TOSAYAD

ÜTOPYANIN GERÇEĞE DÖNÜŞMESİ: HAYATA GEÇİRİLEBİLİR BİR TURAN PROJESİ

1. Kültürel Ortak Zemin İnşası
Vahapzade, samimi ve gerçekçi bir Turan projesinin umdelerini ortaya koydu. Bahtiyar Vahapzade, duygu ve heyecanıyla nasıl coşkun bir Turancı idiyse, fikirleriyle ve bilgi birikimiyle, gerçekçi aklıyla o oranda tatbikat ve eylem Turancısıdır. Büyük Turan birliğinin ilk adımının ortak bir kültürel zemin inşasıyla mümkün olacağı kanaatindedir ki bu, son derece doğru bir düşüncedir. Turan’ın uzak düşmüş çocukları, önce aynı gönül diliyle konuşabilmelidir. Bu da kültür birliğiyle mümkündür. Kültür birliğini oluşturan temel unsurlar ise şunlardır:

a. Dil Birliği

Kültür birliği, dil birliğine bağlıdır. Bütün Türklerin ortak bir anlaşma Türkçesi olmalıdır. Dil birliği, bugün bizim cesaretle üzerine gitmemiz gereken bir konudur. Yıllar boyu emperyalist Ruslar, değişik Türk boylarının aslında birer lehçe olan Türkçelerini farklı diller gibi göstermeye ve bunları farklı birer dil olarak kurumsallaştırmaya çalışmış. Ama Turan’ın bugünkü evlatları Türkçelerini birleştirmek, anlaşabileceği, danışabileceği ortak bir dil zemini oluşturmak zorundadır. Türklerin birbirleriyle anlaşamamasını büyük bir acıyla şöyle eleştirir:
“Bugün ortak atalarımız olan Göktürklerin çadırını hatırlatan bu muhteşem çadırın altında toplanan bizler, yani Özbek, Kırgız, Kazak, Tatar, Başkurt, Azeri, Türkmen, Kumuk, Altay, Nogay, Saka Türkleri birbirimizden o kadar ayrı düşmüşüz ki bir olan atalarımızın diliyle konuşamıyor, yalnız Rusça aracılığıyla anlaşıyoruz.
Ben bunu büyük bir felaket sayıyor ve bu felaketi ortadan kaldırmak için tek bir yol görüyorum. Yavaş yavaş ortak dile doğru yürümek. Elbette bu, bir yılın, beş yılın, on yılın işi değil. Bu yüce maksada ayrı ayrı ilimlerin ortak terminolojisini kurmakla başlamalıyız, düşüncesindeyim. Arzu ediyorum ki bizim torunlarımız ve onların çocukları bizim gibi birbirleriyle Rusça veya başka bir dille değil, ortak Türk diliyle anlaşsınlar.”
Bahtiyar Vahapzade, dille ilgili olarak son derece yerinde ve gerçekçi bir teklif sunmaktadır:
“Bence, Türk dünyası edebiyatçıları arasındaki münasebeti geliştirmek ve Türk edebiyatını daha da güçlendirmek için ortak dile muhtacız. Bir Kırgız ile Azeri’nin konuştuğu Türkçede farklılıklar vardır. Bizimle Türkiye’deki Türklerin arasında dil problemi yok. Amma Kırgızla Kazakla var… Ben arzu ederim ki Türkler arasında dil uçurumu olmasın.”
“Aydınlarımız şimdiden çalışmaya başlamalılar. Azerbaycan Türkü, Türkiye’de bugün konuşulan bazı kelimeleri anlamakta zorluk çekiyor. İlim adamlarımız ortak dil hususunda çalışmalar başlatırken, diğer taraftan kullandığımız ortak kelimeler dilden atılıyor. Azerbaycan’da “okul” kelimesini bilen çok azdır. Bunun yerine niçin “mektep” kelimesi kullanmıyoruz. Bunlar önemli meseleler. Mektebe, muallime dönmeli. Benim atam mektep demiş, okul dememiş.
