Category: Türkiyə ədəbiyyatı

  • Ramazan Seyfi YURDAKUL (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Yeni şiirler

    '

    Beni Şad Eden Güzel

    Beni şad eden güzel; Mevlâ’m seninle olsun,
    Keder vermesin sana, nazarlardan korusun,
    Solmasın gülen yüzün, için huzurla dolsun,
    Sen gönül kafesimin sürmeli bülbülüsün.

    Asude bahar ömrün; aşkla, umutla dolsun,
    Talih hep sana gülsün, tanrım seni korusun,
    Sönmesin gözlerinin pırıltılı büyüsü,
    Sen gönül kafesimin sürmeli bülbülüsün.

    Semra Meleğim

    Sevdiğim, sürmeli semra meleğim,
    Seni mesut etmek, bütün dileğim.
    Gel bitsin bu cefa, ben de güleyim,
    Bu garibe bir gül, bayram edeyim.

    Gel, gel kara gözlüm, sevgini söyle,
    Eriyor yüreğim aşk ateşiyle.
    Bu fani ömrümü, bahtiyar eyle,
    Jâledar gönlümü, lâlezar eyle.

  • KÜMBET DERGİSİ, 31 İNCİ SAYISI İLE OKUYUCULARI İLE BULUŞTU

    kapak_31k (2)

    EDİTÖRDEN

    2014 yılının ilk sayısını yayınlamanın mutluluğu içerisindeyiz. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın dört yıldır süreli abonesi olan dergimiz bir yıl aradan sonra yine aboneliğini devam ettiriyor. İki yıldan beri aralıksız renkli ofset yayınını sizlerin maddi-manevi destekleriyle sürdüren KÜMBET Dergisi kalitesinden taviz vermeden sizlerle buluşmaya devam ediyor.
    Bu sayımızda aramızdan ayrılan iki değerli insanı anlatan iki özel vefa dosyası yer aldı. GOP Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Kemal Türker’i, dergimizin kalemlerinden Yusuf Uçar Hocamız, Niksar Eski Belediye Başkanı Selahattin Hançer dosyasını da Hasan Akar ve İbrahim Hançer özenle hazırladılar.
    Diğer güçlü kalemlerimiz arasında Yard. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı, Halis Nural, Doç. Dr. Mümtaz Sarıçiçek, Mahir Adıbeş. Yard. Doç. Dr. Süleyman Coşkuner, Dr. Mustafa Şahin, Sabiha Serin, Abdullah Şengül, Ahmet Sargın, Ali Bal, Sadun Köprülü, Ahmet Divriklioğlu, Hanife. D. Özel, Semra Meral, Leyla Arsal, Nihat Aymak, Burhan Kurddan, Halit Üneş makale ve araştırmalarını sizlerin istifadesine sundular.
    Duygu bahçesinde ise: Şerare Kıvrak, Tokat’ı anlatan şu dörtlüğünde
    Şu Tokat’ın insanı ne de güzeldir
    Toprağı verimli cennet bir yerdir
    Buz gibi suları dizlere ferdir
    Oğulbey’i, Çördük suyu ÖZLEDİM!…
    Dizeleriyle Tokat’a olan özlemini anlatmaktadır. Ayrıca Bekir Yeğnidemir, Leyla Arsal, Mehmet Metin Baş, Ebubekir Tahiroğlu, Ekrem Kaftan, Sündüs Arslan Akça, Hızır İrfan Önder, Mehmet Yönden, Nihat Malkoç, Sinan Atasoy, Şerare Kıvrak, Ozan Taşdemir, Vural Şahin, Saffet Çakar, Mustafa Uçurum, Şafak Nur Yalçın, Muhammet Avşar, M. Nuri Parmaksız sizleri şiirleriyle konuk ettiler.
    Etkinlikler bölümünde ise Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin zor şartlarda nelere imza attığını göreceksiniz.
    Türkiye’de yayınlanan dergiler arasında saygınlığını her sayıda biraz daha artıran KÜMBET DERGİSİ Türk Kültür ve sanatına katkıda bulunmanın ve bunun hazzını sizlerle paylaşmanın her zaman onurunu yaşayacaktır.
    Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle esen kalınız.
    Remzi ZENGİN
    Tokat Şairler Ve Yazarlar Derneği Başkanı

  • Riyazi DEMİRÇİ (İrak, Erbil).Yeni şiir

    1485004_1430172863867012_1687380679_n

     

    ULUSUN!

    Sen bir güneş doğarsın bizim Türkmenelinde
    Demirci ağır yükün taşır güclü belinde
    Hem adın hem kalemiz yaşar yaban dilnide
    Çünkü sen bir paşasın hep yaşarsın tarihite

    Uzattın baba elin yardım etin bizlere
    Bayrağım gibi adın taşarım yıldızlara
    Sen devasın Türkmenin yüreğinde sızlara
    Ulusun önderimiz efsanesin tarihte

    Büyük bir varsın paşam mavi bayrağım gibi
    Sana hep sığınırım kutsal toprağım gibi
    Cömertlikte bir teksin şelal ırmağım gibi
    Gönüllü bir yiğitsin yazılmışsın tarihte

    Karanlık gecelerde mıhtabımsın,ayımsın
    Bir gücüme bin bir güç katan ağabeyimsin
    Ben Türkmen sen de Türkmen dünya bilir neyimsin
    O,büyük sultanlarla kazılmışsın tarihte.

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Yeni şiir

    10000243_10152271703211506_1711077394_n (1)

     

    SON FASIL

    Özlem dolu bir mektup yazdım yolladım yare
    Gönül gurbetimdeki yaralarıma care
    Sensiz bu yürek yitik, darmadağın, avare
    Gelişin gelişime muhabbetle katılsın
    Bende olan bu bende sen tek gerçek, asılsın

    Günlerin gecelerin sensiz bir anlamı yok
    Sahte sevgilereyse benim karnım dünden tok
    Hayallerin karşımda durur, gerilmiş bir ok
    Gülüşün gülüşüme muhabbetle katılsın
    Üzüntü, kerderler dar ağacında asılsın

    Düşüncelerimizde olmasın hiç bir hile
    Örnek olsun bu sevdamız, düşmeyelim biz dile
    Varlıkta ve yoklukta katık, ekmeği bile
    Bölüşün bülüşüme muhabbetle katılsın
    Başıma talih kuşu danışmadan takılsın

    Gülten Sultanım Der ki; hayatın pamuktan bir ip
    Ecel kapıyı çalar, ölüm bedene talip
    Şu kısacık dünyada halimi görüp sezip
    Bilişin bilişime muhabbetle katılsın
    Hayatımdaki arzu ettiğim son fasılsın…

    07.03.1014.YEMEN

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).”Biz kadınlar” (Yeni şiir)

    1931934_10152210268001506_599855042_n

    Biz Kadınlar

    Allah lütfeylemiş adımız hanım
    Dört mevsim bal yapan arı gibiyiz
    Bizi anlatmaya yetmez bir tanım
    Cennet bahçesinden huri gibiyiz

    Yol ettik kıbleyi sevgiden yana
    Damladan deryaya can olduk cana
    Bebeğin dilinde ilk sözcük ana
    Yıkılmaz kalenin suru gibiyiz

    Uğrumuza çetin dağlar delindi
    Tarihler yazıldı tarih silindi
    Sevdamıza düşen mecnun bilindi
    Dermansız dizlerin feri gibiyiz

    Bizlerle sevdaya doyar kâinat
    Bizim için şarkı şiir serenat
    Altına gümüşe zümrüde inat
    Dünyanın en güzel varı gibiyiz

    Sevgi yuvasına biziz amade
    Dudaktan dökülen her bir söz bade
    Bir yürek taşırız beyazdan sade
    Yol geçmemiş dağın karı gibiyiz

    Çiçekler içinde gonca gül gibi
    İnceyiz, zarifiz, narin tül gibi
    Kırılırsak gözde yaşlar sel gibi
    Hiç çözümlenmemiş soru gibiyiz

    Gülten sultan der ki; sözümüz özde
    Her kadın erlerin gözünde gözde
    Dertler sıkıntılar dağlanır közde
    Sevda ateşinin koru gibiyiz

    GÜLTEN ERTÜRK(GÜLTEN SULTAN)
    8 Mart 2013

    Gülten Ertürk

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Arif Nihat Asya

    Mücadele yıllarında direndi
    Halk kahramanı Arif Nihat Asya
    Adana Kurtuluşu’nu bilendi
    Önceden yazdı Arif Nihat Asya

    Bayrak şairidir edebiyat yeri
    Sözlerinden asla dönmedi geri
    Her zaman anılır bizlerden biri
    Topluma öncü Arif Nihat Asya

    Siyah-beyaz, renkli şiirler yazdı
    Adını bayrağın üstüne kazdı
    Gönlündeki sevda Türk’lere baz’dı
    Türk’ün sembolü Arif Nihat Asya

    Yüreklerde en güzel yerde yaşar
    Milletin kalbinde sevgisi taşar
    Bayrak şiiri de dünyayı aşar
    Dalgalandıkça, Arif Nihat Asya

    Hüseyin Nihal Adsız

    Asker aileden gelen Türk şair
    Yazar şair- Adsız Hüseyin Nihal
    Çok şeyler yazıldı ilmine dair
    Güzel insan Adsız Hüseyin Nihal

    Gümüşhane’de doğdun yeni güneş
    Denizi gemiyi seçti bir eş
    Süveyş Kanal’nı sararken ateş
    Tıbbiye’ye girer Hüseyin Nihal

    Darunun okur yüksek muallim
    Fuat Köprülü’den görürken ilim
    Fikrinden dolayı çok gördü zulüm
    Mektepten atıldı Hüseyin Nihal

    Irkçılı-Turancılık davasıyla
    Makumuyat gördü hür edasıyla
    Yıllarca hapishane cezasıyla
    Tahliye edildi Hüseyin Nihal

    Milliyetçi ruhla oyun bozandı
    Kötüye gözü pek, mezar kazandı
    Doğruyu, güzeli her dem yazandı
    Münevver’in gülü Hüseyin Nihal

    Münevver Düver
    20.1.2010-Adana

    Yedi Devlet Bir Millet’in Sultanları

    Bu cihanda Türklük şanını gördü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.
    Dünyada insanlık hükmünü sürdü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Mahtumgulı Firaği Türkmen şair
    Mutasavvıf ilmi insana dair
    Bahtiyar Vahapzade yazdı şiir
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ahmet Yesevi evrende nam saldı
    Pir-i Türkistan’ın şairi oldu
    Hacı Bektaş, Yunus feyziyle doldu
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ali Şir Nevai Özbek’in piri
    Cengi Aytmatov gönüllerde diri
    Denktaş, Nihat Asya bizlerden biri
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Münevver Düver
    27.12.2010-Adana

  • Harika UFUK (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Türkçülük şiirleri

    307114_10150226571147998_8263005_n

    CANA CANSIN TÜRKİYEM

    Akıyor yüreğimden sevgiler oluk oluk,
    Canımın can parçası, cana cansın Türkiye’m!
    Sensin gözümün feri, sensin aldığım soluk,
    Canımın can parçası, cana cansın Türkiye’m!

    Al bayrak dalgalanır, özgürce gökyüzünde,
    Milletim hür ve mutlu, gülümseme yüzünde,
    Yurduma göz dikenler yüzüyorlar hüzünde,
    Canımın can parçası, cana cansın Türkiye’m!

    Bayrağımın al rengi kanımdır, damarımdır;
    O bayrak namusumdur, gururumdur, arımdır;
    Vatan, millet bütündür; yurtsuz insan yarımdır!
    Canımın can parçası, cana cansın Türkiye’m!

    Bir yarın Avrupa’da, diğer yarın Asya’da,
    Üç taraf denizlerle çevrilmiş yarımada,
    Her taşın tarih kokar, dalar geçmişi yâda,
    Canımın can parçası, cana cansın Türkiye’m!

    Zümrüt gibi yemyeşil, bereketli bağların,
    Her zaman gözdesisin asırların, çağların,
    Denizde bin bir balık, hep doludur ağların,
    Canımın can parçası, cana cansın Türkiye’m!

    Nehirlerin masmavi, akıyor billur gibi,
    Güneşin bambaşkadır, parlıyor bir nur gibi,
    Harika der: Yıkılmaz, sağlam millet sur gibi,
    Canımın can parçası, cana cansın Türkiye’m!

    BAYRAĞIM

    Savaşta, barışta hep en öndesin,
    Dalgalan bayrağım rengine kurban!
    Ne yana bakarsam sen o yöndesin,
    Dalgalan bayrağım rengine kurban!

    Hürriyet, istiklâl taç başımızda,
    Şehit kanı vardır her taşımızda,
    Yolunda ölürüz her yaşımızda,
    Dalgalan bayrağım rengine kurban!

    Yıldızın göklerden akışı sende,
    Ayın gülen yüzlü bakışı sende,
    Şehidin al kanı, nakışı sende,
    Dalgalan bayrağım rengine kurban!

    Mavi gökler sana engin bir alan,
    Al bayrağım, gurur ile dalgalan,
    Düğünde, dernekte baş tacım olan,
    Dalgalan bayrağım rengine kurban!

    Harika der: Eşin yoktur dünyada,
    Türk milleti can vermiştir bu ada,
    Bir canım nedir ki bin canım feda,
    Dalgalan bayrağım rengine kurban!

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    1981949_10152252989896506_1092443399_n

    Gönüle Son Mektup

    Duygularım karma karışık
    Senden ayrılmak mı?
    Seni özlemek mi?
    Yoksa seni ölesiye sevmek mi?
    İçimde olan biteni bir türlü anlamıyorum…
    Hayatın yazında mı?
    Yoksa sonbaharında mıyım?
    İçimdeki depremler kaç şiddetin de?
    Neden bu kadar sarsıyorlar? Anlamıyorum…
    Senle olan güzellikleri
    Gülün renginde, kokusunda,
    Havada, suda, toprakta arıyorum.
    Biliyorum sen yoksun…
    Kendimi bir türlü anlamıyorum…
    Acı çekmek çok zor
    Sevgiyi içimde hep yaşatmakta
    Bir türlü bitiremiyorum.
    Elimde değil kendimi kendim bile
    Anlamıyorum…
    Biliyor musun eskiden karlar
    Bu kadar çok yağmamıştı.
    Siyah avuç dolusu saçlarıma.
    Aynaya baktığımda üşüyorum,
    İçim ürperiyor, titriyorum.
    Neden bu kadar erken anlamıyorum…
    Seni kaybetmek çok acı
    Seni hiç bir zaman unutamam
    Unutamayacağım da…
    Bu beden toprak olana kadar
    Beyin hücrelerimde sen olacaksın…
    Nereye baksam seni göreceğim,
    Belki adını zikrederek öleceğim…
    Seni benden ayıran kadere
    Boyun eğeceğim.
    Seni hep sevdim
    Seni hep seveceğim.
    Kaderime boyun eğeceğim….

    Gece Sessiz

    Gece sessiz
    Bir sen bir de ben
    Öyle bir derinliğe daldım ki
    Şişeleri dizdim, yeşil olanı seçtim.
    “Kevser” dediler. içtim … içtim…
    Gece sessiz
    Bir sen birde ben,
    Gökyüzüne daldı gözlerim.
    Yıldızlar sıraya girmiş.
    Semadan benim için hediye
    Parlak ve yakın bir yıldız seçtim.
    Dertleştim…. Dertleştim….
    Gece sessiz, serin
    Bir yorgan gibi sevgine büründüm.
    Büyük ve yüceydin…
    Ne varsa geçmişte?
    Ne var olacaksa gelecekte?
    Düşündüm… düşündüm….
    Gece sessiz
    Bir sen bir de ben
    Gözlerim titredi yüreğim kordu.
    Gönlümdeki hazine akan yaşlarla doldu.
    O sağnakta anladım ki;
    Sen her şey
    Ben hiçbir şey…..
    Sen ki;
    Çakıl taşları içine çiçek konduran,
    Gökteki suyu misket misali donduran,
    Pişirip beni bende bulduran,
    Bir can ve bir insan olarak yaradan…

  • Harika UFUK (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Türkçülük şiirleri

    307114_10150226571147998_8263005_n

    TÜRKİYE’M

    Yemyeşil ovaların uzanır ufuklara,
    Sen ne güzel ülkesin, vatanımsın Türkiye’m!
    Bulutludur dağların kar yağar doruklara,
    Sen ne güzel ülkesin, vatanımsın Türkiye’m!

    Sonsuzluğa kavuşan bereketli topraklar,
    İnsanlığa açılmış sevgi dolu kucaklar,
    Ebediyen tütecek o yurtsever ocaklar,
    Sen ne güzel ülkesin, vatanımsın Türkiye’m!

    Memleketimde çoktur dağıtılan ihsanlar,
    Bir daha ayrılamaz toprağına basanlar,
    Vatanımın uğrunda ölmüş nice insanlar,
    Sen ne güzel ülkesin, vatanımsın Türkiye’m!

    Seni anlatamaz ki ne kalem ne de kâğıt,
    Sana gözünü diken düşmanlar yaksın ağıt,
    Dumanlı Toros dağım kederin varsa dağıt,
    Sen ne güzel ülkesin, vatanımsın Türkiye’m!

    Hayranlıkla baktığım harika bir tabiat,
    Sanki evim gibidir, yurdumda gönlüm rahat,
    Dünyalardan güzelsin çiçeğim hem de bin kat,
    Sen ne güzel ülkesin, vatanımsın Türkiye’m!

    Adana.1976

    TÜRK’ÜZ ÖZÜMÜZ TÜRK

    Gururlu, kahraman, soylu ırkımız;
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!
    Başka milletlerden budur farkımız;
    Gıpta eder herkes Türkiye’mize!
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!

    Malazgirt Zaferi başta Alpaslan
    Milletim yazmıştır yüzlerce destan;
    Yeniçağı açmış Fatih Mehmet Han;
    Gıpta eder herkes Türkiye’mize!
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!

    Müşfik, merhametli, erdemli, cömert;
    Dünyada eşi yok, Türk her zaman mert;
    Vicdanı yumuşak, bakışları sert;
    Gıpta eder herkes Türkiye’mize!
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!

    İlim; cehaletin nurlu sabahı;
    Hakkı inkâr eden çeker günahı;
    Kimsede kalmamış mazlumun âhı;
    Gıpta eder herkes Türkiye’mize!
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!

    Sanatı, esnafı yüceltmiş ahi;
    Hangi millette var bu kadar dahi?
    Ünümüz duyuldu Fizan’da dâhi;
    Gıpta eder herkes Türkiye’mize!
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!

    Orhun Yazıtları örnek cihana;
    Camiye, köprüye, hamama, hana;
    Şaşıp kalıyorlar Mimar Sinan’a;
    Gıpta eder herkes Türkiye’mize!
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!

    Harika gururlan, önderdir atan;
    Yurdumu kurtaran büyük komutan,
    Mustafa Kemal’den emanet vatan;
    Gıpta eder herkes Türkiye’mize!
    Türk’üz, özümüz Türk; ne mutlu bize!

    HARİKA UFUK

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Arif Nihat Asya

    Mücadele yıllarında direndi
    Halk kahramanı Arif Nihat Asya
    Adana Kurtuluşu’nu bilendi
    Önceden yazdı Arif Nihat Asya

    Bayrak şairidir edebiyat yeri
    Sözlerinden asla dönmedi geri
    Her zaman anılır bizlerden biri
    Topluma öncü Arif Nihat Asya

    Siyah-beyaz, renkli şiirler yazdı
    Adını bayrağın üstüne kazdı
    Gönlündeki sevda Türk’lere baz’dı
    Türk’ün sembolü Arif Nihat Asya

    Yüreklerde en güzel yerde yaşar
    Milletin kalbinde sevgisi taşar
    Bayrak şiiri de dünyayı aşar
    Dalgalandıkça, Arif Nihat Asya

    Hüseyin Nihal Adsız

    Asker aileden gelen Türk şair
    Yazar şair- Adsız Hüseyin Nihal
    Çok şeyler yazıldı ilmine dair
    Güzel insan Adsız Hüseyin Nihal

    Gümüşhane’de doğdun yeni güneş
    Denizi gemiyi seçti bir eş
    Süveyş Kanal’nı sararken ateş
    Tıbbiye’ye girer Hüseyin Nihal

    Darunun okur yüksek muallim
    Fuat Köprülü’den görürken ilim
    Fikrinden dolayı çok gördü zulüm
    Mektepten atıldı Hüseyin Nihal

    Irkçılı-Turancılık davasıyla
    Makumuyat gördü hür edasıyla
    Yıllarca hapishane cezasıyla
    Tahliye edildi Hüseyin Nihal

    Milliyetçi ruhla oyun bozandı
    Kötüye gözü pek, mezar kazandı
    Doğruyu, güzeli her dem yazandı
    Münevver’in gülü Hüseyin Nihal

    Münevver Düver
    20.1.2010-Adana

    Yedi Devlet Bir Millet’in Sultanları

    Bu cihanda Türklük şanını gördü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.
    Dünyada insanlık hükmünü sürdü
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Mahtumgulı Firaği Türkmen şair
    Mutasavvıf ilmi insana dair
    Bahtiyar Vahapzade yazdı şiir
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ahmet Yesevi evrende nam saldı
    Pir-i Türkistan’ın şairi oldu
    Hacı Bektaş, Yunus feyziyle doldu
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Ali Şir Nevai Özbek’in piri
    Cengi Aytmatov gönüllerde diri
    Denktaş, Nihat Asya bizlerden biri
    Yedi devlet bir millet’in sultanları.

    Münevver Düver
    27.12.2010-Adana

  • Riyazi DEMİRÇİ (İrak, Erbil).Yeni şiirler

    1485004_1430172863867012_1687380679_n

    Ey Anam Ey Erbil’im

    Ezelin göz önünde analar kucağısın
    Senden başlamış kültür milletin ocağısın
    Davamızın sahibi Türkmenler bucağısın
    Hep sensin Türkmeneli ey anam ey Erbil’im

    Hep bizden başlamıştır en temiz medeniyet
    Türkmenlerden kalmadır bu güzel edebiyat
    Her kese yakışırsa bizde yoktur maddiyet
    Hep sensin Türkmeneli ey anam ey Erbil’im

    İnsan sevinir bulsa senin gibi bir bucak
    Milliyetçilerinsin, sende kutsaldır toprak
    Kardeşliğe gönlünü açmışsın kucak kucak
    Hep sensin Turkmeneli ey anam ey Erbil’im

    Deprem Ateşi

    Felaketler geldi başa
    Deprem vurdu dağa taşa
    Ana vatan Türkiye yaşa
    İzmir’lere başağlıklar.

    Ağlamayın anne bacı
    Tanrı dertlerin ilacı
    Yeter çekmeyin siz acı
    Ankara’ya başsağlıklar.

    Başınız sağ olsun kardeş
    Yurda kurban binlerce baş
    Yare bitenleşir yavaş
    Marmara’ya başsağlıklar.

    Çocuk şehit ana ağlar
    Baba yürek ciğer dağlar
    ‘Erbil’ size kara bağlar
    İstanbul’a başsağlıklar.

    Atatürk’ün yurdu şendi
    Şanı büyük bir gülşendi
    Türkücülük bir nişandı
    Türk millete başsağlıklar.

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    1931918_10152240513211506_1220170848_n (1)

    Değerlerim

    Ben bir göğe yükselen
    Ay yıldızlı bayrağımı
    Birde minareleri severim…
    İkisi de benim dünüm, bu günüm,
    Yarınım, özgürlüğüm…

    Ben bir göğe yükselen
    Ay yıldızlı bayrağımı
    Birde minareleri severim……

    Birinden şerit şerit
    Gözümün önünden geçer
    Şehidimin kanı, ürperirim…
    Diğerinden ses duyulur, irkilirim.
    Maneviyatım bütünleşir…

    Göğe yükselen
    Her bir ay yıldızlı bayrak,
    İçinde ay yıldızın olsa bile ak,
    Vatanım bayrağımı;
    Gelincik tarlaları gibi
    Demet demet yakana tak…

    Semalara varan ezan sesi
    Bilal Habeşi’nin soluk alış verişi
    Huzurun yerden yükselişini severim…

    Ben babaannemden, şehidimin
    “Önce vatan” değişini
    Elinden bayrağı indirmeyişini
    Allah Allah nidalarıyla
    Can verişini duydum….

    Ben bir göğe yükselen
    Ay yıldızlı bayrağımı
    Birde minareleri severim…
    Biri ölümsüzlüğü,diğeri ise
    Ölümü hatırlatır………….

    Çanakkalem

    Din millet ve ırk ayırt etmeden
    Toplansa bile her bir yerden el alem
    Dönmeseler bile bu seferden
    Yadigardır bana Çanakkale’m.

    Etten ve kemikten olmuş toprak
    Yatan şehitlerimin yüzü ak
    Gazilerimin bir yeri sakat
    Yadigardır bana Çanakkale’m.

    Ben sen biz için deden savaştı
    Nice engellerle karşılaştı
    İstikbalimiz için çarpıştı
    Yadigardır bana Çanakkale’m.

    Her karışında geçmişin izi
    Geçmişten geleceğe bir dizi
    Kim bilir neler beklerdi bizi
    Yadigardır bana Çanakkale’m

    Gideceğimiz yer kara toprak
    Önemli olan rahat uyumak
    Dedelerimize layık olmak
    Yadigardır bana Çanakkale’m.

  • Hasan AKAR.”Bir kış günü vahşeti Hocalı” (Makale)

