Category: Türkiyə ədəbiyyatı

  • Semra MERAL.”SOY İSMİYLE MÜSEMMA BİR ÖMÜR VE SEYFETTİN ÖMER… “

    semra-meral11@hotmail.com

    Taşıdığı ismin hususiyeti ile ters düşmemeyi şiar; soy ismiyle müsemma bir ömür sürmeyi düstur edinmiş ‘bir yazar, bir münevver’ dir bizim Seyfettin Ömer…
    Cahit Sıtkı’nın ‘ortası’ dediği (35+1) otuz altı yıllık kısacık ömrüne, yüz kırk şah-eser inşa eden; bir baş usta, bir ser-mimardır bizim Seyfettin Ömer…
    Sıradan olmayan disiplinli ve ilkeli şahsiyetiyle bir önder; bizzat Balkan Savaşlarına katılarak düşmanı rüyasında değil, topun namlusunda gören onurlu bir askerdir -babası gibi- bizim Seyfettin Ömer.
    Roman türünün gölgesi altında sesi soluğu çıkmayan hikâyemizin-öykümüzün kurucu lideri, bir otorite ismidir bizim Seyfettin Ömer…
    Dünya edebiyatında ‘olay hikâyesi’ olarak adlandırılan Mapasan tarzının edebiyatımızdaki en büyük temsilcisi, ‘Genç Kalemler’ gibi idealist bir derginin ‘gür sesi’dir, bizim Seyfettin Ömer…
    Evet dediğimiz gibi, çok kısa da olsa, soy ismiyle müsemma bir ömür sürmüş ve sanki soy ismi ile ters düşmemek için ‘dinin kılıcı’ olmaya ahdetmiş ve sanki hak, hukuk ve hakkaniyeti temsil etmeye azmetmiştir bizim Seyfettin Ömer…
    Bir adalet timsali, bir hakkaniyet erbabı ikinci İslâm Halifesi Ömer-ül Faruk’un ismini taşımak o/nur/u/nu yaşarken; zerre kadar gölge düşmesin titizliği sarmış olmalı ki dört yanını da; ondan o kadar güzel olmuştur hikâyeleri ve ondan o kadar özel olmuş şüphesiz çoğu başkahramanları…
    Ve işte ondan hem ‘Ömer’in hakkını vermiş, hem de Seyfettin’in…
    Ve işte ondan efendim; ‘yapıcı bir tenkid mektebi’ olma ilkesi ile yola çıkan Poetik-Haber’e, Ömer Seyfettinimizle başlamak bahtiyarlığı taht kurdurdu, bizim bahtımıza da…
    Ömer Seyfetin’imiz…
    Hani şu su gibi berrak ve bir o kadar akıcı sözü ile bir edip; ateş gibi yakıcı özüyle bir hatip olan Ömer Seyfettin’imiz…
    Hani şu sözü, hiç mi hiç eğip bükmeyen; okurunu hiç mi hiç yormayan Ömer Seyfettin’imiz
    Hani şu, eserlerini anlatmak için yeni bir açılıma, yeni bir açıklamaya yer vermeksizin, ‘leb’ demesinden okuyucularının hemen ‘leblebi’yi anlayıverdiği samimi ve sade, içli ve içten bir anlatıma sahip olan Ömer Seyfettin’imiz…
    Olayı; yer tasvirleri ile bir kabaca söylemi ile ‘çevre düzenlemesi’ ile kapatmayan, abartmayan Ömer Seyfettin’imiz…
    Kişi veya kişileri, duygu sağanağına tutmayan veya tabiri caizse âdeta ‘bir tahlil raporu’na boğmayacak kadar bir kelâm erbabı olan Ömer Seyfetinimiz…
    Basit, sıradan, olağan şeyler O’nu ilgilendirmeyip günlük hayatın içinde akıp gitmesine müsaade ederken; içlerinden çekip çıkarması gerekenlerde bile ahlaki- milli-yerli bir değer yüklemesini çok iyi bilen bir sosyolog, bir düşünür, bir münevver olan Ömer Seyfettin’imiz…
    Toplumun aksak yanlarını ustalıkla anlatan, püf noktaları gözden kaçırmayan bir ressam gibi titizliği seçen Ömer Seyfetin’imiz…
    Taraflar arası müsabakaları çok iyi idare eden ‘bir hakem’ gibi tarafsız olan Ömer Seyfettin’imiz…
    O günkü şartlar gereğince, oldukça yalın bir dil ve şatafatsız bir üslûba ve de hikâyelerindeki olayı döndürüp dolaştırmamasına rağmen; düğümü en belirleyici noktada atıp, sonucu da en alıcı, en vurgulayıcı bir biçimde tamamlayarak okuyucusuna; ‘iyiye minnet, kötüye lanet okutmak’ta fevkâlade bir başarı sergileyen Ömer Seyfettin’imiz…
    [Hakkaniyeti ‘panter’e değil, ‘kantar’a bırak/ S.M.]an ve güçlüyü değil, haklı’yı kazandırarak; okuyucuya rahat bir nefes aldıran ‘bir hâkim gibi’ hukuku işleten Ömer Seyfetinimiz…
    Onun başkahramanları birer Ömer Seyfettin olarak selamlarken bizi; –çünkü hemen hemen her yazar eserinin bir parça başkahramanı değil mi ki?– Biz bağrımıza basarken bu erdem erbabı yiğitleri; O, birer fazilet timsali kahramanlarını göklere çıkarmadıkça rahat eder mi ki?
    O’nun yüreği; vicdansızı, insafsızı, şefkatsizi, saffetsizi; kötüyü, yanlışı, çirkini yerin dibine batırmadıkça susar mı ki?..
    Hikâyelerinde devletimizin bekasını; milletimizin refahını işlemiş olan bu mümtaz duayenimiz vefat edeli seksen’e bir kalmış olmasına rağmen ‘Acaba hakkı lâyıkıyla teslim edilmiş mi?’ diye düşünmemizin zamanı çoktan geldi de geçti desek, acaba haksız mıyız ki?
    Asla bir mağdur değilse de, ahbap çavuş ilişkileri ile göklere çıkarılan kırık-dökük yazılarla, alık-çalık şiirlerin havada uçuştuğu bir dönemde isteyerek veya istemeyerek hafızalardaki yeri belirsizleştirilmeye çalışılan isimlerden biri de bizim Ömer Seyfettin değil mi ki?..
    Peki, “böylesi bir değeri, bırakalım göklere çıkarmayı, ‘hikâyelerinin som altından tahtı’nı iade edelim yeter…” desek haksız mıyız ki?..

  • M. Hâlistin KUKUL.”TÜRK MİLLETİ ZARÎF BİR MİLLETTİR”

    Türkçe sevdâlısı Nihad Sâmi Banarlı anlatıyor:
    “Birçokları gibi, benim de dilime bazen bir söz, bir cümle, bir beyit takılır, tekrarlarım. Bir târihte Neşâtî’nin:
    “Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
    İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile”
    mısrâlarındaki buruk zevki tadıyordum. Arkasından, bir vak’a hatırladım:
    Bir vapur yolculuğunda, bir Fransız yazarı, tanınmış bir Türk edîbine:
    -Bir Türk şiiri var mıdır?
    demek tuhaflığında bulundu. Bu soru, şununiçin tuhaftı ki şiirsiz millet, hattâ kabîle tasavvuru yanlıştır. Bir zamanlar Fransız krallarının, hükümdarından himâye talep ettiği milleti ise şiirsiz tasavvur etmek büsbütün tuhaf olmak lâzım gelir.
    Türk edîbi, Fransız’a XVII. asır şâiri Neşâtî’nin bir gazelini okudu ve açıkladı. Şiiri ses ve mânâ olarak zevkle dinleyen Fransız, bilhassa son beyti duyunca:
    – Oo, dedi, bu mısrâları söyleyen milletin bir büyük şiiri olmak tabiîdir.
    Ve şu cümleyi ilâve etti:
    -Medeniyet nâmına bir başka eseriniz olmasaydı, yalnız bu mısrâ, ne ince bir millet olduğunuzu isbâta kâfiydi.”
    (Bknz: NihadSâmi Banarlı, Şiir Ve Edebiyat Sohbetleri -1, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 1976, sy.9-10)
    Muhakkaktır ki, bir milletin mensupları, önce kendilerinin farkına varmalıdırlar.Kim olduklarını yâni hüviyetlerini bilmeli ve bildirmelidirler. Mankurtlaşmamalıdırlar.
    Banarlı; devamla, buna, cevap arıyor:
    “Fransız, ilk sorusunda Türklere karşı ne kadar Avrupalı ise, son cümlelerinde de şiire karşı o kadar Avrupalıdır. Yâni bugün Türkiye’de bir kısım münevverlere ne yapsanız, Türk milletinin eski ve büyük bir şiiri olduğunu kabul ettiremezsiniz. O, bir kere, mazi düşmanlığında insaf kabul etmez bir mutaassıptır. Hâlbukitârihî Türk düşmanlığına rağmen bir Avrupalı, hakîkî şiirle karşılaşınca, düşmanlığını unutur. Şiirin güzelliğini düşünür.” (Bknz: a.,g.,e., Sy.10)
    Kendilerini inkâr eden bu “münevverler”(!) olmayıverseler! desem, acaba çok mu şey talep etmiş olurum. Öyleyse şöyle diyeyim: Kendini inkâr kadar dehşetli bir azâb olabilir mi?

  • Gülten ERTÜRK.”Öğretmen nasihatı”

    12240105_10153747953851506_8865610448037130573_n

    TÜM ÖĞRETMEN ARKADAŞLARIMIN ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM. ÖĞRETMEN GÖZÜYLE ŞAİRİN KALEMİNDEN EFENDİM…

    Bak yavrum! Deseler ki yeniden geleceksin
    Cehaletin izini tamamen sileceksin
    Ne olmak istediğin yine sen bileceksin
    Benden sana nasihat gönüllere dol yavrum
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Dağ gibi ol asla bükme ha boyun
    Diş geçirmesin sana katiyen kirli oyun
    Bir dünyaya bedelsin asildir senin soyun
    Benden sana nasihat gönüllere dol yavrum
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Güzel vatan senden özveri bekler
    Sen çaba gösterirsen boşa gitmez emekler
    Seni örnek alacak kundaktaki bebekler
    Benden sana nasihat gönüllere dol yavrum
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Güneş gibi aydınlat dört bir yanı
    Geleceğe yürürken geçmişi iyi tanı
    En zorlu zamanlarda rehber eyle Ata’nı
    Benden sana nasihat gönüllere dol yavrum
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Ay yıldızı göğsüne iyi kazı
    Senin için inlesin ozanların gür sazı
    İlmin ile ateş ol korksun kışın ayazı
    Benden sana nasihat gönüllere dol yavrum
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! Sakın ola saygıda kusur etme
    Sevgiden bir deniz ol kini nefreti gütme
    Eğer dostun düşerse asla bırakıp gitme
    Benden sana nasihat gönüllere dol yavrum
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

    Bak yavrum! İstikbalde vatan sana emanet
    Bu aşk ile çabala asla duyma nedamet
    Sana en güzel miras Ata’ndaki metanet
    Gülten Sultanım der ki; gönüllere dol yavrum
    Bu vatana millete kutlu evlat ol yavrum

  • Harika UFUK.”Çok mübarek insansın; sevgili öğretmenim!”

    12247025_10153339556037998_4555340299982449341_n

    Bütün meslektaşlarımın öğretmenler gününü candan kutluyorum.

    İyi ki öğretmen olmuşum.

    “Sevgili öğretmenim!” dedikçe içim taşar,
    Çok mübarek insansın; sevgili öğretmenim!
    Minicik öğrenciler sevgiyle sana koşar,
    Çok mübarek insansın; sevgili öğretmenim!

    Hatamı gördün ama tatlı dille uyardın,
    Anlattığın derslerden ne kadar haz duyardın,
    Cehalet uykusundan nesilleri uyardın,
    Çok mübarek insansın; sevgili öğretmenim!

    Hamurumu sevginle, merhametinle kardın,
    Anamdan sonra bana mukaddes güzel yârdın,
    Şefkatli kollarınla yaralarımı sardın,
    Çok mübarek insansın; sevgili öğretmenim!

    Ellerimin kudreti, gözlerimin ışığı,
    Bağımsızlık, hürriyet, vatan- millet âşığı,
    Atatürk’ün, bayrağın anlamlı yakışığı,
    Çok mübarek insansın; sevgili öğretmenim!

    Harika ufuklarda Türkiye’min güneşi,
    İyilik, doğrulukta erenlerin kardeşi,
    Meleklerin dünyada bıraktıkları eşi,
    Çok mübarek insansın; sevgili öğretmenim!

    Adana.1977

  • Hasan AKAR.”AY BALAM”

    hasanakarhocamiz

    “Göçün de zamanı gelir apansız ay balam,
    Teneşir tahtasına düşer bedenimiz bir gün.
    Kalmaz mecalim,dönmek için düne ay balam,
    Omuzlar üstünde yüzeriz sessizce bir gün.

    Kış gelir,seni yetim bırakırım ay balam,
    Kilit vurulur kapıma ,tütmez ocağım bir gün.
    Buz tutar yüreğim,baharı beklerken ay balam,
    Görmeden yazı,gazel düşer bağıma bir gün.

    Sevdiklerimden koparır ecel ay balam,
    Susuz topraklar bizi bekler dönemem bir gün.
    Han bizim değil ki ,hep yolcuyuz ay balam,
    Döküversen gözün yaşını göremem bir gün.”

