ELİF
Bir rüzgâr yolarken bulutları lif lif
Turalanmış saçlarını uçuruyordu Elif
Uyku vaktini unutmuş gökteki tek yıldıza doğru
Ötelerden yansıyordu bir dağın kamburu
Bir ezginin rüzgârında ırgalanan düşü içinde
Daha tay, daha ceylân, daha zinde
Elif bir kar suyudur dupduru
Hiç resim çektirmemiş, aynası sular olmuş
İnce parmakları karınca, gözleri kuş
Şaklar çıplak bir atın sağrısında kamçı kamçı
Bağcıkları sık bağlanmış örgülü saçı
Rüzgâr Elif’ten deli, Elif rüzgârdan inat
Sanırsın pervazlanmış ışıktan bir kanat
Ovalar kadar geniştir her kulacı
Dünya benimdir der Elif, eğilmeden yürürken
Sevgisi hâs, gönül toprağıysa gen
Ne filizler fışkırır mayalanan zamandan
Elif elmadaki renk, Elif kurbandaki kan
Başka kız mı yok sanki, niye hep satırbaşı,
Şiirde ve kelâmda Elif hep yüzük taşı?
Elbet şaşacak buna tek boyutlu her insan
Öfkeli bir dev gibi homurdanıp gelirken
Elif’i alıp da gidecek kara tren
İlk ben kapak olurum karnı aç tünellere
Ve ezgiler dokurum sancılı tellere
Elif bir sümbüldür, Elif süt bakış
Elif-lâm-mim demiş, oturmuş nakış
Elif bir sultandır can güzellere
(26.7.1985)
(Bir Çift Beyaz Kartal, Dolunay yayınları, Kahramanmaraş, 1986, s.71)

İÇERİK
Konu: Anadolu köylüsü
İzlek: Kırsal, doğal alana ve Anadolu’ya ait saf, güzel, iyi, insanî, millî değerler, kentin kirliliğine, yozluğuna, sıradanlığına, kozmopolitizmine, yavanlığına, insanı ezen, silen, yok eden yapısına karşı titizlikle korunmalıdır. Sahte ve kirli kent değerlerinin saf ve temiz kırsal alan değerlerini ortadan kaldırması tehlikesine karşı hassas olunmalıdır. Yeni zamanlarda maruz kalınan kentleşme, modernleşme ve sanayileşme durumları, tarihsel süreç içerisinde, saf tabiat ortamı ve geleneksel millî kültür değerleriyle uyumlu ve mutlu bir bütünlük oluşturmuş olan Türk milletinde aşınmalar meydana getirmiştir. Bu izlek, Jean Jacques Rousseau’nun “medeniyet kötüdür, ilkellik iyidir” tezinin bize uyarlanmış bir türevidir.
Düşünce: Şiirde düşünce unsuru vardır; fakat bu, duyguya ve yaşantıya ustaca dönüştürülerek, eriyik hâlde sunulmuştur. O bakımdan metin, çok başarılı bir düşünce şiiridir. Düşünce unsuru olarak da doğacıl yaklaşımı görmekteyiz.
Türk edebiyatının en güzel doğacıl (pastoral) metinlerinden biri olan bu şiir, doğacıl duyarlığın millî ve manevî motiflerle renklendirilmiş bir ürünüdür. Doğal, saf, geleneksel ve millî Anadolu, yoz ve modern kente karşı önceleniyor.
Daha önce Abdülhak Hâmit ve bazı Servet-i Fünun dönemi şairleri de köylü güzeli tipi tasviri ve değerlendirmeleri yapmışlardı. Ancak onlar, daha çok batılı anlamda pastoral metinlerin birer kopyası olan, eğreti duran ve bizim yerli yapımızı yansıtmayan sun’î metinlerdi. Bahattin Karakoç ise tamamen yerli, millî özellikte bir köylü güzeli tipi ve Anadolu köyü ortamı çizmektedir.
Türk doğacıl şiir edebiyatında yüceltilen, kendisine iyilikler, saf güzellikler, mutluluklar izafe edilen köylü kızı tipine çokça yer verilmiştir.
Bu da genellikle şehirli, modernize olmuş kadınlara ve bu yüzden mutsuz olmuş, eşlerini ve diğer yakınlarını da madde, para, eşya, süs gibi eğreti unsurlar yüzünden mutsuz etmiş şehir kadınlarına karşı çıkarılan saf, temiz, yalın bir köylü güzeli tipidir.
Kentli kadın, medeniyetin gereği olarak güzelleşmek, bakımlı yaşamak ve sosyal faaliyetlerde rol alabilmek için süs eşyası, giyim, yapmacık tavır, davranış ve konuşma biçimleri gibi pek çok ihtiyaçlar ve zaruretler altında kıvranmakta ve böylece hem kendileri hem de yakınları- tabii bu arada eşleri bunalmaktadır.
