Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

İnsanlık her geçen gün daha kötü ve aslında insanın arzu etmediği bir noktaya doğru sürüklenmekte. Oysa insanlığın ortak birikimleri olan eserler insanın daha mutlu, huzurlu, dingin, başarılı ve gerçekçi bir hayat sürmesi için yazılmış. Hatta insanın içinde bulunduğu “kötü”, “çirkin”, “karanlık” durumdan çıkabilmesi için ona ümit aşılamış, telkin ve tavsiyelerde bulunmuştur.

Peki, faydası olmuş mudur?

Tamamen faydasız diyemeyiz. Bir taraftan Oblomov gibi tiplerle tembelliğin ne denli kötü bir şey olduğunu söylerken, tembellikten kurtulamadığı gibi sevgilisi Olga için her şeyini vereceğini söylemesine rağmen değişimi ve dönüşümü göremediğinden ötürü, Olga’sını  Stoltz’a kaptırmaktan da kurtulamamıştır.  Yani insanlığın hedeflediği güzelliklere erişemediği bir yana uçurumunun kenarında ve yaşamak istemediği vahşetin kapısı önünde titreyerek beklemektedir.

Deneyim ve birikimi yok sayarak, umursamayarak nereye varacağımızı ümit ediyorduk ki? Elbisemizi bile Zahar giydiriyorsa onun bize neyi giydirdiğinden şikâyet etme hakkımız niçin olacak. Kendimiz seçerek ve isteyerek bir elbisemizi giymekten acizsek kıyafetimizden şikâyet etme hakkımız olabilir mi?

Oblomov gibi saçlarımızı bile başkalarının taradığı bir hayatta görüntümüzden şikâyet etmek bizim için çözüm mü?

İnsanlığın içinde bulunduğu durum hep böyle olmuştur.

      İnsan içinde yaşadığı durumdan asla memnun olmamış hep şikâyet etmiştir.

Dün de böyleydi bu bugün de böyle.

     Çağından, zamanından şikâyeti olmayan eser yok gibi. Kendi yarattığımız görüntümüzden rahatsızlık nasıl bir ruh halini yansıtır? Bu yalnızca birkaç iyi insanın kendi yaratmadıkları duruma katlanmak istememelerinin bir yansıması mı, yoksa aslında yolun başında hedefledikleriyle geldiğimiz nokta arasındaki uçurumdan mı kaynaklı?


      Oblomov’un hedeflediği hayatla yaşadığı hayat arasındaki uçurum ne kadar yüksekse İncil’in, Tevrat’ın, Zubur’un ve Kur’an’ın insana layık gördüğü hayatla insanın içinde bulunduğu durum içler acısı halde. 

İncil “sev” dediği halde nasıl oldu da bugün bütün bir insanlık nefrete boğuldu? Kendinden başkasını sevemez oldu?

 Tevrat “öldürme” dediği halde insanlık nüfusu içinde en az nüfusla en çok öldürenler Tevrat’a inandıklarını söyleyenler oldu.

Kur’an “oku” derken nasıl oldu da Müslümanlar kâinat kitabını hiç okumayan topluma dönüştüler?

      Zebur her türlüğü kötülüğü men ederken nasıl oldu da dünya bu denli kötü bir yer haline geldi?

Benim kişisel ıstırabım bunları düşünmekle geçiyor.

İşte yazmak ve okumak birazda bu ıstırabı bölüşmek gibi acı bir şey. Ötesi var mı?

Kaynak: http://www.edebiyatgazetesi.net/