(USARE DERGİSİ 30.Sayı)
“İsmimin ne demek olduğunu öğrendim bugün.” dedi ve devam etti küçük kız; “Öğretmenim, sözlükten kelime bulmayı öğretti, sonra da arkadaşlarıma isimlerinin anlamlarını sordu, bilmeyenler sözlükten buldu, benimkisinin anlamı çok güzel, Mihra; iyiliksever, nazik, hoşgörülü demekmiş.” dedi ve “Baba! Sen bu ismi nasıl buldun?” diye sordu.
Babası; “Mihra ismi toplumda çok yaygın değil ki daha önce hiç duymamıştım, bir toplantıda konuşmacılardan birinin isminin Mihra olduğunu duyduğumda ben de merak ettim, anlamını internetten öğrendim.” deyince Mihra; “Ama bugüne kadar bana bunu sen söylemedin!” dedi, babası; “Haklısın” demekle yetindi.
Her çocuk gibi Mihra da meraklıydı bilmediklerini öğrenmeye, fırsat buldukça bilmediği şeyleri sorardı! Bu ismin bilerek seçildiğini böylece öğrenmişti, annesinin bu konudaki görüşünü de öğrenmeliydi, merak bu ya!
Küçük kız; “Peki, sen kendin mi seçtin bu ismi, arkadaşlarımdan çoklarının anneleri ya da babaları seçmişler isimlerini, sen anneme sormadın mı?” dedi.
Babası; “Olur mu öyle şey kızım, elbette annenle beraber karar verdik bu isme. Bu tür işlere anne ile baba beraber karar verirler.” dedi, Mihra büyümüş de küçülmüş denilen çocuklardandı; “Hımmm. Bu güzel işte! Tahmin etmiştim zaten! Senin gibi birisine de bu yakışır. Arkadaşlarımın ya annesi ya da babası seçmiş isimlerini, bence haksızlık, diğeri üzülmez mi?” dedi.
“Peki, bir soru daha sana”, “Siz, iyiliksever, nazik biri olayım diye mi bana Mihra ismini verdiniz?” dedi, babası;
“Elbette, biz senin iyiliksever, hoşgörülü, nazik birisi olmanı istediğimiz, hem de güzel bir isim olduğu için bu isme karar verdik.” deyince, “Ben böyle bir olmalıyım o zaman.” dedi.
Bunları konuşurlarken alışveriş merkezi koridorundan geçip yürüyen merdivenlerle ayakkabı satıcılarının daha çok olduğu kata çıkıyorlardı. Işıklı ayakkabı alacaklardı.
Birkaç mağazaya sordular, “Işıklı ayakkabı var mı?” diye. Bu seferki mağazada buldular.
Mihra denemek için ayakkabıları giydi, tamam, olmuştu bu iş. Çok sevindi, dükkânın içerisinde bir tur bile attı ayakkabılarına bakarak. Sonra, ayakkabıları bir de ayağında görmek için mağazanın orta yerindeki, yerden yukarı doğru uzanan aynanın karşısında durdu, ayaklarını bir beri bir öte hareket ettirdi, ışıklar yanıyor mu diye aynadan kontrol etti, yürüyünce yanıyordu ışıklar, “Harika! Babacığım çok teşekkür ederim.” dedi. “Sadece bana değil, annene de teşekkür etmelisin değil mi?” dedi babası. Mihra; “Elbette ki ona da teşekkür edeceğim ama eve varınca. Hem o daha çok çalışıyor. Bak, bugün tatil ama o, bizim için evde yemek hazırlıyor, pastalar yapıyor, melek annem!” dedi.
Işıklı ayakkabıları almışlardı, piyasaya daha yeni çıkmıştı ama arkadaşlarından giyenler vardı, kaç günden beri bu ayakkabının hayalini kuruyordu.
Mağazadan çıktılar, AVM koridorunda ilerliyorlardı; “Baba!” dedi, babası; “Efendim Kızım!” diye karşılık verdi. Bir şey söyleyeceğim ama utanıyorum.” dedi. Babası; “Söyle Kızım, çekinme. Bir şey mi isteyeceksin?” dedi. “Evet ama bugün ayakkabı aldın, çok masraf olur değil mi?” dedi. Babası; “Sen söyle bakalım, duruma göre değerlendiririz.” dedi.
“Çevrende ne görüyorsun, haydi sen bil bakalım!” deyince, babası; “Burada çok şey görüyorum, elektronik eşya satıcıları var, ayakkabı mağazaları, giysi mağazaları, çerezci, çikolatacı, var işte var!” dedi. “Bilemedin, onlar işyerleri, ben sana çevrende ne gördüğünü sordum, o zaman soruyu şöyle sorayım; peki, dışarıda hava nasıl?” dedi. Babası; “Nasıl yani, soğuk demek mi istiyorsun?” deyince; “Hayııır! Yine bilemedin!” dedi. “O zaman sen söyle, tamam ben bilemedim.” dedi.
“Dışarıda yağmur yağıyor değil mi? Gelirken gördük, şurada bir şeyler görmüyor musun?” derken eliyle de işaret ediyordu, babası; “Anlaşıldı, sen şemsiye istiyorsun!” dedi. “Şimdi bildin işte, bir şemsiye almayacak mısın? Çok olursa alma, başka zamanda da alabilirsin.” dedi.