Ayrıca üstlerinde eğreti duran süsler, boyalar ve âdâb-ı muâşeret zoruyla yapılmak zorunda kalınan kurallara bağlı davranış biçimleri, kentli kadını çoğu zaman doğallığından uzaklaştırmaktadır.
Buna karşı köylü kızının süs eşyasına, giyime vs. ihtiyaç olmadan mevcut imkânlarla yetinen olanca sadeliği öne çıkarılır. Davranışlarındaki serbestlik ve kişiliğindeki saflık, onu doğal bir konumda tutmakta ve böylece özenilen bir tip olarak sunulmaktadır.
Nitekim Abdülhak Hâmid’in Sahra’sındaki köylü kadını tipi buna benzer niteliklere sahiptir. Onun tasvirine göre bu bedevî kadını, dağda şahin bakışlı bir kızdır ve ahu gibi ürkek ürkek gezer. O, dağların perisine benzer. Aşk kavramının ne olduğunu bilgi olarak bilmez ama; güzelliği bulunduğu yer gibi doğaldır.
“Aşk”, “âşık” gibi kavramlar ve büyük aşk hikâyelerini bilmez ama; onun gönlünde de aşk, sevda denilen bu duygu tanımlanamaz bir biçimde vardır. Bir kardelen çiçeği gibidir. Sabah rüzgârıyla reyhan yayar, misk kokulu zülfü naz omuzundan sarkar. Kendi kendine kâinatı seyreder. Garip sesler çıkarır.
Bir Meryem bâkireliğine ve masumiyetine sahiptir. Üstü başı sadedir ve süs eşyası yoktur. Onun süsü yaratılışında ve doğal güzelliğindedir. Yüzünü saf su temizleyip güzelleştirir, saçını ruhların nefesi tarar, onu uykudan çiçek kokularıyla dolu sabah rüzgârı kaldırır. Sabahı horoz müjdeler. Oynaşı ile dağda buluşurlar.
Aşka dair bir şey söylemezler. Birbirlerine “canım cicim” diyemezler ama; gönülden ve candan yani lisan-ı hâlleriyle sevişirler. Birbirlerinden ayrı düşseler bunun, bu durumun adının “hicrân” diye bir kavram olduğunu bilgi olarak bilmeseler bile gönüllerine keder düşerek o hâli bizzat yaşarlar. Görüldüğü gibi burada tasvir edilen kız, her yönüyle doğal, sade, mutluluk veren bir kadındır.
Bunun karşıtı olarak öne çıkarılan beledî (kentli) kadın tipi ise şöyle tasvir edilir: Zavallı kentli, yakasını hafif meşrep bir kokot karının pençesine kaptırmıştır. Cefası çekilir gibi değildir. Yüzü düzgünlüdür, boyalıdır ve bütün sözleri de düzmeden ibaret safsata ve gerçek dışıdır.
Bütün işi gücü can yakma ve gönülleri üzmekten ibarettir. Yine de bin franga ülfet eder ama âşıkına kim bilir ne külfetler eder. Bütün dikkati kıyafet üzerinde yoğunlaşır. Modaya uygun giyinmiyorsan seninle âşıkdaşlık etmez.
Aklı fikri parada puldadır. Onun kulu kölesi olur. Genç, yakışıklı bile olsan paran, araban yoksa o sana yüz vermez. Bu da yetmez; bir kulübe üye olmak gerekir, onu operaya, yemeğe, yarış yerlerine götürmek gerekir.
Sosyete âdetlerine uymalıdır. Yedirir içirir eğlendirirsin, bol bol para harcarsın yine de memnun edemezsin. Sosyete âleminde selâm ve sohbet para ister, sefihler peygamber, fakirler mürtet, para mabût, bankalar mabet, kadınlar melek, balo da cennettir. İşte sosyete kendisine böyle bir din icat etmiştir.
Hâmit, bu karşılaştırmayı yaparak kente karşı kırsalı önceler ve rahat ve huzurun sadelikte, saflıkta ve tabiatta olduğu sonucuna varır. Gerçi onun bu düşünceleri kuramsal kalmıştır. Fiilî yaşantısı da yine istihza ile tasvir ettiği o sosyete âlemlerinde geçmiştir.