Bu alanda yapılabilecek bir diğer çalışma da ortak dil projesidir. Ortak bir lügat (sözlük) hazırlanmalıdır. Türklerin kullandıkları ortak kelimelerin işlerliği artırılmalıdır. Biz bugün Azerbaycan Türkçesinde “dilekçe” yerine “eriza” kelimesini kullanıyoruz. Bu güzel bir kelime değil. Bu kelimenin yerine dilekçe kullanılmalıdır.
Aynı şekilde size yabancı dilden geçmiş “anahtar” kelimesi var. Bizde bunun karşılığı “açar” kelimesidir. Özbeklerin, Kırgızların ve Kazakların kullandığı bu kelime niçin bütün Türk dillerinde ortak olmasın? Bu mesele bir iki yılın işi değil. Biz bunu şimdiden başlatmazsak, gelecek nesil bizim yüzümüze tükürecek.”
Bahtiyar Vahapzade, ortak bir iletişim dili olarak Türkçe davası güderken Türkiye Türkçesinin yozlaşmasına, bozulmasına, yabancılaşmasına da haklı olarak feveran ediyor. Türkiye Türklerinin dillerine, kültürlerine sahip çıkmaması, yabancı hayranlığı gibi çürümeye isyan ediyor ve bizi uyarıyor:
“Anadolu Türkleri, tarihin hiçbir döneminde hiçbir halkın kölesi olmamıştır. Eğer bu bir gerçekse, peki neden büyük imparatorluklar kurmuş Anadolu Türkleri, bugün kendi millî varlıklarına düşman kesilmiş; bülbül nağmesine benzeyen Türk dilinin bekâretini bozuyor, ona baskı yapıyor? Türkçeyle klasik eserler ortaya koyan Nesimî, Nevaî, Mahdumkulu, Fuzulî, Sabir ve Mehmet Âkiflere bu dil uydu da, şimdi bize uymuyor mu? Niçin kendi kendimize kelimeler uyduruyoruz? Kim bu hakkı bize vermiş? Dilin sahibi bireyler değil, millettir.
Bağımsız Türk Cumhuriyetleri kurulduktan sonra bir taraftan yavaş yavaş ortak dile gitmeyi düşünüyoruz, diğer taraftan ise siz Türkiye Türkleri, hepimiz için ortak pek çok kelimeyi dilinizden kovuyor, uyduruk sözler üretiyor, aramızda uçurum yapıyorsunuz. Bunu nasıl anlayalım? İşte benim hayretimin sebebi budur.
Sizin yazdığınız gibi ben de Ankara’nın, İstanbul’un sokaklarından geçtiğim zaman, bu şehirlerin Londra mı, New York mu, yoksa İstanbul mu olduğunu anlayamıyorum. Reklamlar, dükkânların ve bazı idarelerin adları, hatta uçakların üzerinde “Türk Hava Yolları” yerine “Turkish Airlines” yazılıyor. Türk Hava Yolları’nın dergisinin adı “Skylife”. İşte ben buna hayret ediyorum.
Bundan başka bir de Türkiye’deki eğitimin İngilizceleşmesi beni üzüyor.”
Vahapzade dilimizin ortak; bunun adının da “Türk dili” olduğunu vurgulu olarak belirtir. Nitekim “Artık Zile Döndü Zincirin Sesi” adlı şiirinde şöyle der:
“Yaşadık hasretle yüz seksen yılı
Yoksa ters dönmekte bu çarh-ı devran?
Yurdum Azerbaycan, dilim Türk dili
Diyen bal kokulu diline kurban”

