turliye

Türkiye ya da resmî adıyla Türkiye Cumhuriyeti, topraklarının büyük bölümü Anadolu’ya, küçük bir bölümü ise Balkanlar’ın uzantısı olan Trakya’ya yayılmış bir ülke. Kuzeybatıda Bulgaristan, batıda Yunanistan, kuzeydoğuda Gürcistan, doğuda Ermenistan, İran ve Azerbaycan’ın ekslav toprağı Nahçıvan, güneydoğuda ise Irak ve Suriye komşusudur. Güneyini Akdeniz, batısını Ege Denizi ve kuzeyini Karadeniz çevreler. Marmara Denizi ise İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Anadolu’yu Trakya’dan yani Asya’yı Avrupa’dan ayırır. Türkiye, Avrupa ve Asya’nın kavşak noktasında yer alması sayesinde önemli bir jeostratejik güce sahiptir.[7]

Türkiye toprakları üzerindeki ilk yerleşmeler Aiol, Dor ve İyon Yunanları, Traklar ve Persler gibi çeşitli milletler tarafından Yontma Taş Devri’nde başlatıldı.[8][9][10][11] Ardından III. Aleksandros egemenliğiyle birlikte Helenistik dönem geldi, daha sonra sırasıyla Roma ve Bizans dönemleri yaşandı.[10][12] 11. yüzyılda Selçukluların göçleri sonucunda topraklar üzerinde Türkleştirme hareketi başladı ve 1071 Malazgirt Muharebesi sonrasında gelen Selçuklu zaferiyle Anadolu’daki Bizans üstünlüğü büyük ölçüde kırıldı.[13] Anadolu Selçukluları, Anadolu’yu 1243’teki Moğol istilasına kadar yönetti. İstila sonrasında pek çok küçük Türk beyliği ortaya çıktı.[14]

13. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlılar, Anadolu’nun yanı sıra Güneydoğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Afrika üzerinde toprakları bulunan büyük bir imparatorluk kurarak erken modern dönemde Avrasya ve Afrika’nın büyük bir gücü oldu. İmparatorluk zirvesini 15. ve 17. yüzyıllar arasında, özelikle I. Süleyman döneminde yaşadı. 1683 II. Viyana Kuşatması ve 1699 Kutsal İttifak Savaşları sonrasında Türklerin Avrupa topraklarından çekilişi başladı ve Osmanlı İmparatorluğu uzun bir gerileme dönemi yaşadı. Ülkenin birçok alandaki yetersizliğini kanıtlayan 19. yüzyıldaki Tanzimat ıslahatları, modernleşmeyi sağlayamadı ve dağılmayı engelleyemedi. Osmanlı, I. Dünya Savaşı’na (1914-18) İttifak Devletleri’nin yanında girdi ve savaşta yenik düşerek yıkıldı.[15] İşgalci kuvvetlere karşı yapılan Kurtuluş Savaşı (1919-22) başarıya ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Türkiye, çeşitli kültürleri barındıran demokratik, laik, üniter bir anayasal cumhuriyettir.[16][17] Resmî dili, nüfusun %85’inin ana dili olan Türkçedir.[18] Ülkenin %70-80’ini Türkler, geriye kalanını Lozan’a göre yasal olarak tanınan (Ermeniler, Rumlar ile Yahudiler) ve yasal olarak tanınmayan (Arnavutlar, Boşnaklar, Çerkesler, Gürcüler ile Kürtler vb.) milletler oluşturmaktadır.[16][19][20][21] Nüfusunun büyük bölümü Müslümandır.[16] Avrupa Konseyi, NATO, OECD, AGİT ve G-20 topluluklarına üye olan Türkiye, Batı dünyasıyla bütünleşmiştir. 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu ortak üyesi olmuş, 1995’te AB Gümrük Birliği’ne katılmış ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine 2005’te başlamıştır.[22] Ülke ayrıca Türk Konseyi, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlere de üyedir. Günümüzde Türkiye, büyüyen ekonomisi ve diplomatik girişimleri sayesinde bölgesel güç olarak kabul edilmektedir.[23][24][25][26][27][28][29]

Etimoloji

İlk Türk-Kağanlığı 552-744 yılları arasında Orta Asya ve Çin bölgelerinde Göktürk Kağanlığı adıyla kurulmaktadır. “Türk” adı bugün kullandığımız şekli ile ilk kez Göktürkler dönemine ait Orhun Yazıtları’nda geçmektedir. Çinliler o dönemde Türklerin adını Tūjué olarak kullanırlar. Tarihçi İlber Ortaylı bir makalesinde Ceneviz ve Venedikli tüccar ve diplomatların, 12. yüzyılda, Türkiye’yi Turchia ve Turkmenia olarak tanımladıklarını belirtir.[30] Ayrıca, Türkiye adı ilk defa 1190’da bir yazılı kaynakta, Haçlı Seferi vak’ayinamesinde geçmektedir.[kaynak belirtilmeli] Abdulhaluk Çay ise Turchia tanımını çok daha gerilere götürür ve Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der “Bu tabir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil/Volga Nehri’nden Orta Avrupa’ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır.”[kaynak belirtilmeli] Bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kağanlığı için Doğu Türkiye’si, Arpad Hanedanı’nın kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiyesi şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir. Tarihte 13-14. yüzyıllarda Mısır Memlûkleri de Türkiye adını kullanmışlardı: “ed-devlet üt Türkiya” (1250-1387).[kaynak belirtilmeli]Osmanlı Devleti’nde, 19. yüzyıla kadar Türkiye adı kullanılmadı; Devlet-i Âliyye, Devlet-i Osmaniye, Memalik-i Şahane, Diyar-ı Rum adları kullanıldı. Fakat dış dünyanın zaman zaman Osmanlı İmparatorluğu yerine Türkiye adını kullandığı bilinmektedir. O dönemde yabancı dillerle çizilmiş haritalara bakıldığında bu durum açıkça ortadadır. Daha sonra, Jön Türkler arasında Osmaniye yerine Türkistan, Türkeli, Türkili gibi adlar önerildiyse de, Orta Asya’da Türkistan adlı bir bölge olduğundan bu benimsenmedi.[özgün araştırma?] Anayasada (1921) “Türkiye”[31] adı yazıldı ve 1923’te cumhuriyetin ilanı ile devletin resmi adı Türkiye Cumhuriyeti olarak kesinleşti.

Tarihçe
Ana madde: Türkiye tarihi
Tarih öncesi Anadolu ve Doğu Trakya
Ana maddeler: Tarih öncesinde Anadolu ve Balkanlar prehistoryası
Ayrıca bakınız: Eski Anadolu, Anadolu’nun antik krallıkları ve Traklar

Göbeklitepe’deki bazı taşlar MÖ 12,000 yıllarında dikilmiş, İngiltere’deki Stonehenge’i 10 bin yıl geçmiştir[32]
Günümüzde Türkiye sınırları içinde kalan Anadolu Yarımadası, dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden biridir. Çeşitli Eski Anadolu milletleri bölgede, Cilalı Taş Devri’nin başlangıcına ve Büyük İskender’in fethine kadar varlığını sürdürdü.[10] Bu halkların çoğu Hint-Avrupa dil ailesinin bir kolu olarak kabul edilen Anadolu dillerini konuştu.[33] Bazı bilim insanları Hint-Avrupa dillerinin, yine eski Anadolu dillerinden olan Hitit dili ve Luvi dilinden yayıldığını öne sürdü.[34] Ayrıca Türkiye’nin Avrupa kıtasında kalan bölümünü oluşturan Doğu Trakya ise kırk bin yıl öncesine dayanan bir yerleşim tarihine sahiptir ve bölgenin sakinleri tarıma başlayarak milattan 6000 yıl önce Cilalı Taş Devri’ne geçmiştir.[11]

Geçmişi MÖ 10.000 tarihine kadar uzanan Göbekli Tepe, ülke toprakları üzerindeki bilinen en eski dini yapının bulunduğu yerdir.[35] Geçmişinin MÖ 7500’e veya MÖ 5700’e dayandığı sanılan Orta Anadolu’daki Çatalhöyük, Cilalı Taş Devri ile Bakır Çağı’na ait çok büyük bir yerleşim yeridir ve en iyi korunmuş Cilalı Daş Devri kenti ilan edilerek Temmuz 2012’de UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilmiştir.[36] Troya antik kentinde ise Cilalı Taş Devri’nde başlayan yerleşmeler, Demir Çağı’na kadar devam etmiştir.[37]

Anadolu’nun bilinen ilk sakinleri, Hatti ve Hurri toplumlarıdır. Hint-Avrupa milletlerinden olmayan bu iki toplum, yaklaşık olarak MÖ 2300’lü yıllarda Orta ve Doğu Anadolu’da yaşadı. Hatti ve Hurriler, Hint-Avrupa milletlerinden Hititler’in MÖ 2000-1700 yıllarında Anadolu’ya gelmesiyle yerini Hititler’e bıraktı. Hititler, bölgedeki ilk büyük krallığı MÖ 13. yüzyılda kurdular. Asurlular, MÖ 1950’den MÖ 612’ye kadar günümüz Türkiye’sinin güneydoğu topraklarını fethetti ve yerleşti.[38][39] Urartular’ın MÖ. 9. yüzyılda Asurlular’ın kuzeyindeki güçlü rakibi olduğu ise Asur kitabeleri aracılığıyla öğrenildi.[40]

Hitit İmparatorluğu’nun MÖ yaklaşık 1180’li yıllarda çöküşünün ardından Hint-Avrupa milletlerinden Friglerin kurdukları Frigya, MÖ 7. yüzyılda Kimmerler tarafından yapılan saldırılara kadar Anadolu’da üstünlük elde etti.[41] Aynı kaderi MÖ 714 ile MÖ 590 yılları arasında Urartular da yaşayarak parçalandı.[42] Frigya’dan sonra Lidya, Karya ve Likya devletleri bölgede güç yakalayarak söz sahibi oldu.[43]

Antik çağ ve Bizans dönemi
Ana maddeler: Klasik Anadolu ve Bizans Anadolusu
Ayrıca bakınız: Bizans İmparatorluğu ve Konstantinapolis

6. yüzyılda Bizans’ın kilise olarak yaptırdığı Ayasofya, sonradan camiye ve müzeye çevrildi.
Anadolu’nun sahil şeridinde MÖ 1200 yıllarında büyük ölçüde Aiol, İyon ve Yunan yerleşimleri başladı. Bu yerleşimciler tarafından Milet, Efes, Smyrna ve Byzantium gibi çok sayıda önemli şehir kuruldu. Son olarak Yunan koloniciler tarafından MÖ 657’de Megara kenti ortaya çıkarıldı. Yine bu dönemlerde, MÖ 6. yüzyılda, Türkiye’nin şu anki doğu toprakları üzerinde Trakya kökenli Ermeni Orontid Hanedanı tarafından bir devlet kuruldu.[44]