Bir mağazanın önünde, kovanın birine büyükler için, birine de küçükler için çeşit çeşit desen ve renklerde küçük şemsiyeler doldurulmuştu.
“Tamam!” dedi babası, “Ben görmemişim, haydi beğen bakalım, şemsiye de alalım.” dedi.
Mihra bir şemsiye beğendi, babası parsını ödedi.
Şemsiyeyi de almışlardı, dışarıda da yağmur yağıyordu, Mihra babasına; “Haydi gidelim artık.” dedi.
Otoparka indiler, arabalarını buldular ve bindiler. Otoparktan çıktıklarında, gök yarılmış da su boşalıyor gibi yağmur yağıyordu.
Kim bilir kaç sokaktan, kaç caddeden çoğalarak gelen yağmur suları, sokak ve caddelere atılmış atıklardan önüne gelenleri sürükleyip götürüyordu, bazı yerlerde bordürlerin üzerinden aşıyor, kaldırımlara yayılıyordu. Dükkân sahipleri, satışa sundukları meyve ve sebze dolu kasaları kaldırıma koydukları için insanlardan birçokları, kaldırımdan değil de yoldan yürüyorlardı. Taşkın sular, zavallıların ayakkabılarına doluyordu. Kaldırımdan yürüyenler ise tek sıra halinde, kimileri ayaklarının ucuna basarak gidiyorlardı. Biraz ilerleyince Mihra heyecanla; “Baba, Baba, bir dur!” dedi. Bir olumsuz durum olmuş ya da görmüştür düşüncesiyle babası; “Ne var, ne oldu?” dedi ama cevap alamadı. Babası arabayı sağa yanaştırdı, durdu, hiçbir şey demeden Mihra kapıyı açtı, arabadan fırladı, uçan bir şeyi yakalayacakmış gibi kollarını yana açtı, zaten üflense uçacak kadar zayıf, çelimsiz bir çocuktu, şemsiyesi de elindeydi, kaldırıma bastı, fakat sendeledi, kaldırıma çıkamadı. Babası ne yapacak diye bakarken o böyle bir harekette bulundu, babası onu böyle görünce ani bir refleksle arabadan inmek için kapıyı açtı, ancak yetişmesi mümkün değildi!
Bir kadın, mantosunun eteğiyle, kendi yaşlarda çocuğunu, sicim gibi yağan yağmurdan korumaya çalışıyordu. Çocuk soğuktan boynunu içine çekmiş, büzüldükçe küçülmüş, küçüldükçe küçülmüştü! Çocuk önde, kadın arkasında, tek sıra ilerlemeye çalışıyorlardı. Kadın sendeleyen Mihra’yı gördü, kendisine çok yakındı, kız tam suya düşecekken bir kıvraklıkla, kendi çocuğunu bırakarak onu sağ elinden yakalayıverdi, kendisine doğru çekip kucakladı, kaldırıma çıkardı. İşler o kadar hızlı olmuştu ki babası henüz arabadan inebilmişti. Suya düşmekten kurtulan Mihra, hiçbir şey olmamış gibi şemsiyeyi açtı ve kızın eline tutuşturdu. Çocuk da annesi de babası da ne olduğunu anlayamamışlardı, şaşkın şaşkın Mihra’ya bakıyorlardı, kadın ve kızı ne diyeceklerini bilememiş durumda sadece ona bakıyorlardı. Şaşkınlığı üzerinden atıp kendisini toparlayan babası kadına seslendi;
“Alın o şemsiyeyi lütfen, kızımın kızınıza hediyesidir.” dedi. Kadın bir Mihra’ya bir babasına baktı, sanki bir şeyler söyleyecek de ne söyleyeceğini bilemiyordu. Adam tekrar; “Alın, alın, lütfen” dedi, Mihra’ya da “Kızım sen de gel.” diye seslendi.
Ayakkabısına sular dolsa da uzanarak babası Mihra’yı kaldırımdan aldı, arabaya bindiler. Çocuk ve annesi ne olduğunu hala anlayamamış durumda onların arkasından bakıyorlardı. Mihra; “Baba kızdın mı?” dedi. Babası; “Niçin kızayım ki, ciddi bir tehlike atlattın ama çok da güzel bir iş yaptın. Güzel işler başarmak bazen tehlikeden sonra olur. Aferin, güzel bir iş yaptın, seni kutluyorum.” dedi. Mihra; “Çocuğun kabanı da yoktu, öyle görünce dayanamadım, başka ne yapabilirdim ki!” dedi. Babası; “Çok iyi yaptın kızım, ben mutlu oldum.” dedi. Mihra coşarak; “Benim adım Mihra, benim adım Mihra! Mihra da iyiliksever demek değil mi?” diyerek elleri havada haykırmaya başladı. “Doğrudur.” dedi babası, “Haydi gidip bir şemsiye daha alalım.” dedi. Mihra; “Hayır babacığım, bugünlük bu kadar, her şey tadında kalsın!” dedi.