12662021_840944382680905_6842855599674419829_n

HAYAT HİKÂYESİ:

16 Ağustos 1925’te Azerbaycan’ın dağlık yerlerinden Şeki’de doğdu. Babasının adı Mahmut. Çocukluğunun ilk 9 senesi burada geçti. 9 yaşında iken Bakü’ye göçtüler. 1942’de Tıp Fakültesine kaydoldu, 2 ay sonra Filoloji fakültesine geçti. 1947 yılında Bakü Devlet Üniv. Filoloji Bölümü’nden mezun olup öğretim üyesi olarak ders verdi.
1964 yılında doktorasını tamamladı. Doktora tezinin adı: Samet Vurgun’un Hayat ve Yaradıcılığı
1980 yılında Azerbaycan İlimler Akademisi üyeliğine seçildi.
1960’lı yıllardan itibaren Azerbaycan Türklüğünün Komünist Rusların tasallutundan özgürleşmesi mücadelesine başladı.
İran ve Rusya tarafından ikiye bölünerek paylaşılan Azerbaycan topraklarının ve Azerbaycan Türklerinin birleşmesi, bütünleşmesi için mücadele verdi. Mesela bu bağlamda yazdığı 1959 tarihli “Gülistan Poyeması” isimli şiirinden dolayı 1962 yılında milliyetçilik suçlamasıyla 2 yıllığına üniversiteden uzaklaştırıldı. İki yıl boyunca onu takip ettiler. İşten uzaklaştırıldığı süre zarfında çok sıkıntı çekti.
Bu olaydan sonra daha ihtiyatlı olmaya çalıştı. Bu tür baskılar bütün SSCB’de oldu. Ama Türk halklarına daha çok baskı yapıldı. Bunun sebebi; Türk halk¬larının arkasında Türki-ye’yi görmelerinden ileri gelmektedir. Türkiye’ye olan yakınlığından ve dilimizin ortak olmasından dolayı Azerbaycan’a yapılan baskılar daha fazla olmuştur.
Sovyetler döneminde altmış kadar şiiri basıl¬madı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra onları ya-yınlattı. “Nağıl Hayat” adlı eserinde bu şiirlerini “Sandıktan Sesler” başlığı altında yayımlattı.
Komünist Rusların baskısı dolayısıyla bir çok eserini kaçak olarak yurt dışında yayınlattı.
1980-2000 yılları arasında 5 defa milletvekili seçildi.
1995 yılında Azerbaycan Türklüğünün hürriyeti için verdiği destansı mücadelesinden dolayı kendisine İstiklal nişanı verildi. Bugünkü Kuzey Azerbaycan’ın hürriyetine kavuşmasında Vahapzade’nin emeği çoktur. Üniversiteden 2001 yılında emekli oldu.
13 Şubat 2009 tarihinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü’deki evinde vefat etti.
Naaşı şair, edebiyatçı, bilim ve siyaset adamlarının mezarlarının bulunduğu Fahri Hıyaban’da defnedildi.
Turan’ın Aydın Şairi:
Vahabzade Azerbaycan’ın en önemli Halk Şairleri arasında yer alır.
Turan dünyasının, büyük Türklük âleminin gümbürdeyen, gürüldeyen, çağıldayan, haykıran, öfkelenen coşkun şairi, dağ duruşlu adam, bozkurt bakışlı dev aksakal, bir hayatın nasıl yaşanacağını, Allah’ın Türk’e verdiği hayat nimetinin nasıl kıymetlendirilerek verimli, dolu dolu yaşanabileceğini göstermiş örnek insandır.
Ruh, kalp, fikir beraberliğimiz devam ediyor. Onun şiirlerini okuyarak, mücadelesinin izini sürerek, kararlılık, azim, sebat, irade nümunesi kişiliğini örnek alarak onunla olan gönül beraberliğimizi sürdüreceğiz.
O bahtiyar adam, o dağ duruşlu yiğit, bir ulu çınar gibi komünist kasırgalara, uzun sınır boylarına, kalleş ve hain iç şebeleklere, Türk’ün ensesinde kene gibi duran kişiliksiz ayak bağlarına aldırmadan büyük ve kutlu bir davayı omuzlayacak kadar dev bir duruş sergiledi.
Saçlarını dağ rüzgârlarının taradığı o çelik bakışlı adam, ulu Türk birliği davasının kara sevdalı hamalıydı. Dünyanın her tarafına öbek öbek yayılmış Turan’ın öksüz evlatlarını derleyip toparlama derdinde şefkatli bir ata idi.
Dünyayı parsellemiş Rus ve Amerikan emperyalizminin pençesinde kıvranan Turan’ın mazlum boylarını birleştirip dünyanın dengesini tekrar kurma azmiyle dolaştı yeryüzünde. Önce Türk’ün büyük oymağı Türkiye Türklüğüne sevdalandı. Oğuz Türklüğünün bu tarih yorgunu Anadolu evlatlarını görmek, onlarla danışmak, bilişmek sevdasına kapıldı.