Anadolu, MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda Pers Ahameniş İmparatorluğu’nun egemenliğine girdi ve bu egemenlik MÖ 334 yılındaki Büyük İskender’in fethine kadar devam etti.[45] İskender döneminde kültürel kaynaşma ve Helenleştirme hareketi başlatıldı.[10] MÖ 323’te İskender’in ölümünün ardından Anadolu bölünerek küçük Helenistik krallıklar ortaya çıktı. Tüm bu krallıklar, MÖ 1. yüzyıl ortalarında Roma Cumhuriyeti’nin bir parçası haline geldi.[46] Büyük İskender’in fetihleriyle başlattığı Helenleşme hareketi ise Roma döneminde hızlandırıldı, bu nedenle daha önceki yüzyıllarda var olan Anadolu dilleri ve kültürlerinin nesli tükenerek yerini Yunan dil ve kültürüne bıraktı.[12][47]

324 yılında Roma İmparatoru I. Konstantin, imparatorluğun başkentini Byzantium’a taşıdı ve şehrin adını Nova Roma olarak değiştirdi. I. Theodosius’un iki erkek çocuğu, babalarının 395’te ölmesinin ardından Roma İmparatorluğu’nu ikiye bölerek paylaştı. Halk arasında Konstantinopolis olarak yaygınlaşan başkent, Doğu Roma İmparatorluğu’nun da başkenti oldu. Doğu Roma İmparatorluğu daha sonraki yıllarda Bizans İmparatorluğu olarak anılmaya başladı ve günümüz Türkiye topraklarının önemli bir kısmında Orta Çağ sonuna kadar varlığını sürdürdü.[48]

Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu
Ana maddeler: Selçuklular ve Osmanlılar
Ayrıca bakınız: Türk göçü, Türkleştirme, Anadolu Beylikleri, Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu

Konya’daki Mevlânâ Müzesi, 1274’te Selçuklular tarafından inşa edildi. Konya, Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentiydi.[49]
Selçuklu hanedanının Kınık boyundan olan Oğuz Türkleri, Müslüman olduktan sonra İslam dünyası çevrelerine daha yakın yerlerde ikamet ettiler, 9. yüzyılda Hazar Denizi ve Aral Gölü’nün kuzeyine yerleşmeye başladılar.[50] 10. yüzyılda Selçuklular, Pers yurdunu da sınırları içine katarak atalarının vatanı Orta Asya’dan batıya doğru göç etmeye başladılar ve Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdular.[51]

11. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklular, Anadolu’nun doğu bölgelerine yerleşmeye ve akınlar yapmaya başladı. 1071’de Sultan Alp Arslan döneminde, Selçuklu Türkleri ve Bizans arasında yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra gelen Selçuklu zaferiyle Anadolu toprakları üzerinde Türkleştirme hareketi başladı.[52] Bu hareketle birlikte Anadolu’da Türk dilleri ve İslam tanıtılarak yaygın hâle geldi. Böylece bölgede yaygın olan Hristiyanlık ve Yunanca, yerini yavaş yavaş İslam dini ve Türk dillerine bıraktı.[52]

1243’te Kösedağ Muharebesi sonrasında Anadolu Selçuklu Devleti orduları Moğol ordularına yenilince devlet parçalandı. Yerine ise küçük Türk beylikleri ortaya çıktı. Bu beyliklerden biri olan Osman Gazi’nin beyliği, sonraki iki yüz yıl içinde büyüyerek Anadolu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Levant’ı hâkimiyeti altına alan Osmanlı İmparatorluğu hâline geldi. 1453 yılında, Padişah Fatih Sultan Mehmet dönemi yaşanırken Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis ele geçirildi ve imparatorluk tarihe karıştı.[53]

Topkapı ve Dolmabahçe sarayları, Osmanlı padişahlarına sırasıyla 1465-1856 yılları ile 1856-1922 yılları arasında ev sahipliği yaptı.[54][55]
1514 yılında I. Selim (1512–1520), Çaldıran Muharebesi’nde Safevî hükümdarı Şah İsmail’i yenerek imparatorluğun sınırlarını doğu yönünde genişletti. 1517’de Levant, Mısır ve Cezayir’i ele geçirdi. Ayrıca Kızıldeniz’e ulaşmış oldu ve Memlûk Sultanlığı’nı yıkarak halifeliğin Osmanlı Hanedanı’na geçmesini sağladı. Ardından Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi üzerinde Osmanlı ve Portekiz imparatorlukları arasında Hint Okyanusu’nda üstünlüğü ele geçirmek için çeşitli deniz muharebeleri yapıldı. Portekizlilerin Hindistan üzerinde egemenlik sağlaması Osmanlı tarafından bir tehdit olarak algılandı; çünkü 15. yüzyıl sonlarındaki Coğrafi Keşifler sayesinde Ümit Burnu ve Amerika’nın keşfedilmesi, Osmanlı’nın elinde tuttuğu Doğu Asya ile Batı Avrupa arasında ticareti sağlayan eski ticaret yollarının önemini yitirmesine neden olup Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilemişti.[56]

Osmanlı 16. ve 17. yüzyılda, özellikle Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde tarihinin zirvesine ulaştı. Bu dönemde batıda Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’na doğru topraklar genişletilerek Balkanlar’ın tamamı, Orta Avrupa ve Lehistan’ın güney kısmı ele geçirildi.[57] Osmanlı Donanması, denizde çeşitli rekabetlere girerek başarılar kazandı. 1538’de yapılan Preveze Deniz Muharebesi’nde Barbaros Hayreddin Paşa’nın Haçlılar’ı mağlup etmesinden sonra imparatorluğun Akdeniz’deki kontrolü arttı. Doğuda ise Safevî Devleti ile mezhep farklılıklarından ve toprak anlaşmazlıklarından kaynaklanan bazı çatışmalar zaman zaman savaşa dönüşerek 16. ve 18. yüzyıl arasında devam etti.[58]

Osmanlı İmparatorluğu, Batı Avrupa’da gerçekleşen Rönesans, Bilimsel Devrim, Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi gibi yeni gelişmeleri ülkesine getiremeyerek çağın gerisinde kaldı.[59] Kutsal İttifak Savaşları’nın bitmesiyle 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması sonrasında Osmanlı İmparatorluğu yavaşça gerilemeye başladı. Yapılan pek çok ıslahat ve 19. yüzyılda ilan edilen Tanzimat Fermanı ülkenin modernleşmesini amaçladı, ancak başarılı olamadı. Bunun yanı sıra ülkede toprak bütünlüğünü korumak için geliştirilen, farklı dinî ve etnik kökenlere sahip kişilerin bir arada yaşaması fikrini içeren Osmanlıcılık akımı da başarıya ulaşamayarak dağılmanın önüne geçemedi.[60] 1854’te Kırım Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ilk kez dış borçlanmaya gitti, ancak alınan borçlar ödenemedi. Sonraki yirmi yıl içinde yüksek seviyelere ulaşarak ekonominin iflasın eşiğine gelmesine sebep oldu ve Osmanlı hükûmetini zor durumda bıraktı.[61] Bunu 1875-78 Doğu Krizi ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı gibi felaketler izledi. Sonuç olarak Osmanlı ekonomisi borçlarını ödeyemeyerek harap duruma gelince alacaklı ülkeler tarafından 1881’de, borçların tahsilatını sağlayacak Düyun-u Umumiye kuruldu. Böylece Osmanlı devletinin gelirlerinin kontrolü alacaklı ülkelerin eline geçti.[62] 20. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı güçlerle karşılaştırıldığında sanayileşememiş gelişmemiş bir ülke konumuna geldi.[63]

Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının sınırları, askeri gücü ve zenginlik düzeyi giderek azalınca Balkanlar’da yaşayan Müslümanlar gördükleri eziyetler sebebiyle Anadolu’ya göç etmeye başladı.[64] Aynı şekilde Rusların Kafkasya topraklarını ele geçirmesi sonucunda buradaki Müslümanlar da Anadolu’ya geldi.[65] İmparatorluğun yine son zamanlarında milliyetçilik isyanlarının çıkmasıyla milletler arasında çeşitli etnik gerginlikler yaşandı, bu etnik gerginlikler Ermeni Sorunu gibi çeşitli sorunları ortaya çıkardı.[66] Sultan II. Abdülhamid’in aşırı otoriter yönetimine bir tepki olarak gelişen Jön Türk hareketinin 1908’de yaptığı devrimle II. Meşrutiyet ilan edildi.[67] Ardından 5 Ekim 1908’de Bulgaristan’ın resmen bağımsız olması ve 6 Ekim 1908’de Avusturya-Macaristan’ın Bosna’yı tek taraflı ilhakı ülkedeki kaos ortamını büyüttü. Bu olayları, pek çok canın ve toprağın kaybına sebep olan Trablusgarp Savaşı (1911-12) ile Balkan Savaşları (1912-13) izledi. 23 Ocak 1913’te, I. Balkan Savaşı sırasında gerçekleşen Bâb-ı Âli Baskını, diktatör Üç Paşalar’ı başa getirdi ve yönetimi ele geçirmelerine yol açtı.

Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri’nin yanında girdi ve savaştan yenik çıktı. Savaş sırasında Ermenilerle yaşanan etnik gerginliklerin tırmanması üzerine çıkarılan Tehcir Kanunu’yla Ermeniler, Doğu Anadolu Bölgesi’nden Suriye’ye devlet eliyle göç ettirildi. Göçlerde farklı kaynaklara göre 300.000 ile 1.500.000 arasında Ermeni hayatını kaybetti. Bu ölümler, çeşitli kaynaklar tarafından Ermeni Soykırımı olarak tanımlandı.[68][69][70][71] Türk tarafı ise olayların soykırım olmadığını ifade ederek Ermenilerin yalnızca yerlerinin değiştirildiğini belirtti.[72] Ermenilerin yanı sıra imparatorlukta savaş devam ederken Rum ve Süryanilerin de öldürüldüğü iddia edildi.[73] Savaşın ardından imparatorluğa bağlı milletler ayrılarak çeşitli yeni devletler kurdular.[74][75][76][77] 30 Ekim 1918’de Osmanlı İmparatorluğu, İtilaf Devletleri ile Mondros Ateşkes Anlaşması’nı imzaladı. 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması ise Osmanlı topraklarını İtilaf Devletleri arasında paylaştırdı ancak yürürlüğe giremedi.[53]

Türkiye Cumhuriyeti
Ana madde: Türkiye Cumhuriyeti tarihi
Ayrıca bakınız: Atatürk’ün Devrimleri

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.
I. Dünya Savaşı bitiminde imzalanan Mondros’tan sonra İtilaf Devletleri tarafından İstanbul, İzmir ve diğer Osmanlı topraklarının işgali, Türk Ulusal Hareketi’ni ortaya çıkardı.[78] Çanakkale Savaşı’nın öne çıkan isimlerinden biri olan Mustafa Kemal Paşa’nın, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı ile Sevr Antlaşması’nın getirdiği şartları iptal edip Misak-ı Millî sınırları içinde kalan ülke topraklarının bütünlüğünü korumayı amaçlayan Türk Kurtuluş Savaşı başlatıldı.[79]

18 Eylül 1922 itibarıyla ülkedeki tüm düşman kuvvetleri kovuldu ve Nisan 1920’den beri kendisini ülkenin meşru hükûmeti ilan eden Ankara merkezli Türk rejimi, eski Osmanlı’dan gelen sistemi yasallaştırarak yeni cumhuriyetçi siyasi sisteme geçmeye başladı. 1 Kasım’da Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatı kaldırdı ve 623 yıllık monarşik Osmanlı resmen tarih sahnesinden silindi. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı niteliğindeki yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda tanınmasını sağladı ve 29 Ekim 1923’te yeni başkent Ankara’da resmen cumhuriyet ilan edildi.[80][81] Lozan sonrasında antlaşma maddeleri gereğince yapılan Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi kapsamında Türkiye’deki 1,1 milyon Rum ile Yunanistan’daki 380 bin Türk yer değiştirdi.[82]

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal, eski Osmanlı-Türk devletini yeni bir laik cumhuriyete dönüştürme amacı içeren birçok devrim yaptı.[83] Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu ile kendisine “Atatürk” soyadını verdi.[84]

II. Dünya Savaşı’nda Türkiye, uzun süre tarafsızlığını korudu ancak savaşın son aylarında, 23 Şubat 1945’te Müttefik Devletler’in yanında yer aldı. 26 Haziran 1945’te ise Birleşmiş Milletler’in kurucu üyelerinden biri oldu.[85] II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’da çıkan komünist isyanının bastırılmasında karşılaşılan zorluklar ve Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazları’nda askeri üs talep etmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1947’de Truman Doktrini’ni ilanıyla sonuçlandı. Doktrin, Türkiye ve Yunanistan güvenliğini sağlamayı amaçlayarak askeri ve ekonomik destek sağladı. Her iki ülke de 1948 yılında Avrupa ekonomisinin yeniden inşası için Marshall Planı ve OEEC’ye dahil edildi,[86] daha sonra 1961 yılında OECD’nin kurucu üyesi haline geldi.[87]

Kore Savaşı’na Birleşmiş Milletler kuvvetleri ile birlikte katılan Türkiye, 1952 yılında NATO’ya katıldı ve Sovyet yayılmacılığına karşı Akdeniz’deki bir siper durumuna geldi. 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta gerçekleşen darbe, EOKA-B’nin faaliyetleri, Enosis (adayı Yunanistan ile birleştirme) planları ve yaşanan toplumlar arası çatışmanın tırmanması sonucunda Türkiye, 20 Temmuz 1974’te adaya asker çıkardı.[88] Dokuz yıl sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak ada ikiye bölündü ancak ülke yalnızca Türkiye tarafından tanındı.[89]

Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili dönemi, 1946’da son buldu. Ardından gelen çok partili demokrasi dönemi 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarındaki askerî müdahalelerle kesintiye uğradı.[90][91] 1980’li yıllarda Türk ekonomisinin liberalleştirilmesinden bu yana ülke ekonomik büyüme ve siyasi istikrar yakaladı.[92] 1984’ten itibaren Kürt örgütü PKK, Türk hükûmetlerine karşı ayaklanma ve saldırı kampanyalarına başladı, tarafların çatışmaları sonucunda resmî verilere göre 40 binden fazla insan hayatını kaybetti.[93] 3 binden fazla Kürt köyü Türk güvenlik güçleri tarafından yakıldı ve binlerce Kürt yurdundan edildi.[94] Ayrıca Kürtler tarafından kurulan bazı siyasi partiler kapatıldı.[95] 2012’de taraflar arasında barış görüşmeleri başladı[96][97] ancak 2015’te görüşmeler sona erdi ve yeniden çatışma hâline dönüldü.[98] 2013’te Gezi Parkı’ndaki düzenlemeler nedeniyle başlayan protestolar, daha sonra hükûmet karşıtı protestolara dönüşerek birçok ilde patlak verdi ancak hükûmet tarafından bastırıldı.[99] Ülkede Haziran 2015 genel seçimleri sonrasında Suruç’ta, Ankara’da (ilki Ekim 2015’te, ikincisi Şubat 2016’da, üçüncüsü Mart 2016’da) ve Sultanahmet’te düzenlenen bombalı saldırılar onlarca sivilin canına mâl oldu.[100]

İdari bölümler
Ana madde: Türkiye’nin idari bölünüşü
Daha fazla bilgi için: Türkiye’nin coğrafi bölgeleri, Türkiye’nin illeri, Türkiye’nin ilçeleri, ve Türkiye’nin İBBS’si
Türkiye, idari açıdan üniter bir yapıya sahiptir ve bu durum Türk kamu yönetimine şekil veren en önemli etkenlerdendir. Devletin temel işleyişindeki üç güç olan yasama, yürütme ve yargı dikkate alındığında, yerel yönetimlerin hemen hemen herhangi bir gücü yoktur. İllerin ve diğer birimlerin yönetimi, merkezi yönetimden sonra gelir. Yerel yönetimler yalnızca bulundukları yerde hizmet vermek amacıyla kurulmuşlardır. İllerin başında valiler, ilçelerin başında kaymakamlar yönetici olarak görevlidir. Vali ve kaymakamın yanı sıra, merkezi yönetimi ve belediye başkanları tarafından atanan diğer üst düzey yetkililer de vardır.[101]

Türkiye’nin başkenti Ankara’dır. Ülkenin en büyük idari birimleri illerdir ve 81 il vardır. Bu iller ilçelere ayrılmıştır, toplamda 923 ilçe mevcuttur.[102] Ayrıca ülke coğrafi, demografik ve ekonomik koşullar göz önüne alınarak 7 bölge ve 21 alt bölgeye ayrılmıştır ancak bu bölgeler herhangi bir idari yapıyı temsil etmemektedir.[103]

Siyaset
Ana madde: Türkiye’de siyaset
Ayrıca bakınız: Türkiye’de seçimler
Recep Tayyip ErdoğanCumhurbaşkanı Recep Tayyip ErdoğanCumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı
Ahmet Davutoğlu
Başbakan
Türkiye, parlamenter temsilî demokrasinin uygulandığı bir ülkedir. 1923 yılında cumhuriyetin ilanından bu yana ülkenin laikliği önemli konulardan biridir.[104] Türkiye’nin anayasası, ülkenin yasal sistemini ortaya koyar. Hükûmetin temel ilkelerini içerir ve üniter bir merkezi devlet olarak Türkiye’yi tanımlar. Cumhurbaşkanı, ülkenin başkanıdır ancak genellikle sembolik bir role sahiptir. Beş yıllık aralıklarla yapılan doğrudan seçimlerle göreve gelir. Recep Tayyip Erdoğan, ülkenin halk oylamasıyla seçilen ilk cumhurbaşkanıdır.

Türkiye’de yürütme gücünün ve Bakanlar Kurulu’nun başında başbakan vardır. Yasama görevi ülkenin tek parlamentosu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Yargı, yasama ve yürütme güçlerinden bağımsızdır. Anayasa Mahkemesi, yapılan yasaların ve alınan kararların anayasa ile uygunluğunu denetlemekle yükümlüdür. Danıştay, idari davalar için başvurulabilecek en son mahkemedir. Yargıtay ise karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.[105]

Başbakan, genellikle parlamentoda en fazla sandalyeye sahip olan partinin başkanıdır ve ülkenin hükûmetini oluşturmakla görevlidir, bu hükûmet ise güvenoyu toplamak zorundadır. Adalet ve Kalkınma Partisi çıkışlı önceki başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2011 genel seçimleri de dahil olmak üzere üç kez halk oylarıyla başbakan seçilmiştir.[106] AK Parti 2015 yılında yapılan genel seçimlerde aldığı %49.5 oy oranı ve 317 sandalye sayısı ile mecliste çoğunluğa sahiptir. Şu anki başbakan Ahmet Davutoğlu’dur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı veya TBMM Başkanı, Türkiye’nin yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başkanına denir. Türkiye’nin 26 TBMM Başkanı, 1 Temsilciler Meclisi Başkanı ve 1 Danışma Meclisi Başkanı olmuştur. Mevcut Meclis Başkanı Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul milletvekili İsmail Kahraman’dır.

Her iki cinsiyet için genel oy hakkı, 1933 yılından bu yana Türkiye genelinde uygulanmaktadır ve 18 yaşına girmiş her Türk vatandaşı seçme hakkına sahiptir. Türkiye’de 85 seçim bölgesi vardır ve bu seçim bölgelerinden aday olan 25 yaş üstü kişilerden 550 tanesi dört yıl aralıklarla liste usulü çoğunluk seçim sistemi yoluyla milletvekili olarak seçilir. Anayasa Mahkemesi, laiklik karşıtı veya ayrılıkçı gördüğü siyasi partilerin kamu finansmanını veya tamamen varlıklarını ortadan kaldırma hakkına sahiptir.[107][108] Ülkede %10 seçim barajı uygulaması vardır.[109]

Türkiye’de İslamcılar ve Atatürk’ün yaptığı devrimleri destekleyen Kemalistler, kamu hayatında dinin uygun rolü konusunda tartışmalar yaşayan iki uç taraftır.[110] Kemalistler, laik anayasal demokrasinin ve batılı laik yaşam tarzının savunucusu konumundadırlar. Ekonomi, eğitim ve diğer kamu hizmetlerinde ise devlet müdahalesinin destekçisidirler.[110]