    Hasan AKAR

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği-KÜMBET Dergisi adına katıldığım, Nevşehir’de yapılan Uluslararası 7.Kapadokya Şiir Şöleni’nde pek çok değerli şair ve yazarla birlikte Azerbaycan’dan davet edilen ve gıyaben bizi iyi tanıyan iki edebiyatçı dostla tanıştım: Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği Başkanı Ekber Goşalı ve Seher Ehmed. Azerbaycan sevgimizden olacak programların bazı bölümlerine birlikte katılıp bol bol iki kardeş ülkenin kültür ve sanatı üzerine konuştuk.
    Ekber Goşalı, 1973 Azerbaycan-Tovuz doğumlu. Azerbaycan Prezidenti yanında Devlet İdarecilik Akademisi mezunu. Oldukça aktif bir kültür dünyasının içinde. Azerbaycan-Türkiye arasında adeta bir gençlik köprüsü kurmaya çalışıyor. Ölü Yukusu (hikayeler) ve Ölümlerin Ötesi (şiirler) adlı iki eseri var.
    Azerbaycan’da yayınlanan bazı kitapları onlar bize hediye ederken biz de naçizane kaleme aldığımız şiir kitaplarımızdan ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin yayını KÜMBET Dergisi’nin özel sayılarından takdim ettik.
    Söz verdiğim üzere otobüsle dönüş yolculuğumda, yürekleri Türk Dünyası sevgisiyle atan bu dostlardan Proje Başkanlığını ve Genel Direktörlüğünü Ekber Goşalı’nın yaptığı Şamil Sabiroğlu ve Efsane Bayramkızı’nın ortak bir çalışması “Bir Kış Günü Vahşet Hocalı” eserini hüzünle okuyarak Tokat’a geldim.
    Eko Avrasya Yayınları arasında 2013/3 sayı kodu ile –Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin patenti ile çıkan eser Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına bağlı Sivil Toplum Örgütlerine Devlet Desteği Konseyi’nin maddi desteği ile ”Azerbaycan’ın maddi ve gayri-maddi mirasına karşı Ermeni vandalizmi” isimli proje çerçevesinde yayınlanmış.
    Ankara Sata Reklam Tasarım Basın Yayın Matbaacılık Org.Dan.İnş.İç ve Dış Tic.Ltd.Şti’nde 2012 Ekim ayında birinci hamur kağıda 137 sahife 1000 adet basılan eserin danışmanlığını Prof.Dr.Nizami CAFEROV, Prof.Dr.Nejdet ÜNÜVAR, Hikmet EREN, İbad M.HÜSEYNOV, İlham S.İSMAYYILOV, Mübariz H.GULİYEV, editörlüğünü Kerküklü dostlarımızdan Dr.Şemsettin KÜZECİ ve Azerbaycan’dan benim Azerbaycan’da basımı yapılıp dağıtılan: ”Niksar’dan Azerbaycan’a Bir Demet Har-ı Bülbül” eserimin de editörlüğünü yapan Oktay HACIMUSALI kardeşimiz gerçekleştirmiş.
    Eserin ilk bölümünde ,Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV’in kısa bir sunuşundan sonra değerli dostum ,Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet EREN’in “Önsöz”ü yer alıyor.
    Kitabın ön kapağında o günlerin vahşetini sergileyen siyah beyaz bir resimle arka kapakta yer alan şu dramatik ifadeler aslında eserin özünü de ortaya koyuyor.Bu yüzden okumadan önce Ermeni katliamlarıyla ilgili yeni bir belgesel izlemeye hazırlıklı ve metanetli olmanız gerekiyor.
    “Hocalı soykırım zamanı 613 Azerbaycanlı:
    106 kadın,63 çocuk, 70 ihtiyar vahşice katledilmiştir. (Diri -diri yakılmış,kafa derisi soyulmuş,boynu vurulmuş,gözleri çıkartılmış, gebe kadınların karnı süngülenmiştir)
    8 aile son kişisine dek mahvedilmiş, 25 çocuğun her iki velisi, 130 çocuğun velilerinden biri katledilmiştir. 76 çocuk, toplam 487 kişi sakat edilmiş, 1275 kişi rehin alınmıştır. 150 kız-gelinin kaderi ise hâlâ belirsiz kalıyor…”
    Altı bölümden oluşan esere ilaveler ve 60 fotoğrafın yer aldığı Fotoğraflarla Hocalı bölümü de konulmuş.
    İki devlet bir millet olmakla gurur duyanlarımızın Azerbaycan’daki 20 Ocak 1990 Bakü katliamını, Karabağ, Suşa, Hankendi ve Hocalı’da Ermeni ve Ruslarca hunharca yapılan katliamları bilmemelerini düşünemiyoruz.BUGÜN Azebaycan’ın başkenti Bakü’de Şehitler Hıyâbânı’ndaki meçhul kız kabri, Hollanda’nın Lahey kentinde bir anıt ve Bakü’ye bağlı Hatayi ilçesindeki kucağında ölmüş yavrusuyla dünyaya olup bitenleri haykıran “Ana harayi (Anne Çığlığı) anıtı gelip geçene ve yıkılmadığı müddetçe geleceğe bu dramı daima anlatacaktır.
    Hocalı’da neler mi oldu? sorusuna bu eserde istediğiniz cevapları gözleriniz buğulanarak, yüreğiniz burkularak cevap alacaksınız.
    1992 Şubat’ını 25’ini 26’sına bağlayan gece Hankenti’ndeki eski Sovyet Ordusu’na ait 366.Motorize Alayının ve Ermeni kasaplarının Hocalı’yı tamamen yok etmesi ve kurtulmak için yalınayak kaçan sade vatandaşların insanlığa yakışmayan yöntem ve işkencelerle katledilmesiyle tarihteki yerini aldı.
    O gece eski Oğuz-Türk yurdu Karabağ’ın en büyük kentlerinden biri olan Hocalı yerle bir edildi.
    O gece küçük bebekler bile kurşuna dizildi,anne karnındaki bebekler dünya ışığını henüz görmeden acımasızca süngülendi.
    O gece elleri kınalı, mavi gözlü kadınlar, selvi boylu gelinler düşman eline geçmemek için ”Şerefimiz, namusumuz bizim için her şeyden önemlidir” deyip kendilerini kayalardan attılar.
    O gece Türkleri kendilerine düşman ilan etmiş Andranik’in torunları olan sakallı Ermeni militanları kadın, çocuk, yaşlı demeden karşılarına çıkan bütün insanları katlettiler.
    O gece bununla yetinmeyen Ermeni çeteciler, cesetlere bile hakaret etmekten, onları tanınmaz, çirkin hale getirmekten çekinmediler.
    O gece ana-babasını gözleri önünde kaybeden çocuklar hayatın en acı darbesini aldılar.Bir daha anne kucağı,baba şefkati göremeyecekleri için o günü nefretle anarak büyüdüler.
    Oysa yeri geldiğinde düşmanını affetmeyi bilen Türkler en mazlum insanlara,kendilerini ”zavallı “gibi sunan Ermenilere bile kendi topraklarında yaşamaya müsaade etmişlerdi.Ama onlar nankör çıktılar.
    Bugün “Ermeni soykırımı” meselesini kendi ilgi ve çıkarları için destekleyen bazı Batı ülkelerindeki siyasiler ve Ermeni yalanlarını savunan bir takım güçler nedense Anadolu’da, Dağlık Karabağ’da, Hocalı’da yaşanan vahşeti, bir milyondan fazla mültecinin dramını görmezlikten geliyorlar.
    Ülkemizde de 1896 yılından beri devam eden Ermeni zulümlerini, 1914-1920 yılları arasındaki ağır mezalimleri her nedense kimse artık bilmiyor. Onun için olsa gerek ağalarından aldıkları üç beş kuruş ulufe karşılığı “Hepimiz Ermeniyiz” pankartları ile yürüyorlar. Bu rahat ülkede yaşayan, köpeksiz köy bulan zavallılar Karabağ’daki, Hocalı’daki Bakü’deki katliamların içinde olsalardı bırakın pankart, döviz taşımayı altlarına ederek kaçarlardı.
    Aklı başında biri çıkıp da demedi ki bu taşeronlara, PKK uzantılarına. ”Burası size yetmiyor. Gidin de Ermenistan’daki kardeşlerinizle bu dövizleri beraber taşıyın. Onlar sizi orada yere göğe de sığdırmazlar“ diye.
    Eserin 22. sahifesinde 1919-1920 yıllarında Ermeni Taşnaklardan Ohanes Apresyan’ın Kars’taki katliamları aktaran bir anısına yer verilmiş.
    “…Ağlayan çocuğun sesinden yola çıkarak görüntüsünden Türk ailesinin evi olduğu anlaşılan bir ev yıkıntısını avlusuna geldim. Avlunun köşesinde ölü bir kadın yatıyordu. Gırtlağı kesilmişti. Kadının üzerinde bir yaşlarında bir kız çocuğu duruyor ve ölü kadının memesinden süt emmeğe çalışıyordu. Tatar köyleri bu şekilde temizlendikten sonra ben de tekrar Kars’taki eski alayıma katılmak üzere döndüm.”
    76.sahifede o günleri yaşayan ve katliamlardan zor şartlar altında kurtulabilen 1937 doğumlu Narhanım Süleyman kızının anlattıkları Taşnak çetesinin anlattığından farklı değil.
    “….Bir delikanlı eşinden, çocuklarından zorla alıkoyularak, başka yerlere götürülürken ”Çocukları yanından ayırma! Ölürsen de şerefinle öl! diye haykırıyordu…”
    Düzmece iftiralarla idam edilen Boğazlayan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey ( 1884-1919), Ermenilere teslim olmayarak kendi hayatına bir kurşunla son veren Diyarbakır Valisi Dr. Mehmet Reşit Bey (1873-1919), yurt dışında kalleşçe vurularak katledilen Talat (1874-1921) ve Cemal Paşalar (1872-1922) başta olmak üzere Ermeni ve Rus kurşunlarıyla canlarını veren bütün soydaşlarımızı,din kardeşlerimizi bir kez daha rahmetle anıyoruz.
    Teşekkürler böylesine kıymetli bir eseri bizlere derin bir araştırma neticesi sunan Ekber Goşalı, Şamil Sabiroğlu ve Efsane Bayramkızı kardeşlerim. Teşekkürler bütün emeği geçenler. Yüreğinizden Türkiye, yüreğimizden Azerbaycan sevgisi azalmasın.

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Yeni şiirler

    1931934_10152210268001506_599855042_n

    Asonans ve Aliterasyon en güzel örnekler

    EMEKLE

    Erenler efelenmez eserek elden ele
    Emekle evlek evlek eken erer emele
    Enselese elemler erene elce elver
    Ereceksen eğlenme, eserle er emele

    Gülten Ertürk(GÜLTEN SULTAN)

    59 tane E harfi kullanılarak ASONANS yapılmıştır. E’den başka sesli harf kullanılmamıştır. Mani tipi kafiye düzeni 7+7=14 hece ölçüsü ile yazılmıştır.

    BENDEKİ BEN

    Bağrıma bastığım bahar bakışlım
    Beni benliğine bin bağla bağla
    Busen buram buram bendeki bende
    Beni benliğine bin bağla bağla

    Beleye beleye beyaza boya
    Buzullar boşalsın boydan bir boya
    Bezmişken bulmuşum bakılmaz boya
    Beni benliğine bin bağla bağla

    Besmeleyle başla batılı bırak
    Beyhudelik bozar biçimin berrak
    Bolluk bereketle ballandırarak
    Beni benliğine bin bağla bağla

    Benzersiz bestemsin berceste badem
    Buğulu bakışın bademde badem
    Bağımda bülbülüm bahçemde badem
    Beni benliğine bin bağla bağla

    Başaksın bağrımda beslediğimsin
    Bohçamı buketle bezediğimsin
    Biçare birebir beklediğimsin
    Beni benliğine bin bağla bağla

    GÜLTEN ERTÜRK (GÜLTEN SULTAN)

    88 tane B harfi kullanılarak ALİTERASYON yapılmıştır.
    Koşma tipi kafiye düzeniyle yazılmıştır. 6+5=11 hece ölçüsü kullanılmıştır.
    Bütün kelimeler B harfi ile başlamaktadır.
    Türk edebiyatında ve dünyada bir ilk olan Gülten Ertürk’e (GÜLTEN SULTAN) ait HARFLERİN DANSI(şiirlerin tümü asonans ve aliterasyon olan şiirlerden oluşması ve 29 harfe asonans ve aliterasyon yapılması bakımından Türk edebiyatında ve dünyada bir ilk özelliğini taşımaktadır) kitabından alınmıştır

    Gülten Ertürk (GÜLTENSULTAN)

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiir

    1940283_10152229585251506_524073538_n

    Ben Geldim

    Belki bir zamanlar ben sana eldim
    Sevgi dolu çoşkun akan bir seldim
    Can özüm bak işte yine ben geldim.
    Son sözüm bu sana bil diye geldim…

    Bu sevdan gönlümde dev diye geldim
    Allah rızasıyla sev diye geldim…

    Neler geldi neler geçti başımdan
    Sor istersen göze şahit kaşımdan
    Akıttım seni hep bu göz yaşımdan
    Olumsuzlukları sil diye geldim…

    Bu sevdan gönlümde dev diye geldim
    Allah rızasıyla sev diye geldim…

    Hayatın kederle gamla dolmasın
    Bu günde yarında hüznün olmasın
    Ne olur bahçende güller solmasın
    Sen de artık biraz gül diye geldim…

    Bu sevdan gönlümde dev diye geldim
    Allah rızasıyla sev diye geldim…

    Sevgiye saygıyı balla kattımda
    Geçmişi ardıma geri attımda
    Herkese sevgiyi ben anlattımda
    Sanada anlatsın dil diye geldim…

    Bu sevdan gönlümde dev diye geldim
    Allah rızasıyla sev diye geldim…

  • Harika UFUK (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    307114_10150226571147998_8263005_n

    ÇOCUKLUĞUM SENDE KALDI İSTANBUL

    Gençlik rüyalarım sende renklendi,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!
    Eşyalar toplandı, yükler denklendi,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Okulum Çengelköy İlkokul’uydu,
    Mürüvvet öğretmen, mis kokuluydu,
    Yüreğim nazenin, saf dokuluydu,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Beylerbeyi’ndeydi şirin evimiz,
    Güzel, zarif annem; babam devimiz,
    Kardeşlerimle de bitmez sevimiz,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Yakan top oynardık bahçelerinde,
    Güzellik bulurduk lehçelerinde,
    Neşemiz evcilik bohçalarında,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Kuş gibi dallara konmak ne mümkün,
    O yana bu yana dönmek ne mümkün,
    Ağaca çıkardım, inmek ne mümkün,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Koruluk Sokak’ta çamlar dikili,
    Orada çekilir Yeşilçam filmi,
    Ayhan Işık, Belgin Doruk ikili,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Türk filmi çekince evin önünde,
    Güzellikler görünürdü sonunda,
    Bana hoş gelirdi her bir gününde,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Günler nasıl geçti pek bilemedim,
    Çabuk büyümeyi ben dilemedim,
    Gözlerim yaş doldu, hiç silemedim,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    Harika günlerim çabucak bitti,
    Kuş gibi o günler elimden gitti,
    Her şey hayal imiş bir anda yitti,
    Çocukluğum sende kaldı İstanbul!

    TAŞ ERİDİ

    Taş eridi hasretimden, terimden,
    Çektirdiğin çile dolmadı gülüm,
    Kara kış yerleşti, gitmez serimden,
    Gönlümde ilkbahar olmadı gülüm.

    Acımadın çıra gibi yaktın yâr,
    Hastalandım göz ucuyla baktın yâr,
    Çekiç vurup çivi gibi çaktın yâr,
    Kimse derdim nedir bilmedi gülüm.

    Dünyanın kahrını çeken ben oldum,
    Umuda gözyaşı eken ben oldum,
    Kurşun gibi çarpıp seken ben oldum,
    Sevgin yüreğimde solmadı gülüm.

    Ben huzur aradım, sen çile verdin,
    Paramparça ettin yerlere serdin,
    Gülünü terk ettin, dikeni derdin,
    Attığım taş menzil bulmadı gülüm.

    Ufkuma sevdanı yazdım silinmez,
    Yaram derindedir ondan bilinmez,
    Kalbin kaya dilim dilim dilinmez,
    Bu gönül sevmekten yılmadı gülüm.

    Harika bir ömür olsa diyorum,
    Şu çile defterim dolsa diyorum,
    Takvim yaprakları solsa diyorum,
    Sensiz kara bahtım gülmedi gülüm!

    HARİKA UFUK
    ADANA
    2009

    NOT 1: Antoloji Com’ da 2009 Haziran ayında Dünya Barışına Çağrı grubunun açtığı şiir yarışmasında “Taş Eridi” adlı hece şiirim ile birinci oldum.

    Not 2: NOT 2: Bu şiir Türkiye’nin en büyük şiir sitelerinden Edebiyat Defteri’nde 21 Temmuz 2010’da günün şiiri seçilmiştir.

  • Ramazan Seyfi YURDAKUL (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    '
    Bir Sevda Ek Gönlüme

    Bir sevda ek gönlüme, kıvrım kıvrım dal versin,
    Sarılsın bedenime, alev alev gül versin,
    Söndürme bu ateşi, kıyamete dek yansın,
    Sevdiğini söyle de gönül bahçem sulansın.

    Duyabilsen güzelim, yüreğimin sesini,
    Ağyar duymasın diye, saklıyor nefesini,
    Seyriyleyim bir dur da esrarlı gözlerini,
    Hayalinle yaşayım, şu kalan son ömrümü

    Boşa Gitti Hayaller

    Neydi derdin bu kadar bir dilbere bağlandın?
    Yüreğine inanır, seni anlar mı sandın?
    Belki “sever” diyerek, o esmere inandın,
    Boşa gitti hayaller, neden sevdin ey gönül?..

    Sevdaya güven olmaz, bilmez misin a gönül,
    Artık bitti bu sevgi, bahtına yan a gönül.
    Dinsin gözünün seli, kederlenme a gönül.
    Boşa gitti hayaller, sen de sevme a gönül.

    Kapından geçmem diyor, bak yine yalnız kaldın.
    Coşturdun da sevgini, aşkı deryada boğdun.
    Sabırsızsın a gönül, duyguna esir oldun.
    Boşa gitti hayaller, yazık ettin ey gönül.

  • Ahmet DİVRİKLİOĞLU (Türkiye Cümhuriyyeti,Tokat).Muhteşem şiirler

    294986_147984975329598_1905161564_n

    BATUM ‘DAN

    Batum’da bir kız
    Gamsakhurdia caddesinde
    İnsanların sıkça geçtiği yerde
    Para dileniyor
    Bakır küçücük tas elinde
    Yaşı ya beş,ya altı
    Ayakları terlikli,çıplaktı
    Birşeyler.söylüyor çocuksu diliyle
    Zaten dilide Gürcüce
    Peltek,peltek konuşuyor
    Anlaşamıyoruz haliyle
    Batum’da bir kız
    Elinde jelatine sarılı birkaç tek kırmızı gül
    Uzatıyor gelip,geçene tabii ki alın diye
    Gecenin bir saatı
    Yaşı on ya da daha altı
    Ne gezer bu saatta sokakta
    O’nun bu saatta yatakta olması gerekmez mi?
    Ekmek parası
    Bunlarda Gürcülerin fukarası
    Ne yapsınlar gariplerim
    Dolaşıyorlar ortalarda
    Topluyorlar birkaç kuruş
    Gürcü larisi
    Bu yürek
    Yufka yürek,yürek gibi yürek
    Dayanamıyor işte bunlara
    Bu yürek başka yürek
    Acıyor ayrı,gayrı demeden
    Acıyacağa

    ŞARTSIZ. SEVGİ

    Ben katreden var oldum,budur değerim benim
    Çiğidim pişiyorum hamdım oluyorum ben
    Bir avuçluk toprağa eş ya naçiz bedenim
    Vuslatı düşündükçe mumca eriyorum ben

    Koşuyorum gerçeğe bülbül adımlarıyla
    Goncalarca açarım er günün şafağıyla
    Kaldırıp ellerimi duanın en hasıyla
    Münacaatlar gönderip hayır diliyorum ben

    Hayırlar diliyorum nefes alan her cana
    Atiye yüzüm dönük bakıyorum arkama
    Sığınırım şerlerden Şahlar Şahı Rahman’a
    Ondan dipsiz kuyuya ipsiz iniyorum ben

    Karanlık dehlizlerde el yordamı yürürüm
    Bir iğne deliğinden tüm dünyayı görürüm
    Hüzünü dost edinir derdime sevinirim
    Halimle hal oluyor haddim bilyorum ben

    Bir lokma,bir hırkanın şükrünü bilir Tufan
    Ölmeden günde bin kez biliniz ölür Tufan
    Cemal-i mutlak diye cümleyi görür Tufan
    Bu yüzdendir her canı şartsız seviyorum ben

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiir

    1931934_10152210268001506_599855042_n

    SANA SESLENİYORUM

    Simasını sineme sakladığım som sevdam
    Sana sesleniyorum!
    Sonsuzluğun sahibine sığınarak
    Sana selam saldım
    Söylemediler mi sevdiğim?
    Susadım sevgine
    Sebiller söndürmez susuzluğumu
    Sadakatimle sabrıma sarıldım
    Süremdeki son sevdam
    Sana selam saldım
    Söylemediler mi sevdiğim?
    Sevdamızı satır satır sayfalara sıraladım
    Sağanak, sağanak süzüldü
    Simamdan sevgi selim
    Semayı seyrederek sabahladım sevdiğim.
    Seherin serin saatlerinde
    Saf saf, sıra sıra süzülen sunalarla
    Sana selam saldım
    Söylemediler mi sevdiğim?

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    1931934_10152210268001506_599855042_n

    ALIN YAZIM

    Duygular tertemiz gelince dile
    Aşkın şarabını koydun sebile
    Geceye nur saçan yıldızlar bile
    Yar seni görünce ar edip batmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Karanlık dünümde düşmüşken derde
    Seninle gözümden çekildi perde
    Neredeydin bunca zamandır nerde?
    Kader sensizlikte zoru yaşatmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Gönlüme huzuru saldı gelişin
    Hele beni benden iyi bilişin
    Maziyi süngerle hepten silişin
    Bütün zamanlara güzellik katmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Bembeyaz sayfasın kardan beyaz kar
    Unuttur her şeyi dört bir yandan sar
    En başından senli zamana kadar
    Felekten yediğim acı tokatmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Çeyiz sandığımda emanetimsin
    En zorlu anlarda metanetimsin
    Sabrın sonundaki selametimsin
    Varlığın dermansız dize takatmiş
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Gün olur gönüller dengini bulur
    Saraysız köşksüz de mutluluk olur
    Sevdamıza herkes imrenir durur
    Aşkın, kalpte huzur, damakta tatmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Hasretiyle için için yandığım
    Yüreğine yüreğimle bandığım
    Sevgisini yudumlayıp kandığım
    Sen gibi bakmayan gözler sakatmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Manevi hazlarda yanımdasın yar
    Canımdan içeri, kanımdasın yar
    Nefes aldığım her anımdasın yar
    Talih yıllar yılı seni aratmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Gönülden gönüle başlarsa akın
    En uzak mesafe olurmuş yakın
    Gül tenime diken batmasın sakın
    Kadir kıymet bilmek gerçek sanatmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    Alnımda yazısın yüzde gülüşüm
    Yaprak gözlüm diye atar sol döşüm
    Her iki dünyada hayalim düşüm
    Seninle geçtiğim köprü sıratmış
    Mevla’m seni benim için yaratmış

    BİR GÜN

    Bir sabah uyanırsın
    İçinde ya yeni bir heyecan vardır,
    Ya da durgun suların üzerindesindir.
    Günün sana ne getireceğini farkında bile değilsindir.
    Dakikaların, saatlerin belki de çıkılacak bir yokuştur.
    Heyecanla çıkarsın yokuşu,
    Bazen canın çıkmak bile istemez.
    Yokuş da ya bir taşa rastlarsın
    Ya da karşına çıkar bir kaya.
    İnersin yokuşun inişini kaya kaya.

    Beklentilerin bir balon içinde yayılmıştır evrene.
    Bazen daralır, için sıkılır.
    Bazen de genişlikte rahatlarsın.
    Ya da öyle sanırsın…

    Sonra yorulur yorgun beden
    Yorgunluğun o gündeki güzellikleri tebessümle andığında
    Belki rahatlar…
    Yorgun bedenden yükler bir bir atlar…

    Ya da canın acımıştır istemeden de olsa
    Gözlerde pınar olmuştur içindeki yangın…
    Söndürmek bile istemezsin…
    Acının bile tatlı olduğunu anlarsın…
    Rahatlarsın…

    Bir de bakmışsın ki uçurumlar kasisler oluşmuş etrafında
    Atlarsın o kasislerden derinden bir oooh çekersin,
    Diğer ki kasise kadar…
    Mücadele olur alır adını…
    Bazen kalp atışların hızlanır, ritmi bozulur,
    Çevrene bakar şikâyet edersin,
    Ya da farkındalığın şaşırtır seni…
    Vücudundaki fay hatları harekete geçmiştir
    Adı bazen depresyon, bazen migren,
    Bazen soğuk algınlığı,
    Ama ne olursa olsun vücudun mücadelede tek bir amaç için;
    Soluk alıp verme…

    Hayatın dönüm noktasında birini yaşarsın o güne dair…
    Mükâfatın olmuştur.
    Sevinirsin güneşli bir havaya
    Ya da cebindeki bir kâğıt parçası mutlu eder seni…

    Sonra ya sonra
    Beklediğin umutların ne denli anlamlı olduğunu idrak edersin benliğinde
    Önce imkânsızdır,
    Sonra olabilir, oldu dersin ama mutluluğun çok fazla sürmez.
    İnsanoğlusun ya doyumsuzluğu alışkanlık haline getirirsin,
    Bir başka umutta neşe bulmak için…

    Bazen kayan yıldızlar olur çevrende
    Bazen de gece olmadan karşına çıkar bir yıldız
    “Çoban yıldızım benim” dersin yolunu gün batmadan aydınlatır.
    Eğer görecek gözün var ise…
    Yoksa neyin ne olduğunu anlayana kar günü bitirmişsindir.
    Derken ya önceden benliğinde var olan sevgiyi tekrar bulursun
    Ya da yapma sevgilerle avunur durursun…

    Bakmışsın ki zaman çarkındaki kurulu saatin pili zayıflamış.
    Bazen ritmi bozuluyor,
    Kendine gelmek için silkinirsin…
    Ne de çabuk geçmiş sana verilen süre…
    “Eeee daha yaşayacaklarım vardı manen” dersin,
    Maddi yaşadıkların sana sırıtır…
    Kendine bakar “Bu ben miyim?” dersin!

    Neden, niçin yaratıldığını gün boyu unutmuş
    Bir ara oyuna dalmış, bir ara telaşa
    Bir arada uyku ihtiyacını gidermişsindir…
    “Nerden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” diye soru sorduğunda
    Saatin tiktakları nazlanır süre dolduğunda…

    Güzel yaşamışsan bir ânı
    “Ömür güzelmiş her şeye değermiş” dersin gülümsersin…
    Ya boş yaşamışsan
    Ya yoksa yarın denen an
    Telafisi yoksa boşa geçen zamanın,
    İçini kemirir düşünce…
    Sonra kapını çalar sürenin bittiğini söyler birisi
    “Eyvahhhhhhh!” dersin “Daha yapacaklarım vardı!”

    Zaman dolmadan
    Akıl kaybolmadan
    Ayakların basarken
    Duyguların yaşarken
    Tıklamadan kapını ölüm
    Kendine gel ey insanoğlu!
    Gideceğin yer belli…

  • Harika UFUK (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiir

    FUAR-AKDEN-Z TV,SEYMER 318

    TOROSLAR

    Yıkılmaz kaledir, her dem arkadır,
    Akdeniz boyunca akan Toroslar.
    Tertemiz havası, suyu başkadır,
    Kekik, püren, yarpuz kokan Toroslar.

    Yemyeşil sırtıyla, karlı başıyla,
    Saygıya layıktır beş bin yaşıyla,
    Kahramanlık, mertlik sinen taşıyla,
    Vatanıma sahip çıkan Toroslar.

    Yaz – kış rüzgâr ılgıt ılgıt hep eser,
    Cennetten bir köşe, yaşanacak yer,
    Güzelliği eşsiz, nefesi keser,
    Buluttan taçları takan Toroslar.

    Çukurova yansa Toroslar serin,
    Huzuru bulursun, dökülmez terin,
    Akdenizlilerde sevgisi derin.
    Sevdası yüreği yakan Toroslar.

    Eksilmez başından karı, dumanı,
    Yazın burcu burcu kokar her yanı,
    Güzeller eğleşir yayla zamanı,
    Yüreğe kıvılcım çakan Toroslar.

    Dört bin metre derler, şu Demirkazık,
    Aladağ buz gibi, görmezsen yazık,
    Dillerde türküler, ellerde azık,
    Türkmenler, Yörükler çıkan Toroslar.

    Yamaçlardan sümbül, lale derelim,
    Gül dalına sevdamızı serelim,
    Gazilik hakkını ona verelim,
    Düşmanı Kaç Kaç’ta yıkan Toroslar.

    Harika övünür Çukurova’yla,
    Süslenmiş dağlardır güneşle, ayla,
    Bürücek’le Tekir en güzel yayla,
    Anayurda aşkla bakan Toroslar.

    HARİKA UFUK

    NOT: Kaç Kaç Olayı: 1920’de Toroslar’dan Fransızlara saldırı başlatılmıştır. Sonuçta 27 Mayıs 1920’de Fransız orduları komutanı Mehil, milli kuvvetler tarafından esir alınmıştır. “Kar boğazı Olayı” olarak bilinen olay, Kuva-yi Milliye’nin ilk siyasi zaferidir. Bunu takiben 28 Mayıs 1920’de Fransızlar Mersin-Adana hattına çekilmişler ve kuzey Çukurova (Kozan ve diğer dağlık bölgeler) tamamen kurtarılmıştır. Düzlük, ovalık yörelerde Ermeniler zulüm ve şiddeti arttırmışlar ve sayısız cinayetleri işlemişlerdir.
    10 Temmuz 1920’de Ermeniler tarafından Türklere karşı büyük bir şiddet ve soykırım harekâtına girişilmiş ve bu harekât sonucu on binlerce Türk Toroslara doğru kaçmıştır. Dört gün süren bu hareket tarihte “Kaç Kaç” olayı olarak isimlendirilmiştir.
    “alıntıdır – http://www.adana.gov.tr “

  • Riyaz DEMİRÇİ.Yeni şeir

    1485004_1430172863867012_1687380679_n

    Kör Kedi
    Bir zamanlar seviyordum onu
    Çokta seviyordum
    Kendimden daha cok
    Geceler beraber olduğumuzu
    Duşunuyordum
    Bana verdiği sözleri
    Hatırlıyordum
    Ne Kader bana karşı
    Kötü davranır sada
    Yine onu seviyorum
    Ama ben bilmezmidim
    Bukader vefasızlığını
    Bir kör kedi ondan vefalıdır
    İnan ki
    Yeter onun yüzünden
    Sevdiklerimden oldum
    Yüzünden
    Acidan doldum
    Ben kimseye aldanmazdımı ki
    Nasıl aldandımda bilemedim
    Şaşkın şaşkın
    Vurulmuştum
    Benim yaptığım fedakarlığı
    Belki o unutmuştur
    Ona emek verdiğimi
    Unutmuştur her halda
    Hani bensiz yaşamazmış
    Hani bensiz gülemezmiş
    Hani bene tapıyordu
    Gitsin vefasızdır
    Oda belki katıldı
    Nan körler kervanına
    Ona bir iki sözüm var
    Git allahımdan bul
    Diyorum bu son sözümdür
    Sana vet sana

  • Gülten ERTERK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    1797264_10152206194581506_6871036_n

    BENDEN SANA GÜLE GÜLE

    Gözümden akan yaşım, yeter akma din artık!
    Sende çoktan bitmişim, gönlüm neden ağlıyor?
    Zararların çoğaldı, bir değil ki bin artık
    Bir elinde maşayla yüreğimi dağlıyor.

    Deli divane olmuş gönül sebebim sensin
    Gurur aşkı ne diye hak etti mi ki yensin?
    Çabuk öleyim diye eziyetler edensin
    Boynuma geçirdiği urganımı yağlıyor.

    Çok değil düne kadar peşimden koşuyordun
    Kötü olan ne varsa hepsini boşuyordun
    Benim için en çetin dağları aşıyordun
    Yalanları cebinde konuları bağlıyor.

    Helal lokma neyine içtiğin zehirli mey
    Yoktur Gülten Sultan’ın yapacağı başka şey
    Gözümde büyüttüğüm nokta nokta nokta bey!
    Musluktan akan suyla kaf dağından çağlıyor.

    GÖR

    Siyah saçım büklüm büklüm bükülse
    Toka tutamayıp tümü sökülse
    Omzumdan aşağı örük dökülse
    O beliklerimi gel de kırda gör

    Her zaman olmuştuk senle can cana
    Ayrı düştüm senden can yana yana
    Yargısız infazın nafile bana
    Acıma halime kalem kır da gör

    Aşkın ocağında közlenip yanma
    Sevda pınarından iç, ama kanma
    Yeşil, alı, moru hep gördüm sanma
    Ara bayırları dolaş kırda gör

    Umutlar yaslanır buğulu cama
    Gülten Sultan düşer dert ile gama
    Gökte şems koşarken dertli akşama
    Terk ettim sandığın kalbi kır da gör

  • Burhanettin YAZIÇI (Türkiye Cümhuriyyeti, Samsun).Hayatı ve Yaratıcılığı

    1660742_406311126179195_446413376_n

    HİSSEDEN BİRİ GİBİ……

    Yeni bir güne başlamak gibi hayat işte
    savrulan yaprakların arasındaki rüzgar
    vede anıların yalnızca sıyrılışı varken
    şimdi kaskatı olmuş bir yürek de ki iz
    baktım gökkubbeye yalnız herşeygibi
    şarkıların en anlamlısı nerdesiniz
    vede hırçınca kabaran denizin eylemi
    içimdeki gizli yerdeki ben beni ararken
    bensizliğin kalıntılarındaki aşk zerreleri
    zaman her zaman bana yol gösterdi
    bir yolunu bulmak yaşamaya dair ce
    sanmayınki içimdeki benim nede hayalim
    kaç kez bitmeye meyilliyim artık sessizce
    karanlığın bitmiyen yolculuğunda ki ben
    işık var demeye değcekmi hayat bazan
    son kezmi duyacağım o melodiyi kimbilir
    hayat işte duman olmuşluklarda sıkışan
    denemeye değecek birini görmeye kimbilir
    belki bitecek ansızın özümdekinlerle şimdi
    bekliyeceğim karaltılı akşamı ışıksızca
    güneşin aydınlığını hisseden biri gibi olmak
    vede döneceğim kimbilir o zamana sssizce

    BIRAKTIĞIM YERDESİN SEN…

    Hayal dünyamın içindeki sürrealist peri,,
    düşlerimi süslediğin günler deki gibisin,
    sen denizlerin içindeki, hücrelerimdeki gizsin
    bakıyorum denizlerin bitmeyen ahengine şimdi
    sen hala orada benim düşündüğüm yerdesin
    öyle uzaksınki içimden bir meçhule doğrusun,
    sadece hayallerimin ucunda denizin o yerindesin,
    bitmeyen methinin korunduğu gibi sin içimde
    seni tutmaya gücüm yok benliğimde düşersin,
    kalk diyemem deniz kıyısındaki yerinden sen,
    uyu hayallerimde uyu ,ki seni düşlediğim gibisin,
    reealist düşlerimden aşağı düştün denize gibi!
    saçların dağınık,yüzün tanınmaz bir haldeyken.
    deniz vururken hırçın dalgalarını üzerine sen uyu,
    her geldiğimdeki yerin anısına beni bıraktım şimdi,
    seni beklemeye doğru rüzgarın esintisinde kalan biri o..!
    zaman şimdi yok yokki ,beklemeye zaman,sen uyu,rahatça..!
    belki hangi bir zaman yine düşlerimin olduğu yerdeyken gibi,,!
    deniz,sen,ben, vede rüzgarın hazin ağlamasıyla biri gib kimbilir…!
    beklemeye tutkulanmak düşünce zincirlerini kırarak ,
    haykırmak denize rüzgarın içinden sensizliklerin dehlizine,,!
    bırakıldığı anıların içinden uzanan bir el,tutmaya değgin şimdi,
    yaşanmışlıkların yerinde saklanan biri gibi şimdi o işte biri gibi…!
    beklemek hayallerin hazin yerlerinde düşlemeyi beklemek,
    bitti işte bir yaşam daha denizin o kıyısında ,sadece rüzgar ve deniz var,
    ama sonsuzca hayaller varken içimdeki gizlenenler hala bende saklı,
    bir gün belki bir gün yine denizin bıraktığı yerde sin kimbilir…..!!!

