Kültürümüzde, geleneğimizde, örfümüzde ve inancımızda; her doğan İslâm fıtratı (yaratılışı) üzere doğar (mâsum ve günahsız). Ancak âilesi, çevresi, aldığı eğitim ve bağlı bulunduğu düşünce sistemi, ideolojiler ona kendi rengini ve şeklini verir. Gerçek de budur. O yüzden İslâm’da çocukların öldürülüp kuma gömülmesi şiddetle yasaklanmıştır. Geçtiğimiz Ramazan ayı dolayısı ile müşâhedelerimi belirtmek istedim. Ramazanda büyük şehirlerdeki toplu iftarlara başlangıçta sol kesim şiddetle karşı çıktı. Oy hesâbı olarak yapılıyor diye yırtındı. Sonradan namazsız, oruçsuz türedi ve pespâye bir kesimin oraları ve yaşamadığı inançları nasıl istismar edip o tür yerleri oy devşirme alanı hâline getirip -her şeyde olduğu gibi- sömürü aracı görme zilletinde bulundular. Materyalizmin, inançsızlığın ve takiyyenin (ikiyüzlülüğün) o kesimler için nasıl bir esfellik ve iğrençlik olduğu görüldü. O yüzden Ramazan’a büyük şehirlerin mutantan iftar sofralarına, duâ ve ilâhiler okunan yönünden değil, bir de Ege ve diğer sâhil kesimlerden bakmak istedim.
Bunun daha iyi anlaşılması için merhum Bedî-uzzamân’ın hatırımda kalan bir tespîtini aktarmak isterim: “Bir Avrupa ülkesi İslâm’a, bir İslâm ülkesi de Avrupa’ya gebedir. Gün gelecek ve bu doğum gerçekleşecektir!”. Son yıllarda Almanya başta olmak üzere, Müslümanların Avrupa ülkelerinde çoğalması ve her tür zorluğa, şiddete, dışlanmaya ve İslâm düşmanlığına karşı direnip inançlarını koruması ve buradakilerin de tıpkı Batı tarzı bir hayâtı yeğlemeleri, özellikle şu ramazan ayına rağmen sanki böyle bir gün yokmuş ve yaşanmıyormuş görüntüsü vermeleri merhûmun yıllar evvel söylemiş olduğu sözü ve o günleri hatırlattı. Çünkü kim ecnebi, kim yerli belli değil ve onlar da yarı üryân, bizimkiler de (!). Sâhil sitelerinde her ne kadar mevcut câmiler cuma ve bayramları dolu ise de diğer vakitlerde, özellikle sabah ve yatsı namazları, tıpkı diğer bâzı şehirlerdeki câmilerimiz gibi bomboş olduğu acı bir gerçektir. Yıllar evvel Merhum M. Âkif şöyle demiştir:
“Hani, üç beş kişiden fazla musallî arama;
Câmi ambarlık eder, başka ne yapsın imama”(384)
Zîrâ ülkedeki mevcut sistem ve 80-90 yıllık ideolojinin insan beyni ve zihniyeti üzerinde bıraktığı tortular, onları DÎNE karşı lâkayt davranmalarına, hattâ dînî hayatı ve mâbetleri lüzumsuz (!) bir fantezi-aksesuar (!) olarak görmelerine sebep olmuştur; alay ve tahkîre yöneltmiştir. Merhum M. Âkif o zihniyettekileri şöyle târif etmiştir:
“Namaz, oruç gibi şeylerle yok alış-verişi;
Mukaddesât ile eğlenmek, en birinci işi.” (266)
Hatırlayanlar vardır. Onlardan bir siyâsetçi eskisi hacca gidecek vatandaşa şöyle demişti: “Hacca gidip de ne yapacaksın? Belki Muhammet seni bırakmaz ve orada kalırsın!”. Böylesi seviyesizliklerin daha binlerce örnekleri vardır. Bu iğrenç saldırı ve hezeyânın altında; haccı inkâr ve hafife alma, Peygamber (SA)efendimizi alay, istihzâ ve dine hakâret vardır.
