Osmanlı’nın bir uzantısı olması nedeniyle Türk Milli Kurtuluş Savaşı’nın ekonomik ve sosyal sorunlarını tarihi gelişim süreci ile açıklamak gerekir. Bu konuları Osmanlı’nın son yüzyılındaki yaşananlardan bağımsız düşünmemiz mümkün değildir.
Son yüzyılda Osmanlı’nın girdiği bütün savaşlara; 93 Harbi, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı vb., insan ve maddi kaynak sağlayan Anadolu’nun adeta altı üstüne dönmüştü. Anadolu’nun bütün üretim ve sosyal dengesi bozulmuş, yönetim boşluğundan yararlanan bazı insanlar Anadolu insanının elindeki son var olanı da tüketmişti. Bütün bunların üstüne Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru egemen güçler Anadolu’yu artık bir savaş alanı haline getirmişti ki bu gerçek bir felaketti. Artık Türk Kurtuluş Savaşı bu yaşananlardan sonra sadece siyasi ve askeri bir mücadele değil, aynı zamanda mali ve ekonomik bir savaş haline gelmiştir.
Osmanlı Devleti 20. yüzyıla girerken kapitülasyonların etkisi, sermaye yetersizliği, teknolojik geriliği veya yetersizliği, bilgisizlik, istikrarlı bir yönetimin kurulamaması ve sürekli savaşlar nedeniyle ekonomik açıdan dışa bağımlı hale gelmişti. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte ise ekonomisi alt üst olmuştu. Hemen her alanda ekonomik sorunlar baş göstermeye başlamıştı. Mustafa Kemal’i yalnız askeri sorunlar değil aynı zamanda maddi sorunlar da bekliyordu.
Mustafa Kemal ve Sivas Temsil Heyeti, Ankara’ya geldiklerinde ellerinde kullanabilecekleri ne bütçe ne de hali hazırda bir hazine yoktu. Oysa kurulması gereken bir ordu, alınması gereken silahlar, karnını doyurmak zorunda olduğu askerler para beklemekteydi. Yalnız Anadolu halkı ile bu nereye kadar mümkün olabilirdi? Halk bir yandan düşmana karşı kendini korumaktan aciz bir devletin borçlandığı yabancı kuruluşlara vergi öderken, diğer yandan da kendisini, düşmana karşı koruyan Kuvayı Milliye güçlerinin ihtiyaçlarını karşılamakta idi.
Bu şartlar altında bir şeyler yapmak, ekonomik kaynak sağlamak, savaş için artık olmazsa olmaz durumuna gelmişti. Son Osmanlı Müdafii (Medine Müdafii) Fahrettin Paşa Afganistan, Pakistan bölgesine gönderilmiş ve buradan gelen yardımlarla biraz olsun nefes almamız sağlanmışsa da düşmanı yurttan atmak için yeterli değildi. Kurtuluş Savaşı’nın bu zor ortamında yardımımıza Buhara Türk Cumhuriyeti halkı ve Onun Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu yetişti. Türkistan coğrafyasında birçok alanda çağdaşlaşma hareketi başlatan Osman Kocaoğlu.
Bugüne kadar Kurtuluş Savaşı sırasında Rusların gönderdikleri sanılan altınları ve silahları Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu yönetimindeki kardeşlerimiz göndermişlerdir.
28 Temmuz 1968 günü Hakk’ın rahmetine kavuşan Osman Kocaoğlu Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi haziresinde toprağa verilmiştir. Osman Kocaoğlu, İsmail Gaspıralı’nın “Dilde birlik, fikirde birlik, işte birlik” ülküsü ışığında Türkistan coğrafyasına her alanda çağdaşlaşma ışığı taşımaya çalışan, Rusların baskısından kurtulmak için bağımsızlık mücadelesi başlatan, Buhara Cumhuriyeti’ni kuran bir kahraman mücahit, bir devlet adamı, bir aydındır. Kocaoğlu 1878’de Fergana’nın Oş kasabasında doğmuş, iyi bir eğitim görmüş, Türkistan coğrafyasında pek çok alanda çağdaşlaşma hareketi başlatmış ve 1920-21 yıllarında Buhara Cumhurbaşkanı olmuştur.
