USARE DERGİSİ 9.SAYI
Biyolojik ve fizyolojik olarak insanların birbirlerinden ne farkları vardır ki? Sonra insanlar, birbirlerine fark atmak için mi edinimde ve kazanımda bulunmalıdırlar? Hayır, hayır böyle bir şey asla olmamalıdır. Çoğumuz “Böyle bir şey olmamalıdır!” deriz demesine de yine de toplumda kendisini diğerlerinden farklı görenler her zaman olmuştur, olacaktır da. Doğumundan ölümüne kadar geçen süre içinde, insandan ayrı düşünülemeyecek temel eşitlik ilkeleri herkes için geçerli olması gerekirken, bunun, bazı kesimler için sözde kaldığını da yine çoklarımız biliriz herhalde!
Dindar olup olmamaları önemli değil, nedense insanlardan bazıları, toplumda ayrıcalıklı işlem görmeyi hem severler hem de önemserler. Bunun birçok sebebi olabilir ama dindar görünümlü olanlar için en önemli sebebi, bu kişilerden çoklarının, karşısında titreyen birine; “Korkma! Ben kral değilim, Kureyş’ten kuru ekmek/et yiyen kadının oğluyum.“ diyen bir Peygamberin sözlerindeki espriden habersiz olmaları ya da habersizmiş gibi davranmalarıdır. Her mütekebbirin ibret almasını dilerim!
Kibirli davranmakla yüksek makam elde ettiklerini, toplum içerisinde ayrıcalıklı olduklarını kabul edenler, keşke neyi kaybettiklerini de bilseler. Kendisini ayrıcalıklı görmenin sembolik bir ifadesi olan kibir, sırtına bindiği kişiyi ağırlığıyla çökertir, dibe vurdurur. Onlar, kendilerinden aşağıda kimse olmadığı için bulundukları seviyenin farkına varamıyorlardır veya inat uğruna düştükleri yeri terk etmiyorlardır; tıpkı muarızlarından birinin, okuduğu ayetleri kastederek Peygamberimize; “Senin söylediklerinin sana ait olmadığını, bunların ilahi beyanlar olduğunu ben de biliyorum ama ben sırf seni reddetmek için inkâr ediyorum.” mealinde söylediği sözler gibi. “Allah, içimizde bu kadar asil, soylu kişiler varken, bula bula bir yetim ve öksüzü mü seçti?” demeye getirenlerin, Allah’ı sorgulamaya varan sözlerinde kibirden başka ne var ki? Bunlar, asıl yanılgının tam da burada yaşandığını bile fark edemiyorlar görüyoruz işte. Aynı zihniyette olanlar hep aynı yolun yolcusu velhasıl!
Kibir, sadece taşıyıcısını değil, onlara imrenenleri de, arkalarından gidenleri de ta uzaktan etkileyecek bozguncu bir yapıya sahiptir. Geçmişe doğru bir baksak; her devirde toplumsal dengeyi, kendisini ayrıcalıklı görenlerin bozduğunu görebiliriz. Bunların destekçileri de aynı günahı ya da şöyle ifade edeyim; sosyal alanda ahlâk dışı davranışları paylaşırlar. Bazı kesimler tarafından, kendisinin ayrıcalıklı görülmesini bekleyenlere verilen küçük çaptaki fırsat ve imtiyazlar, onlara duygularının kontrol edilemez hale gelmesinin yolunu açmış da olabilir, durum şayet böyle ise o zaman bu imtiyazı sağlayanlar da suç ortağı sayılabilirler, irdelenmeye değer tabi.
Kibir, kişinin edinimidir. Bu, kişinin kendisini, diğer insanlardan/yaratıklardan edinim ve kazanımlarından dolayı üstün görmesinin kötü bir yansımasıdır. Bunun bir yanılma olduğunu ayırt edemediği için kişi, kendisini başkalarından farklı ve üstün görmeye yani kibirlenmeye, bu hissin yükselişi durdurulamadığında sosyal yapı da sallanmaya başlayacaktır. Toplumdaki sosyolojik kırılma tam da burada yaşanır işte.
