Köroğlu, Türk Dünyası’nda adını herkesin bildiği bir destan kahramanıdır. O kılıcı ele alınca yaman bir silahşor, sazını ele alınca kişiliğinin yüce duygularını dile getiren bir sanatçıdır. Ayrıca toplumu gözleyen ve öğütler veren bir halk filozofudur da.
Şiirlerine ve hikâyelerine yansıyan kişiliği O’nu Türk Dünyası’nda mertliğin, yiğitliğin, cesaretin kahramanlığın başka bir örneği daha olmayan temsilcisi haline getirmiştir.
Mertliği, yiğitliği, cesareti, kahramanlığı temsil bu eden kişilik o kadar benimsemiş ki Türk dünyasında asırlar boyu şiirleri yanında maceraları da anlatıla ve dinlenile destanlaşmış. Her şeyi daha iyi anlayabilmek için önce Köroğlu’nun hikâyesini özetleyelim.
Köroğlu’nun babası 16. yüzyılda Anadolu’daki Derebeylerden birinin yanında, beyin atlarından sorumlu olarak çalışan birisidir. Köroğlu’nun macerası Bey’in bu adamını kendisine cins atlar alması için görevlendirmesiyle başlar.
Köroğlu’nun babası gezer, dolaşır, araştırır. Bey’e zayıf, sıska, bakımsız bir tayı soylu, çok güzel bir tay diye getirir. Böyle zayıf sıska görünüşlü bir tayın kendine cins bir tay diye getirilmesine Bey çok öfkelenir. Kendine hakaret edildiğini, aşağılandığını düşünür. Öfkeyle adamın gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözü kör edilen adam getirdiği tayla kovulur.
Evine dönen adam intikam ateşiyle yanar. İlk iş olarak taya bakım yaparak ondaki gizli cevheri ortaya çıkarmak, haklılığını ispat etmek ister. Bunun için tayı, hiç ışık almayan, pencereleri kapalı bir ahıra kapatır, besiye çeker. Bir müddet sonra test etmek için tayı balçık halindeki bir çayıra salarlar. Aylardır ışık almayan kapalı ahırda besiye çekilen tay, zincirden boşanmış denilen şekilde çılgın gibi koşar, oynar. Kenara gelince atın ayak bileklerini elleriyle yoklar. Durumunu gelebileceği noktanın gerisinde bularak yeniden besiye çekilmesini ister.
Böylece maceranın en önemli unsurlarından “kırat” ortaya çıkar.
Oğlu da büyümüş, gelişmiştir. Özündeki üstün yetenekleri kıratla bir araya gelince müthiş bir güç ve enerji ortaya çıkar. Kırata binince inanılmaz bir hareket kabiliyeti kazanır. Maceranın bir eksiği kalmıştır. Köroğlu’na yardımcı olacak Ayvaz. O da katılınca, Köroğlu, Ayvaz ve kırat üçlüsünün maceraları başlar.
Köroğlu babasının gözünü kör eden Bey’e savaş açar. Dağlara çıkar, yol keser, eşkıyalık eder. Ünü her tarafa yayılır. Tokat kalesinin beyinin kızını kaçırır, onunla evlenir. Hikâye böylece sürer gider.
Maceralar dışında Köroğlu’nun hayatı kalın bir sis perdesi arkasındadır. Sonunun ne olduğunu, nerede nasıl öldüğünü, soyundan kimler kaldığını kimse bilmiyor. Öyle ki son zamanlara kadar gerçekten böyle birisinin yaşayıp, yaşamadığı bile bilinmiyordu.
Ama geride kalan şiirleri var. Mertliği, yiğitliği, cesareti, kahramanlığı, yüce duyguları dile getiren coşkulu şiirler. Bu şiirlerdeki üslup hikâyelerdeki Köroğlu’nun kişiliğiyle örtüşüyor.
Köroğlu en çok bilinen şiirlerinden birinde;
“Benden selam olsun Bolu beyine, çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır” der. Bu şiirden hareketle Köroğlu’nun mücadelesini Bolu Beyi’ne karşı verdiği dolayısıyla Bolu civarında yaşadığı tartışmasız genel kabul görmüş bir husustur.
Ama bundan 50-55 yıl önce dinlediğim bir hikâye bu görüşten farklı şeyler anlatıyordu. Köroğlu’nun barınağı, karargâhı Tokat ile Sivas arasındaki Çamlıbel Dağları idi.
