Antalya
Âşıklık geleneği; geleneksel sanatların içinde yer alan ve çok önemli olan bir sanat dalıdır.
Bu konuyla ilgili birkaç söz söylemeden önce, yakın ve uzak geçmişte, bu alanda emek veren geçmişlerimizi rahmetle, yaşayanlarımızı da sevgi ile saygı ile anmak gönül borcumuzdur.
Leylasız Mecnun, Aslısız Kerem olamaz diyen, her türlü olanaksızlıklara karşı varoluş mücadelesi veren kadın âşıklarımız, sayıları neredeyse yok denecek kadar az da olsa, varlıklarını sürdürmektedirler.
Halk şiirine sımsıcak, zarif duygularıyla, mücevher pırıltısı katan kadın âşıklarımız, şiirlerindeki şah beyitlere mahlaslarını mühürleyerek, eserlerini toplumun beğenisine sunmaktalar.
Kabul gördükleri ortamlarda sazlarını bağırlarına basıp deyişlerini sunabiliyorlar. Ancak “işleyen demir ışıldar” sözünden yola çıkarsak, bu güzelim geleneği ayakta tutup, devamını sağlamak, devletin de toplumun da görevidir diye düşünüyorum.
2010 Ekiminde Azerbaycan’ın tüm reyonlarında, büyük bir coşku ile kutlanan “SAZ SÖZ ÂŞIKLAR BAYRAMI”na Türkiye’den bir grup âşıkla birlikte katılmış olmam, âşıklık yaşamımın en önemli olayıydı diyebilirim.
Gördüklerimiz, yaşadıklarımız, araştırmalarımız sonucunda edindiğimiz bazı önemli notlara özetle değinmek istiyorum.
Azerbaycanlıların, âşıklık sanatına çok büyük önem verdiklerini, yaşamın her alanında görüp hissedebilirsiniz. Bu sanata gönül verenleri, yatkın olanları, çocukluktan itibaren âşık mekteplerinde eğitmeye başlıyorlar. Seslerini ve sazlarını, Azerbaycan âşık havalarına namelerine uygun bir şekilde kullanmayı, giysi, diksiyon, etkileme, çalgı tanımı, bakımı ve kullanımı ve hatta sahneye çıkışta “nasıl yürürlerse daha etkili olur”un gereğini, grup ve solo söylemelerdeki incelikler ve benzeri eğitimler ciddi bir disiplinle veriliyor. Ve sonuçta tam bir artist- âşık diyebileceğimiz sanat icracısı çıkıyor ortaya. Bu nedenle Azerbaycan âşıklarını gıpta ile beğeniyle izlemekteyiz.
Azerbaycan’ın hemen her bölgesinde rastladığımız Âşık müzelerinden, daha bir tane bile açamadık ülkemizde.
Âşıklık geleneğinin güçlenmesi için, devletimizin yapması gereken çok şey olduğuna olan inancımı yıllardır sürdürüyorum ama herhalde ben göremeyeceğim.
1971 yılında katıldığım ilk Âşıklar Bayramı’nda Âşık Nevcivan ÖZMERİÇle daha sonra da Âşık ŞAH TURNA ve Âşık Şahsenem bacı ile tanıştım. İlk tanıdığım kadın âşık ise, ilkokul yıllarımda tesadüfen rastlayıp hayran olduğum Âşık GÜLLÜŞAH BACI idi.
Onlardan önce de “kadın âşıklar mutlaka olmalıydı ama bunlar kimlerdi ve hangi konularda, neler yazmışlardı çok merak ettim. Bu konu ile ilgili kitap aradım, bulamadım. Araştırmaya, soruşturmaya başladım. İlk olmak, hem de kitapsızlıktan bir an önce kurtulmak için 1983 yılında içime çok da sinmemiş olan bir kitap “HALK ŞİİRİNDE ANA SESİ – KADIN ÂŞIKLAR ANTOLOJİSİ” çıktı ortaya. Bu konuda bana destek veren merhum Tahir Kutsi MAKAL’ı saygı ile anıyorum.
Bir kadın âşık olarak; bu alanda yaşadığım bunca talihsizliklere zorluklara rağmen, bazı şanslı yanlarım olduğunu da düşünmüyor değilim. Dizlerinin dibine oturup, sohbetlerini dinlediğim, birlikte turnelere, festivallere katıldığım ama şimdi mumla arasam da bulamayacağım âşık ustalarımı pek çok özleyerek rahmetle anıyorum.
Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Kul Ahmet, Sefil Selimî, Âşık Dursun Cevlanî, Âşık İlhami Demir, Rüstem Alyansoğlu, Âşık Hüdaî, Âşık Daimî, Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî, Mevlüt İhsanî, Ruhi Su, Nimri Dede, Âşık Şeref Taşlıova, Talip Özkan, Ali Ekber Çiçek, Âşık Selmanî, Âşık Kul Semaî gibi ustaları tanımak bana büyük onur verdi.
