KURMAY ALBAY MUSTAFA VECDİ TİRYAKİ

28 Haziran 2015 Heybeliada’da Osman Genç’in misafiriyiz. Rahmetli ağabeyim Osman Akar 1978 yılında Heybeliada Sanatoryumunda uzun bir müddet tedavi görmüştü. O zamandan beri içimde bir ukdeydi onun yattığı sanatoryumu ve Heybeliada’yı görmek. Bu daveti yaptığı ve mükemmel bir şekilde bizleri Ramazan ayının yoğunluğuna rağmen ağırladığı için Osman Genç Ailesine daima minnettar kalacağım. Çok sağolsunlar.
Heybeliada’da şu anda metruk bir halde bulunan Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Sanatoryumunu Almuslu güvenlik görevlisi Ali Bey hemşerimin refakatiyle arzu ettiğim şekilde gezip duygularımı hastane duvarlarına ağlayarak boşalttım. Peyami SAFA’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanını burada bir kez daha okuyup yaşadım zannettim. Üzülmemek mümkün değildi. 1924 yılında Atatürk’ün emriyle açılarak hastalara şifa veren bu sağlık kurumu maalesef türlü gerekçelerle (1999 depreminde duvarları çatlamış, yeniden tamirat görmüştür) 2005 yılında hizmete kapanmış, Zeki Müren gibi sanatçıların bile hastalara konser verdiği hatıralar yüklü bu hastane de Heybeliada’ya küsmüştü.
Gelişimin ertesi günü Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nce yayınlanan KÜMBET Dergisi takdimimle bazı asker aileleri ile de tanışma fırsatı buldum. Bunlardan biri de Emekli Kurmay Albay (rahmetli)Vecdi Tiryaki’nin eşi Ayla Tiryaki oldu. Sohbet sırasında eşinin çocukluğunda Atatürk’le ilgili unutulmaz bir hatırasından bahsedince bize de mesleğimiz gereği bir röportaj yapma imkânı doğdu. Eski top arabalarının tekerleklerinden dizayn edilmiş, kanepeye benzer seyyar bir salıncakta karşılıklı oturarak mavi denizi önümüze, Heybeliada’nın yeşilini arkamıza alarak sohbetin derinliğine doğru yol aldık. Hanımefendi’nin hayatının önemli bir bölümü bu adada geçmiş, kimbilir Ahmet Rasim’in yeğeni, Yesarî Asım Arsoy’un “Biz Heybeli’de Her Gece Mehtaba Çıkardık” şarkısını eşiyle beraber kaç kez terennüm etmişlerdi.
Önce kendisinden bahsetmesini isteyerek kıza notlar aldım.
İstanbul Bakırköy 1940 doğumlu. İlkokulu Kartaltepe İlkokulu’nda bitirdikten sonra, ortaokulu Bakırköy Ortaokulu (Taş Mektep)nda tamamlamış. Bu okul şu an Tarık Akan Özel Lisesi olmuş.
Liseyi o dönemde Bakırköy’de lise olmadığı için Cağaloğlu Kız Lisesi’nde okumuş.
Babası İzzet Sungur, Kastamonu’nun Eflani Çalışlar Köyünden. İleri görüşlü bir polismiş. Elli yaşında emekli olunca Sümerbank’ta baş puantör olarak çalıştıktan sonra seksenbir yaşında vefat etmiş.
Annesi Saraybosna’dan Balkan Savaşları sırasında dokuz yaşında göçle gelmiş. Babası da o sırada Beykoz’da polismiş, tanışmışlar Allah da yazınca evlenmişler.
Bu kısa özetten sonra sözü ona bıraktım:
Liseyi bitirince üniversite imtihanına girdim. Ama arzu ettiğim bölümleri kazanamadım. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne devam ettim. Hocalarımız arasında Prof. Dr. Zeki Velidi TOGAN, Şefik İnan gibi tanınmış ilim adamları vardı.
Bir yandan üniversite de okurken diğer yandan Galata Vergi Dairesinde memur olarak çalıştım. Aynı serviste Vecdi Beyin yakını ile çalışınca eğitim noktalandı maalesef. İki aile de üstelik Kastamonulu olunca işler kolaylaştı. Kayınpederim de Dadaylı idi. Altı ay kadar nişanlı kaldık, Bu arada 27 Mayıs 1960 Askeri İhtilali oldu. Vecdi, Adalarda yüzbaşı idi. (Kınalı Ada’da) Adaların Emniyet Amiriydi. Ben yirmi yaşımda, o otuzbir yaşındaydı.19 Ağustos 1960’da evlendik.
Evlendiğimizde o, Heybeliada Deniz Askeri Lisesi’nde askeri öğretmendi. Ama asıl görevi denizciydi. Sekiz yıl gemilerde görev yaptı. İki çocuğumuz oldu. Hakan 1961 yılında, Neslihan 1963 yılında doğdu. Eşim görevi nedeniyle bazen on beş günde, bazen iki ayda bir gelirdi. Dolayısıyla ben kayınpederin evinde kaldım.