Burada dikkat edilsin, “dilim Azerice” ya da “Azerbaycanca” filan demiyor; “Türk dili” diyor. Emperyalistler Türkleri bölmek, parçalamak, birleşmelerini engellemek için Azerice, Kırgızca, Özbekçe gibi adlar altında Türkçeyi parçalıyorlar. Bunları sanki başka başka dillermiş gibi sunuyorlar. Vahapzade, şiir ve yazılarıyla bu emperyalist oyunun farkına varmış şuurlu bir Türk aydını olduğunu gösteriyor.
Azerbaycan halkının konuştuğu dile “Azerbaycan Türkçesi” mi, “Azerbaycan dili” mi, yoksa “Türk dili” mi denmeli şeklindeki bir tartışma konusunda Vahapzade, Türk millet birliği şuurunda bir aydın olarak şöyle der:
“Bu tartışma Cumhurbaşkanının ya¬nında olmuştu. Tartışmaya Aliyev de katılmıştı. O, dilimize “Azerbaycan dili”, milletimize de “Azerbaycan¬lı” denmesini istiyordu. Tartışmada ben, Anar ve Rüstemhanlı bizim dilimiz “Türkçe”dir, fikrini savunmuş¬tuk. Bunu kabul etmeseniz ikinci bir teklif olarak da milletimiz, “Azerî Türkü”, dilimiz ise “Azerbaycan Türkçesi” olsun şeklinde bir alternatif sunmuştuk.
Sonuç¬ta %95’i milletimiz “Azerbaycanlı”, dilimiz, “Azerbay¬can dili” fikrini kabul etti. Bu kararın siyasî yönü ağır¬lık basmaktadır. Azerbaycan’da değişik milletler bu¬lunmaktadır. Biz Azerbaycanlı dersek onlar da aynı terimi kullanacaklar, biz Türk alternatifini kabul edersek bu defa diğer milletlerin milliyetleri de ön plana çıkacaktı.”

