azb

Türk tarihinin zaferler ayı olarak bilinen Ağustos ayında küçük büyük 62 zafer kazandığımızı tarihler kaydeder. Bunlardan 26 Ağustos 1071 Malazgirt, Mohaç Savaşı, Mercidabık Savaşı, 26 Ağustos Sakarya Savaşı ve 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi Türklerin tarihte kesin çizgilerle iz bıraktığı zaferlerden birkaç tanesidir.
26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşıyla Anadolu’nun kapıları Türklere birer birer açılır. Bizans İmparatorluğu’nun doğuda en kuvvetli kalesi ve şehri olan Ani’nin Alpaslan tarafından fethedilmesi, Hıristiyan dünyasında büyük üzüntü ve İslâm dünyasında ise büyük sevince yol açmıştır.
Çağrı ve Tuğrul kardeşler, rüzgâr gibi uçan atlar üzerinde uzun saçlı Türkmenler olarak anılırlar. Çağrı Bey eşsiz bir savaşçı ve kardeşi Tuğrul Bey ise siyasi bir deha sahibidir.
Alparslan’ın amcası Tuğrul Bey, yaşlı olduğu için yerine yeğeni Alpaslan’ın üvey kardeşi Emir Süleyman’ın geçmesini istiyordu. Alpaslan kendini iyi yetiştirmiş ve Horasan’da vali iken her yönüyle kendini iyi bir kumandan olarak tanıtmış ve ünü her yana yayılmıştı. Beylerin de desteğini alarak amcasının muhalefetine rağmen Selçuklu tahtına oturur. Kendine isyan eden kardeşleri ve yeğenlerini affeder ve onlara tekrar görev ve sorumluluk verir. Onların gönlünü de alır.
Alparslan asıl amacının Türklere Anadolu’nun kapısının açmak olduğunu şöyle söylüyordu: “Beylerim, yeğenlerim, kumandanlarım, Biliniz ki biz, amcam Tuğrul Bey’in açtığı yoldan yürüyeceğiz. Bu yol Türklüğün yükselmesi, yeni bir vatan kazanması için takip edeceği yoldur. Birliği, kardeşliği bozmayalım. Sultana isyan edenler felah bulamazlar. Birlikte çalışacağız, birlikte yaşayacağız ve zaferlerimizin meyvesini birlikte tadacağız.”
Alparslan doğuda seferlerine devam ederken Afşin, Sav Tekin, Ay Tekin. Gümüş Tekin gibi komutanları da Bizans’ın dayanma noktalarını yok etmek, Bizans’ı hırpalamak ve yıldırmak, Anadolu’yu Türkmenleştirme işini kolaylaştırmak amacını güdüyorlardı.
Bizans Türk saldırıları karşısında imparatorluğun gittikçe zayıfladığını, tedbiri almazsa çökeceğini anlamıştı. Kraliçe Odokya, Türk saldırılarına karşı koyacak iyi bir teşkilatçı, soylu bir asker aramaya koyuldu. “Ben ancak Türkleri durdurabilecek bir kumandanla evlenebilirim ve Bizans tahtına yalnız onu oturturum.” diyordu. Yeni İmparator Romen Diyojen ilk iş olarak Makedonya, Yunanistan, Franklar, Normanlar, Slavlar, Almanlar, Ermeniler, Abhazlardan asker topladı. Orta ve Batı Anadolu’da yaşları uygun olan erkekleri asker yaptı. Rumeli’deki “Oğuz ve Peçenek” Türklerine de görev verdi.
Bizans ve bütün Hıristiyan dünyası Romen Diyojen’in kesin zafer kazanacağına inanıyordu. Çünkü o çağın en büyük donanma ve ordusuna sahipti. Bizans’ın ve Hıristiyan dünyasının bütün imkânları bu savaş için sarf edilecekti.
200 bin kişilik Bizans ordusu Malazgirt önlerine geldi. İmparator elçi gönderdi. Alpaslan sert bir cevapla elçiyi geri gönderdi. Alpaslan 54 bin kişiden ibaret bir ordu ve tanınmış onlarca seçkin kumandanlarıyla Bizans ordusunu karşıladı. Aralarında 5–6 kilometre mesafe vardı. Alparslan Bizans İmparatoruna bir elçi gönderdi. O sırada Alparslan’ın yanında Abbasi Halifesinin elçisi de vardı.
Türk elçileri imparatora: “Ordunla beraber geri dön ve bu büyük savaş olmasın, kan dökülmesin; barışı gerçekten arzu ediyorsan bunu Halife aracılığı ile yaparız. Aksi takdirde biz azimliyiz. İşi, samimiyetle bağlı olduğumuz Ulu Tanrı’ya bırakırız dediler.”
