Babası sekiz sene askerlik yaptıktan sonra memleketi Erzurum’dan Sivas’ın Yıldızeli ilçesine gelip yerleşiyor. 1919 yılında Yıldızeli’nde dünyaya geliyor Dursun Aksoy. Ancak memleket hasreti galip gelince, kağnı arabalarıyla dönüyorlar geri Erzurum’a. Ancak kırk günlük yolculuktan sonra Erzurum’u da, Sarıkamış’ı da geçip Yağbasan köyüne yerleşiyorlar.
İlkokulun ilk üç sınıfını Yağbasan köyünde, dördüncü sınıfını Sarıkamış’ta okuyor Dursun Aksoy. Öğretmenleri kendisini çok sevip babasına; “Bu çocuğu mutlaka okut, ileride büyük adam olur” diyorlar.
Yağbasan köyünden olup Erzurum Muallim Mektebinde okuyan üç öğrenci, tatillerde köye geldiklerinde Allah’ın olmadığından falan bahsedip köylünün zihinlerini bulandırmaktadırlar.
Babası onu ortaokula kaydettirmek için atın terkisine bindirip Kars’a doğru giderken birden atını durdurur. O üç çocuğu örnek vererek; “Seni okutmak istiyordum amma, o okuyanların halini görünce vazgeçtim, cahil ol ancak Müslüman kal. Geri dönelim” der. Küçük Dursun okuma sevdasındadır. Atın sırtında iken baba ile oğul arasında şu konuşma geçer;
-Babacığım sen beni okut, ben onlar gibi olmam. Dinime bağlı ve sadık olurum inşallah.
-Bana söz veriyor musun?
-Buradaki kayalar ve dağlar şahit olsun ki söz veriyorum.
Bu söz üzerine yola devam ederler. Kars’ta ortaokula başlar ve bir pansiyona yerleşir. Bir ay sonra babası un, peynir gibi erzak getirir. Unu fırına verirler ve karşılığında her gün ekmek alır. Bu ziyaretten sonra babası bir daha gelmez. Yaz tatili olup köye döndüğünde babasının aylar önce rahmetli olduğunu öğrenir. Tarlaların, koyunların, sığırların ve evin mesuliyeti küçük Dursun’un üzerine kalır. Ortaokul ve lise bitene kadar işçi çalıştırmak suretiyle hem okulu hem de köydeki bu işleri birlikte yürütür. Bu nedenle okula her sene bir ay geç olarak, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramından sonra başlar. Arkadaşları ve öğretmenleri; “Dursun yeter ki okula gelsin” diyerek durumu idare ederler. Sınıf başkanlığını hep ona yaptırırlar. Cenab-ı Hakkın bahşettiği zeka neticesinde eğitim hayatını başından sonuna kadar hep birinci olarak bitirir.
Üniversite tahsili için İstanbul’da Tıbbiye’ye kaydolur ve Askeri Tıbbiye’de okumaya başlar. Kayseri mebusu Mehmet Kirazoğlu’nun Mimarlık Fakültesi son sınıfta okuyan oğlu Ömer Kirazoğlu ile tanışır. Ömer Kirazoğlu üniversitedeki dindar olan gençleri bir araya getirerek her hafta sonu bir hoca efendiye, bir fikir adamına ya da bir mürşide götürmektedir. Üç senenin hafta sonları hep böyle geçer. Ayrıca haftada bir gün İstanbul Müftü Yardımcısı Bekir Hâki Efendi’nin Şehzadebaşı Camii’ndeki hadis derslerine devam eder.
Tıp Fakültesi dördüncü sınıfa geçtiğinde Ömer Kirazoğlu kendisine Adana’da ikamet eden Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretlerini ziyarete gitmeyi teklif eder. Trene binerek giderler Adana’ya. Eski buğday pazarında tatlıcı Cumali Efendi aracılığı ile randevu talep ederler. Sami Efendi, Ramazanoğlu sülalesinden kendisine kalan mirası istememiş, Hukuk Fakültesini birincilikle bitirmiş olmasına rağmen o mesleği yapmayıp bir kereste fabrikasının muhasebe defterlerini tutarak aldığı maaşla ailesini geçindirmektedir. Önce Ömer Kirazoğlu, peşinden Dursun Aksoy Sami Efendi’nin huzuruna girerler.
Dursun Aksoy Sami Efendi’yi görür görmez farklı bir duygu seline kapılır ve Sami Efendi gönlünde taht kurar. Artık dünyaya değişik bir gözle bakmaya başladığını hisseder. İçini bir mutluluk, bir huzur hali kaplar. Sami Efendi ruhuna nüfuz etmiştir. Sonraki hayatında İslam’ın her rüknünü yaşamaktan ayrı bir zevk almaya başlar. Adana’dan memleketine gider ve teyzesinin kızı Ulviye hanımla nişanlanır.
