Category: “Usare” dergisi

  • Mahmud Nedim TEPEBAŞI.”FIRSAT VE FIRSATÇILIK” (DENEME)

    (USARE DERGİSİ 30.Sayı)

    Fırsat, kullanımı tercihine bağlı, şahsın elindeki bıçak gibidir. İdaresi kişinin elinde olan iş ve işlemlerin, olumlu ve güzel olabileceği kadar olumlu iken olumsuzluğa evrilebilen tarafları da olabilir, bu, bir irade işidir. “Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer” atasözünü, bazı kişiler tam da bu esneklikte değerlendirmekte ve şekillendirmektedirler!

    Kötülük planlayanların yaptığı gibi iyi işler yapmak için genelde kurgular kurulup fırsat beklenilmez, onların yaptıkları fırsatçılıktır, huysuzluktur, yaptıkları suça götürür, başta insanî değildir, iyilik yönünde doğan imkânları yani fırsatları yakalamak ve değerlendirmekse kişiyi yüceltir, ona saygınlık kazandırır, bunların zahmetsiz ve masrafsız olanları bile vardır, hatta hiçbir çaba sarfetmeden, bazen kişinin yanı başında doğuverirler. Fırsat ve fırsatçılık, iyi ve kötü iki kardeş gibidirler; bunların tolumda yaşanmış sayısız örnekleri varadır!

    Zarar vermek, kötülük etmek, menfaat sağlamak gibi olumsuzluklar için uygun zamanı beklemek yani fırsatçılık, insanları tuzağa düşürmek için sinsice evsinde beklemektir ama iyilik için düşen fırsatlar böyle değildir, bir şekilde önüne düşen ya da yanı başında doğan imkânı, fırsatı değerlendirmek, iyilik yapana da iyilik yapılana da kaderi örenin, dokuyanın belki de bir ikramıdır, bu fırsatlar, ihtiyacı olanın ihtiyacının karşılanması ve iyiliklerin yaşaması ve yaşatılması için açılmış yollardır, kapılardır. Bu yolları kullanıp iyilik yapanlara manevî yönden vaat edilenler, toplumsal dengelerin kurulmasında, saygınlığın yaşatılması ve artırılmasında yapıcı bir teşviktir, diğer anlamıyla iyilik yapılmasını özendirmektir. Fırsatlar, gökyüzünü kapkara bulutların kapladığı bir zamanda, parçalanıp ayrılan bulutların arasından görünen güneş hüzmeleri gibidirler. İyiliğe götüren gelişmelere muhatap olan ya da imkân yakalayan kişi bile doğan fırsata bazen şaşırıp kalabilir, işin nasıl geliştiğine, kendisini nasıl bulduğuna bir anlam bile veremez! Fırsatçı, kendisini kötülüğe götürecek planlar kurup çaba sarfederken, diğeri çoğu zaman fırsatı önünde bulur.

    Fırsat, bir iş veya herhangi bir şey için en uygun zaman, bir şeye vesile veya uygun şartlar olarak olumlu anlamlarda kullanılsa da iyilik için doğan fırsatların çoğu, insan açısından plansız ve programsız gelir.

    Birçok güzel işin, güzel imkânların umulmadık, beklenmedik anda bazılarının ayağına kadar geldiği, hatta kendisine tutunması için kişinin paçalarına yapıştığı, eline sarıldığı, ayağının altına serildiği, girmesi için ona bir hatta daha fazla kapının veya kapıların açık olduğu ya da o anda açıldığı zamanlar olur, işte bunlar birer fırsattır, birileri bundan yararlanırken yapılan iyilik, işi yapan kişiyi de iyi insan makamına yükseltir! Günlük hayatta bu tür iyi işler o kadar çoktur ki, “Oduncunun gözü omçada olur!” misali onu ancak gönlü iyiliğe açık insanlar görür ve değerlendirebilir. Demem o ki; fırsatı, fırsatçının yaptıklarından farklı olarak, kişinin kendisi de hazırlayabilir veya yanında olanı yakalar, diyelim bir işyeri sahibi, sıcak bir havada, işyerinin önünden geçenlere soğuk su ikram ederek, elindeki imkânını fırsata dönüştürebilir, bu, iyiliği planlayarak yakalama durumudur ki bu sadece örneklendirileceklerden bir tanesidir, bu ve benzeri yapılanlar, işi yapan kişi veya kişileri daha değerli kılacaktır.

    Bu tür işler, zamanında ve doğru değerlendirildiğinde kişiyi iyi, sevilen, saygı gören insan yapar. Böyle bir kişi olmak için büyük çabalar gösterilmesine de gerek yoktur.

    “Yiğit bin yaşar fırsat bir düşer” atasözü, fırsatın her zaman denk gelmeyeceğini, geldiğinde de iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, biraz da işin gereğine, şartların oluşmasına bağlıdır.

    İyilik yapma adına fırsatlardan yararlanmak için her zaman ekonomik güce sahip olmak da şart değildir, yeter ki iyilik yapma isteği insanın içinde var olsun. Bir şekilde yere düşen birinin elinden tutarak kaldırmak, ona yardım etmek, o anda orada bulunanlar için bir fırsattır, kim atak davranırsa iyilik yapma imkânını o yakalamış olacaktır veya orada bulunup yardım etmek isteyen fakat yetişemeyenler de o iyiliğin ortağıdır, onlar da paydaştırlar, hisselerini alacaklardır; doğru olan değerlendirme de budur, bu anlayış iyilik yapmak isteyenlerin sayısını da artıracaktır, belki de bu paydaşlık anlatımı bu yüzdendir.

    Fırsat için, güzellikleri yakalama anı da denilebilir, bazen de fırsat için güzellikler kişiye uğrayabilir.

    Niyet insanın gizli rehberidir, iyilik yapmaya niyetlenenleri iyiliğe yönlendirir, götürür, kötü işler için planlar yapanlar da içinde besledikleri canavarı zamanla büyütür ilk fırsatta da planını uygular, zarar verir, toplumsal ahlakı ve dengeyi bunlar bozarlar, huzursuzluğu bunlar icat edip üretirler, idrak etmeseler de içlerinde besledikleri kötü duyguların kurbanı olurlar. Bunlar, insanların veya yasaların zayıf yerinden yakalayıp emellerini gerçekleştirirler. Her şey insanın elinde şekillenir. İyiliği yapan da insan, kötülük için fırsat kollayıp ortalığı karıştıran, buhrana sürükleyen de insandır.

  • Mahmud Nedim TEPEBAŞI.”MİHRA” (HİKÂYE )

    (USARE DERGİSİ 30.Sayı)

    “İsmimin ne demek olduğunu öğrendim bugün.” dedi ve devam etti küçük kız; “Öğretmenim, sözlükten kelime bulmayı öğretti, sonra da arkadaşlarıma isimlerinin anlamlarını sordu, bilmeyenler sözlükten buldu, benimkisinin anlamı çok güzel, Mihra; iyiliksever, nazik, hoşgörülü demekmiş.” dedi ve “Baba! Sen bu ismi nasıl buldun?” diye sordu.
    Babası; “Mihra ismi toplumda çok yaygın değil ki daha önce hiç duymamıştım, bir toplantıda konuşmacılardan birinin isminin Mihra olduğunu duyduğumda ben de merak ettim, anlamını internetten öğrendim.” deyince Mihra; “Ama bugüne kadar bana bunu sen söylemedin!” dedi, babası; “Haklısın” demekle yetindi.
    Her çocuk gibi Mihra da meraklıydı bilmediklerini öğrenmeye, fırsat buldukça bilmediği şeyleri sorardı! Bu ismin bilerek seçildiğini böylece öğrenmişti, annesinin bu konudaki görüşünü de öğrenmeliydi, merak bu ya!
    Küçük kız; “Peki, sen kendin mi seçtin bu ismi, arkadaşlarımdan çoklarının anneleri ya da babaları seçmişler isimlerini, sen anneme sormadın mı?” dedi.
    Babası; “Olur mu öyle şey kızım, elbette annenle beraber karar verdik bu isme. Bu tür işlere anne ile baba beraber karar verirler.” dedi, Mihra büyümüş de küçülmüş denilen çocuklardandı; “Hımmm. Bu güzel işte! Tahmin etmiştim zaten! Senin gibi birisine de bu yakışır. Arkadaşlarımın ya annesi ya da babası seçmiş isimlerini, bence haksızlık, diğeri üzülmez mi?” dedi.
    “Peki, bir soru daha sana”, “Siz, iyiliksever, nazik biri olayım diye mi bana Mihra ismini verdiniz?” dedi, babası;
    “Elbette, biz senin iyiliksever, hoşgörülü, nazik birisi olmanı istediğimiz, hem de güzel bir isim olduğu için bu isme karar verdik.” deyince, “Ben böyle bir olmalıyım o zaman.” dedi.
    Bunları konuşurlarken alışveriş merkezi koridorundan geçip yürüyen merdivenlerle ayakkabı satıcılarının daha çok olduğu kata çıkıyorlardı. Işıklı ayakkabı alacaklardı.
    Birkaç mağazaya sordular, “Işıklı ayakkabı var mı?” diye. Bu seferki mağazada buldular.
    Mihra denemek için ayakkabıları giydi, tamam, olmuştu bu iş. Çok sevindi, dükkânın içerisinde bir tur bile attı ayakkabılarına bakarak. Sonra, ayakkabıları bir de ayağında görmek için mağazanın orta yerindeki, yerden yukarı doğru uzanan aynanın karşısında durdu, ayaklarını bir beri bir öte hareket ettirdi, ışıklar yanıyor mu diye aynadan kontrol etti, yürüyünce yanıyordu ışıklar, “Harika! Babacığım çok teşekkür ederim.” dedi. “Sadece bana değil, annene de teşekkür etmelisin değil mi?” dedi babası. Mihra; “Elbette ki ona da teşekkür edeceğim ama eve varınca. Hem o daha çok çalışıyor. Bak, bugün tatil ama o, bizim için evde yemek hazırlıyor, pastalar yapıyor, melek annem!” dedi.
    Işıklı ayakkabıları almışlardı, piyasaya daha yeni çıkmıştı ama arkadaşlarından giyenler vardı, kaç günden beri bu ayakkabının hayalini kuruyordu.
    Mağazadan çıktılar, AVM koridorunda ilerliyorlardı; “Baba!” dedi, babası; “Efendim Kızım!” diye karşılık verdi. Bir şey söyleyeceğim ama utanıyorum.” dedi. Babası; “Söyle Kızım, çekinme. Bir şey mi isteyeceksin?” dedi. “Evet ama bugün ayakkabı aldın, çok masraf olur değil mi?” dedi. Babası; “Sen söyle bakalım, duruma göre değerlendiririz.” dedi.
    “Çevrende ne görüyorsun, haydi sen bil bakalım!” deyince, babası; “Burada çok şey görüyorum, elektronik eşya satıcıları var, ayakkabı mağazaları, giysi mağazaları, çerezci, çikolatacı, var işte var!” dedi. “Bilemedin, onlar işyerleri, ben sana çevrende ne gördüğünü sordum, o zaman soruyu şöyle sorayım; peki, dışarıda hava nasıl?” dedi. Babası; “Nasıl yani, soğuk demek mi istiyorsun?” deyince; “Hayııır! Yine bilemedin!” dedi. “O zaman sen söyle, tamam ben bilemedim.” dedi.
    “Dışarıda yağmur yağıyor değil mi? Gelirken gördük, şurada bir şeyler görmüyor musun?” derken eliyle de işaret ediyordu, babası; “Anlaşıldı, sen şemsiye istiyorsun!” dedi. “Şimdi bildin işte, bir şemsiye almayacak mısın? Çok olursa alma, başka zamanda da alabilirsin.” dedi.
    Bir mağazanın önünde, kovanın birine büyükler için, birine de küçükler için çeşit çeşit desen ve renklerde küçük şemsiyeler doldurulmuştu.
    “Tamam!” dedi babası, “Ben görmemişim, haydi beğen bakalım, şemsiye de alalım.” dedi.
    Mihra bir şemsiye beğendi, babası parsını ödedi.
    Şemsiyeyi de almışlardı, dışarıda da yağmur yağıyordu, Mihra babasına; “Haydi gidelim artık.” dedi.
    Otoparka indiler, arabalarını buldular ve bindiler. Otoparktan çıktıklarında, gök yarılmış da su boşalıyor gibi yağmur yağıyordu.
    Kim bilir kaç sokaktan, kaç caddeden çoğalarak gelen yağmur suları, sokak ve caddelere atılmış atıklardan önüne gelenleri sürükleyip götürüyordu, bazı yerlerde bordürlerin üzerinden aşıyor, kaldırımlara yayılıyordu. Dükkân sahipleri, satışa sundukları meyve ve sebze dolu kasaları kaldırıma koydukları için insanlardan birçokları, kaldırımdan değil de yoldan yürüyorlardı. Taşkın sular, zavallıların ayakkabılarına doluyordu. Kaldırımdan yürüyenler ise tek sıra halinde, kimileri ayaklarının ucuna basarak gidiyorlardı. Biraz ilerleyince Mihra heyecanla; “Baba, Baba, bir dur!” dedi. Bir olumsuz durum olmuş ya da görmüştür düşüncesiyle babası; “Ne var, ne oldu?” dedi ama cevap alamadı. Babası arabayı sağa yanaştırdı, durdu, hiçbir şey demeden Mihra kapıyı açtı, arabadan fırladı, uçan bir şeyi yakalayacakmış gibi kollarını yana açtı, zaten üflense uçacak kadar zayıf, çelimsiz bir çocuktu, şemsiyesi de elindeydi, kaldırıma bastı, fakat sendeledi, kaldırıma çıkamadı. Babası ne yapacak diye bakarken o böyle bir harekette bulundu, babası onu böyle görünce ani bir refleksle arabadan inmek için kapıyı açtı, ancak yetişmesi mümkün değildi!
    Bir kadın, mantosunun eteğiyle, kendi yaşlarda çocuğunu, sicim gibi yağan yağmurdan korumaya çalışıyordu. Çocuk soğuktan boynunu içine çekmiş, büzüldükçe küçülmüş, küçüldükçe küçülmüştü! Çocuk önde, kadın arkasında, tek sıra ilerlemeye çalışıyorlardı. Kadın sendeleyen Mihra’yı gördü, kendisine çok yakındı, kız tam suya düşecekken bir kıvraklıkla, kendi çocuğunu bırakarak onu sağ elinden yakalayıverdi, kendisine doğru çekip kucakladı, kaldırıma çıkardı. İşler o kadar hızlı olmuştu ki babası henüz arabadan inebilmişti. Suya düşmekten kurtulan Mihra, hiçbir şey olmamış gibi şemsiyeyi açtı ve kızın eline tutuşturdu. Çocuk da annesi de babası da ne olduğunu anlayamamışlardı, şaşkın şaşkın Mihra’ya bakıyorlardı, kadın ve kızı ne diyeceklerini bilememiş durumda sadece ona bakıyorlardı. Şaşkınlığı üzerinden atıp kendisini toparlayan babası kadına seslendi;
    “Alın o şemsiyeyi lütfen, kızımın kızınıza hediyesidir.” dedi. Kadın bir Mihra’ya bir babasına baktı, sanki bir şeyler söyleyecek de ne söyleyeceğini bilemiyordu. Adam tekrar; “Alın, alın, lütfen” dedi, Mihra’ya da “Kızım sen de gel.” diye seslendi.
    Ayakkabısına sular dolsa da uzanarak babası Mihra’yı kaldırımdan aldı, arabaya bindiler. Çocuk ve annesi ne olduğunu hala anlayamamış durumda onların arkasından bakıyorlardı. Mihra; “Baba kızdın mı?” dedi. Babası; “Niçin kızayım ki, ciddi bir tehlike atlattın ama çok da güzel bir iş yaptın. Güzel işler başarmak bazen tehlikeden sonra olur. Aferin, güzel bir iş yaptın, seni kutluyorum.” dedi. Mihra; “Çocuğun kabanı da yoktu, öyle görünce dayanamadım, başka ne yapabilirdim ki!” dedi. Babası; “Çok iyi yaptın kızım, ben mutlu oldum.” dedi. Mihra coşarak; “Benim adım Mihra, benim adım Mihra! Mihra da iyiliksever demek değil mi?” diyerek elleri havada haykırmaya başladı. “Doğrudur.” dedi babası, “Haydi gidip bir şemsiye daha alalım.” dedi. Mihra; “Hayır babacığım, bugünlük bu kadar, her şey tadında kalsın!” dedi.

  • Azərbaycanlı şair Rüfət Axundlunun şeiri “Usare” dərgisində dərc olunub

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Azərbaycan Aşıq sənəntinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində “Gənc Ədiblər Məktəbi”nin müdavimi, Azərbaycan Yazıçılar Birliyinin (AYB) üzvü, Azərbaycan Respublikası Prezidenti təqaüd fondunun təqaüdçüsü, şair Rüfət Axundlunun şeiri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın organı “Usare” iki aylık kültür, edebiyat, sanat dergisi 29-cu sayında dərc olunub.

    “Azərbaycan Aşıq sənəntinin inkişafına dəstək” layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Aşıqlar Birliyinin katibi, “Ozan dünyası” jurnalının Baş redaktoru, Əməkdar mədəniyyət işçisi Musa Nəbioğludur.

    Koordinatoru və məsul katibi Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzovdur.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Xalq şairi Zəlimxan Yaqubun şeiri “Usare” dərgisində dərc olunub

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Azərbaycan Aşıq sənəntinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsi, Azərbaycan Yazıçılar Birliyinin üzvü, Xalq şairi, Fərdi Prezident təqaüdçüsü Zəlimxan Yaqubun “Şəhidlərim yatan yerdə” adlı şeiriQardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın organı “Usare” iki aylık kültür, edebiyat, sanat dergisi 27-ci sayında dərc olunub.Azərbaycan dilində dərc olunub. 

    “Azərbaycan Aşıq sənəntinin inkişafına dəstək” layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Aşıqlar Birliyinin katibi, “Ozan dünyası” jurnalının Baş redaktoru, Əməkdar mədəniyyət işçisi Musa Nəbioğludur.

    Koordinatoru və məsul katibi Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzovdur.

    Qeyd edək ki, bundan öncə gerçəkləşdirilən eyniadlı layihə çərçivəsində Sevimli Xalq şairimiz Zəlimxan Yqubun “Ömrün yolları” şeiri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Bilecik şəhərində fəaliyyət göstərən “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat, incəsənət dərgisinin 109-cu sayında Azərbaycan dilində dərc olunmuşdu.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Azərbaycanlı şairə Güldərən Vəliyevanın şeiri “Usare” dərgisində işıq üzü görüb

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin istedadlı nümayəndəsi, “Gənc Ədiblər Məktəbi”nin müdavimi, Azərbaycan Yazıçılar Birliyi Gənclər Şurasının və Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş redaktoru, gənc xanım yazar Şəfa Vəliyevanın Anası istedadlı Azərbaycanlı şairə Güldərən xanım VƏLİYEVAnın “Bayatılar”ı Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın Organı “Usare” ikiaylık kültür sanat ve edebiyat dərgisinin 26-cı sayında Azərbaycan dilində dərc olunub. 

    “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsinin layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, respublikanın Əməkdar jurnalisti, AJB Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilciliyinin rəhbəri Rafiq Oday, koordinatoru və məsul katibi Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzov, məsləhətçisi isə Azərbaycan Respublikası Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin (gundelik.info) və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının (edebiyyat-az.com) Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvazdır.

    Qeyd edək ki, bundan öncə də şairə-publisist Rahilə Dövranın bədii yaradıcılıq nümunələri, poeziya örnəkləri Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı təşkilatçılığı həyata ilə keçirilən “Çağdaş Azərbaycan poeziyasının inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətində fəaliyyət göstərən TOŞAYAD (Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği) yayın organı “Kümbet” eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dərgisində dərc olunaraq, ictimaiyyət nümayəndələrinin nəzərinə çatdırılmışdı.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Azərbaycanlı şairə Güldərən Vəliyevanın şeiri “Usare” dərgisində işıq üzü görüb

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin istedadlı nümayəndəsi, “Gənc Ədiblər Məktəbi”nin müdavimi, Azərbaycan Yazıçılar Birliyi Gənclər Şurasının və Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş redaktoru, gənc xanım yazar Şəfa Vəliyevanın Anası istedadlı Azərbaycanlı şairə Güldərən xanım VƏLİYEVAnın “Bayatılar”ı Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın Organı “Usare” ikiaylık kültür sanat ve edebiyat dərgisinin 26-cı sayında Azərbaycan dilində dərc olunub. 

    “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsinin layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, respublikanın Əməkdar jurnalisti, AJB Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilciliyinin rəhbəri Rafiq Oday, koordinatoru və məsul katibi Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzov, məsləhətçisi isə Azərbaycan Respublikası Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin (gundelik.info) və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının (edebiyyat-az.com) Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvazdır.

