MAMAM
Türkmen dilinde mamam büyükanne demektir.
Mamam, şimdi o tarihe tanıklık etmiş çizgi çizgi yüzüyle bize gülümserken bu yaşayan hafızanın sadece benim biricik Mamam olarak kalması diğer insanlara yapılan büyük bir haksızlık olur diye düşündüm.
Torununun, çocuklarının cıvıltısında o manidar gülümseme ile huzur bulurken tarihe tanıklığını kaleme almanın önemi benim için büyük olacaktı. Böylece hayata kalıcı bir çentik atacaktık. Bu düşünceyle ruhuma mutlulukla beraber bir huzur sanki konuk geldi.
Afganistan, Pakistan, İran ve Türkiye’yi gören yaşayan gözleri ve yüreğiyle konuşup söyleşmek için duygularımın sesinde, ayak izinde düştüm Mamamın peşine. Mamam çocukluğumun, hayallerimin prensesiydi. Hayat hikâyesini dinlerken en çok dedemle evlenme bölümünü dinlemekten büyük keyif alırdım. Her dinleyişimde aynı heyecanı yaşardım.
Gönül ülkemdeki en nadide güzelliklerden biri olan Mamam gençliğinde uzun, ince endamlı, esmer, çok güzel bir kızmış. Saçlar simsiyah, beline kadar uzunmuş. Onu hayallerimde hep gece saçlarıyla sonsuzluğa uzun uzun bakarken resmetmişimdir.
Çocukluğumdaki en büyük iz kendisidir. Yeme, giyinme, yatma, kalkma adabından tutun da kişisel bakıma kadar her şeyi torunlarına bizzat kendisi öğretmiş örnek olmuştur. Gönül ülkemin mimarı, en zarif ressamıdır kendisi. Hayatı yaşamanın adabını öğrendiğim Türkmen nenesi Mamam şimdi 92 yaşında. Ondan dinlediklerimi kâğıt ve kalemin şahitliğine bırakıyorum şimdi.
Kumrugül Türkmen AKIN:
-Mama nerede doğdun, bize aileni anlatır mısın?
Mamam:
-Ailem, Rusya’daki Bolşevizm ihtilalinin Türkmenistan’ı olumsuz etkilemesi sonucu göç etmek zorunda kaldı. Afganistan’ın kuzey bölgesine Ruslar Türkmen dilini, kültürünü, örfünü, âdetini, gelenek ve göreneklerini dinini, inanışını değiştirmek için Türkmenler üzerinde kominizim rejimi uygulamak istediler. Biz bunu kabul etmek istemedik, bunun sonucunda da bize karşı yıpratma politikası başlattılar ve aile büyüklerimiz Türkmenistan’dan göç etmek zorunda kaldılar.
Ben Afganistan’ın kuzeyinde yani kuzey Türkistan’da Şıvırgan Eyaleti’nde doğmuşum.
Çok kalabalık ve mutlu bir aileydik dört erkek, dört kız kardeşin altıncısı olarak dünyaya gelmişim. Babam nüfuzlu bir insandı, varlıklıydı ailesine ve biz çocuklarına düşkün bir kişiydi. Annem de tam bir Türkmen alımıymış ben doğmadan önce ölmüş bu yüzden annesiz büyüdüm.
-Nasıl bir çocukluk yaşadın Mama?
-Çok mutluyduk, kalabalık bir aileye sahip olmak mutluluk ve güç kaynağı idi benim için. Kardeşlerimle yaşlarımız yakın olduğu için bir arkadaş gibi davranırdık birbirimize. Mutlu bir çocukluğum oldu. Türkmenlerde büyük veya küçük bütün kızlar halı dokurlar. Güzel halı dokumak bir Türkmen kızı için yetenek ve kültür göstergesidir Bu yüzden diğer kız kardeşlerimle beraber günün belli saatlerinde halı dokuduk. Her Türkmen’in evinde bir odası halı tezgâhı olarak düzenlenmiştir. Bu yüzden Türkmen deyince akla ilk gelen halıdır. Tabi bir de dünyaca ünlü Türkmen atlarına binmenin ve halı dokumanın dışında bahçemizde oyunlar oynardık. Meyve bahçelerimiz çok güzeldi meyvelerimiz bal gibi tatlı olurdu. Kayısı, şeftali, üzüm, nar hepsi ayrı ayrı güzeldi. Ayrıca güzel bahçemizde oynadığım oyunları dün gibi hatırlıyorum Aşık oyunu oynardık mesela. Şimdiki çocuklar oynuyorlar mı bilmiyorum ama eskiden beştaş oyunu oynarlardı. Biz taş yerine aşık kullanırdık. Aşık koyun ve keçi gibi hayvanların ayak bileklerin de bulunan bir kemik türüdür. Bizim zamanımızda haftada bir koyun kesilirdi Kalabalık bir aile idik, bu yüzden aşık kemiği bulmakta hiç zorlanmazdık. Hatta herkesin ayrı renklerde beş aşık kemiği olurdu. Kime ait olduğunu bilmek için aşığı boyardık. Tıpkı bu aşık kemikleri gibi benim çocukluğumda rengârenk geçti.
