Üç senede üç büyük âlim-münevver göçtü. Halil İnalcık, Şerif Mardin ve dünyanın önde gelen tarihçilerinden, İslam ve Bilim Teknoloji Tarihi Araştırmacısı Prof. Dr. Fuat Sezgin…
“Âlimler yeryüzünün kandilleridir. Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir.” hadis-i şerifinin gerçek tahakkuku bu olsa gerek. Çok derin, güçlü bir boşluk bırakır onların ölümü. Yaptıkları o kadar büyüktür ki unutulması da, yerlerinin dolması da mümkün değildir. Eğer bu boşluklar tez zamanda dolmazsa biraz daha kuruyacağız, çoraklaşacağız demektir bu.
Fuat Sezgin hoca, dopdolu bir ömürden sonra; geriye çok değerli bir ilmi birikim bırakarak dar’ül bekâ eyledi. Bıraktığı eserleriyle amel defterleri kapanmayacak ve istifade edenlerin hayırla yâd edeceği mümtaz hocamız, 94 yaşında, 30 Haziran 2018 günü rahmeti rahmana kavuştu. Biz hüsnü zanla memuruz. Onun bu dünyada üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını düşünüyorum. Mirası kıyamete kadar sadaka-ı câriyesi, mekânı cennet, makamı âli olsun.
Bilimler Tarihi alanında dünyanın sayılı otoritelerinden olan Fuat Sezgin hocanın dünyada, Türkiye’den daha fazla tanındığını da ifade etmek gerekir.
Bitlis’ten Frankfurt’a uzanan bir bilim adamının, ilmin zirvesine uzanan hayatına bakacak olursak, 24 Ekim 1924’te Bitlis’te dünyaya gelen Fuat Sezgin, liseyi bitirip 1943’te İstanbul’a geldi. 19 yaşındayken, matematik okumak, matematik mühendisi olmak üzere İstanbul’a gittiğinde, tavsiye üzerine İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsünde alanının uzmanı, o günün şartlarında dünyaca ünlü Alman şarkiyatçı Helmut Ritter’in bir seminerine katılarak çok etkilenmiş, matematik mühendisi olma fikrinden bile vazgeçmiştir. Ertesi günü Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsüne kaydını yaptırmaya gidip oranın öğrencisi olmuştur. Bölümün çok zor olması ve Ritter’in çok seçici ve zor bir insan olduğu söylentilerine kulak bile asmamış ve kimse onu fikrinden caydıramamıştır.
Fuat Sezgin, hocasının kendisini talebeliğe kabul etmesini şöyle anlatıyor:
“Bir hoca vardı. Hem de büyük bir hoca. Alman asıllı Helmutt Ritter. Bir tanıdığım, bir gün beni alıp Ritter’e götürdü. Bir süre konuştuktan sonra içimden “büyük bir adammış” dedim. Gerçekten de o küçük halimle bile, çok büyük bir adamın karşısında olduğumu hissettim. O an karar verdim: “Şarkiyat okuyacağım.” Ritter’le çalışmaya başladım. Çok zor bir adamdı. Çalışmaya başladıktan bir iki gün sonra bana: “Fuat! Günde kaç saat çalışıyorsun?” diye sordu. “13-14 saat çalışıyorum” dedim. O zaman bana: “Bu çalışmayla âlim olamazsın. Eğer âlim olmak istiyorsan bu miktarı artıracaksın. Benim hocam (Eilhard) Wiedemann günde 24 saat çalışırdı. Gün daha uzun olsaydı daha çok çalışırdı.” dedi. Bu konuşmadan sonra çalışma saatlerimi artırdım. 17 saate kadar çıkardım. Uzun zaman böyle devam ettim. Son senelerde, malum, artık yaşlanınca çalışma tempomu biraz yavaşlattım.’’(Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu, “Prof. Dr. Fuat Sezgin ile Bilim Tarihi Üzerine Söyleşi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 4.)