İmparator elçileri küçümseyerek ve şu cevabı gönderdi: Barış görüşmelerini ancak Rey şehrinde yapabiliriz. Ben, Rum ülkesine yapılanları İslâm ülkesine yapmadıkça, İslâm ülkelerine kendi ülkem gibi hâkim olmadıkça, dönmeyeceğim. Bu sefer için muazzam paralar sarf ettim, nasıl dönerim!”
İmparator elçilerle alay ederek sordu:
-İsfahan mı daha güzeldir yoksa Hemedan mı?
– Hemedan’ın soğuk olduğunu haber aldık, biz İsfahan da, hayvanlarımız da Hemedan’ da kışlayacak.” Sav Tekin bu anlamlı sözlere daha fazla dayanamayarak şu anlamlı karşılığı verdi:
-Atlarının Hemedan’da kışlayacakları doğrudur, ama senin nerede kışlayacağını bilmiyorum.”
Elçiler geri döner. Alparslan olup bitenleri elçiden dinler. Kumandanlarını ve imam olan büyük âlim Buharalı Ebu Nasr Muhammed (İmam Buharî)i alarak yüksek bir tepenin üzerine çıkar. Büyük Bizans ordusunu görür. Buhari’ye dönerek fikrini sordu. İmam Buhari şu cevabı verdi:
“-Sen Tanrı’nın başka dinlere üstün tuttuğu İslâm dini için savaşıyorsun. Ümidim kuvvetlidir ki Tanrı senin için bir fetih takdir etmiş olsun. Yarın cumadır. Bu mübarek günde hatipler bütün camilerde askere zafer duası ederler. Bu saatler duaların kabul edildiği saatlerdir. Cuma günü savaşa başlayalım.” Kumandanlar da hem fikirdir. 25 Ağustos 1071 Cuma gecesi sabaha kadar orduda kimse uyumaz. Cuma namazı kılındıktan sonra o muhteşem, o mübarek ordusuna şöyle hitap etti:
“Kumandanlarım, askerlerim, biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerden bizim için dua ettiklerini şu saatlerde, kendimi düşman üstüne atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım ya da şehit olur cennete giderim. Beni takip etmek isteyenler arkamdan gelsinler. Gelmek istemeyenler gidebilirler… Ayrılanları ahirette ateş, dünyada ise şerefsizlik beklemektedir.”.
Bundan sonra naralar ta düşman karargâhında yankılandı. Erler ve kumandanlar hep bir ağızdan:
“Ey yüce Sultan, biz senin kullarınız. Her zaman senin emrinde ve seninle olacağız. Sen ne yaparsan onu yapacağız, nereye gidersen oraya gideceğiz.”
Alparslan, yarattığı heyecan, hareket ve jestleriyle daha da artırarak, yay ve okunu fırlatıp eline kılıcını ve gürzünü aldı. Atının kuyruğunu kendi eliyle bağladı. Hücum öncesi şunları söyledi:
“İşte şehitlik kefenim, Savaş meydanında ölürsem, beni bu elbise ile gömersiniz. Yerime oğlum Melikşah geçer. Ona itaat ediniz.”
Savaş, Alparslan’ın ileri atılmasıyla başladı. Düşman tuzağa düştüğünü, çembere alındığını anladığında iş işten geçmişti. Tam bu sırada Uzlar, az sonra Peçenekler, düşman diye saldıracakları ordunun kendileri gibi Oğuz soyundan olduklarını kılık ve kıyafetlerinden anlamış ve aynı dili konuştuklarını anlayınca Türk ordusu safına katılmışlardı. Alparslan’ın ordusu daha da güçlenmişti.
Bizans ordusu paramparça olmuş ve binlerce Bizans askeri ve İmparator Romen Diyojen esir alınmıştı. İmparator zincirlenmiş olarak Alparslan’ın huzuruna getirilir. Zinciri çözülür. Sultan:
“-Savaştan önce dostluk kurmak için sana elçi gönderdim. Sen dostluktan kaçındın. Sana düşmanlarımın verilmesi için Afşin’le de bir heyet göndermiştim. Fakat sen, çok para sarf ederek ordu topladın, buralara kadar geldin, aradığımı yakaladım, ülkelerime yapılanları İslâm ülkelerine yapmadan nasıl dönerim?’ dedin. Serkeşliğin sonunu nasıl buluyorsun?
