktik rus təfəkkürünə maneələr törədirdi. Belə acı məqsədlər dövrü məncə çoxdan köhnəlmiş, geridə qalmışdır. Hal-hazırda yetərincə iqtisadi-siyasi, hərbi potensiala malik güclü və müstəqil Azərbaycan Respublikası dünya svilizasiyasına tam inteqrasiya etmişdir. Suveren və Müstəqil Azərbaycanımızın memarı, qurucusu olan xalqımızın Ümummilli Lideri Heydər Əlirza oğlu Əliyev ölkəmizin tarixinə, dilinə, milli mənəvi, mental dəyərlərinə xüsusi yanaşaraq, bu sahədə çalışan mütəxəssislərə yüksək dəyər verirdi. Şükürlər olsun ki, bu gün də həmin ənənə layiqincə davam etdirilir. Xalqımızın çətin, keçmə-keçli və şərəfli tarixində həkk olunmuş acılı şirinli bütün səhifələrini araşdırılmasına dəstək verir. Necə deyərlər: “Dünənini bilməyən xalqın işıqlı sabahı ola bilməz!” İşıqlı gələcək naminə keçmişi görmək gərəkdir. Bu gün Ulu öndər Heydər Əliyevin müdrik siyasətinin mükəmməl davamçısı Möhtərəm Prezidentimiz İlham Əliyev və onun xanımı Heydər Əliyev fondunun rəhbəri , UNESKO və İSESKO-nun xoşməramlı səfiri Mehriban xanım Əliyeva tariximizin, mədəniyyətimizin, incəsənətimizin ,milli mənəvi, mental dəyərlərimizin qorunması, öyrənilməsi və dünya ictimaiyyətinə çatdırılması istiqamətində böyük uğurlar qazanmışlar. Elm xadimlərinə xüsusi göstərişlər verilir, əvəzsiz imkanlar yaradılır. Belə uğurlu siyasət dünya ictimaiyyətinin diqqətindən yayınmamışdır. Ağsu şəhərində aparılan tədqiqatlara kömək məqsədi ilə dünyanın bir sıra ölkələrindən (Türkiyənin Mərmərə Universitetinin laboratoriyası) şəhərə turlar təşkil olunur.
    Ağsu şəhərinin tarixi çox qədim və zəngindir. Hələ eramızdan əvvəl burada yaşayış olmuşdur. Keçmiş Nərgizava kəndində(İndiki Gəgəli kəndi) ölmüş sakinləri küpün içərisində dəfn etmişdilər.(kənd sakini təsərrüfatla məşğul olarkən həyət yanı sahədə qazıntı apararkən saxsı qab tapmışdır, qazıntını ehtiyatla davam etdirdikdə məlum olub ki, həmin saxsı qab küpdür və onun içində insan sümükləri, skleti vardı) Həmin tapıntıya əsasən təyin olunmuşdur ki, kəndin ərazisində eramızdan əvvəllər də insanlar yaşayıblar. Daş dövrünə aid digər tapıntılar isə rayonun Nuran kəndindədir .Orta Əsr Ağsu şəhərindən 5 km şimalda XV-XVI əsrlərə aid Ağsu kəndi tapılmışdır. (daha&helliip;)

  • Harika UFUK.”BEKLENTİ”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Ucu açık mektuplar yolladım;
    Pulsuz, zarfsız,
    Selamsız, sabahsız.
    Küstü kalem- kâğıt,
    Küstü eller…

    Çıkmaz sokaklara,
    Geri dönülmez yollara,
    Kuşun kanadında
    Sıcak haberler postaladım
    Bilinmez yerlerden…

    Ne giden döndü,
    Ne haber geldi,
    Ne de kuşlardan seda duyuldu!
    Arada bir esen rüzgâr,
    Sanki birkaç sözcük fısıldadı.
    Duyan olmadı,
    Oysa
    Bitmedi bekleyişler…

    Adana.29 KASIM 2009.Saat: 23.50

  • Harika UFUK.”23 NİSAN ÇOCUK BAYRAMI”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Dünyanın yegâne çocuk bayramı,
    Atatürk’ümüzden armağan bize,
    Unuturuz o gün kederi, gamı,
    Sevinçler yerleşir gözlerimize.

    Yirmi üç Nisan’da meclis kuruldu,
    Yüce Türk Milleti huzuru buldu,
    Padişah var iken halk ona kuldu,
    Atatürk düşmanı getirdi dize.

    Yirmi Üç Nisan Bin Dokuz Yüz Yirmi,
    Kimi sevindirmez söyleyin kimi?
    Bayrakla donatın her bir ilimi,
    Çocuktan mutluluk yayılsın size.

    Harika çocuğum sevgim yayılsın,
    Güzel elbiseme herkes bayılsın,
    Bu günü unutan artık ayılsın,
    Atatürk yolunda bağlıyız ize.

    Adana
    (Çocuk Şiirleri Kitabımdan

  • Yalçın YÜCEL.”ELLERİME YABANCI CEPLERİM”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Küçük bir köyde doğmuşum
    Kasım günlerinin bir soğuk sabahında
    Tuza belemişler daha doğar doğmaz
    Ağlamışım uzunca, ilk acıyı tadarak

    Akşamın karanlık elleri uzandığında evlere
    Gaz lambaları ışıtırmış geceyi
    Ve ben öylece bakar kalırmışım fitildeki ateşe

    Demek ki o günlerden kalmış ışığa, aydınlığa sevdam
    Şimdi güneşle birlikte doğar gibiyim
    Batışındaysa hüzünler katlarım bir köşeye
    Giysilerim gelir takılır usuma çoğu kez
    Onlar küçük geldikçe üstüme
    Sanki ben küçülürdüm, büzülürdüm içimde

    Bir cebim olmadığı için, ellerim üşürdü kar beyazında
    Koltuk altlarımı cep yapardım o zaman
    Parmaklarım uyuşurdu yine de
    Yıllar geçip gitti de bir bir
    Şu an ki olan ceplerime bir türlü alışamadım

  • Yalçın YÜCEL.”Değişim”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Toprak
    Yağmurun yağmasını beklercesine dingin
    Uzantılarda dallar ucu çok gizil
    Pamuk kozaları patlarcasına
    Bir doyumsuzun göbeği kadar şişkin
    Savrulan ne varsa dokungan

    Çileler
    Üst üste konsa çekilmez
    Ve doğuşunda batışında gün
    Bir tuvale düşen resim kadar güzel

    Hazırlamada
    Bir şeyleri doğa yeniden
    Belki orada
    Belki de şuracıkta
    Canlanış bir gökyüzü
    Bir bulut gelivermiş
    Sofrasını açmış tam üstümüz
    Damlalar
    Daha düşerken kokuyor toprak
    Sesler bir başka çıkıyor
    Sanki yeniden doğuyor dünya
    Sancısı uzun sürse de
    Doğumu koca bir sevinç
    Nereden gelmiş derken
    Bir yeşerti uzatıvermiş boynunu
    Gün başkalaşmaya durmuş
    Işıklar sarmış her yanı
    Rengini bilemediğim renkler çıkıvermiş ortaya

    Göğün altı
    Hem anlamlı hem doyumsuzlukta
    Uzantılar uç uca eklemiş yaşamları
    Yeniler unutturmuş ölümleri
    Ne varsa bir sözcük oluvermiş
    Yontulmuş anılar
    Düşen şu yağmur damlası var ki
    Değiştirmiş göğün altını

  • Harika UFUK.”ATATÜRK YOLU”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Esareti özgürlüğe çeviren,
    İstiklâle giden yoldur Atatürk.
    Düşmanları bir hamlede deviren,
    Yurda kanat geren koldur Atatürk.

    Yirminci yüz yıla damgayı vuran,
    Yenilikler yapan, devrimler kuran,
    Milletin başında taç olup duran,
    Çiçeklenmiş, yeşil daldır Atatürk.

    Dünya tarihinde çığırlar açan,
    Yalandan, riyadan, boş sözden kaçan,
    Yurdumuza bolluk bereket saçan,
    Vatan bahçesinde güldür Atatürk.

    İlkeleri milletimin rehberi,
    Şanlı cumhuriyet onun eseri,
    Gösterdiği hedef daim ileri,
    Çağdaşlığa akan seldir Atatürk.

    Gönlümüzün, gözümüzün ışığı,
    Vatansever, milletinin âşığı,
    İlim, irfan, hürriyetin beşiği,
    Sevgiyle uzanan eldir Atatürk.

    Fikri ile gündüz olur geceler,
    Söylev’inde anlam bulur heceler,
    Aşkla çarpan yürek onu heceler,
    Öz Türkçe konuşan dildir Atatürk.

    Harika ülkeni, mazini tanı,
    Türk çocuğu iyi öğren atanı,
    Utkularyaşamınmutluluk anı,
    Hayata tat katan baldır Atatürk.

    Adana.2010
    NOT 1: Bu şiir09.09.2014 Tarihinde Edebiyat Defteri Sitesinde “Uğur Böceği” ile ödüllendirildi.
    NOT 2: Bu şiir 30.05.2015 Tarihinde Edebiyat Evi Sitesinde “Yıldızlı Yazı” ve “Günün Hece Şiiri” olarak seçildi.

  • Harika UFUK.”IŞIKSIZIM”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Issızım, ışıksızım gittin gideli,
    Ölü bir kentin karanlık sokaklarında
    Kaybolan parçamı arıyorum.
    Çınar yaprakları kaplamış
    Adana’nın taştan yollarını,
    Yıldızlar bile taşınıyor
    Senli memleketlere…

    Yalnız hissetmemiştim kendimi
    Hiç bu kadar
    Sensiz kalmamıştım ki ben!
    Kalabalıklar içinde yalnızmışım,
    Kimsesizmişim meğer!
    Ne zamanki el salladın son kez
    Evinin ışığı söndü gözlerimde…
    Sana güle güle derken
    Ben de bende kalmadım aslında…

    Yol ayrımıdır,
    Yaraya tuz basmak gerek.
    Farklı yönlerde yürürken
    Şehrin sokakları karanlık,
    Bense yalnızım, uykusuzum,
    Beklentisizim,
    Çaresizim, ışıksızım artık!
    Sensiz kimsesizim,
    Üşüyorum!

    Adana.21.12.2011.SAAT: 11.30

  • GELENEKSEL CAHİT KÜLEBİ VII. MEMLEKETİME BAKIŞ ŞİİR YARIŞMASI

    CK

    Niksar Belediyesi – Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliği ile 2016 yılında Türk Edebiyatı’nın mümtaz şahsiyetlerinden Yurt Şairi Cahit KÜLEBİ anısına “Cahit KÜLEBİ VII. Memleketimize Bakış Şiir Yarışması” düzenlenmiştir.
    ÖDÜLLER:
    Birinci :3000 TL
    İkinci :2000 TL
    Üçüncü :1000 TL
    YARIŞMA ŞARTNAMESİ
    1.Yarışmanın konusu, Yurt Şairi “Cahit KÜLEBİ’nin şiirlerinin ışığında Memleket Sevgisi”dir.
    2.Yarışmacılar en fazla bir şiirle yarışmaya katılabilirler.
    3.Daha önce bu alanda yapılan ilk altı yarışmada dereceye girerek ödül alanlar bu yarışmaya katılamazlar.
    4.Gönderilen şiirler daha önce hiçbir yarışmaya katılmamış ve yayınlanmamış olmalı ve iki sayfayı geçmemelidir.
    5. Şiirler bilgisayar çıktısı ile ikişer nüsha halinde, altına rumuz yazılarak ayrı bir zarfa konulacaktır. Yarışmacının kısa biyografisi, adresi, telefon numarası ve varsa elektronik posta adresi yazılarak ayrı bir zarfa konulacaktır. İki zarf daha büyük bir zarfa konulup üzerine rumuz da yazılarak gönderilecektir.
    6.Eserler elden veya posta, kargo ile Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Posta Kutusu:6 TOKAT adresine gönderilecektir. (Elden teslim için Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği GOP Bulvarı Bulvar İş Hanı No:198 Kat:2 TOKAT)
    7. Yarışmaya son katılım tarihi 30 Haziran 2016’dir.
    8.Yarışma sonucu 30 Ağustos 2016 tarihinde basında, ilgili kurum ve kuruluşların internet sitelerinde ilan edilecektir.
    9. Ödüller, tarihi ilerde açıklanacak olan “Niksar Kültür Sanat ve Ceviz Festivali Etkinliklerinde” verilecektir.
    JÜRİ:
    Cemal SAFİ-Şair
    Yahya AKENGİN: Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı Başkanı
    Özdilek ÖZCAN-Niksar Belediye Başkanı
    Ali KÜLEBİ: Strateji Uzmanı, Cahit Külebi’nin oğlu.
    Prof. Dr. Ertuğrul YAMAN: Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
    Mehmet Nuri PARMAKSIZ: İLESAM Başkanı
    Remzi ZENGİN: Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı
    Hasan AKAR-İLESAM Tokat İl Temsilcisi
    Mahmut HASGÜL-Eğitimci-Şair
    Sündüs AKÇA -Eğitimci-Şair
    İLETİŞİM:
    Niksar Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Telefon:0 356 527 81 51
    Tokat Şairler ve Yazarlar Der. Bşk. Remzi ZENGİN: 0505 253 93 93
    İLESAM İl Temsilcisi Hasan AKAR: 0533 557 16 54
    Remzi ZENGİN Özdilek ÖZCAN
    Tokat Şairler ve Yaz. Der. Bşk. Niksar Belediye Başkanı