1943-51 yılları arasında İstanbul Ün. Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsünde, “İslami Bilimler ve Oryantalizm” alanında otorite sayılan Alman oryantalist Hellmut Ritter’in yanında öğrenim gördüğü ve ondan dersler aldığı sırada; Ritter, öğrencilerine hassaten Fuat Sezgin’e çok iyi bir Arapça öğrenmesi gerektiğini ifade etmiş, talebesi Sezgin de onun tavsiyesini emir kabul ederek İbn Cerir et-Taberi’nin tefsiriyle işe başlayarak günde 15-18 saat çalışıp, 6 ay gibi kısa sürede soluksuz bir çalışmayla, 30 ciltlik Taberi Tefsirini çok rahatlıkla bir Türkçe metin gibi okuyup anlamaya başlamıştı. Kendi ifadesiyle: “Başlangıçta hemen hemen hiç anlamadığım bu tefsiri 6 ayda gazete gibi okuyabildim.” (Celâl Şengör – Bir Toplum Nasıl İntihar Eder)
Bir karşılaşmalarında hocası, yanında bulunan Gazali’nin İhya u Ulumiddin kitabını önüne koyar ve ondan okumasını ister:
“Derste bana bir yandan “Bu yaz ne yaptın bakalım” diye sorarken diğer yandan önüme Gazzâlî’nin İhya Ulumi’d-din’ini koyuverdi. Ben hemen hocanın maksadını anladım ve okumaya başladım. Şaşırdı ve “Hayatta bir lisanı bu kadar süratle bu kadar iyi öğrenen bir insan görmedim” dedi. Çok sevinmişti. Gerçekten de talebelerinin başarısı karşısında bu kadar çok sevinen bir insanı, bir hocayı hayatım boyunca tanımadım.’’
Sezgin hiç takılmadan onu da okuyup manalarını söyleyince, Hocası Ritter kendisine beş tane dil öğrenme vazifesi verdiği gibi her yıl da bu dillere yeni bir dil daha öğrenerek dil repertuarını genişletmesini kendisine salık verir. Süryanice, İbranice, Latince, Arapça ve Almanca da dâhil 27 dili çok iyi derecede bilen Sezgin’in, dil literatürünün o günlerde atılan bu temelle ve gösterilen bu gayretle olduğunu görüyoruz.
“Türkler dilin masa başında öğrenildiğini bilmiyorlar. Zannediyorlar ki Fransızca öğrenmek için Fransa’ya gitmek gerekiyor. Almanya’ya Türkler geliyor. 30 -40 sene kalıyorlar, Almanca öğrenemiyorlar. (Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 56.)
Kaç dil bildiğini bilmediğini de ifade eden Prof. Dr. Sezgin, o tarihte şunları da söylemiş: “İslâm bilimleri tarihini yazmak için o alanda yazılı bütün Avrupa dillerini bilmen lâzım. Hepsini öğreniyordum. Mühim olan irade meselesidir. ‘Ben bunu yapacağım’ diyeceksiniz. O kararınızda kalacaksınız. Benim bütün hayatım bundan ibaret. Bir enstitü kurmaya karar verdim. Türk genci olarak bir enstitü kuruyorum kolay bir şey değildi. Üniversitede mücadele ediyordum ben bir müze kurdum, enstitü kurdum. Eğer arkanızda inancınız varsa o sizi yapıcı olmaya itiyorsa çok şeyler başarırsınız. Benim hayatımın sırrı budur.”
Bir röportajında 27 dil bilmesi hakkında olanca tevazusuyla, “Bir dilde yazılmış ve ihtiyacım olan bir kaynak kitap olduğunu öğrenirsem, onu okumak için mecburen oturup o dili çalışıyorum, birkaç haftada öğreniyorum. Dolayısıyla o kadar dil bildiğimi söylemek doğru olmaz, kaynağı okuyacak kadarı diyelim” gibi bir cümle sarf etmişti.
Hocasının bilimlerin temelinin, “İslam Bilimleri”ne dayandığını söylemesiyle bu alana yönelen Sezgin, 1951 senesinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde doktora yaptı.
1954’te Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, “Buhari’nin Kaynakları” adlı doktora tezi ile doçent oldu. Bu teziyle o, hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan Buhari’nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, “yazılı kaynaklara dayandığı” tezini ortaya attı. Bu yazılı kaynakların, İslam’ın erken dönemine; hatta 7. yüzyıla kadar geri gittiğini ortaya koydu. Söz konusu tez, Avrupa merkezli oryantalist çevrelerde hala tartışma konusudur.