Başlangıçta bu benim de yadırgadığım bir görüştü. Ama şimdi artık farklı düşünü-yorum. Neden farklı düşündüğümü anlatmaya çalışacağım. Daha da önemlisi bu güne kadar pek de bilinmeyen, benim de sonradan öğrendiğim bilimsel çalışmalardan bahsedeceğim
***
1960lı yılların başlarıydı. Şimdi tepesinde güvenlik güçlerinin telsiz rölelerinin bulunduğu Ahmaklar Dağı’nın Beybağı ve Geyras’a bakan yamaçlarında avlanıyorduk. O zamanlar oralarda çok keklik olurdu. Av arkadaşım Sakaoğlu Osman Uzun. Ben 18 yaşımdayım, O da 55-60 yaşlarında. Ailece uzun boylu oldukları için soyadı kanunu çıkınca Uzun soyadını almışlar. Ama herkes onu “Sakaoğlu Osman” diye tanırdı. Biz de “Osman Emmi” derdik.
Osman Emmi şimdilerde nesli tükenmiş, güngörmüş, sözü sohbeti yerinde bir avcı idi. Genelde neşeli şeyler anlatır, anlattıklarına kalın sesiyle kendisi de gülerdi.
1944 yılında Tarım Bakanlığı’nın Fidanlık kurduğu, şimdi özel sektöre kiraya verilen yerde fidanlık kurulmadan önce arazileri varmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında burada bir cinayet işlenmiş. Suçu o zamanlar çok genç, fakat yiğit olduğu için herkesin çekindiği Osman Emmi’ye atmışlar. “Ben yapmadım” derdi. Ama 7-8 yıl hapis yatmış. Cumhuriyetin 10. yıldönümünde çıkarılan genel aftan yararlanılarak kurtulmuş.
Sıcak bir sonbahar günüydü, yorulmuş terlemiştik. Bir gölgeye oturup dinlenirken nerden icap etti hatırlamıyorum, Osman emmi muhtemelen ceza evindeyken başkalarından dinlediği bir Köroğlu hikâyesi anlattı:
Bir gün Köroğlu bizim Çamlıbel’de uzanmış yatmış, istirahat ediyor, Ayvaz’da nöbet yerinde nöbet bekliyormuş.
Ayvaz nöbet yerinden bağırmış ki;
-“Birileri geliyor…”
Köroğlu yattığı yerden sormuş;
-“Nasıl geliyorlar?”
-“Muntazam sıralar halinde rap, rap geliyorlar”
Köroğlu;
-“Onlar Sivaslıdır. Tutkundur onlar” demiş.
Aradan biraz daha zaman geçtikten sonra, Ayvaz nöbet yerinden bir daha bağırmış;
-“Birileri daha geliyor…”
-“Nasıl geliyorlar?”
“Her biri ayrı bir baş çekmiş, darmadağınık geliyorlar”
Köroğlu yattığı yerden değerlendirmesini yapmış;
-“Onlar Tokatlıdır. Tutkun değildir onlar.”
Bir müddet daha geçmiş, Ayvaz nöbet yerinden bağırmış;
-“Birileri daha geliyor…”
-“Nasıl geliyorlar?”
-“Tek sıra olmuş birbirlerinin peşi sıra geliyorlar.”
-“Onlar da …….lidir. Birbirlerine sürekli kazık attıklarından, yüz yüze gelmemek için peş peşe yürürler.”
O zamanlar bu hikâyenin değişik yöre insanlarının karakterlerini anlatışındaki doğruluk dikkatimi çekmişti.
Köroğlu’nun Tokat’la Sivas arasındaki Çamlıbel Dağlarında yaşadığı şeklinde anlatımını da, Yunus Emre’nin pek çok yörede mezarının olması gibi, sevilen insanların halk tarafından sahiplenilmesi, yöresine mal edilmesi olarak değerlendirmiştim.
Köroğlu’nun Tokat çevresinde yaşamış olduğu konusunda anlatacaklarım da böyle bir heves olarak değerlendirilebilir. Ama benim konumumdaki bir insanın bu yaştan sonra böyle anlamsız işlerle uğraşmayacağını takdir edersiniz.