İnsan hakları
Türkiye’de insan hakları, uluslararası ortamda kınamalara maruz kalmış ve çeşitli tartışmalara yol açmıştır. 1998 ve 2008 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından özellikle yaşama hakkı olmak üzere genel insan hakları ihlalleri ve özgürlük ihlalleri nedeniyle Türkiye aleyhinde 1.600 karar alınmıştır. Aynı zamanda Kürt hakları, kadın hakları ve basın özgürlüğü gibi diğer konular da tartışmalara sebep olmuştur. Günümüzde Türkiye’nin insan hakları ihlallerindeki sicili, AB üyeliğine bir engel teşkil etmeye devam etmektedir.[111] Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre uzun yıllardır ülkeyi yöneten AKP hükûmeti, basın özgürlüğü açısından dünyanın en büyük baskılarından birini uygulamaktadır.[112] Ülkede çok sayıda gazeteci Ergenekon ve Balyoz davaları gibi çeşitli davalar kapsamında “terörizm” ve “devlet karşıtı faaliyetler” ile suçlanarak tutuklandı. “Türklüğü aşağılamak” ve “yargıyı etkilemek” suçlarıyla da gazetecilere karşı çeşitli kovuşturmalar başlatıldı, ayrıca hükûmetin basındaki oto-sansürü içselleştirdiği iddia edildi.[112] 2013 yılında Gazetecileri Koruma Komitesi, Türkiye’de 211 gazetecinin hapse atıldığını rapor ederek ülkenin bu rakamla en fazla gazeteci tutuklayan ülke sıralamasında İran, Eritre ve Çin’i geçerek tepeye yerleştirdiğini bildirdi.[113] Freemuse ise dokuz müzisyenin çalışmaları yüzünden hapse atıldığını belirleyerek müzisyenlerin hapsedilmesi bakımından ise ülkenin Rusya ve Çin’den sonra üçüncü sırada olduğunu açıkladı.[114] Eski bir ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Philip J. Crowley, ülkesinin “Türkiye’de gazetecilere yönelik tehdit içeren eğilimler hakkında geniş çaplı endişelerinin olduğunu” belirtmiştir.[115] Türkiye, Freedom House tarafından ‘Kısmen Özgür’ sınıfında değerlendirilir.[116]

Hukuk
Ana maddeler: Türkiye’de yargı teşkilatı ve Türkiye’deki kolluk kuvvetleri
Türkiye’de, tamamı Avrupa kıtasıyla uyumlu hâle getirilmiş olan bir hukuk sistemi vardır. Örneğin Borçlar Kanunu ve Türk Medeni Kanunu, İsviçre’den alınmıştır. Medeni Kanun, İsviçre’nin medeni kanununun Türk kültürüne uyarlanmasıyla hazırlanmıştır. İdare Hukuku kuralları Fransa’daki muadili ile benzerlikler taşır, Ceza Kanunu ise İtalya’dan alınmıştır.[117]

Türkiye’de güçler ayrılığı ilkesi benimsemiştir. Bu ilke doğrultusunda, yargı gücü Türk milleti adına yalnızca bağımsız mahkemeler tarafından kullanılabilir. Mahkemelerin bağımsızlığı ve kuruluşu, hâkim ve savcıların görev süreleri boyunca güvenliklerinin sağlanması, hâkim ve savcıların görevleri, hâkim ve savcıların denetlenmesi, askerî mahkemeler ve kuruluşu, yüksek mahkemelerin yetki ve görevleri Türkiye Anayasası ile belirlenir.[118]

Türkiye Anayasası’nın 142. maddesine göre mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ile yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Bu yasada ve ilgili diğer anayasa maddeleri doğrultusunda Türkiye’deki mahkeme sistemi üç ana başlık altında toplanır: Yargı Mahkemeleri, İdare Mahkemeler ve Askerî Mahkemeler. Her başlık, birinci derece mahkemeler ile yüksek maddeleri bünyesinde barındırır. Ülkedeki adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemek için Uyuşmazlık Mahkemesi kurulmuştur.[118]

Türkiye’de kolluk kuvvetleri Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı gibi çeşitli birimlere ayrılmaktadır. Tüm bu kolluk kuvvetleri Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na veya çoğunlukla İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak hareket ederler. Adalet Bakanlığı tarafından Kasım 2008’de açıklanan rakamlara göre, Türkiye cezaevlerinde bulunun kişi sayısı 100.000’i aşmıştır ve bu rakam 2000’lerin başındaki sayının iki katıdır.[119]

Dış ilişkiler
Ana madde: Türkiye’nin dış ilişkileri

1963’ten bu yana AET’nin ortak üyesi olan ve 1995’te AB Gümrük Birliği’ne katılan Türkiye, 2005 yılında Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine başladı.[22]
Türkiye, Birleşmiş Milletler (1945),[120] OECD (1961),[121] İslam İşbirliği Teşkilatı (1969),[122] AGİT (1973),[123] EİT (1985),[124] KEİ (1992),[125] D-8 (1997)[126] ve G-20 (1999)[127] gibi uluslararası örgütlerin kurucu üyelerinden birisidir. 1951-1952, 1954-1955, 1961 ve son olarak 2009-2010 yıllarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde geçici üye olarak görev yapmıştır.[128]

Geleneksel Batı yönelimi doğrultusunda, Avrupa ile ilişkiler her zaman Türk dış politikasının merkezî bir parçası olmuştur. 1949 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olan ülke, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (sonradan Avrupa Birliği’ne dönüştü) ile ortaklık ilişkisi kurdu. Uzun yıllar devam eden siyasi görüşmelerin ardından, 1987 yılında AET’ye tam üyelik için başvurdu, 1992 yılında Batı Avrupa Birliği’nin ortak üyesi oldu, 1995’te AB Gümrük Birliği’ne katıldı ve 2005 yılında Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başladı.[22] Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu’nda AB üyelerinin aksine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni desteklemesi, AB ilişkilerini zorlaştırmakta ve ülkenin AB’ye üyelik sürecindeki önemli bir engel olmaya devam etmektedir.[129] Bugün, Avrupa Birliği üyeliği Türkiye tarafından stratejik bir hedef ve devlet politikası olarak kabul edilmektedir.[130][131][132][133]

Türkiye’nin dış ilişkilerinin bir diğer belirleyici unsuru Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkiler olmuştur. Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu ortak tehdit sebebiyle Türkiye, 1952’de NATO’ya üye oldu ve Soğuk Savaş boyunca Washington hükûmetleri ile yakın ikili ilişkiler içinde bulundu. Türkiye, Avrupa Birliği’ne üyelik gibi önemli konular da dahil olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi, ekonomik ve diplomatik desteğinden yararlandı.[134] Soğuk Savaş sonrasındaki dönemde Türkiye’nin jeostratejik önemi, çevresinde bulunan Orta Doğu, Kafkasya ve Balkan coğrafyalarına doğru kaydı.[135]

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının üzerine Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını elde ettiler. Türkiye, Ön ve Orta Asya’da bulunan bu cumhuriyetler ile ikili ilişkilerini, aralarında bulunan derin kültürel ve dilsel bağ sebebiyle ilerletme çabası içine girdi.[136] Özellikle Azerbaycan, Türkiye ile ilişkilerinin önemini vurguladı.[137][138] Bakü’den Ceyhan’a uzanan Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC), Hazar Denizi’ndeki petrolü küresel pazara aktarmayı sağlamakta ve Türkiye’nin dış politika stratejisinin bir bölümünü oluşturmaktadır.[139] Azerbaycan’ın Ermenistan ile yaptığı Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’ı destekleyen Türkiye, savaş yıllarından bu yana Ermenistan ile var olan sınır kapılarını kapalı tutmaktadır.[140] Günümüzde AK Parti hükûmeti dönemi, Türkiye’nin Yeni Osmanlıcılık dönemi olarak adlandırıldı ve ülkenin etkisi stratejik konumuna bağlı olarak Ortadoğu’da arttı.[141][142] Bu politikalar Türkiye’nin çevresindeki Arap ülkeleriyle sorunlar yaşamasına yol açtı. Örneğin Suriye İç Savaşı’ndan sonra Suriye ile, Muhammed Mursi’nin devrilmesinden sonra Mısır ile Türkiye’nin arası bozuldu.[143][144]

Türkiye, 1950’den bu yana Birleşmiş Milletler ve NATO bünyesi dahilinde uluslararası alanda çeşitli güçlerin korunmasına yardımcı olmuştur. Somali ile eski Yugoslavya’da barış ortamının korunmasına destek sağlamış ve Birinci Körfez Savaşı’nda koalisyon güçlerini desteklemiştir. Bunun yanı sıra varlığı tartışmalı olsa da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarında 36.000 askerini bulundurmaktadır.[145] Afganistan’da Amerika Birleşik Devletleri’nin istikrar gücü, BM yetkilisi ve 2001’den bu yana NATO komutası altında Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti’nin bir parçası olarak bulunmaktadır.[146] 2003’ten beri Türkiye, Avrupa Kolordusu’na askerî personel sağlamakta ve AB Savaş Grupları’nda yer almaktadır.[147]

Ordu
Ana madde: Türk Silahlı Kuvvetleri

Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD Silahlı Kuvvetleri’nden sonra NATO’nun en büyük ikinci askerî gücüdür. Türkiye, 1952 yılında NATO’ya katılmıştır.[148]
Türkiye’nin silahlı kuvvetleri, NATO üyesi ülkeler arasında ABD Silahlı Kuvvetleri’nden sonra gelen en büyük ikinci askerî güçtür ve 2011 NATO sayımlarına göre tahmini 495.000 konuşlandırılabilir kuvveti bulunmaktadır.[149] Almanya, Belçika, Hollanda ve İtalya ile birlikte NATO’nun nükleer paylaşım politikasının bir parçası olan beş ülkeden biridir.[150] İncirlik Hava Üssü’nde toplam 90 tane B61 nükleer bombası bulunmaktadır, bunlardan 40 tanesi nükleer bir çatışma durumunda NATO’dan onay almak şartıyla Türk Hava Kuvvetleri’nin kullanması için tahsis edilmiştir.[151]

Türk Silahlı Kuvvetleri üç bölümden oluşur: Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri. İç emniyeti sağlama ve askeri işlevleri olan Jandarma ile Sahil Güvenlik, barış zamanında İçişleri Bakanlığı’na, savaş zamanında Kara ve Deniz kuvvetlerine bağlıdır.[152]

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni komuta edip yönlendiren en üst düzey birim olan Genelkurmay Başkanı, cumhurbaşkanı tarafından atanır ve başbakana karşı sorumludur. Bakanlar Kurulu, millî güvenlik ve ülke savunması için yeterli silahlı kuvvetlerin hazırlanması konularında meclise karşı sorumludur. Ancak savaş ilan etme, dış ülkelere asker gönderme veya dış ülke askerlerinin Türkiye’ye konuşlanmasına izin verme yetkileri yalnızca meclise aittir.[152]

Sağlık sorunu olmayan her erkek Türk vatandaşının eğitim durumu ve iş yerine bağlı olarak üç hafta ile bir yıl arasında değişen bir süreliğine askerî hizmet yapması zorunludur.[153] Türkiye’de vicdanî ret uygulaması bulunmamaktadır ve askerlik yerine sivil bir alternatif sunulmamaktadır.[154]