    21.11.2015 TOKAT

  • Talât ÜLKER.”MEMLEKET GÜZELLEMESİ”

    1445

    “Gönül ayrılmayır öz baharından
    İlham baharından söz baharından
    Deyiremvetenin birce kış günü
    Yahşıdır gurbetin yüz baharından”
    (Nebi Hezri)

    Güneşi avlamaya karar verdiğimiz gün
    Göçtük diyar-ı Rum’a Hazar’ın kenarından
    Baştanbaşa bu yurdun ve onu saran göğün
    Devraldık tapusunu Roma’nın küffarından

    Gök girsin kızıl çıksın bakarsak ardımıza
    Diye yemin eyledik düzen verip kopuza
    Söz kesip düğün ettik gökte ayla yıldıza
    Düşkün saydık bu yolda döneni ikrarından

    Atına kefeniyle binince başbuğumuz
    Yedi iklim dört köşe yayıldı buyruğumuz
    Göğü otağ eyledik güneş oldu tuğumuz
    Diz çöküp baş eğmeyen düştü itibarından

    Yesevi köseğisi kök saldı gönüllerde
    Yedi veren goncalar filizlendi her yerde
    Erler kalktı semaha açıldı dokuz perde
    Hacı Bektaş Veli’nin ol gökçe nazarından
    (daha&helliip;)

  • TOKAT’IN SAZI SÖZÜ-2

    1430

    TOKATLI BİR HAKK ÂŞIĞI HACI RESÛL ESER ( ÂŞIK PÜRYÂNÎ )
    Turgay Akarslan
    Geçen asrın ilk yarısında dünyaya gelen aşığımız 1931 yılında Tokat’ın Arapören köyünde hayata merhaba der. Dertler, mihnetler, sıkıntılar ve yokluklar içerisinde geçen çocukluk ve gençlik yılları adeta onun ruh dünyasını nakış nakış işlemiştir. Tokat ve çevresinde mana ikliminin sultanlarından olmuş, tüm gönül erleri gibi ışığıyla her daim çevresini aydınlatmıştır. O kendi ifadesiyle bir halk aşığı değil Hakk aşığıdır. Tasavvuf ehli bir âşık olan Püryânî çileli yaşamında nefsi ayaklar altına almış, gönül dünyasında kine, nefrete, öfkeye asla yer vermemiş, sevgi diliyle herkesi kucaklamıştır. Hayatıyla ilgili bilgilere şiirlerinde de rastlamak mümkündür

    Tarih bin dokuz yüz tam otuz birde
    Emroldum annemden dünyaya geldim
    Elendim de, çaputlara belendim
    Emdim de sütünü cilâya geldim ifadeleriyle dünyaya geldiği tarihi bize bildirmektedir

    Âşık Püryânî’nin babası Erzurum’un Olur, annesi ise o zaman Kars’a bağlı olan şu an ise Ardahan’ın Göle ilçesindendir. O, doğmadan babası Erzurum’daki Ermeni zulmünden kaçıp Tokat’ın Arapören köyüne yerleşmiştir. Bir dadaş evladı olan aşığımızı Püryânî yapacak olan hayat serencamı 1931’de Tokat’ın Arapören köyünde başlar, henüz bir yaşındayken annesini, yedi yaşında ise babasını kaybeden Âşık Püryânî iki kız, iki erkek kardeşiyle yapayalnız kalır, daha sonra yedi yaşında olan kız kardeşi Lalezar’ın da vefat etmesi onu derinden etkilemiştir. Bu kadar acının yanında bir de dünyaya geldiği andan itibaren annesinden geçen bir hastalık sebebiyle gözleri sadece küçük bir ışığa duyarlı görme yetisinden yoksundur. Yedi yaşında ise o ışığı da kaybetmiş ve tamamen karanlıklar içerinde kalmıştır. Sivas’ta ameliyat olmasına rağmen Sivas dönüşü zamanın imkânsızlıkları içerisinde dönüş yolunda gözleri toz ve topraktan enfeksiyon kapmış ve karanlık dünyası artık yalnızca gönül gözüyle aydınlanır hale gelmiştir. Bir dörtlüğünde bu durumunu şu dizlerle ifade etmiştir
    (daha&helliip;)

  • Nermin AKKAN.”BENDEKİ BARAJ SENDROMU!”

    1415

    Çocuk zamanlarımın en büyük vurgunuydu istimlâk edilen köyüm, suyun azar azar yuttuğu çocukluğum.
    Toparlanan eşyalar, “gitmem,beni burada bırakın” direncinde yaşın dibine vurmuşlar ve her biri bir başka şehre sürüklenen yavuklular, götürülemeyecekleri için tüketilen koyunlar,inekler,tavuklar horozlar velhasıl ölüm kalım arasında canlar.
    Bilmiyorum bu hengâmede benim kadar can çekişen oldu mu,Pulur tepe çimenlerini benim çimenlerimin suyundan başka suyla da yeşertti mi, ya da kulecejye (Türkçe adını bilmiyorum) kaç çocuğun geleceğe ilk ıslak mektuplarının mezarı oldu.Ancak bildiğim ve asla unutamadığım bir şey vardı ki hâlâ bende etkisi vardır ve ben aynı merakla insanların göz bebeklerine odaklanırım konuşurken. Besbelli ki o zamanların kan çanağı gözlerinde ki acıyı görme telaşı ve korkusu yer etmiş zihnimin derinliklerinde.
    İlk taşınan bir kaç hane, köydeki Onbeşliler’den sonra en büyük ağıtın nedeniydi.Kamyon toprak yolda acıyı, belirsizliği,korkuyu ve umudu birlikte taşıdığının bilincindeymişçesine toza dumana beliyordu köyü ve kalanların gözleri toprak kanıyordu hep.
    Sonraki taşınmalar kaşarlanmış yosmaların alışkanlığındaydı ve hep birlikte yeni bir yurt, köykent oluşturabilme projesinin başarısızlığının öznesi olmanın arsızlığındaydı ironik bir şekilde.
    Henüz on yaşındaydım ve zekâ katsayım oranında dehşeti yaşıtlarımdan daha yoğun hissediyordum. Yeşilırmak, koynunda kulaç attığım Yeşilırmak,çocukluğuma kulaç atıyordu büyük bir hızla.O koştukça köyde feryat figan, göçün altından göğe daha sık yükseliyordu. …..
    Varzıl,Südeni,Elpit, Leveke ne yaşıyordu bilmiyorum ama Kadıköprü Nuh tufanını yaşıyordu. Nuh’un oğlu gibi “su bizi yutamaz inancında ve “toprağımdan ayrılmam” inadında olanlar köyün sırtlarına evler yapmaya başlamışlardı bile. Pulur tepeye bayrak direği çekilmişti suyun yuttuğu alanları biz unutmayalım diye. (daha&helliip;)

  • ‘’HÜLYA’ NIN ŞİİR BOHÇASI’’ NDAN SEÇMELER

    1530

    Artuklu Haber Gazetesi Kültür sorumlusu Gazeteci-Yazar Hülya Aslan Kültür yazılarına ve Ropörtajlarına aralıksız olarak devam ediyor.İşte Hülya Aslan’ın bu haftaki yazısı….

    24 Ekim 2015 Adana’da şairler festivalinde ,Sevgi Adası kır kahvesindeyiz, masadaşım çağdaş genç şairlerimizden,Yunus Emre Şiir Ödüllü Mustafa DOĞAN bey; bana şiir kitabını (GÜLE DÜŞEN GÖZYAŞI) imzalıyor, hoş bir tesadüf oldu karşılaşmamız zira Mustafa beyi ; Edebiyat Defteri’ adlı kültür sanat sitesinden tanıyorum,çok beğendiğim şiirlerini kendisi yorumlayarak dahada anlamlı etkili hale getirmiş hatta benimde ‘SOMADA ZAMAN ŞİMDİ AY VAKTİ’ adlı şiirimi yorumlamıştı.Mustafa beyle sanat ve gönül dostluğumuz festivalde kahvelerimizi yudumlarken böyle şiirsel pekişiyor.Katıldığım kültürel etkinliklere fotoğraf makinem,ses kayıt cihazımın yanısıra birde Şiir Bohçamı https://www.facebook.com/Hülyanın-ŞİİR-Bohçasi-595005617220651/?fref=t alıyorum böyle sanatsal değerleri bohçama koyuyor sonrasında çıkarıp siz okuyucularıma sunuyorum.
    Hülya ASLAN –Mustafa bey şiir sizin için ne ifade ediyor ne zaman tanıştınız diye sorsam?
    Mustafa DOĞAN- Şiire olan ilgim çocukluk yıllarımda başladı, yıllarca erteledim, öteledim ama hep açığa çıktı. En sonunda pes edip onunla beraber yürümeye karar verdim. İlk kıvılcım internet dünyasında şiirler ve şairlerle tanışmakla başladı.
    Pek çok şiir dinletisine katıldım , düzenledim. Yüzlerce şiir seslendirdim bir tanesi de sizin şiirinizdi) Mevcut 200 civarında şiirim var. Edebiyat siteleri mersin yazarlar derneği (MEŞYAD)pek çok antoloji ve dergilerde radyo televizyon programlarında şiir okudum. Mersin’de bölgesel bir radyoda şiir programı yaptım. Şiir alanında ödüller aldım en son; Eskişehir sanat derneği Yunus Emre şiir yarışmasında 2. oldum 2013 yılında ‘ GÜLE DÜŞEN GÖZYAŞI’ adlı şiir kitabım okuyucuyla buluştu
    Şiirden kopmadan tiyatroyla ilgilenmeye devam ediyorum, bu alanda eserler üretiyorum. Bu güne kadar iki eserim bestelendi, bir tiyatro eserim sahneye konuldu, 10 tane radyo tiyatrom çeşitli radyolarda yayınlandı.
    Hülya ASLAN-Siz çok yönlü şairlerimizden birisiniz tebriklerimle , yine şiir diyorum, sizce şiirde ölçü hangisi hecemi,aruzmu,serbestmi?
    Mustafa DOĞAN- Konu şiirse bunun hecesi, aruzu, serbest vezni olmaz şair hepsinide bilmeli ama kalemine en yakın olanı, yada kendini en iyi ifade ettiği dalda ustalaşmalı.ben her üç alanda da yazdım fakat serbest vezinde yazmayı daha çok benimsiyorum.
    ‘’DİLA
    Sabrıma kurt düştü Dila
    Kederin hissesini saymıyorum
    Selameti sır, bu son senin eserin
    Avunmayı öğret biran önce
    Gidişine tahammül edemiyorum.’’
    Şair-Mustafa DOĞAN http://www.edebiyatdefteri.com/siir/767793/dila.html

    Hülya ASLAN-Yüreğinize sağlık serbest vezinde yazdığınız bu şiirinizin teması aşk benim için şiir aşk dercesinde bir duygu,sizcede öylemi?
    Mustafa DOĞAN- Aşk elbette sadece şiirin değil tüm sanatların ana kaynağı , bunun üstüne ne söylense kısır kalır ama tek aşk şiirleri yazmayı da ben biraz doğru bulmuyorum. Dünyada bir tek aşk duygusu yok ki . Aşk o kadar büyük ve geniş bir kavram ki bunu bir tek bedeni bir arzuya kilitlemekte aşk’a haksızlık.
    Hülya ASLAN-Siz genç kuşak şairlerimizdensiniz günümüzün şairlerini ve şiirlerini nasıl görüyorsunuz?
    Mustafa DOĞAN-Günümüz genç şairlerini çok başarılı buluyorum, çok yetenekli şairlerimiz var.Ancak; sadece şiiri çok sevmek değil ona emek vermek noktasında biraz korkak buluyorum,gençler yeteneklerini gösterebilmeli kültür kurumlarınca cesaretlendirilip desteklenmeli.Bu anlamda yapılan kültürel etkinliklerin vesile olduğunu genç şairlerin yolunu açtığını söyleyebilirim.
    Sohbetimiz devam ediyor kahve tabağımdaki lokuma benzeyen tatlıya bakıyorum..
    Mustafa DOĞAN- O Cezerye, Mersin, Adana bölgemizde ünlü bir tatdır..Ben aslen Malatya doğumluyum ancak 2 yaşımdan bugüne Mersin’deyim
    Hülya ASLAN- Siz Malatyalısınız bende kendimi fahri Malatyalı görüyorum, zira aynı bölgenin aynı kültürün çocuklarıyız ,Sivas-Divriği-Malatya çok yakın.Günümüzde Malatya’da yapılan Kaysı ve Kiraz festivalleri bölgenin tanıtımında uluslararası rol üstlenmiş durumda, bende eşimin sanatçı olması sebebiyle bu festivallere sık sık katılırım. 20 yirmi yıl öncesi bu festivaller yoktu,iletişim ağları böylesine gelişmiş, geniş değildi . Bizler o zamanlarda günümüz şartlarına göre memlektimizi tanıtmaya çalışırdık, mesela ben eşimin katıldığı halk konserlerinde eşim ülkemin hangi iline gidiyorsa orayla ilgili bir şiir yazardım. Eşimde konsere çıktığında okurdu çokçada beğenilirdi Malatya ile ilgili şiirim türkü olarak bestelendi.Şiirden birkaç dörtlük benden size gelsin ,şiir yürekli gönül dostu.
    MALATYA
    Sürgü Yaylasından Geçtim
    Kernek Sularından İçtim
    Güzelleri Senden Seçtim
    Cennet Şehirsin Malatya

    Sultan Kiraz Balabanda
    Aşıklar Kanal Boyunda
    Hekimhan’da Arguvan’da
    Cennet Şehirsin Malatya

    Battalgazi Pötürge’den
    Doğanşehir Darende’den
    Övülürsün Her Beldeden
    Cennet Şehirsin Malatya
    Şair HÂYÂLİ(Hülya ASLAN -1985)
    Adana da bugün hava bulutlu yağmur çiseliyor bazende hızlanıyor Adana yağmurlarında ıslanmakda güzel, kimbilir kaç şair kaç şiir yazacak bu güne. Mustafa beyin (YAĞMUR) adlı şiirinden birkaç dörtlükle yağmuru karşılayalım buyrun,
    YAĞMUR
    Bazen sinirlenir dolu olursun,
    Bembeyaz kar olur, rüzgâr solursun.
    Yine de şaşırmaz yolu bulursun,
    Peşine fırtına takarsın yağmur.

    Buluta erince kutsal miracın,
    Lokman hekim gibi şifa ilacın.
    Gökkuşağı şalın, yıldızlar tacın,
    Göğünde güneşi yakarsın yağmur.
    Şair Mustafa DOĞAN

    Hülya ASLAN. Adana’ daha öncesinde pamuğun kozasını altın koza film festivali olarak kutlayan,portakal çiçeğinin kokusunu dünyaya duyurup uluslararası karnavallar düzenleyen,Seyhan nehrini göle çeviren,kebap sanayini kuran bir kentimiz olarak yakında bu (SEVGİ ADASI) nıda sevgiyle şairler mekanına dönüştürürse hiç şaşmam ‘’SEVGİ ADASI ŞAİRLER MEKÂNI ADANA’’ yakıştı değilmi şair dostum.
    Hatta bir dörtlükle taçlandıralım bu mekânımızı
    ’’O SEVGİ ADASI’NIN ADANASI’’
    Altındır Koza’sıyla sanat ördüğüm
    Seyhan gölünde sandallara bindiğim
    Şairler Mekanında bekle sevdiğim
    O’Sevgi Adası’nın Adana’sında
    Şair- Hülya ASLAN-HÂYÂLİ
    ÇUKUROVADA 1. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI ŞAİRLER ŞENLİĞİ’nden anılarımızda kalanları yansıtmaya çalıştım şair Mustafa DOĞAN bey; bu güzel ve anlamlı söyleşi için teşekkür ediyorum. başarılar sizinle olsun dilerim.
    Mustafa DOĞAN- Sayfanızda beni konuk edip düşüncelerime yer verdiğiniz için size ve Artuklu Gazetesi’ne teşekkür ederim, bu arada çok keyif aldığım bir sohbet oldu .Başarılar dilerim ,her daim mutlu ve esen kalınız.
    Hülya ASLAN-Festivali düzenleyen Çukurova Edebiyatçılar Derneğine kendi adıma teşekkür ediyorum.Nicelerinde görüşmek dileğimle.