Demek ki bu illete yakalananlar burnunun ucunu dahi göremiyorlar. Demek ki; vücudun azalardan, toplumun da bireylerden oluştuğu gerçeğini düşünemiyorlar. Demem o ki; bütün yapılanmalar ya birbirini takip etmekte ya da birbirinden etkilenmektedir. İnsanın yapılandırılışı, olması gereken toplumsal yapılanmanın ipuçlarını vermektedir gizliden gizliye, yani “Toplumsal yapılanışınız vücudunuz gibi olsun!” denilmektedir adeta, tabi ki görebilene. Azaların farklı işlevleri olduğu gibi toplumun üyeleri de farklı görevleri üstlenmelidirler, burada da algılanması ve uygulanması gereken bu olmalıdır. Çünkü sosyal yapılanmada, insanların işleri farklı olmasaydı karmaşa olurdu, kişiler bire bir bu kadar işlerin altından kalkamazdı sonra.
Bakmaz mısın, iki el birbirine nasıl da muhtaç ya da birbirini tamamlamakta! Sadece eller de değil, bir bütünü oluşturmak için uzuvlar arasında dengeli bir iş bölümü yapılmış değil mi? Ayak gitmese elin işi yarım ya da eksik kalabilir, en azından bu, daha fazla zaman demektir. Toplumsal işlev de buna benzer; görevli çöp toplamasa, astronotun uzaya seyahati, bu alandaki çalışması kaç para eder? Kişinin; “Ben falancayım, temizlik işçisi de kim oluyor?” demeye hakkı yoktur ya da olmamalıdır! İş dağılımı olmasa, işler öyle kimilerinin zannettiği gibi düzgün gitmez, düzgün gitmesi mümkün değil. Bunu görebilmek bile yaşamı kolaylaştırır, görmemekse zorlaştırır, ret etmek ise karmaşaya sebep olabilir. Temizlik görevlisi çöpleri topladığı için diğerleri mis gibi ortamlarda yaşamaktadırlar, makam ve yetki elde etmiş olanların böbürlenmesinin ne anlamı vardır o zaman? Büyüklenmek bir tarafa herkesin birçok kişiye teşekkür borcu var. Dedim ya temizlik işi yapılmadığında, kendimiz olmasa da çevrenin kokacağını astronot da bilmeli, ben de bilmeliyim, sen ve diğerleri de bilmelidir. O zaman, bazı işleri yapanlara özellikle minnet duyulmalıdır, şahsen ben bu minneti duyuyorum/duymaya çalışıyorum!
Kibirli olmak, gerçeği gördüğü halde kabul etmemektir ya da araştırıp öğrenmeden konumundan kendisine paye biçmektir yani iş veya konum itibarıyla kendisini üstün görüp başkalarını küçük görmektir. Budur işte kibirli olmak. İçerik olarak ne farkı vardır şimdi böyle düşünen insanla şeytanın; “Ben ateşten yaratıldım, Âdem ise topraktan yaratıldı, ben ondan (Âdem’den) üstünüm!” demesinin. Onunki de kibirlenmek, berikinin ki de. Sonra ateş mi daha değerli toprak mı? Bu sonuca nereden varmış, bunu ispatlayabilmiş mi? Değerli olduğuna sadece kendisi hükmediyor. Kibirli kişilerin benzer tarafları budur işte yani kendisini üstün görmek ve diğerlerini küçük görmek! Bu aslında hastalıktır, bir çeşit illet.
Temel eşitlik ilkesini en başta kibir bozar. Her türlü saygısızlık kibirle başlamıyor mu baksanıza! Belki de bu yüzdendir, kibirlenenleri Allah sevmez (Nahl 16/23). Böylelerini insanlar da sevmezler aslında. Ben görmedim kişilikli insanların böylelerini sevdiğini, bazıları korkularından dolayı veya sebeplenmek niyetiyle seviyor görüntüsü verebilir, bu da bir çeşit ezikliktir ya da acizlik! Bu ise gerçeği yansıtmaz.