    Qeyd edək ki, bundan öncə də şairə-publisist Rahilə Dövranın bədii yaradıcılıq nümunələri, poeziya örnəkləri Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı təşkilatçılığı həyata ilə keçirilən “Çağdaş Azərbaycan poeziyasının inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətində fəaliyyət göstərən TOŞAYAD (Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği) yayın organı “Kümbet” eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dərgisində dərc olunaraq, ictimaiyyət nümayəndələrinin nəzərinə çatdırılmışdı.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Gənc xanım yazar Şəfa Eyvazın şeiri “Usare” dərgisində işıq üzü görüb

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Gənc yazarların əsərlərinin Qardaş Türkiyə mətbuatında yayınlanmasına dəstək” layihəsi çərçivəsində yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin istedadlı nümayəndəsi, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin (gundelik.info) və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının (edebiyyat-az.com) Məsul katibi, Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, şairə-publisist, gənc xanım yazar Şəfa Eyvazın şeiri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın Organı “Usare” ikiaylık kültür sanat ve edebiyat dərgisinin 25-ci sayında Azərbaycan dilində dərc olunub. 

    “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsinin layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, respublikanın Əməkdar jurnalisti, AJB Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilciliyinin rəhbəri Rafiq Oday, koordinatoru və məsul katibi Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzov, məsləhətçisi isə Azərbaycan Respublikası Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin (gundelik.info) və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının (edebiyyat-az.com) Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvazdır.

    Qeyd edək ki, bundan öncə də şairə-publisist Şəfa Eyvazın bədii yaradıcılıq nümunələri, poeziya örnəkləri Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı təşkilatçılığı həyata ilə keçirilən “Yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətində fəaliyyət göstərən TOŞAYAD (Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği) yayın organı “Kümbet” eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dergisinin (Tokat şəhəri) 41. sayısında “Ehtiyac” şeiri dərc olunaraq, ictimaiyyət nümayəndələrinin nəzərinə çatdırılmışdı.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti
    və İctimaiyyətlə əlaqələr şöbəsi.

  • Sevgili ve Değerli Kardeşimiz Yalçın YÜCEL Hocamızın doğum gününü kutluyoruz! (1 Kasım)

    175054_178868168822977_4360000_o

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Şair ve yazar, dergi yönetmeni. 1 Kasım 1953, Kahramanmaraş doğumlu. Şair ve yazar Şevket Yücel (1930-2001)’in
    oğludur. İlk, orta ve lise öğrenimini doğduğu kentte yaptı. 1973 Adana Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümünde eğitimini
    sürdürdü. 1977 yılında ise Kahramanmaraş MYO makine-motor bölümünden mezun oldu. 1978-79 Kahramanmaraş’ta ki
    okullarda öğretmen olarak görev aldı. 1979-80 askerliğini yedek subay olarak İstanbul’da yaptı. Askerlik dönüşü Dokumacılar
    Un Fabrikasında müdür olarak çalıştı. 1981 Devlet Su İşleri XX. Bölge Müdürlüğü’nde teknik personel olarak çalışmaya
    başladı. Yirmi beş yıl makine işletme şe olarak çalıştıktan sonra, 2006 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
    Yalçın Yücel, ortaokul öğrenciliği yıllarında başlayan yazma uğraşına, lise öğrenciliği yıllarında resim çalışmalarını da
    ekledi. İlk yazıları 2002 yılında Adana’da çıkan Söylem dergisinde yayımlandı. Daha sonra aynı derginin yönetiminde de yer
    aldı. Alkış, Zeytin Dalı, Edebiyat Yaprağı, Ekin Sanat, Öğretmen Dünyası, Sarı Zeybek ve Yorum Edebiyat Sanat Eki, Avrupa
    Olay, Edik, Usare, Güzlek, Mevsimler gibi dergilerde ve Azerbaycan Kültür ve Edebiyat Portalı’nda şiir, deneme, öykü ve
    eleştiri yazıları yer aldı.
    2010 yılında, Kahramanmaraş Ekspres gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaparak; bu gazeteye kültür, sanat ve
    edebiyat ağırlıklı bir nitelik kazandırdı. Bunun ardından birer yıl ara ile iki şiir kitabı yayımladı. 2013 yılında Yorum Gazetesi
    edebiyat / sanat ekinin genel yayın yönetmenliğini yapmaya başladı. Bir dönem Kahramanmaraş Kültür Sanat Evi’nin ve Alkış
    dergisinin yönetiminde de görev aldı. 2015 yılında Döş Cebim ve Çocuklar Bir Başka Güzel adlı iki şiir yapıtı daha yayımlandı.
    2015 Usare dergisinin (Edebiyat-sanat) yayın yaşamını başlattı. 2016 Güzlek dergisini (Edebiyat-Sanat) çıkardı. Türkiye
    Yazarlar Birliği üyesi olan Yücel halen bu iki derginin genel yayın yönetmenliğini de yürütmektedir.
    Yalçın Yücel, Kahramanmaraş’ta ikamet etmekte olup, Selma Yücel ile evli; Pelin, Yeşim, Batur Kutay adlarında da üç
    çocuk babasıdır.
    ESERLERİ (Şiir):
    Yaşamı Aralamak (2011),
    İçimde Üşüyor Günlerim (2012),
    Döş Cebim (2015),
    Çocuklar Bir Başka Güzel (2015).
    KAYNAKÇA: Adil Bozkurt / Çok Başlıklı Bir Irmak (Alkış Dergisi, Sayı: 64, 2012), Osman Nuri Poyrazoğlu (Şair Yalçın
    Yücel’den İki Yapıt (Öğretmen Dünyası, Sayı: 2012), Bilgi Formu ve Teyidi (2014, 2017), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli
    Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2017).

  • Mahmut Nedim TEPEBAŞI.””HOCAM YALÇIN ÖZALP”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Kahramanmaraş’ta lisenin tek olduğu zamanlarda Başmüdür Yardımcısı olarak milliyetçi kimliği ile uzaktan tanıdığım Yalçın Özalp Hocamı lise fark dersleri sınavlarından birinde yaşadığım bir olayla biraz daha yakından tanımıştım.
    Eğitim alanında birçok badireler geçirmiş ve halen verimli bir temele oturtulmamış olan ülkemizde, bunlar yetmezmiş gibi o zamanlarda bir de bazı öğretmenlerin tek doğru kabul ettikleri kendi fikirlerini hâkim kılma ya da fikirlerinden söz ettirme tutkuları ve eylemleri vardı. Meslek lisesi mezunları lise eğitimini tamamladıkları halde birçok üniversite onları lise mezunu olarak kabul etmiyordu, dolayısıyla birçok fakülteye de giremiyorlardı yani üniversiteye girebilmek için lise fark dersleri olarak belirlenen derslerden sınava girip başarılı olmaları ve lise diploması almaları gerekiyordu. Böyle bir garip uygulama vardı. Bu da yetmezmiş gibi bir de fark dersleri sınavlarında öğretmenlerden bazılarının kişisel fikir ve ideolojik tepkilerini ortaya koydukları öğrenciler arasında konuşuluyordu. Anlatılanlara göre ortada somut bir şey olmasa da bu söylentiler, sınava girecek öğrencileri tedirgin ediyordu. Bir taraftan üniversitelerin meslek lisesi mezunlarına kapılarını kapatması, diğer taraftan da bu ve benzeri söylentiler veya davranışlar, birçoklarını ümitsizliğe veya tedirginliğe sevk ediyordu.
    Böyle bir ruh halindeyken yine de yaz döneminde okulumuzdan mezun olup güz döneminde de lise fark derslerini vererek üniversiteye girme hayali ile planlar yapıyorduk. O yıl, daha önceleri olmayan bir uygulamaya gidilmiş, meslek liseleri mezunları için Eylül ayında ayrı bir sınav yapılacağı açıklanmıştı. Sınav, esasta Endüstri Meslek, Sağlık Meslek ve Ticaret Lisesi mezunlarını kapsadığı halde, imam hatip okulu mezunlarını da kapsadığı yorumlanarak, imam hatip mezunlarına başvuru yaptırılmamıştı. O zaman Adana imam hatip okulunun müdürü olan merhum Sait Kırmacı, müracaatların bitimine bir gün kala bu oyunu fark etmiş, gece bütün ekibiyle mezun veya son sınıf öğrencilerinin evlerini dolaşarak sınava girmelerini sağlamışlar, bunu bir ziyaretimde bizzat kendisi anlatmıştı. Bu hileye ve orta yerde dolaşan ideolojik mücadeleye rağmen birçok öğrenci yine de fark dersleri sınavına girmişlerdi. Ancak, bu öğrenciler, söylentilerde olduğu gibi özellikle bir dersten başarılı olamamışlar dolayısıyla güz döneminde mezun da olamamışlardı. Bu kişilerden birisi olarak bir sonraki yılda, tedirgin bir şekilde sınavlara girmiştik. Bu arada ideolojik tepki alanında adından çok söz edilen öğretmenlerden biri askere gitti denilmişti, gerçekte de sınavda o öğretmen ortalıkta görülmedi.
    Sınavlar okulun girişinde, o geniş alanda yapılırdı. Sorular yazdırıldı, sınav henüz başlamıştı ki bu dersin öğretmenlerinden birisi gelip başıma dikildi, sürekli kâğıda ve bana bakıyor, bakışlarıyla beni tedirgin ediyor, bense içimden çok sinirlensem de onun bu hareketine aldırmıyormuş gibi davranıyordum. Bu duruma çok fazla dayanamamış olmalı ki ilk hamlesini yaparak, bana hangi okuldan mezun olduğumu, niçin fark dersleri sınavına girdiğimi ve benzeri soruları sormaya başladı, bense istediği cevapları vermiyordum, benim bu davranışım karşısında o beni başka türlü tedirgin etmeye başladı. Sıralarda tek kişi oturmamıza, daha fazla da bir şey yazmamama rağmen beni yerimden kaldırdı, birkaç sıra öne oturttu. Çok sakin bir şekilde burada da aynı şekilde sorular sormaya devam etti. O soruyor, bense onun beklediği cevapları vermiyordum, hatta bir ara beklediği cevabı alamayınca; “Sen ilkokul mezunu musun?” dedi, ben de “Evet, ben ilkokul mezunuyum!” dedim ama o benimle uğraşmaktan yine vazgeçmedi. Bir daha yerimi değiştirdi, aynı durum yine devem ediyordu. Bu sefer öğretmen beni, sınav kâğıtlarının teslim alındığı komisyon masasının hemen önündeki sıraya oturttu. Ben bir taraftan yerimi değiştirirken, bir taraftan da; “Zaman geçiyor, bırakın da cevapları yazayım!” dedim. O sırada Yalçın Özalp Hocam tam da yanımızdan geçiyordu ki benim sözlerimi duydu ve hemen döndü; “Ne oluyor burada?” dedi, öğretmen bir şey yok dediyse de Yalçın Hocam benim gözlerime baktı, ben de olup bitenleri anlattım. Yalçın Hocam çok fena halde sinirlendi ve öğretmene; “Sizin bu tavırlarınızdan bıktım artık, yeter be arkadaş, git en arkaya, bu tarafa da gelme!” dedi, bana da; “Sen de İstediğin bir yere otur, cevaplarını yaz.” dedi. Ben yerimi değiştirmedim, sınavı dikkatlice tamamladım. Benim en son yerimi değiştirdiğinde o öğretmene; “Bakın, ben bu kâğıda silgi vurmayacağım, eğer bu sınavda beni başarısız durumuna düşürürseniz, sizinle artık mahkemede görüşürüz.” demiştim. Dersi ezberlemiştim çünkü, buna rağmen on üzerinden ancak yedi alabilmiştim.
    Daha sonraki öğrenciliğimiz sırasında, bir bayram arifesinde, arkadaşlar memleketlerine gittikleri için sınıfta pek kimse yoktu, Yalçın Hocam, tarih kapsamında karşılıklı konuşmak, ya da konuşacak bir konu açılması için bir kapı aralamış, bize soru sorma fırsatı vermişti. Kimseden ses çıkmayınca ben konu açmak için; “II. Abdülhamid, kimilerine göre Kızıl Sultan, kimilerine göre ise Ulu Hakan, hangisine inanlım?” diye sormuştum. Onun bilgileri kurusıkı bilgiler değildi. “Bu soruya, eğer II. Abdülhamid hakkında bir, iki, üç hatta on üç kitap okumuş olsaydım rahatlıkla cevap verirdim, fakat ben bugüne kadar II. Abdülhamid hakkında yüz on üç kitap okudum, yalnız şunu söyleyebilirim ki; Kızıl Sultan diyenlerin nazarında ne kadar Kızıl Sultansa, bizim nazarımızda o kadar Ak Sultandır.” demişti.
    Sınavlara doğru yaklaşırken, araştırmaya dayalı çok sayıda konu başlığı çıkarmıştı, bunların içerisinden seçim yapmak serbestti. Ben konu seçiminde biraz tereddüt ettim ve geç kaldım, neden geç kaldığımı bir ara kendisine söyledim. Bunun üzerine, belki de derse katılımımdan dolayı bana, “Şeyh Bedrettin Simavi” konu başlığını bizzat kendisi vermişti ve kaynak kitabın adını da söylemişti. O zamanlar internet yok, yayınevini ve kitabı bulmak zor, hatta imkânsızdı. Sadece Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından İslam Ansiklopedisi’nde Şeyh Bedrettin’in düşünce ve görüşlerini içeren kısa bir bilgi vardı. Ansiklopedi de Halk Kütüphanesi’nde vardı. Hocam bu konuyu bana verirken, “Şeyh Bedrettin, sosyalizmin kurucusu, hatta komünizmin fikir babasıdır, bunu ne sosyalistler ne komünistler bilirler.” demişti ve benden temel fikirlerinin eleştirisini yapmamı istemişti. Ben, kaynak olarak, şu anda ismini hatırlamadığım kitabı bulamadım. Zaman iyice daralmıştı, “Hocam, verdiğiniz kaynak kitabı bulamadım, uygun görürseniz bana ya başka bir konu veriniz, ya da İslam Ansiklopedisindeki görüşlerini esas alarak, değişik kaynaklardan bulduğum kadarıyla ben kendim inceleyip eleştirisini yapayım.” dediğimde bana; “Kendin hazırlarsan benim için daha muteberdir.” demişti. Ben çok ciddi bir araştırma yaparak konuyu hazırladım, son günü gecesinde, geç saatlere kadar, elimle yazıp sabahleyin teslim etmiştim. Elimde nüshası bulunmayan ilk araştırma ve inceleme çalışmam bu olmuştu. Daha hemen ertesi gün, sabah okula vardığımda, sırada bir kitap vardı, sonra bizim sınıftan bir arkadaş geldi; “Bu kitabı ben getirdim, onu tarihçi sana gönderdi.” dedi. Kitabın kapak sonrası sayfasında; “Çalışmalarınızın devamını temenni eder, bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar dilerim.” diye yazılmış ve imzalamıştı. O dönem sadece bana armağan vermişti. Belki de Hocamın bu davranışı, benim daha sonraki çalışmalarımda ve ilerleyen yıllarda Hocamla devam eden ilişkilerimizde etkili olmuştu.
    Daha sonraları Yalçın Hocamla yakınlığımız, ben hâlâ öğrenci gibi davransam da onun nazarında dostluk şekline dönüştü. Bazen Öğretmenevi lobisinde, bazen yolda, bazen de cami çıkışı rastlarsa ayaküstü sohbetlerimiz oluyordu.
    O, Ermeni meselesini Maraş’ta en iyi bilen bir tarihçiydi. En çok da bu konuyu konuşurdu. Ulu Cami meydanına belediye bir havuz yaptırmıştı, havuzun bir yanında “Sağbazar suyudur, içilmez” yazılıydı. Bu yazıya çok içerlediği için, o zamanlar belediye ile bir ilişkim olmadığı halde o yazının düzeltilmesi konusunu bana kaç defa söyledi. Benzer konulara çok dikkat ederdi. Ermenilerin gerçekleştirdikleri katliam öncesinden söz ederken Zeytin der, katliam sonrası için kesinlikle Süleymanlı derdi. Ondan aldığım öğretiye bağlı olarak ben de bu şirin beldemiz için hep Süleymanlı ismini kullanırım.
    Bir ara Hocam Öğretmenevi’nde kalıyordu. Bir tedavi süreci yaşadıktan sonra Huzurevi’nde kalmaya devam etti. 2019 yılı Kitap Fuarından sonra, Hocamı ziyarete gittim. Beni ziyaretçi salonuna aldılar, “Siz bekleyin” denildi, ben zannettim ki beni alıp odasına götürecekler, bir baktım ki Hocamı tekerlekli sandalyede oraya getirdiler, çok mahcup oldum; “Hocam özür dilerim, beni sizin yanınıza götürecekler zannı ile burada bekledim, sizin buraya getirilmenize gönlüm razı olmadı.” dedim ama çok mahcup oldum. Tanıdığım arkadaşlar vardı, daha önce onlara söylemiştim, onlar da; “Siz gelin, görüştürürüz.” demişlerdi, ancak ben cumartesi günü gittiğim için tanıdığım arkadaşlar o gün yoklardı, oradaki görevliler de normal prosedürü uygulamışlar, ben özür dileyince o hiç o taraflara girmeden; “Hani elin boş mu geldin, kitaplar nerede?” dedi. Ben hasta olduğu için okuyacak durumda değildir düşüncesiyle kitap götürmemiştim. “Arabadan hemen alıp geleyim” dedim, “Memnun olurum evladım” dedi. Gittim, hemen kitapları aldım getirdim, teşekkür ve tebrik etti, “Okurum bunları” dedi.
    Bir süre sonra pandemi dönemi başladı.
    Biliyorum, bu yazı da geç kaldı.
    Hocama Yüce Allah’tan bol rahmet diliyorum, mekânı Cennet olur inşallah.
    Biz kıymetini hakkıyla bilemedik, Allah mükâfatlandırsın inşallah.
    Bu yazı 28.07.2021 tarihinde YORUM GAZETESİ’nde yayınlanmıştır.

  • Mahmut Nedim TEPEBAŞI.”Müslümanlardan bazıları kaç günah işliyor acaba?”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Müslümanlardan bazıları kaç günah işliyor acaba? Kimseyi sorgulamak değil ama Müslümanları sorgulanacak duruma düşürenleri sorgulama hakkı doğmaktadır mağdur olanlar için! Evet, dürüst Müslümanlar mağdur edilmektedir, yalan mı? Bir kısımları çıkar sağlamak için akıl almaz yanlış ve kötülükleri yapacaklar, dürüst Müslümanlar da onlar yüzünden töhmet altında kalacaklar, öyle mi? Aslında yok böyle bir dünya!
    Yüce Allah; “İçinizde, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun!” buyurmuyor mu? Peki ne yapılıyor, evvelâ doğruyu söyleyenler dışlanıyor.
    Bazıları hem Müslüman hem de İslam’ın yasakladıklarını yapıyor, hem Müslüman hem de Müslümanları rencide ediyor, toplumda onları küçük düşürüyor, hem Müslüman hem de sistemi bozmaya çalışıyor, üstelik kendi yaşantısına diğerlerini inandırmaya, onları saptırmaya çalışıyor. Böyle bir dünya olmaz ama çıkarcılar bu dünyayı kurmaya çalışıyorlar.
    Sen sahip çıkarsan, Müslüman imajı yaşayacaktır, Dinine sahip çıkmayan da suçludur.

  • Azərbaycanlı şair Qafqaz Əvəzoğlunun şeiri “Usare” dərgisində çap olunub

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsini, Azərbaycan Yazıçılar və Jurnalistlər Birliklərinin üzvünü, Süleyman Rəhimov adına Qubadlı rayon ədəbi ictimai birliyinin sədrini, ”Sözün Sehri” qəzetinin təsisçisini, Qubadlı Rayon İcra Hakimiyyətinin mətbu orqanı “Bərgüşad” ictimai-siyasi qəzetinin Baş redaktorunu, ”Qızıl qələm” və “Qızıl kitab” mükafatları laureatı, şair Qafqaz Əvəzoğlunun “Şuşam” şeiri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın Organı “Usare” ikiaylık kültür sanat ve edebiyat dərgisinin 25-ci sayında Azərbaycan dilində dərc olunub. 

    “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsinin layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, respublikanın Əməkdar jurnalisti, AJB Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilciliyinin rəhbəri Rafiq Oday, koordinatoru və məsul katibi Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzov,
    məsləhətçiləri isə Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş məsləhətçisi, «Gəncəbasar” bölgəsinin rəhbəri, “Nəsr” bölməsinin redaktoru, Azərbaycan Yazıçılar və Jurnalistlər Birliklərinin üzvü, Prezident təqaüdçüsü, Gənclər mükafatçısı, Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş redaktoru, gənc xanım yazar Şəfa Vəliyeva, Azərbaycan Respublikası Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin (gundelik.info) və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının (edebiyyat-az.com) Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvazdır.