Olay: “Elif” şiiri, manzum hikâye değildir. Fakat geri plandan yüzey yapıda yer alan ve şiirin üzerine temellendiği bir olay katmanı üretebiliriz. O da şudur: Bir Anadolu Türk köyünde saf tabiat ortamında özgür, mutlu, neşeli olarak yaşayıp gitmekte olan Elif adında bir köylü güzeline bir gün, şehirden bir talip çıkar ve köyden kente gelin gitme durumu belirir. Bu durum karşısında şair, büyük bir tepki ve hüzün duyar. Belki şiirin yazılmasına sebep, böyle bir olay olmuş ve şair, şahit olduğu bu olaydan yola çıkarak bu şiiri yazmış olabilir.
Varlık: Şiirde varlıklara özel bir yaklaşım göremiyoruz. Şair, varlık yorumu üzerinde durmuyor; varlıkları dekoratif birer unsur olarak kullanmakla yetiniyor.
Duygu: Şiirde iki ayrı duygu katmanı var: Şiire konu olan Elif’in duyguları ve bunun karşısında şairin duyguları. Elif, duygusal donanımı itibariyle tamamen iyimser bir hava içersindedir. Şen, şakrak, yaşama sevincinden bir şey kaybetmemiş, ümitle dolu. Karamsar duygulara yer vermiyor.
Elif karşısında yani Elif’in kente gitmesi ve bunun simgeselliğinde geleneksel muhafazakâr değerlerle örülü bir huzurlu hayat tarzından modernleşme sürecine geçmesi durumu karşısında şair, öfke, hüzün, korku gibi karamsar duygulara kapılır, tedirgin olur. Bu, bireysel değil; sosyal bir tedirginliktir.
Milleti adına, millî, dinî, tarihî değerler ve kültürü adına duyulan bir hüzün duygusudur. Bu tür duygularını da son bendin ilk 4 mısraında dillendiriyor.
Görüntü: Şiirde Anadolu köyünün tabiî ortamında, canlı yaşantısı içinde tasvir edilen Elif görüntüsü, nesnel olmaktan çok özneldir. Bu da resimsel bir görüntüdür. Şairin duyguları, istekleri, beklentileri, algıları gibi kendine özgü bireysel eğilimi doğrultusunda çizilen bir görüntüdür bu. Şair, adeta fotoğraf çekmiyor, resim yapıyor.
Soyut Görüntü Unsurları
Simgeler: Rüzgâr, bulut, yıldız, dağ, kar suyu, su, at, ova gibi kelimeler, kırsal alanın tabiîliğini, özgürlüğünü, safiyetini simgeleyen, köy dekorunu sağlayan varlıklar olarak belirgin bir konuma sahip.
İmgeler: Şiir, oldukça yoğun bir imge yapısına sahip. Başlıca imgeler de şunlardır:
* Tabiatla bütünleşen özgürlük:
1. bendden: “Bir rüzgâr yolarken bulutları lif lif / Turalanmış saçlarını uçuruyordu Elif / Uyku vaktini unutmuş gökteki tek yıldıza doğru”
Şair, aynı imgeye 2. bendde daha geniş olarak yer vermektedir: “Şaklar çıplak bir atın sağrısında kamçı kamçı / Bağcıkları sık bağlanmış örgülü saçı / Rüzgâr Elif’ten deli, Elif rüzgârdan inat / Sanırsın pervazlanmış ışıktan bir kanat / Ovalar kadar geniştir her kulacı”
Şiirin ilk iki bendinde sinemaya özgü hareketli bir görüntü; bir yaz akşamı atına binmiş, Elif adında güzel bir Türk köylü kızının örülü saçlarını rüzgârda savurarak gidişi resmedilmektedir. Bağcıkları sık bağlanmış olan örgülü saçı, çıplak bir atın sağrısında kamçı gibi şaklar yani atını hızlı bir şekilde koştururken uzun örgülü saçları, atın sağrısına çarpa çarpa gider.
Geri plândaki görüntü budur ve bu yüzey yapıyı oluşturmaktadır.
Bunu şiire bağlı kalarak biraz daha açalım: Bir yaz akşamı rüzgâr, bulutları tel tel, iplik iplik yolmaktadır. Elif, bu rüzgârlı havada gökte uyku vaktini unutmuş olan tek yıldız yani çoban yıldızına doğru örülmüş saçlarını uçurarak gitmektedir.
Akşamın loş, alaca karanlığında ötelerden bir dağın kamburunun gölgesi yansımaktadır. Bir kar suyu kadar dupduru ve saf bir güzelliğe sahip olan Elif, ya ötelerden gelen bir çoban kavalından çıkan ya da kendi söylediği türkülerden oluşan bir ezginin rüzgârında sallanan, kımıldanan düşü içinde tay ve ceylan gibi dinç ve diri bir şekilde bulunmaktadır. Bu düş, belki de onun genç kızlık hayalleri, ilerde mutlu bir evlilik ve yaşantı umutlarıdır.