    Değerli okurlar ,yazımız haftaya bir başka şair gönül dostu ile devam edecek,saygılarımla.
    Artuklu Haber Hülya ASLAN 13.11.2015

  • TOKAT’IN SAZI, SÖZÜ-1

    t

    HAFIZ MEHMET (MEHMET YÖNDEN) (1936-30 NİSAN 1997)
    (HAMO DAYI )
    Hazırlayan: Havva YÖNDEN

    “Bir gece rüyamda gördüm ben bir şey
    Bilmem hayır mıdır yoksa şer midir?
    Dediler aşikâr oldun sen de hey
    Bilmem ziyan mıdır yoksa kâr mıdır?

    Bir uyandım hemen yatak yerinden
    Bir pir dolu bade verdi elinden
    Geçmişim bilmeden kendi kendimden
    Tatlı soğuk idi acep kar mıdır?

    Verince şarabı yanımdan gitti
    Bu âşıklık benim canıma yetti
    Muradın Ahret’te olacak dedi
    Bilmem daha bundan içen var mıdır?

    Sıçrayıp hemen yerinden kalktım
    Çevrilip de sağıma soluma baktım
    Yalan dünya göçmüş yanımdan sandım
    Bu bir hikmet midir yoksa hal midir?

    Dere tepe düz göründü yüzüme
    Şaştım kimse bakmaz oldu yüzüme
    Dedim bir dert düştü yürek özüme
    Bilmem divanelik yoksa nam mıdır?

    Hafız Mehmet bilin benim adımı
    Dünyaya bildirem dedim namımı
    On beş yaşındayken yaktın canımı
    Bilmem delilik mi yoksa şan mıdır?”

    Rüyasında bir pir elinden aşk şerbetini (bade) içerek halk âşığı olmasını kendi mısralarıyla böyle anlatan Hafız Mehmet olarak tanıdığımız Mehmet YÖNDEN 1936 yılında Tokat’ın Çamlıbel bucağının Bolus (Aktepe) köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı İbrahim, annesinin adı Zeynep’tir. İlkokulu kendi köyünde pekiyi dereceyle bitiren şair uzun süre kendi mallarına çobanlık yapmıştır. Evli ve 5 çocuk babasıdır.
    Hafız Mehmet, eski yazı bilmediği halde babasına bir hafta hoca tutmasını, kendisinin kısa zamanda eski yazıyı öğreneceği konusunda ısrar etse de zamanın şartları gereği bu istek ciddiye alınmaz. Hatta aklını oynattığı düşünülür ve şimdilik ailesine ait davarlarını gütmesi söyleyerek baştan savılmaya çalışır. Ancak Hafız Mehmet kendi çabalarıyla Kuran’ı öğrenir ve hocaların yardımıyla ilerletir. Bundan sonra kendisine “Hafız” denilmeye başlanır.
    Bu olaylar doğrultusunda kendini gayri İslami olaylardan uzak tutmaya gayret etmiştir. Hatta yirmi bir sene üç ayları tutmuş ve kendi arabalarıyla beş sene hacca gitmiştir.
    Hafız Mehmet şiirlerinde halkı esas almıştır ve bu yüzden doğal sade bir dil ile halk edebiyatı ananelerine uygun şiirler ortaya koymuştur. Zaman zaman da Tokat ağzına ait zengin sözcük ve söyleyişlere yer vermiştir. Etkili anlatım için kelime tekrarlarına, yakın anlamlı kelimelerden, ünlem bildiren ve sözcük sonunda tekrarlanan sözcüklerden yararlanmıştır. Şiirleri genel olarak halk şiirinde hâkim olan hece vezni ile dile getirilmiştir. 11’li hece ölçüsüyle yazmakla beraber ara sıra 7-8’li heceyi kullanmıştır. Kafiye olarak ise yarım kafiye kullanmıştır.
    Ozanımız genel itibariyle İslam kültürünü yaşatma ve duyurma gayreti ile İslami yaşamın gereklerini sıkça vurgulamıştır. Bunun yanında kendi hayatıyla ilgili, küçük yaşta kızamık hastalığından kaybettiği evladıyla ilgili, talih/kader inancıyla ilgili, tabiat, sosyal-gündelik yaşam ile ilgili, belirli gün ve haftalarla ve muhtelif kişi ve memleketlerle alakalı şiirler de yazmıştır.
    Şiirlerinden bazı örnekler şunlardır:

    a)Kendisiyle İlgili Şiirler
    “Mecnun Leyla gibi oldum gezerim
    Genç yaşımda şu canımdan bezerim
    Kalem alıp dertlerimi yazarım
    Ne deyim zerrece gülmedim felek”

    b) Fanilikle İlgili Şiirler
    “Gördüm dünya bir han, biz olduk yolcu
    Farkında değiliz görüyor savcı
    Düşün sen bir kuşsun Azrail avcı
    Düşürür tuzağa benimi gördüm”

    c) Dini Şiirler ve Allah’a Sesleniş
    “Nefse uyar belalara salarsın
    Türlü türlü günahlara sokarsın
    Son deminde cehennemde yakarsın
    Nefsine uydurun sen yalan dünya “

    “Güvencim Allah’ım yüce Mevla’mdır
    Hem bura ahretim bütün dünyamdır.
    Liderim Muhammed, yasam Kur’an’dır
    Hak vermezse ya ben nere gideyim.”

    d)Hissi ve Fikri Şiirler
    “İster fakir olsun ister milyoner
    Bir şey götüremen kabre hep boş el
    Üç beş arşın bezle kazarlar temel
    Yine çıplak gireceksin kabire”

    “Hak yolunda harcayım da varımı
    Ağla gözüm ağla kurumasın yaş
    Yaradana kurban eden canımı
    Ağla gözüm ağla kurumasın yaş”

    e)Öğüt Karakterli Şiirler
    “Hafız Mehmet der ki, toprak has yerim
    Hem dünyada, hem ahrette, hem evim
    Her zaman toprağa kıymet veririm
    Düşersen unutma toprağa sarıl”

    f)Kişi ve Memleket Şiirleri
    “Âşık idim onu görme yoluna
    Girem dedim giremedim koluna
    Kurban olam dedim O’nun boyuna
    Görem dedim göremedim Resulü”

    “Şu Tokat’ın Kalesini, yerini,
    Hiçbir vilayette gezdim görmedim
    Tarihi camiler ve âlimini
    Hiçbir vilayette gezdim görmedim”

    “Hafız Mehmet der ki Kıbrıs Türk yeri
    Kıbrıs’a dönmesin kimsenin yönü
    Orada okunur İslam Kur’an’ı,
    Hepimiz bekçiyiz birlik Kıbrıs’a”

    g)Evlat Acısı ile İlgili Şiirler

    “Hafız Mehmet der ki evladın hali
    Yakup gözden oldu Yusuf’um deyi
    Evlat için verir kâinat canı
    Kefene bürütür evlat acısı”

    Halk edebiyatımızın Tokatlı temsilcilerinden Hafız Mehmet, çevresi tarafından sevilen ve sayılan bir kişidir. Herkesin birlik beraberlik içinde hoş geçinmesini, sevgi ve saygı dairesinde yaşamasını tavsiye ederken, sabırlı olmak ve Allah’a şükretmeyi bilmek gerektiğini, her derdin dermanının Allah’tan olduğunu belirtir.
    Hafız Mehmet Anadolu’da Müslüman-Türk kültürünü yaşama ve yaşatmaya gayreti ile on beş yaşından ömrünün sonuna kadar aşkını dörtlüklere dökmüş ve geçirdiği kalp krizi sonucunda 30 Nisan 1997 yılında aramızdan ayrılmıştır. Kabri Tokat-Çamlıbel Kasabasında bulunmaktadır.

  • TOKATIN SAZI SÖZÜ-3

    12226999_803380336437310_5500998498228633657_n

    TOKATLI ÂŞIK NURİ
    Bekir AKSOY/Emekli Öğretmen
    bekaksoy@gmail.com

    Tokat’ın Kızılca Mahallesinde kesin olmamakla birlikte 1820–1825 yılları arasında doğduğu tahmin edilen Nuri’nin asıl adı Mahmut olup Tokat’ın o dönemlerde yetiştirdiği, şöhretli saz şairlerinden birisidir. Döneminin meşhur saz şairi Erzurum’lu Emrah ile tanışmış, ondan ders almış, yani çırağı olmuştur. Emrah’la beraber Samsun, Amasya, Çankırı ve Ankara dolaylarında kahve, panayır ve büyük konaklarda şiir sohbetlerine katılmış, saz çalmış ve şiirlerini bulunduğu ortama sunmuş, büyük takdirlere mazhar olmuştur. Yazdığı veya irticalen söylediği koşma, gazel, mersiye, destan ve bu gibi eserlerini zaman, zaman kaleme de alarak kalıcı olmalarını sağlamıştır. Hayatının son dönemlerinde içkiye düşkünlüğü yüzünden sıhhati bozulmuş, şiirlerine de bunu aksettirmiştir.

    “Nuri derki doğru aşka gitmeyen
    Sözüm tutsun menziline yetmeyen
    Yerinde durupta karar etmeyen
    Ömrü uzadıkça nedamet çeker”

    kıtasını Samsun’a üçüncü defa geldiğinde mezar taşına yazılmak üzere vasiyet etmiştir ve bu yılda vefat ettiği sanılmaktadır.
    Yıllardır edebiyat çevrelerinin ve araştırmacıların dikkatini çeken Tokat’lı Nuri’nin değişik şiirleri şimdiye kadar yayınlanmıştır. Yıllar öncesinden aile büyüklerimden kalan,150 veya 160 yıllık olduğunu belirlediğim el yazması bir eserde bulduğum yetmiş kadar yazılmış şiirlerin arasında, Tokat’lı Nuri’ye ait şimdiye kadar hiç yayınlanmadığını tespit ettiğim oniki adet şiirine rastladım. Bu şiirlerin muhteva şekil ve yazılış biçimlerinin ve de taç beyitte geçen mahlasından da Nuri’ye ait olduğu kanaatine vardım. Bu şiirleri yıllardır basın ve yayın ahlakı çerçevesinde yayın hayatını devam ettiren Tokat’ımıza ait TOŞAYAD Kümbet dergisinde yayınlanmasıyla, edebiyat çevrelerinin çok iyi tanıdığı bu hemşerimize bir vefa borcunu ödemiş olmanın bahtiyarlığını yaşamış olacağım.
    Tespit ettiğim oniki adet şiiri sırasıyla aşağıda sizlere sunuyorum.

    BU GÖNÜL
    Bezm-i ışgun sakiya meyhanesidür bu gönül
    Liyme Allah hamrinün gam hanesidür bu gönül
    Onsekizbin âlemi mağniyde olmuşken muhiyt
    Sureta görsen sanev berdanesidür bu gönül.

    Gerçi ey salik cemalullahe âşık veli
    Bilmedin ol zati pakin hanesidür bu gönül.
    Asiman esma görülmüştür vücudum milkine
    Şahi ışgun hayme-i hakanesidür bu gönül

    Nuş iderdür desti gudretten siraci vahdeti
    Ol siraci ta ebed Mestanesidür bu gönül
    NURİ zatın zulmeti asırda yakmış bir çirağ
    Ol çirağın Nuri ya pervanesidür bu gönül.

    Bezm: Aşk Meclisi Milkin: Mülküne
    Hayme: Çadır, örten, kapatan
    Liyme: İnsanlar arasında sulh etmek
    Nuş: Zevk ve sefa Setreylemek: söylememek
    Dest: Kudret, fayda Sanev: İkinci derecede
    Sirac: Işık veya şavk veren şey Salik: Bir tarikat yolunda olan
    Mestane: Aşk sarhoşluğu Zatı Pakin: Kusursuz, temiz, pak
    Çirağ: Çıra, ateş, ışık Asiman: Gökyüzü, sema
    Sakiya: İçecek ve su veren

    AŞK SENİN
    Ey beni ışg ateşine yanduran
    Aşk senin, âşık senin, maşuk senin
    Hem seven, hem sevdiren, hem sevilen
    Aşk senin, âşık senin, maşuk senin

    Yanar ise ışg ile canı tenim
    Geçer ise ah ile, dün ü günüm
    Hep senindür iradenem var benim
    Aşk senin, âşık senin, maşuk senin

    Aşıgın haline gılsan yek nazar
    Masivadan anda galmaz hiç eser
    Sana eren cenneti huri nider
    Aşk senin, âşık senin, maşuk senin

    Lutfüle anarısan ey derdimend
    Nice oldun ışıgın kaydına bend
    Nicedür ışgın sana etti ki fend
    Aşk senin, âşık senin, maşuk senin

    Mahzı lutfün eyle ey gadir ALLAH
    Aşıgın haline eyle gıl negah
    Bir ked edür NURİ kulun padişah
    Aşk senin, âşık senin, maşuk senin.