Dünya tarihini hallaç pamuğu gibi atan bu Türkiye Türklüğü, Turan’ın işaret fişeğinin atılacağı ana ata ocağıydı. Büyük hurûç harekâtı buradan olacaktı. Dünya çapında bir hadise yapacak olan büyük Turan birliğinin kutlu yürüyüşü buradan başlayacaktı. O, buna inandı, bunu derinden hissetti ve son nefesine kadar büyük Türk birliğinin derdiyle yandı. O bizim bilge aksakalımızdı. Öğretmenimizdi, vekilimizdi, şairimizdi, kavgamıza adanmış bir serdengeçtimizdi.
Şiiri Soylu Bir Bayrak Yapan Dava Şairi:
Vahapzade, özelde Azerbaycan Türklüğünün, genelde ise bütün Turan Türklüğünün sorunlarını, dertlerini, acılarını, beklentilerini, hayal ve umutlarını dillendiren bir dava şairidir.
Şiiri, fildişi kulesinden alıp kavga meydanına, er meydanına, millet meclisine, sokaklara taşımıştır. O, şiiri hassas bireysel duygulanımların titrek bir ifade alanı olarak görmemiş; Türk davasının gür, tok, sert, kararlı, azimli bir sesine dönüştürmüştür. O, bir bakıma bizim Mehmet Âkif’imizdir, Necip Fazıl’ımızdır, Arif Nihat Asya’mızdır, Yavuz Bülent Bakiler’imizdir. Şiir anlayışını ve şiirinin içeriğini kendisi şöyle açıklıyor:
“Halkımın 180 yıl Rus emperyalizminin yumruğu altında çektiği çileler, azap ve üzüntülerdir elime kalem verip beni şair eden. İşte bu nedenle aynı yumruk, baskı altında benim yazdığım şiirlerime bir manalı, yüzden bakan okuyucu, mısralarımın kendisini değil de onun sırtında saklanan anlamı arayıp bulmalıdır. (…) Hani ben bu zavallı halkın evladı olduğumdan onun dertlerini yakınıyor, onun çilelerini yazıyor, onun güç durumunu yansıtıyordum. Allah hiçbir milleti başka milletin kölesi etmesin.”
Şiiriyle Özdeşleşen Mücadele Adamı:
Bahtiyar Vahapzade, hayatı boyunca sadece soyut düzeyde kalan pasif bir şair olmadı. Aynı zamanda olması gerektiğine inandığı zaman ve zeminde fiilî mücadele alanında da gözünü kırpmadan yerini alan mücahit bir Turancı idi. Mücadele meydanına atılırken hiçbir şahsî endişe taşımadı. Hep milletinin, Türklüğün selametini düşündü.
Bu bağlamda Sovyet Rusya emperyalizmine karşı Azad Azerbaycan Devleti davası adına büyük bir mücadele ortaya koymuştur. Millet Meclisinde bir mebus olarak da gereken siyasi mücadelede yerini almıştır.
Millî Birlik ve Beraberlik Mistiği:
Milletlerin çıkardığı büyük adamlar, büyük fikir adamları, büyük şairler, büyük düşünürler, büyük mücadele adamları, kısır siyasi çekişmelerle uğraşmazlar. Fotoğrafın tamamını görürler ve gözlerini ufka dikerler. Bir ülkede millî birlik ve beraberlik her şeyden önemlidir. Falan parti, filan parti meselesi küçük adamların işidir. Bahtiyar Vahapzâde’yi bu bağlamda ufku geniş bir Türk devlet adamı vasfıyla da tanıyoruz. 1990’lı yıllarda ülkesinin Sovyet Rus emperyalizminden kurtuluşu ve bağımsızlığa kavuşması sıralarında neler yapılması gerektiği konusunda şunları söylüyor:
“Savaşa giden ülkede herkes bir olmalıdır. Ben öyle tahmin ediyorum ki savaşan ülkenin bir partisi, bir maksadı, bir cephesi olmalıdır. O da topraklarımıza göz diken düşmanları mağlup etmek, topraklarımızdan kovmak. Buna nail olmadan meydana çıkan her bir fikir ayrılığının aleyhineyim. Rus sömürgesi, Ermeni maşasını kullanarak bizimle savaşıyor. İstiklalimizin tehlikede olduğunu anlamalıyız.”
Bahtiyar Vahapzade, ömrü boyunca düşmanların ayrıştırıcı, bölücü çalışmalarına karşı bütün Türklerin birlik hâlinde olması gereği üzerinde durmuş, hep bu dava için uğraşmıştır. Nitekim bir şiirinde şöyle der:

“Ya Rabbim, akıl ver, kemal ver bize
Çoktan unutmuşuz düşmanımızı
Düşman kesilmişiz birbirimize.
Yol bir olmalıdır, akide birse
Birçok tarikata ayrılmışız biz.
Ailede ikilik çekişmedirse
Millette ikilik felaketimiz!”

“İki Devlet, Bir millet” Ülküsü: Türkiye ve Azerbaycan Türklüğü Kardeşliği:
Ziya Gökalp’in önce Türkiyecilik, sonra Oğuzculuk, Türkmencilik, uzak hedef olarak da Turancılık fikrinin izinden giden Bahtiyar Vahapzade,bu idealinin önce Türkiye-Azerbaycan birliğiyle başlayacağına inanıyordu. Türkiye sevdasına kapılan Turan önderi, bu inançla Turan’ın ilk birliğinin Türkiye-Azerbaycan birliğiyle başlamasını arzu etti. Bu olursa, gerisi çorap söküğü gibi gelecekti. İlk adım önemliydi. ”İki devlet, bir millet” davası, Turan çocuklarının hayallerinin ilk büyük esintisiydi. Dağ duruşlu Bahtiyar ata, bu esintiyi şöyle dile döktü:

AZERBAYCAN – TÜRKİYE

Bir ananın iki oğlu,
Bir çınarın iki kolu
O da ulu, bu da ulu
Azerbaycan – Türkiye

Dinimiz bir, dilimiz bir
Ayımız bir, ilimiz bir,
Aşkımız bir, yolumuz bir
Azerbaycan – Türkiye

Bir milletiz, iki devlet
Aynı arzu, aynı niyet
Her ikisi Cumhuriyet
Azerbaycan – Türkiye

Birdir bizim her hâlimiz
Sevincimiz, melalimiz
Bayraklarda hilâlimiz
Azerbaycan – Türkiye

Ana yurtta yuva kurdum
Ata yurda gönül verdim
Ana yurdum, Ata yurdum
Azerbaycan – Türkiye

Türkiye ile Azerbaycan arasında her anlamda tam bir birlik, kardeşlik, dayanışma olması gereğinin üzerine çokça vurgu yapan Türk’ün ortak şuuru büyük şair, 1918’de, Türkiye Türklüğünün Azerî Türklüğüne olan kardeşçe, samimi, büyük ve duygulandırıcı yardımı üzerine bir şiir yazar. 1918’de Türk ordusu Ermeni işgaline maruz kalan Azerbaycan halkının yardımına gelir. Destan yazan Türk ordusunun neferlerinden birisi Şamahı civarında yaralanır ve şehit düşer. Yaralandığında yardımına gelen köylülere “eğer ben ölürsem beni yaralı olarak bulduğunuz yere defn edin” diye vasiyette bulunur ve asker yaralandığı yere defn edilir. İşte şairimiz Bahtiyar Vahapzade, bu olayla ilgili olarak şu şiiri yazar:

TENHA MEZAR

Yolun kenarında tenha bir mezar
Üstünde ne adı, ne soyadı var.
Yolcu, arabayı durdur bu yerde
Bir sor, kimdir yatan tenha kabirde?

