Tokat Atatürkçü Düşünce Derneği 2.Başkanı

Milli Mücadelenin başlangıcı ve Türkiye Cumhuriyetinin ön sözü Çanakkale’de yazılmıştır. Bütün akvam-ı beşerin yığıldığı Çanakkale, en son 18 Mart 1915 günü bütün dünyaya “Geçilmez”, Türk’ün de yenilmez olduğunu göstermiştir. Bu yüzden yazıma Çanakkale’den başlama gereği duydum.
Çanakkale, bir başka güzel, gizemli, doğası başka denizi bir başka, rüzgârı hiç dinmeyen esen, soluğu kesen denizi, insanıyla dalga geçen, dağları içinde yaşayana yamaç, yayla ormanı bol, kışın üşütmeyen kendine sıcak, yabana soğuk, çok görkemli, kıyıya vardıkça kıyı dağa doğru dikilir gibi, geleni de ürkütür gibi işte… 250 000 şehidiyle, Mustafa Kemal’i, komutanları, Yahya Çavuş’uyla, Koca Seyit’i ile Çanakkale…
1071 den 1453’e kadar gelip geçen yıllar… Ve “Hasta Adamı” yok etmek için sevinç çığlığı atan Avrupalılar… Korsan kafalı, Avrupalı emperyalist düşlü, Avrupalı zevki âlemdeki İngilizler. Bu arada Kral George’un tek kızı Mary’nin düğünü oluyordu. Winston Churchill’in üniforması ve süslü şapkası denizci kılıcıyla görünümü, yeni kurulan BBC ve 5 İngiliz lirası ödeyerek bir “alıcı telsiz aracı” edinenler eğlencelerle günlerini gün ediyorlardı.
Bu arada İngiliz gazeteci Ward Price’e, Mustafa Kemal “Artık savaşmak için bir sebep kalmadı” demişti. “Türkiye için çizilmesini istediğimiz sınırlar Suriye ve Irak’ı içine almıyor ama Türk ırkının oturduğu bölgelerinin sınırlarımız içinde kalmasını istiyoruz. İsteklerimiz önceden ne ise kazandığımız zaferden sonra da aynıdır. Biz batı Anadolu’yu, Meriç nehrine kadar Trakya’yı ve İstanbul’u istiyoruz…” demiştir.
Word Pirece, Atatürk’e müttefikler İstanbul’u teslim etmeyi reddederlerse ne yapacağını sormuş. Atatürk’ün cevabı ise kesin; “Başkentimizi geri almamız şart. Aksi halde ordumla beraber İstanbul üzerine yürümek zorunda kalacağım ki bu da benim için birkaç günlük iştir. Elbette şehri karşılıklı görüşme yolu ile geri almayı tercih ederim fakat ilelebet bekleyemem.” sözleriyle kesin amacını açıklamıştır.
Yabancıların bu düşünceleri, hain planları devam ederken Anadolu bağımsızlığı için farklı cephelerin içindedir. 1915’de Çanakkale Savaşı ve 1922’de İstiklal Savaşı’nın en hareketli ayları 21 gün 21 gece süren Sakarya Meydan Muhaberesi gibi bu iki büyük savaşın Atatürk’ün üstün dehası ve askeri bilgi birikimiyle kazanılıp ulusal kurtuluşa giden yolun başıydı. Onun için büyük bir mücadele verdiğimiz Ulusal Kurtuluş Savaşı, emperyalist güçlerin iç mihraklarla birlik olup, Türk Milletini tarihten silme amaçlarına karşı asla unutulmaz bir ders verdiğimizin, yenilmezliğimizin karşılığıdır.
Biz, son Türk kalesini düşmana teslim etmemek için “Ya İstiklal ya Ölüm” parolasıyla savaşa başlarken, emperyalistler içerideki gayrimüslim milletlerin örgütlenmesini sağlamışlardır. Örneğin İstanbul Rum Patriği himayesinde kurulan Mavri Mira Cemiyeti, Yunan Kızıl haçı, Resmi Göçmenler Komisyonu, Ermeni Patriği Zaven Efendi, Rum patriği ile birlikte bütün Karadeniz kıyılarında kurulmuş Pontus cemiyetleri ülkenin parçalanmasında faal haldeyken, doğudaki Kürt Teali Cemiyeti (Kürt yükselme derneği; Bu derneğin amacı yabancı devletlerin kanadı altında bir Kürt hükümeti kurmaktı.) faaliyetlerini Türk milletinin parçalanması için sürdürmüşlerdir.
Bunlara karşı da Anadolu’nun birçok yerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmuştur. Anadolu’da kurulmuş olan milis kuvvetleriyle, ayrı ayrı bölgesel çatışmalardan bir şey elde edilemeyeceğini gören büyük Atatürk nihayetinde bunları milli birliktelik çatısı altında toplamayı amaçlayarak 15 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareketle 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkıp, oradan Amasya’ya geçerek Amasya Tamimini yayınlamıştır. Bağımsızlık için çıkılan bu yolda daha sonra da Sivas ve Erzurum Kongrelerini yapmıştır.