    Işg: Aşk Masiva: Dünya ile alakalı
    Derdimend: Dert sahibi Fend: Aldatma
    Mahz: Saf, halis katıksız Negah et: Lutfet
    Ked: Kez, defa

    İLAHİ
    Küntü kenzin sırrudur dünya vi ugbadan garaz
    Ana mektep hanedür bu çerhi minadan garaz
    Enfüsü afakı gör maksuda andan arif ol
    Marifetdür çünki mahlûkatı peydadan garaz

    Bir muammadur bu âlem fehm iden ariflere
    İsm-i azam sırrıdur çün ol muammadan garaz
    Sufüya esmada kalma gel müsemmadur siyn al
    Bil müsemmadur benim, tağlimü esmadan garaz

    Güğ mübadiy şuğlüniy sen maksadı aksayı gör
    Çün netayicdür gamu sugra ve kübradan garaz
    Katresinden nice umman gizlidür dil bahridür.
    Hasılıdur hakikatdür o deryadan garaz
    NURİ ya hiç gayri matlub kalmadı âşıklara
    Hak cemalidür heman cenneti tubadan garaz

    Küntü kenz: Esrarlı ve kıymetli Muamma: Gizlilik, bilmece
    Ugba: Ahiret, öbür dünya, baki âlem Fehm iden: Düşünen
    Çerhi mina: Dönen dünya Müsemma: Belirli vakit
    Peyda: Yaratmak Gu: Söz söyleyen
    Mübadiy: Başlangıç, ilk unsur Netayiç: Netice
    Kübra: Büyük, en büyük Gatre: Katre, en küçük parça
    Umman: Deniz Matlup: İstek, istenilen şey

    DERMAKAM SEGÂH İLAHİ
    Varını virmez mi bir yar isteyen
    Dari terk itmez mi dildar isteyen
    Zahida vuslat dilersen âşık ol
    Işga gul olmaz mı hünkâr isteyen

    Gizli tut canında vuslat remzini
    Sırrı setr itmez mi settar isteyen
    Eylesün bülbül gibi efganı zar
    Işgı hak bağında gülzar isteyen

    Pali perga yirmedi pervane veş
    Narı ışga yandı envarı ateş
    Gözlerim yaş yerine gan ağlasun
    Dideye gıymaz mı didar isteyen

    NURİ’nin sırrından alsun bir haber
    Âlem içre aşığa zar isteyen

    Dar: Yer, mekân, konak Dildar: Kalbi hükmü altında tutan, sevgili
    Zahida: Dünya süs ve makamlarını terk eden Vuslat: Kavuşmak
    Remz: Gizli ve kapalı söyleme Setr: Örtmek, kusurlarını gizlemek
    Efgan: Acı ile bağırıp çağırma Envar: Nurlar, ışıklar, aydınlıklar
    Dide: Göz Veş: Gibi manasına geliyor

    İLAHİ
    Ey talibi vaslı hüda
    Gel gidelim âşık haktan yana
    Ey âşık nuriya hüda
    Gel gidelim âşık haktan yana

    Gel aşkıle dinle beni
    Hakka kul it canı teni
    Mevla seni hister seni
    Gel gidelim âşık haktan yana

    Açıldı vahdet gülleri
    Feryad eder bülbülleri
    Göründi canan illeri
    Gel gideli âşık haktan yana

    Ey mergu bağla mekân
    Ey remz isse kün figan
    Yerin değildir bu cihan
    Gel gidelim âşık haktan yana

    Ey NURİ gel aşkta yan
    Yolunda güğ baş ile can
    Hakkı bulur cana kıyan
    Gel gidelim âşık haktan yana

    Vahdet: Birlik, yalnızlık, teklik
    Mergu: Ölüm, mevt, manevi olarak ölmüş

    İLAHİ
    Ey talibi didar olan
    Tevhide gel, tevhide gel
    Ey derdi ışga yar olan
    Tevhide gel, tevhide gel

    Dertle bir kez ah edup
    Akılları agâh edup
    Maksudunu Allah edup
    Tevhide gel, tevhide gel

    Gel hem demu uşşagısan
    Işgıle perteşvagısan
    Ol Hazrete müştagısan
    Tevhide gel, tevhide gel

    Varısa sende derdi hak
    Varını hep ışga yak
    Kaldır hicabı hakka bak
    Tevhide gel, tevhide gel

    İrmek istersen ol güle
    Ey NURİ evin bülbüle
    Canı gönülden şevkile
    Tevhide gel, tevhide gel

    Perteşvag: Kendinden geçmiş
    Müştag: Arzu ve istek gösteren

    İLAHİ
    Ey dil bize vir bir haber
    Aşk illerine kim gider
    Hasretiyle yandı ciğer
    Aşk illerine kim gider

    Âşıklara vakti seher
    Anda şimdi aşka eser
    Ol nefhadın olup haber
    Aşk illerine kim gider

    İster gönül ol illeri
    Meşkin kokar sümbülleri
    Solmaz ol bağın gülleri
    Aşk illerine kim gider

    Ey habı gafletde galan
    Fırsat geçer bir dem uyan
    Baki değil bezm-i cihan
    Aşk illerine kim gider

    Anda ol eylenin yolu
    NURİ’ye candan sevgili
    Bağlandı aşgın mahmeli
    Aşk illerine kim gider

    Nefhad: Bitip tükenmek, yok olmak
    Hab-ı Gaflet: Gaflet uykusu
    Mahmel: Üzerine yük konulan şey

    İLAHİ

    Aşkınla cihan beste
    Lutfeyle inayet gıl
    Derdinle bu canan hasta
    Lutfeyle inayet gıl

    Ey rahmeti çok rahman
    Âlem gözüme zindan
    Uçarsa gafesten can
    Lutfeyle inayet gıl

    Rahmanı errahiymsin
    Gufranı aziymsin
    Sultanı keriymsin
    Lutfeyle inayet gıl

    Ey derdime dermanım
    Gurban yoluna canım
    Nem var dahi sultanım
    Lutfeyle inayet gıl

    Âşıklara ihsan et
    Dertlilere derman et
    Vuslat yolun asan et
    Lutfeyle inayet gıl

    Biçareleri yâd et
    Viraneler abat et
    NURİ kulun azat et
    Lutfeyle inayet gıl

    İnayet: Yardım, lütuf

    İLAHİ
    Gönlümüz her an
    Sendedür Yarab
    Derdime derman
    Sendedür Yarab

    Rahati canım
    Cana cananım
    Sırrı pinhanım
    Sendedür Yarab

    Kalbim aradım
    Bende bulmadım
    Şüphe gılmadım
    Sendedür Yarab

    Gönlüm yitirdim
    Arayı geldim
    Muttaliğ oldum
    Sendedür Yarab

    Can kuşu uçdı
    Ol yana kaçdı
    Cümleden geçti
    Sendedür Yarab

    NURİ biçare
    Oldı püryare
    Yareye çare
    Sendedür Yarab

    Pinhan: Gizli, saklı
    Muttaliğ: Gelecek yer, mevzii
    Püryare: Her yeri yaralı

    İLAHİ DERMAKAM ÇARİGAH
    Işgınla canum bendedür bende
    Dil-a sultanum sendedür sende
    Bana ey malik etduğun eylik
    Bilurem kemlik bendedür bende

    Aşıga zarim her dem ağlarım
    Bana ol yârim handedir hande
    Bilurum hazır kalbime nazır
    Bilmezen hatır gandadur ganda

    Sana keşf olsa sümme vechullah
    Ganda bakarsan andadur anda
    NURİ ol sadık ışgınla fayıg
    Daima âşık zindedür zinde.

    Kemlik: Kötülük Fayıg: Bağlı, gönül bağı

    İLAHİ
    Olmaz bu derdin çaresi
    Biçare gönül neyleyem
    İşledi ışgın yaresi
    Püryare gönlüm neyleyem

    Encum gibi daim döner
    Gâhî çıkar gâhî iner
    Durmaz gice gündüz yaner
    Bir nara gönül neyleyem

    Canana vasıl olmadı
    Canımda tagat kalmadı
    Andan teselli bulmadı
    Püryare gönlüm neyleyem

    Pervaz eyleriken heves
    Cismi ana oldu kafes
    Önlenmez oldu bir nefes
    Avare gönlüm neyleyem

    Terk itdi cümle pişesin
    Arturdı ışk endişesin
    Sindirdi NURİ şişesin
    Sad pare gönlüm neyleyem

    Encum: Yıldızlar, âlem
    Pervaz: Kanat çırpmak, uçmak hevesi

    İLAHİ
    Hudanın lutfu var
    Elhamdülillah
    Cemali aşikâr
    Elhamdülillah

    Visali yolların
    Gıldı münevver
    Olup leyl nehar
    Elhamdülillah

    Tecelli eyledi
    Sinaye sırda
    Göründü nuri nar
    Elhamdülillah

    Celali heybetinden
    Oldu hâsıl
    Sivaye ingıhar
    Elhamdülillah

    Gamuye bu cihan
    Ağyar olurken
    Göründü bize yar
    Elhamdülillah

    Göründü kuziah
    Ezharı enval
    Bu gün evvel bahar
    Elhamdülililah

    Cihan halk gamu
    Vermen omerken
    Gönül derdin omer
    Elhamdülillah

    Gönül bir kare
    Meyletmek ne mimkin
    İderken ışfikar
    Elhamdülillah

    Görünem NURİ’ye
    Hep nuri hakdur
    Dahi gayrine var
    Elhamdülillah

    Aşikâr: Belli, açık Visal: Sevdiğine kavuşma
    Münevver: Aydın, kültürlü Leyl: Gece Nehar: Gündüz
    Gamu: Kamu, insanlar Ağyar: Gösterişli, alımlı
    Ezhar: Çiçekler Işfikar: Derin yaralı

    Elyazması eserden tespit ettiğim oniki adet şiiri bu satırlarda sizlere takdim etmiş bulunuyorum.
    Not: Daha önce başka bir yerde yayınlandığını ispat etmeden, izinsiz bir şekilde kopyalayan ve yayınlayan kişiler hakkında telif hakları kanunu geçerlidir. Her hakkı araştırmacısının ismiyle birlikte TOŞAYAD Kümbet dergisine aittir.

  • Ülkü TAŞLIOVA.”ZAFERİN ISLIĞI”

    12187765_802966236478720_1035248100299296840_n

    Ellerini arkasında birleştirerek yürüdü. Pencerenin önünde durup dışarıyı seyretti. Ara sıra siyah çizmelerinin topuklarını birbirine vurarak, tak tak diye ses çıkardı. Beklenmedik bir anda hızlıca masanın başına gelen Kumandan Nikoloyeviç yumruğunu sertçe masaya vurup; “Yakın, yıkın, halka korku verin, dehşete düşürün ki bölgeden çekilip, azınlığa düşsünler ve olası bir ayaklanmada Rus’un gücünü görsünler.” diye bağırdı.
    Elviye-yi Selase(*) talan emri almıştı.
    ***
    Birkaç yıldır işgal altındaki sancak zor günler geçiriyor olsa da böyle talan görmemişti. Saldatların(**) halkı göçe zorlamak için yaptıkları baskı karşısında, millet elele vermiş tek yürek olmuştu. Atları, eşekleri, öküzleri, kağnıları kayıt defterine yazdıkları yetmiyormuş gibi, yakıcı güneş altında çalışıp, didinerek elde ettikleri rızıklarını; ambarlara, aşhanelere dolduran köylünün elinden silah zoruyla alıyor, karşı koyanları ya dövüyor, ya da öldürüyorlardı. Evlerin kilerlerine kadar girip, erzaklarını, teknedeki ekmeklerini ellerinden alarak, atların çektiği furgonlara(***) yükleyip götürüyorlardı. Bunlar yetmiyormuş gibi arkalarında ağlar bıraktıkları insanları ölümle de tehdit ederek gözdağı veriyorlardı. Köylüler hayvanlarının çoğunu dağlara kaçırmış, arpa ve buğdaylarını kazdıkları kuyulara saklamıştı. Değirmenler ise ancak gece yarısından sonra ay ışığında çarklarını döndürebiliyordu.
    Kars’ın, Ardahan’ın, Batum’un merkezindeki durum köylerden farklı değildi. Sırtlarında süngülü tüfeklerle mahallelere dağılan saldatlar evlerde ne varsa topluyorlardı. Kadınların parmaklarındaki yüzük, kulaklarındaki küpe, bellerindeki gümüş kemere kadar hepsini aşikâr soyuyorlardı. Şehrin çarşı pazarında ise pırtı mağazaları talan ediliyor, berber, terzi, nalbant gibi küçük esnafın da en küçük akçesini silah zoruyla ellerinden alıyorlardı. Cephede savaşmaktan daha beter olan bu soygunun sonu gelmiyordu.
    Rusların bütün olanaklarını kullanarak, kırk yıl uyguladıkları işgalci politikaları hiçbir zaman Elviye-yi Selase’yi yıldırıp, Müslümanları azınlığa düşüremedi. Tek yürek olan bu üç sancak halkı, askerinin yanında yer alarak, lokmalarını, hırkalarını, evlatlarını vatana feda ettiler.
    ***
    Köylülerin gönüllü olarak topladığı erzakı çuvallara doldurarak, gecenin karanlığında öküzlerin çektiği arabalara yüklediler. Çoban olan ikiz kardeşler araziyi iyi biliyordu. Arabaları süren arkadaşları da onlara yardımcı olmak için çalışıyordu. Düşmana görünmemek için gündüz kayalık yerlerde saklanıp gece ay ışığında en gizli, en zor yollardan geçerek, kışlaya bir haftada vardılar.
    Birbirinin aynısı olan iki delikanlı Mecidiye kışlasının merdivenlerini koşarak çıktılar. İkinci kattaki odanın çift kanatlı kapısını tıklattılar. “Gir!” cevabıyla içeri girdiler.
    – Kumandanım köylülerin askerimize yardım için topladıkları erzakı aşhaneye, zahireyi de değirmenlere teslim ettik. Dikilen çarık ve analarımızın bacılarımızın ördükleri yün çorap ve yelekler de dağıtılmaya hazırdır. İzniniz olursa Arpaçay’daki ordugâha dönmek isteriz. Karslı Mustafa ile Şevki Çavuş da bize katılacak. Kumandanım; birçok Türk aileleri göçü önlemek ve ordumuza destek vermek için camilerde ve evlerde gizli toplantılar yapıyorlar. Allah’ın izniyle tek nefer bu topraklardan ayrılmayacaktır.
    (daha&helliip;)

  • Hasan AKAR.”SEN YÜREKLERDESİN…”