Bir ramazan ayında saçı başı kıralmış kimselerin önünde rakı şişesi, ağzında sigara, milletin cumhurbaşkanına ve onun şahsında bu millete; onların kutsallarına çok âdî, çok iğrenç ve seviyesiz bir şekilde küfreden, necâset saçan gazete adındaki o varak pâreleri-paçavraları görünce, zikredilen doğumun çoktân gerçekleşmiş olduğu çok açık ve net bir şekilde görülmektedir.
İhtidâ eden, Müslüman olanın kurtuluşu var, ama irtidâd eden, dînden dönenin gideceği yer yoktur. Öylelerini (Nirvâne) bile kabul etmez. Ayrıca yağma edilen o güzelim sâhil şeridi ve ormanlıklar, siteler ve yazlıklarla dolmuş; israf, şatafat, lüks hayat, maneviyâtı olmayanları sâdece daha çok azgınlığa ve nimetleri inkâra, devletçe sağlanan imkânlar ise sapıtıp yozlaşmalarına sebep olmuştur. Sözde eğitimcilerin çıkardığı bir dergide, ayağındaki kot pantolon 19 yerinde delik olan sözüm ona bir edebiyat öğretmeninin resmini gördüm, ona merhum M. Âkif’ten şu beyti okudum:
“Edebiyâta edepsizliği onlar soktu!
Yoksa din nâmına islâm’a taarruz yoktu!” (343)
Cevap olarak şairini bilmediği gibi, kitaplığında Safahat, Handuvarları, Kendi Gökkubbemiz ve Çile’nin olmadığını söyledi. Gençliğe millî ruh ve şuur verilmezse böyle olur. Öyle okulların çoğunda hâlâ devlet, millet ve din düşmanları yetişiyor. Bâzı Darwinistler, nesebi gayri sahih veletler, vahşi hayvanların karikatürünü yaparak cumhurbaşkanı ve onun şahsında milleti hedef alan kuduzca bir saldırıda bulunarak “Tayyip âilesine hoş geldiniz” şeklinde çok aşağılık bir seviyesizlik, âdilik ve seciyesizlikte bulunmuşlardır. O iğrençliği Batının domuz çobanları bile ülkesinin cumhurbaşkanına ve onun şahsında milletine bu türlü bir alçaklıkta bulunamaz. (05.07.2018 basından) Bunları semirten, millî irâde ve inanç düşmanı siyâsi bir yapı var ülkede. Bu açıdan zikredilen edebiyatçı (!) bunların yanında bal kaymak sayılır. Eğitimlisi (!) böyle olursa kültürsüz olanlarına diyecek bir şey olamaz. Üstelik bunlar, 1930’ların, 40’ların CHP tek parti diktasının olduğu dönemlerde değil, milliyetçi ve inançlı bir kesimin iktidâra getirdiği bu dönemde oluyor ve yaşanıyor.
Ülkeyi kurtarmaya (!) soyunan ve adı geçenlerin dilinde ve programında ülkenin en büyük derdi olan ve cemiyeti çürüten, çökerten; fuhuş, alkol, kumar, uyuşturucu, gasp terör-anarşi ve PKK gibi ülke düşmanlarını yok edici bir çâre ve çözümden söz ettikleri duyulmuş ve görülmüş müdür!? Onlar cemiyetin çürümüş ve kokuşmuş kesimlerinden geçinirler.
Uyuşturucu… Uyuşturucu otları kolluk güçlerine ve koruculara kökletip-yaktırmak olacak şeyler değildir. Bunları kendilerine kökletip imhâ ettirmeli, tarlayı da hazineye kaydedip sâhiplerini taş ocağı ve kömür ocağı gibi ağır işlerde ömür boyu çalıştırmalı. PKK hâinlerinin yaktığı ormanları, onlara diktirmek ve aynı cezâyı uyuşturucu baronları ile sokaktaki çapulcularına da uygulayarak bu pisliği kökten çözmektir. Sistemdeki TUT-SAL zihniyeti sürdükçe çocuk kâtilleri, gasp ve hırsızlık gibi harâmîlik ve alçaklıkların artarak devâm edeceğini en beyinsizler bile bilir. Şerir ve haydutları azdırır ve milleti zehirlemekten, devlete ihânetten vazgeçirmez, PKK, FETO ve benzeri bir ihânet şebekesini de bunlar meydana getirir. Caydırıcı olmayan cezâlar, suça teşviktir. İhânetleri açıkça belli FETO hâin ve alçaklarının inkârına rağmen cezâları ikiye-üçe katlanmıyorsa bu da aynıdır ve onları suça teşviktir.