***
ÇAMLIBEL
Köroğlu’nun yurdu Çamlıbel’dir. Çamlıbel Köroğlu, Ayvaz ve Kırat ile Köroğlu hikâyelerinin 4 ana unsurundan biridir
Sakaoğlu Osman Emminin Köroğlu’nun asıl yurdunun Tokatla Sivas arasındaki Çamlıbel olduğu konusunda söylediklerini soru işaretiyle değerlendirmiştim. Zamanla bu konuda kafamda başka soru işaretleri oluştu.
Türkiye haritalarında Bolu ve çevresinde Çamlıbel Dağları diye bir yer yok. Bolu’nun güneyinde Köroğlu Dağları ve en yüksek nokta olarak Köroğlu tepesi var. Bu ismin bu dağlara daha sonraları Köroğlu’nun anısına verildiği açık. Bolu’da olmayan Çamlıbel Dağları Türkiye haritalarında Tokat ile Sivas arasında var. Üstelik o dönemin Hindistan’a kadar uzanan Bağdat kervan yolunun üzerinde.
Köroğlu hikâyelerinden birinde Köroğlu’nun Tokat Beyi’nin kızını kaçırıp Çamlıbel’e götürdüğü, Tokat Beyi’nin de kızının peşine Çamlıbel’e gittiği anlatılır.
Köroğlu’nun o günlerin şartlarında sekiz günlük yol olan Bolu’dan kalkıp gelerek Tokat beyinin kızını kaçırıp Bolu’daki Çamlıbel diye bir yere götürmesi, kızın babası olan Bey’in de görev yerini terk ederek ta Bolu’ya onu ziyarete gitmesi pek akılcı gelmiyor. Buna karşılık Tokat ile Sivas arasında uzanan Çamlıbel Tokat Beyi’nin görev alanı içinde. Tokat’a 30-35 km uzaklıkta (o günün şartlarında yürüyerek 6-7 saatlik yol). Köroğlu’nun kaçırdığı kızı buraya götürmüş olması daha akla yatkın. “Sonuçta bu bir hikâye; anlatan kafasına öyle estiği için böyle anlatmış” diyemeyiz. Hikâye anlatanlar da anlattıklarının diyenler üzerinde olumlu izler bırakması için ayrıntılara dikkat etmek durumunda. Olmayacak veya gerçekleşmesi çok zor şeyler anlatmak dinleyiciyi olumsuz etkiler.
Ayrıca Köroğlu da bir şiirinde;
“Tokat pazarından aldım bakırı,/İncitmeyin fukarayı fakiri” diyerek, Tokat’la ilgisini, gidip geldiğini kendisi söylüyor.
Neden o dönemde Tokat kadar bakırcılığın olduğunu bildiğimiz Bolu’ya daha yakın Kastamonu değil de Tokat? Bolu’ya götürmek üzere Tokat’tan bakır almak ne akıl? Köroğlu’nun bakır almak için Bolu’dan kalkıp ta Tokat’a kadar gelmesinden, Tokat’a yakın olan Çamlıbel’den gelmiş olabileceği burada yaşadığı ihtimalini güçlendiriyor.
Bu ayrıntılarla; “Acaba Sakaoğlu Mustafa Emmi Köroğlu’nun bizim Çamlıbel’de yaşadığını söylerken haklı mıydı?” sorusu kafamda daha çok yer etmeye başladı. Eğer Köroğlu bizim Çamlıbel’de yaşadıysa bir yerlerde bunun izleri olmalıydı. Aslında benim de başkalarının da bildiği, fakat pek dikkat edilmeyen bir iz vardı.
Tokat Sivas yolunun iki ilin sınırıyla kesiştiği Çamlıbel Geçidi’nde bir çeşme var. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919 da Samsun’a çıktıktan sonrada Tokat’tan Sivas’a geçerken bu çeşmede su içip, yüzünü yıkadığı söylenir. O günlerin anısına çevre düzenlemesini yapılarak Atatürk çeşmesi adı verilen çeşmenin adı daha 20-25 yıl öncesine kadar Köroğlu çeşmesiydi.
Başka izler de bulabilir miyim diye dostlarımın olduğu bölgeye en yakın köy olan Kızık Köyü’ne gittim. Onlar köylerinde ve bölgede yüzlerce yıldır Köroğlu’nun Çamlıbel’de yaşamış olduğunun nesilden, nesile söylenegeldiğini, Çamlıbel’de Köroğlu Kayası, Köroğlu Mağarası, Çamlıbel Ovası’nda Ayvaz çukuru denen yerlerin olduğunu anlattılar.