İmparator:
-“Doğrudur, senin ülkelerini almak için türlü kavimlerden ordu topladım, paralar sarf ettim. Şu anda memleketim ve kaderim senin elindedir. Azarlamayı, parlamayı bırak, ne istiyorsan onu yap.” Sultan:
“-Zaferi sen kazansaydın bana ne yapardın? İmparator:
“-Sen, benim veya adamlarımın lütfuna terk edilmiş olsaydın, ya başını kesmelerini veyahut bir darağacına asmalarını emrederdim.” Sultan, yüksek sesle:
“-Sana ne yapacağımı sanıyorsun?” İmparator:
“-Üç şık var: Birincisi beni öldürürsün. İkincisi, üzerlerine yürümekten ve fethetmekten bahsettiğim ülkelerinde beni dolaştırır, teşhir edersin. Üçüncü şıkka gelince, yapamayacağın için söylenmesinde bir fayda yoktur. ”Sultan:
“-Sen yine de söyle.” İmparator cevap verdi:
“-Affedilmemdir. Sunacağım paraları kabul etmen, beni dost edinmen, aramızda dostluk kurulması, beni bir kölen, kumandanlarından biri ve Rum’da bir naibin olarak memleketime iade etmendir. Beni öldürürsen sana bir faydam olmaz. Bir başkasını Bizans tahtına çıkarırlar.” Sultan:
“Ben senin hakkında aftan başka bir şey düşünmedim. Kendini satın al! İmparator:
“-Sultan ne istediğini söylesin.” Alparslan imparatorun can bedelini söyledi:
“ -10 000.000 dinar (altın).” İmparator üzüntüsünü şöyle ifade etti:
“Hayatımı bağışladığın takdirde Rum mülkünü bile istemekte haklısın. Ordular kurmak için çok paralar sarf ettim. Hazineleri boşalttım. Halkımı fakir düşürdüm.”
Serbest kalma sonucu yapılan anlaşma şu idi.
İmparator altın karşılığı büyük miktarda vergiye bağlandı. Bizans’ta bulunan Müslümanlar serbest bırakılacak, İmparator gerektiğinde sultana askeri yardımda bulunacak ve Malazgirt, Urfa, Antakya, Membiç yöreleri ve Kızılırmak’ın doğusu Türklere terk edilecek.
Artık Bizans ordusu yoktu. Anadolu’nun kapıları Türkler için ardına kadar açılmış bulunuyordu. Zaten asıl ödülü bu olacaktı.
Malazgirt zaferinden sonra Alparslan’ın şöhreti, yalnız İslâm âleminde değil Japonya’dan İngiliz adalarına kadar üç kıtaya yayıldı. Adil sultan, fetih babası lakaplarını da verdiler.
Ne diyor o koca sultan, “Kaç kere söyledim, biz bu ülkeleri silah kuvvetiyle aldık, temiz Müslümanlarız ve bid’at bilmeyiz. Bu sebeple, Allah, halis Türkleri aziz kıldı.”
Sakarya ve 30 Ağustos Büyük Türk Zaferi
Sakarya ve 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi Türk Milletinin var olma ve yok olma mücadelesidir. İnönü savaşlarından sonra galip devletler Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltmaya başlayınca, Yunanlılar bütün kuvvetlerini Anadolu’ya geçirmeye çalıştılar. Kral Konstantin, Sevr Antlaşması’nı Yunan askeri gücü ile uygulamak istiyordu.
Mustafa Kemal Paşa, ikinci İnönü zaferi de kazanılınca Batı cephesi Kumandanı İsmet Paşa’ya çektiği kutlama telgrafında “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs (tersi dönmüş) talihini de yendiniz.” der.
Sakarya Meydan muharebesi,13 Eylül 1683 günü Viyana’da başlayan çekilmeyi,238 sene sonra Sakarya’da durdurmuştur. Bu savaş ile Anadolu’nun bir “küffar” ülkesi olmasının önü alınmıştır.
Malazgirt Savaşı da 26 Ağustos 1071 Cuma başlamıştı, Sakarya Savaşı da 26 Ağustos Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece idi.
30 Ağustos Büyük Türk Zaferi aynı zamanda bütün batılı ülkelerin de yenilgisi mahiyetinde idi. Bu Türk zaferi sonucunda ortaya çıkan durum, tarihe yepyeni bir Türk devletinin tamamıyla milli ve dipdiri bir Türk Devletinin doğmasını sağlamıştır. Avrupalı emperyalist güçlerin tam bir oyunu olarak ortaya çıkan ve Sevr’in zorla Türklere kabul edilmesi için tertip edilen bu Anadolu seferi, onların oyuncağı olan ve kendi küçük ülkesinin ulaşamayacağı bir serüven halinde başlayıp sona eren Yunan macerası, aynı zamanda tarihin bir dönüm noktasıdır.