    “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində şair Qafqaz Əvəzoğlunun “Kardelen” dərgisində “Xocalı!”, “Yarpuz” dərgisində isə “Şuşam!” şeirləri dərc olunaraq, ictimaiyyət nümayəndələrinin nəzərinə çatdırılıb.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Gənc xanım yazar Şəfa Vəliyevanın şeiri “Usare” dərgisində işıq üzü görüb

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin istedadlı nümayəndəsi, “Gənc Ədiblər Məktəbi”nin müdavimi, Azərbaycan Yazıçılar Birliyi Gənclər Şurasının və Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş redaktoru, gənc xanım yazar Şəfa Vəliyevanın “Poçtalyona məktub” adlı şeiri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın Organı “Usare” ikiaylık kültür sanat ve edebiyat dərgisinin 25-ci sayında Azərbaycan dilində dərc olunub. 

    “Türkiyə-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsinin layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, respublikanın Əməkdar jurnalisti, AJB Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilciliyinin rəhbəri Rafiq Oday, koordinatoru və məsul katibi Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzov, məsləhətçisi isə Azərbaycan Respublikası Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin (gundelik.info) və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının (edebiyyat-az.com) Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvazdır.

    Qeyd edək ki, “Yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş redaktoru, gənc xanım yazar Şəfa Vəliyevanın şeirləri Kahramanmaraş Sanat ve Kültür Evi yayın organı “Alkış” üçaylıq mədəniyyə, ədəbiyyat və sənət dərgisində (“Yarpaq ayrılığı”, TOŞAYAD (Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği) yayın organı “Kümbet” eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dergisində (“Ən sadə şəkil” hekayəsi),

    “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisində (“Güldüm” şeiri), “İran-Azərbaycan ədəbi-mədəni əlaqələrinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində isə “Poçtalyona məktub” adlı şeiri İran İslam Respublikasının Təbriz şəhərində fəaliyyət göstərən “Ədəbi Körpü” aylıq ədəbiyyat dərgisinin 17-ci sayında Azərbaycan və fars dillərində dərc olunub.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Mahmut Nedim TEPEBAŞI.”Toplumun sesi olmak”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

  • Yalçın YÜCEL.”Maraşta Bir Akşam”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

  • Yalçın YÜCEL.”Toplumun sesi olmak”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

  • Harika UFUK.”Su”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Su olmazsa hayat olmaz,
    Her bir şeyin başıdır su.
    İnsan susuz şifa bulmaz,
    Susayanın aşıdır su.

    Karıncanın, kelebeğin,
    Beşikte yatan bebeğin,
    Bin bir renkli her çiçeğin,
    Hayaliyle düşüdür su.

    Nehirler çağlayıp akar,
    Sudan elektrik çıkar,
    Kuşlar hep havaya bakar,
    Onların bakışıdır su.

    Yemyeşil bahçeler, bağlar,
    Sümbül dolu yüce dağlar,
    Dünyama güzellik sağlar,
    Toprağın nakışıdır su.

    Yaşamanın direğidir,
    Temizliğin gereğidir,
    Var olmanın ereğidir,
    Irmağın akışıdır su.

    Herkes su adını anar,
    Doya doya içen kanar,
    Bulmayanın içi yanar,
    Yürekler yakışıdır su.

    Harika der: Kadrini bil,
    Bir gün biter, sonsuz değil,
    Su derdine biraz eğil,
    Gözümüzün yaşıdır su.

  • Harika UFUK.”Susuz yaşanmaz”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Doğarken, yaşarken hatta ölürken,
    Her zaman gerektir; susuz yaşanmaz.
    Çevre temizliği şarttır bilirken,
    Her zaman gerektir; susuz yaşanmaz.

    Bazen kükreyerek gelir dağlardan,
    Bereket saçarak geçer bağlardan,
    Ölüye rahmettir, dua sağlardan…
    Her zaman gerektir; susuz yaşanmaz.

    Abdest için gerek, günde beş vakit,
    Temiz olmayandan eksik olmaz bit,
    Şifa bulmak için kaplıcaya git.
    Her zaman gerektir; susuz yaşanmaz.

    Dünyada gerçeği görüyor gözüm,
    Herkese öğüttür benim bu sözüm:
    Suyu idareli kullanmak lazım,
    Her zaman gerektir; susuz yaşanmaz.

    Harika’yım, sözüm bilene haktır,
    Bir tas su vermenin sevabı çoktur,
    Âlemde su gibi bir nimet yoktur.
    Her zaman gerektir; susuz yaşanmaz.

  • Ülkü OLCAY.”SÖYLEYİN ONA”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Hayat hikayesi şiirlere romanlara sığmayan insan, kıymetli abim

    SÖYLEYİN ONA

    Kanadım kolumdu tutunduğum dal
    Al sümbül çiçeğim peteklerde bal
    Gayrı gitmez bende şu düştüğüm hal
    Bağrıma taş bastım söyleyin ona

    Adını sordular söyleyemedim
    Bir kuru ekmeği onsuz yemedim
    Kalbini kalbime koy diyemedim
    Bağrıma taş bastım söyleyin ona

    Gençliğim yüreğim bir ona kandı
    Bir tek oydu sevda bir tek o candı
    Sıla türküleri hep ona yandı
    Bağrıma taş bastım söyleyin ona

    Hayali avuttu acım dinmedi
    Sürgünler idamlar devran dönmedi
    Ondan başkasına yarim denmedi
    Bağrıma taş bastım söyleyin ona

    Gündüzüm karıştı gecem olmadı
    Hücrede büyüdüm çilem dolmadı
    Yıllar geçti gitti aşkı ölmedi
    Bağrıma taş bastım söyleyin ona

    Karlı dağlar söyle ona gelmesin
    Hasretiyle derde kaldım bilmesin
    Şu yalan dünyada yüzü gülmesin
    Bağrıma taş bastım söyleyin ona

  • Ülkü OLCAY.Yeni şiirler

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi


    Derken titredi zaman hakikati görünce
    Bir rüyaydı uyandım paramparçaydı gece

    Hayallerim pürhüzün âtide bir tükenme
    Savruldukça kayboldum dalgası sert denizde

    Bir yağmur damlasına mutlu oldum gönlümce
    Mevsimler geldi geçti aklımda o düşünce

    Rastlaşsaydık bir yerde sorabilseydim keşke
    Büyüdüğüm için mi sen küçüldün öylece ?

    UYANIŞ

    Dışarda ilkten bahar içim telaşlı neşe
    Yeşermiş güzden kalma gül goncalı has bahçe

    Erguvanlar dermişim boyumun yettiğince
    Yüreğim kar tanesi su damlasından sade

    Kanatlanıp uçardım senin olduğun yere
    Şavkı loş evinizin önündeydim kaç kere

    Yasemenler açardı hep seni düşününce
    Sevmeyi aşk sanmışım çocuksu sevinçlerle

    Aslında sen aynıydın dev olmuştun gözümde
    Sen kudretli hükümdar ben kapında bir köle

    Derken titredi zaman hakikati görünce
    Bir rüyaydı uyandım paramparçaydı gece

    Hayallerim pürhüzün âtide bir tükenme
    Savruldukça kayboldum dalgası sert denizde

    Bir yağmur damlasına mutlu oldum gönlümce
    Mevsimler geldi geçti aklımda o düşünce

    Rastlaşsaydık bir yerde sorabilseydim keşke
    Büyüdüğüm için mi sen küçüldün öylece ?

  • Ülkü OLCAY.Bahar kokulu yeni şiirler

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Nasıl tarif
    Edebilirim ki
    Bu güzelliği
    Tenime hiç
    Değmeseydi
    Bakir koyun
    Ilık meltemi

    Mavi masa
    Gün batımı
    Beyaz boyalı
    Balıkçı evi

    Dinlemeseydim
    Rüzgarda
    Deniz kabuklarının
    Büyülü sesini

    Ya yosun kokusu
    Genzimi yakan!
    Martıların dans edişi

    Nerde duysam tanırım
    Ayak sesinden
    ZARAFETİ


    Kimi yalan kimi ziyan kimi esrar muamma
    Yalancı kâhin kalbim sevmeyi bilemedi
    Kırk parçaya bölündü ayna misali amma
    Sûrete kandı durdu asl’a yol bulamadı
    Kimi yalan kimi ziyan kimi esrar muamma

    ATEŞİN AŞKI

    Sönmeye yüz tutar bir kara kandil
    Duvarda titreyen yorgun gölgesin
    Dil versin ucunu yaktığım mendil
    Adını her nakış ayrı söylesin

    Gözlerim anbean ararken seni
    Sedefli aynada sır olur tenin
    Dudağım tadınca katil buseni
    Farkına varmadım olan bitenin

    Dört mevsim kara kış baharım kayıp
    Bahçemde bir daha güller açar mı?
    Gönlüme zehirli oklar saplayıp
    Açtığın yaralar bir gün geçer mi?

    Sokaklar kör sağır dinsiz sokaklar
    Ölümün camlarda gezer soluğu
    Sokaklar lal olur sensiz sokaklar
    Bir güvercin düşer içer yokluğu

    Gamzende çağlayan nehir yok şimdi
    Kuruyan gözlere umman neylesin
    Bülbülün figanı âhı çok şimdi
    Gülzarlar virâne bağban neylesin

    Yandıkça harınla can verir közün
    Ateşin aşkıyla bahtiyarım ben
    Sanmasın sultanım kulunu üzgün
    Acılar tahtında şehriyarım ben


    Bahara döner hazân nergise siner nazın
    İnce ince çalınır yürek telinde sazın
    Ne kıymeti olur ki seni demeyen sözün
    Sen güldükçe dalıma cennet kuşları konar

  • Azərbaycanlı gənc yazar Kamran Murquzovun məqaləsi “Usare” dərgisində dərc olunub

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı təşkilatçılığı həyata ilə keçirilən “Yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçisi, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, şair, tərcüməçi, publisist, jurnaist, gənc yazar Kamran Murquzovun “İctimai-siyasi cərəyanlar və onların mahiyyəti” adlı məqaləsi Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın organı “Usare” iki aylık kültür, edebiyat, sanat dergisi 24. sayısında “İctimai-siyasi cərəyanlar və onların mahiyyəti” adlı məqaləsi dərc olunub.

    “Yeni nəsil Azərbaycan gəncliyinin inkişafına dəstək” ayihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, respublikanın Əməkdar jurnalisti, AJB Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, “Kümbet” eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Azərbaycan təmsilciliyinin rəhbəri Rafiq Odaydır.

    Qeyd edək ki, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin Baş redaktoru, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, tərcüməçi-jurnaist Kamran Murquzovun “Yoxtu ehtiyacın Senin” şeiri “Kümbet” eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Azərbaycan təmsilcisinin-Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının xətti ilə göndərilib.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Mahmut Nedim TEPEBAŞI.”HIRS” (DENEME)

    “Kelimelerin de ruhu olur mu?” denilebilir! Elbette bizimkine benzemeyecektir ama kelimelerin de bir ruhunun olduğunu düşünüyorum! Eğer bu sözle bir şeyin özü kastediliyorsa, bünyesinde bulunan diğer anlamlardan öte, merkezinin en derinindeki anlamıdır kelimenin ruhu. İşte hırs kelimesi tam da bu içeriğe fazlasıyla sahip görünmektedir. Bir kelimenin en çarpıcı anlamı neyse, ruhu odur, bu yüzden kelimelerin diğer anlamlarını bir tarafa bırakıp ruhundaki anlamını korumak gerekir kanaatindeyim.Diyelim hırs yerine, sözlükteki; şiddetli arzu, aşırı tutku, bir şeye düşkünlük, sonu gelmeyen istek, aç gözlülük, sürekli kazanma arzusu anlamlarından birisi kullanılmış olsa, kelimenin içeriği tam anlamıyla ifade edilmiş olmayacaktır. Oysa hırs kelimesi, daha ilk söylendiği anda, herhangi bir açıklamaya gerek kalmadan, kelimenin içeriğindeki olumlu ya da olumsuz bütün manalarının ötesinde, arzu ettiği bir şeyi elde etmek ya da gerçekleştirmek için ortalığı yakıp yıkabilecek, kasıp kavurabilecek, gözü dönmüş bir adam portresi insanın gözünde canlanmaktadır. Hırslı kişiler, hedeflerine, daha doğrusu kafalarına koydukları bir şeyi elde etmeyi, herkesten daha fazla kazanmayı, hatta sürekli kazanmayı, bir makam elde ettiklerinde hemen arkasından o makamı atlayıp bir üst makama yükselmeyi şiddetle arzu ederler, hatta arzu etmek de ne demek, var güçleriyle bunun için çalışırlar. Yenisini elde edene kadar da bulundukları makam ve mevkii ne pahasına olursa olsun, en azından korumaya çalışmayı ihmal etmezler. Üstelik bunlar, istediklerini hak etmiyorlarsa, hak etmediklerini ya da hakkını veremeyeceklerini çoğunlukla bilirler, buna rağmen içlerindeki hevesi, yanan ateşe ha bire odun atar gibi alevlendirirler. Bu isteğin doğru olup olmadığını, ne getirip ne götüreceğini bile düşünmezler. Bunlar; “Başkası olacağına ben olayım, başkasının olacağına benim olsun!” düşüncesiyle, “Beyden bir at iste, verirse bin gel, vermezse dön gel.” yorumunun hilafına, atı istemekle kalmayıp illaki ata binmiş olarak dönmek isterler! Hırsın pençesine düşen kişiler, her şeye sadece kendileri sahip olmak istedikleri için kendilerine rakip gördükleri herkesle açıktan değilse de gizliden, genelde kavgalıdırlar, çaplı kim varsa en kısa zamanda bir bahanesini bulup onu çevresinden veya bulunduğu yerden uzaklaştırmanın yollarını arar, planlar yaparlar. Bunların içerisinde daha öyleleri vardır ki; somurup yutacak gibi, dünyanın bütün varlığına, makam ve mevkiine gözlerini dikerler. İstediklerini elde ettiklerinde ise hırsları yüzünden dünyayı yaşanmaz hâle getirirler, güçsüzlerin kâbusu olurlar!“İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister; onun gözünü ancak toprak doyurur…” beyanında, insandaki ihtirasın derinliğine ve sınır tanımayışına işaret edildiğini düşünmekteyim. Bu beyanın devamında; bu kişilerin, şayet tevbe ederlerse tevbelerinin kabul edileceği de belirtilmiş yani hırs sahibi olanların tevbe etmeleri gerektiği bir şekilde vurgulanarak bu huylarından vazgeçmeleri teşvik edilmiştir. Çünkü bu yapı, sosyal ve toplum hayatındaki bütün dengeleri bozacak kadar tehlikelidir. Sırf, tevbe etmeyi gerektirecek boyutta olması ve vazgeçenlerin bağışlanacağının bildirilmesi, yani bu olumsuz davranıştan vazgeçilmesinin teşvik edilmesi bile, hırsın ne kadar tehlikeli bir davranış olduğunu göstermektedir. Zira hırs; insanın, kendisini kontrol edemediği zaman ortaya çıkan ve etkisini gösteren bir davranış hâlidir ve en üst perdeden bir istektir! İnsan, bir işi, doğruluğunu tespit ettikten sonra yaptığı zaman insanî değerlere sahip olmuş veya değerleri korumuş olur, yani insanın arzu ettikleri, varsa ulaşmak istediği hedefi bile ölçülü, kendi yapısına uygun, istekleri kabul edilebilir olmalıdır. Dengeli olmak bu değil midir? Bu bakımdan hırs için iradeyi kullanamama hâlidir de denilebilir! İnsanın iradesini kullanması, kendisine ve çevresine zararlı, yersiz veya gereksiz heves ve isteklerini durdurması, davranışlarını kontrol etmesi, kendini doğru yönetmesi demektir. İnsanın bir şeyi arzu etmesi ya da bir şeye istekli, hatta aşırı istekli olması, çevrenin yararına ise ya da kendi insanî yapısına ve çevreye zararlı değilse makuldür yani uygundur, öyle değilse işte o zaman iş tehlike demektir!Genel ahlâk kurallarına göre kişinin, hak etmediği bir şeyi istemesi veya hakkı olmayan bir şeye kuraldışı sahip olması ya da sahip olmaya çalışması hem ayıp hem de haksızlıktır, ayrıca bu, kişinin kendisi de dâhil herkese ve her şeye eziyet vermesi demektir! Peki, hırslı kişiler bunları bilmiyorlar mı? İyimser düşünceyle söylemek gerekirse, ya gerçekten bunları bilmiyorlar ya da bilseler de heveslerini durduramıyorlardır. İşin temeline bakılırsa bunların kendilerine, düşünecek bir zaman bile ayıramadıkları, dolayısıyla bu yüzden yanlış işler ve hatalar yaptıkları görülecektir. Onlar açısından, hesap kitap yapmak, bunun üzerinde düşünmek, bir zaman kaybıdır, değerlendirmede bulunmak ise malın ve makamın elden gitmesine sebep olabileceği için bunlarla uğraşmaya gerek yoktur! Mal ya da makam, mevki, diğer adıyla güç edinmede hak hukuk sınırı tanımamak hırslı kişilerin en belirgin özelliğidir! Bu konuda tevbeden söz edilmiş olmasının bir sebebi de; içinde haksızlık barındırmasından dolayı olmuş olamaz mı?Dünyada yaşanan huzursuzluklar, zulümler, yapılan haksızlıklar, acımasızca insanların öldürülmesi nedendir zannedilmektedir? Hayır, abartmıyorum, yeraltı zenginliklerine sahip veya stratejik önemi olan yerlere yapılan saldırılar, bunların açık örneklerdir! Böyleleri bir ülkeyi, bir toplumu ateşe verip yakmayı göze alabiliyorlar. Hatta bunlar, kendileri yüzünden Dünya’da savaş çıkma olasılığı olsa, onu bile göze alırlar. Onlardaki anlayışa göre; her şeyin en fazlasına, sadece kendilerinin sahip olmaları, en yüksek makam ve mevkilerde bulunmaları kendileri için bir haktır. Onlar için bundan daha önemli hiçbir şey yoktur! Bugün, bütün bu acımasızlıkların sebeplerinin en başında ihtiras sahibi kişilerin olduğu bazı çevrelerce ya bilinmiyor ya da bilinmek istenmiyordur veya bilmezlikten geliniyordur. Benim görüşüm üçüncüsünden yanadır çünkü ya bunların şerlerinden çekinilmekte ya da korkulmaktadır! İşin bu yönü, derinlemesine düşünülmelidir!İşin aslına bakılırsa içerik bakımından hırsın getirisi sahibine, zararı başkalarına gibi görünse de asıl büyük zararı sahibinedir çünkü başka bir olumsuzluk olmasa da çıkarcıların dışında bu kişileri toplumun sevdiği vaki değildir!Çoğu yerde ve çoğu kişiler tarafından yerilmekle beraber ihtirasın faydalı taraflarının olduğunu az da olsa savunanlar, mesela hırslı adamlar sayesinde dünyanın imar edildiğini söyleyenler de olmuştur. Ben böyle düşünmeyenlerdenim! Dünyayı imar etmek için hırslı olmaya gerek yoktur, yapılan işi, güzel ve yerli yerince yapmak hem yeterlidir, hem de marifettir. Bütün canlıların yararlanacağı şekilde Dünyayı imar etmek, insanî bir anlayıştır ve elbette ki güzeldir, bu niyetle yapılan işlerde hırs olmaz, bilakis akıl olur, irade olur, kararlılık olur, iyi işler başarmaktan dolayı da mutluluk duyulur. Söz buraya gelmişken, herhalde şunu da söylemek gerekir diye düşünmekteyim; kararlı olmak, hırslı olmak demek değildir, belki de anlamlar arasında bir kargaşa vardır! Kaldı ki hırsta, başkalarına hak tanımama gibi gizli bir bencillik vardır. Bu bakımdan hırslı kişilerin, dünyayı imar etmeleri oldukça uzak görünmektedir. Hırs için bir şeye aşırı düşkünlük desek, bu da farklı bir durumdur. Mala, mülke aşırı düşkünlük, başkalarını umursamamak hırstır ve kötü bir huydur. Ancak, insanları ve diğer canlıları muhtemel olumsuzluklardan korumak için gösterilen aşırı ilgi ihtirasın diğer anlamı olan düşkünlüktür, korumacılıktır, bilinen anlamda yani mal-mülk ve makam-mevki anlamındaki hırs değildir, çünkü burada kişisellik, yani bencillik yoktur, aksine gelebilecek zararlardan onları koruma gibi bir iyi huy vardır. Mesela Kur’an-ı Kerim’de geçen, Peygamberimizin, ümmetine karşı haris oluğu ifadesi, onun ümmetine aşırı düşkünlüğü anlamında bir örnektir. İyilik yapma konusunda çok fazla istekli olan ve iyiliklerini artırmak için olağanüstü çaba gösteren ve bu alanda başarılı olmak için çalışan, daha fazla iyilikte bulunabilmek için gecesini gündüzüne katan kişilerde görülen azmin adına da hırs denilmemeli, belki aşırı fedakârlık denilmelidir. Çünkü burada da kişinin çabası kendisi için değil, insanların mutluluğu içindir veya bu gayret, çevrede ve toplumda oluşacak muhtemel olumsuzlukları önlemeye yöneliktir. İş, belirli bir yere geldiğinde, kişi kendisini de düşünebilir, düşünmelidir de ama bunun bir ölçüsü olmalıdır, vardır da. Kendisini düşünürken ortak imkânlardan başkalarını mahrum yani yoksun bırakmak, onların haklarını kendisi kullanmak, ya da diğerlerinin haklarını da kullanmaya istekli olmak ve bu yönde kurgular oluşturmak hırstır. Gazali hırsı; başkalarının elindekine göz dikmek olarak tarif etmiştir ki; bu çok daha korkunç bir durumdur. Çok üzücüdür ki, bu olumsuz duruma düşenler bugün, belki de her zamankinden daha fazlasıyla vardır! Toplumda insanlar, haksız mal-mülk edinme, makam ve mevki elde etme konularında hırslı olmaktan ne kadar uzak dururlarsa, kendileri de çevreleri de o kadar rahat ederler ve huzur bulurlar, birbirlerine karşı saygınlık kazınırlar. Hırs, bir çeşit hastalıktır ve buna müptela olanlar, bu dertten kurtulmalı demeyeceğim kurtarılmalıdırlar, çünkü hırslı olmak bataklığa düşmek gibidir, onlar kendilerini kurtaramazlar, bu yüzden kurtarılmalıdırlar! Onların kurtarılması demek, toplumun da olası facialardan kurtarılması demektir. Bu durumda olanlara başta çevreleri ilgi göstermeli ve onlara yardımcı olmalıdırlar. Kontrol altına alınmayan hırs, insanın mayasını bozar, ahlâkını kötü yapar. Kötü huylu insanlar üstün medeniyet kuramazlar, bunun örneği yoktur. Bir medeniyet kuramayan toplumlar, büyük toplum olamazlar, olsa olsa başkalarını taklit ederler, böyle olunca da o toplum kendisi olmaz.Bugüne kadar hırstan fayda görüldüğüne dair örnek bulmak bir tarafa, bu konuda olumlu yorum yapıldığı dahi görülmüş değildir. Sosyal dayanışmayı ortadan kaldıran, adaletsizlik getiren davranışların ve adaletsizliğin getirdiği olumsuzlukların birçoğunda, hatta tamamına yakınında, toplumsal bir dert olan kan davalarının getirdiği acıların gerisinde, kırılmalarda, küskünlüklerde nerede ki hepsinin arkasında insanların doyumsuzlukları yani hırsları vardır.Birçok haksızlığın ve kötülüğün arkasındaki olumsuzlukların sebebi, adamın başını döndüren hırstır. “Hırs adamın gözünü kör, kulağını sağır eder!” diye boşuna söylenmemiştir.