Kırsal alan sakini, kentli insandan farklı olarak hareketlerini belli bir ölçüyle sınırlandırmaz, kendini kısıtlamak zorunda kalmaz ve manevra alanı dar değildir. O, olabildiğince özgürce davranmak ve hareket etmek ister. Geniş mekânların ve hür ortamların insanıdır. Doğasından getirdiği özgürce davranma eğilimini içinde bulunduğu fiziksel mekân olan doğal ortamla bütünleştirerek sergiler.
Rüzgâr, sert esmekte ama o rüzgâra inat atını sürmektedir. Rüzgârda at koşturan Elif, karşıdan bakınca ışıktan bir kanadın uçmakta olduğu imgesini vermektedir. Diri bir şevkle atını mahmuzlayarak gidişi, ovalar kadar geniş kulaç atışa benzetilmektedir.
* Duygu, düşünce ve heyecanlara ezginin eşlik etmesi:
“Bir ezginin rüzgârında ırgalanan düşü içinde / Daha tay, daha ceylân, daha zinde”
Türk milletinin uzun tarihî gelişimi içinde duygu, düşünce ve hayale dayanan soyut ve sanatsal zihin faaliyetleri, genellikle ezgiyle birlikte olmuştur. Biri birisiz olmamıştır. En eski ozanlarımız, yakın zamana kadar halk şairlerimiz, duygu, düşünce ve heyecanlarını kopuz, saz eşliğinde dillendirmişlerdir.
Halk şairleri, hem çalar hem söylerler. Burada da geleneksel Türk yaşama, davranma biçimi ve sanat anlayışı vurgulanıyor. Elif’in düş kurması, büyük duygular, hayaller, heyecanlar beslemesi, ancak ya başkasının ya kendisinin söylediği bir türkü ya da rüzgârın çıkardığı tabiî ezgi eşliğinde gerçekleşmektedir. Elif, yani Türk milleti, gündelik yaşantısına sanat katarak kendini zinde ve mutlu hissetmektedir.
* Doğal safiyet:
“Elif bir kar suyudur dupduru / Hiç resim çektirmemiş, aynası sular olmuş”
Elif, hayatında hiç resim çektirmemiş, kent yüzü görmemiş, güzelliğini görecek, saçını tarayacak bir aynası da olmamış. Ayna olarak su birikintilerini kullanmış. Bu mısralarda Anadolu insanının tamamen doğal bir saflık içindeki güzelliği ve olumlu yapısı vurgulanıyor. Burada dolaylı olarak medeniyete, teknolojiye, sun’îliğe, insan hayatındaki eğreti unsurlara olumsuzlayıcı bir gönderme var. Kentli insan, kimyevî maddelerle, kozmetikle güzellik edinmeye çalışırken; Elif, yani Anadolu kadını, güzelliğini, kimyevî boyalara, renkli, süslü, eğreti eşyalara değil; tamamen doğal yapısına borçludur.
O, doğal güzelliğini bozmamıştır. Resim çektirmek ve aynaya bakmak, poz vermedir. Bunda kendisi olmak değil, başkası tarafından beğenilen olmak kaygısı vardır. Poz verme de doğal duruşu bozma, eğreti ve sun’î bir duruş takınmadır. Kentli insan, bütün insan ilişkilerinde, sosyal yaşantısında hep başkasına karşı ısmarlama, sun’î pozlar takınır. Giyimini, davranışlarını, konuşmalarını, jest ve mimiklerini hep başkasının isteklerine ve beklentilerine göre ayarlar. Gerçek kimliğiyle ve doğal hâliyle değil; düzenlenmiş, ayarlanmış, belirlenmiş ve sınırlanmış hâllerle var olmaya çalışır.
Aynı imge, 3. benddeki “Elif elmadaki renk, Elif kurbandaki kan” mısraında da pekiştiriliyor. Elif, güzelliği, masumluğu ve hayâsı sebebiyle yüzünde oluşan hafif kızarıklıktan dolayı elmanın rengine, sıcaklığından dolayı kurban kanına benzetilmektedir. Bu imgenin son bendde de derinleştirildiğini ve farklılıklarla zenginleştirildiğini görüyoruz: “Elif bir sümbüldür, Elif süt bakış”
* Anadolu insanının şevki:
“İnce parmakları karınca, gözleri kuş”
Elif’in yani Anadolu insanının ince parmakları karınca gibi hareketli, faal ve çalışkan, gözleri kuş gibi şen, canlı, diri ve neşelidir. Kentli insanlarda görülen derin felsefî düşünceler, düşünce kaynaklı hastalıklar, sosyal olaylar, evhamlar, kaygılar, korkular onun yaşama sevincini çökertmemiştir.