Sonra Çamlıbel’e çıktık. Beni Çamlıbel Dağları’nın Tokat’a bakan yamaçlarında aniden yükselen, muhtemelen volkanik bir tepe olan Horoz tepesine götürdüler. Köroğlu’nun yeri olduğunu söyledikleri Horoz Tepesi’nden Tokat’a doğru bakınca dağların çevrelediği çok düz bir ova gözler önüne seriliyor, Çamlıbel ovası. Tepe ovaya o kadar hâkim ki buradan bakan birisi bütün ovayı, ovanın bitip dağların, tarım alanlarının bitip meraların başladığı yerlerdeki sırtını bu dağlara yaslamış 8-10 köyü, Tokat tarafından gelip Çamlıbel Dağları’na tırmanan kervan yollarını gözleyebilir. Aynen Sakaoğlu Mustafa Emminin Köroğlu hikâyesinde anlattığı gibi. (Kervan yolu Tokat-Sivas yolunun daha doğusundan geçiyor. Kızık’tan sonra Sivas Çakmak Köyüne uzanıyor. Çamlıbel Ovasında kalan kısmı arazi yolu olarak kullanılıyor.)
Çamlıbel dağlarının bu günkü az ağaçlı yarı çıplak haline bakarak, Köroğlu Destanı için uygun ortam olamayacağı da düşünülebilir. Eskiden buralar çok sık ormanlıkmış. O kadar sık ormanlıkmış ki, yüzyıl kadar önce bir yaz mevsimi çok büyük yangın çıkmış ve günlerce, haftalarca sürmüş. Öyle ki Çamlıbel dağlarının eteğindeki Kızık Köylülerin büyüklerinden dinlediklerine göre yangın alevlerinin ışığından geceler, gündüz gibi ışırmış. Bir yandan yaz sıcağı, bir yandan yangın sıcağı gündüzleri çalışmayan Kızıklılar geceleri çalışır olmuşlar, harmanlarını geceleri sürmüşler.
***
Bu ve başka bazı bilgilerin daha bende oluşturduğu kanaatle bir makale yazdım. Çamlıbel kasabası kurulmadan önce çok eski dönemlerden beri yörenin yönetim merkezi, eski adı Bolus, şimdi adı Aktepe olan eski kervan yolu kenarında tarihi bir köy var. Köroğlu’nun aslında Bolu’da değil de Tokat’ta yaşadığı, mücadelesini de Bolu Beyine karşı değil Bolus Beyi’ne karşı verdiği, Bolus’un zamanla Bolu’ya dönüşerek böyle söylenir olduğu şeklindeki görüşlerimi ileri sürdüm. Bunu internet ortamında diğer insanlarla paylaştım Hemşerimiz tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun Tokat’a gelişlerinden birinde bu konu konuşuldu. Makalemde ileri sürdüğüm görüşlerimi dinleyince;
“Prof. Dr. Faruk Sümer’in Osmanlı Mühimme Defterlerinde bulduğu kayıtlarda Köroğlu’nun Bolu Gerede’de ortaya çıktığı, bir süre oralarda eşkıyalık yaptığı, sıkıştırılınca oralardan uzaklaşarak Anadolu’nun içlerine doğru kaçtığı konusunda bilgiler var” dedi. Kitabımla ilgili çalışmalara yoğunlaştığım için bu bilgiden sonra makalem üzerinde yeniden düzenleme çalışması yapamadım.
Köroğlu konusunda araştırma yapan iki üniversite öğrencisi internet ortamında benim makalemi bulmuşlar. Bu konuyu görüşmek üzere yanıma geldiler. Bildiklerimi anlattım.
Artık makalemde düzeltme çalışması yapmanın zamanının geldiğini düşünerek Erhan Hoca’dan Hasan Erdem aracılığıyla bilgileri istedim. Sağ olsun O da gönderdi.
Mühimme Defterlerindeki yazılar açıkça gösteriyor ki Köroğlu Bolu Geredeli. Asıl adı destanlarda olduğu gibi Ruşen Ali. 1585-90 yılları arasında beş yıl kadar o bölgede eşkıyalık yapmış. Yazılar Bolu Beyi’ne hakkında yapılan şikâyetler sebebiyle yakalaması için yazılmış.