Âşıklık geleneğinin gereği olan gezginci olma ve âşık kahvelerinde çalıp söyleme işini ifa ettiğimi kanıtlayan belgelere (gazete kupürlerine) sahibim. Bu nedenle de diğer kadın âşıklardan bir adım önde olduğumu biliyorum.
Ayrıca, Âşık Fikret ÜNAL, Âşık İsmail AZERÎ, 71, 72, 73’lü yıllarda çeşitli illerde, ilçe ve köy kahvelerinde, başka ülkelerde birlikte çalıp söylediğimiz âşıklar içersinde sağ kalanlardır.
Kayıtlara geçeceği için söylemem gerekiyor; 1971 yılından itibaren yakın zamana kadar geçen süreçte, birlikte etkinliklere gittiğimiz, gurbet arkadaşlığı yaptığımız, acı tatlı ekmeğimizi paylaştığımız ve hala arada bir arayıp hatırımı soran tüm erkek âşıklara, yüksek huzurunuzda minnet ve teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
Kadın âşıklar olarak, 27 Mayıs 2011 yılında Kocaeli Üniversitesi ile Körfez Belediyesinin düzenlediği KADIN ÂŞIKLAR ŞÖLENİ’ne imzasını atan Prof. Dr. Işıl ALTUN ile Doç. Dr. Sevilay ÇINAR’a bizlere bir ilki yaşattıkları için şükran borçluyuz.
Ayrıca Prof. Işıl ALTUN hocamıza, geçtiğimiz yıllarda öğrencilerine bizi tanıtıp tez ile birlikte bazı çalışmalar yaptırdığı için çok, pek çok teşekkür ederim.
Daha sonra ise Kadın Âşıklar Şölenini Gaziantep Üniversitesinde gerçekleştiren başta Dr. Behiye KÖKSEL hocamız olmak üzere Gaziantep Üniversitesi’ne ve Gaziantep Belediyesine, İLESAM yetkililerine, bu güzel buluşmayı gerçekleştirmede emeği geçen tüm görevlilere, kadın âşıklar adına sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunuyorum.
1972’li yıllarda Âşık Reyhanî’nin düzenlemiş olduğu turne kapsamında Tokat ve ilçelerinde (Zile, Niksar, Almus (festivale de katılmıştık) Âşık Reyhanî, Âşık Sefil Selimî, Âşık İsmail Azeri, Âşık Vahap Kocaman ile birlikte çalıp söylemiştik.
Ayrıca Niksar’da Erzurumlu Âşık Emrah’ın mezarını ziyaret etmiştik.
Ben Almus’a gittiğimde Âşık Kul Semai’nin evine giderek, her zaman selam alıp gönderdiğim Nevruza Bacı ile tanışma olanağı bulmuştum.
Siz saygıdeğer “KÜMBET” dergisi okuyanlarına, Âşık Nevruza Bacı’nın yazmış olduğu bir şiirini taktim etmek isterim,
VAR MIDIR?
Ey âşık pirine sıtkeyle sarıl
Telli kitap olan sazın var mıdır?
Ariflerin nutku kelamı ağır
Hakkı hakikatta gözün var mıdır?
Hakkı hakikata erebildin mi?
Aşkın badesini alabildin mi?
Cenneti alaya varabildin mi?
Elinde fermanın, yazın var mıdır?
NEVRUZU’yim der ki pişmeyen çiğdir
Aşkın badesini içmeyen çiğdir
Can ile serinden geçmeyen çiğdir
Yenecek lokmada tuzun var mıdır?
Bilindiği üzere Nevruza Bacımız, 1997 yılında, çok sevdiklerini yakından bildiğim değerli eşi Âşık Kul Semaî ile beraber, bir trafik kazasında hakka yürümüşlerdi. Şimdi o iki sevgilinin cennet bahçelerinde el ele dolaştıklarına tüm kalbimle inanıyorum.
Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin, Eğitim, Kültür, Sanat ve Edebiyat alanındaki yayın organı olan “KÜMBET” adlı sanat dergisinin çok değerli okurlarına bir şiirimi takdim ederek yazımı sonlandırmak istiyorum.
ARADIM
Bulamadım hiçbir yerde izini
Çayır, çimen, bağda, gülde aradım
Boşa yuttum gurbet elin tozunu
Dağ, taş, dere, tepe, yolda aradım
Başım aldım gurbet gurbet götürdüm
Ben canımı boşa yedim bitirdim
Leyla oldum, Mecnun’umu yitirdim
Stepte, sahrada, çölde aradım
Aşığın yüreği dardadır darda
Sözden caymak var mı er oğlu erde
Aslı için yanıp tutuşan nerde
Ateşte, narlarda, külde aradım
Dinleyin sesimi, duyun ahımı
Bir bilen olmadı benim ruhumu
Selbi’ye imrendim, yar Emrah’ımı
Van ile Erdiş’te, gölde aradım
Durup bir kararda kalamadım ki
Yerde, gökte, nerde bilemedim ki
SARICA aradım bulamadım ki
Yazık ki boşuna elde aradım
En son baktım da gönülde aradım. Buldum.
En derin sevgi ve saygılarımla, tüm canlara sağlık ve huzur dolu günler dilerim.