Tıbbiye tahsili üç yıl daha devam eder. Bitince Ankara’ya yeni açılan Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesinde staja başlar. Nasıl olsa doktor oldum, öğrencilik bitti diye düşünerek arkadaşları gibi o da bıyık bırakır. Ancak staj bitirme imtihanını yapacak olan hoca bıyığı sevmediği için arkadaşları bıyıklarını keserler ama Dursun Aksoy kesmez. İmtihan başlar. Önce kendisine bir hasta verip muayene ederek teşhis koyması istenir. Arkasından bir sürü mesleki sorular gelir. Soruların hepsine verdiği cevaplar üzerine “üstün başarı ile geçmiştir” diyerek alanıyla ilgili kitaplar da hediye ederler. Kimse bıyığının farkında bile olmamıştır.
Bursa 5. Kolorduya askeri hekim olarak tayin edilip göreve başlar. Kolordu komutanı Hasan Atakan Paşa bıyıklıları sevmez, bıyıklarını kesip huzuruna öyle çık derler. Fakat o bıyıklarını kesmeden Paşa’nın huzuruna çıkar. Paşa hiçbir şey söylemez. Daha sonra öyle samimi olurlar ki; evi Bursa Hastanesine yakın olmasına rağmen kendisinin ve çocuklarının muayene ve tedavilerini Dursun Aksoy yapar.
Dursun Aksoy üniversite talebeliği yıllarında Ömer Kirazoğlu ve Ali Kemal Belviranlı ile birlikte “İslam’ın Nuru” isimli mecmuayı çıkarırlar. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle yayın hayatı ancak iki sene devam eder.
Ankara’ya gelince Mehmet Şevket Eygi ile birlikte “İslam” mecmuasını çıkarırlar. Mecmua matbaada basıldıktan sonra Dursun Aksoy’un muayenehanesine getirilir, gideceği yerlere postalama işlemlerinden tutun da tüm hamaliye işleri kendisinin sırtından geçer.
Yine üniversite yıllarında milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıldönümünü kutlama ile ilgili düşüncesini Ömer Kirazoğlu ile paylaşır. Mustafa Mıhçıoğlu’nu da bu işin içine katarak üç kişi olarak anma programı yapma kararını alırlar. Mehmet Akif Ersoy’un damadı Ömer Rıza Doğrul Cumhuriyet gazetesinde çalışmaktadır. Yanına giderek gazetede üç gün programı ilan etmesini rica ederler. Aynı şekilde Tasvir gazetesinde de ilan gerçekleştirirler. Mihrimah Sultan Camiinde gerçekleşen programın sunuculuğunu Dursun Aksoy yapar. Caminin içi de, dışı da dolmuştur. Mehmet Akif Ersoy’un arkadaşları o mümtaz şahsiyetin hayatından kesitler anlatırlar, hafızlar Kur’an-ı Kerim okurlar, dualar edilir. Aynı şekilde Mimar Sinan’ı anma programı tertip etmek de ilk defa Dursun Aksoy’un fikri neticesinde gerçekleşir. Fatih Sultan Mehmet için de “Fatih Günü” adı ile zamanın İstanbul Valisinin de katıldığı bir program gerçekleştirirler.
Turgut Özal Milli Selamet Partisi’nden İzmir Milletvekili adayı, Dursun Aksoy ise İzmir birinci derece Senatör adayı olur. Birlikte bir ay seçim çalışması yaparlar. Yeni aldığı Anadol marka araba ilçe, kasaba ve köyleri dolaşa dolaşa eskiyip hurdaya çıkar.
Ankara Askeri Hastanesine tayin olunduktan sonra başhekime gidip, “laboratuarlar beni tatmin etmiyor, klinik çalışması isterim” der. Bunun üzerine otuzar yataklı iki kulübede intaniye kliniği kurulmuş olur. Yatan altmış hastanın elli sekizi, sağlıksız şekilde kazılan tuvalet çukurlarından içme suyuna sızan lağım neticesinde tifo olmuş jandarma erleridir. Bağırsağı delinmiş iki ümitsiz vaka dahil Allah’ın izniyle tüm hastaların iyileşmesini sağlar.
Antibiyotik ilaçlar henüz yeni çıkmışken, antibiyotikler üzerine bir seminer hazırlayarak hastanedeki tüm doktorlara sunum yapar. Başhekim dinledikten sonra “Bu semineri Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin doktor ve Profesörlerine de sunar mısın?” teklifinde bulunur. Kabul eder ve bu seminer sonrası Gülhane Askeri Tıp Akademisi ile Ankara’daki diğer tıp çevrelerinde mümtaz bir yere sahip olur.
Yüzde seksenini kandan ve yüzde yirmisini gaitadan alarak tifo mikrobunu üretir ve ilginç neticelere ulaşır.
Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’den medical advance için iki doktor ister. Sınav açılır ve katılanlar arasından sınavı kazanan sadece Dursun Aksoy olur. Personel Daire Başkanı Ali Erkan doktor Dursun Aksoy’u yanına alıp o günkü kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel Paşa’ya götürür. Açılan sınavı sadece Dursun Aksoy’un kazandığını belirtip Amerika’nın iki kişi istediğini, izni olursa ikinci kişi olarak kendisinin gitmek istediğini söyler. Böylece 1959 yılı sonunda gemiyle Amerika’ya ulaşırlar.