  • DERNEĞİMİZ, 52. KÜTÜPHANELER HAFTASINDA “İNSAN OKUR” ETKİNLİĞİNDEYDİ

    tosayad

    52. Kütüphaneler haftası dolayısiyle İl Kültür Turizm Müdürlüğü ve Türk Kütüphaneciler Derneği işbirliği ile “İnsan Okur” sloganı altında yapılan etkinliğe derneğimiz de katıldı. Üyelerimizin yayınlamış olduğu kitaplar ve Kümbet Dergimizin de standlarda yer aldığı etkinliğe öğrenciler ve üyelerimiz ve Tokatlılar ile protokoldan katılanlar oldu. Okumaya teşvik yönünden faydalı bir etkinlik idi.

  • DERNEĞİMİZ ÜYELERİ PLEVNE’DE İDİ

    pd

    AĞLA PLEVNE AĞLA TUNA NEHRİNCE

    Hasan AKAR

    “Ağla Plevne ağla Tuna Nehrince,
    Türk’e bu ayrılığın başı nerede?
    Gönlüm almıyor, gözüm gülmüyor artık,
    Sana döktüğüm hasretin yaşı nerede?”

    Plevne, Tuna Nehri, Gazi Osman Paşa ve 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında gösterilen kahramanlıklar ve sonrasında yaşanan Balkan faciası, göçler Türk tarihinin ve her Türk gencinin hafızalarından kolay kolay silinmeyecek İnşallah.

    Hepimizin bildiği Tuna Marşı’nda “Neden Tuna Nehri akmadı, Gazi Osman Paşa neden Plevne’den çıkmam dedi? Tarihçilerin yazdığı, anlattığı kadar sorunun cevabını daha kolay bulabilmeniz için diyebilirim ki o toprakları ve bugünkü durumunu görmek gerek.

    Arşivime baktığımda kalemimin gücü oranında bu konu ile ilgili olarak, 06.09 1998 tarihinde Tokat Gazetesinde “Aşınmayan Bir Destan Plevne”, 22.07.1998’de “Bayraksız Doğup Bayrak Altında Ölmek” adıyla Yeşil Niksar Gazetesinde iki yazı yazmışım.

    24 Şubat 2012 tarihinde de Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde fahri doktora unvanı için şehrimize davet edilen “Çanakkale Mahşeri” eserinin yazarı Araştırmacı-Yazar Mehmet Niyazi Bey ile Tokat Güneş TV’de Tarihçi Hüseyin Sipahi kardeşimle ertesi gün dönemin valisi Şerif YILMAZ Bey’in talimatları doğrultusunda program yapmışız.

    Benim için çok değer taşıyan diğer güzellikler de her zaman gurur duyduğum O’nun adını taşıyan okulun öğrencisi olmak, Tokat’ta Gazi Osman Paşa Anıtını yapan Yard. Doç. Dr. Necati KIVRAK hocamızdan resim dersleri almak, Ocak 2010’da Fransa’da yaşayan Gazi Osman Paşa’nın ve Sultan 2.Abdülhamit’in torunu Bülent Osman’la şehrimizi ziyaretinde tanışma ve görüşme imkânı bulabilmek, Tokat Kent Konseyi Eğitim, Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Başkanı olduğum dönemde Gazi Osman Paşa ile ilgili şiir, kompozisyon ve resim yarışması açarak dereceye girenleri ilk defa İstanbul’a götürüp Gazi Osman Paşa Kaymakamlığı’nın düzenlediği Anma Programına katılabilmemiz, ülkemizin ve şehrimizin yüz akı olan KÜMBET kültür ve sanat dergisinin bir sayısını Gazi Osman Paşa Özel Sayısı olarak çıkarabilmemizdir.

    Eğitim yuvaları olan okullar öğretimlerinin yanı sıra öğrencilere eğitim de verirler. Şehirlerin kültür ve sanatlarında okulların önemini burada tartışmanın bir anlamı yok.1936 yılında öğretime açılan Tokat Gazi Osman Paşa Lisesi işte bunun en güzel örneğidir. Bu şehirde üniversite kuruluncaya kadar adeta bu görevi her alanda başarıyla üstlenerek ülkemize çok sayıda değeri kazandırmıştır. İstanbul’daki Kabataş Lisesi, Galatasaray Lisesi ne ise Tokat için de bu lise o denli kaliteli bir eğitim vermiştir. Dün olduğu gibi gelenekselleşen bu başarı daha da artarak devam etmektedir. Dünün ve bugünün emek sahibi yöneticilerini, öğretmenlerini ve diğer çalışanlarını kutlamak gerek.

    Tokat’ın tarihi bu okulundan mezun olanlar da vefalı bir hareketle 2004 yılında Dr. Bilal Durmaz başkanlığında Tokat Gazi Osman Paşa Lisesi Mezunları Derneği’ni kurmuşlar. Bayrağı daha sonra dokuz yıl süreyle sınıf arkadaşım Necmi Melek taşıdı. 2015 yılından beri de şehrimizin sevilen simalarından Av. Melih Yardımcı Bey işin başında. Dernek öğrencilere imkânları ölçüsünde sosyal yardımların yanı sıra her yıl Haziran ayının ilk haftasında mezunlar günü tertip ediyor ve beş yıldır da ALMANAK adıyla okulu tanıtan, eğitimcilerin ve mezunların hayat ve hatıralarını yansıtan kaliteli bir dergiye imza atıyor.

    Tokat Gazi Osman Paşa Lisesi Mezunlar Derneği bu yıl farklı bir etkinliğe daha imza atmayı başardı. Büyük kahramanın aramızdan ayrılışının 116. yılında Plevne’ye ve İstanbul’a bir kültür-vefa gezisi düzenledi. Dernek Başkanı Av. Melih YARDIMCI ve yönetim kurulunun koordinesindeki etkinliğe Okul Müdürü Mehmet Yorulmaz, Md. Baş Yardımcısı Salih Bilgilioğlu, Dernek Eski Başkanı Necmi Melek, Yönetim Kurulu üyelerinden Dr. Mete Bayburtlu, Ömer Sağol, Ferdi Şentarlı, Ramazan Çakmak, Hasan Akar, Mahmut Hasgül, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneğinden Remzi Zengin, Burhan Kurddan, Dr. Alper Akın katıldılar.

    1 Nisan 2016 gecesi beş asır hâkimiyetimizde kalan, at koşturduğumuz, kültür ve sanatımızı taşıdığımız ecdat yadigârı Bulgaristan topraklarındayız. Konaklama merkezimiz başkent Sofya. Ertesi gün şehirde Bulgarların zulmüne dayanabilmiş, bazıları başka yapılara dönüştürülmüş ama hâlâ ben Türk’üm diyen birkaç tarihi eseri gezebiliyoruz. Bunlardan biri de halkın Banya Başı dediği 1567 yapım tarihini taşıyan, restore halindeki Kadı Seyfullah Efendi Camii. Caminin hemen yanındaki ek bir bölümde öğle namazını az sayıda bir cemaatle eda ediyoruz. Burada Sofya Büyük Elçiliği Sosyal Hizmetler Müşaviri Ulvi Ata, Eğitim Müşaviri Şenol Genç ve Camii İmam Hatibi Ersin Demirel’le tanışıp uzun bir süre sohbet ediyoruz. Sonrasında davet üzerine Din Hizmetleri Müşavirliği’ni ziyaret ederek Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız hakkında genel bilgi alıyoruz.

    Biz Sofya’da iken Bulgaristan Hak ve Özgürlükler Partisi’nin Plevne Milletvekili Mithat Metin’le şehir dışında olduğu için ancak telefonda görüşebiliyoruz.

    3 Nisan 2016 Pazar günü atalarımızın izlerini bulabiliriz heyecanıyla gittiğimiz çevresiyle birlikte 300.000 nüfuslu Plevne’deyiz.

    Bu şehre giderken aracımızda gençlik yıllarımıza milli, tarihi şuur bakımından bizlere yön veren Osman Yüksel Serdengeçti’nin “İmparatorluğa Mersiye” şiirini okuyoruz:

    “Kosovalar, Plevneler bizsizdir,
    Yosun tutmuş camilerin ıssızdır.
    Boynu bükük minareler öksüzdür.

    Açmaz olmuş Kız anlık’ın gülleri
    Biz neyledik o koskoca elleri”

    İlk ziyaret projesi Rus Ressam Nikolay Oveçkin’e ait Plevne Savaşlarını anlatan Plevne Panorama Müzesi’ne oluyor. Halktan toplanan bağışlarla 1977 yılında açılan müzenin oldukça fazla ziyaretçisi var. Biz gittiğimizde de bazı okul yöneticileri öğrencilerini buraya getirmişlerdi. Derin bir hüzünle karışık milli duygular içinde panoramayı seyrediyoruz. Tabii müzede bizi üzen sahne ve tablolar bir hayli fazla. Bu tablolar ikisi Plevneli, sekizi Rus toplam on ressam tarafından çizilmiş. Hatta Sofya’daki bazı yetkililerle yaptığımız görüşmelerimizde Türk askerini bir hayli aşağılayan bir tablonun yapılan görüşmeler neticesi müzeden yeni kaldırıldığını söylemişlerdi. Ayrıca müzenin diğer bölümlerinde ve girişinde o günlerden kalan toplar ve askerlerin giydikleri elbise, üniforma ve kullandıkları silahlar büyük bir özenle sergileniyor.

    Burada Müşavirimiz Ulvi Ata’nın orada yaşayan bir kanaat önderi İsmail Cambazoğlu’ndan bir Bulgar tarihçinin yayınladığı ancak devletin, Türklerin lehine bir yayın gerekçesiyle süratle topladığı bir eserden okuyup aktardığı bilgileri bir kez daha değerlendirmemizin gerekliliğini düşünüyoruz. Esere göre:

    “Gazi Osman Paşa, huruç harekâtı yapmadan bir gece önce yaverleri vasıtasıyla Plevne şehrinin ileri gelen eşrafını kaleye davet ediyor. Diyor ki: Biz sizlerden topladığımız vergilerle elimizden geldiği kadar sizleri korumaya çalıştık. Ancak yarın buradan ayrılacağız. İşte bu toplanan gelirlerden kalanlar ve gerekli belgeler burada. Onları adaletli bir şekilde dağıtınız diyor. Eşraf bu durum karşısında bir hayli üzülüyor: “Paşam hayır, biz de sizinle bu harekâta katılacağız.” diyorlar.” (Huruç harekâtındaki bazı kayıpların sivil halkında katılımından meydana gelen düzensizlikten kaynaklandığını da aynı tarihçi ileri sürmektedir.)

