Ali ERDAL:

Dergi bir fikir mektebidir. Bir defa, derginin bir tezi olması lâzım. Eğer siz, üç beş genç bir araya gelmiş, tırnak içinde söylüyorum “hiç olmazsa kendi yazdığımız yazıları yayınlarız” demişseniz, o derginin ölümünü işin başında kabul etmişsiniz demektir. İşin başında öyle bir tez ortaya koymalısınız ki o teziniz işi sürüklesin. Kardelen, bu işi, “fikrin değerini bilenlere” olarak yaptı ve işin başında bunu söyledi. Bugün çıkan dergilerin bir kısmı bir maceracılık üzerine, işin zorluklarını bilmeyenlerin maceraya atılması şeklinde. Hâlbuki biz işin başında tehlikeleri bilmemenin verdiği cesaretle ortaya atılan maceracılar değiliz dedik ve bir tez ortaya koyduk: Dedik ki fikir olmadan hiçbir şey olmaz. Dergi bir de kendisine bir okuyucu sınıfı tespit etti. Siz güzel sanatlar üzerine bir dergi çıkarıyorsanız okuyucu kitlesi bellidir, güzel sanatlardan anlayanlara, merak duyanlara hitap edeceksiniz. Yayınınız ona göre olacak. Meselâ, devlet demir yollarının çıkardığı bir dergi vardı, onun da adı Kardelendi. Biz bunu fikrin değerini bilenlere diyerek her kesimde, cemiyetin bütününde olabilecek bir topluluğa hitap ettik. Ben, dedi, fikrin değerini bilenlere hitap ediyorum. Burada bir de şu var. Eğer siz Kardelen’e itibar etmiyorsanız, fikrin değerini bilmiyorsunuz demektir. İşin başında kendisine alâka duymayanları bir yere yerleştirdi, kendisine alâka duyanları bir yere yerleştirdi. Alâka duymuyorsa, gam değil arkadaş. Evet biz senden mahrum kalıyoruz ama sen de fikrin değerini bilenlerden mahrum kalıyorsun, demiş oldu.

Şimdi dergi fuarlarında sergiler açılıyor. Dergiler konuluyor, başında dilenci gibi bekleniliyor. Gelenlerin gözünün içine bakılıyor. Hâlbuki orada dergi fikrini ortaya koymalı, tezini ortaya koymalı. İşte bunun için her dergi fuarına gidişte bir video hazırlamayı, o videoyu orada göstermeyi, alâka duymasalar bile, görmeseler bile… Meselâ ne diyor “Osmanlı’nın doğduğu topraklardan”, çıkışımıza bir zemin koyuyoruz biz, kardeşim Bilecik’ten çıkmışsınız, küçük bir yerden, ne olacak. Biz ne diyoruz; “Osmanlı’nın doğduğu topraklardan…” “Bir kere daha…” Yani çıkışımıza bir meşruiyet kazandırıyoruz. Bir fuara katıldım. Hiçbir derginin ne tez olarak ortaya koyduğunu ne de okuyucu kitlesi olarak şuur sahibi olduğunu gördüm. Yani dergiler imdat diye sesleniyorlar ama önce kendilerinin ne oldukları, ne olmaları gerektiği, cemiyetle münasebetlerinin ne olduğu konusunda bir fikir, idrak sahibi değiller. O zaman ne oluyor 3 sayı 5 sayı çıkıyor, ilk çıkarma heyecanı kaybolunca, dergi de, çıkış beyannamesinde Kardelen’in söylediği gibi, dergi mezarlığını boyluyor. Gerçi çıkan her dergi mezarlık adayı…

Derginin bir tezi olmalı. Kardelen, bütünüyle, cümle halinde söylemese de bir tez ortaya koyuyor, o da nedir, dünyada bir tane tez var zaten. “Allah vardır” bunun dışında bütün tezler, ona nispetle tezdir. Onu ne kadar ifade ediyorsa… Şimdi zannediliyor ki böyle söyleyince hep Allah’tan bahsedelim, Allah’ı zikredelim… Dergi konuşurken de, kahvaltıdayken de, sizin teziniz üzerine, yani en büyük tez üzerine olmalı. Şimdi burada bir dörtlük okuyalım:

Birçok farklı kalbe yüze ulaştık

Yokuşlar tırmandık düze ulaştık

Delilik dense de yaptığımıza

Hamdolsun Allah’a Yüz’e ulaştık.

Şimdi şairimiz Murat bunu söyleyebildiyse Kardelen’in demek ki bir tezi varmış. Şimdi dergilerin pek çoğunda tez olmadığını düşünüyorum. Tamam sorsanız Müslümanız, İslâm üzereyiz… Evet de… Müşahhas halinde bir tez olarak söylenmiyor. Yine aynı şairimiz:

Haddimizi belirler bize Hak’tan gelenler

Aynı olmaz şüphesiz bilmeyenle bilenler

Kıymetini çilesi tayin eder dâvânın

Kara kış ortasında açılır kardelenler.