    12189806_551638261666266_1392384491011174923_n

    “Sen yüreklerdesin,
    Tabiat,Türk eline zulümde
    Kurtlar,kuşlar ağlıyor
    Gayri göç göç diye
    Düşüyorsun yollara
    Yürüyorsun milyonlar ardında
    Türk’e yeni bir yurt kavgasında.
    Sen Asya’dasın
    Orhun Yazıtlarında
    Gök mavisi gözlerin gülümsüyor
    Bulutların arkasında
    Bilge Kağan’la,Kültigin’le
    Taşı yontuyorsun tarihe
    Tonyukuk’la yazma yarışında.
    Sen Malazgirt’tesin
    Bir Ağustos sabahında
    Alparslan’la beraber
    Ordunun ön saflarında
    Alperenler yol gösteriyor
    Ahlat,Harput,Söğüt diye
    Dört asra gizli fetih sevdasında.
    Sen Anadolu’dasın
    Selçuklu saraylarında
    Kaşların çatılıyor birden
    Dilimiz gider telaşında
    Karamanoğlu Mehmet Bey’le
    Ferman eyliyorsun ahaliye
    Çarşıda,pazarda dil uğraşında.
    Sen Fatih’lesin
    Bir çağı kapatıp
    Yeni bir çağı açma kaygısında.
    Sen Kanuni ilesin
    Barbaros’un azmiyle
    Üç kıtaya at koşturup
    Akdeniz’i Türk gölü davasında.
    Sen amansız bir savaşçı
    Çanakkale,Bingazi’de
    Dumlupınar,Kocatepe’desin
    Ve Sakarya’da eşsiz bir zaferdesin.
    İstiklal en büyük bayrağın olmuş
    Cepheden cepheye düşman üstüne
    “Ya İstiklal,Ya Ölüm” parolasında.
    Sen İstanbul’dasın
    Ankara,Kastamonu,Konya’dasın
    Ellerin tebeşir
    Kara tahta başında
    Halkınla el elesin yine
    Aydınlığa yürümek için
    Büyük inkılap savaşında.
    Sen yüreklerdesin
    Seni anlatamaz ne bir maske
    Ne göstermelik bir rozet
    Sökemezler asla içimizden
    Nakış nakış işlenmişsin
    Adın sonsuza kadar yaşar
    Vatanın her karış toprağında…”

  • Yalçın YÜCEL.”Biliyordu”

    11879165_936000243109762_1805357738418180479_o

    Özgürlüğün kokusunu duyarken içinde
    Düşünüyordu
    Buğday sarısı saçları
    Kocatepe’nin toprağıydı sanki
    Gözlerinde akıp giden bir Akdeniz vardı hep
    Yüreğine sığmayan sevgisiyle bir de Türkiye
    Ve ardında onun gibi inanmış
    Onunla düşünen yiğit insanları
    Yalnız değildi hiç
    Bu yüzden sevinçliydi bir yandan da
    Açlıkta olsa
    Cephanesiz ve silahsız da
    Biliyordu
    Her şeyin önünde olan o sevgiyi
    Atının üzerine bindiğinde
    Dağlar küçülüverdi birden
    Ardında nice yiğitleriyle
    Bir destan daha düşüreceklerdi toprağa
    Yeniden dirilecekti özgürlük
    Gülümseyecekti bir çocuk gibi
    Duramadı tarih, yekindi yerinden
    Kapısında Dumlupınar
    Hemen yanında Büyük Taarruz
    Buyur etti ikisini de içeri
    Türk’ün zafer şarkısıydı sonrası
    Özgürlük güldüler hepsi de
    Ve Ata’sıyla birlikte
    Göğün ellerinden tutarak yürüdüler yeryüzünü

    30 Ağustos 2015

  • Harika UFUK.”CUMHURİYET GÜNEŞİ”

    MKA

    Bin dokuz yüz yirmi üç yirmi dokuz ekimde
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.
    Bağımsızlık timsali dalgalanır âlemde.
    Yüreklerde yanıyor cumhuriyet ateşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    Atatürk’e borçluyuz bu aydınlık günleri,
    Geleceği düşlerken unutmayız dünleri,
    Atatürk’ün nutkunda öğüt altın ünleri.
    Oku, öğren, uygula; bulunmaz onun eşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    Harika devrimlerle ülkemde çığır açtı,
    Kurduğu okullarla yurda aydınlık saçtı,
    Yükseldik ilkelerle artık cehaletkaçtı,
    Ardı sıra yürürüz yolumuz onun peşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    29-10-2013.Adana.19.41

  • Hülya ASLAN.”AZERBAYCAN”

    899477

    Oğuz soyum, soyundan,yahşi gözel huyundan
    Türk’ün destan yazdığı Hazar,Tuna boyundan
    Kutsaldır bu topraklar,savaşlar bir son bulsun
    Dirilsin hür vicdanlar her yerde toy kurulsun
    Azerbaycan Can özüm, duyanlar bunu bilsin
    Sen bendensin,ben senden Cihanda Türkiyesin

    Yeter olsun zulümler vatanımızdaki yas
    Kahraman ırkımızdan kalmasın acı miras
    Madem hep bir insanız, vardır bir gönül dili
    Karabağ da yeşersin,dostluğun barış gülü
    Azerbaycan Can özüm, duyanlar bunu bilsin
    Sen bendensin,ben senden Cihanda Türkiyesin

    Şanlı Türk bayrağımız ,Türk’ün olduğu yerde
    Allah muhtaç etmesin ülkemizi namerde
    Bedel olsun dünyaya ırkımın tek neferi
    O Hilal ezel, ebed kucaklasın zaferi.
    Azerbaycan Can özüm, duyanlar bunu bilsin
    Sen bendensin,ben senden Cihanda Türkiyesin

  • KÜMBET DERGİSİ 38 SAYISI YAYINDA.

    38

    2006 yılından itibaren yayın hayatına devam eden ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneğinin yayın organı olan TOŞAYAD Kümbet dergisi 38. sayısı ile okuyucularıyla buluşuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığının da abone olduğu derginin 38. sayısı il ve ilçe halk kütüphanelerine gönderilmeye başladı. Abonelere dağıtımı ise devam etmektedir. Kapağında maziye ait bir fotoğrafın; M.Necati Güneş arşivinden aldığımız 1927 yılında Tokat Belediye Binası önünde kutlanan ilk Etfal (çocuk) bayramı fotoğrafının yeraldığı derginin Editör yazısında Tokat Şairler Ve Yazarlar Derneği Başkanı Remzi Zengin siz okuyucularına şöyle sesleniyor:

    EDİTÖRDEN

    Yeni bir sayı, yeni kalemlerle yine sizlerle birlikte olmanın haklı sevincini yaşıyoruz. Geçen sayımızda yaz mevsimi dolayısıyla şiirlere ağırlık vermiştik. Bu sayımızda ise kültür ve sanat alanında çok değerli, özellikle akademik makalelerle karşınızdayız.

    Niksar Belediyesi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nce bu yıl altıncısı gerçekleştirilen ”Erzurumlu Emrah’tan Cahit KÜLEBİ’ye Halk Âşıkları ve Şiir Şöleni” 9-10 Ekim 2015 tarihleri arasında oldukça görkemli ve başarılı etkinliklerle ortaya konuldu. Etkinlikler çerçevesinde Tokat Mili Eğitim Müdürlüğü ve TOŞAYAD işbirliğiyle Tokat’ta dört okulda, Niksar’da ise altı okulda “Okur-Yazar Buluşmaları” düzenlendi. Programlara davetli yazar ve şairler öğrencilerle buluşarak Türkçenin zenginliğini ve okumanın önemini anlatmaya gayret ettiler.

    Düzenlenen etkinliklerde “6.Cahit KÜLEBİ Memleketime Bakış Şiir Yarışması”nda dereceye giren şairler ödüllerini Niksar Kaymakamı Selami KAPANKAYA ve Niksar Belediye Başkanı Özdilek ÖZCAN’ın elinden aldılar. Ayrıca Niksar’da TOŞAYAD’ın da katkılarıyla araştırması yapılarak gün yüzüne çıkarılan ve Niksar Belediyesi’nce inşa edilen, Karadeniz Bölgesinin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması için mücadele veren Anadolu’daki ilk ahilerden Ahi Pehlivan Türbesi’nin açılışı yapıldı.

    8 Ekim akşamı Niksar Vakıf Kültür Merkezinde yapılan Halk Âşıkları ve Şairleri Gecesinin açılış konuşmasını TOŞAYAD Başkanı Remzi Zengin yaptı. Etkinliğe yurt dışından ve içinden katılan birbirinden değerli şairler, yazarlar ve halk âşıkları başarılı bir şekilde imza attılar. Katılımcı şairler arasında; Yahya Akengin, Bestami Yazgan, A.Tevfik Ozan, Vedat Fidanboy, Talat Ülker, İbrahim Düğer, Gökmen Sakin, Gülten Ertürk, Kenan Yavuzarslan, Ahmet Otman, Gülden Taş, Sündüs Akça, Mahmut Hasgül, Şerare Kıvrak, A.Turan Erdoğan, Rasim Yılmaz, Nihat Aymak, Metin Falay ve Hasan Akar yer alırken; halk âşıkları Âşık Kaptanî, Âşık Eserî, Âşık Muhsin Yaralı, Âşık Gara Borçalı, Âşık Ensar İpek sazları ve sözleriyle programları renklendirdiler.

    Tokat/Zile’de 8-10 Ekim 2015 tarihleri arasında düzenlenen “Tarihi ve Kültürüyle III. Zile Sempozyumu”nda TOŞAYAD üyesi yazarlarımızdan Bekir Yeğnidemir, Hasan Akar, Bekir Aksoy ve Ahmet Divriklioğlu Zile ile ilgili hazırladıkları bildirilerini sundular.

    Geleneksel kahvaltılara Niksar’da devam edilerek şair ve yazarların değişik konulardaki önerileri tartışıldı.

    Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Amasya İl Temsilcisi Hüseyin Menç ve İLESAM Amasya İl Temsilcisi Mustafa Ayvalı’nın davetlisi olarak 2 Ekim 2015 akşamı Amasya’da Sultan Beyazıt Külliyesi’nde düzenlenen “Külliye Sohbet ve Şiir Akşamları”na TOŞAYAD olarak on kişilik şair grubumuzla katılarak Amasya-Tokat kültür şehirleri kardeşliğini pekiştirdik.

    Tokat Güneş TV’de “Kültür Sofrası” programlarına yeniden başlanılarak yurt içinden akademisyen, şair ve yazarlar konuk edildiler.

    Bu sayımızdaki kalemlerimiz arasında; M. Halistin Kukul, Lütfi Sezen, Firuze Ağayeva, Ergün Veren, Bekir Yeğnidemir, Akmandar Demirci, Abdulkadir Güler, Tahir Turan, Ülkü Taşlıova, İlkin Manya, Harika Ufuk, Sündüs Arslan Akça, Kerkük’ten Hamza Hamamcı, Zeliha Şerbetçi, Nihat Aymak, Muhsin Demirci, Nermin Akkan, Ozan Köklünar, Osman Şahin, Saffet Çakar, Semra Meral, Şerare Kıvrak, Süleyman Erkan çalışmalarını sunarken Tokatlı Nuri’nin bilinmeyen şiirleri ilk kez yazarlarımızdan Bekir Aksoy’un gayretleriyle edebiyat dünyasına kazandırıldı.

    Gönül bahçelerinde biriktirdikleri duygularını dile getiren şairlerimiz ise; Rıfat Araz, Nihat Malkoç, Ahmet Otman, Zübeyde Gökbulut, Ayhan Nasuhbeyoğlu, Talat Ülker, Hızır İrfan Önder, Kenan Yavuzarslan, Mahmut Hasgül, Orhan Yılmaz, Qafgaz Evezoğlu, Buket Ezgi Keler, Burhan Kurddan, Celalettin Çınar, Hamdi Ertürk, Rafiq Oday, Yasin Semiz, İlhan Yardımcı, Hasan Koçak, İlhan Kurt oldular.

    Yeni bir sayıda buluşmak üzere siz değerli okuyucularımıza saygı ve selamlarımızı iletiyoruz.

    Remzi ZENGİN/ Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı

  • Yalçın Yücelin doğum gününü kutluyoruz!

    175054_178868168822977_4360000_o

    UNUTTUĞUM SEN MİYDİN

    Unuttum yüzünü çoktan
    Sanırım oturmuştuk karşılıklı
    Kumral mıydı, kısa mıydı saçları?
    Yıllar neler götürmüş benden böyle
    Oysa, kaç kez karşı karşıya geldi bu gözler
    Elleri ellerim gibiydi
    Anımsıyorum biraz; çekingendi de
    Oracıktan bakıyordu yine aynı
    Kaçık sevgiler taşıdığımız o köşeden
    Unutmuş olsam gerek çoğunu
    Yıllar neler götürmüş benden böyle
    Var mıydı günlerimde zamanı benimle paylaşan?
    Bir çiçek gibiydi belki de yaşamımı konuşturan
    Gözleri yeşil miydi, yoksa ela mı?
    Yorgunum şu an, ondandır belki de unuttuğum
    Ama bir şey var ki, yer almış yüreğimde işte
    Yazmışım defterimin birkaç sayfasına
    İsminin hemen altında şiirlerimle

    * * *

    Çocukluğum büyüdü döş cebimde
    Yıllar ne de tez geçti böyle
    Anılar kaldı tek tük
    Yırtık ceplerimden düşmediyse
    Şimdi düşünüyorum
    Kurgusu tükenmek üzere olan saatler gibi
    Nice yoksul kaldırımlar, yürüyen yorgun ayaklarım
    Ve nasırlaşmış acılarıyla yaşamım
    Çocukluğum büyüdü, şu küçük döş cebimde
    Umutlarım ne kadar da çoktular o zaman
    Hepsi de sıcak bir ekmek gibi güzeldiler
    Koparamadım bir parça olsa da
    Çocukluğum, dürüp büküp döş cebimde sakladığım
    Bir ıtır kokusuyla çıkıyorlar yerlerinden şimdi
    Hangisini karşılasam, ne desem ki
    Kapım açık ardına kadar
    Orada büyüdü diyorum çocukluğum
    Şu boynu bükük döş cebimde işte
    Ne zaman üşüse, üşüse parmaklarım
    Bir arayıştır başlıyor, bir koşuşturma.

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiir

    MKA

    Elimizden tuttuğundan beri
    İçimizde duyuverdik
    Öylece öğrendik özgürlük nedir
    Ve çocuklar gibi şendi artık düşünce
    Seninle yürürken
    Yaşam da başkalaşıverdi
    Bir gül bahçesi olduk insanlığa açan
    Ey gökçek cumhuriyet!
    Sen ne özlü bir dostsun bize
    Nice günler, nice yıllar
    Hep el ele , ayrılmaz bir sevgiyle yürüdük
    Dostluğun o kadar sağlam ki
    Annemiz kadar yakın sanki
    Bir gül bahçesi işte
    Açacak, çok daha, çok daha…

    Birlikte çıktığımız bu aydınlık yolda bizleri onunla tanıştıran ATATÜRK’ÜMÜZÜ de sevgiyle, saygıyla anarak bayramınızı kutluyorum.