Coğrafya
Ana madde: Türkiye coğrafyası

Türkiye’nin topoğrafik haritası.
Türkiye, iki kıtada toprağı bulunan bir Avrasya ülkesidir.[155] Topraklarının %97’si Asya üzerinde bulunur ve bu kısım Anadolu diye adlandırılır. Kalan %3’lük kısım ise Avrupa kıtasında kalır ve Doğu Trakya diye adlandırılır. Marmara Denizi, Çanakkale ve İstanbul Boğazı Anadolu’yu Trakya’dan, Asya’yı Avrupa’dan ayırır.[156][157]

Türkiye toprakları kabaca bir dikdörtgen şeklini andırır, 1.600 kilometre (1.000 mi) uzunluğunda ve 800 km (500 mi) genişliğindedir.[158] 36° ve 42° kuzey paralelleri ile 26° ve 45° doğu meridyenleri arasına yerleşmiştir. Gölleriyle birlikte 783.562 kilometre karelik (300,948 sq mi) bir alanı kaplar.[159] Bunun 755.688 kilometre karesi (291.773 sq mi) Asya topraklarını oluştururken, geriye kalan 23.764 kilometre karesi (9.174 sq mi) Avrupa topraklarını oluşturur.[158] Bu rakamlarla, yüzölçümü açısından dünyanın en büyük 37. ülkesidir. Üç tarafı denizlerle çevrilidir. Batısında Ege Denizi, kuzeyinde Karadeniz ve güneyinde Akdeniz bulunmaktadır. Kuzeybatısında ise Marmara Denizi yer alır.[160]

Türkiye’nin Avrupa’daki kısmı olan Doğu Trakya’da Yunanistan ve Bulgaristan ile sınırı bulunmaktadır. Asya’daki kısmı olan Anadolu’da ise dar kıyı ovalarıyla çevrilmiş yüksek bir merkezi platodur. Kuzeyde Köroğlu ve Kuzey Anadolu Dağları ile, güneyde Toros Dağları ile çevrilmiştir. Türkiye’nin doğusuna gidildikçe yükselti artar ve burası Fırat, Dicle, Aras gibi çeşitli nehirlerin kaynağıdır. Ayrıca 5.137 metre (16.854 ft) yüksekliğindeki Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı ve en büyük gölü olan Van Gölü de Doğu Anadolu’da yer alır.[160][161] Türkiye, Anadolu toprakları üzerinde kuzeydoğuda Gürcistan, doğuda Ermenistan, Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ve İran, güneydoğuda Irak ve Suriye ile komşudur.

Türkiye, yedi coğrafi bölgeye bölünmüştür. Bunlar Akdeniz, Doğu Anadolu, Ege, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu, Karadeniz ve Marmara bölgeleridir. Dar bir kemere benzeyen Karadeniz Bölgesi, Kuzey Anadolu boyunca düzensiz bir şekilde uzanır ve ülkenin toplam yüzölçümünün altıda birini oluşturur. Geleneksel bir eğilim olarak, doğuya doğru gidildikçe engebenin artmasına paralel olarak yaylacılığın arttığı görülür.[160]

Türkiye’nin yer şekillerinin çeşitliliği, binlerce yıldır bölgenin arazisini şekillendiren yerin hareketliliğinin bir sonucudur. Üzerinde sönmüş volkanlar bulundurur ve hâlâ daha sıklıkla depremler meydana gelmektedir. Çanakkale ve İstanbul Boğazları, varlıklarını ülkedeki fay hatlarına borçludurlar. Ülkenin kuzeyinde ve doğusunda günümüzde de depremlere sebep olan büyük fay hatları vardır. Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde 1999’da meydana gelen büyük Marmara depremi, binlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.[43]

Biyoçeşitlilik
Ana maddeler: Türkiye florası ve Türkiye faunası
Ayrıca bakınız: Türkiye’de çevre sorunları

Kuzey Anadolu Dağları’ndaki Sümela Manastırı. Bu dağlar, ılıman yağmur ormanları, flora ve faunalarıyla birlikte bir ekolojik bölge oluşturur.
Türkiye’nin olağanüstü ekosistemi ve habitat çeşitliliği, ülkede önemli bir tür çeşitliliğinin oluşmasını sağlamıştır.[162] Anadolu, üzerinde tarımın yapılmaya başladığı yıllardan itibaren birçok bitkinin anavatanı olmuştur ve günümüzde bu bitkiler Türkiye’de yaşayan insanlar tarafından kullanılmaktadır. Türkiye’nin faunasının çeşitliliği, florasının çeşitliliğinden bile büyüktür. Tüm Avrupa genelindeki hayvan türlerinin sayısı 60.000 iken, bu rakam Türkiye’de 80.000’den fazladır ve alt türler dahil edildiğinde 100.000’i geçmektedir.[163]

Kuzey Anadolu kozalaklı ve yaprak döken karışık ormanları, Türkiye’nin kuzeyindeki Kuzey Anadolu Dağları’nın büyük bir bölümünü kaplar ve bir ekolojik bölge oluşturur. Bu dağların doğu ucunda Kafkasya karışık ormanları yer alır. Bölge ayrıca Avrasya yaban hayatına da ev sahipliği yapar. Bayağı atmaca, kaya kartalı, şah kartal, küçük orman kartalı, kafkas kara orman tavuğu, kara iskete ve duvar tırmaşık kuşu gibi hayvanlar burada yaşar.[164] Kuzey Anadolu Dağları ve Karadeniz arasındaki dar kıyı şeridinde, Dünya’da az sayıda bulunan ılıman yağmur ormanlarından biri olan Euxine-Kolşik yaprak döken ormanlarına rastlanır.[165]

Türkiye’de 40 tane millî park, 189 tane doğal park, 31 tane doğal koruma alanı, 80 tane yaban hayatını koruma alanı ve 109 tane doğal anıt bulunur. Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı, Nemrut Dağı Millî Parkı, Antik Troya Millî Parkı, Ölüdeniz Doğal Parkı ve Polenezköy Doğal Parkı bunlara örnektir.[166]

Türkiye’nin başkenti Ankara, kendi adını taşıyan Ankara kedisi, Ankara tavşanı ve Ankara keçisi gibi hayvanlarıyla ünlüdür. Ülkenin diğer ulusal sembollerinden biri ise Van kedisidir ve adını Doğu Anadolu’da yer alan Van ilinden alır. Ayrıca Türkiye’ye has çeşitli köpek türleri de vardır: Anadolu çoban köpeği, kangal, Aksaray Malaklısı ve Akbaş.[167]

İklim
Ana madde: Türkiye’deki iklim çeşitleri

Türkiye’nin iklim grafiği[168]
Türkiye’de üç farklı iklim tipine rastlanmaktadır. Genel anlamda Ege Denizi ile Akdeniz kıyılarında görülen Akdeniz ikliminde yazlar sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır.[168] Bitki örtüsü makidir. Karadeniz kıyılarında görülen bir ılıman okyanus iklim tipi olan Karadeniz ikliminde her mevsim yağış görülmektedir, doğal bitki örtüsü ormandır. Karadeniz kıyıları, Türkiye’nin yıl boyunca yüksek yağış alan tek bölgesidir ve Doğu Karadeniz bölümü yıllık 2000-2500 milimetre yağış almaktadır.

Ege Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlayan Marmara Denizi’nin kıyılarında geçiş iklimi görülmektedir; denizin güneyinde Akdeniz, kuzeyinde Karadeniz ve kuzeybatısında Karasal iklime rastlanmaktadır. Marmara ve Karadeniz bölgelerinde hemen hemen her yıl kar yağışı gözükse de kar ancak birkaç gün yerde kalır. Ülkede, Karadeniz ve Akdeniz’de kıyıya paralel uzanan dağlar, denizlerden gelen ılıman hava kütlelerinin iç kesimlere ulaşmasını engeller.

İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yani iç kesimlerde Karasal iklime rastlanır. Bu iklimde yıllık ve günlük sıcaklık farkları yüksektir; yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. Doğu bölgelerde, kışlar oldukça sert geçer. Doğu Anadolu’da sıcaklıklar −30 °C ve −40 °C’ye (−22 °F ve −40 °F) kadar düşebilir ve kar yılın en az 120 günü yerde kalır. Batıda ise kış sıcaklıkları ortalama 1 °C (34 °F) olarak gözlemlenmektedir. Yazları sıcak ve kurak, ülke genelinde genellikle Temmuz ve Ağustos en kurak ay iken Mayıs en çok yağışın alındığı aydır, sıcaklıklar gün içinde 30 °C (86 °F) üzerine çıkabilmektedir.

Ekonomi
Ana madde: Türkiye ekonomisi

Levent iş merkezlerine ait gökdelenler. İstanbul, Türkiye ekonomisinin kalbinin attığı yerdir.[169]
Türkiye, GSYİH (SAGP) sıralamasında ve GSYİH (nominal) sıralamasında 17.sırada yer almaktadır.[170][171] OECD ile G-20 büyük ekonomileri topluluklarının kurucu üyelerinden bir tanesidir.[121][127]

1995’te başlayan Avrupa Birliği-Türkiye Gümrük Birliği tarifeleriyle birlikte Türkiye’de geniş bir liberalleşme yolu açıldı ve bu gümrük birliği, ülkenin dış ticaret politikasının önemli taşlarından birini oluşturur hale geldi.[172] Türkiye’nin 2014’te ihracatı, önceki yıla göre %4 artarak $157,6 milyar oldu. En fazla ihracat yapılan yapılan ülkeler ise Almanya, Irak, Birleşik Krallık, İtalya ve Fransa olarak belirlendi.[173] Ancak aynı yıl ithalatın $242,2 milyarı bulması sebebiyle $84,5 milyar tutarında dış ticaret açığı oluştu. Bu rakam, bir önceki yıl $99.8 milyar idi.[174] 2014’te Türkiye, en fazla Çin Halk Cumhuriyeti’nden ithalat yaptı. Bu ülkeyi sırasıyla Almanya, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri takip etti.[175]

Türkiye’nin büyük bir otomotiv sanayisi vardır. 2013 verilerine göre ülke, en çok otomobil üreten ülkeler sıralamasında 17. sırada yer almaktadır.[176] 2014 Türkiye, gemi yapımından ise $1,2 milyar gelir elde etmiştir.[177] Ülkenin bu konudaki en büyük pazarları Malta, Norveç, Birleşik Krallık ve Marshall Adaları’dır. 2012 verilerine göre 87 aktif Türk tersanesi bulunmaktadır ve bu tersanelerde farklı boyutlarda 15 yüzer havuz ve bir kuru havuz bulunmaktadır. Tuzla, Yalova ve İzmit gemi inşa sektörünün başlıca merkezleridir.[178]

