Türkçe sevdâlısı Nihad Sâmi Banarlı anlatıyor:
“Birçokları gibi, benim de dilime bazen bir söz, bir cümle, bir beyit takılır, tekrarlarım. Bir târihte Neşâtî’nin:
“Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile”
mısrâlarındaki buruk zevki tadıyordum. Arkasından, bir vak’a hatırladım:
Bir vapur yolculuğunda, bir Fransız yazarı, tanınmış bir Türk edîbine:
-Bir Türk şiiri var mıdır?
demek tuhaflığında bulundu. Bu soru, şununiçin tuhaftı ki şiirsiz millet, hattâ kabîle tasavvuru yanlıştır. Bir zamanlar Fransız krallarının, hükümdarından himâye talep ettiği milleti ise şiirsiz tasavvur etmek büsbütün tuhaf olmak lâzım gelir.
Türk edîbi, Fransız’a XVII. asır şâiri Neşâtî’nin bir gazelini okudu ve açıkladı. Şiiri ses ve mânâ olarak zevkle dinleyen Fransız, bilhassa son beyti duyunca:
– Oo, dedi, bu mısrâları söyleyen milletin bir büyük şiiri olmak tabiîdir.
Ve şu cümleyi ilâve etti:
-Medeniyet nâmına bir başka eseriniz olmasaydı, yalnız bu mısrâ, ne ince bir millet olduğunuzu isbâta kâfiydi.”
(Bknz: NihadSâmi Banarlı, Şiir Ve Edebiyat Sohbetleri -1, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 1976, sy.9-10)
Muhakkaktır ki, bir milletin mensupları, önce kendilerinin farkına varmalıdırlar.Kim olduklarını yâni hüviyetlerini bilmeli ve bildirmelidirler. Mankurtlaşmamalıdırlar.
Banarlı; devamla, buna, cevap arıyor:
“Fransız, ilk sorusunda Türklere karşı ne kadar Avrupalı ise, son cümlelerinde de şiire karşı o kadar Avrupalıdır. Yâni bugün Türkiye’de bir kısım münevverlere ne yapsanız, Türk milletinin eski ve büyük bir şiiri olduğunu kabul ettiremezsiniz. O, bir kere, mazi düşmanlığında insaf kabul etmez bir mutaassıptır. Hâlbukitârihî Türk düşmanlığına rağmen bir Avrupalı, hakîkî şiirle karşılaşınca, düşmanlığını unutur. Şiirin güzelliğini düşünür.” (Bknz: a.,g.,e., Sy.10)
Kendilerini inkâr eden bu “münevverler”(!) olmayıverseler! desem, acaba çok mu şey talep etmiş olurum. Öyleyse şöyle diyeyim: Kendini inkâr kadar dehşetli bir azâb olabilir mi?