Milli Mücadele’de alınan kararların oluşmasında Tokat’taki görüşmelerin oldukça ehemmiyetli olduğunu belirtmek için Amasya’dan Sivas’a geçerken Tokat’ta yaşadığı bir olayı kendi söylevinden aktarıyorum:
“25/ 26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas beyi çağırdım ve: “Yarın sabah karanlıkta Amasya’dan güneye gideceğiz” dedim. Bu gidişimiz gizli tutularak hazırlık yapılması için emir verdim. Bir yandan da 5. Tümen komutanı ve kurmaylarımla gizli olarak şu önlemi kararlaştırdık: 5. Tümen komutanı tümeninden seçme subay ve erlerle olabildiğince güçlü bir piyade birliğini hemen o geceden başlayarak çabucak kuracaktı. Ben 26 Haziran 1919 sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobil ile Tokat’a gitmek üzere yola çıkacaktım. Birlik kurulur kurulmaz Tokat üzerinden Sivas’a doğru gönderilecek ve benimle bağlantı kurulacaktı. Gidişimiz hiçbir yere telle bildirilmeyecek ve elden geldiğince Amasya’da da açığa vurulmayacaktı.
26 Haziran da Amasya’dan yola çıktım Tokat’a varır varmaz telgrafhaneyi gözaltına aldırarak benim varışımın Sivas’a ve hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 26/ 27 Haziran gecesini Tokat’ta geçirdim. 27 de Sivas’a doğru yola çıktım. Otomobille Tokat’tan Sivas’a aşağı yukarı 6 saattir. Özel bir amaç güderek telde çıkış saatimi bildirdim ama bu telin ayrılışımdan 6 saat sonra çekilmesini ve o zamana dek hiçbir yoldan Sivas’a bilgi verilmemesini sağlayacak önlemleri aldım.”
Tokat Belediye salonunda 25 kişilik aydınlara özetle: “…Hiçbir savunma vasıtasına sahip olmasak dahi, dişimiz, tırnağımızla, zayıf ve dermansız kolumuzla mücadele ederek şeref ve haysiyetimizi, namusumuzu müdafaa etmeyi zaruri görüyorum. Tarih bize, vatan uğrunda, canını malını esirgemeyen milletlerin asla ölmediklerini, hala yaşadıklarını göstermektedir. Ben hayatımı hiç bir zaman milletimden üstün görmedim ve görmeyeceğim. Her an milletim için şerefimle ölmeye hazırım.”
İşte Atatürk, Tokat’tan yaptığı görüşmeler neticesi milletinden aldığı bu milli ruhun feyzi ile ayrılmıştır.
23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi-4 Eylül 1919 Sivas Kongresi İstiklal Savaşımızın asıl temelini oluşturan iki büyük karar kongresidir. Kuvayi Milliye ruhunun yaratılmasında, savaşın başarıya ulaşmasında 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet’in temellerinin atılmasında Samsun, Amasya ve Tokat’tan sonra bu şehirlerdeki çalışmaları dikkate almak gerekir.
Ve TBMM’nin açılışı, Doğu’da, Batı’da değerli komutanların komutasında aralıksız iki yılı aşkın süren savaşlar… İşgal kuvvetlerinin bir bir topraklarımızdan çekilmesi, antlaşmalar… 22 Ağustos, 26 Ağustos, 30 Ağustos’ta kazanılan zaferler. 9 Eylül 1922’de İzmir’de son Yunan kalıntılarının denize dökülüşü…
Milli Mücadelenin sona ermesi, nihayetinde 24 Temmuz 1923’te yapılan Lozan Barış Antlaşması ile her şey bitmiş değildir. Cumhuriyet’in ilanından sonra da yeni kurulan Türkiye’yi yine zor şartlar beklemektedir. Ama çağdaş bir lider olmanın gereğini taşıyan Gazi Mustafa Kemal bütün imkânsızlıklara rağmen Milli Mücadelede olduğu gibi yapacağı inkılâplarda da üstün dehasını göstermiştir. O, bütün hayatı boyunca ”ben” den sıyrılarak “Toplum, millet” olmayı bilmiştir.
İşte bizim anlayamadığımız, büyük önderi bakın bir İngiliz devlet adamı Lord Kinross nasıl anlatıyor: “Atatürk’ü Mussolini ve Hitler gibi yöneticilerden ayıran nokta işte bu niteliktir. Onlar her yaptıklarında kendilerini düşünerek hareket ediyorlardı. Oysa Atatürk, kendisinden ötesini 20 – 30 yıl ilerisini görerek hareket edebilme başarısını göstermiştir.”
