ck

Cahit Külebi, şiirlerini Anadolu insanına, daha özelinde 1917 yılında doğduğu yer olan Zile halkına özgü sade bir dille, türkülerden ve yöre âşıklarının söylemlerinden kaynaklanan rahat bir söyleyişle dile getirmiştir.
7 Kasım 1996’da Münevver Oğan ve Nuray Altıntaş’la yaptığı söyleşide “Tokat’ın Zile ilçesine 12 km uzaklıkta bulunan Çeltek köyünde doğdum. Annem zengindi. Zamanla ekonomik durumumuz bozuldu. Babam, parasal durumumuz kötüleşince önce Zile’de memur oldu. Daha sonra (Zile’ye 30 km. uzaklıktaki) Artova ve Niksar ilçelerinde çalıştı.” biçiminde özel yaşamı ile ilgili bilgiler vermiştir.
Külebi, Zile’de üç yaşında başlayan okul hayatını “Sanıyorum iki-üç yaşıma geldiğimde Zile’ye taşındık. Beni hemen anaokuluna verdiler. Annem beni sabahları döverek okula göndermek isterdi. Ben de gider gitmez kaçardım. Okulda sonsuz bir yalnızlık ve gurbet duygusuna kapılır ve korkardım. Ya eve ya da ablalarımın okuduğu İnas Mektebine giderdim.
Sonra bir Numune-i Terakkî adlı Allah’ın belası güya modern okula verdiler. Orada hiç ders yapılmazdı. Bizi davar gibi sınıfa kapatırlardı. Ben de pencereden kaçardım.” sözleriyle anımsamaktadır.
Külebi’nin yüreği, ilköğretime başladığı Dutlupınar İlkokuluna ilişkin iyi anılarla doludur. Bunları “Pamuk Hoca, hiçbir derste bizi kapatıp gitmez, çok sevgi gösterir ve elişi kâğıtlarından levhalar yaptırırdı. Hele elişi kâğıtlarından hasırlar ördürürdü ki bugün ilkokullarımızda niçin yaptırılmaz, şaşarım. Pamuk Hoca beni öyle bir bağladı ki, bir daha hiçbir okulda dersten kaçmadım.” biçiminde anımsar.
Zile’de bir süre okuduğu bu okuldan, babasının memuriyeti gereği Zile’ye çok yakın olan Artova ilçesine gitmeleri nedeniyle ayrılmasına karşın Zile özelini hiç unutmamış, gerek anılarında gerekse bazı şiirlerinde yer yer dile getirmiştir.
1977’de Turhal Belediye Başkanının vefatı nedeniyle Erdal İnönü ile birlikte Turhal’a geldiğinde kısa bir süre heyetten ayrılıp benimle birlikte Zile’ye gelmesi, zaman darlığı nedeniyle kısa bir şehir turundan sonra bir süre okuduğu Dutlupınar, bugünkü İstiklal ilkokulunu görmek istemesi anılarının hiç silinmeyişinin ifadesidir.
Şiire 13-14 yaşlarında başlayan Külebi’nin önemli bir bürokrat olmadan önceki şiirlerinde yani Türk Mavisi, Yangın, Güz Türküleri gibi şiirlerinden önce yazdığı Adamın Biri, Rüzgâr, Yeşeren Otlar vb. kitaplarındaki şiirlerinde bu özellik daha belirgindir. Örneğin Hikâye şiiri bu rahatlık içinde söylenmiş olup, olması gerekeni, ideal olanı gözler önüne sermektedir.