-Türkmenistan’dan atalarınız neden göç etmişler?
-Türkmenistan adı üstünde Türkmenlerin öz yurdu. Rusya’da Bolşevizm ihtilali olunca Türkmenler üzerinde Ruslar kominizim rejimi uygulamak istediler, Konuşmamızın başında bundan bahsetmiştik zaten. İnsanların dinleri, namusları söz konusu olunca bu değerleri koruyabilmek için öncelikle özgür olmaları gerekir. Yerel savunmalar yapan yakınlarımız akrabalarımız olmuş ancak sonları hazin olmuş. Ya bir daha haber alınamamış veya öldürülmüşler. Bu zorluklar karşısında duramayacağımızı anlayan atalarımız öz ata yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlar. Ben buna hicret diyorum, tıpkı Peygamberimiz gibi biz de doğup büyüdüğümüz, sevdiğimiz toprakları dönüp dönüp bakarak yaşlı gözlerle bırakmak zorunda kaldık. Çünkü onlar vatan sevgisinin imandan olduğunu biliyorlardı. Tekrar öz yurtlarına dönmek için ant içmişler. Ailem Türkmenistan’dan Afganistan’ın Şıvırgan şehrine yerleşmiş. Ben ve kardeşlerim Afganistan’da doğmuşuz.
-Nasıl evlendiniz?
-Babam hâli vakti yerinde hatırı sayılır bir Türkmen beyiydi. Çocuklarını evlendirirken de evlenmeyi isteyen kişilerin nesebine ve ahlâkına bakardı. Kendimden büyük ağabey ve ablalarım evlendirilirken bunlara dikkat ettiğini gözlemledim babamı. Büyük ablamın eşi çok zengin, çok fazla tarlası ve toprağı vardı. Bir gün tarlalarını ve topraklarını kontrol etmeye gidiyor Yanında da çok sevdiği bir arkadaşı var. Öğlen yemek vakti olunca yemek getiriyorlar eniştem ve arkadaşına. Eniştem haşlanmış yumurtayı çok severdi. O zamanlar ben ablamın yanında kalıyordum. Yemek gelince sofra açılıyor ki çeşit çeşit güzel yemekle ve bir de küçük bir mendile sarılmış tuz var.
Eniştemin arkadaşı sofranın güzelliği karşısında şaşırıyor, şaşkınlığı tuzu görünce daha da artıyor. Sonra hafifçe gülümseyerek enişteme yumurtanın yanına tuzu kimin koyduğunu soruyor. Eniştem de baldızım diyor. Misafir de tam size göreymiş deyince benim kısmetim orada dedene bağlanıyor. Bu olaydan sonra deden defalarca görücüler gönderiyor bize. Sonunda babam ikna oluyor.
Deden Türkmenistan’ın Lebap yöresinden bir Türkmen. Çocuk yaşta güçlükleri yaşamış. O dönem yani güçten önce din eğitimini almaya başlamış Afganistan’a geldikten sonra dini eğitimi tamamlayarak molla sıfatını almış. Dini bilgisi, ahlâkı çok güzel olduğu için toplum onu saymış ve sevmiş. Aynı zamanda Astragan kürk ticareti yapan bir tüccar. Bu kürk dünyada çok önemlidir ve pahalıdır. Kürk ticareti dedene çok para getiriyor.
Benden önce üç hanımla evlenmiş, bunlardan iki tanesi benimle evlenmeden önce ölmüş bir tanesi de benimle evlendikten sonra öldü ama bu hanımlardan pek çok çocuk ve torun olmuş. Bizim yaşadığımız büyük yerleşim yerlerine kışlağ denirdi. Bizim kışlağ sadece senin dedenin soyunun devamı olan insanlardan oluşuyordu.