    ZAMANI BEKLEMEK ZAMANI ŞİMDİ…

    Suyut güşüncelerimin içinden soyutlarken seni anılarını …
    bilmeye değgin önümdeki o zamanı hatırladım şimdi…
    seni hissetmek zamanımıydı bilmiyorum ama yinede …
    dünürken yazılanların içindeki gizli anlamları çözmeye
    birden aklıma senin leki ruya geliverdi nede meşum birliktelik..
    hayal ve ruya dinginliğindeki zaman şeridinden geçerken şimdi..
    süzdüm tüm yaşanılanları bir,bir,ama yinede ön sezilerimin içindeyim hala..!
    vurgun bu aşka bir vurgun var bende şimdi,karanlığın derinlerinden gelen..
    içimi yığınlarca sürükleyen peşi sıra nehrin akışına kapılan bir ceset gibiyken.
    vede düşlerimin derin izlerini sayfalarıma yansıtırken bilgelik halimle diye.
    yaşam kalıntılarının peşindeki ,yılların bıraktığı anılarda saklanan senmisin kimbilir…!
    düşler cenneti mi hayallerimin içselliği ,belkide kimbilir ,yaşanacaklardan biriyken..!!
    gecenin sabaha varışındaki gizli heyecan var şimdi yüreğimde beklerken seni…!
    ne bllebileceğim sevginin yalın anlatımını belkide ,nede özliyeceğim yaşananı…!
    işte zamanı geldi şimdi limandaki bekleyiş bitmek üzere yalnızlıklara …!!
    ellerimin titrek ,vucudumun soğuğu algılaması yüzümdeki ifade beni yansıttı.
    geriye dönen bir zaman dili,mini beklemek nafileyken yinede beklemek onu..!!!

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    1899168_10152195435946506_1744398885_n

    Temelli Git

    Zehrettiğin hayata geri dön de bak da git
    Sakın bende kalma ha, düşlerimden ak da git

    Gitmeden önce düşün hesap ver ince ince
    Daha olmadı bir de iftiralar art da git

    Bıraktığın eserle gurur duy sonbaharda
    Gazel olan sevdana bir kibriti çak da git

    Gözlerim kapanırken akşam gurup vaktinde
    Şems olduğun dünyamdan utanarak bat da git

    Seher vaktine kadar akan gözyaşlarımın
    Tek tek hesabını ver mizanlarda tart da git

    Elekten eleyerek vicdanınla hesaplaş
    Oynadığın gururu kafana tak tak da git

    Gülten Sultan ahın hiç bir zaman kalmaz yerde
    Vebalini Allaha sal, çözer haval et de git.

    CAN ERİĞİ BAKAN GÖZLERİN

    Cennetin rengini içine alan
    Derin ummanlara selamı salan
    Senli yaşanmayan anlarım yalan
    Buğulu bakışla derdi eritir
    Can evimi candan yakan gözlerin
    Can eriği yeşil bakan gözlerin

    Damla dökülmesin gözlerinden can
    Sinemdeki yara kanar akar kan
    Beni sensizlikte bıraktığın an
    Uzaklardan bile beni gözetir
    Can evimi candan yakan gözlerin
    Can eriği yeşil bakan gözlerin

    Seninle benliğim hayale dalar
    Dünyam baştanbaşa seninle dolar
    Beni benden alır sevdaya salar
    Özlemlerle dolu zihnimde tüter
    Can evimi candan yakan gözlerin
    Can eriği yeşil bakan gözlerin

    Rüyalar içinde en güzel düşsün
    Varabileceğim bir tek dönüşsün
    Görmediğim anlar gözlerim küssün
    Hesapsız sorgular sualler sorar
    Can evimi candan yakan gözlerin
    Can eriği yeşil bakan gözlerin

    Geçmişin izini sildirir dünden
    Ne şan ister gönlüm vazgeçtim ünden
    Seni tanıdığım o mesut günden
    Beri her saniye seni özletir
    Can evimi candan yakan gözlerin
    Can eriği yeşil bakan gözlerin

  • Hasan AKAR (Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Makale

    Hasan AKAR

    CUMHURİYET DÖNEMİNDETOKAT MEVLEVİHÂNESİ’NİN KULLANIM ALANLARI, YAPILAN RESTORASYONLARVE BUGÜNKÜ KONUMU
    Hasan AKAR

    “Tokat’a gitmek gerek, çünkü Tokat’taki insanlar ve iklim mutedil”

    Hz.Mevlâna

    Anadolu’nun bilinen tarih içinde en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Tokat şehrinin Mevlevilikle tanışması Mevlâna Celalettin Rûmi’nin hayatta olduğu dönemdedir. Mevlânâ’nın müritlerinden olan ve Selçuklu Hükümdarı IV. Kılıçarslan’ın ,Pervane unvanıyla görevlendirdiği vezirlerinden Muineddin Süleyman Pervâne’nin daveti ve Mevlâna’nın izniyle Şeyh Fahreddin Irâkî buraya gelmiştir. Tokat’ta kendi adına inşa edilen hangâhta şeyhlik görevinde bulunup Mevleviliğin yörede yaygınlaştırılmasına gayret etmiştir. Bu yer maalesef bugüne kadar tespit edilememiştir.
    Mevlânâ’nın ölümünden sonra ise oğlu Hüsameddin Çelebi ile başlayan süreçte Konya dışında Anadolu’nun önemli merkezlerinde Mevlevi halifeleri tarafından tekke ve zaviyeler kurularak hizmete devam edilmiştir.
    Kalenderiye Tarikatının kurucusu Cemaleddin Savi’nin ilk halifelerinden Cavlakiye kolunun kurucusu Ebu Bekir Niksarî’nin 1205 yılında Konya’ya gelerek bir zaviye açması,Mevlâna ile yakın ilişkiler kurması yine Ârife-i Hoş Lika-yı Konevî adındaki bir bayanın Mevlâna’nın torunlarından Ulu Arîf Çelebi’nin halifesi olarak Tokat’a atanması o dönemdeki Tokat ve Mevlevilik ilişkileri açısından önemli iki örnektir.
    Tokat’ta bir Mevlevihânenin varlığına dair ilk bilgilere 859/1455 tarihli Tahrir Defterinde ulaşılmaktadır. Buradaki kayıtlara göre şehirde Mevlevihâne adıyla bir mahalle bulunmakta ve 32 hane yaşamaktadır.
    Daha sonraki dönemlerdeki kayıtlarda Uzun Hasan’ın ordusunun şehri tahrip etmesiyle bu mahallenin hane sayısının 4’e düştüğü,1485’ten sonra Mevlevihane Mahallesinin Hoca İbrahim adıyla anılmaya başladığı görülmekte, 1576 tarihli Defter-i Evkâf-ı Rûm içindeki vakıf kayıtları arasında ise Mevlevihâne adına rastlanılmadığı belirlenmektedir.
    Bazı merhaleler geçirerek bugüne ulaşan Tokat Mevlevihânesi’nin yeri ve yapılışına dair bilgiler ise 17.Yüzyıla dayanmaktadır. Mevcut verilere göre Tokat Mevlevihânesi 1048/1638 yılında Sultan Ahmet’in vezirlerinden Yeniçeri Ağası Muslu Ağa (Sülün Mustafa Paşa)tarafından inşa ettirilmiştir. Arşiv kayıtlarında “Medine-i Tokat’ta vâki Yeniçeri Muslu Ağa Mevlevihanesi” şeklinde geçmektedir.
    Tokat Sancağının da bağlı olduğu Sivas Vilayeti merkez kazasında da bir Mevlevihane olduğu Evahir-i Cemâziye’l -âhir 1143 (1730) tarihli bir emirnameden anlaşılmaktadır.
    Muslu Ağa tesis edilen bu binanın yaşatılması için bir de vakıf kurmuştur. Böylelikle şeyhlerin, dervişlerin, buradaki diğer görevlilerin ve burayı ziyaret için şehre gelen dini şahsiyetlerin iaşeleri temin edilmiştir.
    1656 yılında Tokat’a gelen Evliya Çelebi daha sonra kaleme aldığı Seyahatname’sinde haftada iki gün ayin yapılan Tokat Mevlevihânesi’ne geniş bir yer ayırarak İstanbul’daki Beşiktaş Mevlevihânesi kadar değerli bir yapı olduğunu vurgulamaktadır.
    1703 tarihli bir hüccete göre bu Mevlevihâne zamanla harap olmuş, vakıfları yok olmuş geriye akar olarak sadece bir han kalmıştır. Bu hanın da 1703 yılında bir yangın neticesi yok olmasıyla aynı yıl dergâh postnişini olan Daniş Ali Efendi’nin oğlu Müderris Şeyh Mehmet Efendi harap olan ve atıl duran arsalarını mütevelliden icara almış ve gelir getirecek binalar ve Bey Sokağında bulunan bugünkü Mevlevihâne’yi inşa ettirmiştir.
    Bu konuda Osmanlı Arşivlerinde bulunan kayıtlara göre diğer bir bilgi de 1845 yılında Postnişin Emin Dede’nin vefatı üzerine yerine kardeşi Ali Rıza Dede geçmiş 1875 yılına kadar meşihat makamında kalmıştır. Sultan Abdülmecit zamanına tesadüf eden bu dönemde dergâh tamir edilmiş ve dergâh şeyhine atiye verilmiştir.
    Aynı tarihlerde Tokat Mevlevihânesinin gayrımenkul gelir kaynakları arasında bir bahçe, bir hamam, dört bâb dükkân, iki değirmen, bir arsa ile bazı binalar, bir bakır kalhanesi ve fevkânî ve tâhtanî 43 odalı bir kapan hanı bulunmaktadır.
    Gelir kaynakları ise Behzat mevkiinde bulunan bir arsa ve değirmenin, Amasya’da bulunan Alaca Hamamın icarı, Yıldızeli’nde bir malikânenin rub hissesi, kapan ve kantar vezzâniyesi (tartı geliri), kırmızı boyahane mukataasından aylık vazife, Tokat mukataa’sından yıllık 88 kuruşluk vazife, Tokat Şem-i hânesi (mumhane) ve Tokat kahve tahmisinden miri malı hissesinden arta kalan meblağdır.Bunların masraflara ve Mevlevihâne dervişlerine tahsis edildiği görülmektedir.
    Mehmet Hadi Dede, 1913 tarihli Konya’ya yazdığı bir mektupta dergâhın 1909 da bir yangın geçirdiğini, demirbaş eşyaların telef olduğunu daha sonra kendisinin eşya tedarik ettiğini belirtmektedir.
    Yine aynı yıl yazılan diğer bir yazıda Mehmet Hadi Dede,dergâhın tek geliri olan ekmekçi fırınının tamamen harap olduğunu bu sebeple Konya’ya mutad olarak gönderilen aylık otuz kuruş kapıçuhadarlığı bedelinin aksatıldığını belirtmektedir.
    1914 yılında çıkan Birinci Dünya Savaşı içinde çeşitli cephelere gönderilmek üzere 40-50 kişilik Mevlevi Mehmet Hadi Dede ile birlikte Mevlevi Alayına katılmak üzere Sivas’a gitmiştir.
    Cumhuriyetin ilanına kadar Soğukpınar Mahallesi, Bey Sokağı’nda son Mevlevi Şeyhi Abdulhadi Efendi (Ergin) tarafından faal olarak işlevini sürdüren Tokat Mevlevihânesi, Vekiller Heyetinin 1924 Eylülünde aldığı karar doğrultusunda Mevlevi Tekkesi olarak görünen bina, Abdulhadi Efendi’nin rızasıyla Vilayet Evkaf Müdürlüğüne tescil edilmiştir.
    Tekke ve Zaviyelerin 1925 yılında kapatılmasından sonra 1934-1939 yılları arasında bina boş kalmış, 1939 yılında Hayrat-ı Onarma Cemiyeti tarafından onarılarak yıllığı 140 TL den Jandarma Komutanlığına kiraya verilmiştir. Onlar da burayı 1945 yılından 1949 yılına kadar Kadınlar Hapishanesi olarak kullanmışlardır. VGM ve Tokat Özel İdaresince 1951 yılında tamir edilen bina Hafızlık ve Kuran Kursu olarak değerlendirilmiştir. Tokat İmam Hatip Lisesi’nin açılmasıyla 1954 yılında yatılı öğrenci yurdu olarak hizmet vermiş sonrasında terk edilmiştir. Ancak bu süreler içinde maalesef binaya yeterli bir bakım ve onarım yapılmamıştır.
    Uzun bir müddet yeniden Kız ve Erkek Kuran Kursu olarak hizmet veren bina bir hayli harap olunca boşaltılmış, yıkılmaya yüz tutmuştur. İlk onarım çalışmaları Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1997 yılında başlatılmış ancak ödenek yetersizliğinden yarım kalmıştır.
    Asıl restore 2000-2004 yılları arasında titiz bir şekilde yapılarak 6 Mayıs 2006’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce “Vakıf Medeniyeti Yılı “ilan edilen 111 tarihi eserin Başbakanımızca toplu açılış programında Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı Tokat Mevlevihânesi Vakıf Müzesi adıyla törenle açılmıştır.
    Bundan sonraki süreçte 1925 yılında buranın kapatılmasıyla Tokat Müzesine gönderilen değerli eşyalar da yeniden getirtilerek Tokat’taki bazı camilerden alınan tarihi eser niteliğindeki diğer eşyalarla birlikte sergilenmeye başlamıştır.
    İki katlı olarak inşa edilmiş olan ahşap Mevlevihâne, konum ve tezyini unsurlar bakımından Türkiye’deki mevcut mevlevihâneler içinde en fazla dikkat çekenler arasında yer almaktadır. Yapı 19.Yüzyıl barok sanatının Anadolu’daki en özgün örneklerinden biridir. Binanın en görkemli cephesi ahşap barok motiflerle bezenmiş sütun dizisine sahip ve bütün cephe boyunca uzanan balkonu sebebiyle Bey Sokağına bakan cephesidir.
    3000 metrekare bir alan üzerine kurulmuş olup şeyh dairesi, ana bina zemin kattaki biri şeyh kabul odası olmak üzere beş oda, derviş hücreleri ile ikinci katta semahaneden oluşmaktadır. Kabul odasında son dönemlere ait el yazması Kur’an-ı Kerimler, taş baskı kitaplar, kırmızı ipekten el dokuması Kâbe iç örtüsü ve seccadeler sergilenmektedir. Sofanın sol tarafında kalan odada 14.yüzyıldan bu yana kullanılan pirinç ve bakır şamdanlar, Sultan Beyazıd’ın annesi Gülbahar Hatun’un yaptırdığı camiye hediye ettiği şamdanlar bulunmaktadır.
    Alt kattaki en büyük odada bölge camilerinde korunarak günümüze ulaşmış genellikle 16-20 yüzyıl arasında Sivas, Tokat, Kırşehir, Konya, Niğde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu yöresine ait halı ve kilimler sergilenmektedir.
    Sofanın sol tarafındaki dar bir alanda Tokat Ulu Camiinden getirilen 17.yüzyıla ait tavan göbeği ve Muslu Ağa Konağının restoresi sırasında korunma altına alınan bazı kalem işlemeli ahşap levhalar teşhir edilmektedir. Diğer küçük odada ise 13.yüzyıldan kalma çini örnekleri,16.yüzyıla ait Sakal-ı Şerif kutuları ile 19.yüzyıla ait saatler bulunmaktadır.
    İkinci kata ve balkona taş merdivenlerle ahşap merdivenlerin kaynaştığı basamaklı merdivenlerden çıkılmaktadır. Balkonun orta kısmına barok ahşap oyma göbekli ve üst tarafına Arapça Sülüs yazı ile “Ya müfettiha’l ebvâb”(Ey kapıları açan Allahım)”İftahlena hayre’l bab”(Bize hayır kapılarını aç) ifadeleri ile iki kanatlı bir kapıdan semahaneye girilmektedir.
    Semahane doğu tarafında ahşap kafes ile ayrılan kadınlar mahfili hariç tek bir mekân olarak yapılmıştır. Semahanenin orta kısmında on altı adet ahşap sütunun taşıdığı bağdadi bir kubbe bulunmaktadır. Apayrı bir sanat değeri olan tavan göbeğinin altına on altıgen bir semahane alanı oluşmuştur. Her bir ahşap sütunu üzerinde Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin, Talha, Zübeyr bin Avvam, Ebu Vakkas, Said bin Zeyd, Abdurrahman bin Avf, Ebu Ubeyd bin Cerrah ve Mevlana adları bulunan levhalar yer alır. Ahşap parmaklıklarla ayrılan bu bölümde bulunan manken semazenlerle sema töreni canlandırılmaktadır.
    Giriş kapısının her iki yanında diğer alanlardan ayrılmış bölümler vardır. Bu alanların üzerinde kadınlar bölümünün önündeki merdivenle çıkılan saz ve söz icracısı Mevlevi dervişlerin kullandığı yüksek mahfil yerleştirilmiştir. Mahfili taşıyan ahşap direklerin mahfille birleştiği yerdeki ahşap oymalar çok gelişmiş bir sanat ürünüdür. Bu merdivenlerin başlangıcında da barok ahşap motiflere sahip oyma üzerinde Mevlevi sikkesinden oluşan süsleme tekrar edilmiştir.
    Balkonun doğu tarafında yan yana bulunan iki sade kapı ile kadınlar mahfiline ve bütün doğu cephesi boyunca uzanan dar bir koridora ve yanındaki odaya geçilmektedir. Bu alanda 16-20.yüzyıllar arasına tarihlenen Malatya, Sivas ve Doğu Anadolu yöresine ait Kazak etkili halı ve seccadeler teşhir edilmektedir.

    MUSLU AĞA KÖŞKÜ

    Mevlevihane bahçesinin güneydoğu köşesinde bulunan ve aynı dönemde müştemilat olarak yapılmış olup, tamamen harap durumda olan Musluağa Konağı, Mevlevihane ile birlikte restore edilerek, kültürümüze yeniden kazandırılmıştır.
    Mevlevihane şeyhlerince kullanılan konak, son halini Sultan Abdülmecid döneminde almış olmakla birlikte, 1638 yılındaki planını korumuş olduğu düşünülmektedir.
    Konak, içerisinde Anadolu’da çok az örneği kalmış, XVII yüzyıl süslemelerinin bulunduğu odanın yanı sıra, XIX yüzyıl barok dönem süslemelerine sahip mekânların olması ve ayrıca aynı yapıda, alçı mala işi, kalem işi, çıta işi süslemeleri sebebiyle nadir görülebilecek bir yapıdır.
    Konağın avlusuna çift kanatlı bir kapıdan girilmektedir. Alt katta ,kapıları avluya açılan mutfak, depo ve kiler bulunmaktadır.
    Üst kattaki odaların ortasında bulunan açık sofaya avludan ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır. Açık sofa hem Türk evlerinde hem de bölgemizde görülmeyen bir uygulamadır. Bu sofanın iki yanında ikişer oda yer alır.
    Hemen sağdaki ilk oda girişinin solundaki duvarın ortasında bulunan etrafı barok mala işi süslemeler ile çevrili şerbetlik kısmı etkileyicidir. Bu odanın tavanı da barok alçı süslemeye sahip olup alçı tavan, görkemli bir kubbe görünümündedir.
    Odanın batı cephesinde avluya bakan üç dikdörtgen pencere ve üzerinde ekliptik vitraylı bir aydınlık penceresi vardır.
    Sağdaki ikinci odada, onarım öncesinde bulunan 17. yüzyıl tavan süslemelerinden geriye kalan ve iyi durumda olan parçalar, yapılan restorasyon sırasında kullanılmış, eksik yerler eldeki parçalardan çıkarılan motiflerle tamamlanmıştır. Yine, XVII yüzyıl dolap kapaklarından biri günümüze ulaşmış, diğeri bu kanada bakılarak yeniden yapılmıştır.
    Açık sofanın solundan ilk odaya ve mutfağın üzerinde bulunan yazlık oturma alanına geçilmektedir. Bu oda barok çıta işi ahşap süslemelere sahip olup, batı duvarında bir kütüphane bulunmaktadır. Güney duvarının ortasında iki adet vitraylı eliptik pencereler yerleştirilmiştir.
    Soldaki çıta işi ahşap tavanlı ikinci odaya ve sofanın sonundaki hamama giriş küçük kapalı bir alandan sağlanmaktadır. Konak hamamı mimari açıdan, bitişiğindeki odadaki kalem işleri de üslup olarak, XVII. Yüzyıl dönemine uygundur. Ancak diğer odalardaki ahşap ve alçı tavan süslemeleri XIX. Yüzyıl özelliği göstermektedir. Alan, sofaya açılan iki dikdörtgen pencere ile aydınlatılmıştır.
    Konak, onarım sonrası, Mevlevihane Vakıf Müzesi kapsamında, Osmanlı konak müzesi şeklinde döşenmiş ve misafirlerin ziyaretine açılmıştır.
    Bunların dışında hamuşan adı verilen bir mezarlık alanı bulunmaktadır.
    KAYNAKLAR:
    (1)EFLAKİ Ahmet, Ariflerin Menkıbeleri
    (2)Beşirli Mehmet, Orta Karadeniz Kentler Tarihi 1 Tokat, sayfa 332
    (3)Beşirli Mehmet, Orta Karadeniz Kentler Tarihi 1 Tokat, sayfa 333
    -XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Tokat Mevlevihânesi ve Gelirleri İle İlgili Sorunlar. Fırat Ün. Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 13 Sayı:2 Sayfa 337-373 Elazığ 2003
    (4)KÜÇÜK Sezai, XIX. Asırda Mevlevilik ve Mevleviler, Doktora Tezi, Marmara
    Üniversitesi, İstanbul, 2000
    (5)Aydın Seçkin, Türkiye’de Önemli Mevlevihaneler ve Mevlevihanelerin Yaşatılmasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Rolü. Dünya’da Mevlânâ İzleri. Uluslararası Sempozyumu 13-11 Aralık 2007
    (6)Aydın Çakırtaş, Gönül Hangâhından Muhlis Neşeler ve Tokat Mevlevihanesi
    (7) A.Süheyl Ünver, Osmanlı İmparatorluğu Mevlevihaneleri ve Son Şeyhler,Mevlâna Güdestesi Konya 1964
    (8) Doç. Dr Hasan Yüksel, Tokat Mevlevihanesi
    (9) Ekrem Anaç, Tokat Mevlevihane Vakıf Müzesi
    (10) Remzi ZENGİN,Tokat Mevlevihânesi Üzerine Düşünceler ,Kümbet Dergisi

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiir

    1899168_10152195435946506_1744398885_n

    ANNEME MEKTUP

    Nasıl bir toprağa tohum eker, sulanır ve iyi bakılır da büyürse; beni dünyaya getirmek için aynı fedakarlıkları yapan sen ANNEM…
    Bebekken, uykunu bölüp beni temizleyen, yediğini benimle karşılıksız bölüşen, emziren, beni bebeklikten çocukluğa ve hayata hazırlayan Canım ANNEM. İlk sınıfım; evim, ilk öğretmenim; sendin ANNEM…
    Hiç unutamam bana ve bize yaptığın fedakarlıkları, döktüğün göz yaşlarını, Fedakar ANNEM…
    Hani bir gün canımız kiraz istemişti de, utana sıkıla komşuya gidip kiraz istemiştin; eve geldiğinde ağlamıştın. Çocuk aklı bir şeyi görmeye gelsin onu ister işte. Komşumuz ağaç dibindeki kirazları melamin tabağa koymuş ve sana vermişti de sen de bize getirmiştin.bizi kırmamak için nelere katlanmıştın.yoksulluk içinde olmamız ayıp değildi belki. Ama komşunun yaptıkları gücüne gitmişti. Yine de her şeyi göze alarak bizi sevindirmiştin…
    Hani yoksulluk vardı o günlerimizde, babam eve et alamazdı da bayramları beklerdik. O gün bayram değildi ve sen yine ağlamıştın. Babam bir tavşan vurmuştu. Eve geldiğinde bayram sevinci yaşamıştık. Evde odun olmadığı için, bizi evde bırakıp odun aramaya koyulmuştunuz. Eve geldiğinizde bizim yaptıklarımız karşısında donmuştun. Ablamın bana “Bak bu etmiş” deyip çiğ tavşan etini siz gelene kadar çiğ çiğ yediğimizi görünce göz yaşlarına boğulmuştun. Üç dört yaşlarındaki bir çocuğun etin nasıl yenildiğini bilmeyen bizlere, o eti pişirip bir lokmasını bile yemediğin o günleri düşünüyorum da, anneliğin ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum. Fedakarlığı senden öğrendim ANNECİĞİM…
    Hastalandığımızda uyumadığın geceleri, üşüdüğümüzde ayaklarımızı ellerimizi ısıtmak için koynuna koyduğundaki o sıcaklığını, hatıraları araladığım zaman hala hissederim. ANNECİĞİM senden öğrendim sıcacık sevgiyi, sevginin ne demek olduğunu…
    Hani bayramlarda kendi ihtiyacın olduğu halde; hep ertelerdin ihtiyaçlarını ve “ Onlar çocuk. Toplum içine çıkacak” derdin. Sabretmeyi, büyüğe saygı, küçüğe sevgi nasıl olmalı? Toplumda nasıl davranmam gerektiğini senden öğrendim…
    Bir portakalı üçe bölüp kardeşlerimle paylaştığım o günleri nasıl unuturum? … Paylaşmayı senden öğrendim…
    Bir an geldi, üç evladın büyüdü. Yuvadan uçtular. Yurt yuva sahibi oldular. Çoluk çocuğa kavuştular. Döktüğün göz yaşların haddi hesabı kalmadı. Sevinçten ağladın, üzüntüden ağladın. Anne olduğumda anladım annenin nasıl kıymetli bir varlık olduğunu…
    ANNEM, şimdi felçli, bakıma muhtaç olsan bile, saçlarında ak, yüzünde kırışıklıklar, yürümen güç olsa bile sen benim CANIM ANNEMSİN…
    Her zaman kendime şunu soruyorum; Annemim hakkını nasıl öderim? …
    Başımın üstünde yerin var. Bunu bilmeni isterim. Hakkını helal et. Teri gül kokan, sıcacık yumuşak yastık kucağı, şevkat, sevgi dolu CANIM ANNEM…
    Kızın Gülten…

    ANNEM

    Karşılıksız fedakarlıklar verdin.
    Bizi gönülden, yürekten severdin.
    Bizlere bakabilmekti tek derdin.
    ANNEM, meleğim, sensin ilk sevgilim…

    Aç kalsan da yemedin, hep yedirdin.
    Kendin giymedin, hep bize giydirdin.
    Sıcacık sevgini şevkatle verdin.
    ANNEM, ak saçlı başını seveyim…

    Ben hala senin gözünde bebeyim.
    Yuva kurdum ben de senin gibiyim.
    Benimde oldu üç tane bebeyim.
    ANNEM, narin kıymetli mücevherim…

    Bilmem ki hakkını nasıl öderim?
    Ver de canını, canımı veririm.
    Her zaman hakkını helal et derim.
    ANNEM, pamuk ellerini öpeyim…

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiir

    1899168_10152195435946506_1744398885_n

    ASKERİM

    Küçükken ‘Ne olacaksın’ diye sorarlardı
    Hep ‘Asker olcağım’ derdin
    Şimdi o günlere erdin.
    Hey askerim yolun açık olsun
    Yurdun her yerinden sen sorumlusun! …

    Daha dün başucunda ninni söylerdi annen
    Ne çabuk büyüdün yürüdün hemen
    Kocaman delikanlı oldun birden
    Hey askerim yolun açık olsun
    Yurdun her yerinden sen sorumlusun! …

    Bu vatan sevgisi, bu yurt sevgisi
    Sevdiğini sevdiklerini korumak için
    Yapacağın bu hizmet onların rahatı için
    Hey askerim yolun açık olsun
    Yurdun her yerinden sen sorumlusun! …

    Bayrağım dalgalandıkça öğüneceğim
    Gece gündüz seni düşüneceğim
    Selamını hasretle bekleceğim
    Hey askerim yolun açık olsun
    Yurdun her yerinden sen sorumlusun! …