Kayınpederim Abdullah Tiryaki, Cumhuriyet ilan edilmeden önce İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda baş imammış. Cumhuriyetle birlikte bu görevi sona erince milli eğitime geçmiş ve buradan emekli olmuş. O bir ayaklı tarihti, çünkü iyi bir medrese eğitimi almıştı. Sadberk Hanım da kayınvalidemdi. Onun babası da Liman Reisi imiş. Üsküdar Doğancıların ileri gelenlerinden.
Kayınvalidem Sadberk Hanımın ağabeysi Atıf Coşkun Bey aynı zamanda bir gazi idi. Zamanla Ada’ya yerleşiyor. Yazları bizimkiler de oradan ev tutuyorlar ve böylelikle bir ada hayatı başlıyor. Ondan iki yaş büyük ağabeysi deniz albayı Vehbi Tiryaki dâhil hep adada kaldık.
Vehbi, ilkokula giderken eşim Vecdi de her gün okul çıkışlarında onu bekleyip almaya gidiyor.11 Eylül 1934 tarihinde Atatürk, motorla Deniz Askeri Lisesi’ni ziyaret amacıyla İnönü’nün misafiri olarak Heybeliada’ya geliyor. (İnönü’nün Refah Şehitleri Caddesi’ndeki evini Atatürk hediye etmişti.) Askeri Deniz Lisesi Komutanı Yarbay Bilal Taluğ, komutanlarla birlikte Atamızı karşılıyor. Bu ziyaretten sonra Adalıların Heybeliada Orhan Gazi İlkokulu’nu da gezme teklifini de memnuniyetle kabul ediyor. Faytonla okulun önünden geçerken eşimin duvarın üzerinde oturduğunu görüyor ve arabacına durdurmasını istiyor. Faytondan inerek:
-Sen neden burada oturuyorsun çocuk? Diye soruyor. Vecdi de:
-Ağabeyim içerde, beni de içeri almıyorlar, onu bekliyorum efendim. Diye cevap verir. Bu sırada okulun yönetici ve bütün öğretmenleri Atatürk’ü karşılamaya çıkıyorlar. Atatürk:
-Niçin bu çocuğu içeri almıyorsunuz? Bundan sonra içeri alın, sınıfta oturacak. Diye emir veriyor. Ayrıca Vecdi’nin yanağını okşayıp para veriyor.
İnönü’yü eşim çok görürdü. Eşim ilkokulu bu Heybeliada İlkokulu’nda (şu an kütüphane olan bu okulun müze yapılması için restore çalışmaları yapılıyor) tamamlayıp ortaokulu Üsküdar’da bitirdikten sonra Heybeliada’daki Deniz Lisesi’ni kazanıyor. Ancak mülakat sırasında boyu kısa diye sıkıntı doğunca babası doktoru tanıyormuş. Kapıyı hırsla açıyor.
-Sen benim çocuğumu nasıl almazsın bizim sülalede kısa boylu var mı hiç? Diye isyan edince kabul ediliyor. Arkadaşları okulun ilk yıllarında tüfeğini yere değdiğini söylerlerdi.
1943 yılında İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Mersin’de savaş eğitimi tatbikatındaydılar. Barakalarda kalıyorlardı. (1943-1946 yılları) Sonra tekrar Heybeliada’ya döndük. Okulu bitirince Deniz Harp Okuluna giriyorlar. Mezuniyetten sonra geçici olarak birkaç ay Amerika Birleşik Devletlerinde eğitim görmüş. Bir müddette Boğazlarda mayın aramada da çalıştı.1968 yılında Ankara Donanma Komutanlığı’na tayin edilerek Sınıflandırma Şube Müdürlüğü’ne getirildi. İskenderun’ a gider askeri dağıtımları o yapardı.
Ümit Tokcan, Muzaffer Uludağ gibi sanatçıları bu dağıtımdan Ankara’ya getirdi. Onların konserlerine askeri gazinoya giderdik. Celal İyiceoğlu o zaman Deniz Kuvvetleri Komutanıydı. Taner Şener bir konserinde herkese duygulu anlar yaşatınca komutan kol düğmelerini çıkarıp ona hediye etti.
Ankara’dan sonra yedi ay Almanya’ya giderek iki gemi getirdiler.1972 yılında törenle teslim ettiler. O arada da kıdemli albay olmuştu.1973 yılında bu şerefli mesleğinden sessiz sedasız emekli oldu. Arkadaşlarıyla birlikte demir ticaretine atıldılar ancak vergi dürüstlüğü ve enflasyona takılınca işi bırakmak zorunda kaldılar.
Emekli olunca haliyle eskisi kadar Ada’yla bağımız kalmadı. Ancak hemen her yaz kamplara geldik. Burada kamp dönemlerinde onbeşer gün konserler verilirdi.
18 Ocak 1929 yılında dünyaya gözlerini açan eşimi 26 Mart 2015’de kaybettim. Son doğum gününü 18 Ocak’ta Maltepe Üniversitesi Hastanesi’nde kutlamıştık. Sevenlerinin omuzları üzerinde Karacaahmet Mezarlığına defnettik.
Hakan şu an elektrik mühendisi, Neslihan ise serbest ticaretle uğraşıyor. O da torunlarıyla vakit geçiriyor.