Buhara Cumhurbaşkanı, çeşitli kaynaklarda Osman Hoca, Osman Hocaoğlu, Polat Hoca, Usman Khoja… gibi çeşitli adlarla anılıyor, ama o, 1927 yılında yayınlanmaya başlanan Yeni Türkistan dergisindeki yazılarında hep Osman KOCAOĞLU adını kullanmıştır. Osman Kocaoğlu’nun 1900-1922 yılları arasında Buhara Cumhuriyeti’ne giden yolda özellikle Buhara’da yaptıkları, 1924-1991 döneminde Türkistan coğrafyasına egemen olan Sovyetler Birliği’nin asimilasyon politikaları nedeniyle, ayrıntılarıyla bilinemiyor. Bu kahraman insan, Sovyetler dönemindeki yayınlarda, kendi halkına vatan haini olarak tanıtılmıştır. Özbekistan’ın bağımsızlığına kavuşması sonrasında, Özbek tarihçi Prof. Dr. Rüstem Şemsütdinov, yaptığı bir konuşmada bu haksızlığı anlatırken, “Biz tarihçiler Osman Hoca’yı şimdiye kadar vatan haini, İngiliz casusu olarak karaladık” demiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın en zor aylarında bir kırılma noktasına gelen mücadeleler sırasında Rusların, Yunanlıları destekleyen İngilizlere olan düşmanlığından yararlanmak isteyen Gazi Mustafa Kemal, İngilizlerin Anadolu’ya hâkim olması durumunda Rus güvenliğinin tehlikeye düşecek olmasını bir koz olarak kullanmış ve Rusların yanımızda yer almasını sağlamıştır. Rusya’nın başında bulunan Lenin’in Türk Kurtuluş Savaşı’na yardım göndereceğini duyan Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu hiç tereddütsüz Yüz Milyon Altın (100.000.000) göndermeye hazır olduğunu bildirmiştir.
Vagonlara yüklenerek Anadolu’ya doğru yolu çıkan altınların sadece 18.326.800 altın rublelik kısmı o da üç yıl içerisinde peyderpey Türkiye’ye teslim edilmiştir. Osman Kocaoğlu’nun gönderdiği yardımın 81.673.200 altın ruble tutarındaki bölümü, Lenin tarafından açıkça gasp edilmiştir. Ruslar, geri kalan yaklaşık 90 milyon altını, herhalde aracılık ücreti olarak almış olacaktır!
İstiklal Savaşı devam ederken, Buhara Halk Cumhuriyetinden bir heyet diplomatik temaslar yapmak üzere 17 Ocak 1921’de Ankara’ya gelir. Heyet, beraberinde getirdiği üç adet altın işlemeli kılıç ile Timur’a ait bir Kuran-ı Kerim’i Mustafa Kemal’e hediye eder. Sakarya Zaferini tebrik amacıyla gönderilen bu hediyeler karşısında müteessir olan Mustafa Kemal Paşa, meclis kürsüsünden duygu dolu bir konuşmayı yapar:
“Buhara ahalisinin Türkiye’deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim ile Türkiye Halk Ordusuna nişane-i takdir ve tebrik olarak irsal eylediği kılıç, Hak din ile hayat-ı hidame-i kuvveti temsil eden fevkalade muazzam ve kıymettar iki yadigârdır. Bu emanetleri elinizden alır iken kalbim heyecan ile doldu. Halkımız ve ordumuz uzaklardaki kardeşlerimizden gelen teşebbüsat ve tebrikat nişanelerinden, şüphesiz, çok mütehassis ve mesrur olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirmek, bu Kitab-ı Mukaddes’i millete, seyf-i azizi de İzmir fatihine teslim edeceğim. Allah’ın inayeti ile İnönü ve Sakarya muzafferiyetlerini kazanan milli ordumuz, inşallah pek yakında bu kılıncı da kazanmış olacaktır. Heyet-i muhtereminize de Türkiye ahalisi ve ordusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti namına teşekkür ederim.” (Hâkimiyeti Milliye, 8 kânunusani (Ocak) 1922.)
Kılıçlardan biri Mustafa Kemal Paşa’ya, diğeri Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya, üçüncü kılıç, 9 Eylül sabahı İzmir’e girerek Hükümet Konağına Türk bayrağını çeken İkinci Süvari Tümeni 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey ’e verilmiştir.
Yazımı; bu konuda daha geniş bir araştırma ile konunun bütün ayrıntılarını ortaya koyma amacımı belirterek sonlandırırken şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum.
Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca, ülkesi Sovyet işgali altına düşünce, Afganistan üzerinden geçerek 1923 yılında Türkiye’ye sığınır. Atatürk, Osman Hoca’yı sıcak bir ilgi ile kabul eder. Türk vatandaşlığına geçen Osman Hoca, Kocaoğlu soyadını alır, Osman Hoca’ya milletvekili maaşı bağlanır. Bu maaş Osman Hoca’nın vefatından sonra kesilmez, eşi ölünceye kadar ödenmeye devam eder. Atatürk döneminde Sovyetler, Osman Hoca’nın sınır dışı edilmesi için sürekli tazyikte bulunurlarsa da Atatürk buna direnir. Atatürk’ün ölümünden sonra, Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü bu baskılara dayanamaz ve 1939 yılında Osman Hoca’dan 24 saat içerisinde Türkiye’yi terk etmesi istenir. Milli Mücadele’ye yardım etmek üzere, 100 milyon rublelik altını Türkiye’ye nakletmek için seferber olan Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca (Kocaoğlu) 1923′ten beri vatandaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni terk etmek zorunda kalır. Ancak, İkinci Dünya Savasından sonra, 1946′da Türkiye’ye geri dönebilir. 1968’de vefat eden Osman Hoca, Üsküdar Sultantepe’deki Özbekler Tekkesi’ne defnedilir.