    Toplanacak yurdun her yerinden
    Çiçekler ocak ocak
    Bütün yurdu bu yeşil çiçekler donatacak
    Hey askerim yolun açık olsun
    Yurdun her yerinden sen sorumlusun! …

    Görevinde sana başarılar diliyorum
    Bu günlere erdiğin için mutluyum
    Göz yaşlarımda bile huzurluyum
    Hey askerim yolun açık olsun
    Yurdun her yerinden sen sorumlusun! …

    Bu görev senin en yüce vazifen
    Bu günler için seni yetiştirdi ailen
    Dualarda bile hep sen, yine sen
    Hey askerim yolun açık olsun
    Yurdun her yerinden sen sorumlusun! …

  • Hasan AKAR (Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Makale

    11500_502041269904553_659262226_n

    TOKAT’TA YAVUZ BÜLENT BÂKİLER RÜZGÂRI ESTİ

    Tokat Belediyesi, Tokat Kent Konseyi-Eğitim Kültür ve Sanat Çalışma Grubu, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nce VI. Yeşilırmak Şiir Şöleni çerçevesinde Türk Edebiyatının üstatlarından Yavuz Bülent BÂKİLER’e Vefa Gecesi düzenlendi.
    14 Kasım 2013 Perşembe günü Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nce Merzifon’da karşılanarak ilimize teşrif eden BÂKİLER, Erbaa’da ve Niksar’da Belediye Başkanlarını ziyaret ederek Niksar’da Erol TURAÇLI Anadolu Öğretmen Lisesi’nde öğrencilerle kısa bir söyleşide bulundu. Cuma günü Tokat Valisi Mustafa TAŞKESEN ve Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK’i makamında Yazar Halistin KUKUL, Şair M. Ali Kalkan, Tokat Kent Konseyi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği yöneticileriyle birlikte ziyaret eden BÂKİLER’e ve diğer misafirlere plaket ve hediyeler takdim edildi.
    Aynı gün saat 11.00’da Tokat Mehmet Akif ERSOY Anadolu Lisesi’nde kendi adının konulduğu “YAVUZ BÜLENT BÂKİLER KÜTÜPHANESİ”nin açılışına katıldı. Açılışa Tokat Valisi Mustafa TAŞKESEN, İl Milli Eğitim Müdürü Levent YAZICI, daire amirleri, öğretmen ve öğrenciler katıldı.
    Saat 14.00’da da Tokat Anadolu Lisesi öğretmen ve öğrencileriyle buluşarak ”Türk Dilinin Önemi” konulu konuşma yaparak kitaplarını imzaladı.
    15 Kasım 2013 Cuma akşamı 26 Haziran Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliğe Tokat Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK, Erbaa Belediye Başkanı Ahmet YENİHAN, Reşadiye Belediye Başkanı Rafet ERDEM, GOP Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali KASAP, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman AKYÜZ, İl Eğitim Denetmenleri Başkanı Halis NUROL, Kent Konseyi Başkanı Abdullah GÜRBÜZ, Kent Konseyi Genel Sekreteri Ali POLAT, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Remzi ZENGİN, Bem-Bir-Sen Tokat Şube Başkanı Kadir İŞBİLİR, üniversite öğretim üyeleri ve öğrencileri, kültür ve sanata ilgi duyan vatandaşlarımız, öğretmenler ve öğrenciler katıldılar. Sunumunu Tokat Anadolu Lisesi Müdür Başyardımcısı ve KÜMBET Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hasan Akar ve Tokat Anadolu Lisesi’nden Beyza Hergün’ün yaptığı gecede Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK açılış konuşması yaptı. Başkan ÇİÇEK konuşmasında; “Uzun süre devam eden bu tür etkinliklerimizde belediyemizin farklı katkılarıyla Kent Konseyimizin öncülüğünde, sivil toplum kuruluşlarımızın birlikteliğinde birçok etkinliği gerçekleştirdik. Birçok şiir şöleni gerçekleştirdik, dilimize ve kültürümüze sahip çıkmaya çalışıyoruz. Toplumumuza, gençliğimize, geleceğimize ve medeniyetimize sahip çıkmaya çalışıyoruz. Yavuz Bülent BÂKİLER üstadımız bizi aydınlatacaklar. Toplumların en karanlık dönemlerinde bir takım insanlar vardır ki onlar göklerdeki yıldızlar gibidir, hepsi birbirinden parlak, hepsi birbirinden berrak, insanlar onlara bakarak yol bulmaya çalışırlar. Bir toplum kaybolmaya yüz tuttuğu zaman o yıldızlar önemini daha fazla kazanır. O yıldızlardan birisi şu anda aramızda. Günümüze kadar Türk diline, Türk şiirine emek vermiş bütün dostları rahmetle minnetle şükranla anıyorum, katılımlarınız için hepinize teşekkür ediyorum” dedi. Eskişehir Şairler ve Yazarlar Derneği’nden Şair Mehmet Ali KALKAN, Yavuz Bülent BÂKİLER’le ilgili bazı hatıralarını anlatırken Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Halistin KUKUL; “Yavuz Bülent BÂKİLER Bir Milli Şuur Abidesi” konulu konuşmasını sundu.
    Tokat Anadolu Lisesi öğrencilerinden Beyza Hergün, BÂKİLER’in “Anadolu Gerçeği”, Batuhan Kurtul “Sana Geldim Mevlânâ”, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nden Eğitimci – Şair Sündüs Arslan Akça “Anne”, Eğitimci Mesut Durmuş da “Sen Sen Sen” şiirlerini Neyzen Taha İçeloğlu’nun nefis üflediği ney eşliğinde yorumladılar. GOP Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi Bahar Kocabaş’ın hazırladığı “Yavuz Bülent BÂKİLER’e Vefa” sunumundan sonra sahneye davet edilen Yavuz Bülent BÂKİLER “Türk Şiiri ve Günümüz, millî Birlik ve Beraberliğimiz” konulu konuşmasında şiirlerinden örnekler vererek katılımcıları büyüledi.
    Program sahnede fotoğraf çekimleri ve şairin kitaplarını imzalaması ile sona erdi. Etkinliğe katılan misafirler Cumartesi günü Mevlevihane Vakıf Müzesi’ni gezdikten sonra ilimizden ayrıldılar.

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    1899168_10152195435946506_1744398885_n

    GÖZ YAŞARTANIM

    Efkârlandı deli gönül daraldı
    Sende kaldım yine göz yaşartanım
    Aşkın kanununda bu bir kuraldı
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Neler geldi neler geçti gözümden
    Deryalar akıttım bu can özümden
    Ne olursa olsun dönmem sözümden
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Sensiz dolaşmıyor damarda kanım
    Dinmiyor nedense acır sol yanım
    Göğüs kafesimde sen benim canım
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Azrail geldi de gelemem dedim
    Ben yâri görmeden ölemem dedim
    Onsuz hiç bir zaman gülemem dedim
    Sende kaldım yine göz yaşartanım…

    Ey Gülten Sultan’a hoş gelen seda
    Bir değil milyon can canına feda
    Sürç-ü lisan ile desem de veda
    Sende kaldım yine göz yaşartanım

    ÖĞRETMEN NASİHATİ

    Bak yavrum! Deseler ki yeniden geleceksin
    Cehaletin izini tamamen sileceksin
    Ne olmak istediğin yine sen bileceksin
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Dağ gibi ol asla bükme ha boyun
    Diş geçirmesin sana katiyen kirli oyun
    Bir dünyaya bedelsin asildir senin soyun
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Güzel vatan senden özveri bekler
    Sen çaba gösterirsen boşa gitmez emekler
    Seni örnek alacak kundaktaki bebekler
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Güneş gibi aydınlat dört bir yanı
    Geleceğe yürürken geçmişi iyi tanı
    En zorlu zamanlarda rehber eyle Ata’nı
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Ay yıldızı göğsüne iyi kazı
    Senin için inlesin ozanların gür sazı
    İlmin ile ateş ol korksun kışın ayazı
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! İstikbalde vatan sana emanet
    Bu aşk ile çabala asla duyma nedamet
    Sana en güzel miras Ata’ndaki metanet
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Sakın ola saygıda kusur etme
    Gülten Sultan diyor ki; kini nefreti gütme
    Eğer dostun düşerse asla bırakıp gitme
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

  • Riyaz Demirçi.Yeni şiir

    1485004_1430172863867012_1687380679_n

    Sen Öldün Artık

    Dağlandım ah neyazık bir vefasız elinden
    Yüce Allah sayetti hiç bir suçum olmadan
    Sen öldün artık öldün hep ölüler dalından
    Yazıklar ki soldun yar bahar gülü solmadan

    Ogün bugündür sana bana bugün ogündür
    inan senin hasretin yüreğimde düğündür
    Sen ölmeden ölüsün bana bir toy düğündür
    Yazıklar ki soldun yar bahar gülü solmadan

    Geçmişin hatırası canlandırır yüreğim
    Unutulmasın budur yaşamda tek dileğim
    Yetişmeden murada korkum kırsın bileğim
    Yazıklar ki soldun yar bahar gülü solmadan

    Gecenin saatların beraberce sayardık
    Hatırımdan hiç çıkmaz yüzü yüze dayardık
    Bizi kimse ayırmaz hoşgünümüz anardık
    Yazıklar ki soldun yar bahar gülü solmadan

    Dönderdin ak bulutu gece gibi siyaha
    Karanlıklar aşılmaz dayanmışam Allaha
    Bahanı ucuz sattın kal zalim hasret aha
    Yazıklar ki soldun yar bahar gülü solmadan

  • Nazim HİKMƏT.Həyatı və Yaradıcılığı

    1326952863_nazim_hikmet_717026163-41

    Nazim Hikmət (Nazim Hikmət Ran) (15 yanvar 1902, Saloniki — 3 iyun 1963, Moskva) — türk şair, yazıçı, rəssam, ssenarist və dramaturq, ictimai xadim, Beynəlxalq Sülh Mükafatı laureatı (1950) və türk inqilabi poeziyasının banisi.

    Həyatı

    Nazim Hikmət 1902-ci il yanvar ayının 15-də zadəgan ailəsində anadan olmuşdur. 1918-ci ildə İstanbulda Hərbi Dənizçilik məktəbinə daxil olmuş, Türkiyənin xarici müdaxiləçilər tərəfindən işğalı əleyhinə şer yazdığı üçün 1919-cu ildə oradan xaric edilmişdir. “Sərvliklərdə” adlı ilk şeri 1918-ci ildə “Yeni məcmuə” jurnalında dərc olunmuşdur. 1920-ci ildə o, işğal olmuş İstanbuldan milli azadlıq uğrunda vuruşan Anadoluya getmişdir. 1921-ci ildə Sovet Rusiyasına gəlmiş, 1922-1924-cü illərdə Moskvada Şərq Zəhmətkeşlərinin Kommunist Universitetində oxumuşdur.
    1924-cü ildə Türkiyəyə qayıtmış, inqilabi “Oraq-çəkic” qəzetində, “Aydınlıq” jurnalında Lenin ideyalarını tərənnüm edən əsərlərlə çıxış etmişdir. Həmin orqanlar bağlandıqdan sonra təqib olunan və 1925-ci ildə qiyabi surətdə 15 il həbsə məhkum edilən Nazim Hikmət 1927-ci ildə yenidən gizli olaraq SSRİ-yə gəlmişdir. 1928-ci ildə Bakıda şairin “Günəşi içənlərin türküsü” adlı ilk şerlər kitabı çapdan çıxmışdır. 1938-ci ildə yenidən Türkiyəyə qayıtdıqdan sonra həbs olunan Nazim Hikmət 8 ay həbsxanada yatmış və işdə heç bir dəlil-sübut olmadığına görə azad edilmişdir.
    1929-cu ildə “835 sətir”, 1930-cu ildə “Baron-3”, 1930-cu ildə “1+1=1”, 1931-ci ildə “Səsini itirmiş şəhər” kitablarındakı şerlərdə xalqın ağır həyatı, inqilabi mübarizəyə çağırış öz əksini tapmışdır. 1924-cü ildə yazdığı “Cokonda və Şi-Ya – u” poeması, 1932-ci ildə yazdığı “Benerci özünü niyə öldürdü” mənzum romanı imperializmin müstəmləkə siyasətinə qarşı yönəlmişdir. Onun “Kəllə”, 1932-ci ildə “Bir ölü evi, yaxud mərhumun naləsi”, “Bayramın ilk günü”, 1935-ci ildə “Şöhrət və ya unudulan adam” pyeslərində kapitalizm quruluşu kəskin şəkildə ifşa edilmişdir. 1932-ci ildə türk kommunistlərini yekdil mübarizəyə səsləyən “Gecə gələn teleqram” şer toplusuna görə 5 il həbs cəzasına məhkum olunmuşdur. Bir ildən sonra amnistiya əsasında azad edilmişdir. Sonralar şair demək olar ki, hər yeni kitabın nəşrindən sonra həbsə məhkum olunmuşdur.
    1935-ci ildə yazdığı “Taranta Babuya məktublar” poemasında, 1936-cı ildə qələmə aldığı “Alman faşizmi və irqçiləri” publisistik əsərlərində faşizm və onun Türkiyədəki tərəfdarları ifşa olunur. 1936-cı ildə şairin Türkiyədə sağlığında son kitabı – “Şeyx Bədrəddinin dastanı” çapdan çıxmışdır. 1938-ci ildə sübut olunmamış ittiham əsasında 28 il 4 ay həbs cəzasına məhkum edilən Nazim Hikmət məşhur “İnsan mənzərələri” epopeyasını, “Həbsxanadan məktublar” silsiləsini, “Məhəbbət əfsanəsi”, “Yusif və Züleyxa” pyeslərini və s. əsərlərini həbsxanada yazmışdır. 1950-ci ildə mütərəqqi dünya ictimaiyyətinin tələbi ilə Türkiyə hökuməti N.Hikməti azad etməyə məcbur olmuşdur.
    1951-ci ildən ömrünün sonunadək ikinci vətəni sayılan SSRİ-də yaşayan və bu dövrdə 1952-ci ildə “Türkiyədə”, 1955-ci ildə “Qərib adam”, 1956-cı ildə “İvan İvanoviç vardımı, yoxdumu”, 1960-cı ildə “Domokl qılıncı” və s. pyeslərini, şer və poema, poeziyaya və dramaturgiyaya dair məqalələrini yazmışdır. SSRİ-də Nazim Hikmətin ssenariləri və əsərlərinin süjetləri əsasında kinofilmlər (“Bir məhəlləli iki oğlan”, “Sevdalı bulud”, “Yaşamaq gözəldir, qardaşım”, “Məhəbbətim, kədərim mənim”) çəkilmişdir.
    Novator şair olan Nazim Hikmət türk ədəbiyyatını yeni forma və mütərəqqi məzmunla zənginləşdirmişdir. Onun poeziyasına kəskin publisistika ilə yanaşı dərin lirizm xasdır. Türk poeziyasına sərbəst şer vəznini Nazim Hikmət gətirmişdir. Yaradıcılığı müasir türk ədəbiyyatına güclü təsir göstərmişdir. Əsərləri dünya xalqlarının çoxunun dilinə tərcümə olunmuş, pyesləri bir sıra ölkələrdə tamaşaya qoyulmuşdur.
    1951-ci ildə Ümumdünya Sülh Şurası Bürosunun və 1959-cu ildən sonra isə onun Rəyasət Heyətinin üzvü olmuşdur.
    Nazim Hikmət Azərbaycan xalqının və ədəbiyyatının yaxın dostu idi. O, dəfələrlə Bakıya gəlmiş, Azərbaycan şair və yazıçılarının bir çoxu ilə şəxsən dost olmuş, onlarla yaradıcılıq əlaqəsi saxlamışdır. Azərbaycana həsr olunmuş şerləri, Azərbaycan mədəniyyətinə dair məqalə və xatirələri vardır. Əsərləri Azərbaycanda dönə-dönə nəşr olunmuş, pyesləri tamaşaya qoyulmuşdur. Bəstəkar A.Məlikov şairin “Məhəbbət əfsanəsi” pyesi əsasında eyniadlı balet yazmış, Azərbaycanın digər bəstəkarları şerlərinə romanslar bəstələmişlər. R.Babayev “Kəllə” pyesinə illüstrasiyalar çəkmiş, M.Rzayeva şairin büstünü yaratmışdır. Azərbaycan ədəbiyyatşünasları şairin həyat və yaradıcılığına dair bir sıra sanballı əsərlər yazmışdır.
    Nazim Hikmət 1963-cü ildə Moskvada vəfat etmişdir.

    BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya…
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz…
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın –
    yüzü güneşli bir ana gibi –
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak…
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere…
    Kapandı bir pencere…
    AYRILDILAR…

    Nazım Hikmet Ran

    BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM

    Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    İyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin…
    Fedakârlığımı anlıyorsun :
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar…
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım.
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    İçimden bir şey :
    belki diyor.

    18 Şubat 1945

    Nazım Hikmet Ran

  • Hasan AKAR (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).”On şehir-On şair ya da Simurğ ateşi” (Makale)

    simurg

    “Karadeniz ve Akdeniz’in Mavi Yürekli İki İnsanı Şafak Nur Yalçın ve Süleyman Altunbaş’a”

    Hasan AKAR

    “On Şehir -On Şair Buluşması” kapsamında 17-18 Ocak 2014 tarihleri arasında Antalya Kaleiçi Karatay Medresesi’nde katıldığım kültür-sanat etkinliğinde, Tokat’a gittiğimde gazetedeki yazımın başlığı böyle olacak demiştim. Bu projeyi uzun çabalar neticesinde iki değerli dost hayata geçirmişti. Biri Karadeniz’in hırçın dalgaları arasında duygularını geliştirip, şiir dünyamızda basamakları emin adımlarla tırmanan Samsun’dan Süleyman Altunbaş, diğeri Akdeniz’in durgun sularında kültür sanata sessizce kulaç atan, etkinliğe ev sahipliği yapan Antalya’dan Şafak Nur Yalçın Hanımefendi. Bu mavi yürekli iki değerin diğer bir ortak özelliği de başarılı birer eğitimci olmaları.
    Projenin ilk basılı ürünü on şehri temsilen on şairin şiirlerinin yer aldığı “Simurg Ateşi-On Şehir On Şair Şiir Seçkisi” adlı eserin Antalya’da oldukça iyi hazırlanan bir program ve imza töreni ile tanıtımı yapıldı.18 Ocak 2014 Cumartesi günü 1250 yılında Selçuklu Veziri Celaleddin Karatay tarafından iki eyvanlı olarak inşa edilen Antalya Kaleiçi Medresesi kültür ve sanata değer veren insanlarla dolup taştı. Biz de naçizane Tokat adına selam ve saygılarımızı sunup, şehrimizdeki bu alanda yapılan faaliyetlerden, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği ve bünyesinde yayınlanan KÜMBET Dergisinden bahsettikten sonra şiir dağarcığımızdan birkaç şiiri yorumlamaya çalıştık.
    Bize göre etkinlikte verilen mesajlar oldukça önemliydi. “Ben” olmayacağız, “Baş” olmayacağız aksine “Biz” olacağız denildi. Belki de bu yüzden bütün katılımcıların yüzleri gülüyor, kısa sürede oluşan dostlukları dışa vuruyordu. Program sadece şiirle sınırlı değildi. Şehrin tanınmış bestekârları ve müzisyenlerinden Ayşe Pekcan Turan, Yıldız İrengün, Ali Özparlar ve Demet Emen’den oluşan bir grup da Türk halk ve sanat müziğinden seçilmiş bir repertuarla dinleyicileri mest etmeyi başardılar.
    Etkinliğe Antalya’dan Şafak Nur Yalçın, Kayseri’den Ali Özkanlı, Yozgat’tan Ahmet Sargın, Manisa’dan Mehmet Metin Baş, İzmir’den Birgül Sevil Tekinay, Samsun’dan Süleyman Altunbaş, Ankara’dan Gülay Altınsoy, Nevşehir’den Ayşe Paslanmaz ve Tokat’tan bendeniz katıldık. Gaziantep’ten Zekeriya Efiloğlu ise mazereti sebebiyle gelemedi. Sunumunu ev sahibi olarak Şafak Nur Yalçın’la Süleyman Altunbaş’ın yaptığı şiir dinletisinde şairler, slayt eşliğinde biyografileri sunularak kürsüye davet edildiler. Dinleyicilere bu tarihi mekânda Osmanlı şerbeti, gül lokumu ve gül suyu ikram edildi.
    Akşam dokuz şairin katılımıyla Blue Sea Garden’de gerçekleşen değerlendirme toplantısı ve alınan kararlar geleceğe kültür ve sanat alanında yeni bir ışığın doğacağını müjdeliyordu.
    Antalya’daki katılımcılar arasında Burdur 21.Dönem MHP Milletvekili Yard. Doç. Dr. Süleyman Coşkuner ve eşi Şair Dr. Ayşe Coşkuner, İLESAM Antalya Temsilcisi Mustafa Ceylan, Gelişim Sanat Kültür Merkezi Kurucu üyesi-Şair Türk Öğer Koç, Şair Necati Orakçı, Özel Antalya Envar Eğitim Kurumları Liseler Müdürü M. Ali Sarıca, Bucak Kanal 15 TV Program Yapımcısı Abbas Şenel, Şairler Yusuf Özcan, Ozan Çam Hasan, Ayhan Çevik, Harun Yiğit, Mahmut Karanfildağı, Ökkeş Öztürk, Afife Demirtaş da yer aldı.
    Etkinliğe ve esere adını veren on şairin duygularını yansıtan Simurg, efsanevi bir kuştur. Farsça Zümrüd-ü Anka Kuşu, Türkçe’de Tuğrul kuşu olarak biliniyor. Efsaneye göre kuşların hükümdarı olan Simurg Kaf Dağı’nın üzerindeki bir tepede bilgelik ağacının dallarında yaşar. Nerde bir huzursuzluk varsa oraya gider düzeltirmiş. Simurg ne zaman uçuşa kalksa bu bilge ağacının yaprakları titrer tohumları dökülerek her tarafa saçılırmış. İşte bu tohumlarda dertlerin devası olurmuş. Yine efsaneye göre büyük mücadelelerden sonra hayatta kalmayı başaran Simurg otuz kuşluk bir kafileymiş.
    Hazırlanan projede bundan esinlenilerek birkaç yıl içinde kademeli olarak il ve şair sayısının otuza çıkarılması hedefleniyor. 2014 yılında ise her ay içinde bir ilde bu eserde yer alan şairlerle o ilde yaşayan diğer şairlerin buluşması gerçekleşecek. Otuz Simurg bu güzel vatanın topraklarına Hoca Ahmet Yesevi’nin, Hz. Mevlâna’nın, Yunus’un, Hacı Bektaş Veli’nin, Mehmet Akif Ersoy’un, Orhan Veli Kanık’ın Arif Nihat Asya’nın, Necip Fazıl Kısakürek’in, Âşık Veysel’in, Cahit Külebi’nin ve daha nice şairin yolundan koşarak Türk şiiri adına gökyüzüne kanat açacaklar.
    Yazımızın bu bölümünde bu değerli eserde yer alan ve Antalya Buluşmasını gerçekleştiren şairlere kısaca değinerek şiirlerinden birer dörtlük aktaralım.
    Yiğitlerin harman olduğu diyarlardan Yozgat’ta 1954 yılında doğan Ahmet Sargın hâlen Yozgat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanlığını, İLESAM Yozgat Temsilciliğiyle birlikte yürütüyor. Herkes onu Yozgat’ın kültür elçisi olarak tanıyor. Sürmeli Şiir Etkinliklerinin mimarı ve on dört eser sahibi olan Sargın, mahalli televizyonlarda program yapımcılığını başarıyla götürüyor.

    “Kaderin elinde oyuncak oldum,
    Hâlden hâle sürüklüyor yar beni.
    Aşkın ile yandım, sararıp soldum,
    Ağladığım gecelere sor beni”

    Erciyes’in karlı zirvelerinden Mimar Sinan’ın sanat ve Seyyid Burhaneddin tasavvuf ruhlu insanlarından 1956 Kayseri doğumlu Ali Özkanlı bir emekli eğitimci. Ülkemizin değişik dergilerinde yazılara imza atan şair mahalli televizyonlarda kültür programları yapıyor. Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Özkanlı’nın beş yayınlamış eseri bulunuyor.

    “Uslanmaz ayaklar hayra gitmiyor
    Buğulanan gözler yârini arar
    Gönüle yerleşen derler bitmiyor
    Duygu yüklü sözler ruhları sarar”

    Kapadokya’nın peri bacaları arasında doğan Kapadokya Şairler Ve Yazarlar Birliği Derneği Başkanı Ayşe Paslanmaz şiir dünyasında Peri Kızı olarak biliniyor. Ürgüp FM’in sahibi olan paslanmaz, Kapadokya Şiir Şölenlerinin organizesini yıllardır başarıyla sürdürüyor.

    “Sabah ezanında kapılar çaldı,
    Yüreklerde sızı Kırım sürgünü.
    Ruslar tüfeklerle içeri daldı,
    Yüreklerde sızı Kırım sürgünü”

    İzmir Kadife Kalenin kadife yürekli insanı 1962 doğumlu Birgül Sevil Tekinay, İzmir BAYŞAD Temsilciliği görevini sürdürmekte, şiir dünyasına farklı bir tarzda umutla kanat açmaktadır.

    “Bir ömre bedel mutluluk vardır bir çift gözde
    Pek çok mana vardır
    Aşk, vefa kalpte kalandır
    Eğer ki eğer kalpte kalan bir şey yoksa
    Bir anı ya da sili de olsa bir hatıra
    Ama cefa ama vefa yoksa
    İşte o zaman bil ki sevda denen şeyde yoktur
    Bilesin”

    İstiklal Güneşinin doğduğu Samsun’da 1960 yılında gözlerini sevgiyle açan- Bafralı- Gülay Altınsoy yıllardır biriktirdiği duygularını “Ekmek Arası Sevgi” adlı eserde topladı.

    “Kelimelerden kuleler yaptım
    Bir varmış iki de varmış sevmek de varmış…
    Kurumuş kahve telvelerinin üç vakit masallarında
    Gözlerinin elası düştü yine gözlerime,
    Zifiri heyecanlarım göçmen kuşlarla,
    Bilinmez diyarlara taşındı”

    Gakkoşların memleketi Elazığ 1966 doğumlu Mehmet Metin Baş, “Şiirle Çaldım Kapını” “ve Şiir Düştü” eserleriyle şiir dünyamızda tanındı. Hâlen Soma SEAŞ İşletmesinde memuriyet görevine devam etmektedir.

    “Sana küsersem,
    Yüreğimin kalıntıları sarı bir kelebeğe döner
    Begonyalar boynu bükük bekler,
    İbrahim’in bıçağı boynuma iner,
    Sana küsersem
    Eyüp sabrını nasıl yener
    O yaraları nasıl diner…”

    Karadeniz’in deli dalgaları arasında 1957 yılında Trabzon-Çaykara’da doğan munis yürekli insanı Süleyman Altunbaş hâlen Bafra Atatürk Anadolu Lisesi Müdür yardımcılığı görevini sürdürüyor. Mahalli bir radyoda kültür sanat programı yapan ve Bafra Kültür ve Sanat Derneği Başkanı olan Altunbaş’ın beş yayınlanmış eseri bulunuyor.

    “Asi mavim,
    Gökyüzüne bir kement atalım bu gece
    Mavi uçurtmalarımızı bağışlayalım sokak çocuklarına
    Mesela,
    Satılmayan, elde kalan taş plaklar olalım
    Biraz Münir Nurettin, çokça Safiye Ayla…
    Komşuların zillerini çalıp, nefes nefese kaçalım
    Saçma sapan küsüşlerimizi bir çuvala koyup,
    Karadeniz’in en lacivert yerine fırlatalım”

    Akdeniz’in sessiz martısı 1963 Mersin Tarsus doğumlu Şafak Nur Yalçın Antalya Kız Teknik Ve Meslek Lisesi İngilizce Öğretmeni olarak görev yapıyor. Şiirleri KÜSADER tarafından çıkarılan “Mavi Yürekler” ve “Maviye Yolculuk” şiir antolojilerinde yayınlanmıştır.

    “Severken unutmak kolay mı söyle
    Gözlerim görünce bu gönül sevdi
    Severken unutmak kolay mı böyle
    Tenine değince kalbim titredi
    Severken unutmak kolay mı söyle”

    Zekeriya Efiloğlu, Hekimoğlu türküsünün dillendiği topraklarda 1972 yılında Ordu-Akkuş’ta doğdu. Halen Gaziantep Gülşen Batar Anadolu Lisesi Müdürlüğünü yürütmektedir. Mahalli bir televizyonda program yapımcılığını sürdüren Efiloğlu’nun sekiz yayınlanmış eseri bulunmaktadır.

    “Yağmurlar yağarken kavuştuk senle
    Sanki bir bedendik inan yeminle
    Sus artık sadece kalbimi dinle
    Seninle atmazsa dursun Firuze “

    Ve bu fakir 1957 Tokat doğumlu. Hâlen Tokat Anadolu Lisesi Müdür Başyardımcılığı görevini yürütüyor. İLESAM Tokat İl Temsilcisi ve KÜMBET Dergisi Genel Yayın Yönetmeni. Yayınlanmış beş eseri bulunmakta.

    “Sönmüş sandığın volkan saklıymış yüreğinde meğer
    Görsem rüyasını, hayal olsa da yaşamaya değer.
    Ellerini ellerimden hiç ayırma ne olur
    Bir gün deniz kıyısında buluşursak eğer”

    Evet, Antalya’dan güzel duygularla dönüyoruz. Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü’nden arkadaşım kadim dostum M. Ali Sarıca, Ahmet Sargın Ağabeyle bizi bir mihmandar gibi terminalden alıp Antalya’yı karış karış gezdirip terminalden yolcu edişine kadar yanımızdan ayrılmadı. Yeni tanıştığımız Süleyman Coşkuner Bey bir pervane gibi etrafımızda döndü bizi kendisine yeni bir dost olarak bağladı. Hemşerim Türk Öğer Koç, Gelişim Sanat Kültür Merkezi-İLESAM Antalya Temsilciliğinde bizleri ikramları ve güzel sohbetiyle ağırladı.
    Teşekkürler Antalya. Teşekkürler “On Şehir On Şair” Projesinin mimarları, Simurg Meşalesi’ni tutuşturan Süleyman Altunbaş ve Şafak Nur Yalçın kardeşim. Teşekkürler vefalı M. Ali Sarıca ailesi. Kaliteli Yaşam Öncüsü, güzel insan Süleyman Coşkuner Bey, Karatay Medresesi İşletmecisi Bekir Çakal, Blue Sea Garden Otel (Mavi Deniz Bahçesi) sahibi Yılmaz Özbay ve diğer emeği geçenler binlerce teşekkür sizlere.
    Sözlerimi Antalya Tünek Tepe’de yazdığım bir dörtlükle bitiriyor, geleceğe, maviye kanat çırpmak için yollara düşen mavi yürekli, güzel insanların buluşacağı programlara merhaba diyorum.

