Sizlere kökü maziye uzanan, asırlarca tarihte İslam ile müşerref kılınmış devasa izler barındıran, İspanya Malaga’da başlayıp Granada kenti Elhamra sarayında yedi bin defa duvarlarına “Ve la galibe İllallah” zikrinin işlenmiş görüntüsüyle, (Cordoba) Kurtuba Camii’nin muhteşem ihtişamına kapıldığımız kısa ama büyülü gezimizden bahsetmeye çalışacağım.
Bir milleti kültürel hayatından dini inancına, edebiyatından sanatına, hukuk sahasından iktisadi anlayışına, tarihine bakışından sosyal hadiselere yaklaşımına, velhâsıl; medeniyet inşasına kadar her şeyini muhafaza içgüdüsü şekillendirir.
Cumhurbaşkanlığı himayesinde bizlere sunulan bir alternatif de İspanya kültür gezisi oldu. İçişleri Bakanlığının hazırlamış olduğu kültür gezimiz İstanbul’da İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Muhtarlar Daire Başkanı Sayın Şefik AYGÖL ve Muhtarlar Daire Başkanlığı uzmanı Sayın Aysun BALUN ile İstanbul Atatürk Havalimanında buluşmamız ile başladı. Tokat, Ağrı, Balıkesir, Çankırı ve Kahramanmaraş illerinden 49 muhtarımızla 26 Haziran 2018 yerel saatle 12.35 de İspanya yolculuğuna çıktık.
Rehberimiz Sayın Cihat AKÇAY Malaga kentinde bizi karşıladı. Malaga; Barcelona’dan sonra İspanya’nın 2. büyük liman kenti. Malaga’dan otobüsle Granada’da bulunan Hotels San Anton Granada’ya doğru yol aldık. Rehberimiz Cihat Beyin güzel anlatımıyla keyifli geçti yolculuğumuz.
Yol boyunca zeytin ağaçları karşılıyor bizi. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirindeki gibi “Önde zeytin ağaçları arkasında yar dizeleri” geliyor aklıma. Zeytinliklerin yanı sıra, bir de ana vatanı Çin ve Orta Asya olarak bilinen badem ağaçları çarpıyor gözüme.
Granada şehri tıpkı Türkiye’deki masal kentimiz Antalya ile Ürgüp Peribacalarının masalsı iklimi ve görüntüsüyle karşılıyor bizi. Çünkü Granada Endülüs’ün en masalsı şehridir.
Dar sokakları, portakal ağaçları, botanik bahçeleri ile İslam’a yıllarca tarihi bir dönem saadeti yaşatmıştır. Endülüs’ün beni heyecanlandıran yanlarından birisi de İspanya Fatihi Tarık Bin Ziyad’dır.
Bu bilgiler ışığında oğlum Enes Tarık’ın ismiyle sahabeden Hz. Enes ve büyük İslam komutanlarından Tarık Bin Ziyad’ı temsil etmesi “Enes Tarık’’ ismini vermenin sırrına da vakıf olacağım heyecanı yaşatıyor. İki büyük insanın kattığı şerefe nail oluyorum.
İspanya’nın güneyinde kalan Endülüs bölgesi bizlere tarihin derin atmosferinde yol almayı vaat ediyor. İber yarımadasında 711-1492 yılları arasında Endülüs Emevileri, Murabıtlar, Muvahhidler gibi Müslüman devletlerin hüküm sürdüğü bir dönemde verilen Endülüs isminin İspanyolcadaki karşılığı ise Andalucia’dır.
Otelin penceresine yansıyan manzaranın güzelliği ve bir zamanlar İslam’a ev sahipliği yapmış bir şehirde konuk olarak bulunmanın hüznü sarsa da hala İslam’ın izlerini taşıdığını bilmek bile güzel. Uzun bir yolculuğun ardından Kongre Merkezi’nin karşısında yer alan Hotels San Antón Genil Nehri’nin serinliğinde derin bir uyku ile sabaha merhaba dedik.
Bizler için her şey düşünülerek ve titizlikle hazırlanmıştı. Nefis bir kahvaltıdan sonra gezimizin ilk bölümüne geçtik.
Granada’da size her şey tanıdık gelebilir. İslam mimarisini yansıtan eserler her ne kadar değiştirilse de, camiler kiliseye çevrilmiş olsa da bunu fark etmemek mümkün değil. Dar sokaklar, panjurlu evler, çiçeklerle donatılmış sarmaşıklı sokaklar size güzel bir görsel ziyafet sunacaktır.
Endülüs’ün incisi olarak bilinen devasa bir sarayla karşılaşınca heyecanım artmaya başladı. Çeşitli eklemelerle günümüzdeki görkemli haline kavuşmuş bir yapı ile karşı karşıyayız.