b. Sanat-Edebiyat Birliği
Ortak bir anlaşma, danışma, bilişme, görüşme Türkçesi inşa ettikten sonra ortak bir sanat anlayışı içinde duyarlıklarımızı, bakış açılarımızı, dünyayı, hayatı, olayları, zamanı, mekânı yorumlama biçimlerimizi de birleştirmemiz lazımdır. Bu bağlamda sanat, edebiyat birliği son derece önemlidir. Nitekim büyük Türk şairi, bu konuda şu eleştiri ve teklifleri yapıyor:
“Türkiye’de yılda 20 oyun oynanıyorsa 18’i muhakkak yabancı oluyor. Alman, Fransız, Rus… Buna çok hayret ediyorum. Her defasında Çehov’a müracaat edilirken niye kültür adamlarının akıllarına Ahundzade’nin eserleri de gelmiyor, niye Cafer Cabbarlı’nın eserleri de İstanbul’da, Ankara’da oynanmıyor? Bizi de tanısınlar, görsünler… Bizim eserlerimiz ne düzeydedir, biz nelerle yaşıyoruz, psikolojimiz, gülmemiz, ağlamamız nedir, bir görsünler. Kardeşlik budur. Kendimizi tanımaktan, idrak etmekten bu kadar kaçılır mı? “
“Ortak dil olduğunda her türlü kültürel münasebetler geliştirilebilir. Mesela Azerbaycan’ın tiyatrosu gelsin Ankara’da, İstanbul’da oyun sergilesin. Türkiye’nin tiyatroları da Bakü’ye, Taşkent’e, Bişkek’e gelsin… Bu kültür alâkaları çok önemli. Türk dünyası arasında büyük bir güç oluşturur.”
“Hem Anadolu Türkleri, hem de Azerbaycan Türkleri ilişkilerimizin daha sık olmasını arzu ediyorlar. Aydınlarımız bu konuda daha istekli görünüyorlar. Maalesef ilişkilerimiz yeterli düzeyde değil. Bu ilişkiler, devlet nezdinde olmalı. Siz benim şiirlerimi Türkiye Türkçesine çeviriyorsunuz, bunu bizim devlet bazında yapmamız gerekir.
Biz sizin edebî verimlerinizi Azerbaycan Türkçesi’ne, siz de bizim eserlerimizi Türkiye Türkçesi’ne aktarmalısı¬nız. Türk tiyatroları buraya gelmeli, bizim tiyatrola¬rımız Türkiye’ye gitmeli. Her şey kültürle olur. Kül¬türel yakınlık olmadıktan sonra hiçbir şeyin gerçek¬leşmesi mümkün değil. Ben, Cumhurbaşkanı Sü¬leyman Demirel’e merkezin Ankara olacağı “Türk Dünyası Akademisi”nin kurulmasını teklif ettim. Açılacak olan bu araştırma merkezinde bütün Türk dünyasındaki akademisyenler çalışmalıdır.(…)
“Ayrıca Azerbaycan Edebiyat Tarihi olmalı. Umumî Türk Edebiyat Tarihi yazılmalıdır. Bunun yanında Genel Türk Sanat Tarihi, Umumî Türk Tarihi kaleme alınmalıdır. Bunlara Türkiye’nin ön ayak olması gerekir.
Azerbaycan’da millet kendi tarihini bilmiyor. Bu konuda kitaplar hazırlanmalı. Anado¬lu Türkü’ne olan sevgiyi artıracak çalışmalar yapıl¬malı. Anadolu insanı Azerbaycan halkına tanıtılma¬lıdır. Bu bağlamda Türk edebiyatları, (Özbek, Türk¬men, Kazak, Tatar) birlikte hazırlanıp okullarda okutulmalıdır.”
Kültür, sanat, edebiyat birliğinin sağlanabilmesi için Vahapzade, Türk tarihinin köklü kültürel değerlerinin öğrenilmesinin zaruretine işaret eder. Şöyle der:
“Millî karakter öğrenilmeden millî unsurları açıklamak çok zordur. Bununla birlikte tavsiyem nedir? Önce asırlar boyu örf ve âdetlerimizi yeniden canlandırmak. Eski Türk yazılarını (Orhun Yenisey) derinden öğrenmek.”
Bahtiyar Vahapzade, bütün dünya Türkleri arasında eskiden edebiyat birliği olduğuna dikkat çekerek köken birliğini sağlam bir dayanak olarak alıyor. Bu konuda şunları söylüyor:
“Bizim geçmişte umumî (genel) edebiyatımız vardı. Vahit (birleşik) bir Türk edebiyatı vardı geçmişte. Ama zamanla bizi birbirimizden uzaklaştırdılar. 3-5 yıl içinde inşallah geçmişteki bu birlikteliğimizi tekrar sağlayacağız. Biz Latin alfabesini de birleştirici bir unsur olarak görüyoruz. Aslında biz Latin alfabesini sizden daha önceleri kabul etmişiz. 1926’dan 1939’a kadar biz de Latin alfabesini kullandık. Bizi birbirimizden ayırmak için Ruslar, 1939 senesinde bizi Kiril alfabesini kullanmaya zorladılar. Şimdi tekrar Latin alfabesine döndük. Dua ediyorum ki Tatarlar, Kırgızlar, Özbekler ve diğer Türkler de Latin alfabesine dönsün. Çünkü bizim birliğimizin esası alfabe birliğindedir.”