  • Harika UFUK.”CUMHURİYET GÜNEŞİ”

    MKA

    Bin dokuz yüz yirmi üç yirmi dokuz ekimde
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.
    Bağımsızlık timsali dalgalanır âlemde.
    Yüreklerde yanıyor cumhuriyet ateşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    Atatürk’e borçluyuz bu aydınlık günleri,
    Geleceği düşlerken unutmayız dünleri,
    Atatürk’ün nutkunda öğüt altın ünleri.
    Oku, öğren, uygula; bulunmaz onun eşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    Harika devrimlerle ülkemde çığır açtı,
    Kurduğu okullarla yurda aydınlık saçtı,
    Yükseldik ilkelerle artık cehaletkaçtı,
    Ardı sıra yürürüz yolumuz onun peşi.
    Taç oldu başımıza cumhuriyet güneşi.

    29-10-2013.Adana.19.41

  • ERZURUMLU EMRAHT’AN CAHİT KÜLEBİ’YE HALK ÂŞIKLARI VE ŞİİR ŞÖLENİ VE OKUR-YAZAR BULUŞMALARI ÜZERİNE

    tosayad

    9-10 Ekim 2015 tarihleri arasında “Erzurumlu Emrah’tan Cahit Külebi’ye Halk Aşıkları ve Şiir Şöleni”nin altıncısı yapıldı. Şölenin diğerlerinden önemli bir farkı, halk aşıklarının programlarının daha zengin bir şekilde yer alması ile birlikte Tokat ve Niksar’da gerçekleştirilen “Okur-Yazar Buluşmaları” oldu.Bu anlamlı etkinlikleri ilk kutlayan da Türk Edebiyatının mümtaz şahsiyeti Cahit KÜLEBİ’in halen Kıbrıs’ta yaşayan oğlu Ali KÜLEBİ oldu. Bizlere gönderdiği mesajında bu tür çalışmalarının önemini şöyle vurgulamıştı:
    “Çok saygıdeğer Niksarlı hemşehrilerim;
    Anadolu topraklarında kurulmuş olan iki Türk Devletine başkentlik yapan güzel Niksar’ımızda yıllardır süregelen “Erzurumlu Emrah’tan Cahit KÜLEBİ’ye Halk Aşıkları ve Şiir Şöleni”nin bu yıl da şanına yakışır şekilde kutlanmasından dolayı sevinç ve gurur duyuyorum.
    Halen KKTC’de bulunmam ve sağlık durumumun uygun olmamasından dolayı çok istediğim halde bu çok anlamlı şölene katılamamamın üzüntüsünü yaşıyorum.
    Babamın yaşantısının en mutlu günlerini geçirdiğini şiirlerinde yansıtmış olduğu Niksar’da onu ve çok sevgili eşi Fatma Süheyla Külebi’yi sizlere emanet etmiş olmanın huzuru içindeyim.
    Türk Edebiyatına ve folkloruna çok katkısı olacağına inandığım ve süreç içinde Niksar’ımızı, Türk kültüründe özel ve hak ettiği yere taşıyacak bu artık gelenekselleşmiş şölenin düzenleyicilerini kutluyor,
    Saygıdeğer Belediye başkanımız Özdilek Özcan, Saygıdeğer Kaymakamımız Selami Kapankaya ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği ile bu şölen için emeği geçen herkesi kutlayıp teşekkürlerimi sunuyor ve başarılar diliyorum.
    Yine bu vesile ile annemi ve babamı emanet ettiğimiz sevgili ve çok vefalı Sayın Niksarlı hemşehrilerimize de en derin saygılarımı arz ederim.”
    8 Ekim günü Tokat İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliği ile gerçekleştirilen Okur-Yazar Buluşmaları çerçevesinde:
    Tokat İbn-i Kemal İlkokulu’nda Türk Edebiyatının sevilen isimlerinden Bestami YAZGAN, şiirlerini ve masal kitaplarından bazı örnekleri TOŞAYAD şairlerinden Sündüs Arslan Akça ile birlikte öğrencilere sundular. Söyleşinin bitiminde kitaplarını imzaladılar. Bu okuldaki etkinliğe Salihli’den Bizim Ece Dergisi Şair-Yazar Ahmet Otman da katılarak, öğrencilere Manisa’dan getirdiği kitap ve bazı hediyeleri takdim etti.
    Gazi Osman Paşa Ortaokulu’nda düzenlenen programa Gümüşhane’den Araştırmacı-Yazar Talat ÜLKER ile birlikte TOŞAYAD üyesi, eser sahibi şairlerimiz Nihat Aymak ve Metin Falay katıldılar.
    Gazi Osman Paşa Lisesi’ndeki Okur-Yazar Buluşmaları için konferans salonunda düzenlenen etkinliğe Doç. Dr. Ahmet Tevfik OZAN ve TOŞAYAD üyesi, Eğitimci-Şair Mahmut Hasgül katıldılar.
    TOBB Ortaokulu’ndaki programda Şair Yazar Bestami YAZGAN ve Eğitimci-Yazar Mahmut Hasgül öğrencilerle söyleşi yaptıktan sonra eserlerini imzaladılar.
    Aynı gün akşamı Türkiye’nin dört bir yanından gelen halk âşıkları ve şairlerimiz TOŞAYAD Başkanı Remzi Zengin’le birlikte Tokat’ta yayın yapmakta olan Güneş TV’yi ziyaret ederek Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nce periyodik olarak gerçekleştirilen “Kültür Sofrası”na katıldılar. Moderatörlüğünü Eğitimci-Yazar Hasan Akar ve Mahmut Hasgül’ün yaptığı programa, Doç. Dr. A. Tevfik Ozan, Bestami Yazgan, Talat Ülker, Ahmet Otman, İbrahim Düğer, Sündüs Akça, Aşık Kaptanî, Aşık Muhsin Yaralı katıldılar.
    9 Ekim Cuma günü etkinlikler Niksar’da devam etti. Şairler ve halk aşıkları Niksar Belediye Başkanı Özdilek ÖZCAN ve Niksar Kaymakamı Selami KAPANKAYA’yı makamlarında ziyaret ederek Türk-kültür ve sanatına verdikleri desteklerden dolayı teşekkür edip eserlerini sundular.
    Okur –Yazar Buluşmaları için: Niksar Fen Lisesi’nde Talat Ülker, A. Tevfik Ozan, Kenan Yavuzarslan; Niksar Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde: Ahmet Otman, Sündüs Arslan Akça ve Şerare Kıvrak; Niksar Kaya-İsmet ÖZDEN Ortaokulu’nda; Niksar TOKİ Ulucan Ortaokulu’nda, Bestami Yazgan, Mahmut Hasgül; Niksar İmam Hatip Ortaokulu’nda,İbrahim Düğer ve Remzi Zengin; Niksar Anadolu Lisesi’nde, Yahya Akengin, Vedat Fidanboy, Nihat Aymak söyleşilere katılıp eserlerinden imzaladılar.
    Niksar Halk Eğitim Merkezi’nde düzenlenen sunumunu Melek Temel’in yaptığı “Halk Âşıkları Şöleni”nde Azerbaycan’dan Âşık Gara Borçalı, İzmir’den Âşık Ensar İpek, Aydın’dan Âşık Muhsin Yaralı, Sivas’tan Âşık Kaptanî ve Âşık Eserî sahne aldılar.
    Programlar çerçevesinde aynı gün Karadeniz bölgesinin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması için büyük mücadele veren Niksar’da medfun Ahi Pehlivan’ın anıt mezarının açılış töreni yapıldı. Törende Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü uzmanlarından Bekir Yeğnidemir Ahi Pehlivan’la ilgili bilgi sunumu yaptı. Niksar Belediye Başkanı Özdilek Özcan ve Niksar Kaymakamı Selami KAPANKAYA’nın teşekkür konuşmalarından sonra Niksar Müftüsü Ali Canpolat tarafından yapılan dua sonrası kurdele kesilerek anıt mezarın açılışı yapıldı.
    Protokol, katılımcılar, şairler ve halk aşıkları Erzurumlu Emrah ve Cahit Külebi’nin anıt mezarlarını ziyaret ettiler.
    Akşam, Vakıf Kültür Merkezinde gerçekleştirilen “Erzurumlu Emrah’tan Cahit KÜLEBİ’ye Halk Aşıkları ve Şiir Şöleni’ne “Niksar Kaymakamı Selami KAPANKAYA, Niksar Belediye Başkanı Özdilek ÖZCAN, ilçe Emniyet Müdürü Zeki Akyol, 22.Dönem Tokat Milletvekili İbrahim Çakmak,Niksar Eski Belediye Başkanı A.Duran Ünverdi, Vakıflar Eski Genel Müdürü Yusuf Beyazıt katıldılar. Gecenin açılış konuşmalarını Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Remzi Zengin ve Niksar Belediye Başkanı Özdilek ÖZCAN yaptılar.
    Sunumunu Eğitimci-Yazar Mahmut Hasgül’ün yaptığı programda Ankara’dan TÜRKSAV Başkanı Yahya Akengin, İstanbul’dan Bestami Yazgan, Elazığ’dan, A. Tevfik Ozan, Ankara’dan Vedat Fidanboy, Gümüşhane’den Talat Ülker, Kırşehir’den İbrahim Düğer, Manisa’dan Ahmet Otman, Artvin’den Gülden Taş, Ankara’dan Gülten Ertürk, Van’dan, Gökmen Sakin, Samsun’dan Kenan Yavuzarslan, Tokat’tan Sündüs Akça, Şerare Kıvrak, A. Turan Erdoğan, Nihat Aymak, Rasim Yılmaz, Metin Falay, Hasan Akar, Niksar’dan Ahsen Arslan, Sivas’tan Aşık Kaptanî, Aşık Eserî, İzmir’den Aşık Ensar İpek, Aydın’dan Aşık Muhsin Yaralı, Azerbaycan’dan Aşık Gara Borçalı sahneye çıkarak duygularını saz ve sözleriyle dinleyicilerle paylaştılar.
    Program, “VI.Cahit KÜLEBİ Anadolu ve Memleketime Bakış Şiir Yarışması”nda dereceye giren Miraç Furkan Bayar ve Talat Ülker’e verilen ödüllerle şair ve halk aşıklarına verilen plaket töreni ile sona erdi.
    10 Ekim Cumartesi günü misafirlere kültür gezisi düzenlendi. Niksar Arsenal Yer altı şehri, Ulu Cami, Kırgızlar Kümbeti, Niksar Kalesi, Çöreği Büyük Camii, Melik Gazi Türbesi, Çamiçi Yaylası planlanan yerler arasında yer aldı.
    Bize düşen, değerli katılımcılarla birlikte bu güzel etkinliklere sonsuz desteklerini veren Niksar Belediye Başkanı Özdilek ÖZCAN, Niksar Kaymakamı Selami KAPANKAYA, Niksar Belediye Başkan Yardımcısı Celal Şahin, Fatih Dönmezoğlu, bizleri yanız bırakmayan Bekir Yeğnidemir, Hüseyin Yeğnidemir, M. Necati Güneş. Akmandar Demirci, Kültür Müdürlüğü personellerinden Ersin Ertubay, Ayhan Demircioğlu, Mehmet Türkü, Özcan Er, Merve Aydemir ve diğer emeği geçenlere en içten teşekkürlerimizi sunmaktır.

  • Ekrem KAFTAN.”KARA GÖZLÜM”

    12027555_789299131178764_1514336601812986383_n

    Kara Gözlüm neredesin bileydim
    İzlerinden ardın sıra geleydim
    Ağlıyorsan göz yaşını sileydim
    Senelerdir görmedim âh yüzünü

    Yarım kaldı hikâyemiz sevdâmız
    Ebediyyen bahtiyarlık edâmız
    Ne acıydı böyle ânî vedâmız
    Öpemedim son defa âh gözünü

    Şimdi yalnız kimsesiz ve pişmanım
    Tükeniyor gayrı günüm zamanım
    Belli değil baharım ve hazânım
    Unutamam “çok sevmiştim” sözünü

    Kara gözlüm şiirime ilhamsın
    Ömür boyu çekeceğim tek gamsın
    Bilemedim bana neden haramsın
    Hangi başa destek yaptın dizini

  • Yavuz DOĞAN.”SENİ SEVMEK…”

    11232275_788500341258643_7512752027668346820_n

    – Yasaklanmış elmayı Havva için ısırıp
    Suçuna ortak olmak demektir seni sevmek… –

    Seni sevmek, kamerin güneşe yüz çevirip
    Karanlık suretini günden gizlemesidir.
    Kaf Dağının ardına yıldızları devirip
    Gözlerinin daldığı yeri izlemesidir.

    Seni sevmek, Mısır’da bir firavundan kaçıp
    Kızıldeniz’de ölmek; gözlerinde doğmaktır.
    İlk cemrenin ardından çiçeklerimi açıp
    Kendi öz evladımı ellerimle boğmaktır.

    Seni sevmek, semaya açılan avuçların
    “Âmin” dolu bir aşkla yüze sürülmesidir.
    Şeytan’a terk edilip tövbe bilmez suçların
    Hesabının mahşerden önce görülmesidir.

    Seni sevmek, dört mevsim boyu yağmur yağması
    Yedi gün, on iki ay batmaması güneşin.
    Karanlık gecelerin bir saate sığması
    Gül tenli İbrahim’i yakmaması ateşin.

    Seni sevmek, bir düşten bir düşe hicret etmek
    Gördüğüm her zerreye seni anlatmak biraz.
    Bir tek seni dileyip, tek sana niyet etmek
    Kırk gece sabaha dek aç susuz yatmak biraz.

    Seni sevmek, duyduğum aşk dolu her bestenin
    Sözlerinde isminin geçmesi gibi bir şey.
    Baktığın her adresi -cennet kokarken tenin-
    Bülbülün kıble diye seçmesi gibi bir şey.

    Seni sevmek, sevmekten kan ter içinde kalmak
    Gözlerinde dinlenip unutmak yorgunluğu.
    Kirpiklerinde yanmak, küle dönüp azalmak;
    Bir yakamoz gölgesi, bir deniz durgunluğu.

    Seni sevmek, yok olmak zifir kokan gecede
    Avunmak yüreğimde yankılanan sesinle.
    İsmini zikir saymak yazdığım her hecede
    Ve yeniden var olmak sen kokan nefesinle.

    Seni sevmek, çölde bir vahanın susuzluğu
    Yağmur damlalarının denize hayretidir.
    Bedenin sarhoşluğu, ruhun uykusuzluğu
    Şairin gözlerine ulaşma gayretidir.

