ha

Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

(Üzeri beyaz peçete ile örtülü küçük bir sepet vardı ki, O’ benim favorimdi arkadaş; içinde ki yağlı kömbelerin, yumurtalı kızarmış yanaklarını şimdi bile ısırasım gelir.Pembe Isparta gülleri de bahçemizden, reçelimiz de ondan tatlı kâselerin de tatlı tatlı bakarlardı, karadenizin o doğal çayının demli tavşankanı görüntüsü, ince belli bardaklar da raks edercesine sinide dizili dururlardı.)
Bizim mahallenin yolları bahçeler arasıydı okul yolumda sağlı sollu dizili ulu ceviz ağaçları vardı, Eylül’ün o sararmaya yüz tutmuş yeşilinin son hali bende hüzün değil bilakis okullar açıldığı için yeni bir bahar sevinci etkisi yaratırdı.Cevizlerin tepelerinde kuşlar için bırakılmış cevizler kuşların gaga darbeleriyle yere düşüp ,dökülmüş yapraklar arasında saklanırlardı bir defa görünce eğilip almamak mümkün değildi. Topladığım cevizleri akşama top patlayınca yiyeceğim diye eve geldiğimde önlüğümün ceplerinden çıkarır taş arasında kırıp hazırlardım.Okul dönüşü evlerin pencerelerinin tentene (Dantel) perdeleri arkasında ezan sesini,top sesini bekleyen beyaz tülbentli kadın başları görürdüm. Ellerinde tesbihleriyle kapı önü seki taşlarında arkadaşıyla sohbete dalmış evin yaşlı erkekleri de iftara yarım saat kalasıya dışarda olurlar sonra hazırlanmış sofraya geçerlerdi.
Hepimizin eski Ramazan günlerine özelliklede gece sahur yaptığımız yarı uyur, uyanık hallerimize özlemlerimiz vardır. Annemizin yahut aile büyüklerimizin, sen küçüksün uyu sen tutamazsın, kalkma gibi sözleri kulaklarımızda ninni gibi kalmıştır. Ve her ramazan da tazelenir bu anılarımız. Kâh sahura uyanırken aklımıza düşer kah çocuğumuz uyandığında hatırlarız ‘’Sen küçüksün tutamazsın’’.
Sivaslıyım ya! memleketimin sahurlarını hep nostaljik bir şölen gibi hatırlarım, annemin abdest aldıktan sonra siniye dizdiği kahvaltılıklar gelir gözlerimin önüne, hatta hayalimden hiç gitmez hele de bu İstanbul denilen yapay gıdalı şehir de,her an acıkırım o günlerime.
Ben en çok da tereyağının o keskin kokusuna uyanırdım, babam ille de tereyağında kaygana isterdi, tok tutarmış, yumurtamız kendi kümesimizden annem de onları bir güzel tereyağında kaygana yapardı. Şöyle ortası sapsarı kenarları köpük beyazı bir manzara sinin ortasında güneş gibi dururdu, etrafında küçük mahledürlerde(tabak, ) küpten yeni çıkarılmış kar beyazı keçi peyniri, anam inzivai bir seda ile babama sorardı. Çocuklar duymadan der gibi, ‘’azacuk kıyma da getüremmi? (Azıcık kavurmada istermisin anlamında)’’.
Üzeri beyaz peçete ile örtülü küçük bir sepet vardı ki, O’ benim favorimdi arkadaş; içinde ki yağlı kömbelerin, yumurtalı kızarmış yanaklarını şimdi bile ısırasım gelir.Pembe Isparta gülleri de bahçemizden, reçelimiz de ondan tatlı kâselerin de tatlı tatlı bakarlardı, karadenizin o doğal çayının demli tavşankanı görüntüsü, ince belli bardaklar da raks edercesine sinide dizili dururlardı. Başka zamanlar da olsa çay yudumlanırken keyifle çıkarılan o höpürdetme sesi, sahurda âzami dikkat ve gayretle kimseyi imrendirmeyecek halde yapılırdı. Hatta hiç içilmezdi yutulurdu! Ohhhh! Yeme de yanında yat, tabii yat yatabilirsen, nasılsa kalkana ‘’ yat, sen sabahtan yiyecen küçüksün tutamazsın’’ azarı hazırdı.
Kardeşlerimle birbirimize bakarak yorganın içine giriyoruz duymamış, görmemiş, koklamamışız gibi.
Babam sofradan kalkar kalkmaz hepimiz birden koşuşup. Ben de, tutacam olmaz sen öğlene kadar tut gerekçelerimizle yemeğe başlıyorduk. O halimizi yem dökülen küçük civcivlerin koşuşturmalarına benzetiyorum.Ne güzel sağlıklıydık, anamın babamın sofrasın da ek olarak ilaç kutuları yoktu biz çocukların da.Yemek yediğimiz de mutluyduk, yan etkileri yoktu, biz açken de mutluyduk, ülserimiz yoktu, midemiz kazınmazdı ne açlığa ne tokluğa yasaklı değildik.
Ramazan günlerinin sonuna doğru bir bayram telaşı alırdı herkesi ve özellike biz çocuklar yeni bir elbise diktirmek ,yeni ayakkabı aldırmak isteğimizi bayrama sakladığımızdan ,öncesinde heyecan ve sevinçle dolar sabırsızlanırdık.
Babaannem Ramazanın sonlarına doğru yoksul ailelere aniden habersiz gidip oruç açardı sevapmış halbuki sonra büyüdüğümüzde öğrendik ki babaannem ve diğer insanlar bunu o aileye yardım yapmak için yaparlarmış gerekçeleri de tanımadığın yoksul ailelerde iftar etmek sevaptır maskesiyle belli etmeden yardım etmek ne kadar ince bir düşünce ve uygulama eski insanlar bilge ve gerçek mümin kişilermiş rahmet ve saygıyla anıyorum.
© DİVRİĞİ ULU CÂMİÎ

Minarede ezan sesi,
Minberi ,mekânlar hası,
Ahmet Şah’ın* şâhânesi,
Selcuklular Âbîdesi.

Mihrâb_ı , Hadis döşeli, ,
Oniki yıldız köşeli,
Kartal başlı nişaneli,
Mengücükler* hediyesi.

Altı usta, nakış vurur,
Döner taşı, zaman durur.
Gölgesi secdeye varır,
Divriği Ulu Câmi’ si.*

Suyun içen ,bulur sefa,
Turan Melek’* den bir vefa,
Müminlere dârüşşifa,
Mirasların Nadidesi.
“GÖNÜL GÖZÜ”Hülya ASLAN

*Divriği Ulucâmiî : Mengücükler’den Ahmet Şah tarafından 626/1228-9 yılında inşa ettirilmiştir. Divriği Ulu Câmii ve Dârüşşifa’ sı 1985 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmıştır.

*Mengücükler: Selçuklu Sultanı Alparslan’ ın komutanı,
Mengücük Gazi tarafından, Sivas’ın, Divriği ilçesinde; kurulmuş (1072-1118),Türk beyliği

*Ahmet Şah : Divriği Ulucamii’ni yaptıran , Mengücük Türk beylerinden.

*Tûrân Melek : Ahmet Şah’ın eşi.Divriği Ulucamii Dârüşşifa’sını yaptırmış hatun kişi.