O bir Türk askeri, kahraman, metin!
O öz kardeşine yardıma geldi.
Kurşuna dizilen milletimizin,
Haklı savaşına yardıma geldi.

Uzaktan ses verip senin sesine
Geldi, o dönmedi öz ülkesine.
Düşman saflarını o, soldan sağa,
Biçti, dostlarıyla cepheyi yardı.
Toprağın yolunda düştü toprağa,
Senin toprağını sana kaytardı.(geri aldı)

Kendi koruduğu, hem can verdiği
Yolun kenarında defn edildi o.
Uğrunda canını kurban verdiği
Toprağı kendine vatan bildi o.

Yolcu, arabanı bu yerde eğle.
O mezar önünde sen ta’zim eyle
Secde kıl, dua et onun ruhuna,
Ayak bastığın yer borçludur ona

Türkiye Merkezli Büyük Turan Birliği Davası:

Bahtiyar Vahapzade’yi büyük ve sahih Türk aydını yapan düşüncelerinden en önemlisi, duygusal davranmayarak, küçük hesapları bir tarafa bırakarak, bencilliği bir kenara koyarak olanca samimiyetiyle Türkiye merkezli büyük bir Turan birliği idealine samimi olarak inanmış olması ve bunu bütün Türk boylarına da teklif etmesidir:
“Kendini beğenmemek, Batının karşısında eğilip onu körü körüne taklit etmek, kendi millî değerlerini unutmak, her zaman biz Türklere pahalıya mal olmuştur. Yıllardır Türkiye Avrupa Birliği’ne girmek için kapılar çalıyor, az kalsın yakarıyor, onlarsa vaad ediyor, fakat aslında kuyu kazıyorlar. Bence Türkiye, yüzünü Batıya değil kendi kardeşlerine, yani doğuya çevirmelidir.”
“Tek arzum yirmi birinci yüzyılda Türkiye’nin dünya muvazenesinde (dengesinde) sözü geçen, dünyanın en güçlü devleti olmasıdır (…) Ey Allah’ım! Sen Türkiye’nin geçmişteki kudretini ve azametini geri ver.” duası bu samimiyetini ortaya koyar.
Uzağa düşmüş, uzağa düşürülmüş Türk kardeşlerini görmek heyecanıyla Türkiye’ye 1961 yılında gelişini kutsal bir hac heyecanıyla şöyle anlatıyor Bahtiyar Muallim:
“Dedemin, babamın ve amcalarımın ağzından Türkiye hiç düşmezdi. Ben şimdi soyumdan gelen arzuların hayallerin ülkesi olan Türkiye’ye gidiyorum. Sabah erkenden kalkıp tıraş oldum. Otuz beş yıldır hasretini çektiğim, ismini zaman zaman andığımda bütün bedenimi titreten, koluma kuvvet, ayağıma takat, gözlerime ışık veren bir şehre, İstanbul’a gidiyorum. Ümitlerim, bayrağım, kaybettiğim tarihim, geçmişim, ana dilim, şerefim hepsi sendedir; önünde boyun eğdiğim, zorla elimden alınan adımın sahibi, namusumun, izzet ve şerefimin koruyucusu, gören gözüm, vuran kolum, düşünen beynim, yardımcım, dayanağım sensin.
Kamaranın penceresinden bakıyorum uzakta fener yanıp sönüyor. Allah’ım! İlk defa Türk ışığı görüyorum. O ışıkta benim arzularım yanıyor. Ey fener, sen sana tarih boyu düşman olan bir milletin gemisine yol gösteriyorsun. O geminin içinde sana can vermeye hazır birisi var.”
(…) Ben sana kurban olayım. Ey Benim Cumhuriyetim! Ey benim benden uzak vatanım! Benim için yanan ve bana elini uzatamayan vatanım! İzin belgesinin üzerindeki mührü döne döne öpüyorum. Otuz beş yıldır vesikamın üzerinde Rus dilinde yazılı ifadeler vardı, ilk defa şimdi kendi dilimde yazılı bir ibare var kimliğimde. Ömründe sadece on saat benim kim olduğumu gösteren vesika ise ilk defa kendi dilimdeydi. Ben ancak şimdi ben oldum.”
(…) “Nihayet İstanbul’a ayağımı basıyorum. Bu mukaddes toprağı eğilip öpmek istiyorum. Ama yol boyunca beni takip eden ajanlardan korkuyorum. Yan, ama öyle yan ki, alevin gözükmesin. İstanbul’da topu topu on saat kaldık. Şehri gezdik. İnsanlarla konuşmak istiyorum. Hâl hatırlarını sorup onların kalbine yol bulup girmek istiyorum. Ancak onların bana meyli yok.”
Vahapzade, Türkiye merkezli Turan birliği düşüncesini 21-25 Mart 1993’te Antalya’da yapılan Türk Devlet ve Toplulukları, Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı’nda yaptığı konuşmada şöyle dile getirdi:
“Bugün Kurultayımızı yaptığımız Türkiye’yi dünya Türklüğünün merkezi biliyor, başkenti sayıyoruz.”
Bahtiyar Vahapzade, gözünü geçmişimizin uzak çağlarına dikmiş ütopist bir Turancı değil; tam tersine ayağını içinde yaşadığı zamana basıp gözünü geleceğe diken gerçekçi bir millet mistiğidir. Türkiye Türklüğüne dair duygulanımlarını ve izlenimlerini yazdığı bir şiirinde bizim ne olduğumuzu, ne olmamız gerektiğini ve ne olacağımızı çok gerçekçi ve sahih bir çerçeve içinde şöyle ortaya koyuyor:

İSTANBUL

Bugün bir ayağı Avrupa’dadır.
Bir ayağı Asya’da
Türk’ün.
Kulaklarında motor sesi,
Dilinde Kur’an sesi,
Türk’ün.

Zaman onu dillendirir,
Asrın ahengine ses verir,
Düşünüp derinden
Ancak babası çeker eteklerinden,
Çırpınır şehir
İkilik içinde.
Düğüm düğüm olmuş fikirler
Asrın keşmekeşinde.

Bir şehirde buluşur
İki dünya, iki âlem.
Bulacaktır eminim,
Türk oğlu Hak yolunu.
O, şimdilik seyreder
Sağını,
Solunu…
Yüreği şark yüreği,

Aklı Garp aklıdır
Türk’ün
Bu tezattan sinesi dağlıdır.
Türk’ün.”
Burada Türkiye Türklüğünün bir ayağının Avrupa’da, kulağının motor sesinde olması, asrın ahengine ses vermesi, aklının garp aklı olması gibi imgelerle aslında bizim iki boyutlu hâlimizi yani hem şuursuzca batılılaşma maceramızı hem de bilimde ve teknikte zamanın ve dünyanın gidişatından geri kalmak istemeyişimizi çok güçlü bir vurgu ile ortaya koymaktadır. Diğer yandan bir ayağımızın Asya’da oluşu, dilimizde Kur’an sesinin bulunuşu, yüreğimizin Şark yüreği oluşu gibi imgeler de yine bizim duygu, kültür, inanç, yaşama biçimi bakımından geleneğe ve İslam’a bağlı yanımızı ifade etmektedir. Yalnız tespit ettiği bir gerçek var ki o da akıl ve kalp, ilim ve bilim, kültür ve teknik, dünya ve ahiret, din ve hayat gibi alanlarda gerekli olan ahengi, uyumu uygun şekilde ayarlayamamış olmamız. Ama şair, bunun da zamanla rayına oturacağı kanaatindedir.
DEVAM EDECEK…