    Maalesef müzedeki yetkililer Türk olduğumuzu öğrenince sanırım pek de memnun olmamışlardır. Tabiî ki öğrencilerin müzeyi gezişi sırasında düşünmemiz gereken bir husus hemen akla geliyor. Japonya’daki Amerikalılar tarafından atom bombası atılarak milyonların katliamını yaşayan Hiroşima ve Nagazaki şehirlerinin daha ilkokulda öğrencilere gezdirilip mesaj verilmesi gibi Bulgarları da aynı politikanın içerisinde gördük.

    Oysa biz halkın büyük desteğiyle vücut bulan Panorama Müzesi’nin yanında Tokat’ta Gazi Osman Paşa’nın anıtını yaptırmak için ne kadar mücadele verildiğini o döneme ait belge ve bilgilerin yanı sıra Heykeltıraş Necati Kıvrak Hocamdan dolayı çok iyi biliyoruz. Şu anda da anıtın sanki stadyumun bir kenarına seyyar satıcıların ve bir iş yerinin arkasına saklanmış hali hoş da değil, Plevne kahramanımıza yakışmıyor doğrusu. Bunu belirtmekte yarar görerek ilgililerin dikkatini bir kez daha çekmek istiyoruz.

    Panorama müzesinden sonra Yahya Kemal’in:

    “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
    O gün bin atlı dev gibi bir orduyu yendik”
    mısralarıyla sanki kanatlanarak Gazi Osman Paşa’nın atının vurularak yaralandığı topraklara ulaşıyoruz. Türk Bayrağımızı, pankartımızı ve okul flamasını açarak önce o topraklar için canlarını veren şehitlerimize dua ediyor sonrasında bir koro halinde Tuna Marşını seslendiriyoruz. Yoldan gelip geçen bazı araçlar bize korna çalarak selamlama inceliği gösteriyorlar.

    4 Nisan Pazartesi günü öğle vakti atalarımızın ruhunun ve eserlerinin daha fazla yaşayabildiği Filibe’ şehrindeyiz. Filibe Başmüftülüğü ilk uğradığız makamlardan biri oluyor. Müftü Tamer Ahmet Veli henüz o gün göreve başlamış. Ekibimizle birlikte çay ve sohbetle ezan vaktine kadar bir saate yakın adeta kutlama yapıyoruz. Bu arada ziyaretini düşündüğümüz Filibe Konsolosluğuna tedviren atanan Onur Ekrem’in yerinde olmadığı bilgisine ulaşıyoruz.

    Belki de bizi bu gezi sırasında en çok mutlu eden şehirlerden biri Filibe oldu. Kale ve civarındaki neredeyse bizim Safranbolu evlerini yansıtan bir mahallede gezmekten büyük haz duyuyoruz. Türkçe konuşan insanlara rast gelip sohbet ediyoruz. Öğle yemeğini bir Türk lokantasında yiyoruz. Program gereği artık dönüş başlıyor.

    Ve aynı günün akşamı İstanbul’dayız. 5 Nisan Salı günü Fatih Cami avlusunda türbesi bulunan Gazi Osman Paşa’yı 116.Vefat yılında anmak için sabah 9.00 sularında ekibimizle oradayız. Daha önce Gazi Osman Paşa Belediyesi ile görüşüldüğü için davetin içindeyiz. Tokat’tan Valimiz Sayın Cevdet CAN, Belediye Başkanımız Av. Eyüp EROĞLU ve GOP Üniversitesi Rektörü Mustafa ŞAHİN Bey de oradalar.

    Ayrıca İstanbul’da bulunan Tokat’a dair federasyon ve dernek yöneticileri de ekip halinde etkinliklerdeler. GOP Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Açıkel ve öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Necati Çavdar hocamız da GOP Belediyesi’nin düzenlediği panel için davet edilmişler, katılma imkânı bulamazsak da Tokat adına seviniyoruz. Görebilip konuştuğum şahsiyetler arasında İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut AK Hocam, Fatih Tapu ve Kadastro Müdürü Salim Şahin, TRT İstanbul Radyosu program Yapımcısı Dursun Taşdelen, Tiyatro Sanatçısı Ahmet Yenilmez ve Niksar’dan bazı öğrencilerimi görmek beni mutlu bir hayli mutlu ediyor.

    Protokol konuşmaları öncesinde Tokat Gazi Osman Paşa Lisesi Mezunlar Derneği Başkanı A.Melih Yardımcı Tek Rumeli TV’ye Plevne Ziyareti ile ilgili mülakat verdi. Konuşmalardan sonra ata yadigârı şehrimiz Plevne’den getirdiğimiz toprak dualarla türbenin bahçesine konuldu.

    Protokol konuşmalarında sırayla Fatih Kaymakamı Ahmet ÜMİT, Fatih Belediye Başkanı Mustafa DEMİR, Gazi Osman Paşa Kaymakamı Yaşar KARADENİZ, Gazi Osman Paşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin USTA Tokat Belediye Başkanı Av. Eyüp EROĞLU ve Tokat Valisi Cevdet CAN var. Valimizin ve Belediye Başkanımızın konuşmaları oldukça dikkat çekti. Özellikle Belediye Başkanımız Av. Eyüp EROĞLU’nun bütün içtenliğiyle önümüzdeki yıl yapılacak anmalar için hazirunu Tokat’a davet etmesi bizce büyük takdir topladı.

    Dileriz bu davet gerçekleşir ve halkımızın pek çoğunun bihaber olduğu Tokat’ta açılan Plevne Müzesi de bu etkinlik sayesinde daha anlamlı bir vefaya vesile olur.

    Tokat’ta yapılan etkinlikleri de İstanbul’dan takip ediyoruz. Plevne Müzesinde yapılan törenin yanı sıra Tokat Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğünce Ali Paşa Caminde ikindi namazı öncesi organize edilen mevlidi-i şerif halkımızı mutlaka mutlu ediyor.

    Yazımızı Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Sofya’da 1913-1915 yılları arasında Ataşemiliter iken Türk gençlerine yaptığı bir konuşma ve Gazi Osman Paşa’nın sülalesinden Şair Şerare Kıvrak Hanımefendinin bir şiiriyle tamamlayalım.

    Gençlerden biri Mustafa Kemal’e soruyor:

    -Siz Türk tarihinde kendinize bir rehber seçtiniz mi? Cevaben:

    “Ben kendime Gazi Osman Paşa’yı rehber olarak seçtim. Ömrüm boyunca onun yolunu takip edeceğim. Türk Milleti Plevne’de yeniden kendini bulmuştur. Millet yolundaki mücadelemizde daima sembolümüz Plevne’de doğan milli ruh olacaktır. Felaket günlerinde Plevne harbini ve Osman Paşa’yı düşüneceğim. Sizin de kahramanlık sembolünüz Gazi Osman Paşa olsun” demiştir.

    “Tuna Nehri, Plevne dillerde türkü
    Yıldıramaz hiçbir şey korkusuz asil Türk’ü
    Osman Paşa, çok yaşa, unutulmazsın bil ki
    Dostluk, kardeşlik, barış içimizdeki ülkü”

    Ve teşekkürler Tokat’ı, Plevne’ye ilk kez taşıma vefasını, cesaretini göstererek bu çok değerli onuru bizlere yaşatan Tokat Gaziosmanpaşa Lisesi Mezunlar Derneği Başkanı AV. Melih Yardımcı Bey ve yönetim kurulu üyeleri.

    Teşekkürler başarılı çalışmalarını bu alanda da sürdüren okul yöneticileri, öğretmenleri, çalışanları ve bu değerli kurumun öğrencileri.

    Bu necip millet için büyük kahramanlıklar gösteren Gazi Osman Paşa’yı vefatının 116.yılında saygıyla anıyor, ruhu şâd olsun diyorum.

  • “Bir nefeslik Şiir” dinletisi

    bnsd

    12 Nisan 2016 günü Tokat ili, Pazar İlçesi, Üzümören Beldesi Üzümören Ortaokulunda “Bir nefeslik Şiir” dinletisi yapıldı. Okulun Türkçe öğretmeni Kumrugül Türkmen Akın’ın hazırlayıp sunuculuğunu yaptığı programa, Pazar İlçe Milli Eğitim Müdürü Gürsoy Kızılgül,Şube Müdürü şair-yazar Celalettin Çınar, Üzümören Belediye Başkanı İsmail Karataş ve okul Müdürü Mehmet Siler katıldılar ve birer şiir seslendirdiler.
    Programda Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkan ve üyeleri Remzi Zengin, Mahmut Hasgül, Sündüs Akça, Şerare Yağcıoğlu Kıvrak ve Rasim Yılmaz’ın şiirlerini okumaları yanında Üzümören Ortaokulu öğrencilerinden Emir Kağan Utku, Ayşenur Demiray, Bekir Kaplan, Büşra Gümüş, M. Akif Tunç, Yağmur Sena Alpat, İrem Payzın ve Merve Güven de ünlü şairlerimizden seçme şiirler seslendirdiler.
    Programın sürprizi ise Kumru Hanımın yetiştirdiği öğrencilerden müteşekkil Kafkas Oyun Ekibi idi.
    Üzümörende ilk defa böyle bir etkinlik gerçekleştiren okul yönetimini ve güzel bir sunumla göz dolduran Kumrugül Türmen Akın hanımefendiyi tebrik ediyoruz.

  • TOKAT ŞAİRLER VE YAZARLAR DERNEĞİ KONGRESİ YAPILDI

    tk

    2006 yılında kurulan Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği (TOŞAYAD) nin 6. olağan genel kurulu yapıldı. Genel kurulda, Yönetim ve Denetleme Kurulu Raporları’nın okunmasının ve ayrı ayrı oylanarak kabul edilmelerinin ardından Yeni Yönetim Kurulu seçimi yapıldı. Remzi Zengin, başkanlığını devam ettirirken, yönetiminde Hasan Akar, Mahmut Hasgül, Burhan Kurddan, A. Turan Erdoğan, Nihat Aymak ve Sündüs Arslan Akça yer aldı. Denetleme Kurulu Üyeleri de Necmi Melek, Ahmet Divrikoğlu ile İlhan Koçgöz ile oluşturuldu.

    Yeni yönetimi tebrik ediyor ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneğine ve kültür edebiyat camiasına hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz.

  • Türkiye Cumhuriyeti

    turliye

    Türkiye ya da resmî adıyla Türkiye Cumhuriyeti, topraklarının büyük bölümü Anadolu’ya, küçük bir bölümü ise Balkanlar’ın uzantısı olan Trakya’ya yayılmış bir ülke. Kuzeybatıda Bulgaristan, batıda Yunanistan, kuzeydoğuda Gürcistan, doğuda Ermenistan, İran ve Azerbaycan’ın ekslav toprağı Nahçıvan, güneydoğuda ise Irak ve Suriye komşusudur. Güneyini Akdeniz, batısını Ege Denizi ve kuzeyini Karadeniz çevreler. Marmara Denizi ise İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Anadolu’yu Trakya’dan yani Asya’yı Avrupa’dan ayırır. Türkiye, Avrupa ve Asya’nın kavşak noktasında yer alması sayesinde önemli bir jeostratejik güce sahiptir.[7]

    Türkiye toprakları üzerindeki ilk yerleşmeler Aiol, Dor ve İyon Yunanları, Traklar ve Persler gibi çeşitli milletler tarafından Yontma Taş Devri’nde başlatıldı.[8][9][10][11] Ardından III. Aleksandros egemenliğiyle birlikte Helenistik dönem geldi, daha sonra sırasıyla Roma ve Bizans dönemleri yaşandı.[10][12] 11. yüzyılda Selçukluların göçleri sonucunda topraklar üzerinde Türkleştirme hareketi başladı ve 1071 Malazgirt Muharebesi sonrasında gelen Selçuklu zaferiyle Anadolu’daki Bizans üstünlüğü büyük ölçüde kırıldı.[13] Anadolu Selçukluları, Anadolu’yu 1243’teki Moğol istilasına kadar yönetti. İstila sonrasında pek çok küçük Türk beyliği ortaya çıktı.[14]