Beko ve Vestel gibi Türk markaları, Avrupa’nın en büyük beyaz eşya ve tüketici elektroniği üretim şirketlerindendir, bu sektörleri geliştirmek ve yeni teknolojiler bulmak konusunda önemli miktarda yatırımlar yapmaktadırlar.[179]

Türk ekonomisinin diğer önemli bölümlerini ise bankacılık, inşaat, ev aletleri, elektronik, tekstil, petrol arıtma, petrokimya ürünleri, gıda, madencilik, demir-çelik ve makine sanayi oluşturmaktadır. 2013 verilerine göre Türkiye’deki sektörel GSYİH dağılım %8,9 tarım, %27,3 sanayi ve %63,8 hizmet şeklinde olmuştur.[180] Bu oranlara rağmen hâlâ daha nüfusun dörtte biri tarım sektöründe çalışmaktadır.[181] 2012 verilerine göre çalışan nüfusun sadece %30’u kadınlardan oluşmaktadır ve bu rakam OECD üyesi ülkeler arasındaki en az orandır.[182] Türkiye’de en zengin kesimin geliri, en yoksul kesimin gelirinin 7,7 katıdır. Nüfusun %15’i yoksulluk sınırının altındadır.[183]

Tarihçe
I. Dünya Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşı sonrası ortaya çıkan cumhuriyetin, ilk altmış yılında, 1923 ve 1983 yılları arasında devlet, sıkı bir yarı-devletçi yaklaşımın içinde bulundu; özel sektör katılımı, dış ticaret, döviz akışı ve doğrudan yabancı yatırım tutarı gibi konularda çeşitli sınırlamalar konuldu, çeşitli bütçe planlamaları yapıldı. Ancak 1983 yılına gelindiğinde Başbakan Turgut Özal, özel sektörü daha ön plana çıkaran bir dizi reform başlattı.[92]

Büyük miktarlarda alınan dış kredilerle birlikte reformlar, hızlı bir ekonomik büyümenin önünü açtı fakat bu büyüme özellikle 1994, 1999 (o yıl gerçekleşen Gölcük depremi sonrası)[184] ve 2001[185] yıllarında yaşanan finansal krizler ve durgunluklar sebebiyle sürekli kesintiye uğradı. 1981 ile 2003 yılları arasında ülkenin yıllık GSYİH büyüme ortalaması %4 olarak belirlendi.[186] Büyüyen kamu açıkları ve yaygın yolsuzluk ile birlikte ek mali reformların eksikliği, yüksek enflasyon ve zayıf bankacılık sektörü, makroekonomi dalgalanmasının artmasına sebep oldu.[187] 2001 yılındaki kriz sonrası dönemin maliye bakanı Kemal Derviş tarafından başlatılan reformlardan bu yana, enflasyon tek haneli rakamlara düştü, yatırımcı güveni ile yabancı yatırım arttı, işsizlik oranı geriledi.

Türkiye, dış ticaret üzerindeki devlet kontrolünü yavaş yavaş azaltarak ekonomik düzenlemeler yoluyla çeşitli pazarlar açtı, kamuya ait çeşitli kurumları özelleştirme yoluna gitti, birçok sektörün liberalleştirilmesi ile yabancı katılımı ise çeşitli siyasi tartışmalar arasında devam etti.[188] Kamu borçlarının GSYİH’ye oranı, 2001 yılındaki durgunlukta seviyenin altına düşse de, 2010 yılının üçüncü yarısında %46’ya yükseldi. 2002 ve 2007 yılları arasındaki yıllık GSYİH büyüme oranı ise ortalama %6,8 olarak belirlendi; bu rakam Türkiye’yi o yılların en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri haline getirdi.[189] Ancak büyüme, 2008 yılında %1 oranında yavaşladı ve ekonomi, 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik krizden %5 kadarlık bir oranla durgunluktan etkilendi. 2010 yılında ise ülkenin ekonomisinin %8 büyüdüğü tahmin edildi.[16]

2000’lerin ilk yıllarında ülkedeki yüksek enflasyon kontrol altına alındı ve bu yeni bir para biriminin piyasaya sunulmasına yol açtı; Yeni Türk Lirası, 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe girdi.[190] 1 Ocak 2009’da Yeni Türk Lirası yerini yeni banknot ve madeni paraların tanıtılmasıyla Türk Lirası’na bıraktı. 2012 yılında ülkedeki enflasyon rakamı %6,16, işsizlik oranı ise %9,2 olarak belirlendi.[191][192]

Turizm
Türkiye’de turizm, ekonominin önemli bir kısmını teşkil etmektedir ve son yirmi yılda hızlı bir büyüme yakalamıştır. 2014’te 39,8 milyon turist tarafından ziyaret edilen Türkiye, Dünyanın 6., Avrupa’nın 4. en büyük turizm destinasyonu olarak yer aldı ve ziyaretçilerden 29,5 milyar dolar gelir elde etti.[193]

Altyapı
Türkiye, 2014 senesinde kazandığı yaklaşık 800 milyar ABD doları GSYİH ile dünyanın en büyük 17. ekonomisi, Avrupa’nın ise en büyük 6. ekonomisi seçlmiştir.

Otomotiv

Adnan Menderes döneminde anlaşma yapılan fakat askeri darbe nedeniyle durdurulan ve ilk üretimini 1966’da yapılan Anadol 1, 1969.
Türkiye’nin oto sanayi kuruşuş tarihi 1950’lere dayanmaktadır. İlk otomotiv fabrikası dönemin başbakanı Adnan Menderes tarafından kurulmuştur.[kaynak belirtilmeli] Adnan Menderes, dönemin başbakanlık müşteşarı ile konuşurken kamyon fabrikası kurmayı istediğini belirtmiştir. Ayrıca 1954’de Amerikan şirketi tarafından Türkiye’de Türk Traktör Fabrikası kurulmuştur. 1955 yılında Adnan Menderes’in isteği üzerine Kamyon Fabrikası yapılmıştır.1955’de Türk otomotiv sanayiisinin ilk yerli ürünü fabrika kapısından çıkmıştır. Ayrıca Adnan Menderes tarafından Gebze’de Federal Türk Kamyonları fabrikası kurulmuştur.[194] 1963 Askeri darbe ile Adnan Menderes’in idam edilmesi bu süreci 5 yıl kadar geciktirmiştir. Bu süreçte ilk yerli otomobil piyasaya 1966’da çıkmıştır. Ayrıca 12 Eylül 1980 darbesi ile otomotiv yavaşlamış fakat 1983-1991 ANAP iktidarına kadar otomotiv olduğundan daha hızlı gelişmiştir. Ayrıca dışarıdan da ülkeye otomobil ihracatı yapılmıştır. 1991-2000 yılları arası ise bu oran biraz düşmüştür. 2000’den günümüze kadar her yıl otomotiv fabrikaları ve ticareti sayısı artmaktadır.[195] Türkiye’de Ar-Ge faaliyetleri için harcanan toplam miktar da giderek artarak; 2001 yılında 1,29 milyar TL olan Ar-Ge harcamaları 2013 yılında 14,8 milyar TL’ye ulaşarak % 22,5’lik bir yıllık büyüme oranı gerçekleştirmiştir.[196] Ar-Ge harcaması 2006 yılında 206 milyon TL iken 2013 yılında 547 milyon TL’ye ulaşmıştır. Türkiye’nin otomotiv üretimi 2002 yılında AK Parti iktidarından sonra 374.000 iken 2014 yılında 1.170.445’e ulaşarak büyük ilerleme kaydetmiştir. Bu büyümeler, Türkiye’yi dünyanın en büyük 17. otomotiv üreticisi haline getirmiştir. 2014 yılı sonu itibarıyla Türkiye, Avrupa’nın en büyük hafif ticari araç üreticisi seçilmiştir.[197] 2003 ve 2014 yılları arasında Türk otomotiv pazarlaması % 9.30’luk yıllık büyüme oranı kaydetmiştir. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya ülkeleriyle ihracatlar yapılmaktadır.[198]

Bilim ve teknoloji
Bu alt başlık {{{1}}} tarihinden beri geliştirilmeye ihtiyaç duyuyor. Bu alt başlığın geliştirilmesi gerekiyor.
Demografi
Ana madde: Türkiye demografisi
Ayrıca bakınız: Türkler ve Türkiye’deki azınlıklar
Nüfus sayımları
Yıl Nüfus %± Artış
1927 13.648.270 —
1935 16.158.018 2,13%
1940 17.820.950 1,98%
1950 20.947.188 1,63%
1960 27.754.820 2,85%
1970 35.605.176 2,52%
1980 44.736.957 2,31%
1990 56.473.035 2,36%
2000 67.803.927 1,85%
2010 73.722.988 0,84%
2014 77.695.904 1,32%
Kaynak: TÜİK[199]
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonucunda elde edilen verilere göre 31 Aralık 2015 itibarıyla Türkiye’nin nüfusu 78.7 milyondur. Bu rakam, ilk resmî nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında 13.6 milyondu.[199] 2015 yılındaki rakam, 2014 yılındaki rakamın 1.4 milyon fazlasıdır ve ülkenin nüfusunun artış oranı ‰13,4’tür. Nüfusun %91,8’i il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır. Yine aynı verilere göre Türkiye’de km² başına ortalama 102 kişi düşmektedir. Nüfusun %67,8’i 15-64 yaş grubunda yer alırken; %24’ü 0-14 yaş grubunda yer almaktadır. Yaklaşık %8,2’lik bir kısım ise 65 ve üstü yaşlardaki kişilerden oluşmaktadır.[200] Türkiye’nin en gelişmiş ve en kalabalık şehri İstanbul’dur. Ayrıca Avrupa’nın en kalabalık üçüncü şehri unvanını da taşımaktadır.[201][202]

Türkiye Anayasası’nın 66. maddesi, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan” herkesi, bir “Türk” olarak tanımlar. Bu nedenle, Türkiye’de hukukî anlamda Türk sözcüğü, bir etnik kökeni ifade etmekten ziyade ülkenin vatandaşı olan herkesi ifade etmektedir.[203] Ülkenin büyük çoğunluğunun etnik kökeni Türk’tür. Ülke nüfusundaki Türklerin oranı CIA’e göre %70-75, Konda’ya göre %76 ve Konsensus’a göre %77’dir.[16][18][204] Nüfusun etnik dağılımına ait pek çok veri olmasına rağmen, Türkiye’de yapılan resmî nüfus sayımları etnik kökene ait rakamlar vermediği için resmî veriler mevcut değildir.[205] Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de Arnavutlar, Azeriler, Araplar, Boşnaklar, Çerkesler, Çingeneler, Gürcüler, Hemşinliler, Lazlar, Pomaklar, Süryaniler ve Zazalar dahil olmak üzere pek çok etnik grup yaşasa da,[18] ülkede resmen tanınan azınlıklar sadece Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerdir. Bu tanınmayı Lozan Antlaşması ile birlikte elde etmişlerdir.[206] Türklerden sonra, ülkede yaşayan en büyük etnik grup Kürtlerdir. Kürtlerin nüfus içindeki oranı CIA’e göre %18, Konda’ya göre %15, Konsensus’a göre %14’tür.[16][18][204] CIA’e göre Türkler ve Kürtler dışındaki diğer azınlıkların oranı ise %7-12’dir.[16] Tanınan üç azınlık dışında kalan diğer azınlıklar için belirlenmiş özel haklar yoktur. “Azınlık” terimi, Türkiye’de hassas bir konudur ve hassas olmaya devam etmektedir.[19] Hukukî anlamda azınlıkları tanımasa da devlet, resmî kanalı TRT’ye, azınlıkların konuştuğu çeşitli dillerde radyo ve televizyon programları yapması konusunda izin vermektedir.[207]

