(…) Kalpten kalbe bir yol, cevherimiz bu… Dalgalar üstünde gövde olan, mesafeler aşan ve muhabbete eren şey; çöle dudak olan, çöl ikliminde denizler içen… Kalbten kalbe bir yol var, evet, ama bu derin damar üzerinde muhabbetimiz kim ile…
(…) Hamlet’te (Şekspir’in) dillendirdiği bir hikmet… Ne o; gökleri kurcalayan ilim; nasıl, Hamlet’in içine düşen haşyetle tohumlaşan bir şey gibi… Hamlet’in üzerindeki sözler… Nedir şeylerin iç yüzü ve ne ile birbirlerine bağlılar…
Hamlet’te olan görünürden öte bir şey ve dahi bütün iç yüzlerden beri olan… Hamletçe dersek, onun bahsettikleri görünüre yamanmış acının süsleri sadece… Hamlet’in muhabbeti bir kalb üzere, eşyadaki hikmetli yüzle…
(…) Hamlet”in sesi, babasının hayaletinin peşinde…
İster iyilik perisi, ister cin; “konuşmaktır niyetim seninle ey hayalet..!”
“Yürü” kale burçlarına gömülü, babanın sarp görüntüsü, “kimsenin duymadığını ben duyacağım, tıpkı kimsenin görmediğini gördüğüm gibi…”
Babanın intikamı Hamlet’in boynuna borç…
Hamlet’in kahin ruhu, ötelerden alıp gizli haberi, vicdanları eritti… “Sakın” dedi Baba’nın sırlı görüntüsü, “annene bir şey yapma, onu göklere bırak…”
Hamlet’in muhabbeti kim ile… Hamlet kim ile muhatap…
(…) Hakikat, peşine düştüğümüz yegâne kurulmaya değer nizamın ölçüsü…
İpek döşeklerde beslenmiş ışıkların değil, belki her yanını diken bürümüş loşlukların üzerimizde karargâh kurduğu ürpertilerin işi…
Zamanı kurcalayacaksın ve ondan dökülecek kalbten kalbe giden yolun zırhı… O zırhtan nasipli olacaksın…
(…) Mustafa Akkad nasıl bir ruh idiyse, bir muhabbeti olmuş zamanla…
Nasıl müslüman ki O, okuduğu Amerikan üniversitesinden istediği mescit, bir dava adamının zamana bıraktığı bir hediye olmuş…
Muhabbetin ötelerle kurulmuş ise, namus senin aynan; sen bir meselesin… Sen bir mesele, bir dava olmanın gövdesisin…
(…) Çağrı filmini izlerken Akkad’ın ilmini düşündüm, mesaj olan ilmini…
Taif sahnesi… Hz. Peygamber’in (SAV) hüznü…
Küfür, her icadı fırsat biliyor, İslâm’ı taşlamak için… Aklıma gelen bu…
Her icat İslâm’ı kötülemek için bir taş…
İmana düşmanlık başka ne gerektirir…
Ama hakikate bağlı olmayan her icat, belli bir süre taş görünse de, zamanın koynunda toz olmaya mahkûm…
Ölümden sonrasına bir dirilik ilacı olamayan icat , (Hamzalar)ın karşısında devrilip gidiyor…
(…) (İnternet) ve üzerine kurulan (dijital dünya), her icadın muhtevasında olduğu gibi müspet ve menfi tarafı olan icatlar… Bir bıçakla katil de olabilirsin; gökyüzü ışıltılarını kollayan bir parıltı aşçısı da…
Muhabbetiniz hikmetle ise elinizdeki bütün taşları bırakır; iman bahçelerinin bereketiyle uğraşırsınız; size düşen bahçıvanlık nur yolunda böyle bir hamledir işte…
(…) Taşın parçaladığı yerlerden ziyade, taşların birleşe birleşe kurduğu kale bizim mecramızda can bulur… Hak ile batıl savaşında, müspetler ve menfiler kendini göstermekte…
Ne yaparsa yapsın küfür, olup biten her şey, icatların müspet çevresine evrilecek; zaman ve mekâna medeniyet diye hikmetle, hakikatle bağlantılı muhabbet şehirleri kurulacak… İcat fanusunun içinde, ışık mürekkebiyle yazılmış böyle bir senaryo saklı…
İşte bütün müspet menfiler arasında sıyrılıp gelen Hamlet’in hayaleti, bir hikmet pergeli çizilerek zamanı minelemekte ve o hikmetin kuşattığı çevreden belki, (internet) diye bir icat doğmakta…
Kasvet propagandacılarına rağmen, Hamlet’ten (internet)e ulvi nişanlara gebe, ulu menziller var… Ve bizim kolladığımız ışıklar bu ufuktan fışkıracak, yalnız bu cevhere sahip ufuktan…