Yapılan devâsâ hizmet ve yatırımları, yol, köprü, tünel ve diğerlerini, hava, kara ve deniz yollarındaki bunca rahat ve konforları, 3-4 şeritli asfalt yollarda uçak hızıyla giden ve yolların almadığı son model araçları bir kenara bırakın, yıkıcı ekibin seçim gezilerindeki inkâr ve isyân kokan, anarşizmi kışkırtan hezeyanlarına rağmen, Seferihisar-İzmir yolunun o bitmeyen kıvrım ve virajlarını genişletmek için bu sıcağın altında ve belki de oruçlu olarak çalışan, dağları delen onca makine ve işçileri, onların döktüğü alın terlerini görünce o nankörlüğe bu hizmetler aslâ değmez diye düşündüm. Çünkü her taşın üstünde öten dilli düdüklerin (şimdi seçim arabasının) ve onların kanatları altında semirip Avrupa’ya kaçan, kâfire hizmet eden siyâsi (!) haydutlar, yazar-çizer geçinenler ve Amerikan bayrağını öpüp-başına koyan FETO-PKK ve benzeri hâinlerin (14.06.2018 basından) adını anmayanlar, o sefilleri himâye gayretinde olan ve bir oy için onca ihânet şebekelerine şirin görünmek isteyen bütün siyâset harâmîleri ve magandalarına, oy simsarı içinde olan soysuzlara lânet ediyorum…
Bidâyetten beri inkâr ve isyân zihniyetinin dayandığı bir ideoloji var. Bu saçma düstur ve sapık zihniyetin çok yoğun yalan ve iftiralarına, okuma özürlü ve kasten mâziyi unutturan, sloganla yönetilen halk kesimini kendi merkezlerine çekip kanalize etmeleri, en büyük arzularıdır. En büyük gâyeleri; din ve diyânetten bahseden, dindar kadronun başa gelmemesi. Geçmişin onca zulmünü, zorbalıklarını unutturarak halkı uçuk ve çok ucuz vaatlerle, hazırcılığa ve çalışmadan, kazanmadan yaşamaya özenen bir tüketim toplumu (homo ekonomik) yapı oluşturmaktır. Bu ağır ithamlar bâzılarına bir iltifat gibi geliyor ve yüzleri kızarmıyor. Utanmak iman alâmetidir. Merhum M. Âkif’in tespiti:
“Îmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür.
İmansız olan paslı yürek, sînede yüktür”
Din dışı ideolojilerini ve siyâsi düşüncelerini din gibi savunan, mâkul ve mantıklı her şeyi ret ve inkâr eden bir kesime göre doğmak; her istediğini yaparak yaşayıp ölmek ve sonunda ölüsünün bir câmiye getirilerek çevredekilerin namazını kılıp kabre konulmalarının, Müslüman bir inanç ve yaşantı olduğu vehmindeler. İşte batı özenti ve hayranlığı, Marksist-materyalist bir zihniyete sâhip olanların genelde hayat tarzı ve düşünce sistemleri bu çerçeve içinde boş bir hayâl uğruna avara kasnak gibi dönüp durmaktadır. Onlara göre; dîne ve dîni kesime küfretmek, tahkir ve tezyifte bulunmak, düşmanlık göstermek, onu yapan kişi ve kurumları ölümüne desteklemek, dünyâda ve ukbâda hiçbir müeyyidesi olmuyor, sorumluluk gerektirmiyor. Sonunda bâtıl bir ideoloji uğruna “Küfr-ü cehlî ve küfr-ü inâdî” üzere yaşayıp gidiyorlar. Nasıl olsa hayatta şiddetle düşman oldukları halde ölümlerinde hiçbir ayırım, dışlama yapılmadan İslâmî kurallar uygulanıyor. Anadolu’da meşhur bir tâbir vardır: “Nerede o yoğurdun bolluğu? Biraz da biz yiyelim”. Sanırım başka söz zâittir…