Anadolu insanı türküyü çok sever. Bahçede, tarlada, harmanda hep yanık türküler söyler. Bunlarla yoğrulur. Çocuğunun ninnisi çoğu kez anasının yanık ezgisi olur. İşte Külebi’nin dili, Anadolu insanının bağrında elif elif tüten bir türkü, gerçekten bir türkü dilidir. Cemal Süreya, Külebi için “Sonuçta ulaşır türkülere.” demektedir. “Tokat’a Doğru” şiiri
Irmaklar gibi uzaklaşır
Bir türkü kadar uzak
Tekerler döner çizgi bırakır
Hamutlar şak şak eder dön geri bak
biçiminde her dörtlüğün son dizesinde geçen “dön geri bak” yinelemeleri, bir türküde bulunan:
Bu dere baştanbaşa cevizli bağ
Cevizler şak şak eder dön geri bak
biçimindeki “dön geri bak” yinelemelerinden; “Çare” şiirinde “Bir fakirlik, bir yalnızlık, bir gurbet” dizesi, türkülerden geçmektedir.
Çocukluğunda duyduğunu ve hiç unutmadığını bir röportajında dile getirdiği Zile türkülerinden Şu Zile’den gece de geçtim duydun mu ile Armuttan kayacağım/ Sallan gel bakacağım/ Yârime nazar değmiş/ Nazarlık takacağım gibi türkülerin havası ilk dönem şiirlerinde daha fazla hissedilmektedir.
Külebi’nin ilk şiirleri, yapmacıksız, zorlamasız, içimizi ışıtıp, doğaçlamadan düz bir anlatımla söylenivermiş hissini uyandırır. Şiiri okurken de dinlerken de konuşur gibi rahatlık duyar, yaşar gibi oluruz. Bu edayı kapmasına Zile türkülerinin yanı sıra Zileli Âşık Ceyhunî, Zileli Talibî, Erzurumlu Emrah, Niksarlı Bedrî gibi İç Anadolu’nun güçlü âşıklarının şiirlerini küçük yaşta tanıması, Sivas Lisesi’nde Ahmet Kutsi Tecer gibi hem şair, hem de Âşıkları koruyup kollayan Halk Şairlerini Koruma Derneği kurup Âşık Veysel, Ali İzzet, Talibî Coşkun ve Meslekî gibi önemli âşıkları ünlendiren önemli bir kişinin öğrencisi olması, Behçet Necatigil’in sınıf arkadaşı olması önemli etkenler olarak görülebilir.
Külebi’nin dillerden düşmeyen ve yazımızın konusu olan Hikâye şiiri için Fevzi Halıcı “Bu şiirde Türk şiirinin asırlar boyu gelişiminin ortak bir yanı mevcut. Bu şiiri tekmil Anadolu olarak da yorumlayabilirsiniz.” demektedir. Zile özelini dizeler içine gizleyip Anadolu genelinde ortak bir kimliğe büründürdüğü Hikâye şiirini yazışı oldukça ilginçtir.
Külebi’nin Fevzi Halıcı’ya anlattığına göre olay şöyle cereyan eder:
Külebi, stajyer öğretmen olarak çalıştığı okula atanan Tarih öğretmeni Süheyla Hanımla 1944 yılında evlenir. Karı koca Antalya Lisesi’ne tayinleri çıkar. Kendilerine mütevazı bir ev tutarlar. Okulla ev arasında pek değişikliği olmayan bir yaşam sürerken her aile gibi sudan sebeplerle tartıştıkları olur.
Titiz bir kişiliği olan Külebi, temizlik yapıyorum diye masasını dağıtan eşi Süheyla Hanım’a “Masama elleme” diye bağırır. Süheyla Hanım da “Bundan böyle tozunu kendin al” der. Külebi, “Alırım almam, seni ilgilendirmez.” deyince Süheyla Hanım, “Ne demek beni ilgilendirmez. Pislik içinde oturamam, anlıyor musun?” sözüne karşılık Külebi, “Ne yani şimdi sen bana pis mi diyorsun? Hiç kimse söyleyemez bana bunu hiç kimse.” der. Süheyla Hanım, “Tamam anlaşıldı, seninle konuşulmaz. Sözleri çarpıtıyorsun.” deyince Külebi, “Tabii ya, ben anlayışsızım. Daha başka? Daha başka söyleyecek bir şey, bana takacağın sıfat var mı?” der. Süheyla Hanım, küser, kapıyı çarpıp yatmaya gider.
