307114_10150226571147998_8263005_n

BİRİNCİ ULUSLAR ARASI HARUNİYE KAPLICALARI MÜZİK VE ŞİİR ŞÖLENİ ANILARIM

Düziçili Sayın İbrahim Özdemir’in güzel bir etkinlik yapacağı haberini paylaşım sitesindeki duyurularından öğrenmiştim. O ara Aydın Belediye’sinin Türkiye çapında ilk kez açtığı Aydın konulu şiir yarışmasında birinci olmuştum. Bu nedenle başka etkinliklere yoğunlaşamamıştım. 6 Eylül’de 08.40 uçağıyla İzmir’e oradan da İzmir’den yarışmanın ikincisi olan sevgili arkadaşım Şerife Çınar ve değerli sanatçı arkadaşımızla havaalanında buluşarak karayoluyla Aydın’a ulaştık. 7 Eylül Aydın’ın Kurtuluşunun 91. Yıldönümü kutlamaları kapsamında şiirimi okudum. Ödülümü aldım. 8 Eylül’de akşam 20.20 uçağıyla Adana’ya döndüm. Aydın ile ilgili izlenimlerimi başka bir yazımda ele alacağım.

Aydın dönüşü Sayın İbrahim Özdemir’den Düziçi etkinliği için davet aldım. Ancak ağır bir ameliyat geçirdiğimi, sağlık sorunlarım nedeniyle tek başıma katılamayacağımı genç bir şair-yazar olan kızımla katılma imkânım varsa gelebileceğimi söyledim. Kabul etti. Etkinlik 21 Eylül 2013 Cumartesi 19.30’da başlayacaktı. Saat 16.00’da ise Düziçi Belediye Başkanı Sayın Ökkeş Namlı Beyefendi bu etkinliğe yurt içi ve yurt dışından katılan şair, yazar ve âşıkları makamında kabul edecekti.

Ben de Adanalıyım ve Adana’da yaşıyorum. Bize yakın bir ilçe olduğu için yola saat 13.00-14.00 arası çıkmayı kızımla kararlaştırdık. Saat 15.00’te Düziçi Belediye Binası’nın önüne ulaştık. Sabahtan gelen arkadaşları sabah kahvaltısı sonrası biraz gezdirmişlerdi. Öğlen yemeği de yendikten sonra Haruniye Kaplıcalarındaki konaklayacağımız odalara da ikişer ikişer yerleştirilmişlerdi.

Belediye Başkanıyla görüştükten sonra Özel İdare Binası önündeki alanda etkinlik yapılacaktı. İbrahim Özdemir’i aradım. Etkinlik alanında hazırlıklarla uğraştığını Azerbaycan’dan katılan Gülnare Eşgerzade ve Adana’dan, Kozan’dan, Ceyhan’dan gelen bazı arkadaşların da alanda olduklarını söyledi. Kızım Sena ile etkinlik alanına gittik. Tanıdıklarımızın yanı sıra ilk kez gördüklerimiz de vardı. Yenilerle tanıştık, eskilerle sohbet ettik. Adana’dan gelen Kastamonulu arkadaşım, aynı derneğin üyesi olduğumuz meslektaşım Cemal Ünal ile sohbet ettik. Eşini de tanırım. Dünya tatlısıdır Münciye Hanım… Cemal Bey’in arabasıyla dört arkadaşım farklı ilçelerden gelmişlerdi. Kahyaoğlu mahlasıyla tanınan aslen Sivaslı ama Ceyhan’da yaşayan meslektaşım Ali Atar, Cemal Ünal gibi emekli matematik öğretmenidir. Şu anda Ceyhan Edebiyatçılar Derneği Başkanıdır. Kozan’dan Otağ TV’de yıllardır “Türkü Pınarı” programını hazırlayıp sunan şair Adnan Özcandan ve Adana’dan Âşık Mustafa Fındıklı benim gibi Çukurova Halk Ozanları Kültür ve Araştırma Derneği üyelerindendir. Yaz dolayısıyla görüşemeyen bizler artık etkinliklerde bir araya gelerek edebiyat sohbetlerimize kaldığımız yerden devam etmeye başladık.

