Üniversite tahsilini, o dönemin ünlü akademisyenleri Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan ve Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat gibi fikir ve bilim adamlarının rahle-i tedrisinden geçerek tamamlayan Ali Akbaş, günümüzün önde gelen seçkin şairlerinden biridir. O, kendisiyle yapılan bir röportajda, şiirin işleviyle ilgili görüşlerini anlatırken şöyle diyordu:
“Şiirde bütün sanatlar, insanoğluna bir rikkat, bir incelik, yüksek bir duyarlık getirir. Odunu adam eder, vatandaşı vatandaş eder. Hep maddenin sınırları içerisinde dönüp dolaşırsak, hayat çoraklaşır. Din, felsefe, sanat, insanı ilkellikten kurtaran, bir metafizik, bir mânevi âleme köprü kurduran güzel insanî değerlerdir. Bunlar olmazsa, canavarlaşır insanlar..” (1)
Bizim kızlar bulmayınca dengini
Kimi türkü yakar, kimi kendini.
Bahar seli gibi yıkar bendini
Bir kanlı deredir bizim türküler.

Bağlama dediğin üç tel bir tahta
Ne şaha baş eğmiş, ne taca tahta.
Tüm dertleri özetlemiş bir ah’ta
Bozkırda nâradır bizim türküler.
mısralarında da görüldüğü gibi, “ gözden kaçan mahzun güzelliklerin ve alelâdedeki şiirin peşinde olan “ Ali Akbaş’ın “klasik şiirimizden ses ve folklorumuzdan motifler alarak şekilleşen şiirleri, hassas ve sihirli dengelerin terkibidir.” (2)
Ali Akbaş, 1942 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Çatova köyünde doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketinde, yükseköğrenimini ise İstanbul Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Çeşitli lise ve yüksekokullarda öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Filim Radyo ve Televizyon Eğitim Merkezi’nde program yazarlığı yaptıktan sonra, araştırma görevlisi olarak Hacettepe Üniversitesi’ne geçti. Burada, dil üzerinde yüksek lisansını tamamladı ve Türk dili okutmanı olarak çalıştı. 1996 yılında, meslek hayatında 25 yılını doldurarak emekliye ayrıldı.
Uzun süredir Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan Ali Akbaş, arkadaşlarıyla birlikte, Divan, Doğuş Edebiyat, Kanat ve Kardeş Kalemler isimli dergileri çıkardı. Şiir ve yazıları, Töre, Erguvan, Türk Edebiyatı ve Dolunay gibi dergilerde yer aldı.
Masal Çağı – Kuş Sofrası – Gökte Ay Portakaldır – Turna Göçü ve Eylüle Beste isimli eserleri bulunan Akbaş’ın, “Kuş Sofrası” isimli şiir kitabı, 1991’de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından, Çocuk Edebiyatı dalında (Yılın Eseri) seçildi.
“Bayrak” şairimiz Arif Nihat Asya, vaktiyle bir şiirinde, gelenekten, güzelden ve güzellikten anlamayan “başörtüsü” karşıtlarına şöyle takılmıştı:
Kim demiş ki;
“Başörtüsüydü o?”
Başımızın sâde örtüsü değil
Süsüydü o!

Altında saçlarımız
Arkadan, ne hoş sarkardı;
Kimimizde –örgü örgü- sarmaşıklaşır
Kimimizde su olup akardı.

Şu bu nâmına “yasak!” demiş
Bulundunuz ezelden;
Ne olurdu anlasaydınız biraz da
Güzellikten, güzelden…(3)
“Yersiz süslemelere ve iri sözlere itibar etmeyen ve özdeki tevazuu, üslûbuna yalınlık olarak yansıtan” Ali Akbaş da, polemiğe kaçmadan ve işin inanç tarafına dokunmadan, başörtüsünü şöyle şiirleştirmiştir:
Yemenidir, yaşmaktır
Bayraktır başörtüsü.
Şimdi öz vatanında
Tutsaktır başörtüsü.

Düşme arsız izine
Kanma yalan sözüne.
Bacımın gül yüzüne
Yapraktır başörtüsü.

Oyası el örgüsü
Namusun tel örgüsü.
Nene Hatun’un süsü
Ak paktır başörtüsü.(4)
Ali Akbaş’ın, ünlü şairimiz Faruk Nafiz Çamlıbel’in, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin emsalsiz örneğini teşkil eden “Han Duvarları” ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” şiirlerini andıran “Göygöl” isimli meşhur şiirini okurken, “Gök mavi, göl mavi, her şey semavî” bir huzur âleminde dolaşıyor gibi olursunuz:
Bir seher vaktinde vardık Göygöl’e
Burda kızlar gül takıyor kâküle.

Alev alev bir gül attım su yandı
Sunam derin uykusundan uyandı;

Yavaş yavaş araladı perdeyi
Gönlüm göle düşmüş yaban ördeği

Giyip kuşanmaya erinmiş Göygöl
İpekten tüllere bürünmüş Göygöl.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Mesnevi okuyup geçtik Gence’den
İçime bir sızı düştü inceden

Elvedâ bağlarda üzüm derenler
Üzümü unutup hüzün derenler

Elvedâ adını unutan şehir
Elvedâ akmayı unutan nehir

Ata yâdigârı Gence elvedâ
Dalında kuruyan gonca elvedâ!
Şairimiz, “gidenin gelmediği” Yemen’de, üç yavrusunu şehit veren ve bağrına taş basan asil Türk anasının, hüzünlü fakat vakur tavrını, “”Nine”sinin şahsında şöyle âbideleştirmiştir:
Dolunayı saran bulut
Başında yaşmak ninemin.
Bebelere tek dileğim
Yaşını aşmak ninemin.

Seferberliğin Suna’sı,
Solmuş saçının kınası,
Ninem üç şehit anası,
Alnı kardan ak ninemin.

Seccadesi çiçek çiçek
Ninem cici, ninem gökçek.
Göçmen kuşlarla göçecek
Mekânı Uçmak ninemin.

Masal anlat bana masal
Hey dili şeker, dili bal.
Su alıyor artık sandal,
Yolu “Emr-i Hak” ninemin.(5)
———————————-
(1)Mehmet Nuri Yardım: Türk Şiirinden Portreler-İstanbul 2001, Sayfa 262-
(2)Türk Dünyası Şiir Güldestesi – Sayfa 90
(3)Tercüman Gazetesi: 11 Ekim 1973
(4)Ali Akbaş: Turna Göçü – Ankara 2011, Sayfa 48
(5)Türkiye Takvimi: 22 Zil-Hicce 1434