KURU GÜRÜLTÜ

Herkes kendi mağrasına çekilmiş, çıkmaya korkuyor insan içine, otobüste tramvayda vapurda, yanımıza bir başkası otursa, elimize telefonu alırız, uzaktaki sanal dostlarımızla, koyu bir sohbete kapı açarız, ağzımız kıpırdar sesimiz çıkmaz, yanımızda karşımızda kim varsa, varlığından habersize yatarız, kendi kendimize gülücük atıp, ara sıra kikir kikir güleriz, nasıl olsa bir dışardan bakan yok, bedeviyim bedevisin bedevi.

Toprağa basmayız göğe bakmayız, lakin yıldızlarla yatıp kalkarız, her gecemiz bir diziye ipotek, her günümüz bir yarına borçlanır, hastalığımızı sosyal medyada, paylaşırız dostlar tıklasın diye, kendi sözlerimiz görsellerimiz, kes kopyala yapıştır ve devam et, önce bir besmele bir de salavat, arkasında bayrak zinciri yapıp, yattığımız yerden söz roketini, atarız düştüğü yere bakmayız, konuşuruz başkasının ağzıyla.

İnsan arazimiz çoraklaştıkça, soframızda çoğalıyor kuş sütü, nefis terazimiz doğru tartmıyor, içi boşalıyor vicdanımızın, bazen kellesini koltuğa alıp, bir yiğit çıkıyor meydan inliyor, kanımızda bir kıpırtı oluyor, hem alın hem gönül teri dökmeden, ezan susmaz bayrak inmez diyerek, kuru gürültüden öte geçmeyiz, ismet abi bir el salla ordaysan, toparlandık gitmiyoruz tamam da, herkes kese attırıyor hamamda.

Çizdiğim bu tablo çok mu karamsar, dam başında yetişir mi pırasa, gece uyur gündüz uçar yarasa, balıklar da çıkar mıydı terasa, ilhama gerek yok hasretin var ya, kim kimle dolaşır kim kime parya, işlene işlene söz demir oldu, sûkutsa bakıra döndü dönecek, aklımızla aramızda
sınır yok, bu lale devrinin edebiyatı, suya ve sabuna dokunmaz deyip, bol soslu imgesel cümleciklerle, yemlenmez aç kalır ilham kuşları.

Tayyib ATMACA