-Mama düğünün nasıl oldu?
-Evlendiğimiz zaman deden 40 yaşlarındaydı, ben ise henüz 25 yaşındaydım. Bu evlilik benim rızamla oldu onu uzaktan görmüş ve hayran olmuştum. Ayrıca zekâ ve yeteneğe değer verişi onunla evlenmek istememin başlıca sebebi olmuştu. Çünkü ben de zekâ, yetenek konularına çok önem verirdim. Yumurtanın yanına tuz koymayı akıl etmem, onun dünyasındaki muhteşem tahta oturmama sebep olmuştu. Deden çok uzak bir bölgede oturuyordu yani şimdi Tokat ile Sivas gibi. Düğünümüz çok güzel oldu Türkmenler gümüşe çok değer verirler, gümüş güç derler. Düğün öncesinde onun kalabalık sülalesi defalarca bize gelip hediyelerini takdim ettiler. Şimdiki gibi araba yoktu o dönemlerde bu yolculuklar atların develerin sırtında yapılırdı düğünümde çok fazla altın ve gümüş takıldığını hatırlıyorum Babamın hayır duası ile uğurlandım ana ocağından. Düğün alayı deve kervanlarından oluşuyordu. Beni kecebeye bindirdiler. Kecebe devenin sırtına konulan iki odacıktan oluşur. Düğünlerde gelin ve yengesi deve sırtındaki bu araçla eşinin bulunduğu yere gelirler. Çok uzun bir yolculuktan sonra dedenin bulunduğu yere geldik O zamanlarda damadın düğün alayına katılması hoş karşılanmazdı. Dedenin yanına geldikten sonra da düğün üç gün üç gece devam etti.
-Nasıl bir evlilik yaşadınız?
-Ben dedene karşı her zaman sonsuz bir hayranlık ve saygı duydum, bunun nedeni onda gördüğüm güzel ahlak ve tabiatındaki asaletti. Aşk bu olsa gerek. Benden önceki üç hanımı, onlardan olan çocuklar olunca mal mülk, servet, dini bir ağırlık bütün bu saydıklarım dediğini hiç dünyalaştırmamış, bilakis bir ağırlık mütevazılık vermişti. Bu yüzden hane halkı ve kışlığımızdaki yediden 70’e herkes dedeni sever ve başı üstünde tutarlardı. Ben de onun gölgesini gördüğüm zaman bile huzur duyar sırtımı sanki yıkılmaz dağlara yasladığımı sanırdım. Hayatımı onun ellerine bırakmıştım çünkü bana huzur veriyordu. O kadar çok maddi ve manevi sorumlulukları vardı ki çok az zaman paylaşabiliyorduk. Beni hep mutlu etti, ondan incindiğimi hiç hatırlamıyorum. Tüccar olduğu için değişik ve uzak yerlere gidiyor ve oralardan değişik hediyeler getiriyordu. Şimdi o değerli hediyelerin çoğunu torunlarıma verdim en değerlileri de sen de.
-Kaç çocuğunuz, kaç torunumuz oldu?
-İlki olan iki kız hayatta olan çocukların iki tane doğduktan sonra öldüler. Senin baban Mustafa Kul amcan, Mehmet Emin, büyük halan Reymegül, küçük halan Gülkamer, Reymegül kızımı tam 38 yıl görmedim. Bundan dört yıl önce Türkiye’ye ziyaretimize geldi. Belli bir süre kaldı. Sonra ailesinin yanına geri döndü. Dört çocuğumdan 20 tane torunum var. Torunlarımın ise 40’a yakın çocukları oldu.
-Mama çocuklarınızı büyütürken nelere dikkat ettiniz?
-Dualı büyütmeye çalıştım her şeyden önce. Mayasında dua olanın geleceği aydınlık olur derdi büyüklerim. Bir çocuğun davranışı önünde gördüğü insanlara göre şekilleniyor. Çocuklarımıza davranış, ahlâk, asil olmaları konusunda eğitim verdim. Asalet kavramı biliyorsunuz soy veya bağlılık ile ilgili değil tamamen davranışlarının güzelliği ve tutarlılığı ile ilgili. Ben çocuklarını yetiştirirken çok az ve öz konuştum. Daha çok model oldum. Çevrelerinde uygun gördüklerini bünyelerine almalarını istedim, onlarda bunu yaptı. Çocuklarımla ve onların yetiştirdikleriyle de onur duyuyorum, çünkü hepsi iyilik için toplum değerlerimiz için koşturuyorlar. Bu canların hepsi benim hepsi tek başına bir iyilik ordusu kurabilecek kadar güçlü çocuklar.