    12.09.2014/İstanbul

  • Yalçın YÜCEL.”ÇAYIMDA İÇTİĞİM”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Seni içiyorum çayımda yudum yudum
    Yağmurlar düşüyor dallarıma
    Serin, nemli Karadeniz havasıyla
    Dudaklarım ıslak
    Seninle koşuyorum ellerimde bulutlar
    Biraz daha uzansam dağları aşacak ayaklarım
    Kin büyütecek bu kez göğün içi
    Seninle olduğumda neler oluyor böyle
    Duygularım fırtınalı bir deniz gibi
    Sanki bir korsan gibi girmişsin güverteme
    Oysa sevmenin tam da ortasındaydım
    Çoğaldıkça çoğalıyordum içimde
    Ne yaparım bilmem ki bu kadar senle
    Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibiyim
    Yüreğimin cebinde ellerim
    Bakışlarım gözlerinden sarkıyor şimdi
    İçtiğim sendin, çayım tükenmek üzere artık
    Birazdan görecekler yanı başımda sen
    Bilmem ki ne diyecekler
    Bir sessizlik mi dökülecek bardağıma.

  • Yalçın YÜCEL.”EVDEKİ SESSİZLİK”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Avlusu gül
    Odalarına sinmiş tüm anılar
    Çürümüş tavan arası
    Geceyi sarkıtmış gibi içinden
    Sönüp kalmış sanki birkaç ışık da
    Mum yanıkları hemen masa üstünde
    Tek sahibi sessizlik artık
    Belki de
    Kapalı dolaplarında
    Sözcükler var
    Şimdilik suskun duran
    Ara sıra
    Bir kedi miyavlaması bahçeden
    Ve ötesinde
    Tedirgince duran duvarlar
    Konuşmak isteyenler var
    Gölgelerinde belki de tavanın
    Avlusu gül
    Kapısında bir konuk, şimdilik
    Yıllar sonra çıkıp gelmiş buralara belli
    Kim bilir, neler yaşadı ki burada?
    Gözlerinde birkaç damla hüzün
    Tekrar gidecek elbet, kalmayacak sanki
    Sessizlik evin asıl sahibi.

  • Kemale Adnani.”Haydi birlik olalım!!!”

    1609891_266895070142791_1991942379_n

    Hep aşkı, hep ‪#‎SevgiyiYazalımKonuşalım‬
    Dost ve kardeş olalım, el-ele tutuşalım.
    Allah’ı sevenleri ayıramaz reng’ ırk, dil!..
    Düşmanımız küfürdür, her hangi millet değil!
    Nefret yüzünden göğe kalkmış hayır, bereket…
    İzliyor birbirini bunca acı, felaket.
    Zulüm arşa dayanmış her yan fitne, kan, zeval;
    Lakayit kalan her kes taşıyor büyük vebal!
    Yeter daha ne kadar ezilmeli mazlumlar?!..
    İslam Birliği ile küfür yerle bir olar!
    Hepsi birer mucize gerçekleşen her olay,
    Elçiye uyanıların kurtuluşu çok kolay.
    Tek rehperimiz Kur’ân, tek caremiz sevgidir.
    Sevgi sevgili Rabbim için güzel övgüdür.
    Allah asıl gerçeyi gözler önüne serir;
    Birlik olursak eğer dünyaya huzur verir.
    Sevgi ile huzuru, mutluluğu bulalım;
    Haydi birlik olalım, haydi birlik olalım!!!..

  • Sıtkı CANEY.”RUÇLA, DEVRİM VE ÖZGÜRLÜĞE…”

    kumbet

    “Olan olmayana verecek deriz
    Halden anlayandır dostumuz her dem
    Her dem oruç ile kıyam ederiz
    Aşktandır hırkamız postumuz her dem”

    İnsan için, bütün zamanların en zorlu ve en güçlü özgürlük eylemidir oruç.
    Tüm dünyaya ve nefsimize karşı ruhumuzun, öz benliğimizin özgürleşmesidir oruç.
    Bütün tutsaklıklarımıza karşı en güçlü başkaldırıdır oruç.
    Oruçla atarız üstümüze serili ölü toprağını.
    Adeta yeniden diriliriz oruçla.
    Yeniden varırız künhüne varoluşumuzun.
    Oruçla başlar içimizde ve hayatımızda en büyük devrim.
    Bir kez daha görürüz; uçsuz, bucaksız, öncesiz ve sonrasız, yüceler yücesi aşkın küçücük kalbimize nasıl sığabildiğini.
    Ancak oruçla tam ve eksiksiz hatırlarız yeryüzünün bütün yoksullarını, bütün mazlumlarını, bütün gariplerini ve en çok o zaman ararız onlarla dayanışmanın, her şeyimizi paylaşmanın bütün yollarını.
    Paylaştıkça güçleniriz oruçla, senliği benliği bırakıp biz oluruz ve birliğin sırrına ereriz. (daha&helliip;)

  • Yalçın YÜCEL.Muhteşem şiirler

    175054_178868168822977_4360000_o

    * * *

    Elimizden tuttuğundan beri
    İçimizde duyuverdik
    Öylece öğrendik özgürlük nedir
    Ve çocuklar gibi şendi artık düşünce
    Seninle yürürken
    Yaşam da başkalaşıverdi
    Bir gül bahçesi olduk insanlığa açan
    Ey gökçek cumhuriyet!
    Sen ne özlü bir dostsun bize
    Nice günler, nice yıllar
    Hep el ele , ayrılmaz bir sevgiyle yürüdük
    Dostluğun o kadar sağlam ki
    Annemiz kadar yakın sanki
    Bir gül bahçesi işte
    Açacak, çok daha, çok daha…

    Birlikte çıktığımız bu aydınlık yolda bizleri onunla tanıştıran ATATÜRK’ÜMÜZÜ de sevgiyle, saygıyla anarak bayramınızı kutluyorum.

    BİR BABANIN ELLERİ

    Yaşlanan yorgunluğuyla
    Hüzünler yüklenecek
    Yollarında günlerinin
    Ve akşam dönüşlerinde
    Çökecek omuzları
    Biraz daha
    Çünkü çocukları bekleyecek kapıda
    Ellerine bakacaklar
    Boş duran ellerinde nasırlarıyla
    Bükülecek boyunları bir kez daha
    Kim duyacak ki dersiniz?
    Bir baba ellerinde ağlarken
    Geçecek yine de
    Bazen aç
    Bazen tok
    Yaşanacak işte
    Birileri
    Paris’de bir kahvaltı yaparken.

  • Harika UFUK.”Efeler diyarı İzmir”

    307114_10150226571147998_8263005_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    İzmir’in kurtuluş günü kutlu olsun.

    Cennet vatanımın nadide şehri,
    Ata’mdan armağan kaldın İzmir’im.
    Hep seni anlatır Menderes nehri,
    Adını inciden aldın İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Menemen efeler, mertler otağı,
    Bergama’dan başlar turist atağı.
    Aliağa antik eser yatağı,
    Elmastın, yakuttun, laldın İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Dikili Limanı oldukça küçük,
    Üç gemi yanaşır, gönüller büyük,
    Bornova’da sekiz yüz yıllık höyük,
    Her asırdan izler buldun İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Merdivenli köyde k(ı)rater gölü,
    Nebiler, Madenli hep sıcak sulu
    Demirtaş, Deliktaş eserle dolu,
    Tarihler boyunca güldün İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Urla kuzeyinde Karaburun’da,
    Şu Çakmaktepe’debiraz durun da,
    Hitit, Lidya, Roma geçmiş sorun da
    Sayısız kalpleri çaldın İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Seferihisar’da eskidir kale,
    Teos antik kenti düşlerde hale,
    Osmanlı, Selçuklu yakmış meşale,
    Bin bir uygarlıktan geldin İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Menderes masmavi, gökyüzü uçuk,
    Özdere’ye gelin hep çoluk çocuk,
    Meryem Ana’sıyla ünlüdür Selçuk,
    Her dilden, her dinden yeldin İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Eğitimde kale bilinir Buca,
    Askere kucaktır, güzeldir Foça,
    Tire kültürüyle zengin oldukça,
    Heykelle, resimledoldun İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Kemalpaşa kiraz, çam ormanıyla,
    Hitit kabartması antik yanıyla,
    Geçmişten bugüne dost kervanıyla,
    Yürekten yüreğe yoldun İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Bergama’da meşhur kilim ve halı,
    Asırlık şaraptır Çeşme,Torbalı,
    Üç mermer sunağa mutlak bakmalı,
    Geçmişte yangınla soldun İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Sultan Şah Türbesi Osmanlı demiş,
    Özgün kent dokusu saklı Ödemiş,
    Kültür Mirası’na Birgi seçilmiş,
    Asırlarca ortak dildin İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Seydiköy’dü adı değişti sonra,
    Gaziemir oldu gelişti bura,
    On iki adayı seyreder Urla,
    Ege’yi Türklerin bildin İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Meydanı, anıtı ve iskelesi,
    Yirmi beş metrelik saat kulesi,
    Konak’ta bulunur İzmir simgesi,
    İstiklâl Harbi’nde seldin İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Kınık, Çiğli, Kiraz, Beydağ, Bergama,
    Hepsi birbirinden güzeldir ama
    Karşıyaka başka seven adama…
    Renklerin içinde aldın İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Balçova, Bayındır ve Narlıbahçe,
    İzmir’i anlattım ben hece hece,
    İnsanı aydındır, silinir gece,
    Harika çiçektin, güldün İzmir’im,
    Gönlüme sevdanı saldın İzmir’im.

    Adana.18 Mart 2012.Saat: 13.30

    İzmir ilinin ilçeleri: Balçova, Çiğli, Gaziemir, Karşıyaka, Konak, Aliağa, Bayındır, Bergama, Beydağ, Bornova, Buca, Çeşme, Dikili, Foça, Karaburun, Kemalpaşa, Kınık, Kiraz, Menderes, Menemen, Narlıbahçe, Ödemiş, Seferihisar, Selçuk, Tire, Torbalı ve Urla’dır.
    Not 1: Türkiye Sevdası isimli projeye kaynak oluşturmak için Türkiye genelinde geleneksel olarak tertiplenen 15. Hikmet Okuyar Ödüllü Şiir Yarışması’nda 19 Mayıs 2012’de bu şiir birincilik kazanmıştır.
    NOT 2: Bu şiir 21 Kasım 2013 Tarihinde Edebiyat Defteri Sitesinde “Uğur Böceği” ile ödüllendirildi.

  • Doğum gününüz kutlu olsun!

    14015_394218784074882_3196374277671349122_n

    Günlük Haber Ajansının Yönetimi Sizi, Çağdaş Türkiye edebiyatının ünlü temsilcisini, yetenekli eski sahibini, Günlük Haber Ajansları ve Azerbaycan’ın MMƏDƏNİYYƏT ve Edebiyat Portalının Türkiye təmsilcisini doğum gününüz vesilesiyle içtenlikle tebrik, Size uzun ömür, sağlık, çalışmalarınızda başarılar diler!

    Basın hizmeti

  • Remzi ZENGİN.”Doğum Günün Kutlu Olsun”

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Dilerim yüce mevlâdan
    Gözlerin yaş,
    Tekerin taş,
    Memleketin savaş görmesin.

    Cebinde bitmesin para
    Başın düşmesin hiç dara
    Dırdırı çok bir kaynana
    Başından eksik olmasın.

    Altında bir arap atı
    Gezesin hep memleketi,
    Malının bet bereketi
    Azalmasın, daim artsın.

    Duaların kabul olsun
    Mutluluğun bâki kalsın,
    Beklediğin yolcu gelsin
    Gözlerin yolda kalmasın

    Dilerim hiç çekme tasa
    Düşmeyesin derin yasa;
    Bir kel ile bir de köse
    Düğününde davul çalsın.

    Rüyaların gerçek olsun
    Dilerim hep yüzün gülsün,
    Seni sevmeyenler ölsün
    Yüz yirmi yıl yaşayasın.

    Remzi’den sana nasihat
    Adımını dikkatli at,
    Her şeye eyleme inat,
    DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN

  • Hasan AKAR.”Yamansın Be Sami!”

    14015_394218784074882_3196374277671349122_n

    Çözemezler seni yamansın be Sami,
    Sanıyorsun ki senden gayrisi ali,
    Sensiz n’olur Anadolu Lisesi hali,
    Müdürlük az olasın bir şehre vali.

    Şifreleri kaptın,puanları bastın,
    Bilemezler sandın,şimdi faka bastın,
    Aralık’tan sonra Cemaati astın,
    Bitiyorsun nedir kendine bu kastın.

    Öyle güçlüsün ki sendika vız gelir,
    Yalakalık, yağdanlık sana az gelir,
    Sen şahinsin artık Tokat sana kaz gelir,
    Bu devran böyle gitmez bilesen Sami,
    Rabbim büyük bize de bir gün yaz gelir.

  • Ahmet DİVRİKLİOĞLU TUFAN.”Tufan var”

    ad

    Bedenim birdir amma
    İçinde iki can var
    Birisi Hak’tan yana
    Birinde sis duman var

    Kulağımın birinde
    Ezanlar iniltide
    Dinlerim diğerinde
    Kemaneler çalan var

    Sağ gözüm Elif,Mim de
    Sol gözüm dolu,demde
    İkisi de benim de
    Beynimde bir çiyan var

    Ağzım içinde dilim
    Düşmanım san ki benim
    Söylemez istediğim
    Her sözünde yalan var

    Bir ayağım dar durur
    Biri isyankar olur
    Aklım fikrim dağılır
    Bedenim de talan var

    Kalbimin yarısında
    Muhabbet vardır dosta
    Kalan diğer tarafta
    Aklım çelen şeytan var

    Gönlüm vahdet isterken
    Güzellik düşlüyorken
    Haz alır kekrilerden
    Niyetimi bozan var

    Elim semaya açık
    Titrerim benzim uçuk
    Gören der deli,kaçık
    Bilmez içten yanan var

    Ehlibeyt’in yoluna
    Kurbanım ben soyuna
    Deyin Teberra bana
    Beni başka sayan var

    Özümde inanç hası
    Çeker vuslat sancısı
    Bilir başka yok şansı
    Elde rehber Kur’an var

    Yüreğim Hakka bağlı
    O biraz sağlam bari
    İçinde zari,zari
    Af dileyen aman var

    Adımım Hak’ka yürür
    Bedenim biter,erir
    Kim bilir,kim ne görür
    Hala aslım soran var

    TUFAN yönün kıblede
    Şükürler var dilinde
    Güya yaşadın sen de
    Yaşıyorsun sanan var

  • Yalçın YÜCEL.”BİR GURURDUR ÇANAKKALE”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Tarih
    Bir kez daha açtı kapısını
    Sayfalara doluverdi Mehmetçik
    Büyüdü, çok daha yüreği
    Öyle bir kahramanlıktı ki bu
    Anadolu
    Boşalıverdi sanki
    Birdenbire Çanakkale’ye
    Nasıl bir inançtı ki
    Göğüslerini siper ettiler
    Hem de hiç korku duymadan
    Yağmur olup yağsa da mermiler
    Belki açtılar, susuz da
    Yırtık postallar üşütse de
    Vatan sevgisi ısıttı içlerini
    El ele koştular, ölümün üstüne üstüne
    Topraksa acıyla inledi tüm bunlara
    Yüceltti sesini
    Duymadı vahşet
    Duymadı kin
    Madene dönüştü
    O güzelim yeşil birden
    Ve akıp gitti
    Kan kırmızı
    Öldüler
    Hem de binlercesi
    Geleceğe
    Özgür bir yaşam bırakarak.