    “Yandıkça içimizde hâlâ o kor,
    Dağlardan inse buzlar erimesi zor.
    Çok güçmüş buluşması dalgaların,
    Sen hasreti bir de çekenlere sor.”

  • Harika UFUK (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    301157_10150360353333921_584704160_n

    ARIYORUM ALLAH’IM

    Zaman söz dinlemiyor, son süratle geçiyor,
    Ayda, mevsimde, yılda arıyorum Allah’ım.
    Yaş ilerledikçe göz bin zorlukla seçiyor,
    Gönülde açan gülde arıyorum Allah’ım.

    Doğduğum gün başladı bendeki bu arayış,
    Yaz mevsimi yaksa da, dondursa da kara kış,
    Ahirden de ahrete süregelen bu akış,
    Aşkla çağlayan selde arıyorum Allah’ım.

    Bu dünyada insana yegâne gerçek yarsın,
    Günahları affeder, sevapları sayarsın,
    Kâinatı yarattın, her tarafta sen varsın,
    Dağda, yamaçta, belde arıyorum Allah’ım.

    Küçücük bir çocukken anneme sordum seni,
    Yaşlandıkça anladım hayatı yeni yeni,
    Artık sana adadım bu yüreği, bu teni,
    Saçımdaki ak telde arıyorum Allah’ım.

    Beraat gecesinde, günah sevap kefende,
    Ölenin üstündeki helâl olan kefende,
    Yer ile gökyüzünde, müspet bilimde, fende,
    İzninle esen yelde arıyorum Allah’ım.

    Ramazan’da, Kurban’da, kandil gecelerinde,
    Dilimin döndüğünce Kur’an hecelerinde,
    Dağların, tepelerin hem en yücelerinde,
    Petek üstünde balda arıyorum Allah’ım.

    Harika’yım emelim; kavuşmak Rabbim sana,
    Aşkın kalbime düştü gezerim yana yana,
    Himmetinden, affından bir damla düşse bana,
    Adını kalpte, dilde arıyorum Allah’ım.

    HARİKA UFUK
    26 TEMMUZ 2010
    BERAAT KANDİLİ
    SAAT: 17.25

    CAN AZERBAYCAN

    Kafkasya’nın gülü Azerbaycan’ım,
    Türk’üm, Kafkaslarda Azerbaycan’ım!
    Feda olsun size varlığım, canım,
    Türk’üm, Kafkaslarda Azerbaycan’ım!

    Bayrak rengi mavi, yeşil, kırmızı,
    Bayrağıma benzer, ayla yıldızı,
    Merttir Azerî’nin oğlu ve kızı,
    Türk’üm, Kafkaslarda Azerbaycan’ım!

    Dokuz çeşit iklim sende görülür,
    Sevgi, dostluk, barış sende örülür,
    Düşmanın defteri sende dürülür,
    Türk’üm, Kafkaslarda Azerbaycan’ım!

    Özümden bir parça Dağlık Karabağ,
    Bereket fışkırır üzüm üzüm bağ,
    Hazar Denizinde petrol sanki yağ,
    Türk’üm, Kafkaslarda Azerbaycan’ım!

    Azerbaycan çarpar kalbim seninle,
    İpek kozasından nazik teninle,
    Örnek oldun geçmişinle, yeninle,
    Türk’üm, Kafkaslarda Azerbaycan’ım!

    Harika hayrandır Azeri’m sana,
    Yüreği hep akar Azerbaycan’a,
    Anavatan sizlere her zaman ana,
    Türk’üm, Kafkaslarda Azerbaycan’ım!

    HARİKA UFUK
    ADANA
    2009

  • Leyla ARSAL (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Yeni şiir

    1782028_813161995377619_1063679068_n

    İNTİBAH

    Hasretin hücrelere “tek” “tek” damıtılmış tufeyli cezbesi…
    Damlayan her hale, hücre hapsinde bekleşen âmâ gözleri…

    Âmâ, kör olduğunu bilmezdi, hasretinle derdest olmadan önce…
    Tahayyül etmezdi renkleri, teslimdi “an”a körü körünce…

    Siyah tek renkti, teslimiyetti ve rengarenk bilinirdi…
    Gökkuşağından bihaber olan, yağmuru nasıl izah edebilirdi…

    Yine de yağdı yağmur, olanca kudretiyle ve İbrahim bereketiyle…
    Her bir cemre’nin toprağa meyyal, seyr-i süluk himmetiyle…

    O “an”da başladı azâmet, karışan her cemre’de Aşk-ı Letafet!
    Süzülen her kuyudan yükselen, sadece Cezbe ve Muhabbet!

    Müridler bir bir sıralandılar huzura, edepten başları önde…
    İçlerinden sadece bir tanesi geride, köz’de ve dahi çile’de…

    Bir zaman gelişinle renklenen gözler, şimdi esir sadece yeşile…
    Kutb’un dairesinde “Sâfa” sürerek, döndün başladığın “Merve”ye…

    Git, Gel… Gel, Git… Bir ömrün tezâhüründe tutsak med-cezir…
    Nefs’in çelik burçlarını nefesimle zorlayıp, olacaksın Mihman-ı Vezir…

    Gönül, işte bu ızdıraba ve zehr-i figana serfiraz bir müptelâ…
    Vuslat, muhabbet iktizâsı ızdıraba Aşk’la “ram” oluşumuzda…

    Döndüm baktım da ihlâs ile geriye, yok Huzur’da bizden b/aşka kimse…;
    Tutuştuk Zat-ı Mukaddesin füruzânıyla ve elele kapandık Secdelere…

    Artık açma sakın gözlerini Yar/im…
    Sürur ve Kurtuluş muttâki bu dem’de…

    /Leyla Arsal/
    07.12.2011-Tokat
    Minyatür eser: Reza HEMMATİRAD

  • Riyaz DEMİRÇİ (İrak, Erbil).Yeni şiir

    1485004_1430172863867012_1687380679_n

    Naz Etme

    Olaşmaz yara elim
    isterim ona dalım
    Severim digel alım
    Yeter güzel naz etme
    Beni bırakıp gitme

    Sevgilim güzel ogün
    Sözlidir bana bugün
    şan olur bu toy düğün
    Yeter güzel naz etme
    Beni bırakıp gitme

    Bekledim gelmez oldu
    Gözlerim yaştan doldu
    Dert çekip benzim soldu
    Yeter güzel naz etme
    Beni bırakıp gitme

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Cengiz Aytmatov

    Gazeteci, politikacı, çevirmen
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov
    Hep kültür adamı hem veteriner
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Kırgızca, Rusça’yla eserler yazdı
    Genç yaşlarda “Lenin ödülü” aldı
    Edebiyatta “Tipik İnsan” oldu
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Sovyet Devlet Edebiyat Ödülü
    Alıp, oldu Talas Millet Vekili
    Büyük elçilik yaptı tatlı dili
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Şiir, öykü, roman yazıp ta verdi
    Kırkızistan için gönlünü serdi
    Yüreklerde yaşamaktı tek derdi
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Münevver Düver
    26.12.2010-Adana

    Rauf Denktaş

    Bin dokuz yüz yirmi dört ocak ayı
    Dünyaya geldi güzel Rauf Denktaş
    Kıbrıs kurtuluşunda var çok payı
    Kurtarmak için geldi Rauf Denktaş

    Her konuda vardır irfanı, ilmi
    Kültürde, sanatta buldu bilimi
    Kıbrıs’ı paylayıp aldı dilimi
    Vatandaşına verdi Rauf Denktaş

    Hem Devlet Başkanı hem de bir şair
    Çok şeyler yazıldı özüne şiir
    Edebiyatını insana dair
    Okuttu, okutturdu Rauf Denktaş

    Usta bir yazardır çoktur kitabı
    Nazik, centilmendir güzel hitabı
    Fotoğraf çekmeye yeter adabı
    İnsanlar hep sundu Rauf Denktaş

    Münevver Düver
    25.12.2010-Adana

  • Ahmet DİVRİKLİOĞLU (Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Yeni şiirler

    294986_147984975329598_1905161564_n

    DİLİM

    Atamın dilidir anamın dili
    Türkçe konuşurum türkçe yazarım
    Dünyada en yaygın dillerin piri
    Türkçe konuşurum türkçe yazarım

    Orhun anıtından başlar yazılı
    Heceler bir kural ile dizili
    Dillerin içinde dillerin gülü
    Türkçe konuşurum türkçe yazarım

    Oğuz Atam öğüt vermiş dilimle
    Dedem Korkut soy soylamış dilimle
    Hoca Ahmet yol öğretmiş dilimle
    Türkçe konuşurum türkçe yazarım

    Nemçe diyarından,Çinin seddine
    Dilim konuşulur dil yok üstüne
    Çok diller dilimden almış kelime
    Türkçe konuşurum türkçe yazarım

    Anam sütü gibi ak,paktır dilim
    Neler diyeceksem on’la söylerim
    Tarihle,ilimle,dilimle birim
    Türkçe konuşurum türkçe yazarım

    TUFAN senin dilin kutsal herşeyden
    Kıymetlidir altın,inci,zümrütten
    Dilini kaybeden kopar kökünden
    TÜRKÇE KONUŞURUM TÜRKÇE YAZARIM

    ZİLELİYİZ

    Marazlı hastalıktır gurbetin dakikası
    Yabancı diyarlarda bir yabancı olması
    Geçince uzun yıllar hele dön gel Zile’ye
    Neleri kaybetmişsin koyamazdın sıraya
    Aşina yüzler gitmiş,gencecik yüzler gitmiş
    Tarih ,ay,gün kocamış her yer her yan değişmiş
    ÇİFTE HAMAM önünde şadırvandan eser yok
    PATIRDAK’ta damla yok,kırılmış yok ki oluk
    SAKİLER MAHALESİ kalkmış göç eylemiş
    ODUN PAZARI dardı amma da genişlemiş
    Sıradan leblebici idi yok ki birisi
    Er sabahtan başlardı MAFRAĞIN gürültüsü
    HAZNEDAR SOKAĞI’nda kapanmış meyhaneler
    Yok gayrı HAMİ Ağa,yok KULAĞI KESİK’ler
    HAVUZLU KAHVELE’lerin ,TEKAÜD’ün kahvenin
    Yerinde yeller eser ÜÇ LÜLELİ ÇEŞME’nin
    İhtişamlı o TAŞ HAN görkemli SAĞLIK EVİ
    Hele kalede KIŞLA onlardan daha iri
    Buharlaşıp uçmuşlar,nedense yikılmışlar
    Nereye gitmişler ki KALE deki ağaçlar
    Çeşit,çeşit kirazlar,elmalar,armut,vişne
    Çocukluktu çalardık biz bekçisi vermeyince
    Kale başlı başına kocaman bir alemdi
    AĞBABA ÇAYIRI,ysaHIDIRELLEZ de şendi
    Peşinden ULUKAVAK ,bağlarda KİRAZ SEYRİ
    GEZİR SEYRİ doyumsuz zevki doyulmaz idi
    Darbuka cümbüş sesi tutardı dörtbir yanı
    Sarhoşlar efendiydi azdı nara atanı
    ESVAB ÇAYI’nda tokaç sesi dinme bilmezdi
    Kabak sapıyla üfler herkes mısır közlerdi
    BİMBİRFO,KELFOTAK’lar SAKLANBAÇLAR oynanır
    Böylesi seyirlerde bir kaç genç sevdalanır
    Sevdalanmada öyle aşikarca olmazdı
    Bir kaçamak bakıştan bile gençler korkardı
    Düğünlerde ki sazda kılarnet NİYAZİ de
    Kaşıklarla oynayan cümbüş vardı NECİP ‘te
    Gece LÜKÜS,FENER ler yanar İDARE,LAMBA
    PAZVAT lar sokaklarda gezerdi elde sopa
    MARAŞLOĞLU üflerdi fersizce düdüğünü
    Her köşeden bir düdük duyardık öttüğünü
    Kavga,mavga olmazdı olsada iki büyük
    Girince ki araya gelirdi hemen sukut
    Sukut deyince gece amma sessiz.olurdu
    HIDIRLIK tan seslensen SİNNE de duyulurdu
    Her cuma akşamında minarede selalar
    ULUCAMİİ de HACI SALİH,’i herkes duyar
    İdi,ARİF HOCA yı bulsakta bir dinlesek
    Hem dini,hem Milleti ,Tarihimi öğrensek
    Öğrensek A,B,C, yi AYŞE TEKKÖKOĞLU ndan
    Bir nasihat dinlesek ,sertti CEMAL HOCA dan
    Bayramlarda trampet çalsa yine coşkuyla
    Çıksaydı GALOV DAYI ortaya zurnasıyla
    Zurnalar çalar iken PANAYIR alanında
    Boyunları muskalı pehlivanlar tutuşsa
    ALACA dan at gelse PANAYIR YARIŞI na
    KÜLAFLAR ın at koşsa ÇOPUR unki kazansa
    Bahtında var ise ki yolun düşer gurbete
    Gurbet seni el eder doğduğun memlekete
    Doğduğum memleket ki ZİLE benim her şeyim
    Hasretten yandı yürek KEPİR den su içeyim
    KEPİR söndürmez ise çıkayım ŞEYHAHMET ‘e
    DEVECİ soluk versin yanan şu yüreğime
    Hasretlik böyle dostlar özlüyoruz her şeyi
    Sılaya dönünce de bulamayız eskiyi
    Eskiyi özlüyoruz şendi bizim mazimiz
    ZİLE de eskiler yok neleri kaybettik biz

  • Hasan AKAR (Türkiye Cümhuriyyeti, Tokat).Makale

    11500_502041269904553_659262226_n

    TOKAT’TA YAVUZ BÜLENT BÂKİLER RÜZGÂRI ESTİ

    Tokat Belediyesi, Tokat Kent Konseyi-Eğitim Kültür ve Sanat Çalışma Grubu, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nce VI. Yeşilırmak Şiir Şöleni çerçevesinde Türk Edebiyatının üstatlarından Yavuz Bülent BÂKİLER’e Vefa Gecesi düzenlendi.

    14 Kasım 2013 Perşembe günü Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nce Merzifon’da karşılanarak ilimize teşrif eden BÂKİLER, Erbaa’da ve Niksar’da Belediye Başkanlarını ziyaret ederek Niksar’da Erol TURAÇLI Anadolu Öğretmen Lisesi’nde öğrencilerle kısa bir söyleşide bulundu. Cuma günü Tokat Valisi Mustafa TAŞKESEN ve Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK’i makamında Yazar Halistin KUKUL, Şair M. Ali Kalkan, Tokat Kent Konseyi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği yöneticileriyle birlikte ziyaret eden BÂKİLER’e ve diğer misafirlere plaket ve hediyeler takdim edildi.

    Aynı gün saat 11.00’da Tokat Mehmet Akif ERSOY Anadolu Lisesi’nde kendi adının konulduğu “YAVUZ BÜLENT BÂKİLER KÜTÜPHANESİ”nin açılışına katıldı. Açılışa Tokat Valisi Mustafa TAŞKESEN, İl Milli Eğitim Müdürü Levent YAZICI, daire amirleri, öğretmen ve öğrenciler katıldı.

    Saat 14.00’da da Tokat Anadolu Lisesi öğretmen ve öğrencileriyle buluşarak ”Türk Dilinin Önemi” konulu konuşma yaparak kitaplarını imzaladı.

    15 Kasım 2013 Cuma akşamı 26 Haziran Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliğe Tokat Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK, Erbaa Belediye Başkanı Ahmet YENİHAN, Reşadiye Belediye Başkanı Rafet ERDEM, GOP Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali KASAP, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman AKYÜZ, İl Eğitim Denetmenleri Başkanı Halis NUROL, Kent Konseyi Başkanı Abdullah GÜRBÜZ, Kent Konseyi Genel Sekreteri Ali POLAT, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Remzi ZENGİN, Bem-Bir-Sen Tokat Şube Başkanı Kadir İŞBİLİR, üniversite öğretim üyeleri ve öğrencileri, kültür ve sanata ilgi duyan vatandaşlarımız, öğretmenler ve öğrenciler katıldılar. Sunumunu Tokat Anadolu Lisesi Müdür Başyardımcısı ve KÜMBET Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hasan Akar ve Tokat Anadolu Lisesi’nden Beyza Hergün’ün yaptığı gecede Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK açılış konuşması yaptı. Başkan ÇİÇEK konuşmasında; “Uzun süre devam eden bu tür etkinliklerimizde belediyemizin farklı katkılarıyla Kent Konseyimizin öncülüğünde, sivil toplum kuruluşlarımızın birlikteliğinde birçok etkinliği gerçekleştirdik. Birçok şiir şöleni gerçekleştirdik, dilimize ve kültürümüze sahip çıkmaya çalışıyoruz. Toplumumuza, gençliğimize, geleceğimize ve medeniyetimize sahip çıkmaya çalışıyoruz. Yavuz Bülent BÂKİLER üstadımız bizi aydınlatacaklar. Toplumların en karanlık dönemlerinde bir takım insanlar vardır ki onlar göklerdeki yıldızlar gibidir, hepsi birbirinden parlak, hepsi birbirinden berrak, insanlar onlara bakarak yol bulmaya çalışırlar. Bir toplum kaybolmaya yüz tuttuğu zaman o yıldızlar önemini daha fazla kazanır. O yıldızlardan birisi şu anda aramızda. Günümüze kadar Türk diline, Türk şiirine emek vermiş bütün dostları rahmetle minnetle şükranla anıyorum, katılımlarınız için hepinize teşekkür ediyorum” dedi. Eskişehir Şairler ve Yazarlar Derneği’nden Şair Mehmet Ali KALKAN, Yavuz Bülent BÂKİLER’le ilgili bazı hatıralarını anlatırken Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Halistin KUKUL; “Yavuz Bülent BÂKİLER Bir Milli Şuur Abidesi” konulu konuşmasını sundu.

    Tokat Anadolu Lisesi öğrencilerinden Beyza Hergün, BÂKİLER’in “Anadolu Gerçeği”, Batuhan Kurtul “Sana Geldim Mevlânâ”, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nden Eğitimci – Şair Sündüs Arslan Akça “Anne”, Eğitimci Mesut Durmuş da “Sen Sen Sen” şiirlerini Neyzen Taha İçeloğlu’nun nefis üflediği ney eşliğinde yorumladılar. GOP Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi Bahar Kocabaş’ın hazırladığı “Yavuz Bülent BÂKİLER’e Vefa” sunumundan sonra sahneye davet edilen Yavuz Bülent BÂKİLER “Türk Şiiri ve Günümüz, millî Birlik ve Beraberliğimiz” konulu konuşmasında şiirlerinden örnekler vererek katılımcıları büyüledi.

    Program sahnede fotoğraf çekimleri ve şairin kitaplarını imzalaması ile sona erdi. Etkinliğe katılan misafirler Cumartesi günü Mevlevihane Vakıf Müzesi’ni gezdikten sonra ilimizden ayrıldılar.

  • KÜMBET DERGİSİ 3O.SAYISIYLA OKUYUCULARIYLA BULUŞUYOR

    kapak_30k

    EDİTÖRDEN

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği bünyesinde yayınlanmakta olan KÜMBET Dergisi 30. sayısıyla sizlerin ilgi ve desteğiyle, güçlü kalemleriyle Türk kültür ve sanatına hizmet etmeye devam ediyor. 2013 yılını geride bırakırken 2014 yılının yüce milletimize hayırlar getirmesi en büyük dileğimizdir.
    Bu yıl beğeni ile takip ettiğiniz bütün sayılarımızı sizlerden aldığımız güçle renkli ofset çıkarmaya gayret ettik. Özel dosyaların itina ile işlendiği Cemal SAFİ, Abdullah SATOĞLU, Yahya AKENGİN gibi değerli şahsiyetlerden sonra Kümbet’tin bu sayısında Türk Edebiyatının usta kalemlerinden Yavuz Bülent BAKİLER’i konuk ettik.

    Kümbet Ailesinin saygın temsilcileri imkânları ölçüsünde ülkemizde düzenlenen bazı kültür sanat etkinliklerine katılarak Tokat Şairler ve Yazarlar Derneğinin sesini duyurmaya çalıştılar. Elazığ-Harput 1.Kültür Sanat Şöleni, Yozgat Sürmeli Şiir Şöleni, Osmaniye –Düziçi 1. Haruniye Kaplıcaları Müzik ve Şiir Şöleni, Kayseri 1. Ulusal Halk Âşıkları Şöleni bunlardan bazılarıydı. Derneğimiz üyelerinden Eğitimci-Şair Sündüs AKÇA’nın “Fırat’ın Kızı “adlı ilk şiir kitabı, yapılan bir tanıtım toplantısıyla okuyucularla buluştu.
    Ülkemizin yetiştirdiği devlet adamlarından Vali Recep YAZICIOĞLU, derneğimiz ve dergimiz işbirliğiyle düzenlen bir programla ölümünün 10 yılında anıldı.
    14-15 Kasım 2013 tarihi Tokat için unutulmaz bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Haziran 2013’teki “Cemal SAFİ’ye Vefa Gecesi”nden sonra Tokat Belediyesi-Kent Konseyi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin davetlisi olarak Erbaa ve Niksar’ı ziyaret ederek ilimize gelen üstat Yavuz Bülent BAKİLER kendi adına düzenlenen “Yavuz Bülent BAKİLER’e vefa Gecesi”nde Tokat 26 Haziran Atatürk Kültür Sarayı’nda kültür ve sanata değer veren insanlarla buluştu. Mehmet Akif ERSOY Anadolu Lisesi’nde adının konulduğu kütüphaneyi Tokat Valisi Mustafa TAŞKESEN’le birlikte açtıktan sonra okurlarına kitaplarını imzaladı.
    Kümbet’in bu sayısında Yavuz Bülent BAKİLER Dosyası ile birlikte Tokat’ın yakın dönem eğitim tarihinde önemli bir yere sahip olan Eğitimci Dursun BAYBURTLU ve Tokat’ın başarılı belediye başkalarından Niksar Belediye Başkanı Duran YADİGAR’ın kültür, sanat ve turizm çalışmalarını içeren röportajlar yer alacak.
    Ayrıca her biri apayrı bir değer olan kalem sahipleri sizler için makalelerini, araştırmalarını ve gönül dünyasından taşan manzumelerini paylaştılar.
    İşte sizlerle yazılarıyla bu sayımızda buluşan değerlerimiz: Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, Prof. Dr. Tamilla Abbashanlı, Halistin Kukul, Mehmet Yardımcı, Mahir Adıbeş, Muhsin Durucan, Sadun Köprülü, Aynure Seferova, Nevin Balta, A. Turan Erdoğan, Levent Konyar, Muhsin Demirci, Mualla Yamanoğlu, Hasan Akar, Mahmut Hasgül, Nihat Aymak, Abdulkadir Türk, Burhan Kurddan, Cihat Taşkın, M. Necati Güneş, Ülkü Taşlıova, Neslihan Yücedağ, Hasan Mahir, Semanur Kahraman, İlhan Aybek, Bahar Kocabaş, Çağrı Onar, Niyazi Emre Kum, Merve Nur Maden.
    Ve şiirleriyle: Yavuz Bülent Bakiler, Vedat Fidanboy, Talat Özer, Ali Özkanlı, Remzi Zengin, Ebubekir Tahiroğlu, Mahmut Hasgül, Ali Bal, İlahe Bayandur, Leyla Arsal, Sündüs Arslan Akça, Sabiha Serin, Ahmet Divriklioğlu, Niyazi Mısrî, Halil Güleroğlu, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Metin Falay, Zuhal Ekici, İlhan Kurt, Celalettin Çınar, Kenan Aydınoğlu, Mehmet Özdemir, Recep Hakan Açıkel sizin için duygu bahçelerinden birer demet sundular.
    2014 yılında buluşmak dileğiyle selam, sevgi ve saygı ile.
    Remzi ZENGİN
    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı

  • Osman KARAARSLAN (Türkiye Cümhuriyyeti, Simav).Yeni şiirler

    1616239_10202030497896834_1238411400_n

    Kurşuna Dizer Beni

    Hiç kimseye boyun eğmem
    Tek göz yaşı ezer beni
    Vız gelir de tüm silahlar
    Toz kurşuna dizer beni

    Nice sırrı var herkesin
    Boş ver kim ne derse desin
    Felek davul zurna çalsın
    Saz kurşuna dizer beni.

    Kudret acze mahkum olsa
    Ağrı Dağı yüküm olsa
    Karşılıksız aşkım olsa
    Naz kurşuna dizer beni

    Siyah, ela ne fark eder
    Sevgi dolu göz güzeldir
    Kem bakmasın bana yeter
    Göz kurşuna dizer beni

    Tanrım gülen kullar yarat
    Hamuruna muhabbet kat
    Hiç gülmeyen asık surat
    Yüz kurşuna dizer beni

    Ağır yükle yorulmam ben
    Kolay kolay kırılmam ben
    Mermi ile vurulmam ben
    Söz kurşuna dizer beni

    İki Kar Tanesi
    İki kar tanesi yola çıkmışız
    Vuslat ya kar ormanında ya suda
    Köprüleri çoktan-çoktan yıkmışız
    Yolun sonu bir yanardağ olsa da.

    Her çiğ tanesinde zümrüt misali
    Gül dalında saklar güneşi şebnem
    Yarin gamzesinde bin cennet gizli
    Çatık kaşlarında yüz bin cehennem

    Gökyüzünü yırtan şimşeğe inat
    Boşlukları diker bir ak güvercin
    Kuş yüreğine sığar da kâinat
    Kâinata sığmaz kömür gözlerin

    Yıllar sonra doğru çaldı saatler
    Tam zamanı diyor artık zamanı
    Yoksa hep mahşere kalır muratlar
    Bu son fırsat bu son gönül kervanı

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Hayatı ve Yaratıcılığı

    964291_10151605516496506_1226496297_o

    Gülten Sultan mahasıyla tanığımız Gülten Ertürk 1969 yılında Beypazarında doğdu.İlk, orta ve lise öğrenimini Beypazarında, yüksek öğrenimini de. Selçuk Ü. Eğt. Fak. Kız Sanat Eğit. Y.Okulunda birincilikle tamamladı.1991 yılından beri Beypazarı Kız Teknik ve Meslek Lisesinde Takı Tasarım öğretmenliği yapan şairin, şiire iligisi lise yıllarında başlamış, aldığı ödüller daha çok yazmaya teşvik etmiş ve şairi bu günlere taşımıştır.
    Başanlı öğretmenliğinin yanı sıra Türkiyenin çeşitli yerlerinde sahne alan ERTÜRK, TRTnn çekimlerini Beypazarında gerçekleştirdiği “Son mektup” ve “Türkmen düğünü” dizilerinde rol alarak seslendirme yaptı.Beypazarı yöresine ait bir yiyecek olan Beypazarı Kursunun hikayesini senaryo olarak yazdı.Pek çok TV Programlarına konuk oldu.Kendisi de TV programları hazırladı ve sundu.Büyük organizasiyonlarda, festivallerde ve Uluslararası programlarda sunuculuk yaptı.Türkiyede yayınlanan muhtelif edebiyat, kültür, sanat ve fikir dergilerinde, gazetelerde yazı ve şiirleri yayımlandı.
    Öğretmenlik meslekinde Takı Tasarımı alanında sanat eseri konumunda çalışmaları bulunan Gülten ERTÜRK, 2008 yılında öğrencilerine rehberlik ettiği bir proje yarışmasında Türkiye 2.liği Ödülünü aldı.
    2010 yılında Türkiyede bir ilk olan şair ve programcıların katıldığı “1. Çukurova Şiir Okuma Yarışması” ında 2. oldu.
    2012 yılı Eylül ayının 24-de Türkiye Yazarlar Birliği Temsilci Kurulu üyesi olarak ilk kez Bakü’ye sefer etdi.Həmin ziyaret çerçevesinde “Aydın Ocağı” Sosyal Birliğinin organizasyonu ile “Divan-ı Hikmet” de gerçekleştirilen muhteşem görüşmede 2011 yılında Ankara’da yayımlanan
    “harflerin Dansı” (Assonans ve Aliterasyonlarla Şiirler) kitabından hediyeler etdi.Türkiyə Türkçesinde yazdığı şiirlerden okudu. “Aydın Ocağı” Sosyal Birliği Onursal üyesi seçildi.
    Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği üyesi, yetenekli Türk hanım yazar Gülten ƏRTÜRKün şiirleri Türkiye Türkçesinden Türkiye Türkçesine tercüme olunarak ilk defa olarak Azerbaycan’da “Aydın Ocağı” Sosyal Birliğinin yayın organı “Aydın Ocağı” dergisinde-dergisinde olunarak ışık yüzü gördü.Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği
    ve “Aydın Ocağı” Sosyal Birliği elektronik organı Azerbaycan Kültür ve Edebiyat portalına şiirleri yayınlandı.
    2012 yılı Ekim ayının 6′sında “Aydın Ocağı” Sosyal Birliği elektronik organı Azerbaycan Kültür ve Edebiyat portalının Birinci Kurultayı’nda Azerbaycan’ın Kültür ve Edebiyat portalının yayın, Yaratıcı, Temsilci Heyetlerinin Fahri üyesi ve “Türkiye Edebiyatı” bölümünün Baş editörü seçilmiştir.
    2013 yılında Azerbaycanda-Baku şehrinde “İlham çeşmesi”, Sumqayıt şehrinde “Muhteşem Azerbaycan” gazetelerinde şiirleri yayınlandı
    İkinci kitabı olan “Nerdesin Kırık Ayna”nın 2. baskısının gelirini Türkiye Gücsüzleri Vakfına bağışlayan şair;
    İLESAM ( Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği),
    TURÇEV ( Turizm ve Çevre Gazetecileri kültür sanat komisyonu)
    DGTYB (Dünya Genş Türk Yazarlar Birliği),
    Yurd Yuva Derneği üyesdir.
    Şiir Kitapları; “Paylaşılacak Duygular”, “Nerdesin Kırık Ayna2, 1. ve 2. Baskı, “Gönlümdün Damlalar” ve Milli Eğitim Bakanlığı Devlet kitapları çocuk serisi yayınlardan “Şiirlerle Kutlayalım”
    Şiir Albümleri; “Yüregimdeki Duygulardan Merhaba”, “Gönül Gülteni”
    Ders kitapları; “Basit Telkari Teknikleri”, İçi Bos (kutu) Tekniği”
    Hikaye kitabı; “Beypazarı Kurusu”

    SEVER SENİ

    Canımda can varsa, sağsam,
    Bir öfkeyle dağları aşsam,
    Gökten taş olup da yağsa,
    Dolum yine sever seni

    Her sezon açıp Scholes da,
    Bulut içine dolsa da,
    Fırtına, boran olsam da,
    Yelim yine sever seni.

