Şark Meselesi, Hıristiyan Avrupa dünyasının İslam dini ve bu dinin en güçlü temsilcisi olan büyük Türk milletine karşı olan savaşıdır. Sultan Alparslan’ın 1071 yılında Malazgirt Meydan Muharebesi’ni kazanmasıyla birlikte Bizans’ın mukavemeti kırılarak Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış ve Anadolu’yu vatan yapmak uğrunda verilen mukaddes mücadele büyük bir hız kazanmıştır. Kısa sürede Anadolu’nun önemli merkezleri de fethedilerek egemenlik altına alınmıştır. Türklerin Anadolu’ya girişini kabullenmek zorunda kalan Bizans’ın hiç olmazsa Türklerin Batı’ya doğru ilerleyişini durdurmak maksadıyla papaya müracaatları neticesinde 1096’dan itibaren başlayan haçlı seferleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Osmanlı Beyliği’nin kısa sürede güçlenerek bir cihan devleti olması ve Fatih Sultan Mehmet’in Hıristiyan âleminin doğudaki son büyük kalesi olan İstanbul’u alması Avrupa’da büyük bir heyecan ve korku uyandırmıştır.
Gerek savaş meydanlarında gerekse misyonerlik çalışmalarıyla amaçlarına ulaşmak isteyen Hıristiyan Avrupa’sı 1683 tarihinde Viyana kapılarında Türklerin Avrupa’daki ilerleyişlerini durduracaktır. Onlara göre Şark Meselesinin birinci safhası tamamlanmıştır ve ikinci safha başlayacaktır. Artık tek gayeleri vardır. Bu gaye Türkleri önce Balkanlardan sonra Anadolu’dan çıkarmak, Hilal’in yerine haçı egemen kılmaktır. 1915’leri bir düşünün. Çanakkale savaşları sadece devlet mekanizmamızın değil milletimizin de var olma mücadelesidir. Hıristiyan dünyası kendilerince şark meselesini çözmek üzere harekete geçiyor; bayrağımıza, dilimize ve dinimize karşı apaçık bir tecavüze yöneliyordu. Çanakkale savaşlarını izleyen İngiliz gazeteci E. Ashmead şöyle diyordu:
“…Son haçlı seferinden beridir ki ilk defa Batı, Doğu’ya yönelmiş oluyor. Hıristiyanlık âlemi Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 tarihinde Bizans İmparatorluğuna indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor.”
“…Geçmişteki haçlı seferleri başarı bakımından kayda değer değildir. Hâlbuki bu sonuncu ve en büyüğü olan haçlılar Osmanlı İmparatorluğunun her köşesinde kemikleri dağılıp kalmış olan orta çağ şövalyelerinin öcünü alacaktır.”
Türk milleti yurt edindiği Anadolu topraklarında destanlaşıyor, haçlıların Türkleri parçalama ve yok etme emelleri hayal oluyor, milli mücadelenin kazanılması ve yeni Türk devletinin kurulmasıyla şark meselesinin ikinci safhası da bir kez daha başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Artık önce asala sonra PKK, PYD, İŞİD, FETÖ gibi terör grupları ile kargaşa çıkarma, parçalama ve sonunda yok etme planlarını uygulayacaklardı. Başaramadılar ama vazgeçmeyecekler. Gelecekteki on, yüz ve binlerce yıllık süreçte siyasi, askeri, ekonomik ya da toplumsal yeni teşebbüslerde bulunacaklar. Türk milleti var olduğu sürece vazgeçmeyecekler. Şark meselesinin ikinci safhası güya tamamlanıncaya kadar vazgeçmeyecekler.
Anlaşılıyor ki bizlere bırakılan bu kutsal emanete sahip çıkmak için sorumluluklarımızın farkına varma zamanı gelmiştir. Hedefimiz cumhuriyetimizi geleceğimizin teminatı olan gençlere layık olduğu şekli ile bırakmak olmalı, bu arzu ile çalışarak ülkemizin muasır devletler seviyesinin üzerine çıkarılması amacı asli hedefine ulaştırılmalıdır. Ay yıldızlı bayrağın altında ortak kültürü yaşayan, aynı acıyı paylaşarak, aynı türkülerle coşup oynayan insanımız dayanışmanın, birlik ve beraberliğin en güzel örneklerini sergileyerek cumhuriyetimize kastedenlere karşı tek yürek olmalı; vatan ve millet sevgisini hâlihazırda yetişmekte olan nesle layıkıyla aşılamalıdır.