Medeniyet, insanın yaşama şevkini kırmış, pek çok konuda ümidini törpülemiş, ruhunu karartmıştır. Kırsal alan insanı ise tam bir rahatlık ve güven içinde normal hayatını dolu dolu, şevkle, heyecanla yaşamaktadır.
* Zedelenmemiş şahsiyet:
“Dünya benimdir der Elif eğilmeden yürürken”
Şiirdeki Elif kişiliğini okurken arka planda kentli insanların hâllerine karşıtlık bağlamında göndermeler vardır. Elif’in eğilmeden yürümesi, Anadolu insanının kimseye boyun eğmeyen, kendine tam bir özgüvenle, bütün şahsiyetini muhafaza ederek yaşaması vurgulanırken; aynı zamanda kentli insanın bu değerlerden mahrum oluşuna da zımnen göndermelerde bulunulmaktadır.
Zira kentli insan, gerek maddî menfaat elde etmek kaygısıyla gerek gelecek korkusuyla, gerek dışlanma korkusuyla, gerek başka kaygılarla zaman zaman eğilmek durumunda kalarak şahsiyetini zedeleyebilmektedir. Anadolu insanının ise hiç kimseye minneti olmadığından şahsiyetini korumakta, kişiliğine halel getirecek durumlara tevessül etmemektedir.
* Samimiyet ve iyi niyet:
“Sevgisi hâs, gönül toprağıysa gen”
Kentli insanın davranışlarında ve sosyal ilişkilerinde zaman zaman samimiyetsizlikler, riyakârlıklar, içten pazarlıklar görülür. Sizin yüzünüze gülerken gizli gizli kötülükler planlıyor olabilir. Sevgisi her zaman has olmayabilir.
Birçok sebepler ve kaygılarla yüzünüze güler, arkanızdan vurabilir. Anadolu insanı ise içi dışı birdir. Size güler yüz gösteriyorsa sizi gerçekten seviyordur. Sizi sevmiyorsa kızgınlığını gizlemez, hemen belli eder. İçten pazarlıklı, gizli hesap kitap içinde değildir. Riyakârlığa gerek görmez.
Kentli insanın gönül toprağı geniş değildir, cimridir, alanını sınırlar, insanlar arasında bazı ölçütlere göre ayırım yapar. Sevdiği, iyilik ettiği, ilgi gösterdiği insan kümesi sınırlıdır. Anadolu insanı ise bütün insanlara gönlünü açar, herkese iyilik emek ister, onun gönül bahçesinde herkese yer vardır.
* Elif simgesinin Türk kültürünün başlangıç noktası olması:
“Başka kız mı yok sanki, niye hep satırbaşı, / Şiirde ve kelâmda Elif hep yüzük taşı?”
Türk millî kültürünün iki temel yapısı var: Dinî duyuş-yaşama biçimi ve sanat-edebiyat. Her iki alanda da “elif”, simgesel bir konuma sahip. Türk kültür ve medeniyetini yapan ve ören İslam’ın merkezinde Allah ve Kur’an vardır. Kelâmullah olan Allah ve Kur’an harfleri olan Arap elifbası, elifle başlar. Türk edebiyatının dev birikimini oluşturan Osmanlı Klasik Türk edebiyatında; hem Divan hem halk edebiyatında elif mazmunu, bir anahtar kavram olarak çok kullanılır.
Divan şiirinde sevgilinin ince uzun boyu Elif harfine benzetilir. Elif harfinin başta olması, bir sonraki harfe bitişmemesi, yalnız olması, bir rakamıyla aynı dolayısıyla Allah’ı simgeler.
Dolayısıyla Bahattin Karakoç’un yukarıdaki mısralarda şiirde ve kelâmda elifi satırbaşı ve yüzük taşı olarak zikretmesi anlamlıdır. Son benddeki: “Elif bir sultandır can güzellere” mısraında da Elifin can güzellere yani hem dünya güzellerine hem de mana güzelliklerine sultan oluşu belirtilerek bu imge renklendirilmiş oluyor.
*Pozitivizmin insanı yarım bırakması:
“Elbet şaşacak buna tek boyutlu her insan”
Bütün bunlara yani yukarıda anlatılanlara tek boyutlu insanın şaşması şudur: Tek boyutlu insan, pozitivist ve materyalist kişidir. Manaya önem vermeyip sadece maddeyi esas alan kişi. İnsanda, dünyada, varlıkta hem manevî hem de maddî boyut bir bütün olarak vardır.
Manevî boyutu inkâr eden materyalist, tek boyutludur ve Elif simgesinin maddî olduğu kadar manevî değerleri de temsil ediyor olması onu şaşırtır. Elif, ince uzun boylu dünya güzelini yani maddeyi, dünyayı temsil ettiği gibi tevhidi, Allah’ı simgelemesi ile manevî boyutu da temsil eder.
