175054_178868168822977_4360000_o

Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

Horoz ötümüyle yekindi yatağından. Yamalığı en az olan şalvarını giydi o gün. Usulca yerdeki yatakların yanından geçiverdi. Fazla gıcırdamasın diye, sığacak kadar açtı kapıyı. Bir yılanın yerde sürünmesi sessizliğinde süzüldü dışarıya. Uzun uzun gerinerek soludu sabahı. Bir kayanın üzerine oturup, tezek kokan tek odalı evine baktı. Karıları ile birlikte tezekten örmüşlerdi onu. Üstüne sarı toprak taşımıştı günlerce. Bittiği gün sanki dünya onların olmuştu. Çocukların gözlerindeki aydınlık, serçelerin cıvıltıları gibiydi. İnsanın kendi evinin olması, sırtını sağlam bir kayaya dayamaktan farklı değildi. Tezekten de olsa, tezek de koksa koynuna sokulacak bir sıcaklıktı o ev. Ama her şey bir evle bitmiyordu. Üç beş keçi, birkaç tavuk ve ara sıra gidilen toprak işçiliği yetmiyordu artık onlara. “Şehre gedek be Dursun, biz de çalışırık olur gider.” demişti üçüncü karısı Hüsniye. Düşünmüş, taşınmış karar vermişlerdi hep birlikte. “Önce ben gedem, bir görem, iş var mıdır?” demişti günler öncesi. Bunun için şehre gidecekti bugün. Hüsniye’nin getirdiği sütü hızla yudumladı. “Çocuklar sana emanet Hüsniyem; hele ben bir gedem, iş bulduğumda gelir sizi de götürrüm.” “Olur” dedi Hüsniye. “Yolun açık olsun, güle güle gedesin herif, Allah kısmetimizi artırsın inşallah.” ”Amin” dedi uzunca. İçinde ısınan bir umutla yekindi yerinden. Kapıya dönüp baktı bir kez daha. “Kalkmadılar. Uyurlar hepsi de.” dedi Hüsniye. Bahçelerin yanından hızla yürüyüp geçti. Köyün altından geçen, şehir yoluna geldiğinde minibüs dolmuştu bile. Koltukların yanındaki boş yere çömeldi hemen. Şoför kendi gibi yere çömelen diğer adama da dönerek, “Sizi şehre girmeden önce indiririm, oradan öte yürümeyi kabul ediyorsanız tamamdır, yoksa inin.” Kendi gibi, yanındaki de kabul etti bu durumu. Her zaman aynı olan bir durumdu bu zaten. Şehre yakın polis denetimi olduğundan fazla yolcu böyle giderdi de, yine de sürerdi bu yanlış.
Gökyüzüne kavak gibi uzayan binaları görünce, şehre geldiğini anlamıştı Dursun. O gün nedense daha uzak bir yerde bıraktı minibüs. Tozlu yolları yürürken içine bir korku düştü. Gittikçe de büyüyordu bu korku. Koca şehir sanki üzerine üzerine geliyordu. Sesler ne kadar da çoktular öyle. Keşke gelmeseydim diye düşünürken, adına apartman dedikleri binaların yanı başında buldu kendini. Yeni bitmiş, on iki katlı bir apartmanın tam da önündeydi. En üst katını göreyim derken az kalsın düşüyordu. “Vay be!” dedi içinden. “Nasıl dikmişler bu binayı böyle?” Hızla uzaklaşmak istedi önce. Biraz ötede geri durdu. “Olmaz Dursun, olmaz. Bu löküs binada sana kapıcılık düşürürler mi heç.” “Niye düşürmesinler? dedi bir ses. Geri döndü. Elinden geldiğince yavaş hareket ediyordu. Kapının önünde, çalışanlara bağırıp duran kravatlı adama takıldı gözleri. Çekingenliği daha da arttı. Ayakları titremeye, yürek atışları hızlanmaya başlamıştı. Tam geri dönecekti ki bir ses tüm sessizliklerin üstünü kapatıverdi: “Kimi ararsın, neye bakarsın be adam?” Köyünün dağları geldi o an usuna. Boynunu doğrultarak: “Beyim, ben kapıcı olmak istiyom da!” “Hiç kapıcılık yaptın mı bir yerde?” “Yok beyim, köyümde çalıştım yalnızca.” “Hangi köy lan?” “Topraklar köyü beyim.” “Neredeymiş bu köy?” Hösiin ağanın köyü beyim.” “Ulan, Hösiin