c. Din Birliği
Bahtiyar Vahapzade, Türklerin neredeyse hemen hemen tamamının Müslüman olması gerçeğinden hareketle, büyük Türk birliğinin yani Turan’ın hamurunun, mayasının da İslam olması konusunda hassastır. Bu hususun önemini de müdriktir. Nitekim bir hatırasını şöyle nakleder:
“1979 yılındaki Türkiye ziyaretim ayrı bir öneme sahip. Dedeman Oteli’nde kalıyordum. Ramazan ayıydı. Sabah ezanıyla uyanmıştım. İstanbul’un semalarında sabahın sessizliğini bozan, gökleri yankılayan bir ses… O sesi en son, 4 yaşında işitmiştim. Aradan yıllar geçtikten sonra bu sesi, özlemini iliklerimde hissettiğim güzel Türkiye’mde dinlemek nasip olmuştu. Ezanların biri başlıyor, biri bitiyordu. Bir taraftan ağlıyordum, bir taraftan da “Allah Ekber” şiirini yazdım.”
Vahapzade, İslam ortak paydasında bütün Türklerin bir araya gelerek Turan milleti olmasının öneminin o kadar farkındadır ki, kendi ülkesindeki gençlerin misyonerler tarafından Hristiyanlaştırılması çabalarına şiddetle tepki duymaktadır. Şöyle der:
“Azerbaycanlı gençlerin durumu kötü. İşsizlik var. Hristiyan misyonerler ortada faaliyetteler. Gençlerimize para verip kandırmaya çalışıyor. Azerbaycan’da bir Hıristiyanlaştırma girişimleri var, özellikle de İsrail’in… Önlemek için çalışıyoruz.”
Vahapzade, büyük Türk milletinin kültürel dokusunun mutlaka İslam’la yoğrulması gerektiği inancındadır. Türklük ancak Müslümanlıkla ayakta durabilir. İslam olmadan Türk’ün bir manası yoktur. İslamlıkla Türklük ilişkisi konusunda şöyle der:
“Aynı zamanda Türk’ü İslamiyet’ten ayırmak olmaz. Çünkü 10 asırdır İslam’a bayraktarlık eden Türk olmuştur. Türk medeniyeti umum İslam medeniyetinden ayrılamaz. Umum İslam medeniyetinin içerisinde Türk’ün çok büyük payı vardır.”
Vahapzade, Türk-İslam davasını benimsemiş şuurlu bir Müslüman Türk’tür. Müslümanlık ve Türklük bizim iki temel değerimizdir. Nitekim 1999’da yazdığı bir şiirinde şöyle der:
“Bizi indirdiler göklerden yere
Döndür tarihimin altın çağını,
İlahî, hükmünle kaldır göklere
İslam bayrağını, Türk bayrağını”

ç. Milliyet ve Ülkü Birliği
Büyük Türk birliğinin gerçekleşebilmesi için Vahapzade, bütün Dünya Türklerinin, bütün Türk boylarının öncelikle kendilerini “Türk” olarak bilmeleri, bu ortak ve genel milliyet şuuruna ermeleri gereği üzerinde duruyor ve bunu önemsiyor. Ona göre bizim ortak kimliğimiz “Türk” olmaktır. Ülkü birliğimizin de “Turan” olduğunu söyleyerek bütün Türklerin elbette Turancı olması gereğine inanıyor ve bu ülkü birliğini bütün dünya Türklüğüne bilinçle telkin ediyor. Nitekim “Doğru” adlı şiirinde şöyle diyor:
“Açıp kol kanadımı
Yücelttim Türk adımı.
Ben öz dilek atımı
Sürdüm Turan’a doğru.”