  • Mahmut Nedim TEPEBAŞI.”ESKİ SOKAKLARIMIZ” (2021 “EDİK” DERGİSİ)

    Özellikle benim yaştakilerle bize yakın yaştakilerin hayatında kısa zamanda çok şeyler değişti! Peki, bazı değişimler zorunlu muydu, ya da her şeyde değişim gerekli miydi? Bazı iş ve uygulamalarda hiç gereği yoktu, bazı durum ve şartlara göre ise değişim belki zorunluydu, kaçınılmazdı, bu yüzden karşı koymanın anlamı yoktu, hem mümkün de değildi! Ancak, terk ettiklerimizin ya da terk etmek zorunda kaldıklarımızın yerine daha iyisini koymalıydık veya değişim uğruna, olmazsa olmaz değerlerimizi yok etmemeliydik, maalesef yapamadık, başaramadık, hiçbir kimsenin böyle bir gücü de yoktu zaten, geçmişten bugüne hiçbir zaman da olmadı!Değişenlerin aslını hiç görmemiş, onlarla yaşamamış olanlar, onları zaten bilmiyorlar, ancak bilenlerin, görenlerin ve yaşayanların belki de çoğunluğu(!), ağır bir yükü üzerlerinden atmışlığın rehavetine kapılarak, sanki onları hiç yaşamamışlar gibi o günlerden kalan hatıralarını bile bir çırpıda hayatlarından silivermişler veya siliverdiler. “Eskiden” dediğimiz kısa geçmiş zamanda, yapılanmasıyla her mahalle, geniş ailenin üstünde daha geniş bir aile, her sokak da mahallenin içinde bir geniş aile idi, o sokaklardaki haneler ise elbette daha mahrem yapılardı. Aynı sokakta yaşayan herkes birbirini yedi sülalesine kadar tanırdı ve birbirleriyle nerede ki annesi-babası, çocukları gibi ilgilenirlerdi, bu yüzden onlar geniş aile tanımını tamı tamına hak ediyorlardı. Erkeklerden bazıları, her biri bir meşveret meclisi gibi olan, adına höcre denilen cami odalarında, kimileri mahalle kahvehanelerinde, kimileri hava şartlarının elverdiği zamanlarda mahallenin veya sokağın belirli yerlerinde, kendi meşrebine göre ayrı ayrı gruplar halinde bir araya gelirler, sohbet eder, dertleşirler, şakalaşırlardı. Yani insan olmanın gereği olarak sosyal hayatı kendi üsluplarıyla yaşarlardı. Sokaktaki bütün insanların durumları bu mekânlarda değerlendirilir, gerekli görülenler yakın takibe alınarak sıkıntılarına çözümler üretilirdi. Bunların bir araya gelecekleri, buluşacakları cami odalarından ve kahvehanelerden başka özel kapalı alan yerleri yoktu. Kahvehanelere gitmek istediği halde, oyun oynamasalar da, içecekleri kahve veya çayın parasını ödeyecek kadar ceplerinde para olmadığı için kahvehanelere gidemeyenler çoğunluktaydı. Şimdilerde de pek düzenli olduğu ve ilgilenildiği söylenemeyen sosyal hayat, o zamanlarda daha bir ilgisizdi. İnsanların gereksinimleri ve sosyal hayatlarıyla yakından ilgilenen kurum ve kuruluşlar olmadığı gibi sosyal hayatın gereklerini yakından takip eden, biraz kaba olacak ama bu işleri bilen yöneticileri de yoktu! Birçok alanda olmadığı gibi bu alanda da o günden bugüne değişen bir şey olmadı!Genelde halk çok fakirdi, birçoğunun, elinin emeğinden, alının terinden başka bir geliri yoku, hatta çokları, hak ettiklerinden çok azına, nerede ki karın tokluğuna çalışıyor, üstelik kendisi yemiyor, kazancını çoluk çocuğuna yetiştiriyordu. Bu insanlar teşkilatlanma nedir bilmezlerdi, bunlarla pek ilgilenen de olmazdı, ilgilenilmedikleri bir tarafa, her fırsatta dürtülür çomalanırlardı. Çoklarının bugünkü anlamda sosyal hayatları zaten yoktu!Çocuklar, gençler ayrı gruplar kurarlardı, onlar ancak mahallenin, ya da sokağın belirli yerlerinde, havanın durumuna göre bir araya gelirlerdi. Bütün imkânsızlıklara, ilgisizliklere rağmen kendilerince bir sosyal hayat yaşarlardı. Sinemaya gidenler, geciktirmeden, hemen ertesi gün bir araya geldiklerinde ballandıra ballandıra filimi anlatırlardı. Daha çok okuldan gelenler, akşam karanlığı basana kadar, daracık sokakların iki duvarına bir ip çekerler hem de sokağın hemen girişinde, voleybol oynarlardı. Onların oyunu devam ederken evlerine dönen sokak sakinleri, adeta duvara sinerek evlerine geçerlerdi, hiçbiri de çocuklara bir söz söylemezlerdi, belki de onların sosyal ihtiyaçlarını en iyi anlayanlar onlardı.Bunların içerisinde en güçlü olanları ise kadınların gruplarıydı. Soğuk ve kısa kış günlerinde, daha çok ailecek gidilen akşam gezmeleri olsa da sabah erkenden başladıkları ev işlerini öğleye kadar bitiren kadınlar, her gün bir komşuda toplanırlar, elişlerini yanlarına alarak, kısa süreliğine komşuya misafir olurlardı. Bunlara misafir denilemezdi aslında, çünkü gittikleri evde ev sahibi gibi serbest hareket ederlerdi, yapılacak bir iş varsa önce ev sahibesine yardım ederler, onun da baştan aralarında yer almasını sağlarlar, ondan sonra otururlardı. Bir taraftan sohbetler yapılırken bir taraftan da elleri iş görürdü. Her kadın, evinin aşçısı olduğu gibi terzisi, nakışçısı, tezyin ustası, işçisi, en önemlisi hanım ağasıydı. Ev içerisinde onların ellerinin değmediği hiçbir iş ve güzellik yoktu. Bu yüzden onlar için uyku saati dışında hiçbir zaman dur durak yoktu! İkindiden sonra herkes evine çekilir, akşam yemeği hazırlığına başlardı. Kullanılan ürünler doğal ortamlarda ve kendi doğallığıyla yetiştiği için birbirinden nefis yemek kokuları sokaklarda yayılırdı. Akşama doğru olgunlaşma kıvamına gelen yemek kokularından, hangi evde ne piştiği anlaşılırdı. Bir de ürünler, yetiştiği mevsiminde kullanılırdı, konserve nedir bilinmezdi, mevsimi dışında sebzeler sadece kurutulmuş olarak kullanılırdı, derin dondurucular elbette yoktu, buzdolabı bile yoktu, bu yüzden her şey doğaldı. Onların da kokuları tazesi gibi olurdu. O yemeklerin tadı kadar kokuları da doğal ve güzeldi. O zamanlar makarna nedir, çok değil belki de hiç bilinmezdi yani emeksiz ve zahmetsiz olduğu için yemekten bile sayılmazdı. Dolmuşçunun, geç saatte evlerine dönen şimdiki bazı kadınlar için; “Bunlar makarnacılar abi, kendileri gittikleri yerden tok dönerler, vakit dar, yemek pişiremezler, şimdi eve varırlar, bir makarna haşlar adamın önüne koyarlar.” dediği makarnacılardan hiç değillerdi. Yaz aylarında gündüzleri uzun, havalar kurak ve sıcak olduğu için kadınlar, sokağın en serin olan evinin önünde, daha çok da sokağın çıkmaz tarafında toplanırlardı. Ev sahibesi, öğle güneşi döndüğünde, sokağa açılan kapısının önünü, toz kalkmasın, çevredekiler rahatsız olmasın diye önce bir güzel sular, sonra süpürür, sonra da serin olması için tekrar sular ve misafirleri yani komşuları için hazırlardı, dolayısıyla sokaklar her zaman tertemiz ve pırıl pırıl olurdu. Ya da evin avlusu müsaitse, avlu sulanır süpürülür, misafirlere hazırlanır, toplanma vakti yaklaşınca, o gün o evde toplanılacağının belirtisi olarak dış kapı açık bırakılırdı. Kapının açık bırakılması, ayırım yapmaksızın, başka mahalleden de olsa bütün kadınların katılabileceği anlamına gelirdi, topluluk dağılana kadar da kapı açık tutulurdu. Bu işlem Pazar hariç diğer her gün, aksatılmadan, mutlaka yapılırdı. Bu topluluklarda pasta çay olmazdı, sadece gönül olur, herkes birbirini karşılıksız ve ikramsız severdi. Komşu ikramları, akşam yemeklerinden bir tabak evlere gönderilir, bir de uzun kış geceleri gezmelerinde yani misafirlikte olurdu.Herkes kendi alanında yani yemek yapımı, örgü işleri, nakış ve dantel gibi işlerle ilgili sohbet ederdi. O zamanlar çok sayıda parti olmamakla beraber kadınlar kendi aralarında kesinlikle siyasetten konuşmazlardı, o yüzden kafaları rahattı. Erkeklerin sohbetlerinde, ilk sırada mahallenin genel durumu olurdu. Ekonomik durumu yeterli olmayan veya herhangi bir sebepten sıkıntıya düşmüş ailelerin durumları öncelikli olarak konuşulur, kimin yaptığı belli olmayan yardımlar yapılırdı. Yardımlar, hava karardıktan ve insanlar evlerine çekildikten sonra yapılırdı, etraf kolaçan edildikten sonra paketler kapıya bırakılır, yavaşça kapıya vurulur, hemen geri çekilerek en yakın köşedeki duvar arkasına gizlenilerek, bırakılan paketin alınıp alınmadığı izlenirdi, paketin alındığı görüldükten sonra hızla ve sessizce oradan uzaklaşılırdı. Kendi çocuklarına gösterdikleri muhabbetlerinden belki daha fazlası sokağın çocuklarına gösterilir, onların bütün olumsuzluklarına sabırla tahammül edilirdi. Çocuklar için katlanmayacak fedakârlık yoktu. Sevgiler sokağın bütün çocuklarından mahallenin çocuklarına kadar uzanırdı. Mahallenin büyüklerini gören horoz şekercisi, çocukların orada olduklarını hissettirecek şekilde; “Horoz şekeeer!” diye sesini yükseltir, onlar da çocuklara birer horoz şeker ikram ederdi. Ya da evin reisleri evlerine dönerlerken, o zamanki adına şekerci denilen çerezciden aldıklarından biraz biraz sokakta oynayan çocuklara ikramda bulunurlardı. Özellikle kadınlar, komşu çocuğunun yakası eğri dursa, annesi gibi hemen onun yakasını düzeltir, arkasından da; “Annene selam söyle, olur mu?” diye eklerdi.Sokak-komşu toplantıları, “gibi” değil, tam bir eğitim seanslarıydı. O günün şartlarında en gerekli olan bilgi ev ekonomisine katkıda bulunma üzerineydi. Herkes bilgisini ve maharetlerini paylaşırdı. Pastayı bilmezlerdi ama yöredeki yemek çeşitlerinin, kışlık zahirenin, şıra ürünlerinin nasıl yapılacağını, hazırlık sırasında kullanılan malzemelerin miktar ve oranlarını ezbere bilirlerdi. Yemeklerde toz kırmızıbiber, domates salçası, kuru nane, reyhan, az da olsa karabiber dışında çok baharat çeşitleri kullanılmazdı, bilmediklerinden değil, ekonomik olmadığından kullanmazlardı ama yemeğe lezzet katmayı miktarlarla ayarlardı. Alınan hiçbir ürünün ıskartası olmazdı, bazı yörelerde adına pazı denilen pancarın yaprağından sarma yapılırken, sapından da sulu yemek yapılırdı, yani bir üründen iki öğün yemek çıkarılırdı. Dolmalık olarak kurutulan kabağın kabukları soyulurken ince ince soyulur, kış günleri baharat katılarak yağda kavrulur, ekmekle yenilirdi.Bunların hepsi sokak toplantılarında paylaşılarak hayata geçirilirdi. Şimdilerde ne sokaklar kaldı, ne de o anlayışta insanlar kaldı! Modernlik uğruna her şey değişime uğradı, değişime uğrayanlardan çoklarının yerine ise daha iyisi konulamadı.Şahsen ben, benim bildiğim Maraş’ı özlüyorum, eski sokaklarımızın insanlarını, insanlarının huyunu, samimiyetini özlüyorum. Koca bir toplum olan Maraş’ın nüfusu arttı, büyükşehir oldu, adı Kahramanmaraş oldu, büyüdü ama sosyal yapıda Maraş küçüldü, kendi evine sığacak kadar küçüldü, hatta kendi evinde kendisi bile küçüldü. Sosyal hayata bir katkı sağlanamadı, bugün sosyal yapısı nerede ki yok denilebilecek durumda bir büyükşehir var ama insanları bir araya getirecek hiçbir etkinlik alanı yok. Şimdilerde bir araya gelinecek sokaklar da yok. Kurtuluş Bayramını canlandırdığını zannedenler bile Maraş ruhu taşımıyor artık yani her şey naylon oldu, Maraşlı olmaktan çıkmasa da çok uzaklaştı!Hemşehrilerimden ricamdır; geleneklerimizi yeniden kazanalım, hiç değilse yaşayan geleneklerimizi koruyalım, koruyabildiklerimizi yaşatalım. Kahramanmaraşlı hemşehrilerimle birlikte, Kurtuluş Savaşı’nda ilk kurşunun Maraş’tan atılmış olmasından dolayı tüm milletimizin Kurtuluş Bayramını tebrik ediyorum.

  • Azərbaycanlı şair Rafiq Odayın şeirləri “Usare” dərgisində çap olunub

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndələrinin əsərlərinin təbliği” layihəsi çərçivəsindərespublikanın Əməkdar jurnalisti, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilçiliyinin rəhbəri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, şair-publisist Rafiq Odayın “Qalmadı”, “Ölmədim”, “Artıq” şeirləri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın organı “Usare” iki aylık kültür, edebiyat, sanat dergisi 23. sayısı yayında dərc olunub.

       “Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndələrinin əsərlərinin təbliği” layihəsinin koordinatoru “Kümbet” (Tokat şəhəri) və “Usare” (Kahramanmaraş şəhəri) dərgilərinin Azərbaycan təmsilcisinin əməkdaşı, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin Baş redaktoru, Azərbaycanın Mədəniyyət və Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, şair-publisist, tərcüməçi-jurnalist, gənc yazar Kamran Murquzov, məsləhəçilər isə məsləhətçiləri isə Azərbaycan Yazıçılar Birliyinin üzvü, Prezident təqaüdçüsü, Əli Kərim adına Sumqayıt şəhər Poeziya Klubunun direktoru, şair-publisist İbrahim İlyaslı, Azərbaycan Yazıçılar Birliyi Gənclər Şurasının üzvü, Prezident təqaüdçüsü, Gənclər mükafatçısı, gənc şairə-publisist, yazıçı, tərcüməçi, Şəfa Vəliyeva, Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universitetinin müəllimi, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvaz, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin Mətbuat xidmətinin rəhbəri və İctimaiyyətlə əlaqələr şöbəsinin müdiri, Azərbaycan Yazıçılar və Jurnalistlər Birliklərinin üzvü Kənan Aydınoğludur.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti

    və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Azərbaycanlı xanım yazar İradə Aytelin şeiri “Usare” dərgisində çap olunub

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndələrinin əsərlərinin təbliği” layihəsi çərçivəsində Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsi, Azərbaycan Yazıçılar Birliyi (AYB), Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin (AJB), UASB-nin üzvü, “Kultur.az” internet dərgisinin təsisçisi və baş redaktoru, “Kardelen” üçaylıq mədəniyyət, ədəbiyyat və sənət dərgisi yazarı, yazıçı-şair, publisist İradə Aytelin “Qəribəm” adlı şeiri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür Yayın organı “Usare” iki aylık kültür, edebiyat, sanat dergisi 23. sayısı yayında dərc olunub.

    “Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndələrinin əsərlərinin təbliği” layihəsinin layihəsinin rəhbəri və müəllifi Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, respublikanın Əməkdar jurnalisti, AJB Sumqayıt şəhər təşkilatının sədri, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının təsisçisi və direktoru, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilciliyinin rəhbəri Rafiq Oday, koordinatoru “Kümbet” (Tokat şəhəri) və “Usare” (Kahramanmaraş şəhəri) dərgilərinin Azərbaycan təmsilcisinin əməkdaşı, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin Baş redaktoru, Azərbaycanın Mədəniyyət və Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, şair-publisist, tərcüməçi-jurnalist, gənc yazar Kamran Murquzov, məsləhəçilər isə məsləhətçiləri isə Azərbaycan Yazıçılar Birliyinin üzvü, Prezident təqaüdçüsü, Əli Kərim adına Sumqayıt şəhər Poeziya Klubunun direktoru, şair-publisist İbrahim İlyaslı, Azərbaycan Yazıçılar Birliyi Gənclər Şurasının üzvü, Prezident təqaüdçüsü, Gənclər mükafatçısı, gənc şairə-publisist, yazıçı, tərcüməçi, Şəfa Vəliyeva, Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universitetinin müəllimi, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvaz, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin Mətbuat xidmətinin rəhbəri və İctimaiyyətlə əlaqələr şöbəsinin müdiri, Azərbaycan Yazıçılar və Jurnalistlər Birliklərinin üzvü Kənan Aydınoğludur.