    13. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlılar, Anadolu’nun yanı sıra Güneydoğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Afrika üzerinde toprakları bulunan büyük bir imparatorluk kurarak erken modern dönemde Avrasya ve Afrika’nın büyük bir gücü oldu. İmparatorluk zirvesini 15. ve 17. yüzyıllar arasında, özelikle I. Süleyman döneminde yaşadı. 1683 II. Viyana Kuşatması ve 1699 Kutsal İttifak Savaşları sonrasında Türklerin Avrupa topraklarından çekilişi başladı ve Osmanlı İmparatorluğu uzun bir gerileme dönemi yaşadı. Ülkenin birçok alandaki yetersizliğini kanıtlayan 19. yüzyıldaki Tanzimat ıslahatları, modernleşmeyi sağlayamadı ve dağılmayı engelleyemedi. Osmanlı, I. Dünya Savaşı’na (1914-18) İttifak Devletleri’nin yanında girdi ve savaşta yenik düşerek yıkıldı.[15] İşgalci kuvvetlere karşı yapılan Kurtuluş Savaşı (1919-22) başarıya ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

    Türkiye, çeşitli kültürleri barındıran demokratik, laik, üniter bir anayasal cumhuriyettir.[16][17] Resmî dili, nüfusun %85’inin ana dili olan Türkçedir.[18] Ülkenin %70-80’ini Türkler, geriye kalanını Lozan’a göre yasal olarak tanınan (Ermeniler, Rumlar ile Yahudiler) ve yasal olarak tanınmayan (Arnavutlar, Boşnaklar, Çerkesler, Gürcüler ile Kürtler vb.) milletler oluşturmaktadır.[16][19][20][21] Nüfusunun büyük bölümü Müslümandır.[16] Avrupa Konseyi, NATO, OECD, AGİT ve G-20 topluluklarına üye olan Türkiye, Batı dünyasıyla bütünleşmiştir. 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu ortak üyesi olmuş, 1995’te AB Gümrük Birliği’ne katılmış ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine 2005’te başlamıştır.[22] Ülke ayrıca Türk Konseyi, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlere de üyedir. Günümüzde Türkiye, büyüyen ekonomisi ve diplomatik girişimleri sayesinde bölgesel güç olarak kabul edilmektedir.[23][24][25][26][27][28][29] (daha&helliip;)

  • Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

    SRTE

    Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti’nin başıdır. Bu mahiyetle Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkının birliğini temsil etmektedir. Türk Anayasasının yerine getirilmesi ve devlet organlarının organize ve uyumlu iş yapabilmesini garanti eder. Görev ve yetkileri anayasanın 101. maddesinden 107. maddesine[1] kadar belirtilmiştir. Cumhurbaşkanlığı 29 Ekim 1923’te resmî olarak oluştu. Seçilen ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’tür. 29 Ekim 1923 tarihinden 10 Ağustos 2014 tarihine kadar Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiştir. İlk kez 10 Ağustos 2014 tarihinde halk oylaması ile seçilen Recep Tayyip Erdoğan ise 28 Ağustos 2014’ten bu yana 12. Cumhurbaşkanı olarak bu görevde bulunmaktadır. 29 Ekim 2014 tarihi itibarıyla Çankaya Köşkü’nden taşınan Cumhurbaşkanlığı’nın yeni yerleşkesi, başkent Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ‘dır.

    Nitelikleri[değiştir | kaynağı değiştir]
    Cumhurbaşkanı’nın nitelikleri anayasanın 101. maddesinde belirtilmiştir. Cumhurbaşkanı olmak için adayın kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış olması gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk oylaması ile seçilir.

    Cumhurbaşkanlığı’na Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir.

    Görev süresi[değiştir | kaynağı değiştir]
    Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 5 yıldır. Bir kimse en çok iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. (Bkz. 2012 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri) Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa siyasi partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.

    Seçim[değiştir | kaynağı değiştir]
    Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili düzenlemeler anayasanın 102. maddesinde belirtilmiştir. Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde tamamlanır. Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
    (daha&helliip;)

  • Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu

    SAD

    Ahmet Davutoğlu (d. 26 Şubat 1959, Konya), Türk siyasetçi, uluslararası ilişkiler uzmanı, akademisyen ve büyükelçi, eski Dışişleri Bakanı, eski Başbakan Vekili, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel başkanı, 64. Türkiye Hükûmeti’nin başbakanı.

    1 Mayıs 2009’da, Dışişleri Bakanı olarak TBMM dışından atandı. 58., 59. ve 60. hükümetler döneminde başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ve hem bakanlık hem de cumhurbaşkanlığı görevlerinde Abdullah Gül’e dış politika başdanışmanlığı yaptı. 24. Dönem Konya Milletvekili olarak TBMM’ye girmiştir.

    27 Ağustos 2014’te, Adalet ve Kalkınma Partisi 1. Olağanüstü Büyük Kongresinde Genel Başkan seçildi ve 28 Ağustos 2014’te cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan başbakanlık vekaletini aldı ve 62. Türkiye Hükûmetini kurmakla görevlendirildi.[1][2][3][4] Ahmet Davutoğlu başbakanlığında kurulan 62. Türkiye Hükümeti bakanlar kurulu listesini 29 Ağustos 2014 tarihinde açıkladı. 6 Eylül 2014 Cumartesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan güven oylaması sonucunda 133 ret oyuna karşılık alınan 306 kabul oyuyla 62. Türkiye Hükümeti Davutoğlu başbakanlığında güven oyu alarak resmen göreve başlamıştır.[5] Ahmet Davutoğlu 2015 Genel Seçimlerinden sonra istifasını Recep Tayyip Erdoğan’a vermiştir fakat 63. Türkiye Hükümeti kurulana kadar başbakanlığa devam etmiştir.

    Eğitim hayatı[değiştir | kaynağı değiştir]
    1959 yılında Konya’nın Taşkent ilçesinde doğan Ahmet Davutoğlu, İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra, 1983-84 eğitim öğretim yılında Boğaziçi Üniversitesi’nin Ekonomi ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerini çift anadal programıyla bitirdi. Aynı üniversitenin Kamu Yönetimi Bölümünde Yüksek Lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde de doktora yaptı.[6]

    90’lı yılllar[değiştir | kaynağı değiştir]
    1990 yılında, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. Üniversitenin Siyaset Bilimi bölümünü kurdu ve 1993 yılına kadar bu bölümün başkanlığını yürüttü. 1993 yılında doçent oldu ve 1995–1999 yılları arasında Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde çalıştı. 1995-1999 yılları arasında Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Davutoğlu bu sürede 200’den fazla yazı kaleme almıştı.[7] 1998–2002 yıllarında, Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademilerinde misafir öğretim üyesi olarak ders verdi. (daha&helliip;)

  • Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Sayın Mustafa Kemal Atatürk

    SAYINMUSTAFAKEMALATATÜRK

    Mustafa Kemal Atatürk (19 Mayıs[Not 2] 1881, Selanik – 10 Kasım 1938, İstanbul), Türk ordu subayı, mareşal ve Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve önderidir. 1934’te Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendisine ”Türklerin atası” anlamına gelen Atatürk soyadı verilmiştir.[1]

    Atatürk, Birinci Dünya Savaşı sırasında bir ordu subayıydı. Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisini takiben Türk Kurtuluş Savaşı’ndaki Türk Ulusal Hareketi’ne önderlik etmiştir. Kurtuluş Savaşı sürecinde Ankara Hükûmeti’ni kurmuş, askeri eylemleriyle İtilaf Devletleri tarafından gönderilen askeri güçleri bozguna uğratmış ve Türkleri zafere götürmüştür. Atatürk daha sonra eski Osmanlı İmparatorluğu’nu modern ve seküler bir ulus devletine dönüştürmek için politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel reformlar başlatmıştır. Liderliği altında binlerce yeni okul inşa edildi. İlköğretim ücretsiz ve zorunlu hale getirildi. Kadınlara sivil eşitlik ve politik haklar verildi. Köylülerin sırtına yüklenen ağır vergiler azaltıldı.[2][3]

    Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki başarısından dolayı 19 Eylül 1921 tarihinde “Gazi” unvanını almış ve mareşalliğe yükselmiştir.[3] Cumhuriyet Halk Fırkası’ni kurmuş ve ilk genel başkanı olmuştur.[4] 1938 yılındaki vefatına kadar arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı seçilen Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı olmuştur.[3]

    Atatürk tarihte oynadığı önemli rolden dolayı pek çok yazar ve tarihçi tarafından incelenmiş ve hakkında 379 eser yazılmıştır. Bu yönüyle hakkında en çok eser yazılan ilk 100 kişi arasında yer almaktadır. Ayrıca dünyada ilk kez ve tek örnek olmak üzere, Birleşmiş Milletler’in UNESCO örgütü tarafından, kendisinin 100. doğum yılı olması sebebiyle ve tüm ülkelerin oy birliğiyle 1981 “Atatürk Yılı” olarak kabul edilmiştir. Dergilerinin Kasım 1981 sayısında da, Atatürk ve Türkiye konusu ele alınmıştır.
    (daha&helliip;)

  • İstiklâl Marşı’ Yazarı Mehmet Âkif Ersoy

    MEHMETAKIFERSOY

    Başlığın diğer anlamları için Mehmet Akif Ersoy (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.
    Mehmet Âkif Ersoy
    Mehmet Akif.jpg
    Doğum Mehmed Ragif
    20 Aralık 1873
    İstanbul, Osmanlı
    Ölüm 27 Aralık 1936 (63 yaşında)
    İstanbul, Türkiye
    Milliyet Arnavut[1]
    Etnik köken Arnavut[1][2]
    Meslek Şair, Gazeteci, Veteriner Hekim, Öğretmen, Milletvekili
    Dönem Cumhuriyet dönemi
    Etkilendikleri[göster]
    Etkiledikleri[göster]
    Mehmed Râgıf daha sonra Mehmet Âkif Ersoy (20 Aralık 1873 – 27 Aralık 1936), Türk şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi ve siyasetçi.

    Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC)[3] ulusal marşı olan İstiklâl Marşı’nın yazarıdır. “Vatan Şairi” ve “Milli Şair” unvanları ile anılır. İstiklal Marşı’nın yanı sıra Çanakkale Destanı, Bülbül ve 1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getiren Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil’ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almıştır.

    Hayatı[değiştir | kaynağı değiştir]
    Doğumu ve Çocukluk Yılları[değiştir | kaynağı değiştir]
    Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında İstanbul’da, Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Miladi 6 Mart 1913’te yazdığı, “Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk” mısrasıyla başlayan ve kavmiyetçiliği eleştirdiği şiirinin sonunda “Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum… Başka bir şey diyemem… işte perişan yurdum!…” mısralarıyla bizzat şiirinde kendisini Arnavut olarak tanıtmıştır.[1] Nüfusa kaydı, babasının, onun doğumundan sonra imamlık yaptığı ve Âkif’in ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfus kağıdında doğum yeri Bayramiç olarak görünür.[4] Annesi Buhara’dan Anadolu’ya göç etmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova’nın İpek kenti doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından İpekli Mehmet Tahir Efendi’dir. Mehmet Tahir Efendi, ona doğum tarihini belirten “Ragif” adını verdi. Babası vefatına kadar Ragif adını kullansa da bu isim yaygın olmadığı için arkadaşları ve annesi ona “Âkif” ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi.[5] Çocukluğunun büyük bölümü annesinin Fatih, Sarıgüzel’deki evinde geçti. Kendisinden küçük, Nuriye adında bir de kız kardeşi vardır. (daha&helliip;)