Böylece Elifte madde-mana, dünya-ahiret, yaratılan-yaratıcı bütünlüğü vardır. Tamlığı, bütünlüğü temsil eder. Tek boyutlu insan ise Elif’te sadece ince uzun boylu güzel dünya kızını yani sadece maddeyi ve faniliği görür. Bu da yarımlık ve eksiklik demektir.
* Kentleşmenin doğallığı yok etmesine duyulan tepki
“Öfkeli bir dev gibi homurdanıp gelirken / Elif’i alıp da gidecek kara tren / İlk ben kapak olurum karnı aç tünellere / Ve ezgiler dokurum sancılı tellere”
Şiirin dördüncü bendinde biraz farklı bir konuya yer veriliyor. O da öfkeli bir dev gibi homurdanıp gelen kara trenin Elif’i alıp götürmesi imgesidir. Elif’in köyden kente gelin gitmesi özelinde, köyden kente göçle birlikte kırsal alana özgü saf, iyi, güzel ve doğal değerlerin kentte zaman içinde aşınması ve yok olması korkusunu barındırıyor.
Şair, ‘karnı aç tünellerle ilk ben kapak olurum’ derken, bu değerler aşınmasına ve kozmopolitleşmeye karşı engel olunması gerektiğini belirtirken bunun hüznünü de terennüm ediyor.
*Tekvînî ve kelâmî âyet bütünlüğü:
“Elif-lâm-mim demiş, oturmuş nakış”
Elif-lâm-mim, Kur’an âyetidir. Allah’ın sözüdür ve bu nakış, oturmuştur, çok güzel düşmüştür. Burada şu vurgulanmak isteniyor: Saf ve doğal hâliyle bir köylü güzeli olan Elif, Allah’ın tekvînî (oluşsal, yaratılışsal, varlıksal) bir âyeti (işareti, yaratıcılığının ve ilâh oluşunun bir göstergesi)dir. Elif-lâm-mim ise Allah’ın kelâmî (sözel) âyetidir. Dolayısıyla tekvinî ve kelâmî âyetler birbirini bütünlemektedir.
İlkörnek: Şiirde ince, uzun bir köylü güzeli tipi tasvir edilmekte ve simgesel değerlerine vurgu yapılmaktadır. Bir köylü güzeli olarak tasvir edilen Elif, Anadolu Müslüman Türk toplumunun tipik bir temsilcisi olarak alınmıştır. Genel geçer Türk tipi olarak, Türk kadını, Türk köylü kızı olarak Türk edebiyatında fazlasıyla kullanılmış bir tiptir.
Ancak burada sadece bir köylü güzeli tasvir edilmekle kalınmıyor; bunun temsilciliğinde iki temel değerler dizgesi sergileniyor. Bunlar: 1. Anadolu kırsal alanının saflığı, doğallığı, temizliği ve güzelliği. 2. Manevî-İslamî değerlerin “Elif” simgesiyle yansıtılması.
Metinlerarası İlişkiler
-Karşıtlığa dayalı taklit: Şiirin ilk bendinde Ahmet Haşim’in “O Belde” şiirine karşıtlığa dayalı ciddî bir taklit görülmektedir. Kentli bir şair olan Ahmet Haşim’in kentli bir görüntü ve duyarlıkla ortaya koyduğu sevgili tipi ve görüntüsüne karşı burada köylü güzeli tipi görüntüsü ve imgesi çıkarılmaktadır. Yani tepkisel bir tavır alış söz konusudur.
Ahmet Haşim, “O Belde” şiirinde deniz kenarında ufka bakan, saçlarını rüzgârın dağıttığı aristokrat, kentli, ince bir hüzün barındıran bir sevgili tipini tasvir ediyordu: “Denizlerden / Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin. / Bilsen / Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma bakan / Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!”
Bahattin Karakoç ise saçlarını sahil rüzgârına değil; bozkır rüzgârına tutan, hüzünlü değil; neşeli bir köylü güzeli tasvir ediyor.