Avrupalı emperyalist güçlerin ve sömürgelerin sonunu ilan eden bir Türk zaferidir. Bu büyük Türk zaferidir ki, Batılı ülkelerin demir pençeleri altında inleyen esir ülkelerin ayaklanması ve milli devletlerini kurmak için savaşmaları dönemini de başlatmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimi ile “artık her zincir kırılışının başında Anadolu mücadelesi, Türk Kurtuluş Savaşı ve sonuçları anılacaktır.
30 Ağustos, etnik köken ve mezhebine bakılmaksızın kendisini “Bu vatanın evladıyım” diye tanımlayanlardan oluşan bir ulusun şahlanışıdır. Atatürk’ün önderliğinde küllerinden yeniden doğan Türk Milleti’nin destansı başarısıdır. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu destansı şiirinde:
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel iklim-i Ruma,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma,
Yeni bir şevk ile gürledi gökler,
Ya Allah… Bismillah… Allahü ekber.
Biz asil Türk Kurtuluş Savaşının ruh yapısını, milli vicdanını, ıstırabını bu şiirlerle öğrendik. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dizeleri gün gibi hafızalarımızdadır.
Bir avuçtan fazla insan değildi/ Bize dünya düşman oldu, yenildik
Bilirlerdi şan vermişti eski Türk / Sandılar ki can vermiştir eski Türk
Topumuzu, süngümüzü aldılar/ Ülkemize Yunanlıyı saldılar
Minareler duyguları var gibi/ Bizi kurtar! Bizi kurtar ya Rabbi,
Deyip yanan şehirlere kapı/ Bu yıkılan bütün her şey vatandı.
26 Ağustos 1922’de sabaha karşı başlayacak olan Büyük Türk Taarruzunun hazırlık safhaları büyük bir gizlilik içinde devam etmiştir. Türk birlikleri saldırı hattına doğru yığınak yaparken, gündüzleri bir ağaç gölgesine gizleniyor, yürüyüşlerini hep gece yapıyordu. Karşı tarafın hiç haberi olmamıştı. Altı adet Yunan keşif uçağının bütün uçuşlarına rağmen hiçbir haber alamamışlardır.
O güne kadar Ankara’da çalıştığı Türk istihbarınca da bilinen bir İngiliz gizli ajan teşkilatı TBMM’deki gizli görüşmeleri bile iki gün sonra öğrenmiştir.
Türk saldırı harekâtının başlamasından 10 gün önce Türk hükümetinin bir emri ile Anadolu’nun bütün dünya ile irtibatı kesilmiştir. Öyle ki, sahillerden bir tek kayığın hareketi bile yasaklanmıştır. Telefon, telgraf ve mektup gibi her türlü muhaberat aracı çalıştırılmamıştır. Ankara’daki İngilizlerin “Karajumbo” casus teşkilatı hiçbir haber alamamışlar ve Londra’ya ulaştıramamışlardır. İngiliz ajanları atlatılmışlardır. Londra ancak Türklerin İzmir’e doğru akmaya başladıkları zaman haber alabilmişlerdir.
Türk ordusunun 26 Ağustos sabahındaki hazırlık ateşinden birkaç saat sonra, Piyade tümenleri saldırıya geçerek düşmanın ilk hatlarını yardılar. Daha, sabahın erken saatlerinden itibaren düşman büyük bir şaşkınlık içine düşmüştü.
Ertesi gün 27 Ağustos’ta Yunanlıların uzun çalışmalar ve büyük emeklerle sağlamlaştırdıkları bütün istihkâmlar Türk askerinin metin saldırısı sonucunda birer birer aşılıyordu. Gerçekten de mevziler iyi hazırlanmıştı. O mevzileri gezen bir İngiliz subayı “Türkler bu mevzileri altı ayda aşabilirlerse altı saatte aşmış gibi övünebilirler.” demişti.
30 Ağustos’ta bizzat Türk Orduları Başkomutanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa tarafından yönetildiği için Başkumandanlık Meydan Savaşı adını alan çarpışmalar başlamıştır. Bu çarpışmalar ve boğaz boğaza yapılan amansız bir savaş sonucunda düşman ana kuvvetleri büsbütün yok edildiler.