Amerika’daki eğitimleri dokuz ay sürer. Ramazan ayını orada geçirirler, bayramı orada yaparlar. Dursun Aksoy ramazan bayramı sonrası şevval orucu tutmaya başlar. Personel Daire Başkanı Ali Erkan bey Dursun Aksoy’a;
-Gel bir çay içelim.
-Ben oruçluyum.
-Geldiğin günden beri oruçlusun. Üç aylar, ramazan, şevval. Seninle geldiğime pişman oldum, açlıktan ölüp başıma bela olacaksın.
-Oruç tuttuğum için kuvvetim eksilmedi, üstelik arttı. İstediğin kişiyi getir güç yarışı yapmaya hazırım.
-Tamam öyleyse, hazır ol.
Bu konuşmadan sonra sınıfa geçerler. Yetmiş beşer kişiden oluşan üç sınıf vardır. Ali Erkan bey tüm sınıflara; “Dursun ile güç yarışı yapmak isteyen var mı?” diye ilan eder. Gönüllü otuz beş kişi çıkar. Karşısına gelen kişiyle birbirlerinin bileklerinden tutup çekmeye başlarlar. Kim diğerini arka tarafa atarsa o kuvvetini ispat etmiş olacaktır. Dursun Aksoy, gözlerini kapatıp duasını yaptıktan sonra başlar rakibini çekmeye. Sırasıyla otuz beş kişiyi Allah’ın izniyle arka tarafa atmayı başararak yarışmanın galibi olur. Hatta bazılarını öyle kuvvetli çeker ki; üç beş metre gidip yere kapaklanmaktadırlar. Aralarında kendisinin iki katı iriliğinde olanlar bile vardır. Son yarışmacıyı bacaklarından ve kollarından tutup başının üzerinde gezdirdikten sonra yere bırakınca, “Smith’i de kaldırabilir misin?” derler. Smith yüz otuz kiloluk bir Amerikan yüzbaşısıdır. Tuttuğu gibi onu da kaldırır.
Yenilen pehlivan güreşe doymazmış misali; “Bilek güreşine var mısın?” derler. Bu sefer yarışmacı daha da çoğalır. On kişiyi yendikten sonra karşısına Arjantin’li bir yarbay çıkar. Parmakları Dursun Aksoy’un bilekleri kalınlığında bir insan azmanıdır sanki. Elinden tutunca Dursun Aksoy’un dirseği masaya yetişmemektedir. “Ya Allah” diyerek asılınca onun elini de masaya yapıştırır. Adam “Türk tiger” diye bağırarak masadan fırlayınca daha kimse Dursun Aksoy’la bilek güreşi yapmaya cesaret edemez.
Durumu okul komutanına anlatırlar. Okul komutanı Dursun Aksoy için bir resepsiyon düzenletir ve orada “İkinci Koca Yusuf Amerika’ya geldi” tezahüratı yaparlar. Resepsiyona katılanlar “bu adamın boyu ne, kilosu ne ki, bu kadar adamı devirdi” diye birbirlerine söylenip durmaktadırlar. Hadise gazetelere haber olarak intikal eder.
Fakat bu hadiseden sonra hanımlardan başını alamaz. Kursum var, dersim var diyerek atlatır hepsini. Bir gece saat 02.00’de odasının kapısı vurulur. Açtığında yirmi beş yaşlarında sarışın Amerikalı bir hanımı bulur karşısında. “Ne istiyorsunuz?” diye sorar. Kendisiyle görüşmek için geldiğini söyleyince; “Hanımefendi, ben evliyim ve beş çocuğum var. Bizim dinimizde zina haramdır” cevabını verir. Bayan; “Cüzdanımı unutmuşum, geri dönemem burada kalayım” deyince aşağıya indirip bir taksi çağırıp ücretini öder ve gönderir. Böylece o imtihandan da kurtulmuş olur.
Amerika’dan döndükten sonra İzmir Sıhhi Hizmet Okulu’nda iki yıl öğretmenlik yapar. Böylece İzmir’e de yerleşir. 1966 yılında emekli olur. İzmir ve civarındaki sekiz vilayetin kasabasını, köyünü gezerek İslâm’ın güzelliklerini, Peygamber Efendimizin, evliyaların, Allah dostlarının örnek hayatlarını anlatır feyizli sohbetlerinde.
Fedakâr bir hizmet gönüllüsü, yorulmaz bir abid, teslimiyet ehli bir dervişdir. İslâm’ı aşkla yaşayan bir mümin, sır ehli bir ariftir. Az yiyen, az uyuyan ama az yorulan, ruhen ve zihnen çok güçlü bir Allah eridir.
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” Hadis-i şerifinin örneği olarak Cuma günü iftar saati öncesi vefat edip 26 Eylül 2008 Kadir gecesi sabah namazında Medine-i Münevvere’de Cennetül Baki kabristanlığına çok sevdiği mürşidi Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri’nin yanına defnedilir.
Allah rahmet eylesin.