Elhamra sarayının temelleri 1232 yılında, Endülüs Emevileri’nin devamı olan Güney İspanya’da, Beni Ahmer Sultanlığı devletini kuran Nasri Hanedanı sultanı I. Muhammed bin Yusuf zamanında atılmıştır. Sabika tepesinden Granada şehrine hükmeden Elhamra Sarayı, Darro ve Ganil ırmaklarına bakan sarp bir tepenin üzerindeki bir düzlükte kurulmuştur.
Bu tepeyi Kala’ât al-Hamrâ’ üzerinde bulunduğu ve kendisiyle inşa edildiği toprağın rengini taşıması itibariyle “Kızıl Kuleler” olarak nitelendirmiştir.
Elhamra, İslam sanatının batıdaki şaheseridir. Sanat tarihi bakımından kıymeti ölçülemeyecek kadar büyüktür. Toprak özlü kerpiçten duvarları, ahşapla ve kalıplardan dondurulmuş maddeler ile inşa edilen, adeta bir nakkaş elinden özenle çıkmış danteli andıran sırmalı kemerleri, ihtişamı göğe uzanan kubbeleri, direk tabanları, pervazları, saçakları, tavanları ile İslam mimarisinin övünç kaynağı zengin inceliklerle dolu İslam sanat eserlerinin eşsiz bir teknik numunesidir.
Sarayın dış kısmı yazlık bahçelerden oluşmaktadır. Palmiye ağaçları, zakkum, gül ve binlerce bitkiyle süslenmiş adeta cennete özlemi tasvir etmişçesine dışarıda ve içerde bir bütünlük sağlamışlar.
Saraya mükemmel bir taç kapıdan girilir. Tıpkı bir şiirin taç beyit’i gibi, Elhamra kale, ribatlar, yazlık saray ve Generalife (Cennetül Arif) ile dört ana kısımdan oluşur. Girift bir yapıya sahip olan Elhamra Sarayı, birbiriyle bağlantılı sayısız odalar ve salonlar, bu mekânların arasında yer alan avlular, ferahlatıcı yeşil alanlar, fıskiyeli havuzlar, akar çeşmeler ve bahçelerden ibarettir.
Sarayın her tarafını süsleyen “Allah” lafzının Cennet’ül Arifin bahçelerinin mimarınca ‘evrenin hâkiminin “Allah” olduğunu’ vurgulandığı ve bu bahçelerin de cennet özlemini ifadesi olarak tasvir edildiği birçok rivayette söylenmektedir.
Elhamra Sarayı, her taşının Rabbini zikrettiği bir saray. Yapımı 250 yılda tamamlanan sarayda taşlara kazınan o zikir karşılıyor sizi: “Ve la galibe illallah’’. Sarayı günümüze kadar hala ayakta tutan ve tutmasının hikmeti bu olsa gerek. Allah’tan başka Galip yoktur. Kibri tevazua çeviren bu düşünce iklimi taşların sütunlarına kazınmış, Allah’tan başka hâkimin olmayışı hürmetine ayakta kalmıştır.
Rivayete göre saraya girişteki ilk havuz suyunun lüleden çıkışı Emevi Sultanlarının doğumunu, aktığı yerde hayatını ve döküldüğü yer de ölümü hatırlatıyormuş. Bir de “Böbürlenme Sultanım senden büyük Allah var”, bu dünyanın ahreti de var mesajını veriyormuş.
Nitekim sütunlardaki eşsiz sanat örneği sarayın girişindeki havuzun rivayetine de uygun bulunmakta. Hem mimarinin, hem inceliğinin hem de insanı tefekküre sürükleyen zarifliğin en üst noktası. Beni hem derinden bir hüzne hem de kuvvetli bir duruşa sevk eden ihtişam karşısında hınçlarını üç beş kelime ile suratımıza savursalar da Avrupa’nın göbeğini İslam’la müşerref kılan Allah’a şükür ediyorum.
İçimizde buruk bir sevinçle bizim için hazırlanan restorana doğru yemek yemek için saraydan ayrıldık. Rehber eşliğindeki o günlük gezimiz sona erdi ve şehrin büyülü yapısına hayran kalarak gezmeye arkadaşlarımla beraber devam ettik.
Granada sokakları dar ama bir o kadar da mütevazı. Az katlı yapılarıyla dikkatimizi çekiyor. Eski yapıları korumak adına ve ihtişamını bozmamak adına muhteşem bir şehircilik olduğu bariz bir şekilde göze çarpıyor. Büyük ve hareketli bir şehir. Katolik Krallar Caddesi boyunca yürürken tahta oturmuş büyük bir heykelin küçük bir meydanı kapladığını görüyorum. “Plaza İsabel de Katolika.” Şehrin içinde başka bir şehir var gibi. Albaicin’a doğru ilerlerken yanımızdan akan Genil Nehri ve Granada sokaklarında yüzünde tebessüm eksik olmayan insanlarla karşılaştık. Şehrin sade ama ışıltılı albenisi başka bir hava katıyor geceye. Sokaklar ve insanlar o kadar sakin ki hiçbir şekilde bir saygısızlık hissetmiyorsunuz. Trafik gürültüsü yok denecek kadar az.