    Özlemin beynimi yorsa,
    Zaman hiç ötməyib dursa,
    Dalgalar kıyıya vurursa,
    Gönlüm yine sever seni.

    Baxılmadı genç yaşıma,
    Üzüntü katıldı Asım.
    Neler gelse de başıma,
    Kolum yine sever seni.

    Cefa etse de çok zalim,
    Fetvalar verse de alim,
    Qalamasa da hiç macalım,
    Halim yine sever seni

  • Yunus Əmrə.Həyatı və Yaradıcılığı

    Yunus_Emre

    HƏYATI VƏ YARADICILIĞI

    Həyatı və şəxsiyyəti haqqında çox az məlumata sahib Yunus Əmrə-nin yaradıcılığı ,Anadolu Səlcuq dövlətinin dağılması və Anadolunun çeşidli bölgələrə kiçik-böyük Türk bəylikllərin qurulmaya başladığı dövrləri əhatə edir. Həmçinin yaşadığı dövr,Osmanlı imperiyasının qurulmağa başladığı dövrdür.
    Yunus Əmrə uzun müddət Hacı-Bektaşı Vəli Dərgahında işləmişdir.
    Yunusun yaşadığı illər ərzində, Anadolu türkləri ilə Moğol imperiyası arasında sıx ittifaq və münaqişə olmuşdur.Həmçinin Yunus Əmrənin yaşayış tarixçəsi , yalnız siyası baxışlarla deyil,həmçinin məzhəb və inanclarında toqquşduğu və müharibələrin geniş vüsət aldığı illərlə zəngindir.
    Yunus Əmrə yaradcılığını ilham qaynağı Mövlana Cəlaləddin Rumi,Həci Bektaşi-Vəli,Əhli Evrani Vəli və sair şairlərdir.Yunus Əmrə bu insanlar sayəsində Allaha sevgini,məhəbbət və əxlaqi düşüncələri ,digər başqa batil inanclara qarşı yöntəmləri öyrənmişdir.Bir sıra mənbələr Həci Bektaşi-Vəlidən dərs aldığını söyləyirlər.
    Kitabların bildirdiyi tarix və məlumatlara görə Yunus Əmrə 1240(1)-1320(1) illərin arasında yaşamışdır.Doğulduğu yerin tam aydın olmaması bəzi müzakirələrə gətirib çıxardığından mənbələrin çoxu artıq Yunusun Əskişəhərin Mihalıççık kəndində doğulması ilə bağlı fikri qəbul etmişlər.Həmçinin təhsili haqqında da heç bir məlumat tapılmayıb.
    Türk ədəbiyyatın ən böyük adlarından sayılan Yunus Əmrə yalnız xalq və təkkə şeirini deyil,divan şeirini də yaradıb.Yaşadığı dövrü boyu şeirləri ilə ədəbiyyata töhfə verən Yunus Əmrə heca və əruz vəzni ilə yazdığı şeirlərində sevginin təməlini qoymuşdu.Əsasən movzularında İslam düşüncəsi,nəsnələr,Allah qarşı sevgi və fikirlər,ölüm,doğum,yaşama bağlılıq,İlahi ədalət,insan sevgisi və sair geniş yer alıb
    Həmçinin yaşadığı dövrə hakim olan bir mövqü seçən Yunus Əmrə həqiqətləri insanlara yaxın dildə söylədiyindən çoxu zaman təzyiqlərlə uzbəüz qalıb.
    Yunus , insan olan hər kəsə qarşı : kaslb,zəngin,xristiyan,müsəlman ayrımı etməyən sevgiylə bağlıdır.Ondan ki, insan sevgisi Allahdan bir parçadır.Yunusun Allah diyarına qarşı sonsuz həsrət duyması bir çox şeirində səslənir.Yunus ömrü boyunca belə bir nostaljik fikirlərlə yanmış və şeirlərində hümmanın hərəkətini vermişdir.

    Divani Lüğət

    Yunus Əmrə şeirləri məhz bu divanda toplanılmışdır.Şeirlər əruz ölçüsü və heca vəznində yazılıb.Yunus Əmrə-dən qalan bütün informasiya və şeirlər məhz həmin kitabda cəmləşib.
    Yunus Əmrə ilə bağlı bəzi rəvayətlər və Yunus Əmrənin yaradıcılığından sitatlar….

    Cənnət,cənnət dedikləri,bir neçə mələk,bir neçə hüru,istəyənə ver onları,mən sən gərəksən,sən…

    Dağlar nə qədər yüksək olursa olsun,yol onun üstündən keçir…

    Nəfsdir səni yarı yolda qoyan,yolda qalır nəfsə uyan

    Sevəlim,seviləlim,onsuzda bu dünya kimsəyə qalmaz….

    Çox mal haramsız,çox söz yalansız olmaz

    * * *

    Biz dünyadan gedər olduq
    Qalanlara səlam olsun.
    Bizim üçün xeyir-dua
    Qılanlara səlam olsun.

    Əcəl bükə belimizi
    Söylətməyə dilimizi
    Xəstə ikən halımızı
    Soranlara səlam olsun.

    Tənim ortaya açıla
    Yaxasız kömlək biçilə
    Bizi bir asan vəch ilə
    Yuyanlara səlam olsun.

    Sal verilən qəsdimizə
    Gedər olduq dostumuza
    Namaz üçün üstümüzə
    Duranlara səlam olsun.

    Dərviş Yunus söylər sözü
    Yaş dolmuşdur iki gözü
    Bilməyən nə bilsin bizi
    Bilənlərə səlam olsun.

    Haqdan enən şərbəti içdik əlhəmdülillah,
    Şol qudrət dənizini keçdik əlhəmdülillah.

    Ana rəhmindən gəldik bazara;
    Bir kəfən aldıq döndük məzara!

    Yunus Əmrənin şeirləri ilə bağlı Anadoluda xalq arasında maraqlı bir rəvayət dolaşmaqdadır. Rəvayətə görə, onun vəfatından təxminən yüz il sonra (bəzi rəvayətlərdə isə Yunus Əmrənin sağlığında) Molla Qasım adli özünü alimlər alimi hesab edən birisinin əlinə Yunus Əmrənin şeirləri keçir. O, bir çayın başında bu şeirləri oxuyur və onlardakı mənaları anlamadığı üçün: – Bunlar da şeirdirmi?-deyə çaya atırdı. Nəhayət, şeirlərin birində bu misraları oxudu:

    Dərvis Yunus, bu sözü əyri-bəyri söyləmə
    Səni sınağa çəkər bir Molla Qasım gəlir.

    Bu sözləri oxuyan Molla Qasım, o anda səhv etdiyini anlayır və böyük bir peşmanlıq içində:
    – Ay Allah, Mən nə etdim! Qoca bir ümmandan xəbərim olmadı. Halbuki bir ruhi və mənəvi hikmət xəzinəsi tapmışdım. Mən bunu anlaya bilmədim. Amma o 100 il bundan əvvəl mənim halımdan xəbərdar imiş,-deyə ağlamağa başlayır. Sonra şeirlərin qalan hissəsini öpərək gözünün üstünə qoyur və onları mühafizə etməyə başlayır. Deyilənə görə, o vaxt Yunus Əmrənin mindən artıq şeiri məhv olub. Ardı var…

    Həyatı

    Yunus Əmrə Porsuq çayının Sakaryaya töküldüyü yerdə – Sərfi kəndində 1238-ci ildə doğulmuşdur. Mədrəsə təhsili görmüş, Tapdıq Əmrə adında şeyxə şəyirdlik etmişdir. Mövlana Cəlaləddin Ruminin məclislərinin iştirakçısı olmuşdur. Anadolunun bir çox kəndlərini gəzmiş, Azərbaycana və Şama da səfər etmişdir. Yunus Əmrə Qax rayonunun Oncallı kəndindəki oğuz qəbiristanlığında dəfn olunmuşdur. Hər il may ayında Türkiyənin ən gözəl şəhərlərindən olan Əskişəhərdə Yunus Əmrə günləri keçirilir.
    Yunus Əmrə xalq ozanı idi. Təkkə şerinin öncülüdür. Təmiz türk dilinin bayraqdarı “Vəhdəti vücud” fəlsəfəsinin qaranlıqlarını dələn bir filosofdur. O, sufizm fəlsəfəsini sadə xalq dilində, əsasən heca vəznində yazdığı qoşmalarda, gəraylılarda, ilahilərdə, eləcə də əruz vəznində yaratdığı qəzəl və məsnəvilərdə ifadə etmiş, şerimizi yüksək bədii səviyyəyə qaldırmış, özündən sonra yaranan Türkiyə, Azərbaycan və Türkmən ədəbiyyatlarına güclü təsir göstərmişdir.
    Yunus Əmrənin özü və yaradıcılığı haqqında bir çox əsərlər yazılıb. Bunlardan “Yunus Əmrə, Həyatı, sənəti və şerləri” (Əbdülbakı Cəlpinarlı, 1952-ci il) “Yunus Əmrə və Tasavvur” (Əbdülbakı Cəlpinarlı, 1961-ci il), “Dərdli dolab və Yunus Əmrənin həyat hekayəsi” (Nəzihə Araz, 1961- ci il), “Anadolunun iç aydınlığı, Yunu Əmrə” (Köyxan Övliya oğlu, 1963) və s. adını qeyd etmək olar.
    Türk şairi Yunis Əmrə 1320-ci ildə vəfat etmişdir.

    “Əmrə” sözünün mənası

    Anadoluda müxtəlif xalq ozanlarının, aşiğin və dərvişin adında iştirak edən Əmrə/Emre sözünün (məsələn, Yunus Əmrə, Tapdıq Əmrə) türkcədə “Aşiq” mənasını verdiyi dil elmi baxımından dəqiqləşmiş vəziyyətdədir. Bu sözün İmrə anlayışı ilə əlaqəli olduğu qəbul edilməkdədir. Türk-monqol dillərində dərman, ağız, qadınlıq, işarə bildirən (Am/Əm/Em/İm) kökündən törəyən Amramaq/Əmrəmeq/İmrəmek felləri “aşiq olmaq” deməkdir və Əmrə sözü də aşiq mənası daşıyır. Amrağ/Amra/Əmrə çevrilməsinə uğramışdır. Anadoluda “imremek” və “imrenmek” felləri bir şeyi çox sevmək, qibtə etmək, həddindən artıq istəklənmək mənaları daşıyır.

    Yaradıcılığı

    Biz dünyadan gedər olduq
    Qalanlara səlam olsun.
    Bizim üçün xeyir-dua
    Qılanlara səlam olsun.

    Əcəl bükə belimizi
    Söylətməyə dilimizi
    Xəstə ikən halımızı
    Soranlara səlam olsun.

    Tənim ortaya açıla
    Yaxasız kömlək biçilə
    Bizi bir asan vəch ilə
    Yuyanlara səlam olsun.

    Sal verilən qəsdimizə
    Gedər olduq dostumuza
    Namaz üçün üstümüzə
    Duranlara səlam olsun.

    Dərviş Yunus söylər sözü
    Yaş dolmuşdur iki gözü
    Bilməyən nə bilsin bizi
    Bilənlərə səlam olsun.

  • Mövlana Cəlaləddin Rumi.Həyatı və Yaradıcılığı

    Mövlana Cəlaləddin Rumi (fars. مولانا جلال الدین محمد رومی‎ Mevlānā Celāl-ed-Dīn Muhammed Rūmī; 1207, Bəlx, Əfqanıstan – 1273) — İslam və təsəvvüf dünyasında tanınmış fars dilli [1][2][3][4][5] şair, mövləvi yolunun öncülü, vəhdəti-vücud (panteizm) fəlsəfəsinin tanınmış nümayəndəsi.

    Həyatı

    Mövlana Cəlaləddin Rumi (Rumi adı ona Anadoluya (o vaxtlar Anadolu “Diyari Rum” adlanırdı) yerləşib orada yaşadığı üçün, “Əfəndimiz” mənasına gələn Mövlana isə özünə qarşı duyulan böyük hörmətin əlaməti olaraq verilmişdir) indiki Əfqanıstanın Bəlx şəhərində anadan olmuşdur. Rumi o dövrün İslam mədəniyyəti mərkəzlərindən biri sayılan Bəlx qəsəbəsində müəllimlik edən və Sultan-ül Üləma (alimlər sultanı) ləqəbi ilə tanınan Bəhaəddin Vələdin oğlu idi. Bəhaəddin Vələd 1214-1217-ci illər arasında ailəsi ilə birgə Anadoluya köçür. Mövlana bütün ömrünü o vaxt Səlcuqların paytaxtı olan Konya şəhərində keçirir, orada da dəfn edilir. Atası Bəhaəddin Vələdin ölümündən bir il sonra, 1232-ci ildə Konyaya gələn Seyyid Bürhanəddin Mövlananın tərbiyəsi ilə məşğul olmuş və Mövlana doqquz il ona xidmət etmişdir. Rumi 38 yaşında olarkən 60 yaşlı İslam piri, dərviş Şəmsəddin (Şəms) Təbrizi ilə tanış olur. Bu tanışlıq Cəlaləddinin dünyagörüşünə dərin təsir göstərir, onun fikir dünyasını kökündən dəyişdirir. Şəmsə qeyri-adi bir məhəbbətlə bağlanmış Cəlaləddin onu tanrı səviyyəsində ilahiləşdirir. Bir gün Şəms sirli şəkildə qeyb olarkən, Cəlaləddin sarsılmış və müəlliminə olan məhəbbətini, onun itməsindən doğan kədər və həsrətini bədii əsərlərində – məsnəvilərdə, rübai və qəzəllərində ifadə etmişdir. Nizami, Xaqani kimi türk oğlu olan Rumi şeirlərini fars dilində yazmışdır, türk dilində yalnız bir neçə şeri və farsca-türkcə müxəmməsi qalmışdır.

    2007-ci ildə Mövlananın anadan olmasının 800 illiyi YUNESKO tərəfindən Dünya Mövlana İli elan edilmişdir.

    Əsərləri

    Məsnəvi
    Divan-ı Kəbir
    Fihi ma fihi

    Gitme, istəməm!

    Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun,
    Ey cаnımın cаnı.
    Еy, dostların canına can katan,
    gül bahçesine böyle bensiz gitme, istemem.
    İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme.
    İstemem, ey ay, bensiz doğma.
    İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma.
    Bensiz geçme, ey zaman, istemem.
    Sen benimle beraberken
    Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel.
    İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
    o dünyaya bensiz gitme, istemem.
    İstemem, ey dizgin, bensiz at sürme.
    İstemem, ey dil, bensiz okuma.
    İstemem, ey göz, bensiz görme.
    Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem.
    Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin
    Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,
    gökyüzünde bensiz gitme, istemem
    Gül sayesinde yanmaktan kurtufan dikene bak bir.
    Sen gülsün, bense senin dikeninim madem,
    gül bahçesine bensiz gitme, istemem.
    senin gözün bende iken
    ben senin çevgänın önündeyimdir.
    Ne olur, öylece bak dur bana,
    bırakıp gitme beni, istemem.
    O güzelle berabersen, sen ey neşe,
    istemem, sakın içme bensiz.
    Hünkärın damına çıkarsan, ey bekçi,
    sakın bensiz çıkma, istemem.
    Bir şey yoksa bu yolda senden,
    bitik bu yola düşenlerin hali.
    Ben senin izindeyim, ey izi görünmez dost,
    bensiz gitme, istemem.
    Ne yazık ki bu yola bilmeden rasgele girene!
    Sen ay, gideceğim yolu bilen,
    sen ey yolumun ışığı, sen ey benim değneğim,
    bensiz gitme, istemem.
    Onlar sadece aşk diyorlar sana,
    oysa aşk sultanımsın sen benim.
    Ey, hiç kimsenin düşüne sığmayan dost,
    bensiz gitme, istemem.

    Hatırla ama!

    Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
    Ayrılık atına eyer vurdun inadına.
    Ama bizi unutma, hatırla ama.
    Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar
    Yeryüzünde de var, gökyüzünde de var.
    Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.
    Sen her gece ay değirmisini
    Başına yastık edince yollarda,
    Dizime yattığın geceleri hatırla ama.
    Sen ey, Hüsrevi kendine kül,
    Şirin gibi bir nice güzeli esir eden,
    Aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim
    Ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.
    Bir deniz kesilen gözlerimin rüyasında
    Bir aşk ovasını görmüştün hani;
    Safran dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
    Ey Tebrizli Şems,
    dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
    benim dinim senin yüzünle övünür, ey sevgili.
    Bunu unutma, hatırla ama.

    GEL ARTIK!

    Ne aklım benim, ne dinim,
    ne kararım kaldı benim, ne sabrım,
    gel ne olur, gel artık.
    Ne gönlümün derdini sor bana,
    ne sararan yüzümü sor bana,
    ne içimin ateşini sor bana,
    gel gözünle gör, gel artık.
    Sıcağımla pişmiş bir somun gibi
    o kıpkızıl, al al yüzümü sorma.
    Gene ekmek gibi bayatlayıp bayatlayıp,
    gene ekmek gibi ufalana ufalana
    çaresiz, dökülmüş yollara,
    gel topla beni, gel artık.
    Bir vakitler bir aynaydım,
    yüzünden izler toplamadaydım,
    şimdi buruştum, şimdi sarardım,
    gel gör beni, gel artık.
    Dere gibi akıyorum sağa sola,
    ayrılık her yanımda pusuda.
    Sabahları yalvarırım yakarırım
    rüzgärların karşısmda,
    gel ne olur, gel artık.
    Başın kille ıslaksa da,
    ayağına diken batmışsa da,
    durma gel Allah aşkına,
    gel demeden kurtar beni.
    Ey äşıklar peygamberi,
    gönül ateşinde yanmtşım ben,
    boğulmuşum göz yaşına.
    Git sor Allahm seversen:
    Ne yol gösterir sevgili,
    ne çare yazar bana?

    BU ŞİİR ONDAN UTANIYOR

    Bu ne güzel koku böyle,
    bu ne güzel koku.
    Gül bahçesinden yoksa gelen o mu?
    Gece mi bu gelen, misk mi bu, amber mı bu?
    Bu ne güzel koku böyle,
    bu ne güzel koku.
    O pazardan tezcecik yoksa o mu geliyor,
    yoksa güzelimiz geri mi geliyor ne?
    Bu nasıl yüz böyle,
    bu nasıl ışık?
    Bu nasıl ay böyle,
    bu nasıl güneş?
    Mağaradan çıxdı,
    dağdan mı iniyor,
    o yanlızlığın adamı,
    o dost?
    Boş yere arama şarap testisini sen.
    Koklama onun ağzını sen boş yere.
    Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu;
    dostum, onu sen kendin gibi belleme.
    Yolda o yapayalnızsa ne olur?
    Başında sarık yoksa ne çıkar?
    Ne bundan güneşe bir leke olur,
    ne ayın gösterişine zarar.
    Bu gece uyuma dostum, uyuma.
    Bir kolayma getir onu bul.
    Sarhoşlar meclisine hep böyle geceleyin gelir o.
    Bu gece uyuma dostum, uyuma.
    Biz duvarda asılı duran resimleriz.
    Bizi yapan ressamın varlık şavkı
    duvarın üzerine bir vurdu mu,
    bakarsın o andacanlanıvermiş, kımıldanmışız.
    Onun selvi boyu bir göründü mü,
    bakarsın dünya güllük gülistanlık.
    Kalktı bir salındı, kendini bir gösterdi mi,
    bakarsm kıyamet koptu gitti.
    Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindedir o.
    Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.
    Sustum artık ben,
    sustum artık.
    Bu şiir utanıyor ondan.

    O GELİYOR, O!

    Yollara sular dökün,
    bahçelere müjdeler edin,
    bahar kokuları geliyor,
    o geliyor, o.
    Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.
    Yol verin, açılın, savulun.
    Beri durun, beri.
    Yüzü apaydınlık, akpak,
    bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak
    o geliyor, o.
    Аy парçаmız, sеvimlimiz, yarimiz geliyor.
    Gökler yeryüzünü kapladı, örttü bir anda.
    Bir anda dört yanı mis gibi bir koku sardı.
    Bir anda bir velvele, bir kıyamet koptu cihanda.
    O geliyor, o.
    Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyоr.
    Bir anda can geldi bağlara, bağlar ışıdı.
    Bir anda açıldı baktı bağlarda gözler.
    Bir anda bizde ne gam kaldı, ne dert kaldı, ne keder.
    O geliyor, o.
    Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.
    Yayından fırladı ok.
    Hedefe ha vardı, ha varacak.
    Bahçeler selama durdu.
    Selviler ayağa kalktı.
    Çayır çimen yollara düştü.
    işte konca, ata binmiş geliyor.
    Biz ne duruyoruz.
    o geliyor, o.
    Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.
    Sen bizim yöremize gelirsen göreceksin, ey Şems,
    huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak.
    Senin güzel gözlerin için işte canım pusuda.
    Rahatım kaçtı benim,
    geceleri uykum kalmadı gitti ama,
    bak işte o güzel hüriler yola çıkmış geliyor.

    GELDİ

    Güneşim, ayım geldi.
    Gözüm, kulağım geldi.
    Gümüş bedenlim geldi.
    Altın madenim geldi.
    Başımın sarhoşluğu geldi.
    Gözümün nuru geldi.
    Başka bir şey dilediysen
    işte o başka bir şeyim geldi.
    Yolumu vuran geldi.
    Tövbemi bozan geldi.
    Gümüş bedenli güzel
    kapımdan ansızın çıkageldi.
    Ey eski dostum benim,
    bak bugün dünden çok iyi.
    Dün ondan bir haber almıştım,
    hemen de sarhoş olmuştum.
    Dün gece onu mumla aramış durmuştum.
    Bak bugün bir demet gül gibi
    yol uğrağıma geliverdi.
    Şarap içmeliyim şarap,
    şimşekler saçmalı aklım,
    bunun tam vakti.
    Kuş olmalıyım, uçmalıyım,
    kolum, kanadım geldi.
    Bir anda aydınlık içinde dünya.
    Bir anda dünya sabahlar gibi.
    İşte bağırmanın tam zamanı şimdi.
    İşte kükremenin tam zamanı.
    Benim koca arslanım geldi.

    GÖLGE KESİL

    İşte meyhane güzeli geldi,
    bizi alacak, eve götürecek.
    İşte geldi baharlar içinde,
    geldi yüzümüz gülsün diye,
    içimiz açılsın, ışısın diye,
    olalım diye genç ve taze.
    İşte dağarcığını açtı.
    işte belini sıktı.
    İşte yayını kurdu.
    İşte okunu yastı.
    İşte yolumuzu vuracak.
    İşte bizi yemek, yutmak için,
    bin dereden su getirecek,
    bir nice düzenler kuracak.
    Ama durma gene yürü sen,
    gölge kesil onun ince boyuna.
    Önünde ardında koş yuvarlan.
    Sonunda taze bir fidan gibi
    kökümüzden söküp çıkaracaksa da bizi aldırma.
    Mermer bir yürek varsa sende dostum, dayan!
    Gene geldi işte gene geldi.
    İşte o uzun ömür geldi.
    Sultanların şahı geldi.
    Gizli hazine geldi.
    Cihanın canı geldi.
    İşte güneş koç burcuna geldi,
    gülen yüzümüzü görmek için
    yaradılış ağacının üstünde.

    BAŞKA YARINLAR

    Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
    bugün dudağında bir başka tad var,
    boyunda bir başka yücelik.
    Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.
    Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
    Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
    Hangi yanımdan kalktın bu sabah, söyle,
    bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
    dünyada bir başka gidiş.
    Biz senin gözlerinden gördük
    arslanlara meydan okuyan o ceylanı.
    Başka bir ovası var o ceylanın bugün
    iki cihandanda dışarı.
    Seven insanın ayağı mı yok,
    işte ona ölümsüzlük kanadı.
    Yukarlarda onunla uçar gider.
    Gözlerinin denizinde onu arama.
    O inci bir başka denizde.
    Bakarsın bugün sever bu yürek,
    yarın sevilir bakarsın.
    Yüreğimin özünde başka yarmlar var.

    DÜN GECE

    Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
    Onunla sarmaşdolaş, dudak dudağa,
    talih kapısı ardına kadar açık,
    güneşkucağımızda.
    Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
    Şarap tasını her sunuşunda
    diyordu aklını başına al.
    Hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya!

    GENE NE OLDU SANA?

    Gene ne oldu sana böyle birdenbire,
    neden gene suratın asık?
    Yoksa bir başka dost mu buldun kendine?
    Gene neden uzattın cefa elini,
    neden ayağını bizden çekiverdin?
    Ay parçam benim, sevgilim,
    kötü şeyler söylemiş düşmanlar sana.
    Yalancılık etmişler, kandırmışlar seni.
    Dün gece içlendim, acındım, bir hal oldum.
    Gözüme bir damla uyku girmedi.
    Ey sıcak soluğum benim, kalk.
    Ey dün gecem benim, geri gel.
    Ne gördün, nasıl gördün, söyle.
    Böyle çaresiz bırakma bizi.
    Bir ayna almışsın eline,
    yüzüne bakıp duruyorsun.
    Perdemizin ardına girmişsin
    yırtmışsın perdemizi.
    Bir çıkar yol nasıl bulayım, bilmem ki,
    seni gördüğüm günden bu yana
    akıl mı kaldı bende,
    fikir mi kaldı sanki.
    işte gönül yurdunun kapısı
    ardına kadar açık.
    işte her yanda ayak izlerin senin.
    Ne diye düşmanların kapısına koşarsın hala anlamadım
    ne diye hala onların evine girersin.
    Bizim dudaklarımızı emdiğin günden bu yana
    aklımda hep senin dudakların, ağzın.
    Nerde senden bir söz açan görsem
    hep onun ağzına bakar, biterim.
    Onda senden bir şey görsem
    aklıma kötü şeyler gelir,
    sakın bu hırsız falan olmasın, derim,
    derim, sen bunu nerden buldun,
    sen bunu nerden aldın, derim.
    Ey Rum ülkesinin övünduğü Şemseddin,
    bir daha yüzünü çevirip bakmadın bize.
    Artık şu dünyanın sensiz hiç tadı yok.
    Dünyada her şey gözünü seninle açardı,
    sen her şeyden olgun ve güzeldin.
    Bize Tebriz’den bir habercik salarsan,
    sana kalk bu yana gel, kalk gel, derim,
    kalk gel, derim, seni doğuran, büyüten toprağa

  • Dadaloğlu.Hayatı ve Yaratıcılığı

    Resim_1291313499

    Dadaloğlu, (gerçek adı: Veli) Osmanlı Devleti’nin Anadolu Türkmenlerini iskân politikasına tepki olarak tanınmış bir Halk ozanıdır. 18. yüzyılın son çeyreğinde Kayseri’nin Tomarza ilçesinde doğup 19. yüzyılın ortalarında öldüğü bilinmektedir. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bilgi yoktur. Oğuzların Avşar boyundandır.
    Osmanlı Devleti’nin konar-göçer Avşar, Karsantı, Sırkıntı, Bozdoğan, Kırıntı, Berber, Menemenci gibi Türkmen aşiretlerini yerleşik hayata geçirmek için verdiği uğraş, yer yer başkaldırılara ve çatışmalara neden olmuştur. Dadaloğlu’nun şiirleri, yerleşik hayata geçmek istemeyen Türkmen aşiretlerinin sesi ve sözlü tarihi sayılabilir. Her yıl Kayseri’de, Dadaloğlu ( Avşar ) Şenlikleri düzenlenmektedir.
    Dadaloğlu, Öztelli, Taha Toros, Haşim Nezihi Okay, Ahmet Z. Özdemir ile Saim Sakaoğlu şiirlerini yayınlamıştır. Diğer 19’uncu yüzyıl halk ozanlarından üstün yeteneği ile, Köroğlu’nun yiğit ve kavgacı anlatımını birleştirir.

    Kalktı göç eyledi, Avşar elleri
    Ağır ağır giden eller, bizimdir.
    Arap atlar yakın eder ırağı
    Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

    Halk Ozanı Dadaloğlu hakkında aile kütüğü ile ilgili yapılan çalışmalardan bilgilere göre Gavurdağında elleri (Kanlıgeçit) buradan gittiği

    Yarsuvatta güreş ettim yıkıldım
    Dokuzyüz atlıynan harbe dıkıldım
    Yüzü burda sekizyüzü nicoldu.”

    demektedir. Bu türkünün aşiret kavgasında Kozanoğlu, Dulkadiroğlu ve Ali Osman Oğlu isimli beylerin Maraş’ın üst tarafında bulunan Kırım isimli yerden gelerek Çukurova’ ya yerleşmek isteyen Ceritler ile kavgaya girmemesi ve bundan haberi olmayan bu gün Kozan Kadirli arasında bulunan Anavarza Kalesine ulaşınca söylediği bilinmektedir. Türküde:

    “Sana derim sana Anavarza Kalesi
    Sana konup göçenlerin nicoldu”

    diye hüküm sürmekte olan bu beyler ,Ceritler önünce çekilince Ceritler Çukurova’yı istilaya başlamış ve bunun doğal sonucu olarakta Çukurova da aşiret kavgaları başlamıştır. Çukurova halkı ve Ceritler konar-göçer olduğundan Gavurdağını ve Kozandağını kontrol altına alarak Erzin, Kadirli ve Kozan gibi kasabalar Fırka-i İslahiye’nin kurduğu veya yeniden düzenlediği yerlerdir. Dadaloğlu’nun Gavurdağı-Kozandağı arasında hareket eden aşiret beylerinden biri olduğu bilinmektedir. Kozan Dağları, Binboğa Dağları ve Gavurdağları’nda aynı isimde yerlerin bulunması ve her yörede sözlü hikâyenin farklı anlatılması türkülerin veya türkü mısralarının farklılık göstermesi de bundandır.