Eşini kırdığına çok üzülen Külebi, tartışmanın sonunu şöyle anlatır: “Benim, inatçı tabiatım yüzünden, hiçten çıkmıştı tartışma. Hissettiklerimi söyleyemezdim, yapımda var bu. İşte Hikâye adlı şiirim o gece hem de yarım saat içinde ortaya çıkıverdi.
Böylesine kısa zamanda şiir yazan birinin, elli yılı aşkın bir süre şiirle haşır neşir olmasına karşın yayımlanan şiirlerinin azlığı dikkat çekebilir. Açıklayayım. Bir şiir üzerinde çok çalıştığım için değil, o şiiri yaşadığım için diyebilirim. Az şiir yazmam, şiirde bilinçli bir titizlikten ileri gelmiyor. Yani ben şairin bir şiirini kuyumcu gibi işlemesi benzeri düşüncelere hiç kapılmadım. Kafamda birçok şey dolaştırıyorum, uykuyla uyanıklık arasında. Yolda yürürken, yalnızken, her yerde o şiiri yaşarım. Şöyle diyelim: Bir sözcükten, bir imgeden, bir düşünceden yola çıkıyorum. Bunu geliştiremezsem şiir yazamıyorum. Ama bu yola çıkışta biçimsel yönden bir kalıp oluşturabilirsem eğer, o şiiri yarım saatte, bir saatte yazarım. İşte o gece, eşimle kavga ettiğimiz o gece, içim içime sığmıyor, vicdan azabı çekiyordum. Kendimi suçlu buluyordum. Haksızlık etmiştim. Sabaha kadar uyuyamadım. Masamın başına oturup bir çırpıda Hikâye şiirimi yazdım. Eşim sabahleyin masanın üstündeki şiiri görünce eline aldı. Mırıldanarak okudu:
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz
Al tut ellerimi, bebek,
Tut biraz
Bana dönüp, Cahit, niye yazdın bu şiiri diye sordu. Tartıştık, kavga ettik ya deyince gülmeye başladı. Tabiatıyla her zaman olduğu gibi barışıp yolda tekrar tekrar Hikâye şiirini okuyarak okula gittik.” 1944’teki yazılış öyküsünü Fevzi Halıcı’ya bu şekilde anlatan Külebi’nin 70 yıla yakın süredir dillerden düşmeyen:
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz
Al tut ellerimi, bebek,
Tut biraz.
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz.
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz.
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgârları eserdi
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz…
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin
Benim doğduğum köyler de güzeldir
Sen de anlat doğduğun yerleri
Anlat biraz.
biçimindeki şiiri, doğallığı, rahat söyleyişi, zorlama hiç bir sözcüğe yer vermeyişi ve ustaca oturttuğu şiir kurgusuyla yeniliğinden hiç bir şey yitirmeyen deyim yerinde ise durup durup da okunan ender şiirlerdendir.
Şiiri, dilin en üst düzeyde kullanıldığı anlatım biçimi olarak düşünürsek, malzemesi dil olan Külebi, hayal gücünün süzgecinden geçirdiği duygu ve düşüncelerini en güzel biçimde Hikâye şiirinde sergilemiştir.
Külebi gerçekçi bir şairdir. Bu şiirde her bölüm başında gerçekçi bir söylem içinde kalıp bir ifadeyle Benim doğduğum köylerde biçiminde vurguladığı yer 1917 yılında doğduğu Zile’nin Çeltek köyüdür. Tanpınar’ın dediği gibi “bir sanat anlayışında hâkim olan, esas söylenilen şey değil, söyleyiş tarzıdır.” Külebi kendine özgü bir tarz yakalamış ve bu tarzı ustaca uygulamıştır. Suut Kemal Yetkin’in belirttiği gibi “Kelimelerin ahengi, hecelerin ritmi, bu ahenk ve ritmin uyandırdığı hayaller, bu hayallere takılan belirsiz hasret ve ümitler. Bütün bunlar hiçbir kaidenin tayin edemediği nispetler içinde birleşerek, şekilden ve şeklin manâ ile münasebetinden gelen musikinin yardımıyla derin bir telkin kudreti kazanır.” Bu telkin kudretiyle şiirin ilk dörtlüğünde bir eşe, bir sevgiliye söylenebilecek en zarif ifade kullanılmıştır. Çünkü Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi Zile’de de kadın güzelliğinden söz edilirken bebek gibi ifadesi kullanılır.