Gerek Türkistan’da gerek Türkiye’de Türklere ortak millî kimlik adlarının Türk olduğunun unutturulması projeleri yüzyıllardır sürdürülegelmektedir. Emperyalistler, Türk’ün milliyetini unutturarak onun mankurtlaştırılabilmesi ve kozmopolit bir sürü hâlinde güdülebilmesi yani kolayca sömürülebilmesi için önce milliyetinin yok edilmesi gereğinin farkına varmışlardır.
Emperyalizmin temel politikası şudur: Her şeyden önce Türk, “Türk’üm” demeye utanacak, milliyetini inkâr edip reddedecek. İkincisi Amerika Birleşik Devletleri olacak, Avrupa Birliği olacak, şu birliği olacak, bu birliği olacak ama zinhar Türk birliği yani Turan olmayacak. Uzun yıllar Rus emperyalizmi, Türkistan Türklerine Türklüklerini unutturmaya çalıştı.
Şimdilerde de Türkiye’mizde Batı emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileri, Türkiye Türklerine Türk’üm demeyi utanılacak bir şey gibi sunuyor. Her Allahın günü 36 tane etnik köken adının sayılması, bu etnik ırkçılığın kutsallaştırılması demokrasi; ama Türk’üm demek ırkçılık oluyor, faşizm oluyor bilmem ne oluyor.
Maalesef bu yoğun emperyalist propaganda bugün bir hayli etkili olmuştur. Öz be öz Türk evladı Türk’üm demekten utanmaktadır. Onun yerine Türkiyeliyim filan demeye başlamıştır.
İşte Vahapzade, bu emperyalist zihniyetle mücadele etmiş; Türklük ve Turan bilinci üzerine yoğunlaşmıştır.
Vahapzade, emperyalistlerin Türk milletinin Türklük bilincini yok etme çalışmalarıyla ilgili olarak şiddetli bir tepki gösterir:
“Müstemleke zinciri boğazımıza dolandığı günden bu yana bizi Türklükten dolayısıyla kökümüzden koparmak için Tatar, Fars, Midyalı ya da Arnavut diye adlandırıyorlardı. 1918 yılında bağımsızlığımızı kazandık ve önderimiz M. E. Resulzade vasıtasıyla tarihî gerçekler yerine oturdu. Fakat 30’lu yılların sonlarında Stalin, Mikoyan rejimi Türklüğümüze, adımıza, soyumuza yeniden el uzattı. Bizi kökümüzden koparmak için Türkçe isme ve Türk sözüne yasak getirdiler.
Herkese yapmacıktan Azerbaycanlı mührü vurdular. Hayvan eğilip su içtiği ırmağın kaynağını bilemez. Aynı şekilde hangi ırmaktan su içtiğini bilmeyen millet de millet olamaz. Tarih boyunca bu millete hiçbir kuvvet Türklüğünü unutturamamış, unutturamayacak da. Nihal Atsız, Bozkurtların ölümünü ve dirilişini konu alan eserinde Türk soyunu ne güzel işleyerek ebedîleştirmiştir.”

2. Ortak Bilimsel Zemin İnşası ve Özgün Türk Bilimi İhdası
Dünya Türklüğü kültür, sanat, duygu birliğine dayalı ortak bir altyapı inşasının yanında ayrıca Türk bilim adamlarının birlikte çalışmalar yapmasının da Turan’ın gerçekleşme zeminine döşenmiş önemli bir yapı taşı olduğu inancındadır. Vahapzade, ortak bir Türk Dünyası Akademisinin kurulmasının zaruretine inanır ve buraya bütün Türk dünyasından ilim adamlarının dahil olmasını ister. Şöyle der:
“Bütün kardeş ülkelerin istifade edeceği ve merkezi Türkiye’de olan bir “Türk Dünyası Akademisi” kurulmalı. Orada fen bilimlerinin yanı sıra tarihçi ve edebiyatçı olmalıdır. Ortak bir terminoloji merkezi olmalıdır. Niye bizim de dünyaca tanınan âlimlerimiz, düşünürlerimiz olmasın?”
“Fizik sahasında Azerbaycan’da büyük âlimler var. Bu ilim adamlarıyla Türk fizikçiler beraber çalışmalı. Bu çalışmaların merkezi Ankara olmalıdır. Yılda birkaç kez akademisyenler toplanıp, ortak çalışmalar yapmalılar.”
Koca Türk Vahapzade, bilim ve teknolojide de kendimize özgü, millî ruhumuzu yansıtan bir bilim ve teknoloji politikası geliştirmemiz gereğine işaret eder ve şöyle der:
“Benim Türkiye’den istediğim şu: Türkiye kendine benzer kendi bilgisayarını, kendi otomobilini, kendi füzesini yapsın. Batı’nın tekniğini olduğu gibi almasın. Bu, büyük bir milleti taklitçiliğe götürür.
Tekrar eğitimin yabancılaştırılmasına dönelim. Sizin şu görüşünüze de kalbimle katılıyorum: “Bilim ve teknik yöntemleri evrenseldir… Türkiye’nin de kendi bilim ve tekniğini geliştirmesi, kendi amaç ve gayelerinden sapmaması gerekmektedir. Eğitimi başka dilde yaptıran, gençlerinin düşünme kabiliyetlerini her gün bu şekilde kirleten, her gün onlara sömürge evladı ruhu, acenta kafalılık ve aşağılık duygusu aşılayan bir ülke bunu yapamaz. Gereken yabancı diller, her yerde olduğu gibi ayrıca öğrenilebilir. Ama kendi dilini kaldırıp atmak, gafletlerin en büyüğüdür.”