    Qeyd edək ki, bundan öncə Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının təşəbbüsü ilə gerçəkləşdirilən “Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndələrinin əsərlərinin təbliği” layihəsi Azərbaycanın Xalq şairləri Mirvarid Dilbazinin “Bahar sevincinə uya bilmirəm”, Hüseyn Arifin “Analar”, Osman Sarıvəllinin “Söylə”, Nəriman Həsənzadənin “Ürəyim ananı istəyir, qızım”, Səməd Vurğunun “Göygöl” şeirləri qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Bilecik şəhərində fəaliyyət göstərən “Kardelen” aylıq şeir dərgisinin 101-ci sayında dərc olunaraq, ictimaiyyət nümayəndələrinin nəzərinə çatdırılmışdı.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti və İctimaiyyətlə Əlaqələr şöbəsi

  • Mustafa Nedim TEPEBAŞI.”NAMUS İNSANIN ONURUDUR”

    Son zamanların ya da yakın zamanın en cesur ve en insancıl, en doğru açıklamasını Diyanet İşleri Başkanı yapmış, aynı zamanda bu açıklama Diyanet tarihinin de yakın zamandaki en saygın, en güncel ve en sosyal açıklaması olmuştur. Allah’ın haram kıldığı eşcinselliğin, Dünyada yaşanabilecek en rezil işlerden biri olduğunu hiç değilse bu açıklamayla cümle âlem yeniden, bir daha duymuş olduğu gibi bu rezaleti kimlerin savunduğu da ortaya çıkmış oldu.
    Bence, Diyanet İşleri Başkanın konuşmasını bahane ederek Yüce İslam Dinine yapılan bu rezil saldırı hakkında ilk başta hukukçular dava açmalıdırlar diye yazacakken soruşturma açıldığını öğrenmiş olduk. Hukuk demek; her türlü haksızlık ve saldırıya karşı koymak, herkesin ve her şeyin hakkını korumak demektir, buna inanç ve ahlâk kuralları da dâhildir. “Sesi çağlar öncesinden gelen” sözü tam da bu anlamda yani hukuk açısından bir saldırıdır ve tahrik yüklü düello sözüdür. Bu sözleriyle Allah katından gelmiş bir dini, aklı sıra aşağılayarak bir kavga ortamı açmak için Allah’ı da eleştirecek kadar cüretkâr ifadeler kullananların kimlere hizmet etmiş oldukları bilinmektedir, ümit ediyorum ki; hukuk bu tuzağı görecek ve gerenini yapacaktır.
    HİV virüsünün eşcinsellik aracılığı ile oluştuğu, ürediği, bu gayrimeşru ilişki içerisinde olanların kanlarından alanlara bulaşarak yayıldığı ilmen ve tıbben sabitken nasıl bir insan hakkından söz edilmektedir? Eşcinsellik, ahlaksızlık olmaktan başka asla hak değildir, bilakis haksızlığın ta kendisidir. Bu gayrı ahlâkî ilişki sonucu ortaya çıkan HİV virüsünün, çeşitli yollarla masum insanlara bulaşmasına ve günahsız insanların, çare ararken sürüm sürüm sürünmelerine, hatta ölümlerine sebep olanlar hakkında dava açılmalı ve ilgilileri yargılanmalıdır.
    Kimi kişiler belayı kendileri çağırır, kimileri de menfaatlanmak için bela üretirler, heveslerine uyanlar da belalarını bulurlar. İşte tarih şahittir ki; geçmişte Allah, bir topluluğu bu yüzden yani ahlâksızlıkları yüzünden, homoseksüellikleri, eşcinsellikleri yüzünden helak etmiştir, yaşananları tarihten silmek mümkün değildir, bu kişiler daha nasıl bir bela görmek istemektedirler? İnsanın gözü bir kere dönmeye görsün; bakan gözler görmez olur, kör olur. Bu nasıl bir ahlâk yozlaşmasıdır ki; ahlak dışı bir fiil insan hakları olarak görülebilmektedir. Kafamda sivri sorular dolaşmaktadır; bu kadar masum insanların ölümüne sebep olan, hayatı işlemez hale getiren coronavirüsün üremesine sebep önce yarasalar deniliyordu, şimdi yarasalar olmadığı söyleniyor, o zaman bunun altında ne vardır? Zaman her şeyi ortaya çıkaracaktır, Belki de Allah bizi bunlarla imtihan ediyor.
    Genel olarak bilinen şudur ve tarih de bu tür ibretlik olaylarla doludur; Ahlâk kurallarını korumayan toplumlarda insan onuru güvende olamaz, namus ilkeleri korunamaz, namus, insanın onurudur.
    Kişilerin keyfi davranışları yüzünden şahsen ben helak olmak istemiyorum, Allah’ın gazabına uğramak da istemiyorum, toplumun böyle bir sıkıntıya düşmesini de istemiyorum. Bunların bu cesareti buldukları boşlukların kapatılmasını beklediğimizi de belirtmek istiyorum.
    Bu yazı 30.04.220 tarihinde YORUM GAZETESİ’inde yayınlanmıştır.

  • Mustafa Nedim TEPEBAŞI.”Anlatıldığına göre;”

    Yunus aleyhisselam otuz yaşına gelince Nineve ahâlisine peygamber olarak gönderildi. Putlara tapan Nineve halkını senelerce Allahü Teâlâ’ya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Kavmi ona îmân etmedikleri gibi birçok ezâ ve cefâda bulundular. Onunla alay ettiler. Fakat Yunus aleyhisselam yılmadan ve ümitsizliğe kapılmadan onları hak dîne dâvet etti. Allah Teâlâ’nın azâbıyla korkuttu. Fakat Nineve halkı, “Tek bir kişinin hatırı için azap inip herkesi yok edecekse müsâde et bu azap gelsin.” deyip alay ettiler.
    Yunus aleyhisselam kavminin küfürde israr etmesine üzülüp onların arasından ayrıldı. Allah Teâlâ ona vahyedip; “Kullarımın arasından ayrılmakta acele ettin. Geri dön, kırk gün daha onları îmâna çağır.” buyurdu. Yunus aleyhisselam bu ilâhî emir üzerine kavmine döndü ve onları hak dîne dâvete devam etti. Otuz yedi gün aralarında kaldı. Kavmi yine inanmadı. Bunun üzerine Yunus aleyhisselam; “O halde üç güne kadar başınıza gelecek azâbı bekleyin. Bunun alâmeti önce benizleriniz sararacaktır.” buyurdu ve ilâhî bir emir gelmeden üzüntüyle aralarından ayrıldı.
    Yunus aleyhisselamın haber verdiği gün gelince Ninevelilerin benizleri sarardı. Gökyüzü karardı. Şehri simsiyah bir duman kapladı. Herkesi korku ve telaş sardı. Feryat ve figâna başladılar. “Yunus aleyhisselam aramızda ise korkmayın, eğer gitmişse azâb bizi helâk edecektir.” diye söyleştiler. O zaman Allah Teâlâ kalplerine pişmanlık hissini verdi. Onlar tövbe etmek arzusu ile yaşlı sâlih bir zâta geldiler ve ne yapmaları gerektiğini sordular. O zât da henüz azâbın gelmesine iki gün olduğunu ve tövbe etmelerini ve azâbı kaldırması için dua etmelerini tavsiye etti.
    Bunun üzerine Nineve halkı şehrin yakınındaki bir yüksek tepeye çıkıp Allah Teâlâ’ya ve O’nun peygamberi Yunus aleyhisselama îmân ettiler. Allah Teâlâ’ya dua edip azâbı kaldırmasını niyaz ettiler. O zamana kadar yaptıkları her türlü kötülük ve haksızlığa da tövbe ettiler. Hattâ öyle oldu ki, evlerindeki başkasına âit olan taşları söküp sahiplerine iâde ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ tövbelerini kabul edip, azâbı üzerlerinden kaldırdı. Duânın yapıldığı gün Cumâ günüydü.

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiir

    Elimizden tuttuğundan beri
    İçimizde duyuverdik
    Öylece öğrendik özgürlük nedir
    Ve çocuklar gibi şendi artık düşünce
    Seninle yürürken
    Yaşam da başkalaşıverdi
    Bir gül bahçesi olduk insanlığa açan
    Ey gökçek cumhuriyet!
    Sen ne özlü bir dostsun bize
    Nice günler, nice yıllar
    Hep el ele , ayrılmaz bir sevgiyle yürüdük
    Dostluğun o kadar sağlam ki
    Annemiz kadar yakın sanki
    Bir gül bahçesi işte
    Açacak, çok daha, çok daha…

    Birlikte çıktığımız bu aydınlık yolda bizleri onunla tanıştıran ATATÜRK’ÜMÜZÜ de sevgiyle, saygıyla anarak bayramınızı kutluyorum.

  • Harika UFUK.”Cümhuriyet Güneşi”

    MKA

    Bin dokuz yüz yirmi üç yirmi dokuz ekimde
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.
    Bağımsızlık timsali dalgalanır âlemde.
    Yüreklerde yanıyor cumhuriyet ateşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    Atatürk’e borçluyuz bu aydınlık günleri,
    Geleceği düşlerken unutmayız dünleri,
    Atatürk’ün nutkunda öğüt altın ünleri.
    Oku, öğren, uygula; bulunmaz onun eşi.

    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.
    Harika devrimlerle ülkemde çığır açtı,
    Kurduğu okullarla yurda aydınlık saçtı,
    Yükseldik ilkelerle artık cehaletkaçtı,
    Ardı sıra yürürüz yolumuz onun peşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    29-10-2013.Adana.19.41

  • “Usare” iki aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Sahibi araştırmacı-yazar Mahmud Nedim Tepebaşının “Kahramanmaraş dosyası” adlı denemeler kitabı yayınlandı

    FA AJANS YAYINLARI tarafından Çağdaş Türkiye Edebiyatının ünlü yazarı, Ebrar Vakfı Kültür yayın organı “Usare” iki aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Sahibi, Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının (edebiyyat-az.com) ve Günlük Haber Ajansının Türkiye temsilcisi, araştırmacı-yazar Mahmud Nedim Tepebaşının “Kahramanmaraş dosyası” adlı denemeler kitabı yayınlandı.

  • “Usare” iki aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisinin 22. sayısı yayında

    Kardeş Türkiye Cümhuriyetinin Kahramanmaraş şehrinde yayınlanan , Ebrar Vakfı Kültür yayın organı “Usare” iki aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisinin 22. sayısı yayında.

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiirler

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

  • “Usare” iki aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Sahibi araştırmacı-yazar Mahmud Nedim Tepebaşının “Görebildiklerim” adlı denemeler kitabı yayınlandı

    Çağdaş Türkiye Edebiyatının ünlü yazarı, Ebrar Vakfı Kültür yayın organı “Usare” iki aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Sahibi, Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının (edebiyyat-az.com) ve Günlük Haber Ajansının Türkiye temsilcisi, araştırmacı-yazar Mahmud Nedim Tepebaşının “Görebildiklerim” adlı denemeler kitabı yayınlandı.

  • Harika UFUK.”Kavuşma mahşere kaldı”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Hayatım karardı, düşlerim heder,
    Günlerim hüzünlü, bitmiyor keder,
    Duyan, gören, bilen acaba ne der?
    Ecel çok zamansız kapıyı çaldı,
    Kavuşma hayalim mahşere kaldı.

    Şarabın dibinde yüzer sarhoşluk,
    Anılarda kalmış yaşanan hoşluk,
    Elimi uzattım, sadece boşluk,
    Ecel çok zamansız kapıyı çaldı,
    Kavuşma hayalim mahşere kaldı.

    Öldüğünü duyan feryadı saldı,
    Dertlerim çoğaldı, içim daraldı,
    Acılar kendimi kendimden aldı,
    Ecel çok zamansız kapıyı çaldı,
    Kavuşma hayalim mahşere kaldı.

    Sevginle petekte baldım, oğuldum,
    Yalnızlık bilmezdim, senle çoğuldum,
    Gözyaşlarım taştı, selde boğuldum,
    Ecel çok zamansız kapıyı çaldı,
    Kavuşma hayalim mahşere kaldı.

    Harika’m sus artık hayaller kurma,
    Ölüme hainlik damgası vurma,
    Alınyazısının önünde durma,
    Ecel çok zamansız kapıyı çaldı,
    Kavuşma hayalim mahşere kaldı.

    HARİKA UFUK
    ADANA
    24 AĞUSTOS 2015
    SAAT: 21.00

    NOT 1: Bu şiir 2 Ekim 2017 tarihinde Mavi Eylül Radyosu sitesinde “Haftanın Şiiri “ seçilmiştir.

    NOT 2: Bu şiir TRT’nin ünlü ses sanatçısı, koro şefi, aranjörü olan bestekâr Suat Yıldırım tarafından TSM Saba Makamından bestelenmiştir.

  • Harika UFUK.”Sevgilim”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Aşkımı ilmek ilmek bin bir güçlükle ördüm,
    Sana ulaşmak arzum, ellerini uzatsan.
    O ceylan gözlerinde sanki cenneti gördüm,
    Yalvarırım sevgilim aşkıma neşe katsan.

    Sensin gözümün nuru, sensin benim kaderim,
    Ne olur kaçma benden sonra bitmez kederim,
    Menzile yaklaştıkça uzaklaşıyor erim,
    Bu aşkın benzeri yok, âşıklara göz atsan.

    Ellerini tutarak güzelliğine baksam,
    Yüreğine su gibi çağlayanlarca aksam,
    Başına ışıl ışıl harika taçlar taksam.
    Bitmeyecek sevdamsın, kırgınlığı unutsan.

    HARİKA UFUK
    ADANA
    13 ŞUBAT 2011
    Saat:23.45

  • M.Nedim TEPEBAŞI..”TOPLUMSAL YAŞAMI OKUMAK”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiyetemsilsi

    Bazen gözlem yaparak gezinmek, toplumsal yaşam alanımızda neler olup bittiğini anlamak bakımından oldukça iyidir, ben zaman zaman bunu yapıyorum, iyi de oluyor! Dikkate alınmasa da özellikle yönetici konumunda olanların ve onların yardımcılarının da bu gözlemleri yapmalarını âcizane tavsiye ederim.
    Sosyal alandaki rahatsızlıklar bedensel rahatsızlıklar gibidirler. Doktorlar, önce hastalarını sözlü olarak dinlerleler, sorular sorup cevaplar alırlar, sonra da hasta olan bölgeyi dinlerleler, olmadı tahliller yaptırırlar, röntgen, MR çektirirler, buralardan gelen raporlara bakarlar, bir de kendileri incelerler, sonra da kendi kararlarını verirler. Peki, yöneticiliğin de böyle benzer yöntemleri var mıdır? Her iş ve işlemin belirli yöntemi var olmasına vardır da uyan var mıdır? Yoksa ” Ben her şeyi bilirim, hiçbir destek görüş ve bilgiye, değerlendirmeye ihtiyacım yoktur.” mu denilmektedir? Orasına haydi ben karışmayayım, herkes konuyu biliyor aslında, ya da biliyor görünüyorlar!
    Arife günü, çarşı pazarın kalabalık olacağını bildiğim halde zorunluluktan çarşıya indim, özellikle cafe denilen yerlerle çayhane denilen yerlerin bulunduğu alanlardan geçerken gördüklerim karşısında oldukça üzüldüm. Kimsenin oruç tutmadığı beni ilgilendirmez elbette, ancak ülkem adına, milletim adına kaybettiğimiz değerler açısından üzüldüm, “Demek ki bu insanlara öğretilerde bulunulmamış, değerlerimiz anlatılmamış!” diye mevcut durumdan dolayı hayıflandım. Görüntüye bakılırsa, neredeki nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan ülkemize sanki Ramazan gelmemiş gibiydi! Sadece dışarısı değil, geçmiş yıllarda dolan camilerin nerede ki yarısı boştu; yani toplumun; bir camilerden, bir de değerlerin yok sayıldığı dışarıdaki durumlardan olmak üzere iki şekilde kayıp yaşadığını bu yıl daha fazlasıyla anladım! Başka sebep aramaya gerek yok, bunlar bizim sorumluklarımızı unuttuğumuzdan dolayı oluşmuştur!
    Görünen olumsuzluklar sadece bunlar değildi elbette ki, nasıl bir algı ise Ramazan, fıtra, zekât konularını kendi hayatından çıkaranlar, bu değerler üzerinden kazanç elde etmede veya faaliyet göstermede bir beis görmüyorlardı mesela, elinde sigarası, su şişesi ile işportacılar bile bayram sevincinden, çocuklara bayram sevinci yaşatmaktan söz edebiliyorlardı.
    Önceki yıllarda arife gününde, mezarlıkta hummalı bir hareketlilik olurdu, yakınlarının mezarının üzerini, etrafını temizleyenlerin, çiçekler dikenlerin, mevcut bitkileri sulayanların, Yasin okuyanların, ellerindeki dua kitabından, Kur’an-ı Kerim’den sureler okuyanların sayısı oldukça fazla olurdu. Bu yıl mezarlıkta bakım yapan, çok az sayıda kişi yanında, özellikle yaşlarının genç olmasından dolayı anne veya babasını genç yaşta kaybetmiş olduklarını tahmin ettiğim çok az sayıda gençleri gördüm. Hele yeni mezarlık alanında kimselerin olmayışı ayrı bir vahim durumdu, mezarlığa yeni düzen getirilmesinin de etkili olduğunu tahmin ettiğim bir yalnızlık ve sessizlik vardı. Bu yeni sistem mezarlıkta insanlar, yakının yanı başına bile varamıyorlar. Bir tarafta kırgın insanlar, bir tarafta değerlerinden kopan insanlar ve düzensiz uygulamalar, buralardaki uzaklaşmayı destekleyen yanlış uygulamalardır. Plansız definlerden dolayı karmaşık bir görüntüsü olan eski mezarlığın, yeni mezarlık alanından daha saygın bir görüntüye sahip olduğunu belirtmek durumundayım. Unutulmasın ki bunlar bizim değerlerimizdir.
    Çok değil, daha yakın bir zamana kadar teravih namazının bölündüğü görülmemiştir. Birkaç yıldan beri cemaatle teravih namazı kılınırken, sekiz rekât kılındıktan sonra cemaati terk edenlerin sayısında bir hayli artış görülmeye başlanmıştır. Ben işin bu tarafı ile ilgilenmiyorum zaten ama bu tür hareketler daha önceden, uzun bir zamandan beri planlanan bir proje gibi gelmektedir bana. Bu işler ve uygulamalar, toplumun ibadetlere karşı duyarlılığını törpülemek ve yaşanılır olmaktan çıkmasını zamana yayarak değersizleştirmek amaçlı bir proje gibi görünmektedir. Teravih namazı yirmi rekât olarak kılınan camiye gelen, bilerek geliyorsa aykırı hareket etmemelidir.
    Müslüman toplumlar üzerinde bir proje uygulaması ya da Müslüman toplumların ortaya çıkan görüntülerle değerlerinden uzaklaşmaya oldukça gönüllü gibi görüntüler vermesi bizi oldukça kaygılandırmalı ve düşündürmelidir.
    Daha birçok kaygılarım olmakla beraber ben kaygılarımdan bir kısmını söyledim, bunlar üzerinde düşünmesi, kafa yorması ve çalışması gerekenler bakalım önümüzdeki zaman diliminde neler yapacaklardır?
    Toplumunu okuyamayanlar, değerlerini ve değerleri ile birlikte toplumunu da kaybederler!

    NOT: Bu yazı 10.06.2019 tarihinde YORUM GAZETESİ’indeyayınlanmıştır.