Buradaki bebek sözü bayağılığa kaçmadan sevgilinin, burada eşin güzelliğinin vurgulanmasıdır. Zile ve yöresinde güzelim yerine bebeğim sözü yaygın olarak kullanılır.
Şiirin ikinci bölümünde şiir kurgusu adına şairane bir söyleyişle karşılaşıyoruz.
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz.
Aslında, Külebi’nin doğduğu Çeltek köyü ve civarında O yörenin ince kabuklu en güzel cevizleri yetişir. Burada eğer Benim doğduğum köylerde / Ceviz ağaçları çoktu dese idi şiir kurgusu bozulacak ve koyu gölgesindeki serinlikten böyle bir ifadeyle söz edemeyecekti. Külebi’ye özgü uzak uyak da diyebileceğimiz biraz sözcüğü üzerine oturtulan müzikalite kaybolacaktı. Bilindiği gibi uyak, şiirde yer alan diğer sözcüklerin ses ve anlam değerleriyle uyum içinde olduğu zaman etkilidir. Eliot’un ifade ettiği gibi “Bir kelimenin musikisi, bu kelimenin şiirde kendisinden önceki ve sonraki kelimelerin ve bütün diğer kelimelerin yarattığı musikiyle uyum içinde olmasıyla ölçülür.” Bu ölçüyü Külebi çok iyi tutturmuştur.
Üçüncü dörtlükte de aynı söylem devam etmekte, Zile ovasının güneyinde yer alan Çeltek köyünde en kaliteli buğday üretilmektedir.
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz.
İlk dörtlükle bir bütünlük oluşturmak ve kurguyu güçlendirmek için sanatkârane bir söyleyiş uygulamıştır. Şüphesiz bu zor bir iştir. Çünkü Mehmet Kaplan’ın dediği gibi, “bir yazarın özelliğini ele aldığı konudan çok, onu ele alış, işleyiş ve ifade ediş tarzı tayin eder”. Külebi’deki ses, estetik ve dil disiplininin yarattığı çağrışım gücü, Hikâye şiirinin 70 yıldır güncelliğini korumasına neden olan unsurlardandır.
Gerçekçi bir kişiliğe sahip Külebi, Zile özelini gerçek biçimiyle dördüncü dörtlükte vurgulamıştır.
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgârları eserdi
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz…
Gerçekten de Zile’de Karadeniz’den kışın çok sert ve soğuk Kuzey (Şimal) rüzgârları eser. Bu rüzgârlar öyle serttir ki zaten Külebi başka şiirlerinde de bu soğuk kuzey rüzgârlarına değinmiş, 1943’te yazdığı bir şiirinde de:
Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer
biçiminde yer vermiştir.
Zile özeli Külebi’nin büyük şehre ısınamayıp hep ‘doğduğu yerleri’ hatırlamasının dürtüsü gibidir. Bu dürtüde Artova ve Niksar’ın da payı vardır. Çünkü doğduğum yerler derken doğup büyüdüğüm, çocukluğumun geçtiği çevreler kavramı da içerilmektedir.
Dörtlükteki öp biraz söylemi bütün Anadolu’da olduğu gibi Zile özelinde bir yeri acıyan çocuğa anne şefkatiyle “Öpeyim de geçsin” denir. İşte burada Külebi, masumane bir ifadeyle bu soğuk ve sert rüzgârların çatlatmasıyla acıyan dudaklarımı öp biraz derken halk kültüründeki bu olguyu vurgulamıştır. Külebi’yi Külebi yapan da budur. Beşinci dörtlükte de Külebi’nin doğduğu yıllardaki Zile özelinde Anadolu gerçeği dile getirilmektedir.