İlk mısrada, Kardelen’in bugüne kadar ki tezini cümleleştiriyor. Bunu görmüş, varmış demek ki… İkinci mısrada Hadis’e gönderme yaparak yine tezimizi ortaya koyuyor.

Dergi bizim için nedir? Dergi bizim -bugünlerin meşhur dizisi Ertuğrul diliyle söyleyelim- pusatımızdır. Dergi gayemiz değildir. Gayemiz dergi çıkarmak değil. Dergi, bir fikir hareketi olmak durumunda olduğu için tezimizi dergi ile ifade ediyoruz. Eğer dergi bizim için amaç olursa, gaye olursa, üç sayı beş sayı sonra bu sayıda ne koysak sıkıntısı başlar. Hâlbuki derginin cemiyete bir söyleyeceği var. Bir zamanlar öğretmen okulundayken köye geldim. Gece yarısı bir ses… Minareden, hoparlör de yok o zaman… Minareden sesleniyor… Komşular falan yerde yangın var… Sevabını seven yangını söndürmeye koşsun… Bakırını alan gidiyor… Sıra olmuşlar… Şimdi cemiyetin karşısında çıkıp, yangın var ey cemiyet, falan yerde şu var der gibi derginin cemiyete söyleyeceği bir sözü yani tezi olması lâzım. O zaman sizin günübirlik düşünmek gibi -şimdi lüksümüz diyorlar- haddimiz olamaz. Uzun vadeli düşünürsünüz. Allah bize ileriki sayıları düşünmek imkânını verdi. Böylece biz daha şimdiden acaba önümüzdeki sayıda ne yapsak, ne koysak, nasıl doldursak derdi sıkıntısı bir yana, gelen hangi yazıyı azaltsak sıkıntısını çekiyoruz. Bir mesajımız var.

Bir de, dergiler ne yapıyorlar. Kapalı devre televizyon gibi hareket ediyorlar. Üç beş arkadaş bir araya geliyor. Onlar da ekseriyetle falan filân cemaatten, gruptan oluyorlar. Aralarına başka kimseyi almıyorlar. Hâlbuki Kardelen, dergiyi -lâ teşbih- cami gibi düşünüyor. Kardelen’e bir yükseklik izafe etmek için camiye benzettiğimiz sanılmasın. Camiden bir usûl alıyoruz. Camiye, cemaati idrak eden gider. Peki, bunun için kapıda bir kayıt, önceden numara, sıra alma var mı? Çin’den bir Müslüman gelir, minareyi görür, buraya gider. İmam olmaya ehildir. O kadar insanın içerisinden sivrilir, imam olur. Öyleyse biz yazı kadrosunu sadece kendimizden ibaret düşünmemeliyiz. Standart, üye, sayı düşünmemeliyiz.

Bir zamanlar, Kardelen’in muhasebesini yaptığımız bir yazıda “Kalem Başına” demiştik. Nasıl, “Ey millet! Seferberlik ilân edildi, eli silâh tutan koşsun.” Şimdi biz de diyoruz ki cemiyete; “Ey millet! En çok ihtiyacımız olan fikir elden gidiyor… Eli kalem tutanlar, kalem başına…” O bakımdan gelen siteme haklıysa, haklı diyoruz. Bize, “benim şiirimi koymamışsınız, 100.sayıda şiirimin olmasını isterdim” diyene hak veriyoruz. Ben şahsen şimdi –benim bir dalgınlığımdan ileri geldiği için- kayıtlara geçsin, özür diliyorum. Hâlbuki şiirlerine yer ayırmıştık, kargaşa oldu, o şiiri oraya, bu şiiri buraya almak gibi… Şiirin konmamış olduğunu şimdi fark ediyorum. Haklı. Biz bu kadronun ilkleriyiz, nasıl bizim dediğimiz olmaz da senin dediğin olur, sen kim oluyorsun değil. Sonradan gelen ehil biri –müezzin, imam olması gibi- rey sahibi olabilir.

Ve yine teze bağlı olarak dergi rey sahibi olmalı. Her sahada söyleyebileceği bir sözü olmalı. Allah’a hamd olsun, kapaklarımızın değeri görülüyor. Niçin? Çünkü biz her sayıda kapaklarımızı asıl teze nispet ederek, asıl tezin bugüne aktarılması gibi kapaklar hazırlıyoruz. Allah’a şükür bunlar, fikirlerini söyleyen, istişare eden kadromuz sayesinde oluyor; çizerimiz sayesinde şekil haline geliyor. Dergi fuarlarına katılmak, o bakımdan bana anlamlı gelmiyor.