3-Özüne Yabancılaşma Hastalığına Karşı Millî Bilinç Telkini

Bahtiyar Vahapzade, bugün Türk milletinde yaygın bir hastalık olan kendi varlığına, kimliğine, kültürüne, tarihine, dinine yani bir bütün olarak özüne yabancılaşma hastalığına karşı yeniden kendine dönerek şahsiyetli bir millet olmamız gereğine şiddetli bir vurgu yapıyor. Özellikle gençlerimizin hızla batıya taparlık, kendine yabancılaşma hastalığına karşı Bahtiyar muallimin uyarısı büyük bir önem arzediyor:
“Çok eskilerden bizim damarlarımızdan akıp, bugüne kadar devam eden kendine, kendi millî varlığına yabancılık, kendini küçük, başkasını büyük görmek belası da ne demektir? Niçin biz bu hastalığa tutulduk? Büyük bilginlerimiz, psikologlarımız, tarihçilerimiz, filologlarımız, filozoflarımız bu belanın sebeplerini ve köklerini araştırmalı, buna karşı savaş ilan etmeli, içimizde yaşayan kendine, kendi millî varlığına yabancılaşmak hastalığından bizi kurtarmalıdır.”
“Türkiye’de öyle insanlara rastladım ki kendinden başka herkese benzemek istiyor. Bu da millet için büyük faciadır. (…) Kalbini tamamen Batıya vererek kendini unutmak kendi medeniyetine üstten bakmak bir millet olarak bizleri mahvediyor. ”

4-Millî Tarih Şuuru
Vahapzade, bütün Türklerin tarihinin büyüklüğü ve ihtişamı karşısında büyük bir gurur duyar. Türk tarihinin ihtişamı onda Türk’ün geleceğe güvenle bakışını sağlar. Türk gençliğinin ve bütün Türk milletinin geçmişine, tarihine sahip çıkması gereği üzerinde durur. Zira tarihi olmayan ya da tarihini yok sayan, tarihinin, atalarının aleyhinde olan milletler fazla yaşayamaz. Bir yerde şöyle der:
“Geçmişine gülle atanın geleceğine top atarlar.
Topkapı Sarayı’na baktığım zaman ağladım. Sevincimden ağladım. “Allahım! Ben ne kadar büyük bir milletin evlâdıyım. Benim sultanlarım gör ne boyda hürmet kazanmışlar? Ne işler başarmışlar!
Maziyi inkâr geleceği inkârdır. Kendi geçmişinin üzerinde boy atmayan millet mahvolmaya mahkûmdur.”