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz.
Külebi’nin doğduğu yıllarda dağlarda eşkıyalar mevcuttu. Zile’de de Kel Bekir adlı eşkıya halk üzerinde korku salıyordu. Hatta halk arasında eşkıyalar üzerine menkıbeler oluşmuştu. Çocukların akşam evden çıkmalarını engellemek için “Eşkıya gelir, Kel Bekir seni kaçırır.” gibi ifadeler yaygındı. Zile’de Ana Okulu’na gittiği yıllardan aklında kalan bu gerçek o kadar yerli yerine oturtulmuş ki yalnızlık ancak bu kadar güzel işlenebilir. Zaten Cahit Külebi’nin şiirlerinin can damarı olan tema, şehre gelmiş köylünün yalnızlığı, özlemi, yoksulluğu ve kimsesizliğidir.
Cahit Külebi’nin içine öyle işlemiş ki yalnızlığı Türk edebiyatında en kısa, en etkili ve en güzel dizelerden biri ile haykırmıştır.
Ağlamayacak kimse ardından, gülmeyecek
deyişiyle tek dizeye kimsesizliği, yalnızlığı ve sanki bir yaşam öyküsünü sığdırmıştır.
İlk şiirini yayımladığı Sivas Erkek Lisesi’nin “Toplantı” adlı dergisinde hece ölçüsünün yedili kalıbı ile kaleme aldığı memleket özlemi yüklü bir dörtlüğü:
Gözyaşım ateş oldu
Elem bana eş oldu
İçime zehir doldu
Gurbetin acısıyla
biçiminde olan şiirindeki gurbet ve yalnızlık duygusu yaşamı boyu egemen kalmış, doğup büyüdüğü küçük yerlerden büyük kentlere gelen insanların dünyasına çöken yalnızlığı:
Bir yoksulluk, bir yalnızlık, bir gurbet
biçiminde yoğunlaştırmıştır.
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Altıncı dörtlükte,
Benim doğduğum köylerde
İnsanlar gülmesini bilmezdi,
Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım
Gül biraz
diyerek Anadolu’daki genel havayı, Çeltek köyü özelinde yansıtmıştır sanki.
O yıllar, İkinci Cihan Savaşı arifesidir. Kurtuluş Savaşının yaraları yeni sarılmaktadır. Endişeden, korkudan, yoksulluktan deyim yerinde ise İnsanların ağzı bıçak açmamaktadır. Yoksulluğun, kıtlığın had safhada olduğu bir ortamda insanlar gülmesini bile unutmuştur. Külebi, Mehmet Ali şiirinde:
Zeytinyağı ve ekmek kadar
Kıttı hürriyet memlekette
Büyüdüğü zaman Mehmet Ali’nin
Her şey bol olur elbette
Diyerek o yıllardaki kıtlığı ve genel durumu bildiri niteliğine düşürmeden sergilemiştir.
Adamın Biri şiirinde de:
Sen ki kış ve yaz düşünceli
Sen ki kış ve yaz yalnayak
diyerek köyündeki gülmesini bilmeyen, düşünceli insanların genel halini dile getirmiştir. Doğduğu köylerdeki insanların genel hali, Külebi’nin yüreğine öyle işlemiş ki; Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım dizesiyle Zile özelini kendi yaşamında somutlaştırmıştır. Ben bu haldeyim, bari sen biraz gül de bu efkâr, bu hüzünlü ortam senin gülüşünle dağılsın.
Hikâye şiirindeki bu yalnızlık ve özlem, Yurt şiirinde:
Yağmur yağar camlarına dökülür
Benim yüzümdür çizilen camlarda
Yalnızlığın sesidir rüzgâr değil
Gürgen ağaçlarında
Gel dere ak derim, gürül gürül
Dağdan aşağı akar gider
Hayal kurmak istese canım,
Bulutlara bir seslenmek yeter.
diyerek, memleket özlemi içtenliğiyle dile gelirken Çare şiirinde:
Sen her gün akşama kadar ağacığım
Anaya hasret, babaya hasret,
Ekmeğe, insan yüzüne,
Sokaklara hasret.