  • M.Hâlistin KUKUL.KELİME’DEN KELİME’YE

    m-h-listin-kukul

    Kâinatın yaratıcısı, her şeyin sahibi, hâkimi, mâliki, terbiye edicisi, koruyucusu, yardımcısı, nimet ve rızık vereni Allahü teâlânın, sadece insanoğluna akıl ile birlikte ihsan ettiği en büyük nimet: Kelime’dir, söz’dür!..
    Kelime; harf vasıtasıyla mânâyı yüklenen ve geleceğe taşıyan madde’dir!..
    İnsan olma vasfının ve insanlık hüviyetinin temsilcisi, belirleyicisidir! ..
    Öğrenilmesiyle, uğruna ‘köle’ olunan tek insânî varlıktır!..
    “Kelime-i ihlâs, kelime-i tevhîd, kelime-i takvâ, kelime-i semeret-ül-Cennet veya kelime-i tayyibe” denilen, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” mübârek sözünün ismi onunla ifade bulur!..
    Müslüman olarak îmânımızın ilk şartı olan “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” mübârek sözüne verilen ad “Kelime-i şehâdet”tir !..
    Ve…Allahü teâlânın ismini yüceltmek ve O’nun rızâsını kazanmak için gayret etmeyi ifade ettiğimiz “İ’lâ-yı kelîmetullah”, onunla söylenir!..
    Arzularımızı, heyecanlarımızı, sevinçlerimizi, sıkıntılarımızı..hep onunla iletir, onun vasıtasıyla huzur ararız!
    Kelime, içimizi-dışımızı, kalbimizi-beynimizi bütün hesaplarıyla ortaya döken, ayıklayan, sergileyen kıymetinin üstünlüğü bakımından müthiş varlık, nimet üstü bir nimettir!
    Bakıyorum da, buna “sözcük” diye bir mânâ uydurmuşlar: Yazık!..
    İlhan Ayverdi’nin hazırladığı Misalli Büyük Türkçe Sözlük’ün 1126’ıncı sayfasında,”Söz” karşılığında şöyle yazılıdır: “(Eski Türk. söz) Ağızdan çıkan, bir veya daha çok heceden meydana gelen kelime veya kelime dizisi”dir.
    Peki; söz, “bir veya daha çok heceden meydana gelen kelime veya kelime dizisi” ise, nasıl oluyor da, buna, Türkçemizde küçültme / küçüklük ifade eden -ses uyumuna göre- bir (-cük) takısı ekliyor ve onu, “kelime” karşılığında kullanıyorlar?
    Şimdi; bu ‘küçük söz’e, kelime mi diyeceğiz? Olur mu böyle şey?
    Elbette ki, bu kelimeye, bu takı eklenebilir fakat onun karşılığı ‘kelime’ olmaz ve bunun, ilmî hiçbir îzahı bulunmadığı gibi, kültür tahribatı bakımından da çok fecî hâllere sebebiyet verir.
    Yukarıda, dînimiz ile ilgili deyimlerin hiçbirini “sözcük” denilen kelime ile söylememiz mümkün değildir. Demek ki, işin millî olduğu kadar bir de dînî cephesi bulunmaktadır.
    Kelime karşılığında, dilimize, Farsça’dan geçen bir de ‘lâf’ kelimesi vardır.Bunlar, bâzen aynı mânâda kullanılıyorsa da, bâzen farklı yerlerde kullanılmaktadır.
    Meselâ;”Filânca kız ile filânca delikanlının lâfını kestiler!” ile, “Filânca kız ile filânca delikanlının sözünü kestiler!” çok farklıdır.
    Bir konuşma örneği:
    -Beğendiniz mi?
    -Beğenmek de ne kelime!..
    Yûnus Emre diyor ki:
    “Mûsâ Peygamber ile binbir kelime kıldum
    Îsâ Peygamber ile göklere çıkan benem”
    Millet’e, ‘ulus’ diyorlar!..
    Neymiş? Millet, Arapça’ymış! Peki; ulus nece? Cevap: Moğolca!..
    Moğolca “ulus”a, F(ı)ransızca bir (-el) takısı eklemişler ve buna, millî karşılığı olarak “ulus-al” demişler! Ve bir de, bunun için ne demişler, elbette biliyorsunuz! Öz-Türkçe!..
    Yâni, bir kısmı Moğolca, diğer kısmı ise F(ı)ransızca olacak ammâ, bunları birleştirince Türkçe bile değil, hem de öz-Türkçe olacak!..Ne zekâ!..
    “Hava alanına (millîlerimizi) karşılamaya gittik” cümlesi yerine, “Hava alanına (ulusallarımızı) karşılamaya gittik” diyeceksiniz, öyle mi?..Gülmezler mi insana!..
    Seneler önce, bir reklâmda duymuştum: “Haydi millet, sucuklar hazır!..”
    Şimdi de hep beraber tekrarlayalım. Fakat başka türlü: “Haydi ulus, sucuklar hazır!”
    Olmaz!..Olmaz!..Olmaz!..
    Cenâze namazı kılmaya başlarken de, hoca efendiler: “Er kişi / hâtûn kişi niyetine… ” sözü yerine,”Er (birey) / hâtûn (birey) niyetine…” demeye başlarlarsa, sakın şaşırmayınız!..
    Dünyada, “bir-ey” ve buna bağlı olarak uydurulan “bir-ey-sel” kadar ‘yalancı ve ucûbe’ bir kelime görülmemiştir. Sanki başka kelimemiz yokmuş gibi, bunu, Türkçemizin başına musallat ettiler!
    Türkçemiz, bu hususta, o kadar zengindir ki , “kişi, zat, şahıs ve fert” kelimelerimiz vardır. Hem de, hem birbirlerinin yerlerine kullanılabiliyorlar hem de yerine göre ayrı ayrı!..
    Meselâ; Ziya Paşa’mız, bir terkîb-i bend’inde şöyle diyor:
    “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
    Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
    Ne hârika bir örgü değil mi? Hem “kişi” hem de “şahıs” aynı beyitte kullanılmıştır. “Lâf” ve “eser” gibi iki işlek kelime de cabası!..
    Söz Üstâd’ımız Yûnus Emre ne güzel söylemiş:
    “Kişi bile söz demini
    Dimeye sözün kemini
    Bu cihan cehennemini
    Sekiz uçmağ ide bir söz”
    ” Sözün demi…”, her güzelliğin başlangıcıdır!..

  • Yalçın YÜCEL.”Ölünce Ben”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Ölünce ben
    Kitaplarım ve dergilerimle
    Gömün beni

    Üstümde
    Naneler olsun papatyalar da
    Ve kasımpatıları renk renk
    Siyahsız bir toprakla zemin

    Ölünce ben
    Bir şiirim olsun mezar taşımda
    Satırlarımda yalnızlığım
    Bir de mor sümbüller olsun üstümde

    Okunursam şiirimle ordayımdır
    Belki kasımpatılardan
    Belki de mor sümbüllerden bakarım
    Gülümserim belki de

    Bilirim ki sessizlik uzanacaktır mezarımda
    Ne bir dua ne de güzel bir söz
    Gelmese de yanı başıma
    Beklemem gücenmem yine de

    Bir iki nesil sonra
    Zaten zordur anımsanmak
    Artık ben yokumdur düşüncelerde
    Ölüm de yaşlanmıştır mezarım da

  • Yalçın YÜCEL.”Bende Kalmışlar”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Sözcükleri papatyadan yamaçların
    Yanıma kadar koşan adımları sevinçten
    Basarak geçtiğim otlar
    Dirilmeye hazır yeniden
    Kırılgan değiller eskisi gibi
    Bir papatya nerdeyse uzatmak üzere başını
    Kırmızı gelincik açmak üzere şuracıktan

    Üstünde duman taşıyan tren
    Kara bir bulut raylarda
    Kıvrılan yolun esrikliğinde akıyor vagonlar
    Nicedir görmediğim uğur böcekleri kıpır kıpır
    Bakışları kırmızı bir çiçek

    Akıp gidiyor her şey bir nehir gibi
    Umuda tutunan ne yaşamlarla birlikte
    Nice mevsimler geçip gitmiş buralardan
    Nice sevdalar oyulmuş ağaçlara
    Sen ise yoksun
    Tutamadığın sözler var sadece

  • Yalçın YÜCEL.”Sen”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Sen bir başkasın güzel
    Yüzümü aydınlatansın
    Yüreğimle oynaşansın
    Üzerime dökülen sıkı bir yağmursun
    Yalnızlığıma çöküp kalan acısın

    Sen rüyalarımda açan çiçek
    Gülümseyen bir çocuk gibisin
    Kucakladığım sevginde
    El ele tutuştuğum özlemsin
    Sen yaşamsın güzel
    Bir başkasın ayrıksı
    Ucundan tutup sürüklediğim

  • Yalçın YÜCEL.”Var mısın?”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Yılların ardından çıkıp geldi
    Dikildi karşıma
    Gözlerimin içine içine bakıp
    Dedi var mısın

    O an
    Bütün günler üzerime geldiler sanki
    Yüreğimin üstüne çıkıp oturdular tepindiler
    Tam da kaygılarımla tartışırken
    Dedi var mısın

    Oysa yeni düzeltmişken sevda günlerimi
    Nereden çıktı sanki
    Hem de tam karşımda durup
    Var mısın derken
    Yeniden karıştı duygularım

    Aklaşmış saçlarım bakakaldılar öylece
    Yüreğim derin bir kuyuya attı kendini
    Beynim yüzme bilmeyen düşüncelerle daralıverdi birden
    Nice yıllardan sonra
    Var mısın derken

    Anılarda kalmak der sözcüklerim ona yalnızca
    Unutmak elbet ki yanlış olur
    Bıraksak öylece kalsalar eskisi gibi desem
    Kararlıdır biliyorum bu kez
    Dudaklarının kıpırtısı bile o sekiz harf
    Var mısın

  • Yalçın YÜCEL.”Var Ve Yoksun”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Ararım ıslak kıpırtısını bulutun
    Boşanıp geldiğinde sağanak
    Yanı başıma düşer yağmurun
    Yapraklarımdan süzülürken

    Okşarsın üşüyen tenimi
    Ve güneş sarı uzantılarla sarar günü
    İçimde taşıdığımsa sevdandır
    Tohum olup bir düşsen toprağıma

    Büngülder her yanım
    Öbek öbek açar yeşilin
    Duraksatırsın yamaçlarımı
    Tüm tümcelerim esrir

    Islak dudaklarınsa koşup durur içimde
    Bütün gece yağması için
    Umutla beklerim yağmuru
    Islaklığını yaşarım göğün sesinde