ağa kimdir?” “Aman beyim öyle dime, yerin kulağı vardır valla, ya bir duyarsa?” “Duyarsa duysun, senin ağanın burada sözü geçmez. Sen tahsilini söyle bakalım, okula gittin mi?” “Yok beyim, ne okulu! Karın tokluğuna çalıştık bunca zamandır. Sonra çoluk çocuk çoğalınca geçinemez olduk.” “Eee! Burada geçinebilecek misin?” “Valla beyim, bir kapıcı olursam çok eyi olacak emme…” “Emmesi yok be adam, akşama kadar en az on tanesi kapıcılık diye geliyorlar yanıma. Hem en az lise mezunu olsun istiyoruz. Sende tahsil olmadığına göre, bu iş de yatar.” “Beyim, her işi yaparım. Ayağının altını öpim. Allah gulunun rızkını verirken, sen ne diye karşı durursun? Ben bu apartumanı çok beğenmişem beyim, yap bir eyilik gel, yemin ederim pişman olmazsın.” “Ulan, yok dedim ya, özelliklerin tutmuyor işte.” “Tuttururuz beyim.” Dursun’un bu sözünden sonra gülmeye başlamıştı adam. Güldükçe yüzü kırmızılaşıyor, altın dişleri daha da ortaya çıkıyordu. Gülmesi birdenbire kesiliverdi. Dursun’un omuzlarından tutarak: “Adın ne senin bakalım?” “Dursun, beyim.” “Ulan Dursun sevdim seni. Bu apartmanı yapan da, sahibi de benim. Sen gel, benim inşaatlarda çalış. Olur mu?” “Olmaz beyim!” “Ula deyyus iş aslanın ağzında, sen iş seçiyorsun. Kapıcılık dışında ne dilersen dile benden.” “Sağlığını dilerim Beyim.” Yüzünden kan damlıyordu sanki. Göbeğini hoplatarak: “Bırak ulan, sağlığım senden mi sorulur, sağlık benim sağlığım.” “Yannış annadın beyim, ben eyi niyyet gösterdim sadece.” “Tamam, tamam. Başlatma şimdi iyi niyetine. Hoşlandım dedim ya. Neyse ki bu apartmanda hep kiracı olacak. Onun için aldım seni kapıcılığa. Bak, şu kapının içinde duran siyah gömlekli adam var ya…” “Görmişem beyim.” “ Sen ona git, o gerekeni yapacak. Tamam mı Dursun?” “Tamamdır beyim. Allah her tuttuğunu altın eylesin emi. Ver elini öpeyim.” ’’Ulan Dursun, başlama yine, biraz daha konuşursan vazgeçerim bak.” Daha konuşacaktı ya; susuverdi. Siyah gömlekli adamın yanına gidecekti ki, göbekli adamın seslendiğini duydu. Bir koşuda geri gidiverdi yanına. “Buyur beyim.” “Lan Dursun, seni işe aldık almaya da, çocuk kaç tane sormadık.” “Ellerini öperler, dokuz tene beyim.” “İşte şimdi olmadı. Lan, bu kadar çocuğu nasıl yaptın? Kendini besleyemezken bir de dokuz çocuk! Apartmanda bu kadar çocuk istenmez. Yedisini köyde bırakacaksın; buraya ikisi bile çok, anladın mı Dursun?” Aman beyim, etme eyleme, çocuklar nasıl yaparlar? Anam, babam desen çok ihtiyarlar, bakamazlar beyim.” “Ne ederse etsinler be adam, bana mı sordun yaparken.” “Beyim ne olur sen etme, valla evin içinden çıkartmam heç birini. Bir tenesini dışarıda görürsen, işi kendiliğimden bırakır, köye dönerim beyim.” “Dursun ne saçmalarsın böyle, çocuklar sürekli evin içinde dururlar mı hiç?” “Dururlar beyim, avratlarıma çıkarmayacaksınız dersem, valla çıkarmazlar beyim.” “Dursun oğlum, senin kaç avradın vardır?” “Üç tene beyim, ellerini öperler.” “Ulan, bırak el öptürmeyi. Dokuz çocuk, üç de hanım, ne evde ne de bizde hayır koymazsınız siz. Sen en iyisi köyüne geri dön. Bu senin için de hayırlı olur Dursun.” “Aman beyim!” “Beyi meyi yok Dursun, senden hoşlandım ama bu yetmez. Şu parayı da alıp, doğru köyüne git. Sana ve ailene güzel bir yaşam dilerim.” “Beyim, valla çıkartmam dışarı…Eğer avratlarıma çok diyorsan, ikisini boşarım senin için olur mu beyim?”