Türkiye uçsuz bucaksız ağacığım!
Bu yerlerin havası bize yaramadı,
Kalkıp başka şehirlere gidelim artık
Çare kalmadı.
dizeleriyle daha belirginleşir.
Artık ne pencerem var seni koyacak
Ne masam
Sevgilim de yok ki bu şehirde
Çiçek seni alıp ne yapsam
deyişinde yalnızlığı en duygulu dizelerle anlatan şair, köyden kalkıp büyük şehre yerleşmenin yarattığı yabancılaşma, kaybolma ve kimsesizlik duygularını; doğduğu yerlerden, sevdikleri insanlardan, baba ocağından ayrı kalan her insan gibi yaşamıştır.
Zaten Külebi, birçok şiirinde Zile özlemini özenle dile getirmiştir. Yurdum şiirindeki
1917 senesinde
Topraklarında doğmuşum,
Anamdan emdiğim süt
Çeşmenden, tarlandan gelmiş,
Emmilerim sınırlarında
Senin için dövüşürken ölmüşler,
Kalelerinin burçlarında
Uçurtma uçurmuşum,
Çimmişim derelerinde,
Bir andız fidanı gibi büyümüşüm
Topraklarının üstünde.
biçimindeki söylem, görüşümüzü kanıtlamaktadır.
Bir konuşmasında “Zile’de atlarımız, arabalarımız, bunlara ilişkin serüvenlerimiz olmuştu ama, o sırada çok küçüktüm.” diyen Cahit Külebi’deki yalnızlık; doğduğu, ilk anılarını unutmadığı Zile’ye olan özleminin genelleşerek, Anadolu’ya duyulan yurt özlemi biçiminde yansımasıdır.
Külebi’nin ustaca kullandığı ses yinelemeleri ve ritmik unsurlar, şiirde akıcılığı sağlamada üstlendikleri görev açısından yadsınamayacak kadar önemlidir. Bunun önemi,
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin
Benim doğduğum köyler de güzeldi
Sen de anlat doğduğun yerleri
Anlat biraz.
dizelerinde belirgin şekilde gözler önüne serilmektedir.
Son bölüm olan altıncı dörtlükte, eşe, sevgiliye güzellik adına yakıştırılan en güzel ifade kullanılmıştır.
Bilindiği gibi bir şiiri çekici kılan ve şiirde ahenk sağlayan özelliklerin biri de rahat ve doğal söyleyişlerdir. Külebi, Hikâye’de sanki şiirle musikinin iç içe olduğu bir atmosferin havasını teneffüs ettirmiş, şiirin akıcılığı ise anlamla bütünleşen bir ahenk sağlamıştır.
Gerçekten Türkiye çok güzeldir. Eşini bu güzellikle denk tutması ona çok değer vermesinden, sevgi dolu şair yüreğinden kaynaklanmaktadır. Benim doğduğum köyler de güzeldi derken gerçekten güzel bir köy olan Çeltek köyünü dile getirip Zile’nin çok güzel ve özel bir yer olduğunu vurgulayıp Zile özelini kendine özgü şairane bir dille sergilemektedir. Sonra ustaca, Türkiye gibi aydınlık ve güzel olan senin şüphesiz doğduğun yerler de güzeldir. Haydi, sen de doğduğun yerleri, o yerlerin güzelliklerini anlat biraz demektedir.
Cahit Külebi’nin Hikâye şiirinde Zile özeli’nin göz ardı edilmemesini vurgulayıp, Zile’de yapılan Tarihi ve Kültürü ile Zile Sempozyumları bildiri kitapları ile Zile Kültür Sanat Dergisi’nin arka kapağında yer verdiğimiz Dünyanın en güzel yerlerinden biri Türkiye, Türkiye’nin en güzel yerlerinden biri Zile’dir. ifadesini yinelemek isterim.