  • M.Nedim TEPEBAŞI.”Şeref ÖZCAN”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiyetemsilsi

    Ortaokul yıllarım, bir akşamüzeri, mahalle bakkalından evimizin ihtiyaçlarını alıyorum, genç birisi “Nerede okuyorsun?” diye sordu, arkasından da semtimizdeki caminin imamı olduğunu ve isminin Şeref Özcan olduğunu söyleyerek kendisini tanıttı. Askerden yeni gelmiş ve camimize imam olarak atanmış, belki de göreve başladığı ilk gün, bilemiyorum. O zamanların, hele de benim yaştakilerin alışık olmadığı bir ilginin başlangıcı böyle olmuştu. Aynı sokakta oturuyormuşuz. Bu yakın ilgi orada bitmedi tabii ki, artarak devam etti, her karşılaşmamızda aileden biri gibi ilgileniyordu, sadece benimle mi, elbette ki hayır, kısa zamanda çevredeki birçok kişiyle bu ilişkisini sürdürmüştü. Yaşlarına göre kişilerle diyalog kuruyor, onlarla beraber oluyordu.
    Sesi de güzeldi, hatta genç arkadaşlarla birlikte olduğu zaman, günün popüler türkülerinden, “Şu türküyü söyler misiniz?” dediğimizde kırmıyor, etraftan biraz çekindiği halde mırıldanarak söylüyordu.
    Caminin, kuzey tarafta, bir büyük bir de küçük iki tane odası vardı. O sıralarda köyden okumak için şehre gelmiş, kalacak yer kiralama imkânı olmayan öğrenciler, hatta kimsesi olmayan yaşlı kişiler bu odalarda kalıyorlardı. Mahalle sakinleri de bu durumu kabullenmiş olacaklar ki, o yaşlı kişiler ve öğrencilerle ilgileniyorlardı. Eski mahalle kültürü böyleydi.
    Bir süre sonra bu odalar boş kaldı. Camiye çok yakın bir evde oturmasına rağmen Şeref Hocam, boş zamanlarında bu küçük odayı açıp orada oturmayı tercih ediyordu, onun orada olduğunu gören bazıları da ona eşlik ediyorlardı. Bu şekilde de farklı bir oluşumun kapısını açmıştı. Henüz kullanılmaya başlayan piknik tüpünden bir tane alınarak, bir çay takımı kurulmuş, namaz saatleri dışında, belirli zamanlarda, mahalle sakinlerinden gelenlerle çay demleyip içiyorlardı. Bir dostluk gurubu kendiliğinden oluşmuştu. Bazen bir araya gelinip kıra gidiliyor, eli yatkın olanlar tarafından yemekler yapılıyor, zevkle yeniliyordu, o sırada yanlarından geçenler buyur ediliyor, onların da gönülleri kazanılıyordu. Hani denilir ya büyüklerle büyük oluyor, küçüklerle küçük oluyordu. “Bana göre bu çocuk sayılır, biraz uzak durayım!” demiyor, aksine onlarla yakınlık kurmaya çalışıyordu, hatta bir yere giderken, zamanı ve işi müsait olan bazı arkadaşları yanına alıyordu.
    Biraz zaman geçtikten sonra bu sosyal ağa farklı bir boyut kazandırılmış, yani iş profesyonelleştirilmişti.
    O zamanlarda, öğrenci çocukları olan birçok ailenin, çocuklarına ders çalışacakları bir oda ayırmaları mümkün değildi. Zaten birçok aile de çocuğunu belki de bu yüzden okutmuyordu. Yanılmıyorsam lise öğrenciliğim yıllarıydı, mahallemizde mülkiyeti belediyeye ait boş bir alan vardı, hâlihazır Divanlı Mahallesi Muhtarlık binasının olduğu yer. Ben Şeref Hocama “Abi” dediğim için “Abi, şu arsayı belediyeden iste de buraya mahallemiz için bir kütüphane yapalım.” demiştim. Yönetimler bu anlayıştan maalesef yoksunlardı, hala da öyle ya! Şimdi belediyedeyken yaptığım projelere baktığımda, bendeki sosyal belediyeciliğin temellerinin ta o günlere dayandığını anlıyorum. Aradan geçen zaman içerisinde, zaman zaman bu talebimi hatırlatıyordum fakat onda bir hareket de görmüyordum. Bir gün aynı sözü tekrar ettiğimde bana; “Bu arsayı vermezler, verseler de binayı nasıl yaptıracağız? Tamam, sen güzel düşünüyorsun da kimse bize yardımcı da olmaz. Gel, ben sana caminin odalarından birini vereyim, yapmak istediğini orada birlikte yapalım!” dedi.
    Günün belirli saatlerinde yetişkinlerle bir arada olunuyordu. Yatsıdan sonra o oda ders çalışmaları için gençlere bırakılıyordu. Gençler de çaylarını demliyorlar, çaylarını içerlerken de derslerine çalışıyorlardı. Bir dönem, bu mekândan çok sayıda öğrenci üniversite okuma bahtiyarlığına erdi.
    Hiçbir zaman siyasi görüş belirtemeyen şeref Hocam, bu yönüyle de gönüllerde ayrı bir yer edinmiştir. Bu yüzden her görüşten insanlar bir arada bulunabiliyorlardı!
    Kümbet Camii, eski bir yapı idi. Bugünkü cami, Şeref Hocamın gayreti, rahmetli Arslan Genç’in teknik, Şakir Tepebaşı’nın da para ve emek yardımı yanında hayırsever halkımızın destekleriyle inşa edildi. Üniversiteden bir öğretim görevlisinin hazırladığı bir kitapta gördüğüm yanlış bilgiyi de bu vesileyle düzeltmiş olayım. Öğretim görevlisinin adını şu anda hatırlamadığım gibi onu araştıracak zamanın da yok. Hatırladığım kadarıyla, caminin bugünkü halde inşa edilmesi, mahalleden ekonomik gücü ve hiçbir sosyal aktivitesi olmayan bir kişiye atfedilerek yanlış bir bilgi verilmişti o kitapta. Kitabın basımı ile yakın ilgisi olan abimize, kitapta yanlış bilgi verildiğini, konuyla ilgili gazetede bir yazı yazmayı düşündüğümü söylemiştim. Ancak bana ileride yeni bir baskı yapıldığında bunun düzeltilmesi cihetine gidileceği belirtilerek böyle bir yazı yazamam söylenmişti. Kitabın yeni baskısının yapılması çok uzak görünmektedir, o yanlışlık da kitapta durmaktadır. Bu vesileyle bir taraftan bu yanlışlığı hiç değilse buradan düzeltmiş olayım. Ben, şahsen, bizzat kendim bilgi sahibi olmadığım bir şeyi yazmam. Herkesin de aynı hassasiyette olmasını şahsen beklerim. Hele unvan sahibi kişiler rivayetlerle değil kaynağı belli bilgilerle eserlerini vermelidirler. Dediğim gibi kitapta, yukarıda isimlerini saydığım kişilere hiç yer verilmediği gibi hiç alakası olmayan bir kişiye de önemli bir paye verilmiştir.
    Şeref Özcan, epeyce zamandan beri hasta idi, geçtiğimiz 15 Mayıs 2019’da vefat etti, Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun inşallah.
    Şöyle bir düşündüm de imamlar, öğretmenler başta olmak üzere, sorumluluk taşıyanlar, birer Şeref Özcan olsalardı, şehrimizde ve ülkemizde eminim çok güzellikler olacaktı. Keşki yöneticiler de bu işi doğru algılasalardı! O gün değil, bugün bile çevresindekilere böyle bir ilgi ve yakınlığı kim gösterebilmektedir Allah aşkına, söyler misiniz? Altmışlı yılların sonuna doğru bir zamandan söz ediyorum, biliyor musunuz?
    Her camiye, her okula, her sosyal içerikli çalışma alanına sahip kuruma halen bir Şeref Özcan gereklidir. Bugün gelinen durum da ortadadır. Şeref Hocam ve benzeri duruma sahip olanlara hiçbir destekte bulunulmamıştır. Devlet imkânlarının aktarıldığı benzer kurum ya da kuruluşlar, işin çok uzağındadırlar, belki de devlet imkânları zayi edilmektedir.
    Yaptıkların inşallah makamını âlî kılar Şeref Hocam, Yüce Allah rahmeti ile muamele eylesin sana, niyazım odur.
    NOT: Bu yazı 06.06.2019 tarihinde YORUM GAZETESİ’nde yayınlanmıştır.

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiirler

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Üşüyorum

    Ağaçlar altındayım
    Ağaçlar yeşil, ağaçlar turuncu
    Ağaçlar kırık bir dala hüzünlü

    Deniz içindeyim
    Deniz mavi, deniz tuzlu
    Deniz şehrin kirli akıntılarına korkulu

    Bizi seyreden şu gökyüzü
    Şu büyük aydınlık kirlenirken, tükenirken
    Saçlarına aklar düşmüş, düşünceli

    Pencereye düşen görüntüler
    Aynalar gibi dalgın
    Kendi yüzüm kendime yabancı

    Bakıyorum, düşünüyorum tek başına
    Tek başına ne gelir ki elden
    Yüreğim darağacaında sanki, üşüyorum

    Hiç evim olmadı

    Hiç evim olmadı benim
    Ev sahibi kelimesini hiç sevmedim
    Ne zaman kapım çalınsa
    O kelime dikiliverir karşıma
    Kaşları çatık
    Elleri, yüzü benli
    Çirkin mi çirkin

    Hiç evim olmadı benim
    O kadar para kazanmamışam demek ki
    Benim gibi olanlar nasıl yapmışlar
    Hem yazlık hem de bağ
    Bilemem, bir şey de diyemem
    Diyeceğim
    Becerikli adamlarmış doğrusu

    Hiç evim olmadı benim
    Olsaydı bir
    Balkonu da olsaydı yola bakan
    Kurulurdu koltuğuma bir rahat
    Bir elimde çay
    Diğerinde sigara

  • Harika UFUK.”ALLAH’TAN BAŞKA YAR YOK”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    İnançsız sevginin, aşkın adı yok,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…
    İmansız hayatın hiçbir tadı yok,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    Etrafa alıcı gözlerle bakın,
    Dünyada kimin var Allah’tan yakın,
    Arama bir başka sevgili sakın,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    İstersen epeyce yaklaş Maçin’e,
    Dilersen uzaklaş hatta git Çin’e,
    Tavsiyem önce bak kendi içine,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    Geçici sevdayı aşk sanmayasın,
    Dünya nimetine hiç kanmayasın.
    Dünyevi zevkleri çok anmayasın,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    Bir gün değil, her gün aşkın günüdür,
    Harika sohbetin, meşkin günüdür,
    Cennette kurulan köşkün günüdür,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    HARİKA UFUK
    ADANA
    14.02.2014
    Saat: 09.45
    NOT 1: Bu şiir Edebiyat Evi.net Şiir Sitesinde 4 Nisan 2018 tarihinde “Yıldızlı Yazı” olarak seçilmiştir.
    NOT 2: Bu şiir http://xn--iirsu-idb.net/ Şiir Sitesinde 1 Temmuz 2018 tarihinde “Günün Şiiri” olarak seçilmiştir.

  • M.Nedim TEPEBAŞI.”GERÇEKLER YÜZÜNÜ MUTLAKA GÖSTERİR”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye
    M Nedim Tepebaşı

    Genelde Hazreti Yunus Camii civarında, öğleden sonraları, merkeze gidecek öğrenciler kendilerini alacak sürücülere işaretle isteklerini belirtiyorlar. Yakın bir zamanda şehir merkezine inerken genç bir arkadaş el etti, durmak için pek de müsait bir durum olmamasına rağmen durdum, nereye gideceğini bilmiyorum, o da benim istikametimi bilmiyor, “Bizi de götürebilir misiniz?” dedi. “Buyurun” dedim, “Ama biz üç kişiyiz” dedi, ben de “Olsun” dedim. Lise öğrencisi arkadaşlar. Yolumuza devam ederken güzergâh üzerinde ortak bir noktamızın olduğu anlaşıldı. Onlar öğrenci belli, fakat gördüm ki onlar beni merak ediyorlar. Ben oralı olmasam da onlar bazı sorular soruyorlar. Nihayet birisi; “Abi ne iş yapıyorsunuz?” dedi. Ben de bir iş yapmıyorum deyince herhalde cevabım biraz garip geldi. Öyle ya arabasına bindikleri adam kim? Baktım olmayacak, kısaca kendimi tanıttım.
    Gençlik konusunda yeni bir çalışma yapıyorum, inşallah tamamlayabilirim. Aslında kısa zamanda bitirmek istiyorum, ancak bitirsem de şartlar belli, ne kadar zaman bilgisayarda kalacak onu bilemem. Gençlere, “Ben gençlik üzerine bir çalışma yapıyorum, sizden duymak istiyorum; gençlik nereye gidiyor?” dedim. Birisi, hemen çok kısa ama net cevap verdi; “Maddeye!” dedi. “Nasıl yani bu kadar mı kötü?” dedim, “Evet abi, bu kadar kötü, siz ne kadar biliyorsunuz bilemem ama durum hiç iyi değil.” dedi. Elbette ki ben onlar kadar akranlarının durumunu bilemem, onlar birbirlerini daha iyi tanıyorlar.
    Sözünü ettiğim durumdan bir müddet sonra, şehrin en merkezine en yakın bir yerdeki taziye evine girmek için en yakın bulduğum bir yere arabayı park ettim, az yukarıda polis ekibi zannederim operasyon yapıyordu, burnumun dibinde diyebileceğim yakınlıkta gördüğümü hiç anlatmayayım. Taziye evinde bulunan kişilere bir şeyler dememek için kendimi çok zorladım ama nihayetinde; “Cemaat, abiler, arkadaşlar! Lütfen, gençlerinizle, çocuklarınızla biraz ilgilenin, tavsiye ederim, onların size ihtiyacı var.” ve benzeri birkaç cümle söyledim. Gördüm ki durumlardan hepsinin haberi var, fakat ne yapacaklarını bilememekten muzdaripler.
    Bazen sosyal medya aracılığıyla madde bağımlılığının artmasından dolayı sızlanmalarımı, operasyonlarla gündeme gelen uyuşturucu kullanımındaki artışlarla ilgili paylaşımlar yapıyorum, üzülerek söylüyorum bu paylaşımlarım pek ilgi görmüyor veya görünüş öyle, gerçi benim paylaşımlarımın görüntüsü hep öyle yani okunsa bile ilgi gördüğüne dair pek belirti yok. Demek ki toplum ya duyarlılığını kaybediyor ya da; “Aman, sen de!” diyor veya bazı arkadaşlarımın dediği gibi “Aman biz ortalıkta görünmeyelim” deniliyor. Bulunduğum her ortamda da gençlik konusundaki duyarsızlığa dikkat çekmeye çalışıyorum, galiba ben anlatamıyorum ki bu söylediklerim de ilgi görmüyor, ya da en duyarlı kişiler bile bu işlerden elini eteğini çekmiş durumda. Birinci olan konular hayatımızdan çıkmak üzere, gündemde yok onlar. Peki, ne var gündemde; bunun cevabını aslında herkes benden daha iyi biliyor.
    Şunu söylemek durumundayım ki; lafla gençliğe sahip çıkılmıyor, olacağı da yok. Bazı topluluklar bulduklarıyla yetiniyor ve teselli buluyorlar. Bu tür oluşumların başında zaten donanımlı kimse de yok. Bu sözüme alınganlık gösterip kızanlar olacaktır elbette, olsun, ben gözlemlerimi söylüyorum. Büyük çoğunluk, etraf toplama, para kazanma, daha çok kazanma çabasında. Herkes bilmeli ki maazallah gençlik yıkılırsa, altında kalacaklar hepimiz olacağız.
    Düşünmek bile istemiyorum ama gerçekler yüzünü bir gün mutlaka gösterir.

    NOT: Bu yazı 01.05.2019 tarihinde YORUM GAZETESİ’in yayınlanmıştır.

  • Yalçın YÜCEL.”ANILAR” (Deneme)

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    İnsan, geçmişinin bilincinde olan, onu düşünce özünde taşıyan tek varlıktır. Geçmiş, geliştiricilik göstererek kişiyi daha
    ötelere taşıyorsa böylesi bir güç yaşamı yararlı kılar. Yaşamı taşınmaz yükler altına sokan, eylemlerde donukluk yaratan bir
    geçmiş ise yıkıcı ve duraksatıcıdır. Geçmiş geleceği yaratamıyorsa bir anlamı, bir değeri de olmaz. Geçmişin bir anılar birikimi
    olarak düşünülmesi, onun övünç kaynağı konumuna getirilmesi bireyin kendisi ile ilgili bir durumdur.
    Anılarınızı yazmak, onları unutmamak üzere bir köşede saklamak, nice yıllar sonra tekrar onlarla buluşmak en büyük
    ereğinizdir kaygısız. Hele bu anımsama bir de eksiksiz olursa daha bir değerlidir sizin için. Yalnızca sizin buluşmanız da
    yetmez anılara. Onları önce yakınlarınızdan başlayarak, sonra dostlara ulaşarak anlatmak isteyeceksinizdir. Bu anlatım belki
    de sizi rahatlatacak, gönendirecek ve yaşamın ötesine bağlayacaktır. Ama bana sorarsanız anılarımı kimseyle paylaşmazdım.
    Düşünürseniz sizin anılarınız bir başkasını neden ilgilendirsin ki? Onlar sadece size yakın dururlar. Başkalarının ilgisini ise hiç
    mi hiç çekmezler.
    Anılar elbet ki gökçektir, yakınlaştırıcı sevinçler bırakırlar yanı başınıza. Onlarla çok sıkı fıkı olmamalısınız. Zaman zaman
    belki, ama daha ötesi üzünçler oluşturacak, yıkacaktır sizi. Unutmamalısınız ki gelecek hep sizinle buluşmak üzere
    bekleyecektir orada. Dünya nimetlerinden her zaman büyük bir zevk alarak yaşamınızın sürmesi de önem gösterir sizin
    açınızdan. Baharın gelişinde neler sunar doğa? Bademler, erikler, şeftaliler, kirazlar ve daha niceleri çiçek açacaktır yeniden.
    Beyazlı, pembeli o renk renk çiçekler gözünüzün içinde nasıl da bayram edeceklerdir. Papatyalar, güller, gelincikler sizin için
    kokacaklardır yine. Sağlıklı bir dirilikle onlara bakmak ne de gökçektir. Ya yaşlılık öyle midir hiç? Hele bir de yatağa düşmeyi
    görün, sıkıntılar içerisinde geçen günlerin sizde bıraktığı derin izleri o zaman bir düşünün. Sevincinizin doruğa ulaştığı o anlar
    nasıl anılar sayfasına düşerse acının izleri de aynen yer alır o sayfalarda.” Hâlâ hatırlıyorum o günü/ Uzun bir hastalıktan
    kalkmıştım”(Melih Cevdet Anday), “Her dakikasını ayrı hatırlarım/ Erenköy’de geçen zamanımın/ Rüyama girer bir arada “
    (Oktay Rifat)
    Yazarsam kendim için yazarım not defterime. Bir gün açıp o sayfalarda şöylesine dolaşmak için. Yaşadığım günlere geri
    koymak için. Aslında benim için geçmiş ya da gelecek fark etmiyor.
    Gelecek bir yerde anıdır da. Siz bunun tersinde de düşünebilirsiniz elbet. Ya başkaları, onlar ne düşünürler bilebilir misiniz ki?
    Geçenlerde bir yapıtı okurken usuma gelip takıldı bazı konular. Gelecek günler bana neler getirebilir şöyle bir düşündüm.
    Hem öylesine yüzeysel bir düşün durumu da değildi bu. Bana umut vermedi nedense o günler. Birden karşıma acılar,
    hüzünler çıktı. Devleşmiş adımları ile ezeceklerdi az kalsın. Ya sevinçlerim öylemi? Bir köşeye çekilmiş büzülmüş küçücük
    şeyler yalnızca. Korkularıma ne desem ki? Gençliğimde kolaydı bu çekiler, ya şimdi. Kocamışlığım nasıl dayanacak bu çilelere?
    Dudaklarım tam bir gülücük atarken, yüzüm kırışıverecek birden. Gözlerim takılıp kalacak bir noktaya yine. Anılarımız…
    Gülümseten, düşündüren ve ağlatan anılarımız. “Ah, bu anılar/ Ne kadar kapasam da kapılarını/ Ne kapı dinliyorlar ne
    pencere/ Süzülüp geliyorlar yılların gerisinden/ Ah, bu anılar/ Öylesine sayısız, öylesine çeşitli/ Birike birike geliyorlar/
    Çocukluğumdan beri” (Şevket Yücel)
    Anılar deyince nerdeyse hepimiz onları geçmişin usumuza zaman zaman konuk olması olarak düşünürüz. Öyledir de
    çoğu kez. İşin en kötüsü ise gelecek günlerde anılar oluşturmamızdır kendimize. Olur mu diyeceksiniz? İnsan olarak ileriye
    dönük nice umutlar koyarız yaşam dallarımıza. Hatta onları çiçeklendirir, sonrada karşısına geçip bakışırız. Bu geleceğe konuk
    olup, onunla bir çay içimliği söyleşmek gibidir. Bir çay içimliği de olsa size mutluluk katar bu anlar. Aynen geçmişin izlerinin
    sizinle ara ara kucaklaşması gibi. Zaten yaşam dediğimiz umutlar ve anıların bir araya gelmesi değil midir? En önemli
    anılarımız şüphesiz ki çok isteyip de uzun süre sonra ulaştığımız o sevincin yüreğimize öpücükler kondurduğu anılardır. Ya da
    insanda çok derin yaralar bırakan acılı ve hüzünlü olanlar.
    Elbet ki insan olarak tümümüzün kendince bir yaşam öyküsü vardır. Hepsi de kendi içimizde büyük ve değerlidir. Bu
    durum, ‘büyük insanın büyük yaşamı şeklinde’ bir davranışla ortaya gelebilir. Böylesi bir gelişse bence yanlıştır. Çünkü her
    insan kendince büyüktür. Her kişi yaşam öyküsünü bir başkası ile paylaşmak ister. Siz bir başkasını dinlemiyor, onunla
    duygusallıkları, sızıları paylaşmıyorsanız sizin de birilerine anlatacaklarınız yoktur demektir. Unutmayınız ki insanlar
    içlerindeki dünyayı bir sofra gibi önlerine açtıkları zaman yaşadıklarını anlarlar. Yaşama tutunmaktır bu, hem de sıkıca
    tutunmak. Yeryüzüne çıkarılmayan düşünceler, sözcükler, anılar bir gün gelir ki sizi sıkıca sarıp nefes aldırmaz olurlar.
    03.06.2019 Yalçın Yücel – Biyografya
    www.biyografya.com/biyografi/4960 3/5
    Anılarım anımsanmıyorlar diye üzülsünler istemem. Yaşlandıkça çöküntüye uğrayan beynimin bastonla yürüyen
    hafızama bir tekme vurmasını da mutlaka engellemem gerekir. Bu yüzden anılarımı aklımda tutma yerine defterime eklerim.
    Defterim anılarım için bir uyanış, bir dürtüdür. “İçinde, gülüyor bana derinden,/ Sanki bir hatıra serinliğinden”(A.Hamdi
    Tanpınar) “Hiç olmazsa unutmamak isterdim./ Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar…/ Yalnız bırakmayın beni hatıralar./ Az
    yanımda kal, çocukluğum.”(Ziya Osman Saba) Tanpınar ve Saba’nın dizelerinde anlatmak istedikleri gibi gelecekte en zor
    anımsanan şey çocukluğumuzdur. Hangimiz altmışına geldiğinde çocukluk dönemlerini tam olarak anımsayabilir ki? Oysa
    yaşamın en gökçek günleridir onlar. Acılar unutulduğunda güzeldir, ya sevinçler ile mutluluklar…
    “Çocukluğunu düşünüyorum Emilia/ Deniz boyundaki ıssız yolu sabahleyin”(Melih Cevdet Anday)
    Bir de hatalar vardır, anımsandıkça çöküş yaşatan, düşündüren. Bu durum yaşamın içinde bazı olumsuzlukların
    çıkmasına da sebep olur. Suçluluk duyguları çekiştirip durur günleri. İnsan bu duyguların altında ezilmemek için kendini
    savunmaya geçer. Böylece düzlüklere ulaşır kişi. İçimize çöküp kalmak isteyen o düşünceye, o anı parçasına karşı ayakta
    kalmaksa önem gösterir. Bu zor durum karşısında zayıf düşmekte var elbet. O zaman konuyu başkalarına açmak kaçınılmaz
    olur.
    Ya rüya gibi anılara ne demeli? Usunuza takılıp kaldıklarında uyumadan uyur olursunuz. O an büyük bir zevk duyarsınız
    yaşamdan. Bu anılara rüya gibi anılar demenin de sebebi bu giz dolu duruma dayanır. “Apansızın anılarımı anımsıyorum, o
    sevili anılarımı/ Augsburg’daki çocukluğumu./ Anılarıma düşüyorum tartılarla, uzun süreli dakikalar/ Masaya doğru iyice
    yaklaşıp, yeniden yaratsam onları(Bertolt Brecht)
    Bunca düşüncelerden sonra bir soru sözcüklerin arasından parmak kaldırıyor bana. Anılara sığınarak zamanı
    düşündürebilir misin? Zaman, yaşamı değişikliğe uğratan kavram. Gün, zaman zaman tez geçmesini istediğimiz, onu iyice
    tanıyınca da yürüyüşünü yavaşlatması için yalvardığımız bir yaşam ayağı. Günler geçip gitmiştir derken hiç düşündünüz mü
    acaba? Geçip gitmiş midir, yoksa aynı noktada dönüp duran bir ayna mıdır? Yıllar önce, o gün dediğimizde bu bir avunma
    mıdır yoksa? Biraz ötemizde bizi derin uçurumların beklediğini nerden bilebiliriz ki? Önemli olansa o uçurumlarda neler
    bıraktığımız ve yitirdiklerimizdir.
    Az kalsın unutuyordum yine. Erişemediğimiz aşklar, günlerce yanı başımızdan eksik edemediğimiz bakışlar nerdeyse bir
    kenarda kalakalacaklardı. Sevdasız bir yaşamı düşünemeyiz elbet. Asıl anısal derinlikler onun içinde uzanırlar. Çoğumuz
    beklemişizdir o kaldırım bitişinde, ya da bir parkın koyu yeşilinde. Gelsin gelmesin umutlar göğün içi gibi sonsuzdur o
    bekleyişte. Yıllar geçse de o bekleyişlerimiz sanki sürer gibidir anılarda. “İşte hatıralar meyvası bahçe,/ Geçmiş ıstırabın
    neş’esi evim.”(Şükran Kurdakul)
    Anılar olmasaydı, anımsanmasaydı geçen günler, mutluluk en önemli dostunu yitirmiş olmaz mıydı?