    Bittiğinde bulutların kıpırtısı
    Kısır döngü tekrar başlar

    Islak uzanışını
    Ararımda bulamam
    Var ve yoksun

  • Harika UFUK.”İKİ KAPILI BİR HANDAN ÂŞIK VEYSEL GEÇTİ”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Bize hayatın güzelliklerini, zorluklarını, acılarını, sevinçlerini, kederlerini gösteren ozanlarımıza saygımız sonsuzdur. Onların sayesinde gönül gözümüz açıldı, hayata at gözlükleri ile bakmaktan kurtulduk. Âşık – ozan deyince ilk aklıma gelen isimlerden biridir Âşık Veysel… “Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece…” diyen ozanımız görmeyen gözlerine rağmen gönlünün ışığıyla gecelerini de gündüze çevirmiştir.
    Âşık Veysel Şatıroğlu, 25 Ekim 1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğmuştur. Avşar boyunun Şatırlı obasına mensuptur. Annesinin adı Gülizar, Karaca lakaplı babasının adı da Ahmet’tir. Karaca Ahmet köyünde çiftçilik yapar. O sıralar çiçek hastalığı salgındır. Veysel’in iki ablası çiçek hastalığından ölürler. Veysel de yedi yaşındayken çiçek hastalığı yüzünden iki gözünü kaybeder. Veysel bu olayı şöyle anlatır:
    “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeğe gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan.”
    Veysel’in gözlerini kaybettikten sonra arkadaşlarıyla oyun oynamayıp yalnız kaldığını gören babası ona oyalansın diye bir saz alır. Babası halk ozanlarının şiirlerini ezberleyerek Veysel’e okur. Saz çalmayı ise Veysel’e Çamşıhlı Ali Ağa öğretir. Zamanla sazını yanından ayırmaz olur. Tanınmış halk ozanlarının eserlerini (ozanların tabiriyle usta malı) çalıp söyler. 25 yaşına geldiğinde Esma adlı bir kızla evlenir. Evlendikten kısa bir süre sonra Veysel annesini ve babasını kaybeder. Bir kızı olur. İkinci çocuğu ise 10 günlük bebekken ölür. Esma, Veysel’i bir yaşındaki kızıyla baş başa bırakarak kaçar.
    Âşık Veysel, 1933’te Ahmet Kutsi Tecer ile tanışır. Bazı insanların hayatlarında kilometre taşı olan kişiler vardır. İşte Ahmet Kutsi Tecer de Âşık Veysel’in hayatının dönüm noktasında yer alır. O güne kadar usta malı eserler çalıp söylerken onun teşvikiyle kendi şiirlerini yazar ve besteler. Babası saz almasaydı, karşısına Ahmet Kutsi Tecer çıkmasaydı bu önemli değer belki de köyde yitecekti ve biz Veysel’i tanıyamayacaktık. Düşünüyorum da Anadolu’muzda bugüne kadar kim bilir ne değerler keşfedilmeden kaybolmuşlardır.
    Âşık Veysel, bir süre Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapar. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi “Ana dilimize, birlik beraberliğimize hizmetlerinden ötürü” özel bir kanun çıkartarak Veysel’e maaş bağlar. Âşık Veysel, dili ustalıkla kullanır. Türkçesi yalındır. Şiirlerinde yaşama sevinci ile hüzün, umutsuzlukla iyimserlik iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar ve insan sevgisini işlemiştir. İnce eleştiriler taşıyan şiirleri de vardır.1970’li yıllarda Fikret Kızılok, Eşin Avşar, Hümeyra gibi değerli müzisyenler Âşık Veysel deyişlerini düzenleyerek yaygınlaştırırlar. Böylece Veysel daha geniş kitlelerce tanınır.
    21 Mart 1973’te doğduğu yerde yani Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde ölümsüz eserler bırakarak akciğer kanserinden hayata gözlerini kapar. Âşık Veysel iki kapılı bir handa gündüz gece yol aldığı ömrünün çıkış kapısına geldiğinde Türk Halk Edebiyatına “Deyişler”, “Sazımdan Sesler”, “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı muhteşem eserler bırakmıştır. Ölümünden sonra “Bütün Şiirleri” 1984 yılında yayınlanır. Her yıl Şarkışla’da adına şenlikler yapılır
    2008 Kasım sonu Aralık başında Kültür ve Turizm Bakanlığının Sivas’ta düzenlediği etkinliğe Çukurova Halk Ozanları Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı olmam sıfatıyla davet edilmiştim. O zaman Âşık Veysel’in köyüne de götürdüler. Âşık Veysel Müzesini gezdirdiler. Kızı, gelini ve torunlarıyla tanışma imkânı buldum. Orada duygulanarak üç kıtalık bir şiir yazdım ve kızına okudum. Çok mutlu oldu. Âşık Veysel’in ve Gülizar Hanım’ın mezarlarını ziyaret ettim.
    Orada yazıp ailesine de okuduğum aşağıdaki “Âşık Veysel” şiirim “Çocukluğum Sende Kaldı İstanbul” adlı kitabımın 77. sayfasında yer alır.
    Sevgili ustam sazın sana sadık oldu ve gizli sırlarını aşikâr etmedi, dostların düğünde bayramda seni hatırlamadı çünkü sen hiç unutulmadın ki hatırlanasın. Sen sonsuza dek gönüllerimizde yaşamaya devam edeceksin.

    Adana.25 MART 2015.SAAT: 16.00

    ÂŞIK VEYSEL

    Sivas Sivrialan köyünde doğan,
    Âşık Veysel bizde ebedi yaşar.
    Sanki bir güneştir kültüre doğan,
    Âşık Veysel bizde ebedi yaşar.

    Dünya malının bir, çok ile azı,
    Bazen neşe verir, dert verir bazı,
    Her derdine ortak, dostuydu sazı,
    Âşık Veysel bizde ebedi yaşar.

    Yüce usta demiş: Hatırla beni!
    Harika unutmaz Veysel’im seni,
    Toprak olsa bile bedeni, teni,
    Âşık Veysel bizde ebedi yaşar.

    HARİKA UFUK
    SİVAS.27 KASIM 2008

  • Harika UFUK.”ÖZEL GÜNLER”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    İnsanın hayatında bazı özel günler vardır. Doğum günü; tanışma, söz- nişan, evlilik yıl dönümleri gibi… Hepimiz bu önemli günlerde aranmaktan, hediyeleşmekten mutluluk duyarız. Sevmek, sevilmek, sevildiğini hissetmek çok güzeldir. Örneğin14 Şubat: Sevgililer Günü… Hafızamızı şöyle bir yoklayalım bakalım ne dersiniz? Bakalım başka hangi özel günler varmış?
    İlk kez1908 yılında Amerika’nın Philedelphia eyaletinde, daha sonra bütün uygar ülkelerde, Türkiye’de ise 1955 yılından beri kutlanmakta olan mayıs ayının ikinci pazarı anneler günü… En önemli günlerden biri belki ama sevgiyi tek güne odaklamak bana biraz eksik geliyor.
    1980’lerin sonlarında Türkiye’de kutlanmaya başlanan babalar günü… Anneler günü olur da babalar günü olmaz mı? Anne özel ama baba da çok özel elbette… Bu, yeni yeni oturmaya başladı ama anneler günü kadar yerleşmedi bence…
    Anne ve babalarımızdan sonra bizlere yön veren öğretmenlerimiz de unutulmamış. Hindistan’da eski başbakanlarından eğitimci Sarvepalli Radhakrishnan’ın; Çin’de ve Tayvan’da ise Konfüçyüs’ün; Çek Cumhuriyeti’nde ilk pedagoji kitabını yazan 17. yüzyıl filozofu Jan John Amos Comenius’un doğum günlerini öğretmenler günü olarak kabul etmişler. Latin Amerika ülkelerinde Arjantinli eğitimci-yazar Domingo Faustino Sarmiento’nun ölüm yıldönümü öğretmenler günü olarak anılıyormuş ama her bir Latin Amerika ülkesinin ayrıca kendilerine özel birer öğretmenler günü daha varmış.
    Başka ülkelerde de farklı tarihlerde kutlanan Öğretmenler Günü bizde Atatürk’ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım1928 tarihinden yola çıkılarak 1981 yılından beri kutlanmaktadır. O zamanlar daha yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni alfabesini milletine öğrettiği ve benimsettiği için “Başöğretmen” olarak nitelendirilen Atatürk öğretmenlere “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” diye seslenerek geleceğin şekillendirilmesinde onlara düşen sorumluluğun ağırlığını ve önemini çok güzel vurgulamıştır. Pek çok ülkede ise 1994’ten beri her yıl 5 Ekim günü UNESCO tavsiyesiyle Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
    24 Kasım Öğretmenler Günü derken bütün meslek mensuplarına neredeyse birer gün veya birer hafta aft edilmiştir. Türk Polis Teşkilatının Kuruluşu 10 Nisan 1845’tir. 10 Nisan ile başlayan hafta da ülkemizde Polis haftası olarak kutlanmaktadır. Sağlığımızı ellerine teslim ettiğimiz doktorlarımız için14 Mart günü Tıp Bayramı olarak ilan edilirken; canla başla çalışan fedakâr hemşirelerimiz için de 12-18 Mayıs Hemşireler Haftası olarak düşünülmüştür.
    1856’da ilk kez Avusturalya’da Melbourne’ de inşaat işçilerinin günde sekiz saat çalışmak amacıyla düzenledikleri yürüyüş ile başlayan işçi hareketi uzun mücadelelerden sonra 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak yerleşmiş. Türkiye’de ilk kez 1923’te kutlanmış. 1 Mayıs Bahar Bayramı mı İşçi Bayramı mı derken 22 Nisan 2008’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “Emek ve Dayanışma Günü” olarak düzenlenen bir yasa ile resmi tatil olarak ilan edilmiştir. Atatürk’ün “Hak verilmez, alınır.” sözü ışığında kutlanmaya devam ediliyor.
    8 Mart 1857 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlamışlardır. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi yanarak can vermiştir. Bu olaydan 43 sene sonra 26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda bu konu ele alınmıştır. Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin Hanımefendi tarafından 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanması önerisini getirilmiş ve öneri oybirliğiyle kabul edilmiştir.
    Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlanmış. 1975 yılında daha yaygın olarak kutlanarak sokağa taşınmıştır. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapılmıştır. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından 8 Mart Dünya Çalışan Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.
    Bu arada ev kadınları günü nedense kimsenin aklına gelmemiş. Bunca gerekli gereksiz özel gün varken ev kadınları günü olmaması da büyük eksiklik… En çok çalışanlar belki de ev kadınlarıdır. Aşçı, bulaşıkçı, temizlikçi, çamaşırcı, ütücü, sekreter, öğretmen, çocuk bakıcısı, hemşire, hasta bakıcı hatta çalar saat görevlerini üstlenen bu kadınlar nedense çalışmayanlar grubuna dahil edilmişlerdir. Ev kadınları gününü de ben önereyim bari…
    Gelelim sevgililer gününe… Ülkemizde yakın zamanlarda kutlamaya başladığımız ancak en çok benimsenmiş günlerden biri olmuş. Araştırmalarıma göre Sevgiler Günü’nün başlangıç tarihi ise eski Roma İmparatorluğu zamanına uzanıyormuş. Eski Roma’da 14 Şubat günü bütün Roma halkı için önemli bir günmüş. Çünkü bu günde Roma tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan Juno’ya duyulan saygıdan ötürü tatil yapılırmış. Juno ayrıca Roma halkı tarafından kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak da biliniyormuş. Bu günü takip eden 15 Şubat gününde ise Lupercalia Bayramı başlıyormuş. Bu bayram, halkın genç nüfusu için büyük önem taşıyormuş. Bunun nedeni ise yaşantıları kesin kurallar ile sınırlandırılmış, bunun doğal sonucu olarak bir birliktelik yaşama şansı olmayan bu gençler; sadece bu bayram süresince bile olsa birbirlerinin eşi oluyorlarmış.
    Hangi genç bayanın hangi genç erkek ile bir çift oluşturacağı eski bir gelenek olan ve Lupercalia Bayramı’nın arife günü yapılan bir çekiliş ile belli oluyormuş. Romalı genç kızlar, isimlerini küçük kâğıt parçalarının üzerine yazıp bir kavanoza koyuyorlarmış. Erkekler ise kavanozdan bu kâğıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram eğlenceleri boyunca beraber oluyorlarmış. Birbirine âşık olan çiftler için bayram süresinin dışına taşan bu birliktelikler genellikle evlilikle sonlanıyormuş. İmparator 2. Claudius, Roma’yı kendi katı kuralları ile zalimce yöneten bir hükümdarmış. Onun için en büyük problem, ordusunda savaşacak asker bulamamakmış. Ona göre bu durumun tek sebebi Romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriymiş. İşte bu yüzden, Roma’daki tüm nişan ve evlilikleri kaldırmış.
    Aziz Valentine de Claudius’un hükümdarlığı zamanında Roma’da yaşayan bir papazmış. Kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile birlikte Claudius’un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam etmiş. Ancak İmparator bu durumu bir süre sonra öğrenmiş.
    O tarihte hapishaneyi korumakla görevli gardiyanın kızkardeşi Julia’nın gözleri doğuştan görmüyormuş. Gardiyan, Valentinus’un anlattığı İsa ilgili öykülerin arasında körlerin gözlerinin açıldığını öğrenince, kardeşini gizlice Valentinus’un yanına getirmiş. Julia çok güzel ve zeki bir kızmış. Günlerce beraber olmuşlar, Valentinus ona Roma tarihini, aritmetiği ve Tanrı’ya yönelmeyi öğretmiş. Julia da dünyayı Valentinus’un anlattıklarıyla öğrenmiş, aydınlanmış. “Valentinus, Tanrı gerçekten dualarımızı duyar mı?” diye sorunca ondan “Evet.” cevabını almış. “Her sabah ve her gece görebilmek için dua ediyorum. Senin bana anlattıklarını görmeyi çok istiyorum.” demiş Julia… Beraberce duaya başlamışlar. Birden hücrenin içi altın renkli bir ışıkla aydınlanmış ve Julia “Valentinus, görüyorum.” diye haykırmış.
    Aziz Valentine, insanları evlendirmeye devam ettiği için Julia’nın gözlerinin açıldığının ertesi günü tutuklanmış ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürülmüş.Aziz, Julia’ya son bir not yazmış. Tanrı’ya hep yakın olmasını öğütlemiş ve notun altını “Senin Valentine’nin” diye imzalamış. Mektup, ertesi gün 14 Şubat 270’te Julia’ya ulaşmış.
    Julia, Aziz Valentine’nin mezarının yanına pembe çiçekler açan bir badem ağacı dikmiş. Valentine’nin ölüm günü de böylece Sevgililer Günü olmuş. Günümüzde sevginin ve dostluğun simgesinin badem ağacı olmasının buradan kaynaklandığı söylenmektedir.
    O gün bugündür her yılın 14 Şubat’ı “Sevgililer Günü” olarak kutlanmaya başlamış. Romalılarla Aziz Valentine ile hiçbir bağlantımızın olmadığı da apaçıktır. Yani bizim geçmişimizle, dinimizle asla ilgisi olmayan bir gündür.
    Bu özel diye nitelendirilen günler zaten yoksulluk nedeniyle sıkıntılar yaşayan insanlar için bazen yıkıma kadar gitmektedir. Maddi durumu iyi olan da olmayan da tek taş diye tutturmakta, başkalarının eşlerine aldıkları hediyeler emsal göstermektedir. Özel günlerde alınan hediyelerin pahalılığı, sevginin derecesiyle ölçülmeye başlanmıştır. Hediyelerin pahalı oluşu, sevginin derecesini asla göstermez. İnsanların bütçelerini bu kadar zorlamalarını şahsen doğru bulmuyorum. “Seven sevdiğine sevdiğini söylesin.” diyor Peygamberimiz Hz. Muhammet… Seviyorsak sevgimizi söylemenin günü yoktur elbette
    Yine peygamber efendimiz “Hediyeleşin ki birbirinize olan sevginiz artsın.” demiştir. Hediyeleşmek güzeldir ama bunu bir güne ipotek etmek hoş değildir. O günlerde kuyumculara, çikolatacılara ve çiçekçilere koşmak mecburiyet olmamalıdır. Maaş veya ikramiye aldığınızda annenize, eşinize, sevgilinize ihtiyacı olan bir eşyayı almanız, bir demet kır çiçeği götürmeniz hoş bir davranıştır. Ancak hediye vermenin de incelikleri vardır. Başına çarpar gibi verilen hediyenin fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun kıymeti yoktur. Hediye verilirken sarılmak, öpmek sevginizi gösterecek davranışlarda bulunmak çok güzeldir. Bunun için yılda bir gün kutlanan günleri beklemeyiniz. Seviyorsanız sevdiğinizi, özlüyorsanız özlediğinizi hemen söyleyiniz.