Türkiye nüfusunun %2,5’i göçmenlerden oluşmaktadır.[208] Ülke, Aralık 2015 itibari ile 2,5 milyon Suriyeli mülteci sayısı ile dünyanın en büyük mülteciyi barındıran ülkesi oldu. Suriye İç Savaşı’ndan kaçan bu mülteciler, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığı tarafından hazırlanan çadırlarda ağırlandı, birçoğu ise şehirlere göç etti.[209]

Türkiye’nin resmî dili, aynı zamanda nüfusun %85’inin ana dili olan Türkçedir. Nüfusun yaklaşık %12’si ise ana dil olarak Kürtçe konuşmaktadır. Arapça ve Zazacayı ana dil olarak konuşanların oranı da %1’den fazladır, bunun yanı sıra çeşitli bölgelerde küçük bir kesim tarafından ana dil olarak konuşulan diller de mevcuttur.[18] Ayrıca Türkiye’de konuşulan dillerden bazıları tehlike altındadır. Bunlara Abazaca, Abhazca, Batı Ermenicesi, Çerkesçe, Çingenece, Doğu Çerkesçesi, Hemşince, Hertevince, Kapadokya Yunancası, Lazca, Pontus Rumcası, Ubıhça, Yahudi İspanyolcası ve Zazaca örnek verilebilir.[210]

Din
Ana madde: Türkiye’de din
Ayrıca bakınız: Türkiye’de İslam, Türkiye’de Hrıstiyanlık, Türkiye’de Yahudilik ve Türkiye’de laiklik

İstanbul’daki Sultan Ahmet Camii, içerisinin İznik çinileriyle süslenmesinden dolayı, Avrupa’da Mavi Cami olarak da anılır.[212]
Türkiye, resmî dini olmayan laik bir devlettir. Din ve vicdan özgürlüğü, ülkenin anayasasıyla güvence altına alınmıştır.[213][214] Ancak ülkede çeşitli İslami partilerin kurulmasıyla birlikte, dinin yönetimdeki rolüyle ilgili tartışmalar ortaya çıkmıştır.[215] Ülkede kamu kurumlarında ve okullarda uzun yıllar boyunca İslami siyaset sembolü olarak görüldüğü için başörtüsü takılması yasaklandı. Bu yasağa 2011 yılında üniversitelerde, 2013 yılında kamu kurumlarında ve 2014 yılında diğer okullarda son verildi.[216][217]

Türkiye’de baskın din İslam’dır ve çeşitli verilere göre nüfusun %99,8’i Müslüman’dır.[16][218][219] Ancak farklı kaynaklara göre bu rakam farklılık göstermektedir ve %96.4 olarak geçmektedir.[220] Yaygın mezhep ise Sünnilik mezheplerinden biri olan Hanefiliktir. Ülkedeki en yüksek İslami makam Diyanet İşleri Başkanlığı’dır ve Hanefi mezhebinin kurallarına göre dini yorumlar. Ülke topraklarındaki 80.000’i aşkın kayıtlı camiden ve buralarda görevli imamlardan da sorumludur.[221] Ayrıca ülkede Alevilik de yer yer yaygındır ve akademisyenler Alevi sayısının 15-20 milyon arasında olduğunu öne sürmektedir.[222][223] Aksiyon dergisine göre ise, Aleviler hariç ülke nüfusunun 3 milyonu (%4.2) Şii Onikicilerden oluşur.[224] Ayrıca Sufizm’e bağlı olanlar da vardır ve nüfusun %2’si herhangi bir mezhebe bağlı olmayan Müslümanlardır.[225][226]

Türkiye topraklarında Müslüman olmayanların sayısı 1914’te %19 iken bu sayı 1927’de %2.5’e düşmüştür.[227] Günümüzde ülkede Rum Ortodoksları ve Katolikler dahil olmak üzere çeşitli mezheplerden 120.000 Hristiyan bulunmaktadır ve bu rakam Türkiye’nin nüfusunun %0.2’sinden daha azdır.[228][229][230] Ülkede açık olan kilise sayısı ise 236’dır.[231] İstanbul, 4. yüzyıldan bu yana Doğu Ortodoks Kilisesi’nin merkezi konumundadır.[232][233]

Türkiye’de, çoğu Sefarad kökenli olan 26.000 Yahudi yaşamaktadır.[234] MÖ 5. yüzyıldan itibaren Anadolu topraklarında Yahudi toplulukları yaşamaya başladı ve yirmi yüzyıl sonra, 15. yüzyıl sonlarında İspanyol ve Portekiz Yahudileri’nin İspanya’dan kovulmasıyla birlikte Osmanlı İmparatorluğu, bu Yahudilerin günümüzdeki Türkiye topraklarına yerleşmesine izin verdi. Böylece Anadolu’daki Yahudi nüfusu arttı. 20. yüzyıldaki göçlere rağmen, bugün hâla küçük bir Yahudi nüfusu Türkiye’de bulunmaktadır.[235]

Eğitim
Ana madde: Türkiye’de eğitim
Ayrıca bakınız: Türkiye’deki üniversiteler listesi

1453’te Darülfünun adıyla kurulan İstanbul Üniversitesi, 1 Ağustos 1933’te yapılan reformla birlikte Türkiye’nin ilk üniversitesi olarak hizmete girmiştir.[236]
Türkiye’de üniversite öncesi eğitim Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimindedir.[237] Dört yıl ilkokul, dört yıl ortaokul ve dört yıl lise olmak üzere toplam on iki yıllık eğitim zorunludur.[238] OECD raporlarına göre ülkede liseyi tamamlamayan 25-34 yaş grubuna dahil kişiler, liseyi tamamlayan aynı yaş grubundan iş arkadaşlarının elde ettiği gelirin ortalama olarak sadece %80’ini almaktadırlar.[239] Ülkenin temel eğitim seviyesi diğer OECD ülkelerinin altında kabul edilir.[240] Türkiye, OECD’nin PISA programında 34 ülke arasında 32. sırada yer alır.[238] Yüksek kalitedeki liselere giriş, büyük ölçüde ülke genelinde yapılan öğrenci yerleştirme sınavlarından alınan puana bağlıdır, bu yüzden ülkedeki özel ders alma yaşı 10’a kadar düşmüştür.[240] Türkiye’de 2011 itibariyle yetişkin nüfusun %94,1’i okuryazardır; erkek nüfusun kendi içindeki okuryazarlık oranı %97,9, kadın nüfusun kendi içindeki okuryazar oranı %90,3’tür.[241]

2014 itibarıyla Türkiye’deki üniversite sayısı 196’dır.[242] Öğrenciler, Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) sonucunda aldıkları puanlarla üniversiteye geçiş hakkı kazanır.[243] 2007 yılında üniversiteye geçiş sınavına 1.700.000 kişi katılmış olsa da, 2008 yılında üniversite kontenjanları 600.000 ile sınırlı kalmıştır.[244] Anadolu Üniversitesi’nin Açıköğretim Fakültesi dışındaki tüm fakültelere giriş, lise mezunlarının YGS-LYS sonucuna bağlı olarak şekillenir.[245] Dünyanın en iyi üniversitelerinin sıralandığı 2014 Times Higher Education World University Rankings’te ilk 200’e Türkiye’den dört üniversite dahil olmuştur. Listede Orta Doğu Teknik Üniversitesi 85. sırada, Boğaziçi Üniversitesi 139. sırada, İstanbul Teknik Üniversitesi 165. sırada, Sabancı Üniversitesi 182. sırada yer almıştır.[246]

Sağlık hizmetleri
Ana madde: Türkiye’de sağlık hizmetleri
Ayrıca bakınız: Türkiye’deki hastaneler listesi
Türkiye’de sağlık hizmetleri Sağlık Bakanlığı tarafından merkezi bir devlet sistemiyle kontrol edilir. 2003 yılında hükûmet, sağlık hizmetlerine ayrılan bütçe oranını artıran ve nüfusun büyük bir bölümünü sağlıklı hâle getirmeyi amaçlayan geniş kapsamlı bir sağlık reformu programını tanıttı. Türkiye İstatistik Kurumu, 2012 yılında sağlık hizmetleri kapsamında 76.3 milyar TL harcandığını açıkladı; hizmet bedellerinin %79.6’sı Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanırken geriye kalan %15.4’ü hastalar tarafından doğrudan ödendi.[247] 2013 rakamlarına göre Türkiye’de 30.116 sağlık kurumu bulunmaktadır ve doktor başına ortalama 573 hasta düşmektedir.[248][249] Ayrıca 1000 kişi başına düşen yatak sayısı 2.64’tür.[248]

Türkiye’de beklenen yaşam süresi erkeklerde 71.1 yıl ve kadınlarda 75.2 yıl olmakla birlikte, toplam nüfus ortalamasının beklenen yaşam süresi 73.2 yıldır.[250] Ülkede ölümlere en çok neden olan hastalıklardan ilk üçü şunlardır: dolaşım sistemi hastalıkları (%39.8), kanser (%21.3), solunum hastalıkları (%9.8).[251]

Kültür
Ana madde: Türk kültürü

Mevlevi semazenler bir Sema törenindeyken. Mevlevi Sema Törenleri, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listeleri’nde yer almaktadır.[252]
Türkiye; Oğuz, Anadolu, Osmanlı (Greko-Romen ve İslami kültürlerin bir devamıydı) ve Batı kültürleri ile geleneklerinin karışımıyla ortaya çıkan çok çeşitli kültürleri barındırır. Ülke coğrafyasındaki kültürel kaynaşma, Orta Asya’dan Anadolu’ya doğru gerçekleşen Türk göçleri sırasında Türklerin göç yolları üzerindeki kültürlerle kendi kültürlerini birleştirmesi sonucunda başladı. Ülkedeki Batılılaşma hareketi ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat döneminde başladı ve bugüne kadar sürmeye devam etti.[253][254] Sonuç olarak günümüz Türk kültürü, geleneksel inançları ve tarihi değerleri koruyarak “çağdaş” bir Batı devleti olma çabası sonucunda şekillendi.[253]