Ama Köroğlu o yıllarda bildiğimiz dominant (baskın, belirleyici her şeye hâkim) bir Köroğlu değil. Başka bir eşkıyanın yanında ikinci planda. Sıkıştırılınca oralardan uzaklaşmak zorunda kalmış. En son Haymana’da görülüyor. Bundan sonraki hayatı konusunda elimizde belge yok. Ölmüş olamaz, çünkü beş altı yıllık bir eşkıyalık dönemi bir Köroğlu efsanesinin oluşması için yeterli bir süre değil. Oradan uzaklaşarak daha çok uzun yıllar yaşayıp, başka yerlerde adını destanlaştıracak bir hayatı olmalı. Nereye gitmiş olabilir? Kayseri’ye? Adana’ya? Veya Antep’e? Ya da Trabzon’a? Bırakın buralarda yaşamayı, geçerken uğradığı konusunda bir söylenti bile yok. Sorunun cevabı Tezâkir, yayınlayan C. Baysun, T.T.K., Ankara 1986, s. 186 da.
“1865 yılında Fırka-i İslâhiye’nin başında Çukur Ova’ ya gelen Cevdet Paşa Kozan Yöresini tasvir ederken şöyle diyor:
“Belenköy’den Gürümze’ye giderken, Gürümze’ye bir saat kala bir han harabesi olup Köroğlu’nun hanı denilir ki Mukaddema (eskiden) Kör-Oğlu nâmında bir kimesnenin inşâkerdesi imiş. Yoksa masallarda söylenen meşhur Kör Oğlu değildir. Zirâ meşhur Kör Oğlu’nun makarrı (karargâhı) Tokat’a altı saat mesâfede vaki Çamlı Bel olduğu meşhûrdur.”
1865 yılında Köroğlu’nun bizim Çamlıbel’de yaşadığı herkes tarafından biliniyormuş ama ya biz Tokatlılar bilmiyormuşuz, ya da unutulmuş.
Yine de açıklanması gereken bir durum var. Mühimme Defterlerinde Köroğlu’nun Bolu- Gerede yöresi ile ilgili kayıtlar var. Prof. Dr. Faruk Sümer Tokat-Çamlıbel yöresi ile ilgili hiçbir kayıttan bahsetmiyor. Bu nasıl olabilir?
Köroğlu Çamlıbel’de artık Bolu-Gerede’de yaptığı gibi halkı soymak yerine Çamlıbel’den geçen kervanlardan baç (haraç) alıyor. Karşılığında bölgesinde güvenliklerini garanti ettiği için kervanlar şikâyetçi olmuyor. Şikâyetler kayıtlara girmediği için belge yok. Veya kayıtlar var, olduğu halde henüz bulunamadı.
***
Köroğlu ve Tokat konusunda anlatacaklarım bitmedi. Köroğlu ile ilgili olarak Tokat’ta anlatılan iki küçük hikâye, bir de yanlış söylenen sözün Köroğlu’nun ağzından doğrusunu anlatarak bitirelim.
Köroğlu ve Ayvaz bir gece Tokat’ta bir handa aynı odada yatarlar. Gece Ayvaz’ın uykusu kaçmış. Şeytan aklına kötü kötü düşünceler getirmiş.
“Bu ne haldir? Beraber vuruyoruz, kırıyoruz, Köroğlu’nun namı gidiyor. Ben ikinci plânda kalıyorum. Şu Köroğlu’nu uykusunda öldüreyim de yiğitlik meydanı bana kalsın.”
Köroğlu’mda uyuyamaz, Ayvaz’ın tedirginliğini sezmiş, sormuş;
“Ne o Ayvaz, uyuyamadın, bu gece sende bir hal var.”
Ayvaz;
“Şeytan aklıma kötü şeyler getiriyor. Düşünüyorum ki beraber eşkıyalık ediyoruz, beraber mücadele ediyoruz senin adın, senin namın gidiyor, ben geri planda kalıyorum. Köroğlu’nu bu gece uykuda öldüreyim de meydan bana kalsın, benim namım alsın yürüsün”
Köroğlu demiş ki;
“Benim de uykum kaçtı, şeytan benim de aklıma bin türlü iş getirdi. Ben de düşündüm ki, ben bir Köroğlu’yum, nam benim şöhret benim, bir de bu Ayvaz var benim adımın yanında. Şunu bu gece öldüreyim de meydan tek başıma bana kalsın.”
