Bir gökyüzü varsa sözün yüzündedir…

Ey hattat, ey nakkaş, ey kelâm yüzü; zaman bizi bul, mekân bizi keşfet; ey soy nazar bizi gözet, bizi söze getir… (TOPRAK) makamından bir harf, bir hece, bir lisan bilsek; tohum çatlasa, düşünce çatlasa, kelime, cümle çatlasa; (TOPRAK) makamına bir yol bulsak…

Tohum olmak, yeşermek, büyümek, büyütmek; büyüme sıratından medeniyete yürümek; hakikatte ikâmet, hakikat yuvasında tekâmül…

Bugün günlerden kendi günüm, kendime bir nazarlık, bir yazarlık aldım v( ) yakama iliştirdim; defolu olsalar eğer bunlar, kim alır bunları geri…

“Yazar, defol” (Yazarın Defolu),

“Nazarlık sen kal” (Nazarın Güzel Sözlü Olanı)

Denemez mi..?

Bir “s” çiziyorum, varmam gereken nokta ortada yok…

Yazmak, kimilerince kendi mezarını kazmak, kimilerince kendi için bir deneme tahtası olarak düşünülüyor; birincisinde üslup hazır, pek bir keşif gerektirmiyor; ikincisi içinse kudret ve iradeye bağlı hep keşif bekleyen merhaleler; bu merhaleler geçilinceye dek, ortada üsluba dair bir iz, bir belirti yok; ancak ondan sonra üslup keşfedilmiş oluyor; aksi takdirde hiç bir şekil ve içerik hakikatine doğru yontulmuyor…

Yazıyı örtü olarak kullanmak, her şeyin üstünü toprakla örtmek nefes alırken olmayacak bir şey; yazıyı yontmak, yazıyı yontuyla ilişkilendirmek, her şeyi açığa çıkarmak; işte yazarlığın nazarlığı…