-İmge aktarımı: Bahattin Karakoç, Türk edebiyatından iyi beslenmiş bir şair olarak kendi edebiyat geleneğine doğal bir eklemlenme içerisindedir. Bu da onun zenginliğini ortaya koyuyor. Buna bazı örnekler verelim:
* Köylü güzelinin gözlerinin kuşa benzetilmesi imgesi Karacaoğlan’da da vardır:
“Keklik gibi taştan taşa sekersin / Top kuş gibi geri dönmüş bakarsın
* Bağcıkları sık bağlanmış olan örgülü saçı, çıplak bir atın sağrısında kamçı gibi şaklar yani atını hızlı bir şekilde koştururken uzun örgülü saçları, atın sağrısına çarpa çarpa gider. Benzer bir tasviri Karacaoğlan şöyle yapar:
“Saçları topukla eyliyor cengi / Bir ceren bakışlı on dört yaşlının”
* Üçüncü bendde Elif tipine dair bazı belirlemeler, benzetmeler yapılır. Buna göre: Elif, eğilmeden giderken sanki bütün dünya benim der gibi bir hava içinde kendine sonsuz bir güvenle yürür. Nitekim Karacaoğlan da bir şiirinde şöyle der: “Dinleyin bir güzeli methedeyim / Yiğide nispetle yürüyüşlünün”
* Elif, güzelliği, masumluğu ve hayâsı yüzünden yüzünde oluşan hafif kızarıklıktan dolayı elmanın rengine, sıcaklığından dolayı kurban kanına benzetilmektedir. Renk bakımından sevgili ile elma arasında benzerlik kurulması imgesi, Karacaoğlan’da da vardır: “Elmadan kırmızı elmastan beyaz / Şöyle bir güzel ver gönlüm eğleyim”
* Başka kızlar değil de hep satırbaşı olan Elif’tir.
Elif, şiirde ve kelâmda hep yüzük taşıdır. Burada “Elif” imgesinin Türk edebiyatında ve dilde kullanılışına göre aldığı değere vurgu yapılmaktadır. Bunlar şöyle: Halk şiirinde olsun, Divan şiirinde olsun en ön sıralarda hep Elif’ten söz edilir. Karacaoğlan’ın meşhur bir semaîsi buna iyi bir örnektir:
“İncecikten bir kar yağar / Tozar Elif Elif diye / Deli gönül abdal olmuş / Gezer Elif Elif diye.
Elif’in uğru nakışlı / Yavru balaban bakışlı / Yayla çiçeği kokuşlu / Kokar Elif Elif diye.
Elif kaşlarını çatar / Gamzesi bağrıma batar / Ak elleri kalem tutar / Yazar Elif Elif diye.
Evlerinin önü çardak / Elif’in elinde bardak / Sanki yeşil başlı ördek / Yüzer Elif Elif diye.
Karacaoğlan eğmelerin / Gönül sevmez değmelerin / İliklenmiş düğmelerin / Çözer Elif Elif diye.”
-İçerik benzerliği: Bahattin Karakoç’un buradaki şiiriyle Ahmet Muhip Dıranas’ın “Elif” şiiri arasında muhteva benzerliği var. Mukayese imkânı sağlaması bakımından Dıranas’ın şiirini alıyoruz:
“Elif kara taştan bir köyde yaşıyor, / Bir damın sazı, bir ocağın ateşi; / Her akşam kanlarla batan bir güneşi / Başında ağır bir taç gibi taşıyor.
Süt emmiş Elif en eski destanlardan, / Masalların altın beşiğinde uyumuş / Elif bir mağrada geçmiş zamanlardan / Uğrun uğrun esen ninniyle büyümüş.
Ne kadar güzelsin Elif, dağın kızı! / Derin ıssızlığın kokusuz çiçeği! / Ey, sevincinde bir büyük geleceği / Muştulayan içki, bin yılın kımızı!
Elbet bir ömre tek sözüdür kaderin; / Ağrı’nın ak şafağı söken alnında / Mutlu kıyıları kapıp cennetlerin, / Elif! Sonsuza gebe kız, tek tanrıça!”
ŞEKİL
Nazım Şekli: Şiir, bendlerle kurulan ve eşit düzenli nazım biçimlerinden 7’li bir nazım şekline sahip. Yani şiir, mısra kümelenişi bakımından 7’şer mısralık 4 bentten oluşan bir metin. Kafiye sistemi itibariyle ise şöyle bir yapısı var: Her bendin ilk 6 mısraı düz kafiyeli yani her 2 mısra kendi içinde kafiyeli, 7. mısra ise bağımsız. 7. mısra, hem kafiye bakımından bağımsız, hem cümle kuruluşu bakımından, hem de anlam bakımından. Bendlerin baştan itibaren ikişer mısralık kümeleri, anlamlı ve kendi arasında kafiyeli tek bir cümle oluştururken; son mısraı bağımsız kalmaktadır. Böylece nazım şekli itibariyle bu şiir, özgün bir değere sahip.
DİL VE ÜSLÛP
Dil: Şair, dil sapmalarına yer vermeden, düzgün, kurallı, güzel, akıcı bir Türkçe kullanma gayreti içindedir. Yalnız şair, konuyla örtüşen bir tavırla bazı mahallî dil unsurlarına yer vermiş.