Sonra demişler ki;
“Bu memlekette insanın aklına olumsuz şeyler getiren bir hal var. Bizi birbirimize düşürecek. Burada yatmayalım.”Hemen kalkmış, hanı ve Tokat’ı terk etmişler.
***
Köroğlu Çamlıbel’de yalnız gezerken bir çobana rastlar. Çobana selam verir. “Ben Köroğlu’yum şuradan bir koyun ver, kesip yiyelim.” Çoban koyunu vermediği gibi, Köroğlu’na fena halde tepki göstermiş, kovmuş. Köroğlu sesini çıkarmamış. Ayvaz’la bir araya gelince demiş ki, “Şurada bir çoban var, ben koyun istedim vermedi, bir de sen iste.”Ayvaz çobana selam vermiş, kendisini tanıtmış, aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
“Ben Ayvaz’ım Köroğlu’nun selamı var. Şuradan bize bir koyun ver yiyelim.”
“Buyur Ayvaz bir de al, iki de al. Demin serserinin biri geldi, ben Köroğlu’yum diye koyun istedi, bende kovaladım. Hiç Köroğlu davar istemeye kendi gelir mi? Ayvaz’ı gönderir” Günümüz iş hayatında iş takibi konusunda ne kadar önemli tespit.
Bir insanın adının kendisinden önemli olması, selâmının iş bitirmeye yetmesi. O duruma gelince de ayakaltında dolaşmaması.
***
“Yiğitlik ondur, dokuzu kaçmak” bu söz, genelde çok kullanılır aslında doğrusu; “Yiğitlik ondur, dokuzu plândır, siyasettir” Bu dünyanın gelmiş geçmiş en yiğit adamlarından Köroğlu’nun sözü. Ve “siyaset”, “fent” (plân) Köroğlu’nu belki de namını yeryüzünden silecek utanç verici bir yenilgiden kurtarmıştır.
Köroğlu’nun hayatı boyunca yenemediği biri vardır, Kiziroğlu. İkisi de birbirinin namını duyar. Buluşurlar ve kimin daha yiğit olduğu belli olsun diye vuruşalım demişler. Mücadele üç gün sürmüş. Sabahtan başlar, akşama kadar vuruşurlarmış. Akşam çadırlarına çekilir, istirahat eder, ertesi sabah yeniden devam ederlermiş. Üçüncü günün sonunda Köroğlu gücünün bittiğini, ertesi gün yenileceğini anlamış. O gece sazını eline almış, hanımına Kiziroğlu’nun duyacağı şekilde O’nu öven, yücelten, bir türkü söylemiş.
Bir fendinden geldi, geçti Bir at biner ala paça Hay eden de haya teper
Kiziroğlu Mustafa Bey Fırsat vermez kırat kaça Huy eden de huya teper
Bu dağları deldi geçti Az kaldı ortamdan biçe Köroğlu’nu çaya teper
Kiziroğlu Mustafa Bey Kiziroğlu Mustafa Bey Kiziroğlu Mustafa Bey
Bunu duyan Kiziroğlu mücadeleyi başa baş bitirmeye razı olur, barışırlar.
Ovaya inersek, Çamlıbel ovasında konumuzla ilgili üç önemli işaret buluruz. Bunlardan birincisi Çamlıbel ovasında çok eski yıllardan beri dünyanın en kaliteli arpalardan birinin yetişmesidir. Bu arpa o kadar meşhurdur ki, İranlıların Tokat’a “arpa çukuru” adını vermesine sebep olmuştu. Bu şöhret 1960lı yıllara kadar devam ediyordu. Lise coğrafya hocamız rahmetli Mesrur Gürgenç bu özelliğe dikkatimizi çekmişti.
İkincisi, Çamlıbel ovasında, Tokat-Sivas yolunun doğu tarafında Yatmış köyü ile Çamlıbel kasabası arasında uzanan sulak çayırlık alan. Çekerek Irmağı düzenlemesi yapılmadan (bundan 10-15 yıl öncesi) bu gün bakınca kuru görülen alan, özellikle yağışların bol olduğu sonbahar, kış ve ilkbahar aylarında yaban ördeklerinin konup kalktığı sulak bir çayırlık, daha doğrusu balçıklı bir alandı.
