Varlığını karanlık ufkuma arz bilerek
İnandım!… İnanmayı kendime tarz bilerek
Cefana direnmeyi bilhassa farz bilerek
Sabır, sabır üstüne inerken ayet, ayet
Sükûnet mahallinde öleceğim nihayet…
Tutuştu kelimeler nutkumun ateşinden,
Ve bir şiir dilinden asıldı bak ansızın.
Bak akıl ayrı düştü, fikir denen eşinden,
İnatla sürünürken peşinde imkânsızın.
Meğerse aşk sarhoşluk, ümit doyumsuz şarap;
Hasret olgun üzümler saklayan asma imiş.
Meğer hayat değirmen, insan içinde türap;
Zaman ömür öğüten afili yosma imiş.
Acep kimin bu korku, bu telaş dolu sini?
Bu gözleri acıdan kamaşan çocuk da kim?
Kim kıstı irademin serinleten sesini?
İçimde volta atan bu garip kaçık da kim?
Yokluğun bir mahkûmun rutubetli düşüyle;
Tahtına veda eden kralın hüsranıdır.
Yokluğun bir serçenin gönüllü düşüşüyle,
Tepe üstü taşlara çakılması anıdır.
Şimdi yaşam ölümün karaciğerinde pus,
Hayal er’in düşmana uzaktan cesareti.
Şimdi bir çerçevede yaşarken böyle mahpus,
Nasıl koyup gitmeli, aynada esareti.
Ey büyücü, büyücü, yeter takındığın naz,
De ki yalan söyledim, de ki hâlâ umut var.
Ey ruhunu rüzgâra satan sefil sihirbaz;
Konuş da çöksün artık aramızdaki duvar.