-Afganistan’dan ne zaman neden göç ettiniz, o zamanki hislerinizle bize ışık olur musunuz?
-1979’da Ruslar Afganistan işgal ettiler. Amaçları Afganistan’da kominizim rejimi uygulamaktı. Türkmenistan’da bizi yok etmek için yaptıklarını, fazlasıyla Afganistan’da yaşayan Türkmenlere de yaptılar. Amaçları Türklüğü ortadan kaldırmaktı. Rahmetli deden ölüm döşeğinde soyundan olan ve kışlağındaki tüm insanlara kol kanat gerecek olan kişinin baban olduğunu açıkladı ve vasiyet etti. Önemli yazışmalarında kullandığı bir mührü herkesin gözü önünde babana verdi. Babanın büyük amcaları da vardı. Deden özellikle babanın başa geçmesini istemişti çünkü her şeyle kendisine en çok benzeyen oğlu babandı. Baban daha 10,12 yaşlarında iken dedenle beraber uzak diyarlara giderlerdi. Babana yaptığı işleri bizzat göstererek yaşatarak öğretirdi. Baban çocukluğunda bile sanki büyük biri gibiydi. Ailemizle ilgili önemli kararlar alınacağı zaman deden babanı asla yanından ayırmazdı. Baban da gördüğü bu izzet ikram sevgi ve saygı karşısında şımarmadı, bencilleşmedi. Fabrikalarımız yeni açılmıştı. Evimizin etrafını iki adam boyu saran duvarlar vardı. Huğlu derdik biz bu yapılara, evimizin dışında misafirlerin kalması için büyük bir misafirhane yapılmıştı. Buraya ülkenin değişik yerlerinden tüccarlar gelir, istedikleri kadar misafir olurlardı. Bütün eş dost, akrabalar haftada en az bir kere bir araya gelerek ziyafetler çekerdik. Baban o dönemlerde çok genç, kabına sığamayan, delifişek bir delikanlıydı. Ona her bakışımda Allah’ıma şükür ederdim, her şeyi bu kadar mı güzel olur bir insanın derdim. Boyu pusu yüzündeki anlamlı güzellik zekâsı yetenekleri beni alır geleceğe götürürdü.
Ruslara karşı yerel direnişler yapıldı. Bunlar mücahitlerdi, biz de destekledik. Bir gece hiç unutmuyorum gecenin sabaha kavuşacağı bir zamanda Rus askerleri bizim evimizi bastılar, çoluk çocuk neye uğradığımızı şaşırdık. Babanı dışarı çıkardılar. Askerler birbirlerine Rusça bir şeyler söylüyorlar bağırıp çağrışıyorlardı. Ne dediklerini anlamıyorduk, babanı itip kakmaya başladılar. Baban bütün gücüyle karşı çıkıyordu. En son bir asker babanın çenesine silahın dipçiğiyle vurmaya başladı. Sanki yüreğimi koparmışlardı. Şimdi bile yemek yerken babanın lokmaları çiğnerken çenesinden gelen sesi duymuşsundur, bu ses işte bu dönemdeki işkenceden kalma. Sonra diğer Rus askerleri de çullandılar oğlumun üstüne. Oğlumu dertop edip arabaya yüklediler ve götürdüler. Ondan sonra babanı uzun süre göremeyecektim. Koskoca huzurumun üstüne sanki bir bomba düşmüştü O gün sen gökyüzüne baka baka ağlamıştın.(Onu dün gibi hatırlıyorum çocuk hafızamda.) boğazımda düğümler feryat figan baka kaldık oğlumun arkasından. Bekledik ama gelen giden olmadı.