Fikir eksikliğini hissediyorlar ki orada bir iki etkinlikte bulunabilirsiniz, diyorlar. Neden? Onlar da hissediyorlar ki derginin orada bir şey söylemesi lâzım. Ve ilk fuara katıldığımız zaman zannediyordum ki dergiler tezlerini ifade eden arkalarında afişler, şunlar, bunlar olacak. Bunun için de biz, bir güneş doğuyor, üzerinde Kardelen yazısı şeklindeki logomuzu, o şekilde basılı halde oraya sermiştik. Şimdi kapaklarda tez yok, fikir yok, ona göre bir logoları yok; bunların dergi mezarlığını boylamaktan başka çareleri yok. Dergiyi gören, nasıl minareyi gördü, orada namazımı kılayım diye düşündüyse dergiyi gören kendi haline bakıp ben burada yer almalıyım, diyebilmeli. Hayır, biz bunu dedirebilmeliyiz ve ona göre hazırlanmalıyız. Bu noktadan, Kardelen’in şu ana kadar katettiği mesafe, tezlerini işin başında söylemesinde ve gittikçe gelişmesinden… Peki Kardelen bu tezlere, bu fikre ne zaman vardı? Daha duvar gazetesini çıkarırken vardı. Nitekim fotokopi sayılarda sen de işaret etmişsin Sinan, “Acıyorum” icat etmişiz ve ifade etmişiz Acıyorum’un ne olduğu… Dergide kendinden icat, tavırlar, söyleyişler, ifadeler olmalı. Biz Söylesek Lâf olur… Düşmandan, karşı cepheden bir söz alıyoruz, bunu biz de söylesek doğru, ama biz söylesek lâf olur. Tefekkür, Ayışığı, nasıl güneş, aslında ayın bir ışığı yoktur, güneşten alıp bize yansıtıyorsa, Kardelen’in de bir tezi yoktur; yahu, deminden beri tez, tez diyoruz. Biz alıyoruz güneşten, yansıtıyoruz, tezimiz bu… Bir arka kapak fikri… Bu cemiyet nelerden meydana gelmiştir. Şunlardan meydana gelmiştir, işte bunlardan mahrum kaldığı için cemiyet bu haldedir mânâsına “Bu cemiyetin” diye Hakan KARAHAN’ın yazdığı yazılar… Başta, Üç Nokta buluşu. Bu sayıda izahı… Yani biz işin başında başlamışız. Fotokopi sayılarda “daire veriyoruz” buluşu… Bulmaca hazırlıyorlardı. Geometrik şekil olarak daire… Böyle espriler… Kendine has bir ele alış tarzı. Bu ele alış tarzıyla ilgili son olarak şunu söyleyeyim… Muterizler, İslâm’a itiraz edenler karşısında, ezik, yılgın, ya işte aya biz gitseydik de, gelişseydik de, Batı falan, Batı malları daha güzel diye ezik bir tavır değil, karşı cepheye bakıp onu müstehzi, kendi tezinden emin bir şekilde… Şöyle bir misal getiriyorum… Adam lüks arabasında gidiyor, gayet rahat, yazsa kliması var, kışsa sıcak ortamda. Şehrin ortasından gidiyor, köpekler de dışarıdan havlıyor. Şimdi bizim dönüp onlara cevap mı vermesi lâzım? Onlar havlasınlar dursunlar. Neymiş filân yerde bir karikatür çizilmiş, Peygamberimize hakarete yeltenilmiş, yeltenilmiş diyorut, hakaret edilemez çünkü… Bizim onlara karşılık, mitingler yapalım, tepkimizi gösterelim mi dememiz lâzım… Şimdi çok sevdiğim bir ağabeyim telefon ediyor, falan yerde belediye şu şu resimleri kaldırmış, ona nasıl tepki gösterelim. Yahu niye tepki göstereceğiz, dedim. Yapmışsa yapmış. Biz kendi tezimiz varsa o tezimizi daha şevkle, daha gayretle anlatalım, eğer bir tepki gösterilecekse tepki şuydu. Cemiyetin karşısına geçecek kim geçecekse, arkadaşlar işte, falan yerde, filân belediye şu resmi kazımıştır diye gösterecek. Bu resim Levnî’nin filân minyatürüdür, burada şu ifade ediliyor. Biz de bu düşünceyle onu oraya koymuştuk, şimdi bu belediye bunu kaldırıyor. Bunun karşısında bağırmak, çağırmak, hakaret etmek, abesle iştigal.

Kardelen’in bu noktadaki görüşü, dergi, bir tez sahibi olacak, okuyucusunu tespit edecek, karşı cepheye nasıl bakacak ve nasıl bir tavır takınacak, eğer bunları tespit etmişseniz, sizin bir teziniz vardır ve Allah’ın izniyle de kervan yürüyecektir…

Arz ederim…

Kaynak: http://kardelendergisi.com