Üçüncüsü ise Çamlıbel’den bakınca ovanın ortasında yer aldığı görülen eski adıyla “Bolus”, Aktepe köyüdür. Bolus köyü ovanın ortasında muhtemelen yığma, sonradan oluşturma bir tepenin üzerinde ve etrafındadır. Çok eski zamanlardan beri yerleşim yeri olduğu için bu gün sit alanı ilân edilmiştir. Hem bu merkezi konumu, hem de Tokat’tan gelip Sivas’a giden, oradan Bağdat’a kadar uzanan İstanbul-Bağdat yolunun yanında olması dolayısıyla ovanın idari merkezi idi. Halen cumartesi günleri Çamlıbel’de kurulmakta olan büyük pazar muhtemelen Bolus’da kuruluyordu. Yani aynı zamanda ticaret merkezi idi. Yörenin yönetiminde ve kervan yollarının güvenliğinden sorumlu yönetici de Bolus Beyi adıyla burada oturuyordu. Bugün aynı konumda olan Çamlıbel kasabası daha yeni bir yerleşimdir. Sivas Tokat yolu şimdiki güzergâhtan geçince merkezin ve pazarın Bolus’dan yol üzerinde yeni kurulan Çamlıbel’e geçtiği anlaşılıyor.
Kızık köylülerin anlattığına göre, Köroğlu’nun babası Çamlıbel Dağları’nın Sivas’a bakan eteklerinde yer alan Çakmak köylüdür. Bolus Beyi’nin hizmetine girdikten sonra, Bey’in kendisinden istediği, fakat beğenmediği sonradan meşhur kırat olacak tayı, eski adı “Muhat” olan “Çevreli’ den almıştır.
Bize göre bundan sonra olaylar şöyle gelişmiştir. Köroğlu’nun babası atı dünyaca meşhur Çamlıbel arpası ile belki başka şeyler de katarak özel bir besiye tabi tutmuş, formunu test etmek için Yatmış köyü yanındaki çayırlık balçığa sarmış, at form tutunca oğluna teslim etmiştir. Köroğlu Bolus Beyi’ne karşı isyan etmiş, mücadelesini Çamlıbel dağlarında vermiş, bu arada Tokat’a gidip gelmiş, Tokat Beyi’nin kızını Çamlıbel’e kaçırarak evlenmiştir.
Zamanla Bolus daha kolay söylenen, çok daha iyi bilinen ve hatırlanan “Bolu” olarak söylenmeye ve anlatılmaya başlandı. Böylece Köroğlu ve serüveni Bolu’ya mal oldu.
Köroğlu’nun hikâyeleri Orta Asya’da bile anlatılmaktadır. Bu yayılış ticaret maksadıyla gelen geçen dönemin kervanlar aracılığıyla mümkün olabilir. O dönem de Bolu güneye giden, Tokat doğuya giden kervan yolları üzerindeydi.
Köroğlu hikâyelerinin güneye, giden kervan yolları üzerinde Orta Doğu’da değil de, doğuya giden kervan yolları üzerinde yaygın olması da Köroğlu’nun Tokat’ta yaşamış olabileceği görüşünü kuvvetlendiren başka bir husus olarak dikkat çekiyor.
Hiçbir yerin tarihi, coğrafyası, çevre özellikleri, yer isimleri, halkın anlattıkları bir hikâye ile bu kadar örtüşemez. Aradaki bağları ve bağlantıları görmemek gerçekçilikle bağdaşmaz. Eğer Köroğlu diye biri yaşadıysa, en azından ömrünün ve maceralarının bir bölümünü burada yaşadı.
Benim yapmaya çalıştığım Köroğlu’nun Tokat’ta yaşadığını ispat etmeye çalışmak değil. Bu konudaki işaretleri ortaya koyarak araştırmacıların dikkatini çekmektir. Bundan sonrası edebiyat tarihçilerinin işidir. Köroğlu ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda bugüne kadar bir şey bulunmadıysa belki de olmadığı yerde, Bolu’da aradığı içindir.
Tokat’ta yapılacak bilimsel araştırmaları anlatmaya çalıştığım izlerin ışığında başarılı olacağına inanıyor, sözü Gazi Osman Paşa Üniversitemize bırakıyorum.