  • Harika UFUK.”Yasemin”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Kız kardeşim Yasemin’e…

    Bir demet yasemindir bazen aşktan hatıra,
    Şarkılara konudur, hafızada muhtıra,
    Kokusu nüfuz eder şiirde her satıra,
    Narin, zarif yasemin ekler ömrüme ömür,
    Mis kokulu bu çiçek sanki kalbimde mühür!

    Beyazı sarısı var, kokulusu özeli,
    Fikrimi sorarsanız beyazdır en güzeli,
    Yasemine sevgimin izi bende ezeli,
    Narin, zarif yasemin ekler ömrüme ömür,
    Mis kokulu bu çiçek sanki kalbimde mühür!

    Harika’dır yasemin gönüllerde sultandır,
    Hurilerin cennetten getirdikleri andır,
    Eşsizliği bilinir, kardeştir, cana candır,
    Narin, zarif yasemin ekler ömrüme ömür,
    Mis kokulu bu çiçek sanki kalbimde mühür!

    Harika Ufuk
    Adana
    2 Haziran 2019
    Saat:23.15

  • M.Nedim TEPEBAŞI.”YAŞAR GÜLKESEN”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Bildiğim kadarıyla söylüyorum, bir güzel insan daha, Yaşar Gülkesen bu dünyadan göç etti, Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun inşallah.
    Yaşar Gülkesen hakkında benim bildiklerim gördüklerimdir, oğlu Kadir Bey’i belediyede bulunduğum yıllardan itibaren tanıdım, kendisi gibi beyefendi bir kardeşimiz. Kadir Bey ile taziye ortamında yaptığımız iki kişilik konuşmada babasının yaptıkları çalışmalarla ilgili birçok hatıralarının olduğunu söyledi ama müsait bir ortam olmadığı için onların neler olduğunu etraflıca konuşamadık.
    Yaşar Gülkesen, yüreği muhabbet dolu, her zaman güler yüzlü bir insandı, her karşılaştığımızda onun bu sevecen tavrına şahit olmuşumdur.
    Kişisel bilgilerine sahip değilim ancak ben Yaşar ağabeyi, Maraş’ı Kalkındırma Derneği üzerinden anlatmak istiyorum;
    Yıl 1970, lise öğrencisiyim, nüfus sayımı yapılmıştı, zannederim elaman yetersizliğinden olacak ki lise öğrencileri de sayımda görevlendirilmişti. Pazar günü sayım yapıldığı için ertesi gün yani pazartesi günü okul tatildi. Evimizin bir ihtiyacı için sabah saatlerinde Şeyhadil Caddesi’nden giderken, etrafı açık, büyükçe bir kamyonun önünde asılmış kocaman bir bez pankartta; “MARAŞ’IN NÜFUSU 100 BİNİ AŞTI”, yanılmıyorsam altında da “MARAŞ’I KALKINDIRMA DERNEĞİ” yazıyordu. Nüfus sayımında görevli olmam ve memleket sevdamızdan dolayı sevinç ve kıvançla kamyonun gidişini takip ederken, kamyonun üzerinde rahmetli Yaşar ağabeyi görmüştüm, çok neşeli idi, sürekli gülüyordu, belli ki sonuçtan çok mutlu olmuştu. Bir kurbanlık kesilmiş, davul vuruyor, zurna çalıyor, kamyon caddeden akıp gidiyordu. O dönemde bir ilin nüfusunun yüz binden fazla olması önemliydi, avantajdı, belki de hükümetler nezdinde prestijdi.
    Ben bunu Kadir Bey’e anlatınca o da; “Çok hatıraları var, bazen anlatırdı, mesela Orman Bölge Müdürlüğü’nün Maraş’a alınması bunlardan biri.” dedi. Derneğin bu icraatını ben bilmiyordum. Daha önceleri Orman Bölge Müdürlüğü’nün Kilis’te olduğunu duymuştum, o zaman da Kilis Gaziantep’in ilçesi, orman Maraş’ta, Maraş Kilis Orman Bölge Müdürlüğü’ne bağlı, düşünebiliyor musunuz? İşin esasını bilmiyorum ama bir dönem Maraş milletvekili olan, eski Tarım Bakanlarından Nedim Ökmen’in Kilisli olmasından kaynaklandığını duymuştum. Şu güzelim Türkiye’m, Maraş’ım ve diğer birçok yerlerimiz, açıklanması çok zor bunun gibi nice inanılmaz tarafgirliklerle maruz kalmış. Bir dernek, büyük çabalar sarf ederek, idarenin bir yanlışını düzeltiyor ve bir ilin hakkını alıyor. İlerleyen zamanda ise Orman Bölge Müdürlüğü’nün Kahramanmaraş’tan alınarak başka bir ile götürülmesi gündeme getirilebiliyor, hem de kaç kere, bilmiyorum nabız yoklaması mı yapılıyor, zaman zaman bu söz halen ortalıkta dolaşıyor. Orman Bölge Müdürlüğü bin bir emek ve çabayla Maraş’a kazandırılmış daha doğrusu getirilmiş bir haktır, bunun konuşulması, başta bu işe emek verenlere saygısızlık olur.
    Düşlenebiliyor musunuz ortada bir dernek var, bir geliri yok, yönetimdeki kişilerden başka destekçisi yok, başkanlığını kim yaptı bilmiyorum ama Yaşar Gülkesen, Çantacı Ahmet Şerbetçi ve Gazozcu Kemal Yurtgezen isimlerinin dernekte yönetimde üye olduklarını duymuştum ve bu üç ismi birçok kereler bir arada gördüm. Bu kişiler kamu görevlisi değil, milletvekili değil, yönetici değil. Samimi bir şekilde çıkmışlar ortaya, şehrin kalkınması için, haklarının alınması ve olması gereken yerde olması için mücadele vermişler. Bu kişiler, seksenli yıllarda da aynı şekilde aktif görevde olsalardı, Bahçe istikametinden gelip eski adıyla Fatih Kasabası’ndan geçecek olan otobanın yönü eminim bugünkü güzergâha dönmeyecekti. Rivayete göre boşalan tek bir milletvekilliğini kazanabilmek için iktidar kıskaca alınmış ve yolun güzergâhı Gaziantep milletvekillerinin, parti yöneticilerinin ve işadamlarının ısrarlı çalışmaları ve diretmeleri ile bugünkü güzergâha çevrilmiş. Eğer bu yol, projesinde olduğu gibi kalsaydı yani bugünkü deyişle Fatih Mahallesinden geçmiş olsaydı, hem devasa viyadüklere harcanan para hazinede kalacaktı hem de Kahramanmaraş’ın çehresi bir başka farklı olacaktı. Bir derneğin gösterdiği çabayı, zamanın siyasileri ve yönetimi maalesef gösterememiştir. Halen aktif olan ve parasal sıkıntıları olmayan, sözü dinlenebilen sivil toplum kuruluşları, o derneğin gösterdiği performans şöyle dursun, ufacık bir benzerini dahi gösterememektedirler.
    Kahramanmaraş’a şu anda bir Yaşar Gülkesen ve arkadaşları gerek. Eğer hâlihazır Sivil Toplum Kuruluşlarının sahip oldukları imkânlara Maraş’ı kalkındırma Derneği sahip olsaydı ve de bugün aktif olsaydı, eminim havaalanı Narlı’ya, devasa Organize Sanayii Tomsuklu’ya çoktan yapılmış olacaktı. Daha birçok yazılması gerekirken yapılmayanlar vardır ki onları ben yazmayayım da artık siz anlayın! İnanıyorum ve görünen de o ki; eğer o dernek bugüne kadar faal olsaydı Kahramanmaraş on Maraş olurdu. Kimse kusura bakmasın, bu bir dirayet ve azim meselesidir, şehrine sevda meselesidir. Ne kadar üzücüdür ki bugün, bu kişilerin ve bu derneğin adı bile bilinmiyor ya da yâd edilmiyorsa ortada bir vefasızlık, umursamazlık var demektir. Onların bir beklenti içerisinde olduklarına ihtimal bile vermiyorum, ancak hayatayken onlara bir vefa gösterilmesi de gerekirdi diye düşünüyorum. Derneğin adı ile internette arama yaptım, hiçbir bulgu ve açıklayıcı bilgiye rastlamadım, bu da ayrı bir eksikliktir.
    Bütün bunları bir tarafa bırakalım, bu Kalkındırma Derneği yöneticilerine bir ödül verildiğini ben duymadım, zaten bundan sonra yapılsa da bir anlamı olmaz ancak Yaşar Gülkesen gibi bu ilin kalkınmasına katkısı olmuş şahıslardan birçoklarının adı bir yere dahi verilmemiştir. Öyle plaket ve benzeri ödüller bu hizmeti kesmez, buradan söylemiş olayım, bunlara madalya verilmeliydi. Şimdi bu kişilerden hayatta olan var mı onu da bilmiyorum, bildiğim bir şey var, Yaşar Gülkesen vefat etti. Her zaman yapıldığı gibi ben de o öldükten sonra bunları yazıyorum, başka yazan da çıkar mı bilmem!
    NOT: Bu yazı 16.05.2019 tarihinde YORUM GAZETESİ’nde yayınlanmıştır.

  • Harika UFUK.”Kırk bir kapı”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    KIRK BİR KAPI

    Dün akşam iftarda kırk bir kapı açıldı önümde
    Her yıla bir kapı düşüyordu,
    Her kapıya da bir arkadaş, bir yoldaş…
    İlki ilk gençlik yıllarıma açılan benimki
    Harika bir kapıydı,
    Sanatlı, işlemeli, şiir gibi bir kapı…
    Sessizce açılıp kapanan, duygularını içinde yaşayan,
    Saf, çocuksu, iyi niyet dolu, çekingen, sessiz…

    Diğer kapılardan bazıları sahipsiz kalmıştı,
    Yıllardır kapalıydı,
    Örümcekler tutmuştu yanlarını,
    Çarpı gibi tahtalar çakılmıştı onlara…
    Kapının biri yıllar önce çökmüştü
    İftar vaktine varamadan…
    Saadet kapısı sanatoryumlarda son nefesini vermişti
    Mutluluk nedir bilmeden!

    Bazı kapıların ardındakiler unutulmuştu,
    Kaybolmuştu zamanın acımasız çarkında…

    Ümit doluydu bir kapı,
    Gönül kapısıydı diğeri,
    Hülyalar kurarken huriler
    Medine’den ezan sesi geliyordu,
    Şükran kapısı açıktı,
    Gönül/den Allah’a inanan, imanlı
    Meryem kadar saf ve temiz,
    Hanife idik, vefalıydık hepimiz
    Sevgi ile ile andık geçmiştekileri…

    Harikaydı gökyüzü yurdun her köşesinde,
    Gece bir başka güzel, gündüz ise bambaşka
    İnsan bir bakışta kapılıyordu ilahi aşka
    Semayı seyretmek İstanbul kadar güzeldi!

    Zeynep kapısı değerli taşlarla doluydu,
    Mücevherler saçılıyordu oradan…
    Esin kapısı sanata, sanatçıya ilhamdı,
    Esenlik veriyordu dostlarına.

    Kardeşlik duygusu öylesine anlamlı, öylesine efsunkâr,
    Füsun gibiydi güzelliği gizemli dünyanın!
    Bezmi/âlem sultandır dost meclislerinde
    Yenidünyaya açılmış bir pencere,
    Sevgi tüten ocak başıdır ki anlatmaya sözcükler yetmez.

    Ay /sun/an gecelerin yıldızları kıskanırdı ay kapısını,
    Ay/nur idi karanlıkları silen.
    Bereket kapısında Fatma anamızın eli bolluk saçarken
    Hüsniye güzellik kapısında bekçiydi, ışık saçardı evrene,
    Geceleri yıldızları serpmekle meşguldü asumana.

    Hasibe, ünlü bir soydan gelenlerin, asillerin kapısıydı,
    Cömertti, sevgi doluydu bütün canlılara,
    Açları doyururdu,
    Nankör bilmezdi kedileri, köpekleri…

    Seyhan nehrinin kıyısında
    Nurdan bir kapı vardı, candı,
    Nur/can/dı.
    Tülden bir kapı vardı, ay yüzlü, şeffaf,
    Tül/ay duygusu içten, sımsıcak…

    Hayır kapısı vardı, en hayırlısından,
    Güler yüzlü, insancıl, yardımsever, fedakâr,
    Hayriye diyelim dilerseniz o kapıya…

    Ay/ sel olurdu yıldızları görünce,
    Neşeli ışıklar saçardı herkese!
    Handan kapısı en içten gülüşlerini sunardı bize!

    Gülşen gül bahçesine açılan kapıydı,
    İçinde bin bir çiçeğe yer veren,
    İnsanları bitimsiz sevgi ile kucaklayan
    Mine çiçekleri de süslerdi orayı…
    Gülser/en idi dünyamıza gülleri seren…

    Gün/sel olurdu ömrü uzun olanlara
    Hem güler hem güldürürdü etrafı…

    Necla güzel gözlülerin kapısının adıydı,
    Gelecek nesil, evlat demekti.
    İnsanın canından candı.

    Fazilet kapısı vardı, erdemle örülmüş,
    Güzel vasıflı, mutlu ve sevinçli…

    Ayşe zenginlik, rahatlık içinde yaşayanların kapısı,
    Bazen de sadece gönül zenginliği, iç rahatlığı…
    Gün geçtikçe yüreğimizde büyüyen,
    Serpil/en huzur veren…

    Ülkü kapısı vardı,
    Hayatın olmazsa olmazı!
    Ferhunde olasınız hepiniz,
    Uğurlu, kutlu, mutlu…

    Seher vaktinde
    Çaldım kapıları birer birer,
    Hepsi birbirinden değerli, birbirinden güzel…
    Yazdığım şiir kaside değilse bile
    Vardım “Fahriye” bölümüne!

    Harika bir ramazan gününde harika buldum kırk bir kapıyı,
    Sağlam tutalım dostluk denen yapıyı,
    Kırk bir kere maşallah diyerek el salladım onlara…
    Hepsini emanet ettim yüce Allah’a!

    Harika Ufuk
    Adana
    Saat: 16.55

  • Yalçın YÜCEL.”Bir kitapla kucaklaşmak” (Eliştiri)

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Neruda’nın Madrid’deki evinin adına: “Çiçekler Evi” denmiş. Alberti, Hernandez, bu evde oturup, konuşmaya dalarlarmış. Balkonunda çingene gül, uzaklardan portakal çiçeklerinin kokusu, şiirin özel karışımıyla oturup sabahlara değin sohbet ederlermiş. Birden, nesnel olan, esrikliği uyanıklığa çağıran gerçeğin dalga dalga sesi duyulurmuş uzaktan. Ağaçlar, kuşlar, kımıldayan yapraklar ve akan suyun şırıltısı, katılırmış sözcüklere. Oldu bitti beni çok etkilemiştir; Neruda, Anday ve Dağlarca. Doğayı, insanı sevdiğimden olsa gerek ki şiirlerinde bulmuşumdur çoğu kez kendimi. ‘‘Ağaçlar/Büyüsüdür doğanın/Biri birine benzemez/ Tek ağaç/İkinci görünüşünde bile/İlkine benzemez/ Sevmek ağaçlara benzer.” (Dağlarca) “Sen geceleyin kendine açılmış zambak/ Yalnızlığın mı -çocuksu kösnün mü -/Gelinliğin midir/ Ardında kalan ak”(Dağlarca) “Çekip gittim, durmadım/Bu çılgın sokağın kıyısından/Usul usul, basarak ayak uçlarıma/Sanki geceden kaçıyor gibiydim/Ya da karanlık, kükreyen taşlardan.”(Neruda) “Bir dünya daha olmalı, burada/Bir yerde, o kadar yakın ki/Seslensem duyulacak belki/Belki başladım onu yaşamaya”(M.C. Anday) Okunası şiirler bir öze sürüklüyor sizi. O özde bir dünya daha çıkıyor karşınıza. Daha öteleri, görünmeyen yüzleri düşünür oluyorsunuz. Adil İzci’nin Kır ve Gök adlı şiir yapıtını elinize aldığınızda bir derinlik çöküyor içinize. Şiirlerini okudukça da doğanın içinde yeni bir dünya, başkaca bir sevgi bütünleşmesi karşınıza çıkıyor. Daha ilk şiirlerinde beliren bir özelliği var Adil İzci’nin: arka yüzü görebilme, doğanın parçaları ile yaşamı bütünleştirme, duyumsatma ve güzeli yakalayabilme. İçindeki sevinci hep çevresindekilere sınamak ister. Her an yanıtlanması gereken soru gibidir yaşamak. Ve her şey yanıttır; nesneler, durumlar, biçimler. Doğa içinde nesnelerin birbirleriyle ve insanlarla yakın bağları olduğunun farkına varmış; bir an düşünmeye fırsat bırakmadan yalnızlığını, ezikliğini, sevgisini salıvermiştir günün içine. “Akşam geldi uçsuz bucaksız bizim/Yıkandık yıkandık yıkandık/Gül dibinde kapanıp birbirimize.” Ömür bir hazan, bir düştür onca. Yitiklikler ise ürpertici. İzci’nin şiirlerini okudukça sanki yeniden doğup, o gizil odalardan yeniden geçiyorsunuz. Bir güz günü ağaçların çıplaklığında zamanın yaşamı nasıl da parçalayıp tükettiğini özünüzde duyuyorsunuz. Bu duyumsama bir an düşünce duraksamasını da birlikte getiriyor. Aslında zaman yaşam telimizin bir müziği bence. Bu müziğin içinde sevgiyi yakalayabilme ise güzel bir yaşam için çok önemli. Sevgiden ıraksa bir kalem, sözcüklerin en güzeline, en şiirlisine de ulaşsa yaratıcı olamaz, insanla kucaklaşamaz. İnsana ve doğaya açıklık, aşkı doğayla bütünleştirmek Adil İzci’nin şiir boyutunu da genişletmiştir. Sadece bu genişlik de değildir onun şiirindeki; imgesel düzeni, sözcük ve söyleyiş örüntüsü yönünden de özgünlüğü, kendindenliği olan geniş soluklu bir şiirdir. “Konuşuyorduk sen ve ben/Aramızda çoğu eskil nice şey/ Ve kuğular süzülüp giriyordu/Unutmuşuz zamanda arınırken/Gördük çimenlerde uyumuşlar.” Geçen zamanda eriyen anılar ve insan yaşamının geçmişte kalan izleri İzci’nin şiirinde o denli duygusal işlenmiştir ki dizelerini okudukça geçmişin derinlerinde yine doğayla birlikte düşün derinliğine dalarsınız. Sonra da bir yaprağın ucundan süzülürken ömrün yine bir hazan imgesi ve düş gerçeğiyle karşılaşırsınız. “Bir ses… gözlerinden geldi sandım/ Yapraklar toprağa değiyormuş/Ürpertiyle tutunduk birbirimize/ Ömrümüz yine? hazan imge ve düş…” Öyle de değil midir sanki? Hep gizler uzanmıştır yaşamımızdan. Yalnızlıklar, acılar çökmez mi yanı başımıza. Elbet güzellikler de var yaşamda. Ama ince bir düşünce taşıyorsanız güzdür içiniz. Dökülen hep sizin yapraklarınız olur. 24.05.2019 Yalçın Yücel – Biyografya www.biyografya.com/biyografi/4960 3/4 Bakışlarınız sevgi de olsa, beyaz güller de açsa sözcüklerinizde yalnızlıktır yine de en büyük dostunuz. Şiir de olmasa yazacak, eksik kalırsınız çoğu kez. Adil İzci şiirlerinde pastoral ve lirik birlikteliğini işlerken kendinden de çok şeyler katmıştır dizelerine. Sıcak ve özlü dostumun zaman zaman bana gönderdiği mektuplarını da ilgiyle okumuşumdur. Yaşamıyla şiiri arasında tam bir denge kurmuş ozanların sayısı azdır. Bir ozanın, daha doğrusu bir dil işçisinin düşün ve duygu evrenini tanımada en kısa (İnceleme-Eleştiri, Adil İzci’nin Kır ve Gök adlı yapıtı üzerine.-Alkış Dergisinde yayınlandı.)