Sanat
Ana madde: Türk sanatı
Ayrıca bakınız: Türk edebiyatı, Türk halk oyunları, Türk müziği, Türkiye’de resim ve Türk tiyatrosu

Osman Hamdi Bey’in çizdiği Kaplumbağa Terbiyecisi.
Batılı anlamda Türk resim sanatı, 19. yüzyılın ortalarından itibaren etkin bir gelişme göstermeye başladı. Resim dersleri ilk olarak teknik ihtiyaçlar için 1793 yılında şu anki İstanbul Teknik Üniversitesi’nde verilmeye başlandı.[255] 19. yüzyılın sonlarında, Batılı anlamda insan tasvirleri özellikle Osman Hamdi Bey ile birlikte Türk resminde kullanılmaya başlandı. Çağdaş eğilimlerle birlikte empresyonizm de gelişim gösterdi ve Halil Paşa resimlerinde empresyonizmi kullandı. 1926’da Avrupa’ya gönderilen Türk sanatçılar, Türkiye’ye geri döndüklerinde çalışmalarında Fovizm, Kübizm ve hatta Ekspresyonizm akımlarından yararlandılar. Sonraki yıllarda D Grubu sanatçılarından Abidin Dino ve Cemal Tollu dahil olmak üzere Fikret Mualla, Fahrelnisa Zeid, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Adnan Çoker ve Burhan Doğançay gibi sanatçılar son otuz yıl boyunca Batı’da gelişen bazı eğilimleri tanıttılar. Bunların yanı sıra Yeniler Grubu 1930’larda, Onlar Grubu 1940’larda, Yeni Dal Grubu 1950’lerde ve Siyah Kalem Grubu 1960’larda ortaya çıkarak çağdaş Türk resminin diğer önemli hareketleri olarak tanındılar.[256]

Türk müziği ve edebiyatı, çeşitli kültürlerin izlerini taşır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yanı sıra İslam dünyası ile Avrupa’nın etkileşimi sonucunda Türk, İslam ve Avrupa gelenekleri birleşerek günümüz Türk müziğini ve edebiyatını ortaya çıkarmıştır.[257] Osmanlı döneminde Türk edebiyatı, İran ve Arap edebiyatlarının fazlasıyla etkisi altında kaldı. Tanzimat’taki yeniliklerle birlikte daha önceden bilinmeyen roman ve öykü gibi edebi türler Türk edebiyatına giriş yaptı. Çeşitli yazarlar Türk edebiyatındaki ilkleri bu dönemde verdiler; Namık Kemal ilk edebi roman olan İntibah’ı (1876) yazarken, gazeteci Şinasi ilk özel gazeteyi çıkardı ve ilk tiyatro olan Şair Evlenmesi’ni (1860) yazdı. Batı etkisinde gelişen modern Türk edebiyatının şekillenmesi 1896 ve 1923 arasında da sürdü. Bu arada Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Millî Edebiyat gibi çeşitli edebiyat hareketleri ortaya çıktı. 20. yüzyılda Nâzım Hikmet, serbest nazımla şiirler yazarak Türk şiirine radikal değişikler getirdi. Şiirdeki bir başka devrim ise 1941’de Garipçiler tarafından yapıldı. Çeşitli kültürlerin karışımı olan Türk edebiyatında, bu durumun bir sonucu olarak, işlenen konular arasında kültür çatışması önemli bir yer tutar. Örneğin romanlarında “kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan” Orhan Pamuk, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür.[258] 2003 Eurovision Şarkı Yarışması’na Türk müziğindeki çeşitli kültürlerin izlerini taşıyan “Everyway That I Can” şarkısıyla katılan Sertab Erener ise yarışmanın birincisi olarak Avrupa’da adından bahsettirmiştir.[259]

Türk kültüründe halk oyunları önemli bir yer tutar. Doğu Trakya’da Hora; Ege, Güney Marmara ve İç Anadolu’da Zeybek; Batı Akdeniz’de Teke; İç-Batı Anadolu, Batı Karadeniz, Güney Marmara ve Doğu Akdeniz’de Kaşık oyunları ile Karşılama; Orta ve Doğu Karadeniz’de Horon; Doğu ve İç Anadolu’da Halay; Kuzeydoğu Anadolu’da Bar ve Lezginka halk oyunları yaygındır.[260]

Spor
Ana madde: Türkiye’de spor

Türkiye Millî Basketbol Takımı 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’nda gümüş madalya kazandı
Türkiye’de en çok sevilen sporlardan biri futboldur. Futbol ligler halinde oynanmakta ve bunların en büyüğü Süper Lig’dir. Lig şampiyonu olabilmiş olan takımların üçü (Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray) İstanbul takımı, iki tanesi (Trabzonspor) ve (Bursaspor) ise Anadolu takımıdır. Futbol kulüpleri Türkiye Futbol Federasyonu çatısı altında toplanmıştır.[261] Galatasaray Avrupa’da kupa kazanan ilk ve tek Türk futbol takımıdır. 2000 yılında UEFA Kupası ve UEFA Süper Kupa’yı kazanmıştır. Türkiye Millî Futbol Takımı 2000 Avrupa Futbol Şampiyonasında 6., 2002 FIFA Dünya Kupası’nda, 2003 FIFA Konfederasyonlar Kupası’nda ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonasında 3. olmuştur.

Basketbol Türkiye’de en çok ilgi gören sporlardan biridir. Basketbol’un en büyük ligi Basketbol Süper Ligi’dir. Anadolu Efes SK, Galatasaray Medical Park, Fenerbahçe, Beşiktaş Erkek Basketbol Takımı gibi takımlar Euroleague’de ve diğer özel turnuvalarda çok büyük başarılar göstermişlerdir. Ayrıca Anadolu Efes 1996 yılında Koraç Kupası’nı kazanarak, Avrupa Kupası kazanan ilk Türk takımı olma unvanını elde etmiştir.[262] 2012 yılında FIBA EuroChallenge Şampiyonluğu kupasını kazanan Beşiktaş Milangaz Avrupa’da kupa kazanabilen 2. Türk takımı’dır. Türkiye Millî Basketbol Takımı da turnuvalarda büyük başarı elde etmiştir. Örneğin 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası gümüş madalya ve 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası gümüş gibi. 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası, 28 Ağustos ve 12 Eylül tarihleri arasında Türkiye’de gerçekleştirilmiştir. Şampiyonayı FIBA, Türkiye Basketbol Federasyonu ve 2010 Organizasyon Komitesi ortaklaşa organize etmiştir ve 2. olmuştur. 1986’dan beri üçüncü defa 24 ülkenin katıldığı turnuvanın takım karşılaşmaları İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri’de, bitiş aşaması İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu’nda oynanmış, kazanan ise bitişte Türkiye’yi 64-81 mağlup eden Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. Kadın Millî Basketbol Takımı 2011 Avrupa Kadınlar Şampiyonası’nda ikinci olmuştur. Ayrıca 2013 Akdeniz Oyunlarında Erkek Millî Basketbol Takımı altın madalya almıştır.

Geleneksel bir Türk sporu olan güreşin en önemli karşılaşması Kırkpınar Yağlı Güreşleri’dir. Türklerin MÖ 4. yy.dan beri güreş yaptıkları bilinmektedir. İlkbahar aylarında doğanın canlanışı için yapılan kutlamalarda, evlenme merasimlerinde, zafer şölenlerinde hep güreş müsabakaları yapılırdı. 1996 yılında Geleneksel Spor Dalları Federasyonu kurulmuş ve yağlı güreş için önemli bir adım atılmıştır.

Mutfak
Ana madde: Türk mutfağı

Türk lokumu ile birlikte Türk kahvesi. Türk kahvesi, UNESCO tarafından Türklerin Somut Olmayan Kültürel Miraslar listesine alınmıştır.[263][264]
Türk mutfağı, Çin ve Fransız mutfaklarıyla beraber dünyanın en zengin mutfaklarındandır. Coğrafyası ve tarihi gereği, Türk mutfağı çok büyük bir çeşitlilik oluşturur. Türk mutfağı, Mezopotamya ve Balkan mutfaklarıyla etkileşime girmiştir, İstanbul Osmanlı Saray mutfağı da Türk mutfağının önemli bir kısmını oluşturur.

Osmanlı Saray Mutfağı’nda çok çeşitli çorba, zeytinyağlı sebze, etli yemek, balık, börek, tatlı mönüleri mevcuttur. Saray mutfağı, Bizans İmparatorluğu’ndan Osmanlı’ya yüzyılların saray zevki ve tecrübesiyle oluşan elit bir mutfaktır. O dönemlerde, halk ve köy mutfağı ise sade ve basittir.

Günümüzde, Saray kültürü ile halk kültürünün karışımı bir “Türk mutfağı” ortaya çıkmıştır. Birçok saray yemeği, halk tarafından benimsenmiştir.

Türk mutfağı;

Akdeniz kültürü
Doğu kültürü
Saray kültürü
Bozkır kültürü olarak sınıflandırılmıştır.
Basın
Ayrıca bakınız: Türkiye’de televizyon
Türkiye’de Radyo ve Televizyonculuk basın özgürlüğüne göre yürütülmektedir. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu kamu yayıncılığı yapmakta olup Türkiye’nin ilk televizyon kanalıdır.[265]

Türkiye’de 21 ulusal, 14 bölgesel ve de 229 yerel televizyon kanalı yayın yapmaktadır. 3984 sayılı Kanuna göre, Türkiye’de özel yayıncılığı RTÜK denetlemektedir.[266]

Ayrıca bakınız
Türk devletleri listesi
Kaynakça
Türkiye portali
Orta Doğu portali
Asya portali
Genel
Atatürk, Mustafa Kemal (1927). ‘Nutuk, Cilt 1-2-3, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, İstanbul 1970.
De Lamartine, Alphonse. Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Sabah Yayıncılık, İstanbul 1991.
Öztürk, Kazım (1992). Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, Cilt 1-2, Kültür Bakanlığı-Atatürk Dizisi. ISBN 975-17-0635-1
Akay, Oğuz (2006). Atatürk’ün Sofrası. Truva Yayınları. ISBN 975-6237-54-6
Meydan Larousse, Meydan Yayıncılık, 1988, Cilt 12, Sh. 357-388, Türkiye Cumhuriyeti.
Temel Britannica, Ana Yayıncılık-Encyclopaedia Britannica, 1992, Cilt 18, Sh. 41-96; Türkiye. ISBN 975-7760-02-1
Türklerin ve Türkiye’nin Tarihi Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, 1982.