“Buharî çalışması şöyle başladı: Mecazu’l-Kur’an’ın kaynaklarını arıyordum. O sırada İbn Hacer el-Askalanî’nin Tehzib adlı eseriyle karşılaştım. Muammer b. Musemma’yı Buharî’nin kitabında Muammer diye zikrettiğini öğrendim, “Buhari’nin ne alakası var bu kitapla?” dedim. Buhari’nin kitabının sekiz büyük bölümü vardır, bir kısmı tefsirdir. Buharî’nin kitabına baktım, “Kâle Muammer” diye alıntılar yapıyor. Bunu okuyunca baktım ki, Buharî, Mecazu’l-Kur’an’dan da cümleler iktibas ediyor. Yani bir hadis kitabında, bir filoloji kitabından alınma uzun cümleler var. Hatta yer yer, aşağı yukarı, kitabı ihtisar etmiş. Bu durum, bütün hadisler hakkındaki tasavvurumu allak bullak etti. Karar verdim, tezi bitirince Buharî’ye bakacaktım: Acaba Buharî ara sıra da olsa yazılı kaynak kullandı mı? Bu işin hikâyesi de böyledir.’’(Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu, “Prof. Dr. Fuat Sezgin ile Bilim Tarihi Üzerine Söyleşi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 4.)
Fuat Sezgin, 1960 Darbesi sonrasında, “Zararlı Profesör” safsatasıyla 147’likler adı verilen “sakıncalı öğretim üyeleri” listesine dâhil edilerek İstanbul Üniversitesi’nden ihraç edilir.
2004 yılında Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’na verdiği, kendini ve çalışmalarını anlattığı ender röportajlarından birinde, o günleri kendi şöyle anlatıyor:
“Evimden çıktım. Baktım bir çocuk: ‘Yazıyor yazıyor, 147 profesörün üniversiteden çıkarıldığını yazıyor.’ Gazeteye baktım benim de ismim var. Enstitü yerine Süleymaniye Kütüphanesine gittim. O gün artık Türkiye’de yaşayamayacağıma inandım. Birkaç Amerikan ve Alman üniversitesine yazdım. İki ay sonra iki Amerikan üniversitesinden ve Frankfurt’tan davet geldi. Daha kitabın malzemelerini tamamlayamamıştım. Türkiye’den uzaklaşmayayım, sık sık Türkiye’ye gelmek zorunda kalırım diye 1961 yılında Frankfurt’u tercih ettim.’’
1960–61 yıllarında, Almanya’ya giderken yanına, kıyafetlerinin dışında, sadece iki bavul dolusu fiş ve belge alabildi. Frankfurt Üniversitesi’nde misafir doçent olarak dersler verdi.
Frankfurt’a gittikten sonra Almanya’da yaşadığı halde Alman vatandaşı olabilecekken o bunu redderek Türk vatandaşı olarak kaldı. 1966 senesinde profesör oldu. Bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası, “Arap-İslam Kültürü” nün, “Tabii bilimler tarihi alanı”dır.
1961 senesinde fişlerle başladığı çalışmaları, zaman ilerledikçe ona ün kazandırdı.
Prof. Fuat Sezgin, Almanya’da dünyanın en büyük İslam Bilim Tarihçisi oldu. Oryantalistlerin bütün tezlerini yerle bir eden bilimsel çalışmalarıyla bu alanın otoritesi haline geldi. İslam bilim tarihi alanında bütün şarkiyatçıların el kitabı gibi kullandıkları “Brockelmann’ın Geschichte der Arabischen Literatur’’ adlı eserini geliştirmek ve genişletmekle ilgilenen ve farklı ülkelerden seçilen 10’dan fazla akademisyenden oluşan bir heyet bu işi dünyada en iyi yapacak olan kişinin Prof. Dr. Fuat Sezgin olduğu kararını vererek kendilerini lağvederler.
