Kardelen, bu sayıdan itibaren 7,50 lira. Kâğıt fiyatlarının fahiş oranda yükseldiği bir dönemde mecburî bir artış.

Az sonra söyleyeceklerim, şikâyet değil durumun tespiti. Çok uzun yıllardan beri derginiz 5 liraydı. Yazı, çizi her türlü fikir veriminin telifsiz yayınlandığı, dizgisinin, kapaklarının, il içi dağıtımının gönüllülük esasına dayalı olarak ücretsiz veya çok cüz’î rakamlarla yapıldığı Kardelen’de, sadece baskı ve il dışı dağıtımının bile derginin üzerinde yazan ederinin çok üzerinde maliyetleri bulunduğunu belirtelim.

Ama esas problem bu değil. Asıl, derdiyle dertlendiğimiz milletimizin, bütün insanlığın hali üzüyor, bizi. Okumuyoruz, okuyamıyoruz, okutmuyorlar. Hal böyle olunca tefekkür etmiyoruz, edemiyoruz. Yaradılış gayemizin uzağında, sınırlarını bizim çizmediğimiz bir hayal ve hiçlik dünyasında ömür tüketiyoruz. Gazete, kitap, dergi yani fikir, her geçen gün bizden uzaklaşıyor. Fiyat artışı bahane. Dün okumadık ki bugün bahane üretelim. Nasreddin Hoca’nın “ben senin gençliğini de bilirim” kerameti aynıyla tecelli ediyor.

Hem dünyada, hem ülkemizde koca koca gazeteler basılı halinden vazgeçiyor. Durumu kurtarmak adına şimdilik internet sayfalarını yayında tutuyorlar. Gökteki yıldızlar kadar yalnız birkaç düşünen adamın bir araya gelip kurduğu dergiler, son sayılarıyla yayın hayatına veda ediyor. Bugünden sonra kendi imkânlarıyla kitap bastırmak ancak Don Kişotluk bir cesaret. Sayfalarımızda okuyacaksınız, az okunan gazetelerin, hiç okunmayan yazarları medyanın ölümünü ilân ediyor.

Varsa yoksa sanal âlem. Onlarca sosyal medya kuruluşu, Allah’ın “oku” emrine muhatap insanlığı geri dönüşü olmayan acı bir sona sürüklüyor. Cep telefonları, uzun bir zamandır en yaşlımızdan en küçüğümüze hepimizin hayatının vazgeçilmezi oluverdi. Dünyaya gözünü yeni açan bebeklerin, hayata dair ilk tepkisinin cep telefonunun ekranını kaydırma hareketi olması bütün anne babaların dikkatinden kaçmıyor.

Bu mevzuda söylenecek, yazılacak çok şey var. Ama zaten bu yazıyı okuma zahmetinde bulunan ne demek istediğimi fazlasıyla anlıyor. Okumayan için de Allah’ın yardımını ümit etmekten başka elden ne gelir.

Yukarıda da söyledim, durum tespiti yapıyoruz. Halimize üzülüyoruz ama halimizden şikâyetçi değiliz. Bağlı olduğumuz imanın bize ayakta kalma mükellefiyeti yüklediğine ve bizi anlayacak düşünen adamların hâlâ ve her şeye rağmen var olduğuna inanıyoruz.

Kardelen ve emsalleri, internet aracılığıyla estirilen sam yelinin çöle döndürdüğü kültür dünyamızın son vahaları. Fırtınalı denizlerin fındıkkabuğu gibi salladığı gemilerin, sığınılacak son limanları. Ve dua yerine geçmesi ümidiyle, rahmetli Üstad’ın benzetişiyle “Arsadaki odun yığının gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz!”…

“… arsadaki odun yığının gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz! Odunların üstüne yıllar ve asırlardır, yağmadık yağmur, düşmedik kar kalmadı. Onları küf basmış, pas yutmuş, rutubet bürümüş; üstelik Garp dünyasının bütün kanalizasyonları bu odunların üzerine akmıştır.

İşte, arsadaki böyle bir odun yığınının gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz! Kim bilir hangi muazzez velinin mangalından sıçradık, hangi mübarek mü’minin fenerinden damladık, hangi muhterem mustaribin sigarasından düştük de; bu, süngerlerden daha ıslak ve çöp tenekelerinden daha kirli odun yığınının bir köşesinde karargâh kurduk.

Bu odun yığını, uzaklarda, çok uzaklarda, ormanı temsil eden ve her gün bir ağacı daha köklerinden koparılıp mahut arsadaki yığına atılan münezzeh Türk milletinin içinde menhus bir zümredir; ve işte biz, böyle bir odun yığınının gizli bir köşesinde, tek bir kıvılcım noktasıyız.

Dâva, bu odun yığınını, büyük ve ebedî oluş hummasıyla çatır çatır yakmak, onun alevleriyle güneşi soldurmak; ve üzerinde, kir, pas, küf, rutubet ne varsa, hepsini birden buhara çevirmek…”

Allah, kabul etmeyeceği duayı ettirmez.

İnanıyoruz…

İyi okumalar…