Tarih dolu güzel ama yorucu bir günün ardından sabah yine aynı heyecanla uyanıp gezimize devam ediyoruz. Ziyaretimize dünyanın en güzel mihrabını taşıyan Kurtuba Camiine doğru yola çıkarak başlıyoruz.
Cordoba şehrini Müslümanlar başşehir yapmışlar ve bu şehri tam bir medeniyet merkezi haline getirmişlerdir. Kurtuba Camii İspanya’da Müslüman Endülüs Emevi Devleti zamanında yapılan muhteşem bir mimari eserdir. Camiye girdiğimizde en çok dikkat çeken, ormanı andıran sütunlarıdır. Caminin daha önce 20 kapısı varmış. Kapıların önünde ise özel portakallıklar kurulmuş. Tavanın yapılması için kıymetli Lübnan tahtaları kullanılmıştır.
Ünlü tarihçi Ahmet el Makkari’nin Kurtuba’yı anlatan kitabında camiden bahsederken lambalı kandillerin 7425 adet olduğunu, 120 okka amber ve tütsü ağacıyla yakıldığını yazıyor, güzel koku vermesi için. Minarelerinin tepesi nar şeklinde başlıklar, mücevherler, inciler zümrütler ile süslenmiş, taş araları da altın parçalı ile örülmüş.
Hıristiyanlar Endülüs Devleti’ni mahvedip Kurtuba’ya girince bu camiye saldırıp Müslümanları öldürmüş ve sonra altın minberi parçalamışlar. Fildişinden yapılmış rahleleri paylaşmışlardır. Hz Osman’ın yazdığı Kuranı Kerim’in bir eşi olan inci ve zümrüt ile işlenmiş olan nefis Mushafı ayaklarının altına alarak çiğnemişlerdir.
Otuz bin kişinin namaz kılabileceği büyüklükte ve dönemin devasa mimari özelliklerini kullanarak yapılan eser Kurtuba Camii harap edilmiştir. Hıristiyan İspanyollar görülmemiş bir vahşetle Müslümanları ve Yahudileri öldürdükten sonra bu camiyi yıkmaya başlamışlar. Önce minarelerdeki altın ve zümrütle işlenmiş nar şeklinde başlıkları indirerek bunların yerine taştan yapılmış melek şeklinde çirkin başlıklar koymuşlar. Caminin 20 kapısından çoğu taşlarla örülerek kapatılmış ve sonra caminin içine 1523 senesinde bir kilise koymuşlardır. Kiliseyi yapabilmek için camide kalan sütün sayısı 812 ye düşürülmüş. Yapılan kilise caminin ortasında ağaç şeklinde bir bina olarak kendini gösteriyor.
Bugün bu haşmetli binayı ziyaret edenler harap edilmesine rağmen İslam mimari eserinin güzelliği ve büyüklüğü karşısında hayran kalmakta ve ortada çirkin görünen kilisenin haline acımakta ve üzülmektedir. Kurtuba’daki Caminin adı bugün la Mezquita kilisesidir. Bu kelime de Mescit isminden gelmektedir. Yani hala bu bina Mescit ismini taşımakta, onu ziyaret edenler bir kilise değil İslam medeniyetinin büyük bir eseri olarak görmektedir.
Kurtuba Caminin en güzel kısmı ise mihrabıdır, at nalı şeklindedir. Minber; fildişi parçalarıyla değerli taşlardan altın çivilerle yapılmıştır. Aynı zamanda bir eğitim yeridir. Avrupa’da inşa edilen ilk üniversite olması özelliği Kurtuba Camii’nde İspanyollara tıp ilmi başta olmak üzere pek çok ilim öğretilmiştir.
İslam’ın izlerini her karesinde hissettiğimiz bir gezinin ardından Endülüs’e buruk ama hüzünle veda ederken, değerlerimizin hala korunuyor ve ziyaret ediliyor olmasını da birliğin ve hoşgörünün işareti olarak tanımlıyoruz.
Kutsal ve tarihi değerleri yabancı topraklarda ziyaret etmek bir hayli hüzün verici. Tarihin tekerrür etmemesi için birlik kandilini söndürmemeli, biz olabilme yolunda sebat etmeliyiz. Yoksa değerlerimiz bölünme nedeniyle kolayca el değiştirmekte, kaybedilenler bir daha da ele geçmemektedir.
İşte İspanya Endülüs Emevi devleti, işte Osmanlı imparatorluğu. İbret için bize yetmez mi? Bizim elimizde kalan Anadolu’nun kıymetini iyi bilelim ki bir daha ağlamayalım. Bir daha acılar çekmeyelim.
Son incidir El Hamra, Endülüs’ten yadigâr
Zikreder her bir taşı “la galiba illallah”
Kurtuba Camisinde İslam’ın izleri var
Müslüman topraklardan bir gün yükselecek ah
Tarih sayfalarında bütün mısralar siyah.
01.07.2018