  • M.Nedim TEPEBAŞI.”GERÇEKLER YÜZÜNÜ MUTLAKA GÖSTERİR”

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

    Genelde Hazreti Yunus Camii civarında, öğleden sonraları, merkeze gidecek öğrenciler kendilerini alacak sürücülere işaretle isteklerini belirtiyorlar. Yakın bir zamanda şehir merkezine inerken genç bir arkadaş el etti, durmak için pek de müsait bir durum olmamasına rağmen durdum, nereye gideceğini bilmiyorum, o da benim istikametimi bilmiyor, “Bizi de götürebilir misiniz?” dedi. “Buyurun” dedim, “Ama biz üç kişiyiz” dedi, ben de “Olsun” dedim. Lise öğrencisi arkadaşlar. Yolumuza devam ederken güzergâh üzerinde ortak bir noktamızın olduğu anlaşıldı. Onlar öğrenci belli, fakat gördüm ki onlar beni merak ediyorlar. Ben oralı olmasam da onlar bazı sorular soruyorlar. Nihayet birisi; “Abi ne iş yapıyorsunuz?” dedi. Ben de bir iş yapmıyorum deyince herhalde cevabım biraz garip geldi. Öyle ya arabasına bindikleri adam kim? Baktım olmayacak, kısaca kendimi tanıttım.
    Gençlik konusunda yeni bir çalışma yapıyorum, inşallah tamamlayabilirim. Aslında kısa zamanda bitirmek istiyorum, ancak bitirsem de şartlar belli, ne kadar zaman bilgisayarda kalacak onu bilemem. Gençlere, “Ben gençlik üzerine bir çalışma yapıyorum, sizden duymak istiyorum; gençlik nereye gidiyor?” dedim. Birisi, hemen çok kısa ama net cevap verdi; “Maddeye!” dedi. “Nasıl yani bu kadar mı kötü?” dedim, “Evet abi, bu kadar kötü, siz ne kadar biliyorsunuz bilemem ama durum hiç iyi değil.” dedi. Elbette ki ben onlar kadar akranlarının durumunu bilemem, onlar birbirlerini daha iyi tanıyorlar.
    Sözünü ettiğim durumdan bir müddet sonra, şehrin en merkezine en yakın bir yerdeki taziye evine girmek için en yakın bulduğum bir yere arabayı park ettim, az yukarıda polis ekibi zannederim operasyon yapıyordu, burnumun dibinde diyebileceğim yakınlıkta gördüğümü hiç anlatmayayım. Taziye evinde bulunan kişilere bir şeyler dememek için kendimi çok zorladım ama nihayetinde; “Cemaat, abiler, arkadaşlar! Lütfen, gençlerinizle, çocuklarınızla biraz ilgilenin, tavsiye ederim, onların size ihtiyacı var.” ve benzeri birkaç cümle söyledim. Gördüm ki durumlardan hepsinin haberi var, fakat ne yapacaklarını bilememekten muzdaripler.
    Bazen sosyal medya aracılığıyla madde bağımlılığının artmasından dolayı sızlanmalarımı, operasyonlarla gündeme gelen uyuşturucu kullanımındaki artışlarla ilgili paylaşımlar yapıyorum, üzülerek söylüyorum bu paylaşımlarım pek ilgi görmüyor veya görünüş öyle, gerçi benim paylaşımlarımın görüntüsü hep öyle yani okunsa bile ilgi gördüğüne dair pek belirti yok. Demek ki toplum ya duyarlılığını kaybediyor ya da; “Aman, sen de!” diyor veya bazı arkadaşlarımın dediği gibi “Aman biz ortalıkta görünmeyelim” deniliyor. Bulunduğum her ortamda da gençlik konusundaki duyarsızlığa dikkat çekmeye çalışıyorum, galiba ben anlatamıyorum ki bu söylediklerim de ilgi görmüyor, ya da en duyarlı kişiler bile bu işlerden elini eteğini çekmiş durumda. Birinci olan konular hayatımızdan çıkmak üzere, gündemde yok onlar. Peki, ne var gündemde; bunun cevabını aslında herkes benden daha iyi biliyor.
    Şunu söylemek durumundayım ki; lafla gençliğe sahip çıkılmıyor, olacağı da yok. Bazı topluluklar bulduklarıyla yetiniyor ve teselli buluyorlar. Bu tür oluşumların başında zaten donanımlı kimse de yok. Bu sözüme alınganlık gösterip kızanlar olacaktır elbette, olsun, ben gözlemlerimi söylüyorum. Büyük çoğunluk, etraf toplama, para kazanma, daha çok kazanma çabasında. Herkes bilmeli ki maazallah gençlik yıkılırsa, altında kalacaklar hepimiz olacağız.
    Düşünmek bile istemiyorum ama gerçekler yüzünü bir gün mutlaka gösterir.

    NOT: Bu yazı 01.05.2019 tarihinde YORUM GAZETESİ’in yayınlanmıştır.

  • BUKET GÜLEKOĞLU İLE RÖPORTAJ

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    10-16 MAYIS ENGELLİLER HAFTASI

    Sevgili Buket’ciğim, 10-16 Mayıs Engelliler Haftası nedeniyle seninle planladığımız bu röportajla engelli dostlarımızın sıkıntılarını gündeme getirmek istedim. Engelin hakkında merak ettiklerimizi yanıtlayabilir misin? Ne zaman, nasıl oldu? Duygularını ve yaşadığın zorlukları, kısaca kendini anlatabilir misin?
    Adana’da dünyaya geldim. İlkokulu Öğretmen Zeynep Erdoğdu İlkokulunda tamamladım. O yıllarda az da olsa görebiliyordum. Gözlük takıyordum ama görmekle ilgili büyük sıkıntılar yaşıyordum. Bu rahatsızlık iyice artınca ilkokulun ardından eğitim hayatımı bitirmek zorunda kaldım. Bilinçsiz, amaçsız iki yılı geçirdim.
    Peki, bu amaçsız geçen iki yıldan sonra neler oldu?
    İki yılın ardından tesadüfen görme engelliler için özel bir okul olduğunu öğrendim. Bu şöyle oldu: Ablam dershaneye gidiyordu. Birgün arkadaşıyla konuşurken İngilizce öğretmeni olmak istediğini söylemiş. Arkadaşı da benim ablam da İngilizce öğretmeni, üstelik görme engelli diyince ablam şaşırmış. O da ablasının Gaziantep’te Görme Engelliler İlköğretim Okulu’nda İngilizce öğretmeni olduğunu söylemiş. Ablam eve gelince annemlerle gizli gizli bir şeyler konuşmaya başladı. Merak ettim. Bana söylediklerinde çok mutlu oldum. Ortaokul yaşantımı tamamlamak amacıyla Gaziantep Görme Engelliler İlköğretim Okuluna yazıldım. Burada üç yıl yatılı olarak kaldım. Yaşadığım birçok sıkıntıya rağmen eğitim hayatıma tekrar dönmüş olmak beni sonsuz mutlu etti. Ortaokulu tamamladıktan sonra yeniden Adana’ya döndüm ve burada İbrahim Atalı Çok Programlı Lisesinde okudum.
    İlk yılımda ilk tercihim olan Niğde Şehit Ömer Halisdemir Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümünü kazandım ve 2009 yılında bu üniversiteden mezun oldum. 2010 yılında ise Adana Ahmet Sapmaz Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak atandım. Hala orada görev yapmaktayım.
    Milli Eğitim’in kadrolu öğretmenisin. Görme engelli bir öğretmen olmak nasıl bir durumdur?
    Engelli bir öğretmen olmak bizim için zor değil ama elbette insanlar açısından zordu. Başladığım okulda öncelikle önyargılarla karşılaştım. Öğrencilerden çok veliler bunu yaptılar. Daha ilk atandığım dönemde idareye ve çeşitli yerlere benimle ilgili şikâyetler gitmiş. “O, çocuğumu okutamaz. Ders veremez.” “Çocuğum dersten eksik kalır.” gibi… Ardından da ben bunları duyunca bir veli toplantısı yaptım. “Sevgili velilerim beni henüz tanımıyorsunuz. Evet, önyargılarınız var ama benim sizden istediğim şu: Bana bir- iki aylık bir izin verin. Beni izleyin, çocuklarınızı izleyin. Onlar dersten geri kalıyorlarsa hala memnun değilseniz gelin sizinle birlikte istifamı ben yazayım. “ dedim.
    Bu toplantının ardından bir iki hafta sonra bir velim okul koridorunda yolumu kesti. Sesi titreyerek ağlamaklı bir şekilde benden özür diledi. Hakkımı helal etmemi istedi. Elbette benim için problem yoktu. Bu olaydan sonra da okulda velilerimle öğrencilerimle ya da idare ile de hiç sıkıntı yaşamadık.
    Sevgili Buket görme engelli bir öğretmen olarak ders işlerken sıkıntı yaşıyor musunuz?
    Engelli bir öğretmen olmak da dışarıdan göründüğü kadar zor değil. Neden zor değil? Teknolojik açıdan soracak olursanız zaten bilgisayarlarımız ve telefonlarımız artık konuştuğu için akıllı tahtalara bunları yansıtabiliyoruz ve dersi oradan istediğimiz şekilde işleyebiliyoruz. Bunun dışında da eğer öğrencilerle iyi iletişim sağlarsanız, onların seviyesine uygun anlatırsanız zaten sıkıntı yaşamıyorsunuz.
    İyi bir yazarsın. Eserlerin hakkında kısaca bilgi alabilir miyim?
    Eserlerim hakkında bilgi verecek olursam dört kitabım bulunmakta… İkisi çocuk kitabı, ikisi roman… Çocuk kitaplarımdan biri “Bilmecelere Gizlenmiş Türkçe” Bu kitapta Türkçe dersini eğlenceli bir şekilde çocuklara aktarmak istedim. Türkçenin 30 konusu 900 bilmece halinde çocuklara yöneltiliyor, cevapları isteniyor ve zaten ben onlara arkada cevabı fısıldamış oluyorum.
    İkinci kitabım “Yeryüzü Masalı” … Yeryüzü Masalı’nda 18 yeryüzü şekli bir masalın içerisinde karakter olarak karşınıza çıkıyor. Masal devam ederken siz bu yeryüzü şekillerinin özelliklerini ve ne olduğunu öğrenmiş oluyorsunuz.
    Romanlarıma geçecek olursak ilk romanım “Ölümün Gölgesinde”… Bu romanda genç bir kadının yaşadığı sıkıntılar, sevgi arayışı, bu sevgiyi bulamadıkça daha da hırçınlaşması, ölmesi ve ölümünün ardındaki giz…
    En son kitabım ise “Yüreğimdeki Deprem”… Bu; daha çok yeni, bu yıl yayınlandı. Bu kitapta ise genç bir psikologun deprem yıkıntılarının altında kalması, bu yıkıntıların altından fiziken ve ruhen bambaşka bir insan olarak çıkması, insanların bu duruma inanamamaları ve onun insanlara aktardıklarının ardındaki bir giz. Yine polisiye bir romanla okurlarımla birlikteyim.
    Yazmanın zorluklarını anlatır mısın?
    Ta çocukluktan beri yazı yazmaya düşkün hatta âşık bir insan olarak yazmakla ilgili bir sorun yaşamadım. Yazmak benim hayatımın önemli parçalarından biridir. Ne zaman bilgisayarın başına oturduysam zihnim hep bana izin verdi. Bu anlamda şanslı olduğumu düşünüyorum.
    Bazı engelliler hor görüldükleri zannıyla kendilerini toplumdan soyutlayarak içlerine kapanıyorlar. Bazıları da engellerini abartarak kendilerine acıyorlar veya kendilerini acındırıyorlar. Farklı duygular içindeler elbette haklılık payı da vardır. Engelli arkadaşlarımıza neler tavsiye edersin?
    Engellilere tavsiyem şu olacaktır: Toplumdaki bakış açısını düzeltmek, öncelikle kendi bakış açımızı düzeltmekle başlar. Biz kendi bakış açımızı düzelttikten sonra insanlara kendi gücümüzü, neler başarabildiğimizi göstereceğiz ki toplumdaki insanlar da bunu anlayarak önyargılarını yıkacaklar ve bize o şekilde bakacaklar. Her şeyi biz yapabiliriz. Önyargıları da yine biz yıkabiliriz. İnanırsak başarabiliriz.
    Dünyada engelli pek çok sanatçı var. Beni en çok etkileyen kişi yabancı ülkelerden Helen Keler’dir. Türkiye’den de Âşık Veysel’dir. Bu konuda bir de “Engel Tanımayan Sanatçılar” başlıklı köşe yazım vardır. Seni en çok etkileyen engelli sanatçı hangisidir?
    Etkilendiğim bir engellinin ismini söylemek çok zor. Birden fazla isim var. Daha doğrusu başarmış, kabuğunu kırmış insanların her biri benim için çok değerlidir. Her birinin ardında koca bir roman olduğunu düşünürüm. Bu anlamda tüm insanların yaşamları kendilerine özeldir ve her biri çok önemli izler taşımaktadır.
    Görme engelli biri olarak yaşadığın zorlukları anlatabilir misin?
    Yaşadığım zorluklara bakacak olursak evet zamanında zorluklar yaşadım. Bunları aştım. Şu anda tek hedefim de sıkıntı yaşayan insanların zorluklarını aşmaları için onlara bir ses, bir nefes, bir el olmaktır.
    Ailenin ve çevrenin sana karşı tutumu nasıldır?
    Çevremdeki insanlara ve aileme bakacak olursak elbette ki ailem beni korumak için kendilerince önlemler aldılar. Sıkıntılar yaşamayayım diye öncelikle geri planda kalmamı; üzülmemem için kanatlarının altında kalmamı istediler. Ancak ben bunu kabul etmedim. Daha benim başarabileceğim şeyler vardı. Onlara ve tüm insanlara göstermem için bu sıkıntıları yaşamam gerekiyordu. Çevremdeki insanlar ve ailem de gördü, bana katıldılar. Artık yapacağım şeylere karşı bir tereddüt ve endişe yaşamıyorlar. Dolayısı ile her zaman destekçim, her zaman yanımda oldular. Bu anlamda da başarıya yürürken beni her olayda teşvik ediyorlar.
    Yetkili biri olsaydın engellilerin hayatlarını kolaylaştırmak ve sorunlarını çözmek için neler yapardın?
    Yetkili biri olsaydım her ile tüm engellilerin kullanabileceği büyük kompleksler kurardım. Burada eğitim, sanat, spor her şey yapılabilirdi. Bu komplekslerde insanların tüm isteklerini gerçekleştirmek, eksiklerini tamamlamak, sıkıntılarını gidermek için özel kurullar oluştururdum. Bu kurullara düzenli aralıklarla yetkili isimlerin, milletvekillerinin, bakanlıklardan isimlerin gelmelerini arzu ederdim. Böylelikleri sıkıntıları konuşmak ve sıkıntıları gidermek için önemli adımlar atılacağını düşünürdüm.
    Gelecekle ilgili planların nelerdir?
    Gelecekle ilgili hem özel, hem genel olarak birçok hayalim var. Özel olarak yeni kitaplar yazmak, yeni okurlara ulaşmak, birçok alanda yeni imzalar atmak istiyorum. Genel olarak ise tüm engelliler, tüm kadınlar için yeni adımlar atmak, onların sıkıntılarını gidermek… Birçok engellinin, birçok insanın hayatlarına dokunabilirim. Umarım bu hayallerime ulaşabilirim.
    Sen kendiyle barışık muhteşem bir insansın. Çalışmalarını yakından takip ediyorum ve hayranlık duyuyorum. Başarılarının devamını diliyorum Bana vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim.

    Harika UFUK.
    ADANA. 5 MAYIS 2019 yıl. SAAT: 20.30

  • Şair İbrahim İlyaslının şeiri “Usare” dərgisində çap olunub

    Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının təşəbbüsü ilə gerçəkləşdirilən “Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndələrinin əsərlərinin təbliği” layihəsi çərçivəsində Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsi, Azərbaycan Yazıçılar Birliyinin üzvü, “Mahmud Kaşqari Medalı” laureatı, Əli Kərim adına Sumqayıt şəhər Poeziya Klubunun sədri, Azərbaycan Respublikası Prezidentinin Təqaüd Fondunun təqaüdçüsü, şair İbrahim İlyaslının şeiri Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətinin Kahramanmaraş şəhərində fəaliyyət göstərən Ebrar Vakfı Kültür yayın organı “Usare” iki aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisinin yeni 21. sayısında dərc olunub.

    “Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndələrinin əsərlərinin təbliği” layihəsinin layihəsinin rəhbəri, müəllifi, koordinatoru Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidmətinin rəhbəri və İctimaiyyətlə əlaqələr şöbəsinin müdiri, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyinin üzvü, “Kümbet” və “Usare” dərgilərinin Azərbaycan təmsilcisi Kamran Murquzov, məsləhətçiləri isə Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş məsləhətçisi, «Gəncəbasar” bölgəsinin rəhbəri, “Nəsr” bölməsinin redaktoru, Azərbaycan Yazıçılar və Jurnalistlər Birliklərinin üzvü, Prezident təqaüdçüsü, Gənclər mükafatçısı, gənc xanım yazar Şəfa Vəliyeva, Azərbaycan Respublikası Təhsil Problemləri İnstitutunun Kurikulum Mərkəzinin böyük elmi işçisi, filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatının Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin (gundelik.info) və Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının (edebiyyat-az.com) Məsul katibi, şairə-publisist Şəfa Eyvaz, Gündəlik Analitik İnformasiya Agentliyinin Mətbuat xidmətinin rəhbəri və İctimaiyyətlə əlaqələr şöbəsinin müdiri, Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Baş redaktoru, Azərbaycan Yazıçılar və Jurnalistlər Birliklərinin üzvü Kənan Aydınoğludur.

    Qeyd edək ki, bundan öncə şair İbrahim İlyaslının bədii yaradıcılıq nümunələri, poeziya örnəkləri Azərbaycan Jurnalistlər Birliyi Sumqayıt şəhər təşkilatı tərəfindən gerçəkləşdirilən “Çağdaş Azərbaycan poeziyasının inkişafına dəstək” layihəsi çərçivəsində Qardaş Türkiyə Cümhuriyyətində fəaliyyət göstərən “Kümbet” (Tokat şəhəri), “Hece Taşları” (Kahramanmaraş şəhəri) mədəniyyət və ədəbiyyatyönümlü dərgilərinə göndərilmişdi.

    Azərbaycanın Mədəniyyət və Ədəbiyyat Portalının Mətbuat xidməti