Düziçi Belediyesi Haruniye Kaplıca Tesislerinde hazırlıklarını tamamlayanlar da belediyeye ait araçlarla Düziçi’ne ulaşmışlardı. Tekrar Belediye Binasına gittik. Belediye Başkanı’nın makam odasına alındık. Belediye Başkanı bir taziyeye gitmişti. Bir süre bekledik ama hiç sıkılmadık, bu arada Haruniye Kaplıcalarındaki tesislerden gelenlerle tanışma ve bol bol sohbet etme fırsatımız oldu. Kayseri’den Sergül Vural ve Eğitimci Şair Yazar Ali Özkanlı gelmişlerdi. Ali Bey’i ismen tanıyordum ama sanırım ilk kez bu etkinlikte tanıştırıldık. Sergül Hanım zaten sevdiğim simalardandır. Yozgat 11. Sürmeli Şiir Şöleni’nden sonra bu yıl 18 Ocak 2013’te Çukurova 6. Tüyap Kitap Fuarı’nda görüşmüştük. İmza günlerimiz vardı. İlesam Eski Yönetim üyelerinden, beyefendiliğiyle ve güçlü şiirleriyle gönüllere taht kurmuş Vedat Fidanboy ve sevilen şairlerden Murat Duman ile İlesam kongresinde tanışmıştık. Gülten Sultan, Âşık Sevdai, Vedat Fidanboy, Rıfat Çakır, Murat Duman’ın arabasıyla Ankara’dan gelmişlerdi. Adını duyduğum ama bugüne dek tanışmadığım genç ancak iyi bir şair olan İbrahim Şaşma Karaman’dan iştirak etmişti. Van Erciş’ten gelen yine genç bir şair -ki adını o güne kadar duymamıştım- Gökmen Sakin gerçekten başarılı ve oldukça esprili idi. Zekeriya Efiloğlu aslen Ordulu ama Gaziantep’te yaşayan eğitimci şair yazar… Recebiye Çataksezer İstanbul’dan, Rıfat Çakır ise Ankara’dan iştirak eden ve sunuculuk görevini üstlenen yeni tanıştığım çok değerli isimlerdendi. Yunan vatandaşı olup aslen Batı Trakya Türklerinden olan Özkan Hüseyin de yöresel giysileri içinde dikkat çeken ozanlardandı. Tokat’tan Hasan Akar ile Tokat Zile’den değerli şairlerimizden Ahmet Divriklioğlu elleri boş gelmemişlerdi. Başkana armağan olarak Kümbet dergisi ile sanırım bir de yazma getirmişlerdi. Aramızdaki en genç şair Sena Morkal idi. Sena da geç ama ödüllü şairlerdendir. Dergilerde ve gazetelerde yıllar öncesinden şiirleri yayınlanmaya başlamıştır.

Başkan geldi, hepimizle tek tek ilgilendi. Biz ona kitaplarımızı hediye ettik. Başkan da bize Düziçi’nin resmedildiği çini tabakların bulunduğu şık çerçeveli birer tablo hediye etti. Bol bol fotoğraf çektirdik. Bizlere önce su, sonra da meyve suyu ikram etti. Etkinlik için havai fişekler patlatacaklarını söyledi. Mutlu olduk. Konya’dan Sultan Özateş folklorik giysileriyle oldukça sempatikti. Kon TV adına çekimler ve röportajlar yaptı. Başkanla vedalaşıp alana gittik.

Ancak alana vardığımızda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Oradaki çay evine sığındık. Birer bardak çay içtik. O sırada bir belediye görevlisi etkinliğin bu durumda yapılamayacağını, sandalyeleri ve ses tesisatını toplayıp götürdüklerini açıkladı. Kapalı bir salon yoktu. Düğün salonları da doluydu.” İsteyenler dönebilirler, teşekkür ederiz.” Sözü hepimizi şok etti. İbrahim Özdemir şaşkındı, üzgündü, çaresizdi o anda… Yalnızdı. Haruniye Kaplıca Tesislerine döndük. Akşam çökmüştü. Yağmur devam ediyordu. Saçlarımız tepemize yapışmıştı, sırılsıklamdık. Kaplıca yolu çok sarptı, dardı, pek düzgün değildi üstelik de kaygandı. Kızım “ Anne, ayet el kürsüyü oku.” dedi bana. Bildiğim bütün duaları okudum.

Kaplıcaya sağ salim vardığımızda çok geç olmuştu. Yağmur da devam ediyordu. Oldukça acıkmıştık. Restorana geçtik. Yemekler bitmişti. İbrahim Özdemir kavun, karpuz, salatalık, domates, yeşilbiber, beyaz peynir ve zeytin almıştı. Neşeyle yedik. Restoranda düzenlemeler yapıldı. Şiir dinletimizi orada yaptık. Kaplıca sakinleri, konuklar “İnşallah etkinlik burada olur.” diye dua ettiklerini söylediler. Allah, onların dualarını kabul etmiş demek ki!