Ancak burada da bir tuhaflık yok mudur; insanların sevmemesi daha çok dikkat çekiyor da Allah’ın sevmemesi neden dikkate alınmıyor, ne dersiniz?
Peki, Allah, kibirlenmeyi neden yasaklamış, neden bunları sevmediğini açıkça beyan etmiştir? İşin bu tarafı da doğru okunmuyor derim ben şahsen. Yasakları ve emirleri doğru okumak ve doğru anlamak lazım. Allah, insanları yani kullarını sevdiği için emir ve yasaklardan oluşan kurallar koymuştur, eziyet etmek için değil elbet. Kurallar, açıkça sevginin işaretidir bana göre. Allah kulunu, onun en yakını kişinin sevdiğinden daha fazla sever, sevmesi gerekir de. Çünkü kişiler birbirlerinin ne kadar yakını olsalar da yaratılışları bakımından Allah’tan daha yakını olamazlar. Birinde akrabalık ilişkisi vardır diğerinde ise yaratıcı ve yaratılan ilişkisi vardır. Hâliyle Allah kuluna, onun yakınlarından daha yakını olduğu için onu diğer yakınlarından daha fazla sevecektir. Bu da onları koruyacak tedbirlin alınmasını gerektirecektir.
Peki, insanlar sevdiklerinin yanlış yapmasını istemezler de Allah ister mi? Olacak bir şey değil! Allah’ın, kibirli olmayı yasaklamış olması, daha çok bu bağlamda irdelenmelidir.
Kibirlenen kişiye sormak lazım; “İnsan denen mükemmel eserin sanatkârı kimdir, sen bu işin neresinde yer almaktasın, sen kimsin, çapın ve hacmin nedir? Allah, sana yeryüzünün halifesi yani yeryüzünde kendisi adına bazı işleri yapma yetkisi ve temsil payesi vermiş, bu paye sana yetmez mi de büyüklüğü sadece kendisine has kılan Allah’a nispet edercesine kibirlilik gösterisinde bulunuyorsun?”
İnsan, bu tür veya benzer hataya düşmemek için hem kendisindeki mükemmelliği hem de acizliği görmelidir. Doğru karar verebilmesi ya da doğruya ulaşabilmesi için bu gereklidir. Kâinatın küçültülmüşü diyebileceğimiz insan, kendisinde kâinatı görürken, Allah’ın yüceliğini ve sanatkârlığını da görmelidir, ölüme mani olamadığını gördüğünde de gücünün sınırlılığını yani acizliğini bilmeli ve anlamalıdır.
Gerçekleri görmeye engel cehalet değilse bu kibirden başkası olamaz. Bir de gördüğü halde kabul etmemek vardır ki bu doğrudan doğruya kibirdir.
Kişiler, kendisine başarı getiren yetenek ve beceriyi kendisine sunulan ikram olarak gördükleri zaman o ikramın hakkını vermiş olurlar. Sanatkârın sanatını en güzel bir şekilde icra etmesi, sanata ve yeteneğine saygısından olmalıdır. Eseri ile üstünlük taslamak, yetenek ve becerinin üzerine basarak yükselmeye çalışmak olur. Yetenek, var olansa, sanat da bu var olanın görüntüsüyse bununla kibirlenmenin ne anlamı vardır? Kibrin temelinde cehalet vardır, şımarıklık vardır; kalfanın ustasından su istemesi gibi. Zaten kibir bir çeşit şımarıklık değil midir?
Kibir ateş gibidir, dokunduğunu veya dokunanı yakan bir ateş! Şeytan kibirlenip de; “Ben ateşten yaratıldım, Âdem ise topraktan!” demiyor muydu? Şeytan mademki ateşten yaratıldı, o ateşi yani şeytanı yakacak olan da kibri ise, o zaman kibir, ateşi de yakacak bir ateş demektir.
Ateşi yakacak ateşten yani kibirden uzak duran, ateşin ateşinden uzak durmuş olacakt