“Evet, tam 50 sene oldu. Fakat çalıştıkça fikrim değişti. Hem biraz da gecikmiştim. Gecikmemin nedeni de Brockelmann’ın atladığı yazmaların çok olmasıydı. Bu eserin bir Zeyl değil, müstakil yeni bir eser olması gerektiğine karar verdim. Dünyadaki bütün yazmaları ihtiva etmeliydi. 1956 yılında Ritter Türkiye’ye gelmişti. Fikrimi ona açtım: “Hocam” dedim “Ben artık Zeyl’i bıraktım. Dünyadaki bütün yazmalara dayalı müstakil, yeni bir eser yazıyorum”. O zaman bana: “Bunu dünyada hiç kimse yapamaz. Bırak bu işi; boşuna kendini yorma” dedi. İlk defa ona inanmadım; çünkü kararımı vermiştim. 1967 yılında kitabın birinci cildi çıkar çıkmaz Hocama gönderdim. 3-4 ay cevap gelmedi. Ben o zaman Almanya’daydım; o da Türkiye’de. Bir mektup yazdım: “Ne oldu hocam? Size kitap gönderdim, henüz cevap alamadım” dedim. O zaman “Ne acele ediyorsun? Koca kitabı okumak lazım” şeklinde bir cevap gönderdi. Daha sonra gönderdiği bir karta “Şimdiye kadar böylesini hiç kimse yapamadı. Senden başka da hiç kimse yapamayacak. Tebrik ederim” cümlelerini yazdı. Önceden hiç inanmıyordu ama görünce “sadece siz yaparsınız” dedi. Hocam insaflıydı. Daha önce de dediğim gibi talebesinin muvaffakiyeti çok mesut ederdi kendisini. Öyle bir insandı.’’
Şimdiye kadar 17. cildi yayınlanan bu eserin dünyada bir benzeri daha bulunmamaktadır. Bu kitabın hazırlanmasında öne çıkan önemli bir husus da şudur: Sezgin, dünyanın neresinde olursa olsun, kataloglara ve literatüre girmemiş bir kitap duyarsa, Almanya’nın kendisi için hazırladığı imkânlarla oraya gider, o kitabı bulur ve onun ya kendisini ya da mikrofilmini alır, Almanya’ya getirirdi. Onu hazırladığı kitaba nasıl girmesi gerekiyorsa öylece koyardı.
1978 senesinde “Kral Faysal” ödülünü kazandı. Bu vesileyle Arap dünyasının devlet adamlarıyla tanıştı ve aklından geçen büyük projeyi onlara aktarma imkânı buldu. Düşüncelerinin destek görmesiyle, Fuat Sezgin, 1982 senesinde, J.W.Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nü ve 1983’de de buranın müzesini kurdu. Bu Enstitünün direktörlüğünü uzun süre yürüttü.
Frankfurt’ta kurduğu ve teknik, teknoloji ve tıp alanında kullanılan 800’den fazla alet edevatı bir araya getirdiği yerde aynı zamanda büyük bir de ‘’Bilimler Tarihi Kütüphanesini’ kurmuştur ki, dünya genelinden bin bir türlü zorluk ve meşakkatlerle topladığı 45.000 cilt çoğu el yazma eserle 10.000’in üzerinde mikrofilm arşiviyle dünyada benzeri olmayan bir kütüphanedir. Kendisinin hem ilgilenip, hem yaptığı bu alet ve edevatın tarihini de bizzat kendisi kaleme almış, 5 cilt halinde ‘’İslam’da Bilim ve Teknik’’ adıyla bir katalog neşretmiştir.
Uluslararası çeşitli akademilerin üyesi de olan Sezgin, yaşamı boyunca Kahire Arap Dili Akademisi, Şam Arap Dili Akademisi, Fas Rabat Kraliyet Akademisi, Bağdat Arap Dili Akademisi, Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyeliği de dâhil olmak üzere çok sayıda önemli ödül ve nişana layık görüldü.
Fuat Sezgin’e ayrıca Erzurum Atatürk Üniversitesi, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Kayseri Erciyes Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verildi. Ayrıca Frankfurt Main Goethe Plaketi, Almanya Birinci Derece Federal Hizmet Madalyası, Almanya Üstün Hizmet Madalyası, İran İslami Bilimler Kitap Ödülü, Hessen Kültür Ödülü ve Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahibidir.