Sayın Rıfat Çakır’ın güzel sunumlarıyla sıra ile birer şiir okuduk. Plaketlerimizi Sayın İbrahim Özdemir’in elinden aldık. Bu kadar güzel bir dinleti olamazdı. Mest oldum adeta… Öyle güzel şiirler okundu, öyle tatlı sohbetler yapıldı ki zaman dursun istedim. 23.30’da etkinliğimiz bitti. Odalarımıza çekildik. Kızımla ben en sondaki odadaydık. Girişte minik bir mutfak, tezgâh altında mini bir buzdolabı, çok şık mutfak dolapları bulunuyordu. Az ilerde ince uzun bir masa ve altında koyu kahverengi deri kaplı iki adet rahat puf vardı. Dipte iki yatak (yataklardan biri iki kişilik diğeri tek kişilik), iki etajer, iki kapılı gardırop ile banyo tuvalet kapısı… Tertemizdi. Burada en az bir hafta kalmak ve günde üç banyodan bir haftada toplam 21 banyo almak pek çok derde derman oluyordu. İnternetten araştırdığım kadarıyla suyun sıcaklığı 32 derece idi. Özellikle romatizmaya, kadın hastalıklarına, cilt rahatsızlıklarına, bel tutulmalarına çok iyi geliyordu. Barsak, mide rahatsızlıklarının tedavisinde de yararlıydı. Bir gün önce gelenler kaplıcadan faydalanmışlardı. Ben de girmek istedim ama kadın ve erkeklerin girecekleri saatler farklıymış. Ertesi sabah 8 ile 9 arasında bayanların girebileceklerini söylediler.

Alışkanlığım gereği erkenden kalktım. Kızım uyumak istiyordu. Küçücük odada onu rahatsız etmemem mümkün değildi. Bari yürüyüş yapayım dedim. Bir süre tertemiz havada yemyeşil ağaçları seyrederek yürüdüm. Marketin önünde Rıfat Çakır ile Ozan Sevdai’yi gördüm. Anahtarlarını odada unutmuşlardı. Zorunlu olarak dışarıda oturuyorlardı. Bir süre sonra bütün erkenciler masada birer birer toplandık.

O arada saate baktım; sekizi çeyrek geçiyordu. Kaplıcaya gittim. Mermer basamaklarla inilen bir yerdi. İndiğimde sol tarafta iki bölümden oluşan küçük havuz gördüm. Şaşırdım. “Burası mı?” dedim bir hanım sağdaki kapıyı gösterdi. Yaklaşık 40 metrekarelik bir havuzda en az kırk bayan vardı. Hanımların pek çoğu suyun içinde bulunan yanlardaki mermer basamaklara oturmuş kıpırdamadan duruyorlardı. Bu durum bana anlamsız geldi ama kimseye bir şey söylemedim. O ara Kayseri’den katılan sevgili arkadaşım Sergül Vural “On beş dakika kıpırdamadan dur, bak ne olacak?” dedi. “Ne olacakmış ki?” dedim. Kenarda yan yana kıpırdamadan oturan hanımları gösterdi. “Bak, derilerinin üzeri su kabarcıkları dolu… Kaplıcanın suyu cilde iyi geliyor. Gözenekleri açıyor. Böyle tedavi ediyor. ” dedi. “Kaplıca sıcak olmaz mı?” Diye düşündüm. Burasının sıcaklığı tahminimce ancak 17-18 dereceydi. Bazı hanımlar üşüdük dediler. Bazıları da sıcak olmadığı için özellikle burayı tercih ettiklerini belirttiler karşı odadaki Kahramanmaraşlı komşularımız gibi… Sergül hanım hacıdır. Tırnaklarındaki boyalar dikkatimi çekti. Oje gibi duruyordu. Biliyordum ki beş vakit abdestli, namazlı inançlıdır. Kesinlikle kınadır ama sadece tırnaklarda olmasını nasıl becerebilmişti? Öğrendim, hacda satılıyormuş. Tırnak kınasıymış. Özelliğini bir ay süreyle koruyabiliyormuş. Ekim ayının başında hacca gidecek olan dayımın oğlu Mustafa’ya sipariş verdim. Çok beğendim. Bir süre sonra “Hadi artık yeter çıkalım.” Dedim. Tam çıkmıştık ki görevli kadın “Hanımlar, süre doldu, havuzu boşaltın.” Dedi. Sergül Vural’a “Kovulmadan çıktık.” Dedim, gülüştük.