    Adana.14 ŞUBAT 2014.SAAT:16.00

  • Harika UFUK.”HAYIRLISINI DİLEMEK”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    İnsanoğluyuz biz, yaşadığımız sürece isteklerimiz bitmez. “Yetinen insan ölmüş demektir.” demiş Yılmaz Güney… Yaşam durağanlığı sevmez. İleri gitmek şarttır. Ne kadar ilerleyeceğimiz önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşma isteğimizle ve çalışmamızla, gayret göstermemizle doğru orantılıdır.
    Öğrenciyken pek çoğumuz “Ah şu okul bitse başka bir şey istemem.” deriz okul bitince de “İşe girsem…” demeye başlarız. Ardından “Stajyerliğim bir kalksa…” sonrasında “Şef olsam…” şef olunca da “Müdür olsam keşke…” diye amaçladıklarımızı Allah’tan dileriz. İş alanındaki dileklerimiz bitince de gönül dileklerimiz başlar: Onu çok seviyorum. İnşallah o da beni seviyordur.” düşleri zamanla daha da güçlenerek sevilen kişiyle birlikte hayat kurmak yolunda ilerler. “Nişanlansam…” “Evlensem…” sonra da “Çocuğum olsa…” derken isteklerimiz ölünceye dek sürer.
    Herkesin istekleri, dilekleri olacaktır elbette… Ancak bu isteklerimiz her zaman hakkımızda hayırlı olmayabilir. Dualarımızda da “Allah’ım hakkımda hayırlı ise nasip et.” dememiz daha uygundur. Hazreti Ali’nin ettiği çok güzel bir dua var: “Allah’ım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, hakkımda hayırlı olana da gönlümü razı eyle!”
    Çok eskiden adamın biri Allah’tan bir çiçek ve bir kelebek dilemiş. Allah ona bir kaktüs ve bir tırtıl vermiş. Dilediğim bir çiçek ve kelebekti ama Mevla’m vermedi diye çok üzülmüş. Bir zaman sonra kaktüs çiçek açmış, tırtıl kelebek olmuş. İstekleriniz her zaman ihtiyaçlarınız değildir. Bugünün dikeni yarının çiçeği, bugünün böceği yarının kelebeği…
    İstekler ayrıdır, ihtiyaçlar ayrı… İhtiyacımız olanlar her zaman isteklerimizin önünde olmalıdır. Şüphesiz ki Allah, seçimi kendine bırakanlara en iyisini verir. Dileklerimizin hayırlısıyla kabul olması temennisiyle…

    Adana.11 EYLÜL 2015

  • Harika UFUK.”HAYATA GÜZEL BAKMAK”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Hayat nedir? Kimi insanlar için güllük gülistanlık bir bahçe; kimileri için Tevfik Fikret’in dediği gibi çakıllarla, dikenlerle dolu ve insanın canını yakan bir yol; kimilerine göre de acısıyla tatlısıyla yaşanan ömürle sınırlı yaşam dilimidir.
    Bana göre hayat bir paylaşım sofrasıdır. Bazı insanların tıka basa doyduğu, bazılarının aç kalktığı, bazılarının kırıntılarla yetindiği, bazılarının da başkalarının lokmasına göz dikerek zorbalıkla ekmeğini elinden almak için çırpındığı bir sofra… Bu sofradan doyarak kalmak da aç kalmak da bir bakıma bizim elimizdedir. Önemli olan ne istediğini bilmektir. Yaşamdaki payını alırken adil olmaktır. Elindeki fazla lokmayı başkasına verebilmektir. Açgözlü olmamaktır.
    Hayat denilen yolda adım adım ilerlerken çok farklıkişilerle karşılaşmak mümkündür. Bazen bize çelme takıp düşürmek isteyen kötü niyetliler; bazen de kolumuza girerek o zorlu yolu daha rahat kat etmemizi sağlayan güzel insanlar da çıkabilir. Biz mutluyken sohbetleriyle mutluluğumuzu karartmaya çalışanlar olduğu gibi mutsuzken bizi gülümseten insanlarla da karşılaşırız.
    Engelsiz bir hayat düşünülemez. Bazı engeller, kolaylıkla ve ufacık bir gayretle aşılabilecek türdendir. Ancak aşılması çok zor ve uzunca zamana gereksinim duyduğumuz sorunlarımız da olabilir. Doğal olarak zaman zaman ümitsizliğe,karamsarlığa kapıldığımız günler yaşayabiliriz. “Olmayacak, başaramayacağım, bu sorunun üstesinden gelemeyeceğim.” diyerek olumsuz düşüncelere de dalabiliriz. O dönemlerde bizi yüreklendiren insanlara ihtiyacımız vardır. Bir yakınımızla, arkadaşımızla, komşumuzla paylaşmak isteriz. Hayata güzel bakan kişiler etkili konuşmalarıyla verdikleri olumlu örneklerle gücümüze güç katarlar. Onlarla dertleştiğimizde ufacık bir ümit ışığı yanar içimizde… O ışığı güçlendirmek kendi elimizdedir. Avrupalıların, Amerikalıların herkesçe bilinen sözlerinden biri… “İmkânsız diye bir şey yoktur. Zoru başarabiliriz, imkânsızsa biraz zaman alır.” Demek ki aşılamayacak engel yok. Sadece bazı engeller biraz fazla uğraştırabilir ve zaman alabilir. O kadar…

    Orhan Veli “Dalgacı Mahmut” şiirinde şöyle söylüyor:

    “İşim gücüm budur benim,
    Gökyüzünü boyarım her sabah,
    Hepiniz uykudayken.
    Uyanır bakarsınız ki mavi. “

    Bakınız Cemal Süreya ne diyor bir şiirinde:

    “Sabahlarımızı renklere boyayacak,
    insanlara ihtiyaç var şu dünyada…”

    Hayat bize yüce Allah’ın sunduğu bir mucizedir. Ömür ile sınırlanmıştır ama içini güzelliklerle doldurabilmek bir bakıma bizim elimizdedir. Yaşamı çekilebilir hale getirmek için olumlu düşünelim ki sonuç da olumlu olsun. Bir düşünürün söylediği gibi “Hayat bir aynadır. Siz ona gülümserseniz o da size gülümser. “ Dilerim yaşamımız boyunca sabahlarımızı ışıl ışıl renklerle boyayacak, içimizdeki umudu hep yeşil tutacak insanlarlakarşılaşırız.

    Adana.19.10.2014.SAAT: 09.09

  • Harika UFUK.”ÇEKMEK ÜZERİNE”

    12895361_10153617570977998_207855252_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Dünyada kadın olmak çok zor… Gazeteleri okumaya korkar olduk. Yine kadın cinayetleri, yine tecavüzler, yine darp… Birkaç gün “Unutmayacağız, unutturmayacağız.” söylemlerinin ardından kocaman bir sessizlik… Kadınların eziyet çekmediği bir tek gün geçmiyor. 2015’te Adana Barosu Org tr’de belirtilen istatistiklere göre sonuç şudur:
    “Temmuz’da erkekler 19 kadını öldürdü; 12 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti; bir kadını fuhşa zorladı; 36 kadını yaraladı; 10 kadın ve kız çocuğunu taciz etti.2015’in ilk yedi ayında erkekler 160 kadın öldürdü, 70 kadına tecavüz etti, 122 kadını fuhşa zorladı, 229 kadını yaraladı, 155 kadını taciz etti. Temmuz ayında toplam 78 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı. Erkek şiddeti vakalarının yüzde 24’ü Karadeniz, yüzde 20,5’i Marmara, yüzde 20,5’i Akdeniz, yüzde 18’i İç Anadolu, yüzde 10’u Ege, yüzde 4’ü Doğu Anadolu, yüzde 2,5’i Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı.”
    Kırsal kesimlerde “Tarla ve miras bölünmesin.” diye akraba evlilikler sürdürülürken “Emmioğlu attan indirir.” sözü dillere yerleşmişti. Amcaoğlu isterse o kızın başkasına verilmesi mümkün değildi. Özellikle Doğu’da, Güneydoğu’da ve az da olsa Güney’de “Başlığı veren kızı alır.” felsefesi hâkimdi. Bir yanda “Berdel” uygulanırken diğer yanda şu türkü söylenmekteydi:

    “Şu derenin geveni
    Geven sarmış geveni
    Paşa’dan emir gelmiş
    Seven alsın seveni…”