    Dadaloğlum der ki, aslım nereli,
    Bizde ölen şehit, gazi yaralı,
    Haydin aslanlarım ,haydin ileri,
    Seyret kavgayı da, gör Kozanoğlu.

    Gerçek olan bir şey vardır. O da Dadaloğlu’nun Çukurova, Kozan, Binboğa ve Gavurdağı yöresinde konar-göçer bir halk ozanı olarak yaşadığıdır. Çok bilinen bestesi yapılan şiirlerinden iki tanesi

    KARALAR BAĞLADI BURUĞU DÜŞTÜ

    Karalar bağladı buruğu düştü.
    Misis mihenk imiş alasın kaçtı.
    Sırkıntılı karahacılı kaçtı.
    Boz kartala pay oldu ya ölünüz.

    Avşar’ın uyluğu duruyor atta.
    Cerid’in hopuru çıktı yarsuvat’ta.
    Kaçtı tecirliler hep selamette,
    Kaçın sırkıntılı gavur dağı carınız.

    Çekildi Avşar’ın atlısı bindi.
    Cerid’in üstüne peştemal döndü.
    Göçmüş sırkıntılı yurduna kondu.
    Nerde kaldı kolu bağlı delimiz.

    Der Dadal’ım bu böyle olmadı.
    Atlı fena düştü birbirini bulmadı.
    Yürü bire cerit sana yurt kalmadı.
    Geç arabistan’a amut yolunuz.

    MİSİS KÖPRÜSÜ DE MÜHENGİ AŞTI

    Misis köprüsü de mühengi aştı.
    Karalar ho dedi buruk’a düştü.
    Sırkıntı menemenci hep yalın kaçtı.
    Hani ya kabak hasan kodaz ali’niz.

    Avşar’ın uyluğu tutmuyor atta.
    Tecirli de kaçtı gitti firkatta.
    Cerit'(in) hopuru çıktı yarsuvat’ta,
    Boz kartala pay oldu ya ölünüz.

    Bozdoğan davaya girmeden kaçtı,
    Reyhanlı beyi de Halep’e düştü
    Kozanoğlu duydu buna pek şaştı,
    Hani ya hiç beri gelmez biriniz.

    Çekildi Avşar’ın atlısı bindi.
    Cerit’in üstüne peştemal döndü.
    Göçmüş sırkıntılı yurduna kondu.
    Nerde kaldı kolu bağlı deliniz.

    Der Dadal’ım hani beyler kalanı.
    Mistik paşa’m ne tez tuttun belen’i,
    Çapanoğlu gene yaptın planı,
    Hani sizin çakmak çalan eliniz.

  • Karacaoğlan.Hayatı ve Yaratıcılığı

    karacaoglan3

    Karacaoğlan (1606-1679). 17’nci yüzyılda yaşamıştır.

    Karacaoğlan’ın şiirleri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Birçok şiiri bestelendi.
    Şiirlerinin özellikleri[değiştir | kaynağı değiştir]
    Karacaoğlan, yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı’nın ve tekke şiirinin etkisinden uzak kalmıştır. Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle Türkçe yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin bir çoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır. Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokça başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir. Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur. Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede, Kul Mehmet’ten etkilenmiş; şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18. yüzyıl şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran’ı, 19. yüzyıl şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem’î ve Yeşil Abdal’ı etkilemiştir. Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Kemal Çağlar, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kutsi Tecer ve Cahit Külebi Karacaoğlan’dan esinlenmişlerdir. Şiirleri 1920’den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan’ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiiri geçmiştir.

  • Xoca Əhməd Yəsəvi.Həyatı və Yaradıcılığı

    200px-Əhməd_Yəsəvi

    Əhməd Yəsəvi – XI əsrin məşhur mütəfəkkir-şairi, ortaq türk ədəbiyyatında ilk mütəfəkkirlərdən, türk dilində sufizm ədəbiyyatının ilk yaradıcılarından. Əhməd Yəsəvi Batı Türküstanın Çimkənd şəhəri yaxınlığındakı Sayram qəsəbəsində dünyaya gəlmişdir.
    Orta Asiya Türkləri arasında İslamı yayan, Anadolunun türkləşməsində və müsəlmanlaşmasında böyük rolu olan Əhməd Yəsəvinin doğum tarixi dəqiq bilinmir.
    Əhməd bin İbrahim bin İlyas Yəsəvi – Pir Sultan, Xoca Əhməd, Kul Xacə Əhməd kimi də tanınmışdır. O, ilk təlim və tərbiyəsini Yəsi şəhərində almış və bu şəhərin adını özünə təxəllüs götürmüşdür.
    Kiçik yaşlarında anasını itirən Əhməd ilk dərslərini Sayramın ən məşhur vəlilərindən olan atası Şeyx İbrahimdən almışdır. Amma o 7 yaşında ikən atası da vəfat etmişdir. Atası öləndən sonra əvvələcə Yəsidə Arslan Babadan dərs alan Əhməd, qısa zaman içində təhsildə böyük uğurlar qazanmışdır. Arslan Baba dünyasını dəyişəndən sonra o, Buxaraya yollanmış və burada böyük övliya Yusif Həmədaninin şagirdi olmuşdur. Həmədanidən icazət və xilafət alan Əhməd Yəsəvi müəlliminin vəfatından sonra bir müddət Buxarada qalıb burada şagird yetişdirmişdir.
    Əhməd Yəsəvinin əsas əsəri sayılan “Divani-hikmət” əslində müəllifdən əsrlərcə sonra Yəsəvi dərvişləri tərəfindən tərtib edilmişdir. Bu səbəbdən ərin mətninin dili XI əsrin deyil, daha sonrakı yüzilliklərin dil xüsusiyyətlərinə malikdir. “Divani-hikmət” qafiyə sistemi və vəzn baxımından qoşmalara bənzəyən dördlüklərdən və əruz vəznində yazılmış qəzəllərdən ibarətdir.

  • Yusif Xas Hacib Balasaqunlu.Həyatı və Yaradıcılığı

    Yusuphas_hajip

    Yusif Balasaqunlu (təxəllüsü Yusif Has Hacib; 1020 — 1075) — orta əsrlər türk dünyasının ən böyük mütəfəkkirlərindən biri, məşhur “Qutadqu-bilik” əsərinin müəllifi.
    Türk xalqlarının ortaq ədəbi sərvətlərindən olan “Qutadqu-bilik” ədəbiyyat tariximizdə xüsusi yer tutur. Bu əsər vaxt etibarı ilə türk dilində yazılmış, həm də türklərin İslamı qəbul etmələrindən sonra əruz vəznində yazılmış bu gün bizə məlum olan ilk poemadır. XI əsr şairi Yusif Balasaqunlu böyük dilçi, lüğətçi alim Mahmud Qaşqarlının müasiri və yerlisidir. Poemanın adını “Səadət biliyi”, “Bəxtiyarlıq sənəti”, “Xoşbəxtliyə aparan elm” kimi çevirmək olar. “Qut” səadət, xoşbəxtlik deməkdir. Yusif Balasaqunlu 1015-1018-ci illər arasında Doğu Türküstanın Balasaqun şəhərində dünyaya gəlib. 1068-ci ildə Qaşqar şəhərinə köçüb. Orada 18 ay ərzində bu əsər üzərində işləyib və 1069-cu ildə “Qutadqu-biliy”i Qaraxanlılar dövlətinin – Məşriqin və Çinin hökmdahı Tabğaç Buğra xaqana ərmağan etmişdir. Minnətdarlıq əlaməti olaraq xaqan Yusif Balasaqunluya Ulu Xas Hacib (saray naziri, saray işlərinin rəhbəri) vəzifəsini vermişdir.
    Ərəb və tacik (fars) dillərində belə əsərlərin mövcudluğunu, türk dilində isə “Qutadqu biliy”in ilk örnək olduğunu qeyd edən müəllif əsərinin dilini xaqaniyyə adlandırırdı. Mütəxəssislərin fikrincə “Qutadqu biliy”in dili türk dillərinin cənub-qərb qrupuna, yəni Oğuz qrupuna yaxındır. 13200 misradan, 6520 beytdən ibarət, məsnəvi şəklində yazılmış poemanın içində rübai formasından da istifadə olunur. “Qutadqu biliy”in vəzni əruzun kəsik (qısa) mütəqarib bəhri kimi müəyyənləşdirilir. Əsərin giriş hissəsi nəsrlə yazılmışdır.
    Əsərin yazıldığı dövrdə Qaraxanlı dövlətində, əvvəlcə, Uyğur əlifbasından istifadə edilirdi. Sonra isə dövlətin rəsmi yazışmalarında və ədəbi mühitdə ərəb dilindən istifadə edilməyə başlandı. Bu səbəbdən “Qutadqu-bilik” bir dünya görüşündən digər dünya görüşünə keçid dövrünün məhsuludur və əsər yazılarkən də bu amilin ona müəyyən qədər təsir göstərdiyi şübhə doğurmur. “Qutadqu-bilik” əslində xaqanlar, şahlar, hökmdarlar, dövləti idarə edənlərin kitabıdır. Çünki bu kitabın əsasında adil və ağıllı hökmdar ideyası dayanır. Ağıllı və adil hökmdar arzusu, ümumiyyətlə, bütün türk dünyasını, türk xalqlarını qədimlərdən narahat edən ən ağrılı problemlərdən olub. İstər bizə qədər gəlib çatan ən qədim şifahi xalq ədəbiyyatında, istərsə də ilk qədim yazılı abidələrimizdə adil və ağıllı hökmdar ideyası daim diqqət mərkəzində olub. “Qutadqu-bilik”də isə bu ideya özünü bütün varlığı ilə büruzə verir. Əsərin müəllifi Yusif Has Hacibin yaşadığı dövr müəyyən qədər ziddiyyətli dövr idi. Müxtəlif türk tayfaları arasında hakimiyyət uğrunda gedən mübarizə, daxili çəkişmələr, şübhəsiz ki, adil, ağıllı və güclü hökmdar məsələsini zərurətə çevirmişdi. Daxili çəkişmələrdən qurtarmaq, mənasız yerə qardaş qanının tökülməsinin qarşısının alınmasını istəyənlərdən biri də, şübhəsiz ki, “Qutadqu-bilik”in müəllifi olub. Daxili çəkişmələrə “Qutadqu-bilik”in sonlarında yer alan “Zəmanənin çürüklüyünü və dostların cəfasını söylər” başlıqlı bölümdə açıq şəkildə işarə vurulub. “Qutadqu-bilik” keçmiş təcrübədən istifadə etməklə gələcəyi qurmaq kitabıdır.
    Yusifin bu əsəri hansısa hökmdarın xahişi ilə yazıb-yazmadığı və ya bunu qəlbinin hökmü ilə edib-etmədiyi də, hələlik, məlum deyil. Məntiqi baxımdan, əsərin sifarişlə yazılmasını iddia etmək olar. Çünki o vaxt Yusif həm Qaraxanlı dövlətində, həm də ondan xeyli uzaqlarda – bütün Şərq dünyasında tanınan və hörmət edilən bir şəxs idi. O dövrdə xaqanlar və hökmdarlar öz adlarının əbədiləşdirilməsi üçün tanınmış yazarlara özlərinin nəsillərinin və idarə etdikləri dövlətin tarixini, öz dövrlərini qələmə almaq üçün sifariş verirdilər. Ola bilsin ki, Yusif də belə bir sifariş alıb. Ancaq təəssüflər olsun ki, əsərin heç yerində buna vurulan hər hansı bir işarəyə rast gəlmirik. Bəlkə də, müəllif bunu əsərin girişində qeyd edib, ancaq kimlərinsə əli ilə bu, əsərdən çıxarılıb.
    “Qutadqu-bilik” kimi bir əsər hər hansı bir təsadüf nəticəsində meydana çıxa bilməzdi. Bu əsərin yazılmasında iki amildən biri – ya hansısa hökmdarın sifarişi, ya da müəllifin adil hökmdar arzusu əsas rol oynayıb. Əsərin hansı səbəblə yazılmasından asılı olmayaraq, o, həqiqətən də, çox qiymətli bir əsər kimi tarixdə qalıb. Əgər əsərə bu günkü baxımdan yanaşsaq, onu mahir bir hüquqçunun qələmindən çıxan konstitusiyaya bənzətmək olar. Hər halda, müəllifin cəsarətinə və ağıllı hökmdar haqqında söylədiklərinə heyran qalmamaq olmur. Günümüzdə aktuallığını itirməyən ağıllı hökmdar ideyası, sadəcə olaraq müəllifin geniş dünyagörüşünə və təfəkkürə malik olduğunu bir daha göstərir. Bu, Yusif Has Hacibin əbədiyyətə qovuşması deməkdir. Əslində “Qutadqu-bilik”də türk xalqlarının, imperatorluqlar quran böyük və əzəmətli bir millətin dövlət anlayışı və dövləti idarə etmək praktikası qələmə alınıb. Əsəri bu baxımdan türklərin tarix boyu yaratdıqları sivilizasiyaların, türk zəka və təfəkkürünün mahir bir bilicisi, tükənməz təfəkkür sahibi tərəfindən qələmə alınan əvəzsiz, ölməz sənət abidəsi hesab etmək olar.
    10-13-cü əsrlər olduqca qarışıq və ziddiyyətli, eyni zamanda intibah dövrüdür. “Qutadqu-bilik” belə bir intibah dövründə yazılıb və şübhəsiz ki, bu da əsərin mahiyyətinə öz təsirini göstərib. Əsərin “Bəyliyə (hökmdarlığa) layiq bir bəyin necə olması (idarə etməsi) gərəkliyini söylər” adlı bölməsində dövlətin idarə olunması ilə bağlı olduqca ibrətamiz məsləhətlər var:
    Bəy məmləkəti qanunla idarə edər və ağıllı bir idarəetmə siyasəti yeridər. Xalq hökmdara baxaraq, ondan özü üçün nümunə götürər.
    Bəy adət-ənənəyə necə riayət edərsə, xalq da eyni şəkildə riayət edər. Bəylər hansı yoldan getsə, qul da o yoldan gedəcək.
    Bəy doğru olmalı, sözləri və hərəkətləri bir-birinə uyğun gəlməlidir. Belə olsa, xalq əmin-amanlıq, sülh şəraitində yaşayacaq.
    Bəy adil olmalıdır. Əgər bir bəy uzun müddət ölkəni idarə etmək istəyirsə, onda ölkəni ədalətlə idarə etməli və həqiqəti müdafiə etməlidir.
    Bəy həyalı, ismətli və namuslu olmalıdır. Bəy təkva sahibi və təmiz olmalıdır. Əgər bəy düz olmasa, əxlaqını qorumasa, onda ölkə fəlakətə sürüklənər.
    Bəy cəsur və qəhrəman olmalı, xalqının da özündən nümunə götürməsinə cəhd etməlidir. Bəyi qorxaq olan dövlət məhvə və dağılmağa məhkumdur.
    Bəy səbirli, sakit və təmkinli olmalıdır. O, səbirlə, əsəbiləşmədən, ağılla iş görməlidir. Bütün bunlar bəy üçün bir Allah vergisidir.

    Mənbə

    Yusif Balasaqunlu — Min beş yüz ilin Oğuz şeri, Antologiya.
    Yusif Balasaqunlu. Qutadğu bilig. Bakı: “Avrasiya Press”, 2006.
    “Yusif Balasaqunlu”, Reha Yılmaz

    “Kutadqu bilik” əsəri haqqında

    Dünya ədəbiyyatı tarixində məşhur olan əsərlərdən biri də “Kutadqu bilik” poemasıdır.Poemanın müəllifi Yusif Xas Hacib Balasaqunludur.Müəllif bu əsəri 18 ay ərzində yazıb.Poemanı 1069-cu ildə tamalayıb.Əsəri Qaraxni dövlətinin hökmdarı Süleyman Arslan Qaraxana həsr edib.Hökmdar bu poemanı yüksək qiymətləndirib.Əsərin müəllifinə “Xas Hacib” fəxri adını verib.
    “Kutadqu bilik” poeması 85 bölmə və 6520 beytdən ibarətdir.Şeirlər əsasən dördlük şəklindədir.Dil və üslub baxımından Mahmud Kaşğarinin “Divani-lüğət it-türk” əsəri il yaxından səsləşir.Əruz vəzninin mütəqarib bəhrində yazılıb.Bu əsər əxlaqi-didaktik mövzudadır.
    Poemanın “Kutadqu bilik” adlanması da təsadüfi deyil.Müəllif özü bu əsər haqqında yazır: “Bu kitabı oxuyan kutlu olsun.Kitab onun əlindən tutsun”.Bu əsəri Azərbaycan dilinə Ramiz Əsgər və Kamil Əliyev tərcümə edib.
    Bu poemanın elm aləmində üç nüsxəsi var:
    1.Vyana nüsxəsi 2.Qahirə nüsxəsi 3.Fərqanə nüsxəsi

  • Mahmud KAŞĞARİ.Həyatı və Yaradıcı

    KasgarliMahmud

    Qasqarlı 11 əsrdə Qaraxanlılar yəni indiki Özbəkistanda anadan olub.kitab 319 səhifən ibarətdir.Kitabda “ərzi-Azərabaqdan″ adlı xəritə var. Qaşqarlı Mahmud, Türk Lәhçәlәrinin lüğәtı, Divanü Lüğәtit Türk’ü 20 il müddәtlә yığdığı materyallar ilә 2 il әrzindә qәlәmә vermişdi.
    Alim, min il әvvәl bütün Türk diyarını gәzib vә Türk xalqları arasında yaşıyaraq Türk dili, tarixi, coğrafiyası, folkloru vә mifolojisilә bağlı abidәvi bilik xәzinәsini bizlәrә әrmәğan etmişdir.
    Qaşqarlı, Xaqaniyә, Uygur, Oğuz, Kıpçak, Türmәn, Qırğız, Çiğil, Yağma, Arqu vә digәr Türk soylu xalqları Türk adı altında cәmlәşdirәn bir Türkoloqdur.
    Türklәrin yaşadıqları ölkәlәri, şәhәrlәri, qәsәblәri, kәndlәri tanış edәn, tәfәrrüatlı mәlumat çatdıran qiymәtli әsәri xәritә ilә dә Türk coğrafiyaşünası adına layiq görülmüşdür.
    Mahmud Kaşqari “türklərin bölgələrini, kəndlərini və çöllərini qarış-qarış gəzmişdir. Uzun illər o, türk, oğuz, qırğız şəhərlərini, kəndlərini, düşərgələrini dolaşaraq onların lüğətini yazmışdır”. Nəticədə M.Kaşqari Xəzərin şərq sahillərindən başlamış Lobnor gölü meridianına və İli çayı enliyindən Kaşqariyanın cənub sərhədlərinə qədər olan geniş ərazini öyrənmiş, Orta və Mərkəzi Asiyanın bir hissəsinin ilk rayonlaşdırılmasını aparmış və türk xalqları və abidələrinin məskunlaşma sərhədlərini və yerlərini böyük dəqiqliklə müəyyən etmişdir.
    Onun məşhur “Divani-lüğət it-türk” (1072-1074) əsərində türk qəbilələri, çoxlu dağ, çay, göl, ölkə və dövlətlər haqqında geniş məlumatlar toplanmışdır. Tyan-Şan və Yeddigöllük, İssık-Kul gölü, Balasaqun dağları (Qırğızıstanda), Altay vadisi və İli çayı və s. ən müfəssəl şəkildə səciyyələndirilmişdir. O, Narının yuxarı hövzəsində olmuş, Çatırgöl və Siziç (Songöl) gölünü qeydə almışdır. “Divan”ın sonuna əlavə olunmuş xəritə Mahmud Kaşqari dövründə türkdilli xalqların yaşadığı ərazilərin təsvirini verən ilk xəritədir. O, bir sıra paralel formada düzülmüş Qərbi Tyan-Şan dağ sistemini öz xəritəsində daha düzgün əks etdirmişdir. Kaşqari Manqışlak (Manqıstan) yarımadası ilə də tanış idi – bu yarımadaya ilk dəfə məhz onun xəritəsində rast gəlinir.

    “Divani-lüğət it-türk” əsəri haqqında

    Dünya ədəbiyyatı tarixində məşhur olan əsərlərdən biri də “Divani-lüğət it-türk” əsəridir. Bu əsərin müəllifi XI əsrdə yaşayıb-yaratmış məşhur türkoloq Mahmud Kaşğaridir.Müəllif bu əsəri 1075-ci ildə yazmağa başlayır.Əsəri 1077-ci ildə tamalayır.Bu əsər ərəblərin türk dilini öyrənmək məqsədi ilə yazılıb. Divani-lüğət it-türk” əsərində 7500-dən çox sözün şərhi verilib.Bu sərdə türk xalqlarının həm şifahi, həm də yazılı ədəbiyyatından şeir nümunələri də verilib.Şierlər əsasən dördlük formasındadır.Misra daxili bölgü 4+3 formsındadır.Səkkiz hecalı şeirlərə də təsadüf olunur. Divani-lüğət it-türk” əsərində türk dillərində ahəng qanununun olması haqqında ilk dəfə olaraq məlumat verilir.

  • Bugün Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürkün anım günüdür

    mustafa-kemal-ankara-1928

    Mustafa Kemal, 1881 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir vilayet olan Selanik’te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır. Babasını küçük yaşta kaybettikten sonra ilkokulu Selanik’te Şemsi Efendi Mektebi (İlkokul)’nde okudu. Öğrenimini Selanik Askeri Rüştiyesi(ortaokul) ve Manastır Askeri İdadisi(Lise)’nde sürdürdü. 1899’da girdiği İstanbul Harbiye Mektebi’ni 1902 yılında piyade teğmeni rütbesiyle, Harp Akademisi’ni de 1905’te kurmay yüzbaşı rütbesiye bitirdi.
    Mustafa Kemal, 1905 yılında Şm’da 5. Ordu’da, 1907’de Makedonya’daki 3. Ordu’da görevlendirildi. Manastır ve Selanik’te görevli iken 1909’da İstanbul’daki (31 Mart Vak’ası) ayaklanmayı bastıran Hareket Ordusu’nda görev aldı ve ayaklanma başarıyla kısa sürede bastırıldı. Arnavutluk isyanını bastırma harekatına katıldı. 1911’de İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarması üzerine Tobruk’a gönderildi. Tobruk ve Derne’de Türk Kuvvetlerini başarı ile yönettikten sonra binbaşı rütbesiyle 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşı’na katıldı; Edirne’yi Bulgaristan’dan geri alan kolorduda görev yaptı. 1913-1915 yıllarında Sofya’da ataşe olarak bulundu. Birinci Dünya Savaşı’nda, 1915’te, 19. Tümen Komutanı olarak Çanakkale Savaşı’na katıldı. Gelibolu’da düşman saldırılarını başarı ile durdurdu; “Anafartalar Kahramanı” olarak ün kazandı.
    1916’da Doğu Cephesi’ne Kolordu Komutanı olarak atandı ve generalliğe yükseltildi. Rus saldırılarını durduran Mustafa Kemal, Bingöl ve Muş’u düşmandan geri aldı. 1917’de Filistin ve Suriye’de görevli 7. Ordu Komutanlığı’na atandı. Aynı yıl Veliaht Vahdettin ile Almanya’ya gitti.
    Alman Genel Karargahı ve Alman savaş cephelerinde incelemeler yaptı. 1918’de yeniden görevlendirildiği Suriye cephesinde 7. Ordu Komutanı iken, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a geldi. Ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak amacını gizli tutarak, Ordu Müfettişliği görevi ile İstanbul’dan ayrıldı.
    Karadeniz yoluyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayımladı. Türk milletine, “Vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu, azim ve kararlılıkla vatanın kurtarılması için Sivas’ta bir kongre toplanacağını” bildirdi. Ayrıca Osmanlı Hükûmeti’nin verdiği görevden ve askerlikten istifa ederek 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da, 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan kongrelerin başkanlığını yaptı.
    Bu kongrelerde, “Düşman işgaline karşı milletin vatanı savunacağı, bu amaçla geçici bir hükûmetin kurulacağı ve bir milli meclisin toplanacağı, manda ve himayenin kabul edilmeyeceği” kararları alındı ve açıklandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, onun çabalarıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da tarihi görevine başladı; Mustafa Kemal, Meclis ve Hükümet Başkanı seçildi. Osmanlı Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Sevr Antlaşması’nı Türk milletinin kabul etmediğini dünyaya duyurdu.
    İtilaf Devletleri’nin yardımıyla İzmir’i işgal eden Yunan Kuvvetlerinin ilerlemesi 1921’de Birinci ve İkinci İnönü savaşlarıyla durduruldu. 23 Ağustos 1921’de yeniden saldıran Yunan Ordusu bozguna uğratılarak Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Türk Ordusu Sakarya Meydan Savaşı’nı zaferle sonuçlandırdı. 22 gün geceli gündüzlü süren bu savaşta Yunan Ordusu ağır kayıplara uğratıldı. Bu zafer nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal’e a€˜Mareşal’ rütbesi ve ‘Gazi’ unvanı verildi. Türk Ordusu, vatanı düşman işgalinden kurtarmak için 26 Ağustos 1922’de karşı saldırıya başladı. Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Başkomutan Meydan Savaşı’nda (30 Ağustos 1922) Türk Ordusu Yunan Ordusu’nun büyük kısmını yok etti. Bozguna uğrayarak kaçan düşman kuvvetlerini izleyen Türk Ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı ve İtilaf Devletleri işgal ettikleri Türk topraklarından çekildiler.
    Kurtuluş Savaşı’nın ardından TBMM tarafından 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilirken, Mustafa Kemal de Cumhurbaşkanı seçildi. 1938’deki ölümüne dek arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı seçilen Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı oldu.
    Mustafa Kemal’e, 24.11.1934 günlü, 2587 sayılı kanunla Atatürk soyadı verildi ve bu soyadının başkaları tarafından kullanılması yasaklandı.
    Mustafa Kemal Atatürk, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın etkilerini hafifletmek ve ülkenin kalkınmasını hızlandırmak amacı ile 1933’te Beş Yıllık Sanayi Planı’nı başlattı. Aynı dönemde dış politikada da önemli adımlar atıldı; Milletler Cemiyeti’ne girilmesi (1932), Balkan Antantı’nın imzalanması (1934), Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936) ve Sadabat Paktı (1937) gibi girişimler Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada etkili bir aktör olarak öne çıkmasına katkıda bulundu. Atatürk, Hatay’ın anavatana katılması için yoğun bir diplomatik çaba sarf etti ve onun bu amacı, vefatının ardından 1939 yılında gerçekleşti.
    Atatürk, yalnızca Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’nı başarı ile yöneten bir komutan değil, aynı zamanda gerçekleştirdiği devrimler ile de dahi bir devlet adamı idi. 57 yıl süren yaşamının büyük kısmında, milletinin ve vatanının bağımsızlığı ve mutluluğu için yılmadan çalıştı ve girdiği her mücadeleden zaferle çıktı.
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, cesur ve unutulmaz önderi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrıldı.

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    942912_10151676102916506_876489865_n-300x2251

    Bir Güç Var

    Her sabah uyandığımda,
    Hava biraz aydınlandığında,
    Seher vakti olduğunda,
    Beni düşündüren bir şey var.

    Boğazıma bir şey düğümlendiğinde,
    Her nefes alış verişimde,
    Derinlere dalıp iç çekişimde,
    Beni düşündüren bir şey var.

    Baharda açan çiçekte,
    Yazın esen yellerde,
    Sonbahar ve kışın renginde
    Beni düşündüren bir şey var.

    Gözlerimi usulca yumduğumda,
    Kendime hesap sorduğumda,
    Sonra cevabı bulduğumda,
    Beni düşündüren bir şey var.

    Bir Kadın

    Bir yokmuş bir varmış
    Bir kadın kendi haline dalmış
    Dalmış ki o biçim kalmış.

    Gözlerini dikmiş ileriye
    Kim bilir nereye
    Gitmiş hangi aleme?

    Sorsan da seni duymuyor
    Kirpikleri bile oynamıyor
    Öylece bir noktaya bakıyor.

    Hey kardeşim uyan!
    Yokki beni duyan,
    Sabrım oldu kat kat
    Az önce nereye gittin
    Kendine gel de bize anlat…

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    942912_10151676102916506_876489865_n-300x225

    Bilemiyorum

    İçimde bir burukluk var bugün
    Ellerim soğuk, gözüm yaşlı, gönlüm hüzün
    Neden böyleyim neden böyle bugün
    Dilim suskun, gözlerim süzgün, yüreğim üzgün

    Arıyorum içimdeki soruyu bulamıyorum
    Nedir nedir diyor bir daha soruyorum
    Tam buldum derken duraklıyorum
    Sonra kendi kendime “yok bu değildi” diyorum.
    Bilemiyorum………

    Biliyor musun?

    Sen hayatımdaki boşluğu dolduran
    Sen geçmişten geleceğe özlem duyulan
    Bir şahıs, bir şahsiyet
    Sen içimde bambaşka duyduğum bir mutluluk
    Sen gözümde büyüttüğüm bir dev
    Sen yücelttiğim, gökyüzüne sığdıramadığım
    Bir erdin,
    Bir bilsen benim sana olan duygularımla
    Neler çektim…Neler geçirdim…
    Biliyor musun? Ben hep seni sevdim.
    Ama hiçbir zaman sana yenilmedim…

  • Gülten ERTÜRK (Türkiye Cümhuriyyeti, Ankara).Muhteşem şiirler

    Gülten ERTÜRK

    Beypazar Kurusu

    Yuvarlanır narin nazik ellerde
    Sevdasını yaşatmış gönüllerde
    Bin yıldan beridir tadı dillerde
    Ağızda dağılır Beypazar Kurusu

    Dillerde efsane olmuş dolaşmış
    Ünü Beypazarı dışına taşmış
    Kurutulmadan da öncesi yaşmış
    Öylede yenir Beypazar Kurusu

    Katıksız sudan çay demliyeceksin
    “Deymeyin keyfime be! ” diyeceksin.
    Eş, dost akrabayla sevineceksin
    Sohbetle yenir Beypazar kurusu.