Bana göre 20 – 30 yıl değil 100 yıl ötesini görebilmiş, Sovyetler Birliği’nin tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya – Macaristan gibi gün geldiğinde parçalanabileceğini sezinlemiştir.
Dünyadaki bağımsızlık mücadelelerinin sürebileceğini söylerken Türk milletinin gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşması için yurdun her köşesinde fabrikalar, demiryolları, limanlar, elektrik santralleri, çimento fabrikaları, demir çelik işletmeleri, uçak motor fabrikası, mensucat fabrikaları yazmakla sayfaları dolduracak yatırımların yapıldığı ve 1923 – 1950 arasında tüm bu yatırımlar gerçekleştirilirken tek kuruş bile borç alınmamıştır. Borç alınmadığı gibi Osmanlı’nın bıraktığı Düyun-u Umumiye borçları da ödenmiş, Osmanlı’da köylüden alınan aşar vergisi de kaldırılmıştır. 1929 – 1932 arası Dünya tarihinde şu ana kadar yaşanan en büyük kriz olan “ Dünya ekonomik bunalımı dönemidir.”
Atatürk ve silah arkadaşlarının dünya tarihinde görülmemiş emperyalizme karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin bir örneği dünyada yoktur. Biz bu bağımsızlık mücadelesinden ne anlayabildik? Ne dersler çıkarabildik? Atatürk’ün bir dahi olduğunu bütün dünya kabul etti, biz Türk milleti olarak kabul edemedik. Atatürk’ün kendi döneminde 15 yılda eğitimde, sanayi ve zirai kalkınma hamlesinde yaptıklarının dünyada bir örneği yoktur.
Bu hamleler kültür ve sanat alanında da devam etmiş, millet olma, öze dönme bilincini Türk toplumuna vermek adına Türk Tarih Kurumu’nu, Türk Dil Kurumu’nu, Halkevlerini, Türk Ocakları’nı kurmuştur. Bu kurumlar Türk birliğini ve dirliğini yaşatmak için kurulmuştur. Yoksa içi boşaltılmış bir binada levhası bulunsun diye değil.
Atatürk’ün emanet ettiği siyasi partisi Türk siyasi hayatına geçmişinde büyük hizmetler yaparak iz bırakmıştır. Yazımızın başlığında olduğu gibi Atatürk’ü anlamak, anlatabilmek cümlesinde bugün Atatürk’ün nasıl anlatıldığıdır. Koskoca mirasına sahip olup 6 ilkesini benimsediğini söyleyenler iki ilkesini içselleştirip diğer dört ilkeyi neden topluma anlatmıyorlar. Diğer ilkeleri de günün koşullarına göre değerlendirilip anlatılabilinirdi. Hâlbuki Atatürk’ü iyi okuyup anlasalardı bir toplumun varlık sebebinin millet ve milliyetçilik olduğunu bilmeleri gerekirdi.
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı etkin bir şoven milliyetçilik değildir. Ziya Gökalp’in belirttiği hars (kültür) milliyetçiliğidir. O, son dönem Osmanlı aydınlarının ümmetçiliğine eğilmelerinin, milliyetçiliği dışlamalarının olumsuz sonuçlarını görmüştür. O’nun milliyetçiliği din ve ırk ayrımı gözetmeksizin milletin tanımını dil, kültür ve siyasi birliktelik değerlerine dayandıran milliyetperverliktir.
Onun hâlâ anlaşılmak istenmeyen çalışmalarının başında 3 Mart 1924 tarihinde 429 Sayılı Kanun’la Başvekâlete bağlı (Başbakanlık) Diyanet İşleri Reisliği, bugünkü adıyla Diyanet İşleri Başkanlığını bizzat kurdurması gelir. Böylelikle din hizmetlerinin siyasetin dışında ve üstünde tutulduğunu göstermiştir. Bu önemli çalışma O’nun dine karşı zayıf olduğunu savunanlara en güzel cevaptır.
Beni çok duygulandıran Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Şiirinden seçtiğim 26 Ağustos gecesini anlatan şu dizelerini aktarmadan geçemeyeceğim.
“…
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
Eğildi durdu.
Bıraksalar ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.
Yüzbaşı sordu: Saat kaç?
Beş. Yarım saat sonra demek…
Alacakaranlıkta, bir çınar dibinde,
Beygirin yanında duran
Sarkık, siyah bıyıklı süvari
Kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak baktı saatine
Beş otuz..
Ve başladı topçu ateşiyle
Ve fecirle birlikte Büyük Taarruz…”

Ve son sözlerimizi bir Norveç atasözü ve Gazi Mustafa Kemal’in, her zaman mensubu olmaktan gurur duyduğumuz milletimizle ilgili bir vecizesiyle tamamlayalım:
“Çaresiz kaldığında ATATÜRK gibi düşün” Biz de öyle düşüneceğiz.
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene” Biz de öyle hissedeceğiz.