Aylar birbirini kovaladı ama oğlumu benden alan Ruslar bir daha oğlumu geri getirmediler. Başkent Kabil’de bir hapishanede tutuyorlarmış yüreğimin özünü. Abdülkerim Bey de aynı hapishanedeymiş. Mahdum Bey, Türkmenlerin lideriydi. Afganistan’daki yönetim döneminde milletvekilliği yapmış bir şahsiyetin aynı hapishanede olması bana azıcık da olsa umut vermişti. Çünkü Mahdum Bey ile baban birbirlerini çok severlerdi. Bizler ise dışarıda babanı merak ederek yaşıyorduk. Sonra, hapishaneyi ziyaret edilebileceğimizi söylediler. Biz de çıktık yola oğlumu görmeye, seni de götürmüştüm. Bilmem hatırlıyor musun(evet hatırlıyorum o yolu hapishanenin önündeki su aklarını yaprak toplayan küçük Afgan kızları hâlâ gözümün önünde.) Bütün çaba ve uğraşlarımıza rağmen babanı göstermediler bize. Gözyaşlarımız da boğulduk adeta. Senin ellerinden tutarak gerisini geri döndüm, bin bir umutla gittiğim yollardan.
Hanemizde sonsuz bir hüzün ve suskunluk vardı. Çünkü oğlum başımın tacı soyunun devamı yoktu. Görmeye alıştığım, gönlümün gönendiği, varlığım varlığımdan ayrılıp gitmişti. Bütün bunların sebebi babanın bir Türkmen lideri oluşuydu. Peki, Ruslar neden babanı hapse atmışlardı.
Mücahitler Ruslara karşı yerel direniş örgütleri kurmuşlardı. Baban ve baban gibi düşünenler bu örgütlere para ve silah yardımı yapıyorlardı. Evimizde gömme dolaplar vardı. Silahları, mücahitleri bu dolaplarda saklıyorduk. Ruslar bunu öğrendiği için babanı alıp götürmüşlerdi. Zaman geçti aylar ayları kovaladı. Sonra bir gün baban çıkageldi. Bütün sülale sevinçten bayram ettik. Bundan çok kısa bir zaman sonra da göç yolunu tuttuk. Bütün o ihtişamı, malı mülkü, özümüzden olan her şeyi geride bırakarak düştük yollara. Yanımıza sadece kişisel eşyamızdan oluşan küçük bir bohça alabilmiştik. Dünyalık olanı yine dünyaya bırakarak namusunuza, dinimize, varlığımıza bir ziyan gelmemesi için hicreti tercih ettik tıpkı Peygamberimiz gibi.
-Mama Türkiye’ye nasıl geldiniz?
-Afganistan’dan çıktıktan sonra Pakistan’a ve İran’a gittik. Baban tüccar olduğu için buraların yapısını iyi biliyordu. Buralarda da küçük gruplar halinde Türkmenler yaşıyordu. Göçün Türkmenlerin kaderi olduğunu düşünmeye başlamıştım bugünlerde. Pakistan’a Türkiye’den heyetler geldi ve Abdülkerim Mahdum Bey ve babanla görüştüler. Afganistan Türklerinin, Türkiye’ye gitmesi hususunda İstişareler yapıldı. Türkiye, Türk yurduydu. Büyüklerle yapılan istişarede Türkiye’ye göç kararı alındı. Uçaklar geldi Türkiye’den. Pakistan’dan bizi almak için Türk Devleti bizi çok önemsedi, adeta baş üstünde tuttular. Müteşekkiriz. Türkiye geldikten sonra da aynı yakınlık hassasiyet kendi yurdumuz saymışız gibi devam etti. Bizim için evler yapıldı. Biz babanın işleri dolayısıyla İstanbul’a taşındık Türk aile yapısını, sosyal hayatı tanımamız öğrenmemiz için İstanbul bizim için ideal bir şehir oldu.
-Mama bizlere son olarak neler söylemek istersin?
-Hayat bir akış. Bu akışta güzel şeyler götürmek lâzım yanında. Bunun içinde Allah’ın bize bahşettiği akıl ve yeteneklerimizi güzel kullanmamız gerekiyor. Bunu yapabilirsek başarılı oluruz ama hayattaki en önemli şey yaşayabilmek için bir evinin olması. Bu ev bizim için bir vatan. Vatanı kollayıp, gözeten, üzerindeki milleti, ailesinin geleceğini, geçmişini düşünen, düzenleyen bir de baba lâzım. Bu baba devlet oluyor. Bizim başımıza gelenlerin sebebi devletsizliktir. Bu yüzden yaşadığınız cennet vatanın devletini, milletini, her şeyini çok sevin iyi sahip çıkın, çünkü devletsizlik babasızlıktır.