5-Bağımsız Millî Devletin Kıymetini Bilmemek
Vahapzade, Türk milletinin bağımsız bir devlet sahibi olmasının kıymetini çok iyi bilen ve bize de bildirmeye çalışan bir Türk aydınıdır. Uzun yıllar Rus emperyalizmi altında kalmanın, esir bir topluluk hâlinde yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi bildiğinden; biz Türkiyeli Türklere bağımsız, hür bir devlet sahibi olmanın önemini anlatmaya çalıştı. Nitekim bu bağlamda biz Türkiyeli Türklere şunları söylemiştir:
“Biz mahkûm milletiz. Siz mahkûm değilsiniz. Siz her zaman hâkim olmuşsunuz. Biz her zaman dövüldük. Başı yumruklu olduk. Ona göre de bildiğimizi söylemekten korktuk. Derdimizi, şiire, şarkıya, türküye döktük.
Ne büyük saadettir ki benim millî devletim olsun, kendi param olsun, kendi ordum olsun, kendi bayrağım olsun. Anlatabiliyor muyum? Siz bunun kıymetini bilmiyorsunuz. İnsanın tabiatı böyledir. Sahip olduğunun kıymetini bilmiyor, anlayamıyor. Gülistan anlaşmasından beri 170 yıldır bizim başımızda yumruk var. Rus yumruğu var. Biz ona göre de bir sözümüzü diyebilmiştik, ikincisini diyemedik. Ben bir zaman bir şiir yazmıştım. Şöyle:
“Ey Allahım! Öyle de millet olur mu?
Ezilir, ezene “kurtarıcı” der!”
Biz daha çok milliyetçiyiz. Sizden daha çok. Milletin ne olduğunu biz daha iyi biliriz. Ben Türk gençliğine derim ki: Kendi devletlerinin kıymetini bilsinler. Millî marşın önünde secde etmeleri lazımdır. Günde yüz defa o bayraktan öpmeleri lazımdır.
Birleşmiş Milletler Teşkilâtının önünde iki yüze yakın devletin bayrakları arasında ne büyük bedbahtlık ki benim Azerbaycan bayrağım yok. Ne büyük mutluluk ki sizinki orda. Bunu şimdiki çağdaş Türk gençliği anlamıyor.”
Türkiye Türklüğü olarak biz, Atatürk’ün ve diğer Kuva-yı Milliye mücahitlerinin büyük bir direnişle kurtardıkları vatan üzerinde kurup bize hediye ettikleri ve böylece emeksizce sahip olduğumuz bağımsız millî Türk devletinin kıymetini maalesef bilmiyoruz.
İçimizdeki hain aydınlar, işbirlikçi siyasetçiler, komisyoncu taşeron iş adamları eliyle bağımsızlığımızdan vaz geçiyor, siyasi irademizi, yönetimimizi, paramızı, yer altı yer üstü bütün ekonomik kaynaklarımızı, kültürümüzü, sanatımızı, eğitimimizi, tarımımızı her şeyimizi Amerika ve Avrupa Birliği emperyalizmine teslim ediyoruz. Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin sömürgesi olmaya can atıyoruz. Yıllarca Rus esaretinde kalmış Orta Asya ve Kafkasya Türklerinden alacağımız çok ders var.

Son Söz
Buraya kadar açıkladığımız gibi Bahtiyar Vahapzade’nin başlıca amacı, dünyada yaşayan bütün Türklerin yeni zamanlara özgü bir birlik oluşturmaları, birleşmeleri yani Turan ideali etrafında bir araya gelerek enerjilerini, güçlerini, birikimlerini birleştirerek daha güçlü bir Türk milleti oluşturmalarıdır.
Avrupa Birliği, Afrika Birliği, Arap Birliği, Amerika Birleşik Devletleri gibi herkes birleşirken Türklerin birleşmemesi, birbirinden kopuk kalması ancak başkalarına yem olmaları sonucunu doğurur. Emperyalist ülkelere yem olmamak, sömürülmemek için bütün dünya Türklerinin birleşmekten başka seçenekleri yoktur.
Bunun için de önce dil birliği, sanat edebiyat birliği, din birliği, bilim birliği gibi kültürel birlik altyapısını sağlam kurmaları gerekmektedir. Bu birlikler, ekonomik, siyasi ve diğer her alanda birleşmeyi kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla Türk milletini yönetme sorumluluğunu üstlenmiş olan siyasetçilerin Bahtiyar Vahapzade’ye mutlakla kulak vermeleri gerekmektedir.