Muhal farz…

“Kardelen” olmasaydı…

Dergimizin kurucusu Ali Erdal Bey, sıradan bir edebiyat öğretmeni gibi derslere girip çıksaydı. Emekli olduktan sonra da köşesine çekilseydi.

Veya yazarlarımız Sinan Ayhan, Özgür Alkan Alkış, Cahit Ay, Veysel Şeker, Kevser Fidan ve diğerleri, Bilecik Anadolu Lisesi’nden 1992 yılında mezun olan o sınıf, Ali Hocamızın fikirlerine iltifat etmeseydiler… Ne işimiz var bizim yazıp çizmeyle, başka işimiz mi yok, derdimiz üniversiteyi kazanmak, şu dersten geçer not alalım yeter deseydiler…

Şimdi nerede olurduk?

Topluluk adına fikir yürütme hak ve yetkisine sahip değilim. Ama kendi adıma bu muhasebeyi yapabilirim… Ben, nerede olurdum?

İlkokul 3. Sınıfın ilk döneminin sonuna kadar İzmit’te okudum. Babam, Allah rahmet eylesin, vefat edince baba yurduna, Bilecik’e göç ettik. Muhacirlik, bizde dededen toruna intikal eden bir kader…

Bilecik’teki öğretmenim, Ertuğrul Ger, Allah ona da rahmet etsin, site editörümüz Yavuz Sert’in dayısının kayınpederi. Rahmetlik babamın da liseden sınıf arkadaşı. Benim geldiğimi duyunca sınıfına kaydolmamı arzu etmiş. İnanan bir insandı. Resmî törenlerde dikilirken boşa dikilmeyin, içinizden 3 İhlâs 1 Fatiha okuyup ölmüşlerinizin ruhuna bağışlayın, derdi.

Üstad, “O ve Ben” veya “Bâbıâli” eserinde olsa gerek, bir an’ı kelimelerle resmediyor. Zannederim Boğaz’ı kayıkla geçerken bir an’ı hafızasında donduruyor. Ve diyor bu an’ı hayatım boyunca hep hatırladım. Üstad’ı tanımadığım demlerde bu şekilde davrandığımı hatırlıyorum. 5. Sınıfın bir töreni hafızamda taptaze. Yağmur yağdığı için töreni okulun içinde yapmışlardı. Şöyle düşünmüştüm; eğer bir insanın hatırası için bu kadar hürmet gösterilecekse hatırasına hürmet gösterilecek kişi Peygamber olmalı. Ancak O’na (sav) bu şekilde hürmet edilebilir, başka bir faniye değil…

Başlangıçta ben nerede olurdum diye sordum ya onun için bu kadar lâf kalabalığı yapıyorum. İlkokuldaki o halime, ortaokul ve lise yıllarıma bakarak söylüyorum bunu, Kardelen olmasaydı, herhalde yine namaz kılardım. Ama o kadar… Yine mizacım gereği zayıf olan aksiyon yanım hiç harekete geçmezdi… İkinci bin yılın yenileyicisi İmam-ı Rabbânî Hazretleri “Bu devrin cihadı söz ve fikirledir” buyuruyor. Cihadsız olunabiliyorsa, ki olamaz, bir Müslüman olurdum…

Çok şükür ki kader bu şekilde tecelli etti.

Nasreddin Hoca’ya soruyorlar; dünyanın ortası neresidir, diye.

Hoca anında cevap veriyor; eşeğimin ayağının bastığı yerdir. Burun kıvırıyorlar. Hoca, inanmazsanız ölçün, diyor.

Hoca, muhakkak ki, Allah Resulü’nün varislerim dediği, âlimlerdendi, gönül ehliydi, veliydi, evliyaydı. Onların yalan söylemesi muhal olduğuna göre o gün imkân olup ölçülebilseydi Hoca’nın işaret ettiği yerin dünyanın ortası olduğu ilmen de ispat edilecekti. Buna şeksiz, şüphesiz inanıyorum.

Teşbihte hata olmasın…

Yine muhal farz… Hocaya sordukları gibi şimdi, bugün, bana da birileri gelip sorsa; 15. İslâm asrının, 1440. Senesinin Cemaziyelevvel ayının şu gününde nerede olmak isterdin?

Cevabım, işte tam burada, Kardelen bünyesinde, bu satırları kaleme aldığım yerde, sizlere bu yazıyı hazırlarken olmak isterdim, olur.

Üstad yine “O ve Ben”in takdim bölümünde, Efendi Hazretleri’ne, Abdülhâkîm Arvasî Hazretleri’ne hitaben “her yıldızla her yıldızarası dünya yol ve yönlerinden bana en doğrusunu” gösteren diyor.

Demek ki Allah’a ulaşmanın sayısız doğru yolu var. Bir de EN DOĞRU YOLU…

100 sayı boyunca bize en doğru yol üzerinde olmayı lütfeden, bahşeden Allah’a sonsuz hamd,

Kâinatı ve içindekileri yüzü suyu hürmetine yarattığı biricik Habibi’ne binlerce selâm,

O’nun ehline, ashabına, tabiine, teba-ı tabiine, evliyaya, şühedaya, yolumuzun büyüklerine, Kardelen’e can suyunu veren beldemizin büyükleri Şeyh Edebâli, Dursun Fakih ve Ertuğrul Gazi’ye tazim ve hürmet…

28 yıldır Kardelen’i okuyup, destek verdiğiniz için hepinize saygı, sevgi, hürmet ve selâm…

Derginizin 100. sayısı hayırlı olsun…

İyi okumalar…