    Bizim kuşaktakiler iyi bilirler, zamanımızda Anadolu’da severek evlenmek ayıp sayılırdı. Bu yüzden sevmeye korktuk. Bizim ailede de annemle babamın öğretilerine göre akraba çocukları kardeş, komşu çocukları kardeş, sınıf arkadaşları kardeş sayılırdık. Etraftaki herkesle ağabey- kardeş olduğumuz ve severek evlenmek çevremizdekilerle büyüklerimizce ayıp sayıldığı için görücü usulü dışında bir evlilik alternatifimiz olmamıştı.
    Görücü usulüyle evlendik.(Bu arada görücü usulüyle yapılan sağlam evlilikler de var elbette… En yakın örnek annemle babamın evliliği gibi…) Eşin dostun, konu komşunun, çöpçatan kadının tanıdığı, ellerinde şeffaf jelatine sarılmış beş kırmızı gülle bir kutu çikolatayla huyunu suyunu bilmediğimiz damat adayları aile boyu kapımızı çaldığında… Titrek ellerimizdeki kahve tepsileriyle bütün gözler üzerimizde iken damat adayının yüzüne bile bakmaktan çekinerek kızaran yanaklarımızla ne kâbuslar yaşadık.
    Süklüm püklüm oturuşları, utangaç halleriyle ellerini koyacak yer bulamayan damat adayları kızı alınca aslan kesildiler birden… Ve evlendikleri kadının suratına aşk ettirdikleri tokatla ellerine yer buldular. O yere öyle alıştılar ki “Patates kızartmadın.” Şak bir tokat… “Yemeği yaktın.” Şak bir tokat daha… “Evden çıkmak yasak… Annenlere gidemezsin. Ayaklarını kırarım senin!” Şak şak al sana yine dayak… “Perde açmak yasaktır. Teyp dinleyemezsin. Komşuya gidemezsin. “ Al sana tokat…
    Sadece dış görünüşüne ve mesleğine bakılarak yapılan evlilikler ne kadar da sakat oluyor. Yeterince tanımadan yapılan kötü evlilikleri bitirmek de zor… Ailenize şikâyet ettiğinizde şu cevapları alıyorsunuz: “Kocandır, döver de sever de… Severken şikâyet etmiyorsun da dövünce neden şikâyet ediyorsun?” “Bak kızım, beyaz gelinlikle girdiğin koca evinden ancak beyaz kefeninle çıkarsın.” “Çekeceksin, hepimiz çektik. Yarın çocukların olsun bak nasıl değişir? Hele bir oğlan doğur da sen gör bakalım nasıl iyi olur aranız…” Sonuç gazetelerin üçüncü sayfalarındaki haberler… Şiddete uğrayan kadınlar ve çoğu zaman yine suçlanan acı çeken kadınlar…
    Ne oldu pembe düşlerimize? Hep bu Türk filmleri yaktı bizin nesli… Mum ışığında yemekler, peçenin altına saklanmış hediyeler, kadehlerin dibinde sunulan söz yüzükleri… Sandık ki hayat tozpembe… Mumlar sadece elektrik kesildiği zamanlarda mecburen yakıldı romantizmden oldukça uzak…

    İnan Durak Taş bir şiirinde şöyle demiş:

    “Ne güzel kızlardık!
    Mesaj çekmez, Fotoğraf çekmez, Kredi çekmez,
    Zincir çekerdik.
    Ahhh çocukluğum.”

    Ah şairim çektiğimiz zincirler elimize, ayağımıza, boynumuza dolandı. Özgürlüğü kaybettik, sonra çile çeker olduk biliyor musun? Fotoğraf çeksinler. Çevrelerini iyice gözlemleyebilsinler. Hayatı tanısınlar. Sevdiklerine mesaj çekip birbirlerini iyi anlasınlar. Sevsinler, sevilsinler. Bırakalım gençler fotoğraf çeksinler, mesaj çeksinler. Evlenmek, iş kurmak, dünyayı gezip tanımak için kredi çeksinler. Biz yeterince çektik, onlar mutlu olsunlar.

    Adana.11.08.2015.Saat: 18.30

  • Ülkü TAŞLIOVA.”CAMDAKİ KAN”

    12473554_877411552367521_867514035548854074_o

    Bagajı yerleştiren görevliye bavulunu teslim etti. Ön kapının basamağından yukarı çıktı. Elindeki bilete baktı, otobüsün sağ tarafına göz gezdirdi. Cam kenarındaki yerini günler öncesinden ayırtmıştı. Yolu epeyce uzundu, sabah başlayacak yolculuğunu çevreyi seyrederek bitirecekti. Bereketli ovadan geçerken doyasıya turunç, portakal, mandalina, limon bahçelerini görecekti. Torosların eteğinden geçerken yol kenarındaki köylere gülümseyecekti.
    Yiyecek dolu torbasını da tavan bagajına yerleştirdi. Ceketini çıkarıp torbasıyla tavanın arasına sıkıştırdı. Arkasında geçmek için sıra bekleyen delikanlıya gülümseyerek başıyla selam verdikten sonra geçip yerine oturdu.
    Şoför, koltuğuna oturup anahtarı çevirdiğinde, motorun gürültüsü dışarıdan gelen ağlama seslerinin üzerine perde gibi indi. Anasının babasının tek erkek evladıydı. Günlerdir süren hüzünlü heyecanı sona ermiş, ayrılık vakti gelmişti. Hareket etmeden önce otobüsün önündeki al bayrak indirildi. Davul zurna otobüsün sesine nispet eder gibi daha bir coşkuyla çalmaya başladı. Kirpikleri arasında sakladığı gözyaşları dökülmesin diye gözlerini kırpmıyordu. Başındaki yazmanın ucuyla gözlerini silen anasına baktı. Ya babası! Gururdan kabaran göğsündeki kalbi cayır cayır yanıyordu. İçinden, “Oğul, can parem oğul, göz nurum, gücüm kuvvetim, varım devletim oğul.” diyerek sessizce gözleriyle evladını seviyordu.
    Ayrılık, dönen kara tekerlerle başlamak üzereydi. İlk gurbetleri, ilk ayrılışları, ilk vedaları olacaktı bu gidiş. Davul zurnanın sesi kesilince anasının ağıtını duydu. Canı acıdı. Babası başından şapkasını çıkarmış dağınık beyaz saçlarıyla ayakta direk gibi durarak kendisine bakıyordu. Gözlerinden kaçak sızan damlaları acele elinin tersiyle sildi. Yüreği yansa da ağladığı için utandı.
    Büyükleri otobüsün yanına dizilmiş ona bakıyordu. Onun gözleriyse utangaç bakışlarla nişanlısına ilişince daha bir başka kederlendi. Ancak uzaktan gözleriyle veda edebildi Meryem’e, töre öyleydi. Doyasıya sarılmak, koklamak, yüzüne bakmak istese de yapamadı, yapamazdı. Böyle şeyler ayıp sayılırdı oralarda.
    Rüzgâr her estiğinde savuracak bir şey bulur elbet. Bu defa da iki sevda savruluyordu. Gözlerini onun gözlerine teslim ettiği anda, “Ağlama. Ne olur ağlama.” dedi sessizce. Dönen tekerlek arkasında gözleri yaşlı, gönülleri ateşli insanlar bırakarak korna eşliğinde yola koyuldu. Geride kalanların salladıkları elleri gözden kayboldu. Dakikalar geçtikçe sokaklar, evler, elektrik ve telefon direkleri bir bir yanından geçip gitti. O ise gözünün yaşını saklamak için başını camdan yana çevirerek boş gözlerle boşluğa baktı baktı.
    “Allah kavuştursun tertip.” dedi yanında oturan. Cama dayadığı yüzünü dönmeden, “Âmin, seni de.”dedi. Ne söyleyecek tek kelimesi, ne de söyleneni dinleyecek hali vardı. Yüreği ayrılık ateşiyle yanarken, nasıl konuşabilirdi ki? Gözlerinde sevdiceğinin yüzü kalmışken, kimi görebilirdi ki? Ya anası, babası…
    Çukurova’yı geçerken meyve yüklü dalları, sere serpe yayılmış pamuk tarlalarını seyretti. Meryem büyük emmisinin kızıydı. Aralarında iki yaş vardı. Ne zaman bir araya gelseler didişir dururlardı. Bir keresinde nehrin kenarında kavga etmişler, sonrada Meryem hırsını alamamış kendisini Ceyhan’ın sakin sularına bırakmıştı. Arkasından nehre atlayarak onu ölümden son anda kurtarmıştı. O olaydan sonra bir daha Meryem ne dese cevap vermemişti. Çektirdiği bütün cefayı sinesine çekmişti.
    “Hangi köydensin tertip.” sorusuyla düşlerinden uyandı. “Tarsus’un merkezindenim.” diyerek yanında oturan delikanlıyı geçiştirdi. Sağ şakağını cama yaslayarak gözlerini kapadı. Meryem’le baş başa kaldı yine.
    Ve bir gün ailelerinin verdiği kararla kendilerinin bile farkında olmadıkları aşkları vuslata vardı. Askerden önce nişan, teskere dönüşünde hemen düğün yapmaya karar verdiler. Sanki ateşe su serpilmiş gibi nişandan sonra ne bir kez kavga ettiler, ne de bir birlerini sinirlendirecek bir kelime.
    “Tarsus’ta kimlerdensin tertip?” sorusuna, “Tatlıcıgillerden.” dedikten sonra yüzündeki gülümsemeyle düşlerine kaldığı yerden devam etti.
    İçinden, “Ah… Meryem… Emmimin deli kızı.” diyerek dışarıyı seyretti. Torosların lacivert dorukları ne kadar mağrursa, yeşil etekleri de o kadar tevazudaydı sanki. Yamaçlardaki kayalıkları görünce yanında oturan delikanlıya dönerek, ”Gündüz nasılda masum gözüküyorlar, oysa gece oldu mu buralar eşkıya ve terörist yatağına dönüşüyor.” diyerek tekrar sağ şakağını cama yaslayarak dışarıyı seyre koyuldu.
    “Ankara’da karşılayanın olacak mı tertip? Yoksa hemen bölüğüne teslim mi olacaksın. Benim kimsem yok orada. Hemen gidip teslim olacağım. Hayırlısıyla teskereyi aldım mı hemen everecekler beni. İlkokuldan beri sevdiğim bir kız var. O da beni seviyor be tertip. Kavli karar ettik. Kavuşmamıza az kaldı. Hayırlısı bakalım.” dediğinde duyduğu çarpma sesini şoföre sordu. Şoför “Otobüsün bir yerine iri taş çarptı galiba.” dedi.
    “Hep ben konuşuyorum tertip, birkaç kelam da sen ette yol çabuk bitsin, hem de kasvetimiz dağılsın.” diyerek omuzuna dokundu. Cevap alamayınca eğilip yüzüne baktı.
    “Aman Allah’ım! Bu ne böyle? Şoför hemen otobüsü durdur.”
    Birliğine teslim olmaya giden bütün yolcular otobüsten inerek sağ tarafa yöneldiler. Herkes mermer heykel gibi olduğu yerde kala kaldı. Akıllar durmuş, duygular ölmüştü. O ise yüzünde gülümseme ve gözleri kapalı cama yaslanmış, merminin saplandığı şakağından sızan kanla öylece duruyordu. Âlem susmuş ölümün kendisi ağlıyordu sanki.
    30.03.2015/ANKARA

  • Saffet ÇAKAR.”KAĞNILAR…”

    12418057_877369655705044_4362579636775239263_n (1)

    Bizim köylerde canım,
    Sıcakla toz duman olurdu.
    Baharla şenlenir tarlalar,
    Toprağa karışır ter,
    Köylü perişan olurdu.
    Ve ekinler sararır, biçilir,
    Sulanır anızlar,
    Atlar öküzler döner,
    Peşlerinde tapan olurdu.
    Düzlenir çamur,
    Çeker suyunu toprak,
    Bir güzel harman olurdu.

    Gündüzleri, geceleri,
    Kağnılarla umut taşıyan,
    Nice yorgun insan olurdu…
    Düvenler dönerdi saplarda,
    Kağnılar geçerdi ard arda,
    Bir küçük kervan olurdu.
    Temmuz güneşiyle başaklar,
    Dağılır saman olurdu.
    Ya dikmen, ya poyraz eser,
    Savrulur çecler yabalarla,
    Bir kâr, bir ziyan olurdu.
    Türkülerle uyurken yıldızlar,
    Ay gelir meh-i tâbân olurdu.

    Üzümler kesilirdi bağlardan,
    Hava ve toprak temizdi…
    Su temizdi insan gibi,
    Ekmek ve sebzede can olurdu.
    Yüzler bir güldü mü hani,
    Davullar vurulur,
    Güreşler kurulur,
    Harman erlere meydan olurdu.
    O kuru esmer insanlar,
    Soyunur çıkar perdahlarla,
    Birer pehlivan olurdu.

    Sessizce güz gelirdi yağmurlarla,
    Harmanları taşırdı kağnılar,
    Sökülür alaçıklar,
    Şen yurtlar viran olurdu.
    Günler batardı içimde,
    Yağmurlar işlerdi ruhuma,
    Ve aylar eskir, yenilenir,
    Fanuslar dalar karanlıklara,
    Zaman, bir garip zaman olurdu.
    Toparlanıp şehre dönerdik,
    Bir kamyon kasasında,
    Ben için için ağlardım,
    Her yanım hazan olurdu….