2008 yılında İstanbul Gülhane Parkı Has Ahırlar binasında 700 eserin sergilendiği “İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesini’’ kurdu. Üstün nitelikli eser ve ortaya konan özgün çalışmalardan dolayı kurum statüsünde Kültür ve Turizm Bakanlığı 2016 Özel Ödülü’ne layık görüldü.
Enstitü’ye bağlı olarak kurduğu ve çok emek verdiği müzede, Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin ve bilimsel araç ve gereçlerin, yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığı örneklerini sergilemektedir.
Fuat Sezgin’in vasiyeti doğrultusunda da cenazesi, müzenin yanına defnedilmiştir.
Bize göre Hocanın en önemli katkısı, Müslümanların bilime katkısını açığa çıkarmasıdır. “Modern dünyanın gelişimine, İslâm dünyasının katkısını sıfır diye biliyorduk. Bu, İslâm ilimleri tarihini öğrenmem için kırbaç rolü oynadı. Bütün dünyayı terk ederek, gece gündüz bunun için çalıştım.’’ demiştir. Kadim geçmişimizi, yaptığımız muazzam icat ve eserleri bir arkeolog gibi bulup tekrar gün yüzüne çıkardı. Hocanın ömrü boyunca tüm meşgalesi, oryantalist saldırılar ile özgüvenleri yerle bir edilen Müslümanlara “Siz büyüktünüz” mesajını bilim tarihinden ispatlı olarak vermekti. Batılı bilim tarihine meydan okudu. Bunu başardı da.
Müslümanların bilime katkılarının hafife alınamayacağını tüm insanlığa göstererek, milletimize kültür ve medeniyet tarihimiz konusunda, müthiş bir özgüven kazandırdı. Batının kendini sıfır noktası gösterme oyununu bozan Fuat Sezgin, batının bugünkü birikime İslam âlimlerinin vesilesiyle ulaştığını kanıtladı.
Kibirli Batı-merkezli bilim dünyasına İslam medeniyetindeki köklerini gösterdi. İslam’ın ilerlemeye engel değil destek olduğunu savunan büyük dava adamı, “Batı uygarlığı, İslam Medeniyeti’nin çocuğudur.” Ve “Başarılı olabilmek için her şeyden önce aşağılık duygusundan sıyrılmak gerektiğini, bu duygunun Türk milletini bir kanser gibi kemirdiğini düşünüyorum.” diyerek asla batı karşısında komplekse girmedi.
Ömür sermayesini har vurup harman savurmadan yaşadı.
Açtığı müzeler ve yaptığı araştırmalarla ilim dünyasının İslam coğrafyalarındaki köklerini ortaya koydu. Ve beni en çok etkileyen iki sözü:
“Zahit ve kanaatkâr olun, dünya nimetlerine aşırı derecede kapılmayın. Sabr-ı cemil denilen, güzel sabra sahip olun. Her türlü söz, hareket ve davranışlarınızda, gerçek anlamda Allah korkusu ile hareket edin. Çok okuyun. Okurken, sakın aklınız başka şeylerde olmasın.’’
“Ben şuna inanmıştım artık. Tüm musibetler karşısında sadece Allah’a inanacaksın, başka hiçbir şeye değil. Eğer arkanızda inancınız varsa o sizi yapıcı olmaya itiyorsa çok şeyler başarırsınız. Benim hayatımın sırrı budur.”
Çağımızda yaşayıp çağın ötesinde olan Fuat Hocanın vefatı ertesinde yazılıp çizilen bazı şeyler, Hocanın “İslam medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, Batılılara anlatmaktan daha zor” şeklindeki sözüne haklılık kazandırıyor. Bu millet asla bilim ve kültür fakiri değil, sadece zenginliğimizin farkında değiliz. Bu yüzden daha çok işimiz var.
“2019 yılını inşallah Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Yılı olarak ilan edildi. UNESCO’nun da 2019 yılını Merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin yılı ilan etmesini çok isterdim. Hocanın yanında bulunan, onunla çalışan kişilerin şahsi hatıraları muhakkak bir kitap çerçevesinde toplanmalı.
Böylelikle, âlimin ölümü âlemin ölümüne değil, geriye bıraktığı eserlerin bir neslin ihyasına, dirilişine vesile olabilecektir.