70’li yılların ortalarına doğru tanımıştım Osman Ağabeyi. Karaman Lisesi Devlet Parasız Yatılı öğrencisi olarak öğrenim görüyordum. Rahmetli Babam Akseki Kaymakamlığı’nda müstahdem olarak çalışıyordu. Kaldığı müştemilat ’ta Osman Ağabeyle komşuydular. Bir Kurban Bayramı arifesinde O’na kurban almaya gitmiştik. Seçici davranışları gösterdiği hassasiyet, işaret ettiği hayvanı yakalamaya çalışanların ortaya koydukları gayret, hayvanın doğal korkusu, esasen o süreçte Osman Abi’nin nasıl bir vicdan ve merhamet sahibi olduğunun işaretlerini vermiş ve bendenizi hayran bırakmıştı…
Kirli sakalı, evinin içerisinde gezinirken bile elinden düşürmediği bastonu, gür sesi, misafirlerine karşı bitip tükenmeyen ilgisi ve mütevazılığıyla tıpkı bir Anadolu dervişi kimliği taşıyordu…
O bildiklerini başkalarıyla paylaşmaktan mutluluk duyuyor, sevenlerine özellikle genç adamlara karşı örnek ve önerici tavırlarını mizahi bir üslupla kırmadan dökmeden mesaja çevirebiliyordu. Ustalık işte böyle bir şeydi.
Bir bayram günüydü yeğenim Adnan’ı da alıp ziyaretine gittim. Her zaman ki gibi bir misafir yoğunluğu… O kalabalıkta naçizane şahsıma verdiği değeri seslendirircesine; “Aaa bizim Ali Geldi, Hoş geldin Ali” diyerek karşıladı. Elini öptüm, yer gösterdi, yeğenimi kucağıma alarak oturdum.
Osman Ağabey elinde bir kutu badem şekeri misafirlerini ağırlıyor, ikramını bizzat kendisi yapıyordu. Badem şekeri o dönemde çok önemli pahalı bir ikram çeşidiydi. Osman Ağabey birdenbire gözü yeğenime takılınca gayet mizahi bir canlılıkla söylenmeye başladı; “Sabahleyin aşağı köyden misafirler vardı. Çocuklar çok ta yaramazdılar keratalar… Dere çakılı mı sandılar ne avuç avuç almaya başladılar, yetişmeyecek diye ödüm koptu… Yeğenime dönerek Ali; bu yeğenin çok masummuş diyerek hem uyarısını yapmış hem de orada bulunanlara dersini vermişti.
O SESİZ BİR GÖNÜL VE DAVA ADAMI İDİ
Yıl 1976 Selçuk Eğitim Enstitüsü birinci sınıfta okuyorum. Bana Konya’ya geleceğini mutlaka görüşmek istediğini seslemişti. Nasip oldu görüştük. İlk defa Konya’nın kuyu kebabını sayesinde tatmıştım. Yemek sonrası Dolaboğlu Pasajına gittik. O zamanlarda “Milli Ülkü Yayınevi “ adı altında basım yayım işleri yapan Ali Ayaz’ın sahibi olduğu işletmeye gittik. Beni Ali Ayaz ile tanıştırdı.” “BU MİLLET NEDEN AĞLAR” Kitabının yanılmıyorsam 2. Baskısı yapılıyordu. Dedi ki benim işlerim ve sağlığım bu baskıyı takibe imkân vermiyor. Bu delikanlıya görev verdim. Basım ve dağıtımı takip edecek ben açıklamaları kendisine yazılı vereceğim. Basım bitince müstakilen 250 adet kitabı teslim edeceksin diyerek Ali Bey’e talimatını vermişti.
Ben ne basımdan ne dağıtımdan anlamayan son derece bu işlere yabancı toy bir gençtim. Ama mesele anlaşılmıştı. Osman Ağabey bana direkt maddi bir yardımda bulunarak utandırmak mahcup etmek istemiyordu. Bu yolu seçmişti.
Hiç unutmuyorum. Bana 250 değil 300 kitap teslim edildi. Elli tanesini isimlere dağıtmış geri kalan kitapların sıkıştıkça her birisini sekiz liradan satıp kendime harçlık yapmıştım. Böylesine yardımsever, hamiyetperver yüce gönüllü bir insandı.
O KONUŞUNCA ŞİİR GİBİ KONUŞAN ALLAH VERGİSİ BİR ÜSLUBA SAHİPTİ.
Hiç unutmuyorum. Bir mayıs ayında ikindi vaktine doğru Konya otobüsünden inince ziyaret etmeyi düşündüm. Yöneldim eve. Cümle kapısı açıktı. Bahçeden sesler geliyordu. Bahçe bir hayli büyük olduğu için hareketlilik ve sesler takip edilebiliyordu. Osman Ağabey bahçeye domates fidesi dikmeye çalışıyordu. İsmet Hala rahmetli O’nu takip ediyordu. Bir iskemlenin üzerine oturmuştu. Parkinson’u olduğu için elleriyle bir türlü fideleri dikemiyor hep kırıyordu. Birden bire sesini yükseltti ve bağırmaya başladı. Ellerindeki toprak parçalarını (Tezekleri)Rahmetli İsmet Halaya fırlatıyordu. “Çocuğumu öldürdün ocağımı söndürdün, ne özelliğin var ne güzelliğin, oturmuş baykuş gibi bakıyor yüreğimi yakıyorsun”
Bu sözler bir anda Osman Ağabeyin ağzından çıkan ama sanatsal bir ifade taşıyan Allah vergisi sözlerdi.
ÖMRÜNDE ÇOK AZ DÜĞÜNLERE GİTMİŞTİ. SÖZ VERDİ DÜĞÜNÜME GELDİ BİZLERİ ONURLANDIRDI.
1982 Yılı 7-8 Ağustosu. Evleniyorum. Osman Ağabey düğünüme geldi. O yıllarda köyde 3 katlı Betonarme bir evin orta katında oturan Köy imamının hanesinde O’nu misafir ettik. Köy İmamı Bir Serdengeçti hayranı adeta aşığıydı. Bu yüzden misafir etmiştik. Tabi ki ilk gün boyunca ilgisiz bırakmamak için çok çaba sarf ettik. İmam Efendinin maltız keçileri vardı ve Osman Ağabey çok sevmişti. O’nu memnun edebilmek için çok gayret göstermiştik ama ne mümkün. Meğer bir şeyleri takmış kafasına. Ayrılık vakti geldi. Veda ederken çok güzel şeyler söyledi. Çok mutlu olduk. Son olarak dedi ki bahçedeki keçilere yönelerek; Sizi çok sevdim. Bol bol sütünüzü içtim. Bana hakkınızı helal edin. İmama değil keçilerine hakkınızı helal edin diyordu…
Arabaya binmesi için yardımcı oluyorduk. Kütahya’dan gelen misafirlerimden birisi, “Osman Ağabey başınıza dikkat edin.” deyince hala kulaklarımda çınlayan orada hepimizi karnımızı tutarcasına kahkahalara büründüren sözlerini unutamıyorum. “Rahat olun benim boynuzlarım yok.”