Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

Neruda’nın Madrid’deki evinin adına: “Çiçekler Evi” denmiş. Alberti, Hernandez, bu evde oturup, konuşmaya dalarlarmış. Balkonunda çingene gül, uzaklardan portakal çiçeklerinin kokusu, şiirin özel karışımıyla oturup sabahlara değin sohbet ederlermiş. Birden, nesnel olan, esrikliği uyanıklığa çağıran gerçeğin dalga dalga sesi duyulurmuş uzaktan. Ağaçlar, kuşlar, kımıldayan yapraklar ve akan suyun şırıltısı, katılırmış sözcüklere. Oldu bitti beni çok etkilemiştir; Neruda, Anday ve Dağlarca. Doğayı, insanı sevdiğimden olsa gerek ki şiirlerinde bulmuşumdur çoğu kez kendimi. ‘‘Ağaçlar/Büyüsüdür doğanın/Biri birine benzemez/ Tek ağaç/İkinci görünüşünde bile/İlkine benzemez/ Sevmek ağaçlara benzer.” (Dağlarca) “Sen geceleyin kendine açılmış zambak/ Yalnızlığın mı -çocuksu kösnün mü -/Gelinliğin midir/ Ardında kalan ak”(Dağlarca) “Çekip gittim, durmadım/Bu çılgın sokağın kıyısından/Usul usul, basarak ayak uçlarıma/Sanki geceden kaçıyor gibiydim/Ya da karanlık, kükreyen taşlardan.”(Neruda) “Bir dünya daha olmalı, burada/Bir yerde, o kadar yakın ki/Seslensem duyulacak belki/Belki başladım onu yaşamaya”(M.C. Anday) Okunası şiirler bir öze sürüklüyor sizi. O özde bir dünya daha çıkıyor karşınıza. Daha öteleri, görünmeyen yüzleri düşünür oluyorsunuz. Adil İzci’nin Kır ve Gök adlı şiir yapıtını elinize aldığınızda bir derinlik çöküyor içinize. Şiirlerini okudukça da doğanın içinde yeni bir dünya, başkaca bir sevgi bütünleşmesi karşınıza çıkıyor. Daha ilk şiirlerinde beliren bir özelliği var Adil İzci’nin: arka yüzü görebilme, doğanın parçaları ile yaşamı bütünleştirme, duyumsatma ve güzeli yakalayabilme. İçindeki sevinci hep çevresindekilere sınamak ister. Her an yanıtlanması gereken soru gibidir yaşamak. Ve her şey yanıttır; nesneler, durumlar, biçimler. Doğa içinde nesnelerin birbirleriyle ve insanlarla yakın bağları olduğunun farkına varmış; bir an düşünmeye fırsat bırakmadan yalnızlığını, ezikliğini, sevgisini salıvermiştir günün içine. “Akşam geldi uçsuz bucaksız bizim/Yıkandık yıkandık yıkandık/Gül dibinde kapanıp birbirimize.” Ömür bir hazan, bir düştür onca. Yitiklikler ise ürpertici. İzci’nin şiirlerini okudukça sanki yeniden doğup, o gizil odalardan yeniden geçiyorsunuz. Bir güz günü ağaçların çıplaklığında zamanın yaşamı nasıl da parçalayıp tükettiğini özünüzde duyuyorsunuz. Bu duyumsama bir an düşünce duraksamasını da birlikte getiriyor. Aslında zaman yaşam telimizin bir müziği bence. Bu müziğin içinde sevgiyi yakalayabilme ise güzel bir yaşam için çok önemli. Sevgiden ıraksa bir kalem, sözcüklerin en güzeline, en şiirlisine de ulaşsa yaratıcı olamaz, insanla kucaklaşamaz. İnsana ve doğaya açıklık, aşkı doğayla bütünleştirmek Adil İzci’nin şiir boyutunu da genişletmiştir. Sadece bu genişlik de değildir onun şiirindeki; imgesel düzeni, sözcük ve söyleyiş örüntüsü yönünden de özgünlüğü, kendindenliği olan geniş soluklu bir şiirdir. “Konuşuyorduk sen ve ben/Aramızda çoğu eskil nice şey/ Ve kuğular süzülüp giriyordu/Unutmuşuz zamanda arınırken/Gördük çimenlerde uyumuşlar.” Geçen zamanda eriyen anılar ve insan yaşamının geçmişte kalan izleri İzci’nin şiirinde o denli duygusal işlenmiştir ki dizelerini okudukça geçmişin derinlerinde yine doğayla birlikte düşün derinliğine dalarsınız. Sonra da bir yaprağın ucundan süzülürken ömrün yine bir hazan imgesi ve düş gerçeğiyle karşılaşırsınız. “Bir ses… gözlerinden geldi sandım/ Yapraklar toprağa değiyormuş/Ürpertiyle tutunduk birbirimize/ Ömrümüz yine? hazan imge ve düş…” Öyle de değil midir sanki? Hep gizler uzanmıştır yaşamımızdan. Yalnızlıklar, acılar çökmez mi yanı başımıza. Elbet güzellikler de var yaşamda. Ama ince bir düşünce taşıyorsanız güzdür içiniz. Dökülen hep sizin yapraklarınız olur. 24.05.2019 Yalçın Yücel – Biyografya www.biyografya.com/biyografi/4960 3/4 Bakışlarınız sevgi de olsa, beyaz güller de açsa sözcüklerinizde yalnızlıktır yine de en büyük dostunuz. Şiir de olmasa yazacak, eksik kalırsınız çoğu kez. Adil İzci şiirlerinde pastoral ve lirik birlikteliğini işlerken kendinden de çok şeyler katmıştır dizelerine. Sıcak ve özlü dostumun zaman zaman bana gönderdiği mektuplarını da ilgiyle okumuşumdur. Yaşamıyla şiiri arasında tam bir denge kurmuş ozanların sayısı azdır. Bir ozanın, daha doğrusu bir dil işçisinin düşün ve duygu evrenini tanımada en kısa (İnceleme-Eleştiri, Adil İzci’nin Kır ve Gök adlı yapıtı üzerine.-Alkış Dergisinde yayınlandı.)