Kaplıcadan çıkınca banyo yapılmıyormuş. Bu nedenle kurulanıp giyindik. Odaya döndüğümde karşıda kalan ve yirmi yıldır buraya her yaz gelen Kahramanmaraşlı Yılmaz ailesi muhteşem bir Pazar kahvaltısı hazırlamışlardı. Kızımı ve beni davet etmişlerdi. Ayrıca yer çok dardı. Komşu aile iki oda arasına 6 kişilik bir masa koymuştu, bizler de odalardaki pufları dışarı çıkarmıştık. Onlar bir anne, kızı ve damadından oluşan üç kişilik bir aileydi. Biz de anne ve kız iki kişiydik. Sergül Hanımı davet ettik, gelmedi. Oda komşumuz Yılmaz ailesine kitaplarımdan armağan ettim. Bu nazik davetlerinden dolayı çok mutlu olduğumu belirttim. Adana’ya davet ettim. Haberleşmek üzere birbirimize telefon numaralarımızı verdik. Diğer arkadaşlar marketin önündeki geniş yerde kahvaltılarını yapmışlardı zaten. Biz de onlara katıldık. Güzel bir sabah sohbetinden sonra gezintiye çıktık.

Belediyenin tahsis ettiği minibüse bindi arkadaşlar, minibüs dolunca biz de kendi aracımızla İbrahim Özdemir Ağabey’in rehberliğinde Berke Barajına gittik. Berke Barajı Ceyhan Nehri üzerinde kurulmuş önemli barajlardan bir tanesi… Muhteşem bir manzara vardı. Bol bol resim çektirdik. Düziçi Haruniye Kaplıcaları’nın Müdürü Mustafa Kurt bize yörenin baraklarından birini söyledi. Karacaoğlan’dan şiirler okudu. Berke Vadisi ise uçsuz bucaksız gibi göründü gözüme… Yeşil ile mavinin buluşmasıydı bu; hatta dansıydı belki de… Tünelden geçerek farklı bir yere doğru yola çıktık. Sabun Çayını gördük. Köpürerek aktığı için çaya bu ad verilmiş. Bir metre eninde oldukça uzun bir yoldan ilerledik. Sevgili meslektaşım dünya tatlısı Gülten Ertürk’ün çığlığı üzerine acaba ne gördü diye meraklandım. O ana kadar fark etmemiştim. Sarımsı, kızılımsı, turuncu renklerdeki yengeçleri merakla izledim. Açıkçası ben de ürktüm. Azerbaycan’dan bu etkinliğe katılan Gülnare Eşgerzade “Bunlar nasıl zarar verirler?” dedi. Ben de kıskaçlarının çok güçlü olduğunu açıkladım. “Uzak durursak zarar vermezler.” Dedim.
Dünyanın en güzel manzaralarından birini saklıyordu Haruniye… Bol bol fotoğraf çektik ve araçlarımıza döndük.

Bir süre sonra Berke Vadi’sinde bir aileye konuk olduk. Asmanın altındaki çardakta dinlenirken yine şiir okundu, tatlı tatlı sohbetler edildi. Acıkanlara peynir, ekmek, salatalık, domates ikram edildi. Çaylarımızı içerek tekrar konakladığımız yere döndük. Mis gibi çoban kavurma ve özel olarak pişirilen küncülü (susamlı) ekmeklerle nefis bir ziyafet bizi bekliyordu. Yemeğin üstüne de geleneksel olarak kavun ve karpuz ikramı oluyordu. O kadar neşeliydik ki anlatmam mümkün değil… Telefon numaraları alıp verdik. Birbirimize kitaplarımızdan imzaladık. Çaylarımızı keyifle yudumladık. Bir süre sonra saat 16.00 civarında ayrılmaya karar verdik. İlk ayrılanlar Ankara’dan gelen arkadaşlarımız oldu. Herkesle tek tek vedalaştık. Nedime Ekinci arkadaşımız Antakya’ya Sevil Mısırlıoğlu’na misafir olacakmış. Âşık Sevdai de Adana’daki bir tanıdığı tarafından davet edilmiş. Adana’ya kadar bizimle geldiler. Önce Nedime Hanımı Atilla Altıkat Köprüsü civarında bulunan Has Turizm bürosuna bıraktık. Âşık Sevdai’yi de Gülek Camisinin önünde bekleyen tanıdıklarıyla buluşturduk.

Yorgun ama mutlu bir şekilde evimize döndük. Seneye tekrar Düziçi Haruniye Kaplıcalarında buluşmak üzere sözleştik. Bu etkinliğin başkahramanı Şair Yazar Eğitimci Sayın İbrahim Özdemir’e ve bizlere ev sahipliği yapan Düziçi Belediye Başkanı Ökkeş Namlı’ya çok teşekkür ederim. Umarım seneye yapılacak olan etkinlik bu yılkinden çok daha güzel olur.

Harika UFUK
ADANA
25 Eylül 2013