    Beypazarı

    Beyler yaşamış zamanında bu topraklarda
    Ondan Beypazarı koymuşlar adını
    Eski camileri, evleri ve hanları
    Nelere tanık olmuşsun sen Beypazarı?

    Gümüşleri ve bindallı giysili kızları,
    Eski işlemeli tavanları ve hamamları,
    İpek yolu geçmiş ara sokaklarından,
    Tarihe ne damgalar vurmuşsun sen Beypazarı?

    Daha hala koku gelir eski taş fırınlardan
    Kurusunu, dolmasını, gövecini tatmadan
    Ayrılmasınlar sakın bu diyardan
    Damak tadında bile sen Beypazarı…

    Şimdi ‘Açık hava müzesi’diyorlar
    Seni öve öve bitiremiyorlar.
    Görenler sevdiklerine seni anlatıyorlar
    Tarihe daha ne damgalar vuracaksın?
    Sen Beypazarı, güzel Beypazarı…

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyetine, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Ahmet Yesevi

    Yesi ülkesine bir güneş doğdu
    Türkistan’nın piri Ahmet Yesevi
    Yalanı, yanlışı ilmiyle boğdu
    Türkistan’ın miri Ahmet Yesevi

    Buhara’ydı ilim, irfan merkezi
    Sıcak yüreğiyle sardı herkesi
    Dünyaya duyurdu Türkistan sesi
    Kainatta iri Ahmet Yesevi

    Hacı Bektaş, Yunus Emre, Mevlâna
    Feyz alıp dağıttı kalpten her yana
    İki bin yıl önceden ta bu yana
    Gönüllerde biri Ahmet Yesevi

    Pir-i Türkistan’ın şairi, veli
    Dört kapı, kırk makama değmiş eli
    Yüz yirmi yaş sonra seherin yeli
    Yaratanın eri Ahmet Yesevi

    Münevver Düver
    16.12.2010-Adana

    Ali Şir Nevai

    Özbekistan dünyasının şairi
    Altun yürekli Ali Şir Nevai
    Beş yüz yıldan beri olmuş ahiri
    Güçlü bilekli Ali Şir Nevai

    Rus, Uygur, Ermeni’ler seni anar
    Azeri, Tatar’lar özüne yanar
    Türkmenler, Özbekler sözüne kanar
    Eli kalemli Ali Şir Nevai

    Türk dilinde öncü, yoluyla yoldu
    İnsan sevgisiyle aşını böldü
    Afganistan, Herat oradan geldi
    Horasan âlimi Ali Şir Nevai

    Babası Vezir, Timur’un meliki
    O bir mühürdar, Vezir, Vali idi
    Bin bey yüz bir yılında vefat etti
    Fani mahlaslı Ali Şir Nevai

    Münevver Düver
    22.12.2010-Adana

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Cengiz Aytmatov

    Gazeteci, politikacı, çevirmen
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov
    Hep kültür adamı hem veteriner
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Kırgızca, Rusça’yla eserler yazdı
    Genç yaşlarda “Lenin ödülü” aldı
    Edebiyatta “Tipik İnsan” oldu
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Sovyet Devlet Edebiyat Ödülü
    Alıp, oldu Talas Millet Vekili
    Büyük elçilik yaptı tatlı dili
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Şiir, öykü, roman yazıp ta verdi
    Kırkızistan için gönlünü serdi
    Yüreklerde yaşamaktı tek derdi
    Kırkız’ın yazarı Cengiz Aytmatov

    Münevver Düver
    26.12.2010-Adana

    Rauf Denktaş

    Bin dokuz yüz yirmi dört ocak ayı
    Dünyaya geldi güzel Rauf Denktaş
    Kıbrıs kurtuluşunda var çok payı
    Kurtarmak için geldi Rauf Denktaş

    Her konuda vardır irfanı, ilmi
    Kültürde, sanatta buldu bilimi
    Kıbrıs’ı paylayıp aldı dilimi
    Vatandaşına verdi Rauf Denktaş

    Hem Devlet Başkanı hem de bir şair
    Çok şeyler yazıldı özüne şiir
    Edebiyatını insana dair
    Okuttu, okutturdu Rauf Denktaş

    Usta bir yazardır çoktur kitabı
    Nazik, centilmendir güzel hitabı
    Fotoğraf çekmeye yeter adabı
    İnsanlar hep sundu Rauf Denktaş

    Münevver Düver
    25.12.2010-Adana

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Arif Nihat Asya

    Mücadele yıllarında direndi
    Halk kahramanı Arif Nihat Asya
    Adana Kurtuluşu’nu bilendi
    Önceden yazdı Arif Nihat Asya

    Bayrak şairidir edebiyat yeri
    Sözlerinden asla dönmedi geri
    Her zaman anılır bizlerden biri
    Topluma öncü Arif Nihat Asya

    Siyah-beyaz, renkli şiirler yazdı
    Adını bayrağın üstüne kazdı
    Gönlündeki sevda Türk’lere baz’dı
    Türk’ün sembolü Arif Nihat Asya

    Yüreklerde en güzel yerde yaşar
    Milletin kalbinde sevgisi taşar
    Bayrak şiiri de dünyayı aşar
    Dalgalandıkça, Arif Nihat Asya

    Münevver Düver
    26.12.2010-Adana

    Sabir Rüstemhanlı

    Dokuz yüz kırk altı bahar ayında
    Dünyaya geldi Sabir Rüstemhanlı
    Şanlı Azerbaycan Kıyı boyunda
    Kalplere merhem Sabir Rüstemhanlı.

    Azeri Türk’lerin gönül pazarı
    Araştırmacı, Şair ve Yazarı
    Filoloji uzmanı, değmez nazarı
    Devlet adamı Sabir Rüstemhanlı.

    Bahtiyar Vahapzade şöyle dedi
    “Vatan için yanan feryadı idi”
    Parti Genel Başkanı hırkası giydi
    Parlamenter’dir Sabir Rüstemhanlı.

    Üç bin satış yaptı “ömür” kitabı
    Türk dünyasına hep etti hitabı
    Güzel yüreğiyle, özgün adabı
    Düver’e örnek Sabir Rüstemhanlı.

    Münevver Düver
    15.01.2011-Adana

  • Harika UFUK (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Makale

    307114_10150226571147998_8263005_n

    BİRİNCİ ULUSLAR ARASI HARUNİYE KAPLICALARI MÜZİK VE ŞİİR ŞÖLENİ ANILARIM

    Düziçili Sayın İbrahim Özdemir’in güzel bir etkinlik yapacağı haberini paylaşım sitesindeki duyurularından öğrenmiştim. O ara Aydın Belediye’sinin Türkiye çapında ilk kez açtığı Aydın konulu şiir yarışmasında birinci olmuştum. Bu nedenle başka etkinliklere yoğunlaşamamıştım. 6 Eylül’de 08.40 uçağıyla İzmir’e oradan da İzmir’den yarışmanın ikincisi olan sevgili arkadaşım Şerife Çınar ve değerli sanatçı arkadaşımızla havaalanında buluşarak karayoluyla Aydın’a ulaştık. 7 Eylül Aydın’ın Kurtuluşunun 91. Yıldönümü kutlamaları kapsamında şiirimi okudum. Ödülümü aldım. 8 Eylül’de akşam 20.20 uçağıyla Adana’ya döndüm. Aydın ile ilgili izlenimlerimi başka bir yazımda ele alacağım.

    Aydın dönüşü Sayın İbrahim Özdemir’den Düziçi etkinliği için davet aldım. Ancak ağır bir ameliyat geçirdiğimi, sağlık sorunlarım nedeniyle tek başıma katılamayacağımı genç bir şair-yazar olan kızımla katılma imkânım varsa gelebileceğimi söyledim. Kabul etti. Etkinlik 21 Eylül 2013 Cumartesi 19.30’da başlayacaktı. Saat 16.00’da ise Düziçi Belediye Başkanı Sayın Ökkeş Namlı Beyefendi bu etkinliğe yurt içi ve yurt dışından katılan şair, yazar ve âşıkları makamında kabul edecekti.

    Ben de Adanalıyım ve Adana’da yaşıyorum. Bize yakın bir ilçe olduğu için yola saat 13.00-14.00 arası çıkmayı kızımla kararlaştırdık. Saat 15.00’te Düziçi Belediye Binası’nın önüne ulaştık. Sabahtan gelen arkadaşları sabah kahvaltısı sonrası biraz gezdirmişlerdi. Öğlen yemeği de yendikten sonra Haruniye Kaplıcalarındaki konaklayacağımız odalara da ikişer ikişer yerleştirilmişlerdi.

    Belediye Başkanıyla görüştükten sonra Özel İdare Binası önündeki alanda etkinlik yapılacaktı. İbrahim Özdemir’i aradım. Etkinlik alanında hazırlıklarla uğraştığını Azerbaycan’dan katılan Gülnare Eşgerzade ve Adana’dan, Kozan’dan, Ceyhan’dan gelen bazı arkadaşların da alanda olduklarını söyledi. Kızım Sena ile etkinlik alanına gittik. Tanıdıklarımızın yanı sıra ilk kez gördüklerimiz de vardı. Yenilerle tanıştık, eskilerle sohbet ettik. Adana’dan gelen Kastamonulu arkadaşım, aynı derneğin üyesi olduğumuz meslektaşım Cemal Ünal ile sohbet ettik. Eşini de tanırım. Dünya tatlısıdır Münciye Hanım… Cemal Bey’in arabasıyla dört arkadaşım farklı ilçelerden gelmişlerdi. Kahyaoğlu mahlasıyla tanınan aslen Sivaslı ama Ceyhan’da yaşayan meslektaşım Ali Atar, Cemal Ünal gibi emekli matematik öğretmenidir. Şu anda Ceyhan Edebiyatçılar Derneği Başkanıdır. Kozan’dan Otağ TV’de yıllardır “Türkü Pınarı” programını hazırlayıp sunan şair Adnan Özcandan ve Adana’dan Âşık Mustafa Fındıklı benim gibi Çukurova Halk Ozanları Kültür ve Araştırma Derneği üyelerindendir. Yaz dolayısıyla görüşemeyen bizler artık etkinliklerde bir araya gelerek edebiyat sohbetlerimize kaldığımız yerden devam etmeye başladık.

    Düziçi Belediyesi Haruniye Kaplıca Tesislerinde hazırlıklarını tamamlayanlar da belediyeye ait araçlarla Düziçi’ne ulaşmışlardı. Tekrar Belediye Binasına gittik. Belediye Başkanı’nın makam odasına alındık. Belediye Başkanı bir taziyeye gitmişti. Bir süre bekledik ama hiç sıkılmadık, bu arada Haruniye Kaplıcalarındaki tesislerden gelenlerle tanışma ve bol bol sohbet etme fırsatımız oldu. Kayseri’den Sergül Vural ve Eğitimci Şair Yazar Ali Özkanlı gelmişlerdi. Ali Bey’i ismen tanıyordum ama sanırım ilk kez bu etkinlikte tanıştırıldık. Sergül Hanım zaten sevdiğim simalardandır. Yozgat 11. Sürmeli Şiir Şöleni’nden sonra bu yıl 18 Ocak 2013’te Çukurova 6. Tüyap Kitap Fuarı’nda görüşmüştük. İmza günlerimiz vardı. İlesam Eski Yönetim üyelerinden, beyefendiliğiyle ve güçlü şiirleriyle gönüllere taht kurmuş Vedat Fidanboy ve sevilen şairlerden Murat Duman ile İlesam kongresinde tanışmıştık. Gülten Sultan, Âşık Sevdai, Vedat Fidanboy, Rıfat Çakır, Murat Duman’ın arabasıyla Ankara’dan gelmişlerdi. Adını duyduğum ama bugüne dek tanışmadığım genç ancak iyi bir şair olan İbrahim Şaşma Karaman’dan iştirak etmişti. Van Erciş’ten gelen yine genç bir şair -ki adını o güne kadar duymamıştım- Gökmen Sakin gerçekten başarılı ve oldukça esprili idi. Zekeriya Efiloğlu aslen Ordulu ama Gaziantep’te yaşayan eğitimci şair yazar… Recebiye Çataksezer İstanbul’dan, Rıfat Çakır ise Ankara’dan iştirak eden ve sunuculuk görevini üstlenen yeni tanıştığım çok değerli isimlerdendi. Yunan vatandaşı olup aslen Batı Trakya Türklerinden olan Özkan Hüseyin de yöresel giysileri içinde dikkat çeken ozanlardandı. Tokat’tan Hasan Akar ile Tokat Zile’den değerli şairlerimizden Ahmet Divriklioğlu elleri boş gelmemişlerdi. Başkana armağan olarak Kümbet dergisi ile sanırım bir de yazma getirmişlerdi. Aramızdaki en genç şair Sena Morkal idi. Sena da geç ama ödüllü şairlerdendir. Dergilerde ve gazetelerde yıllar öncesinden şiirleri yayınlanmaya başlamıştır.

    Başkan geldi, hepimizle tek tek ilgilendi. Biz ona kitaplarımızı hediye ettik. Başkan da bize Düziçi’nin resmedildiği çini tabakların bulunduğu şık çerçeveli birer tablo hediye etti. Bol bol fotoğraf çektirdik. Bizlere önce su, sonra da meyve suyu ikram etti. Etkinlik için havai fişekler patlatacaklarını söyledi. Mutlu olduk. Konya’dan Sultan Özateş folklorik giysileriyle oldukça sempatikti. Kon TV adına çekimler ve röportajlar yaptı. Başkanla vedalaşıp alana gittik.

    Ancak alana vardığımızda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Oradaki çay evine sığındık. Birer bardak çay içtik. O sırada bir belediye görevlisi etkinliğin bu durumda yapılamayacağını, sandalyeleri ve ses tesisatını toplayıp götürdüklerini açıkladı. Kapalı bir salon yoktu. Düğün salonları da doluydu.” İsteyenler dönebilirler, teşekkür ederiz.” Sözü hepimizi şok etti. İbrahim Özdemir şaşkındı, üzgündü, çaresizdi o anda… Yalnızdı. Haruniye Kaplıca Tesislerine döndük. Akşam çökmüştü. Yağmur devam ediyordu. Saçlarımız tepemize yapışmıştı, sırılsıklamdık. Kaplıca yolu çok sarptı, dardı, pek düzgün değildi üstelik de kaygandı. Kızım “ Anne, ayet el kürsüyü oku.” dedi bana. Bildiğim bütün duaları okudum.

    Kaplıcaya sağ salim vardığımızda çok geç olmuştu. Yağmur da devam ediyordu. Oldukça acıkmıştık. Restorana geçtik. Yemekler bitmişti. İbrahim Özdemir kavun, karpuz, salatalık, domates, yeşilbiber, beyaz peynir ve zeytin almıştı. Neşeyle yedik. Restoranda düzenlemeler yapıldı. Şiir dinletimizi orada yaptık. Kaplıca sakinleri, konuklar “İnşallah etkinlik burada olur.” diye dua ettiklerini söylediler. Allah, onların dualarını kabul etmiş demek ki!

    Sayın Rıfat Çakır’ın güzel sunumlarıyla sıra ile birer şiir okuduk. Plaketlerimizi Sayın İbrahim Özdemir’in elinden aldık. Bu kadar güzel bir dinleti olamazdı. Mest oldum adeta… Öyle güzel şiirler okundu, öyle tatlı sohbetler yapıldı ki zaman dursun istedim. 23.30’da etkinliğimiz bitti. Odalarımıza çekildik. Kızımla ben en sondaki odadaydık. Girişte minik bir mutfak, tezgâh altında mini bir buzdolabı, çok şık mutfak dolapları bulunuyordu. Az ilerde ince uzun bir masa ve altında koyu kahverengi deri kaplı iki adet rahat puf vardı. Dipte iki yatak (yataklardan biri iki kişilik diğeri tek kişilik), iki etajer, iki kapılı gardırop ile banyo tuvalet kapısı… Tertemizdi. Burada en az bir hafta kalmak ve günde üç banyodan bir haftada toplam 21 banyo almak pek çok derde derman oluyordu. İnternetten araştırdığım kadarıyla suyun sıcaklığı 32 derece idi. Özellikle romatizmaya, kadın hastalıklarına, cilt rahatsızlıklarına, bel tutulmalarına çok iyi geliyordu. Barsak, mide rahatsızlıklarının tedavisinde de yararlıydı. Bir gün önce gelenler kaplıcadan faydalanmışlardı. Ben de girmek istedim ama kadın ve erkeklerin girecekleri saatler farklıymış. Ertesi sabah 8 ile 9 arasında bayanların girebileceklerini söylediler.

    Alışkanlığım gereği erkenden kalktım. Kızım uyumak istiyordu. Küçücük odada onu rahatsız etmemem mümkün değildi. Bari yürüyüş yapayım dedim. Bir süre tertemiz havada yemyeşil ağaçları seyrederek yürüdüm. Marketin önünde Rıfat Çakır ile Ozan Sevdai’yi gördüm. Anahtarlarını odada unutmuşlardı. Zorunlu olarak dışarıda oturuyorlardı. Bir süre sonra bütün erkenciler masada birer birer toplandık.

    O arada saate baktım; sekizi çeyrek geçiyordu. Kaplıcaya gittim. Mermer basamaklarla inilen bir yerdi. İndiğimde sol tarafta iki bölümden oluşan küçük havuz gördüm. Şaşırdım. “Burası mı?” dedim bir hanım sağdaki kapıyı gösterdi. Yaklaşık 40 metrekarelik bir havuzda en az kırk bayan vardı. Hanımların pek çoğu suyun içinde bulunan yanlardaki mermer basamaklara oturmuş kıpırdamadan duruyorlardı. Bu durum bana anlamsız geldi ama kimseye bir şey söylemedim. O ara Kayseri’den katılan sevgili arkadaşım Sergül Vural “On beş dakika kıpırdamadan dur, bak ne olacak?” dedi. “Ne olacakmış ki?” dedim. Kenarda yan yana kıpırdamadan oturan hanımları gösterdi. “Bak, derilerinin üzeri su kabarcıkları dolu… Kaplıcanın suyu cilde iyi geliyor. Gözenekleri açıyor. Böyle tedavi ediyor. ” dedi. “Kaplıca sıcak olmaz mı?” Diye düşündüm. Burasının sıcaklığı tahminimce ancak 17-18 dereceydi. Bazı hanımlar üşüdük dediler. Bazıları da sıcak olmadığı için özellikle burayı tercih ettiklerini belirttiler karşı odadaki Kahramanmaraşlı komşularımız gibi… Sergül hanım hacıdır. Tırnaklarındaki boyalar dikkatimi çekti. Oje gibi duruyordu. Biliyordum ki beş vakit abdestli, namazlı inançlıdır. Kesinlikle kınadır ama sadece tırnaklarda olmasını nasıl becerebilmişti? Öğrendim, hacda satılıyormuş. Tırnak kınasıymış. Özelliğini bir ay süreyle koruyabiliyormuş. Ekim ayının başında hacca gidecek olan dayımın oğlu Mustafa’ya sipariş verdim. Çok beğendim. Bir süre sonra “Hadi artık yeter çıkalım.” Dedim. Tam çıkmıştık ki görevli kadın “Hanımlar, süre doldu, havuzu boşaltın.” Dedi. Sergül Vural’a “Kovulmadan çıktık.” Dedim, gülüştük.

    Kaplıcadan çıkınca banyo yapılmıyormuş. Bu nedenle kurulanıp giyindik. Odaya döndüğümde karşıda kalan ve yirmi yıldır buraya her yaz gelen Kahramanmaraşlı Yılmaz ailesi muhteşem bir Pazar kahvaltısı hazırlamışlardı. Kızımı ve beni davet etmişlerdi. Ayrıca yer çok dardı. Komşu aile iki oda arasına 6 kişilik bir masa koymuştu, bizler de odalardaki pufları dışarı çıkarmıştık. Onlar bir anne, kızı ve damadından oluşan üç kişilik bir aileydi. Biz de anne ve kız iki kişiydik. Sergül Hanımı davet ettik, gelmedi. Oda komşumuz Yılmaz ailesine kitaplarımdan armağan ettim. Bu nazik davetlerinden dolayı çok mutlu olduğumu belirttim. Adana’ya davet ettim. Haberleşmek üzere birbirimize telefon numaralarımızı verdik. Diğer arkadaşlar marketin önündeki geniş yerde kahvaltılarını yapmışlardı zaten. Biz de onlara katıldık. Güzel bir sabah sohbetinden sonra gezintiye çıktık.

    Belediyenin tahsis ettiği minibüse bindi arkadaşlar, minibüs dolunca biz de kendi aracımızla İbrahim Özdemir Ağabey’in rehberliğinde Berke Barajına gittik. Berke Barajı Ceyhan Nehri üzerinde kurulmuş önemli barajlardan bir tanesi… Muhteşem bir manzara vardı. Bol bol resim çektirdik. Düziçi Haruniye Kaplıcaları’nın Müdürü Mustafa Kurt bize yörenin baraklarından birini söyledi. Karacaoğlan’dan şiirler okudu. Berke Vadisi ise uçsuz bucaksız gibi göründü gözüme… Yeşil ile mavinin buluşmasıydı bu; hatta dansıydı belki de… Tünelden geçerek farklı bir yere doğru yola çıktık. Sabun Çayını gördük. Köpürerek aktığı için çaya bu ad verilmiş. Bir metre eninde oldukça uzun bir yoldan ilerledik. Sevgili meslektaşım dünya tatlısı Gülten Ertürk’ün çığlığı üzerine acaba ne gördü diye meraklandım. O ana kadar fark etmemiştim. Sarımsı, kızılımsı, turuncu renklerdeki yengeçleri merakla izledim. Açıkçası ben de ürktüm. Azerbaycan’dan bu etkinliğe katılan Gülnare Eşgerzade “Bunlar nasıl zarar verirler?” dedi. Ben de kıskaçlarının çok güçlü olduğunu açıkladım. “Uzak durursak zarar vermezler.” Dedim.
    Dünyanın en güzel manzaralarından birini saklıyordu Haruniye… Bol bol fotoğraf çektik ve araçlarımıza döndük.

    Bir süre sonra Berke Vadi’sinde bir aileye konuk olduk. Asmanın altındaki çardakta dinlenirken yine şiir okundu, tatlı tatlı sohbetler edildi. Acıkanlara peynir, ekmek, salatalık, domates ikram edildi. Çaylarımızı içerek tekrar konakladığımız yere döndük. Mis gibi çoban kavurma ve özel olarak pişirilen küncülü (susamlı) ekmeklerle nefis bir ziyafet bizi bekliyordu. Yemeğin üstüne de geleneksel olarak kavun ve karpuz ikramı oluyordu. O kadar neşeliydik ki anlatmam mümkün değil… Telefon numaraları alıp verdik. Birbirimize kitaplarımızdan imzaladık. Çaylarımızı keyifle yudumladık. Bir süre sonra saat 16.00 civarında ayrılmaya karar verdik. İlk ayrılanlar Ankara’dan gelen arkadaşlarımız oldu. Herkesle tek tek vedalaştık. Nedime Ekinci arkadaşımız Antakya’ya Sevil Mısırlıoğlu’na misafir olacakmış. Âşık Sevdai de Adana’daki bir tanıdığı tarafından davet edilmiş. Adana’ya kadar bizimle geldiler. Önce Nedime Hanımı Atilla Altıkat Köprüsü civarında bulunan Has Turizm bürosuna bıraktık. Âşık Sevdai’yi de Gülek Camisinin önünde bekleyen tanıdıklarıyla buluşturduk.

    Yorgun ama mutlu bir şekilde evimize döndük. Seneye tekrar Düziçi Haruniye Kaplıcalarında buluşmak üzere sözleştik. Bu etkinliğin başkahramanı Şair Yazar Eğitimci Sayın İbrahim Özdemir’e ve bizlere ev sahipliği yapan Düziçi Belediye Başkanı Ökkeş Namlı’ya çok teşekkür ederim. Umarım seneye yapılacak olan etkinlik bu yılkinden çok daha güzel olur.

    Harika UFUK
    ADANA
    25 Eylül 2013

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Bahtiyar Vahabzade Anısına

    Ömrünün gülünü sevgiyle ektin
    Topraklara, Bahtiyar Vahabzade.
    Güllerin içinde kokunla tektin
    Kula sundun Bahtiyar Vahabzade.

    Azerbaycan, Şeki Kentinde doğdun
    Kültür deryasında cahili boğdun
    İnsanlara sevgi, saygıyı sundun
    Can evinden, Bahtiyar Vahabzade.

    Özgürlüğün adı seninle yaşar
    Verdiğin eserler menziller aşar
    Öğrencilerinin gönlünden taşar
    Ummanlara, Bahtiyar Vahabzade.

    Azeri toplumu hayrandır sana
    Vekilleri oldun, doğrudan yana
    Ne mutlu doğduğun o güzel an’ a
    Gönüllerdesin Bahtiyar Vahabzade.

    Azerbaycan, Bakü, Türk gözbebeğin
    Kültüre, sanata çoktu emeğin
    Seni unutmaz Münevver Düver’in
    Kalbimdesin, Bahtiyar Vahabzade.

    Münevver Düver
    22.11.2010. Adana

    Dağlık Karabağ

    Azerbaycan Ermenistan sorunu
    Asırlardır yaşar Dağlık Karabağ
    Katliamlar yapmış doğru yorumu
    İnsanlık çaresiz Dağlık Karabağ.

    Ermenistan sınırları içinde
    Gökçe Gölü ile dağlık biçimde
    Siyasi baskının zorlu göçünde
    Yerinden edildi Dağlık Karabağ.

    Türkiye’nin destekleri yetmedi
    Akıtılan kanlar durup bitmedi
    Ermeni zulmü buradan gitmedi
    Çok acılar çekti Dağlık Karabağ.

    Ermeni dölü Sovyet kızıl ordu
    Dağlık Karabağ’a karargâh kurdu
    Talan etti bütün Milleti yurdu
    Münevver ah çeker Dağlık Karabağ.

    Münevver Düver
    15.01.2011-Adana

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Hocalı Katliamı

    Bin dokuz yüz doksan iki kışında
    Dağlık Karabağ Özerk bölge idi
    Sovyet Birlikleri işin içinde
    Sözde, bu bölgeyi bırakıp gitti.

    Ermeğiyle, Rus’lar el ele verdi
    Hocalıyı yerden yere serdi
    Masum bebelerin başını derdi
    Burada adalet, insanlık bitti.

    Nineleri, dedeleri yaktılar
    Çocukları kazığa bıraktılar
    Hamile kadına şişler taktılar
    Bunu yapanların hepsi de itti.

    Alevler içinde kavruldu canlar
    Yıkıldı yuvalar, dükkânlar, hanlar Nasıl can dayandı, hayvan mı bunlar Bu zulmü yapanlar kanını sattı.

    Münevver Düver
    15.02.2011-Adana

    Yedi Devlet Bir Millet

    Evvelimiz aynı ahiri aynı
    Yedi devlet bir milletin nesliyiz
    Batınımız belli, zahiri aynı
    Yedi devlet bir milletin nesliyiz

    Sosyalist Cumhuriyet’ten ayrılan
    Rum ile Rus’un zulmünden sıyrılan
    Dost sanılan düşmanlarca kayrılan
    Yedi devlet bir milletin nesliyiz

    Moğallar, Hun’lara dayandı soyum
    Osmanlı’dan miras bu güzel huyum
    Türk evladı Türk’üm, budur öz suyum
    Yedi devlet bir milletin nesliyiz

    Kardeş Kırgızistan bağ ile bostan
    Türkiye’min şanı dillere destan
    Türkmenistan ile hür Kazakistan
    Yedi devlet bir milletin nesliyiz

    Kuzey Kıbrıs Türk’ün Cumhuriyeti
    Azerbaycan kalbe aldı milleti
    Özbekistan da buldu hürriyeti
    Yedi devlet bir milletin nesliyiz

    Münevver Düver
    04.12.2010-Adana

  • Münevver DÜVER (Türkiye Cümhuriyyeti, Adana).Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Mahtumgulı Firâği

    Devlet Mehmet Azadi’nin hür oğlu
    Büyük usta Mahtumgulı Firâği
    Bin yedi yüz otuz üç’lerde doğdu
    Büyük şair Mahtumgulı Firâği.

    Mutasavvıf yanı aşk ile dolmuş
    Birçok medresede irfanı bulmuş
    Türkmen’lerin büyük alimi olmuş
    Türk gururu Mahtumgulı Firâği.

    Mahlası Firâği, öz Mahtumkulu
    İslam dünyasının gönlünde ulu
    İnsanlık durağı, ilmin de yolu
    Milli şair Mahtumgulı Firâği.

    “Türkmenler bağlasa bir yere beli,
    Kurutur kul zulmü, Derya-yı Nil’i.”
    Görüp yazmıştı o, sanki bir veli
    Sultanımdır Mahtumgulı Firâği.

    Münevver Düver
    13.12.2010-Adana

    Bahtiyar Vahapzade

    Azeri ilmiyle doğup’da taşan
    Siyasetçi Bahtiyar Vahapzade
    Sözleri Şeki’den dünyayı aşan
    Yazar, şair Bahtiyar Vahapzade

    Zekeriyye ile Hanım’dan geldi
    Bir gün profesörlüğe yükseldi
    Halk Şairi, Millet Vekili oldu
    Filoloji Bahtiyar Vahapzade

    Sanatında saflık, doğallık vardı
    Samimi ve sıcak duygulu yardı
    Azerbaycan halkı gönlüne sardı
    Azeri pir Bahtiyar Vahapzade

    Kırk eserde şiir, piyes, makale
    Yazarak halkına sundu risale
    Kozmik düşüncesi yurtta meşale
    Kalp sultanı Bahtiyar Vahapzade

    Münevver Düver
    10.12.2010-Adana