Mesela “turalamak” fiili Anadolu Türkçesinde kullanılan ama yazı dilinde pek karşılaşmadığımız bir kelime. Sözlükler bu kelime için şu anlamı veriyor: Dolaşmak. Bazı oyunlarda düğümlenmiş mendil veya kuşakla vurmak. İplik çilelerini turalarına ayırmak. Ayrıca “ırgalamak”: Sarsmak, yerinden oynatıp sallamak, “gen”: Geniş, kelimeleri de var.
Şair, Anadolu köyünü ve köylüsünü dışardan kentli bir insanın bakış açısı ve diliyle anlatıyor. İçerden bir halk şairi gözlem ve tutumu yok. O yüzden şiirin kelime kadrosu, mahiyeti itibariyle kentlidir. Ancak zaman zaman mahallî dil unsurlarına ve konuşma diline de yer vermektedir.
Şiir dilinde anlaşılması, anlamı zor bir kelime hemen hemen hiç yok Yalnız bazı okuyucular, turalamak, ırgalamak, sağrı, pervazlanmak, gen, elif-lâm-mim gibi kelime ve ifadeler için sözlük kullanma ihtiyacı duyabilecektir.
Üslûp: Şiirin üslûbu genelde yalındır. Anlamı zorlayan bir söylemi yok. Ortalama bir okuyucunun kolayca anlayabileceği bir şiir. Yalnız bu yalın üslûp şiiri basit ve sıradan yapmıyor. Şiir, oldukça derin, imgelerle yüklü, sanatlı bir yapıya sahip. Fakat şair, büyük bir başarı göstererek sehl-i mümteni örneği ortaya koymuştur. Ayrıca tasvirî üslûp da kendini kuvvetle hissettiriyor.
AHENK
Ses tekrarları: Şair tarafından ister bilinçli olarak tercih edilmiş olsun isterse olmasın, şiirde yer yer içeriğe uygun ses tekrarları görülmektedir. Biz, şiir okurken görüntü-ses-muhteva bütünlüğüne bağlı bir ahenk seziyoruz. Mesela: “Bir rüzgâr yolarken bulutları lif lif / Turalanmış saçlarını uçuruyordu Elif” mısralarında i harfi 4 kez tekrarlanmış. “Bir” kelimesinin anlamı ve rakam olarak yazılışı, “lif” kelimesinin anlamına uygun olan görüntüsü ve “elif” harfinin anlamı ve görüntüsü hep ince, uzun, narin bir şekli çağrıştırıyor. Dolayısıyla i harfinin sesi ve görünüşü, bu inceliği ve narinliği hissettiriyor ve çağrıştırıyor. Bir başka örmek:
“Şaklar çıplak bir atın sağrısında kamçı kamçı / Bağcıkları sık bağlanmış örgülü saçı” mısralarında 4 ç, 2 ş, 1 c harfi var. Bunlar, benzer ses değerlerine sahip harfler ve kamçı şaklaması sesini yansıtmaktadırlar.
Kafiye: Şair, kafiye konusunda oldukça bilinçli davranıyor. “Nazım Şekli” bölümünde vurguladığımız gibi her bendin ilk 6 mısraında ikişer mısralık kümeler içinde Mesnevi kafiyesi veya eşleme ya da düz kafiye denilen sistemi uyguluyor. Tam ve zengin kafiyelerin ağırlıkta olması, şairin kafiye konusunda başarı sağladığını gösteriyor. Ayrıca kafiye zorlaması görülmüyor. Şair, mısraları kafiyeye uydurma zorlaması içersinde değil. Kafiyeler, tamamen doğal bir akışa bağlı olarak ustaca ve kendiliğinden doğmuş. Şiiri kafiye yönlendirmiyor.
Kelime Tekrarları:
İkilemeler: Örnekler: lif lif, kamçı kamçı
Mısra başı tekrarı: Şiirin bütününde “Bir” kelimesi 2, ”Elif” kelimesi 6 kez tekrarlanarak bir ahenk sağlanmış. Ayrıca şiirin tamamında “Elif”, toplam 13 kez tekrarlanıyor. Bu da vurgulu bir ahenk doğuruyor.
Mısra içi kelime tekrarı: İlk bendin 6. mısraında “daha” kelimesinin 3 kez, 2. bendin 5. mısraında “rüzgâr” kelimesinin 2 kez, “Elif” kelimesinin 2 kez, 3. bendin 4. mısraında yine “Elif” kelimesinin 2 kez ve son bendin 5. mısraında yine “Elif” kelimesinin 2 kez tekrarı, ahenk üretmede kayda değer bir görünüm arzediyor.
Vezin: Şiir, vezin bakımından serbest. Şair, ahenk sağlama konusunda vezinden yararlanmayı düşünmemiş.