Artık düşman ordusu yoktu. Mustafa Kemal Paşa’nın, daha önce söylediği gibi, “düşman, vatanın harim-i ismetinde boğulmuştu. Çatalköy civarında 100 bin ölü, 20 bin esir, çok sayıda top, tüfek ve cephane bırakmıştır.” Geri kalanların bir kısmı da esir edildiler. Savaş alanının büyük bir kısmındaki Türk kasaba ve köyleri ise büyük bir katliama uğrayarak halkı vahşice öldürülüp evleri yağmalandıktan sonra ateşe veriliyordu. Bazı yerleşim birimlerinde sivil halk, kadınları, çocukları ve ihtiyarları ile beraber ahşap köy camilerine doldurularak gazyağı dökülüp ateşe veriliyordu. Can havli ile yangından kaçanlar ise camilerin önüne dizilen mitralyözlerin ateşi ile öldürülüyorlardı.
1 Eylül’de Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Türk ordularına şu emri verdi:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularına! Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
Köyleri ve kasabaları yakma emrini veren Yunan Başkumandanı General Trikopis, General Diyenis ve kurmay subayları ile birlikte Türk ordusuna teslim olmuşlardır. Bu esir Yunan Generallerini karşılayan Türk Ordusu Kurmay Başkanı General Asım Gündüz’ün onlara Türkçe ilk hitabı bir tokat gibi suratlarında şaklamıştır:
“Sizleri medeni bir ordunun mensupları olarak mı, yoksa bir eşkıya sürüsünün temsilcileri olarak mı karşılayacağımdan mütereddidim?”
Daha sonra kumandanlar Mareşal Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna getirilir. Mustafa Kemal:
“Birkaç ay önce başkumandanınız Hacı Anesti cepheyi teftiş edip dönerken, gazetecilere verdiği beyanatında, ‘Mustafa Kemal mi? Ben bu isimde bir kumandan tanımıyorum, cephede hiçbir yerde rastlamadım.’ demişti. Şimdi ben bir haftadır muharebe meydanındayım, ama başkumandanınızı hiçbir yerde göremedim, nerededir?”
Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa, General Trikopis’in Hacı Anesti yerine başkumandan tayin edildiğini bildiren ama onun eline geçmeyen emri Yunan generaline verdi.
Yine de onları Türk asaletine sığacak şekilde, kimsenin tacizine uğramadan Anadolu’da iskân ettik, ülkelerine sağ salim gönderdik. Bunların birçoğu ülkelerinde kurşuna dizildiler.
Kurtuluş Savaşımızı sona erdiren bu büyük Türk Zaferi öyle bir zafer ki, Viyana’dan başlayan bozgun, Ankara önlerine kadar gelmişti. Türk bayrağı eski Şehsuvarların kavukları üzerinde bir kızıl gül gibi zaferden zafere koştuktan sonra çocuklarının başına bir yas çevresi gibi düşüyordu. Fakat Anadolu bozkırlarındaki bir avuç büyük mazlumun direnmesi sonucunda yeniden doğdu. Bir kızıl yele gibi göklere doğru savrulmaya başladı. Ankara önlerinde Sakarya’da durdurulan ve geri atılan bu zaferimizde biz yeryüzündeki Son Türk Devletinin kalesini savunduk.
30 Ağustos Atatürk komutasındaki Türk ordusunun “Ya İstiklâl Ya Ölüm” parolasıyla başlattığı harekâtın 94. yıldönümüdür. Bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Ruhları şâd olsun!
Ağustos Türklerin Zafer ayıdır. Bu nedenle 22 Ağustos’ta Türkmen kardeşlerimize destek vermek ve oradaki insanların haklarını korumak için Türk ordusu “Fırat Kalkanı” operasyonu ile bir haftadır Suriye’de terörist gruplarla mücadele etmektedir. Türk ordusunun bu mücadelesine, Atilla Yılmaz’ın şu mısraları ile destek veriyoruz:
Vur çelik kolları kopana kadar/ Olanca aşkınla şiddetinle vur
Son düşman son gölge kalana kadar/Olanca kininle şiddetinle vur.
Yararlanılan Kaynaklar:
1.Türklerin Altın Kitabı/ Refik Özdek Tercüman Gazetesi Yayınları. Cilt: 2/4, Sayf:.174…185/909…913
2.Muhittin Nalbantoğlu/Kocatepe’de Türk Başkumandanının Zafer Duası. Yeniçağ Gaz. 30 Ağustos 2012
3.Kerrar Esat Atalay/Atatürk Diyor ki, Zaman Tüneli/ Sakarya Melhame-i Kübrası-Büyük Kan Gölü