  • Harika UFUK.”Allah’tan başka yar yok”

    307114_10150226571147998_8263005_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    İnançsız sevginin, aşkın adı yok,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…
    İmansız hayatın hiçbir tadı yok,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    Etrafa alıcı gözlerle bakın,
    Dünyada kimin var Allah’tan yakın,
    Arama bir başka sevgili sakın,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    İstersen epeyce yaklaş Maçin’e,
    Dilersen uzaklaş hatta git Çin’e,
    Tavsiyem önce bak kendi içine,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    Geçici sevdayı aşk sanmayasın,
    Dünya nimetine hiç kanmayasın.
    Dünyevi zevkleri çok anmayasın,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    Bir gün değil, her gün aşkın günüdür,
    Harika sohbetin, meşkin günüdür,
    Cennette kurulan köşkün günüdür,
    Allah’tan başka yar bulamazsın ki…

    Adana.14.02.2014 Saat: 09.45

  • Yalçın YÜCEL.”SEN NİNNİ SÖYLERKEN ANNE”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Sen ninni söylerken
    Sesin tutuyor ellerimden
    Otlar üstünde koşuyoruz birlikte
    Papatyalar daha da çoğalıyor
    Kuşların kanatlarına dokunuyor gözlerim
    Sen ninni söylerken
    Uykumun kapısı çalınıyor yavaşça
    Gözlerim kapanıp kapanıp açılıyor
    Beşiğim gıcırdadıkça da
    Biliyorum ki, üzülüyorsun anne
    Sen ninni söylerken
    Balonlar uçuşuyor her yanımda
    Gökyüzü bir renk cümbüşüne dönüyor birden
    Ve el ediyorlar bana
    Gitsem, üzülür müsün anne?
    Sen ninni söylerken
    Saçlarımı okşuyor nefesin
    O an uyurum diye
    Nasıl da korkuyorum
    Direniyorum, elimden geldiğince
    Uyurken anne, uyurken, o kadar yalnızım ki!
    Yalçın YÜCEL
    Tüm annelere saygılarımla.

  • Harika UFUK.”Aşkın adını koyduk”

    307114_10150226571147998_8263005_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Günaydın yazın son gününden sıcak bir günaydın herkese heart duyğusu

    Önceden bu kadar zor değildi
    Ayrılık!
    Adını koyduk aşkın,
    Mesafeler çekilmez oldu!
    Gül yaprağında aşk fısıltıları,
    Savruldu gizemli gecelerce,
    Öksüz maviliğin sedası
    Boşlukta kaldı!
    Adını koyunca aşkın;
    Bülbüller başka ötmeye,
    Güller bambaşka kokmaya başladı!
    Bu sabah
    Bulutlar selam verdi bana
    Bir güvercin
    Haber getirdi senden…
    Çiçeklendim,
    Özlemin diken oldu özümde,
    Birlikte
    Adını koyduk aşkın!

    Adana.18.05.2008

  • Yalçın YÜCEL.”Biliyordu”

    11879165_936000243109762_1805357738418180479_o

    Özgürlüğün kokusunu duyarken içinde
    Düşünüyordu
    Buğday sarısı saçları
    Kocatepe’nin toprağıydı sanki
    Gözlerinde akıp giden bir Akdeniz vardı hep
    Yüreğine sığmayan sevgisiyle bir de Türkiye
    Ve ardında onun gibi inanmış
    Onunla düşünen yiğit insanları
    Yalnız değildi hiç
    Bu yüzden sevinçliydi bir yandan da
    Açlıkta olsa
    Cephanesiz ve silahsız da
    Biliyordu
    Her şeyin önünde olan o sevgiyi
    Atının üzerine bindiğinde
    Dağlar küçülüverdi birden
    Ardında nice yiğitleriyle
    Bir destan daha düşüreceklerdi toprağa
    Yeniden dirilecekti özgürlük
    Gülümseyecekti bir çocuk gibi
    Duramadı tarih, yekindi yerinden
    Kapısında Dumlupınar
    Hemen yanında Büyük Taarruz
    Buyur etti ikisini de içeri
    Türk’ün zafer şarkısıydı sonrası
    Özgürlük güldüler hepsi de
    Ve Ata’sıyla birlikte
    Göğün ellerinden tutarak yürüdüler yeryüzünü

    30 Ağustos 2015

  • Yalçın YÜCEL.”ÖĞRETMEN OLMAK”

    175054_178868168822977_4360000_o

    Seninle tanıdım ışığın beyazını
    Karanlığı seninle öteledim
    İlk kez sen açtın düşüncemin kapısını
    Onunla konuştun, özleştin
    Tuttun elinden çekingenliğimin
    Ezikliğime dokundun sevgice
    Yeşerttin bakışlarımı yaşam tarlasında
    Suladın, çapaladın
    Alın terinle ıslattın
    Yılmadın tüm bunlardan da
    Ellerim oldun

    Ayaklarımsa yorgunsuzdu seninle
    Birlikte yürüdük
    Çağdaşça ışıklandırdık
    Her geçtiğimiz yerde bütünleştik
    Arttıkça arttı sayımız
    Yeryüzü yetmez oldu güneşimize
    Mühendis olduk, doktor olduk
    Her şey olduk da
    Sen olamadık öğretmenim.

  • Gülten ERTÜRK.”Yemin Ederim”

    1981949_10152252989896506_1092443399_n

    Kitabıma inen ilk ayetim ‘oku’ olursa
    Yıllar boyu okuyacağım öğretmenim
    Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olacaksam
    Sana ömür boyu köleyim öğretmenim
    Seni memnun etmek için bilğili olmam gerekiyorsa
    Bilğilerimle seni şaşırtacağım öğretmenim.
    Karanlık, sessiz bir boşlukta kalsam da
    Senin bilğilerinle aydınlanaçağım öğretmenim
    Çabalarımmı hep yarınlara harcasam da
    Senin yolunda yürüyeceğim öğretmenim
    Allah’tan dileğim öğretmen olmaksa
    Öğretmen olup karşınıza çıklacağım öğretmenim
    Sen bir ğün gelip emekli olsan da
    İnan senin yerini tutacağım öğretmenim
    Hiç şüpesiz sana borçlu kalsam da
    Biraz olsun hakkını hakkımla ödeyeceğim
    Öğretmenim…

  • Harika UFUK.”Anneme…”

    307114_10150226571147998_8263005_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    Duydum da öldüğünü, acı bir feryat saldım,
    Bu umulmaz darbeyi hain felekten aldım,
    Sensiz geçer mi günler, işte ben öksüz kaldım,
    Zindan olan evime ışık yakmaya geldim!

    Ebediyen kaybettim seni en genç çağımda,
    Kopuyor figan şimdi eski şen ocağımda,
    Bak güzide çiçekler topladım kucağımda,
    Mukaddes mezarına çelenk takmaya geldim!

    Ölürken göremedim senin nurlu yüzünü,
    Yummak nasip olmadı fersiz kalan gözünü,
    Mukaddermiş duymamak son şefkatli sözünü,
    Cismin gibi dünyadan ben de akmaya geldim!

    Ermişse cismen ölür; fakat ruhu gülermiş,
    Eren cenneti bilir, cennet onu dilermiş,
    Ağlayınca melekler, gözyaşını silermiş,
    Harika pencereden sana bakmaya geldim!

    Adana.1970

    NOT 1: Bu şiirim 1971 yılında Adana Kız İlk Öğretmen Okulu öğrencisiyken Şiir Yazma ve Okuma Yarışmasında ödül aldığım şiirimdir.
    NOT 2: Bu şiir Edebiyat Defteri adlı Türkiye’nin en büyük şiir sitelerinden birinde 28Kasım 2013’te “Uğur Böceği” ile ödüllendirilmiştir.
    NOT 3: Bu şiir Edebiyat Evi adlı Türkiye’nin en önemli şiir sitelerinden birinde 29.05.2015 tarihinde YILDIZLI YAZI olarak seçilmiştir.

  • Münevver DÜVER.Muhteşem şiirler

    1236562_722085574474022_177854009_n

    Arif Nihat Asya

    Mücadele yıllarında direndi
    Halk kahramanı Arif Nihat Asya
    Adana Kurtuluşu’nu bilendi
    Önceden yazdı Arif Nihat Asya

    Bayrak şairidir edebiyat yeri
    Sözlerinden asla dönmedi geri
    Her zaman anılır bizlerden biri
    Topluma öncü Arif Nihat Asya

    Siyah-beyaz, renkli şiirler yazdı
    Adını bayrağın üstüne kazdı
    Gönlündeki sevda Türk’lere baz’dı
    Türk’ün sembolü Arif Nihat Asya

    Yüreklerde en güzel yerde yaşar
    Milletin kalbinde sevgisi taşar
    Bayrak şiiri de dünyayı aşar
    Dalgalandıkça, Arif Nihat Asya
    (daha&helliip;)

  • KÜMBET DERGİSİ 37. SAYISI İLE 10 YAŞINDA

    kumbet

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneğinin yayın organı olan TOŞAYAD Kümbet Dergisi 37. sayısı ile 10 yaşına bastı. 2006 yılından itibaren yayın hayatına devam eden kümbet dergisi 37. sayısı ile okuyucularıyla buluşuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığının da abone olduğu derginin 37. sayısı il ve ilçe halk kütüphanelerine gönderilmeye başladı. Abonelere dağıtımı ise devam etmektedir.

    EDİTÖRTEN

    Yeni bir sayı ve dergimizde yeni yüzler. 37.sayımızda kültür ve sanat dünyamızda sizlerle birlikte olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Anadolu’da dergi çıkarmanın ve yaşatmanın zorluğunu idrak eden bir ekip ve onların bu gayretlerini yalnız bırakmayan siz değerli okuyucularımız. Her dergi çıkışındaki arayışlarınız, bizleri motive eden maddi manevi destekleriniz devam ettiği müddetçe eminiz ki bu kır çiçeği asla solmayacak, kokusu sizlere kadar ulaşacaktır. Bu nedenle bu alandaki çalışmalarımızı büyük bir titizlikle takip eden kurum ve kuruluşlarla birlikte sizlere ne kadar teşekkür etsek azdır.

    Bu sayımız biraz da yaz münasebetiyle şiir ağırlıklı olsun istedik. Şiirler kimi zaman sizlerinduygularına karlı dağların zirvelerinden, kimi zaman yaylalardan, tepelerden, ovalardan, kiraz bahçelerinden, kimi zaman da sahillerdekidalgalardan güzelliklergetirdiler. Kırkdört şair Yekta Güngör Özden’den İlter Yeşilay’a dağarcıklarında biriktirdiklerinin hazzını, onurunu sizlerle paylaşmanın sevincini yaşadılar.

    Yazarlarımıza gelince; onlar da dergimizdeyer alıp bu gizemli şiir dünyasına yaptıkları araştırma ve çalışmalarını katarak apayrı bir derinlik, zenginlikkazandırdılar. Yahya Akengin, M. Halistin Kukul, Yard. Doç. Dr. Lütfi Sezen, Yard. Doç. Dr. Süleyman Coşkuner, Yard. Doç. Dr. Doğan Kaya, Sıtkı Caney, Mahmut Hasgül, İlhan Yardımcı, Harika Ufuk, M. Necati Güneş, İbrahim Düğer, Ülkü Taşlıova, Abdulkadir Güler, Azerbaycan’dan Şahla Ramazan Kızı, Nihat Aymak, Hasan Mahir, Turgay Akarslan, Merve Nur Maden ile birlikte iki genç lalem Mehmet Akça ve Arife Çubuker aramızda oldular.

    Niksar Belediyesi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği işbirliği ile yapılan “Cahit KÜLEBİ Memleketime Bakış Şiir Yarışması”nın bu yıl altıncısı gerçekleştirildi. Dereceye giren şairler milletvekili seçimleri sebebiyleertelenerek önümüzdeki aylarda yapılması planlanan “Niksar’ın Fidanları Kültür ve Sanat Festivali’nde ödüllerini alacaklar. Yarışmada birincilik ödülünü alan şiiri genç şair Miraç Furkan Bayar’ın Türkiye Kasidesi isimli şiirini dergimizde bulabilirsiniz

    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği üyeleri diğer sayımızdan bu yana imkânları ölçüsünde davet edildikleri bazı etkinliklere katıldılar. İLESAM Genel Merkezi’nde “ONBEŞLİLER GELİYOR Kültür Sanat Programı,Van -Erciş’te “Uluslararası İnci Kefali Göçü, Kültür Sanat Festivali”,Başçiftlik Kültür ve Sanat Festivali, Amasya’da Cemal SAFİ Şiir Şöleni, Sivas Şairler ve Yazarlar Derneği Şiir Şöleni’ne katılım bunlardan bazıları oldu. Geleneksel olarak devam eden TOŞAYAD Kahvaltıları yine şehrimizdeki şair ve yazarları bir araya getirdi. Derneğimiz üyesi Metin Falay’ın “Kar Kristalleri”, Celalettin Çınar’ın, “Sıkılmayan Kurşunlar” eserleri kitap reyonlarında yerini alırken bazı şairlerimizin kitap basım çalışmaları hızla devam etmektedir.

    sayımızda buluşmak dileğiyle ülkemize barış ve huzur içinde bir hayat, sizlere esenlikler diliyor ve bu sohbetimizi kiraz mevsiminin sonuna yetişse de değerli Şaire İlter Yeşilay’ın LAL-İ KİRAZ şiirinin son iki beytiyle bitiriyorum.

    Ey benim şems-i sevdam dudağı lâl-i kiraz
    Gel gönül iklimime bahtım gibi doğ biraz.
    Bilirsin ki; Tok/atı dehlesen de koşamaz
    Tokat’ın kirazını tatmayan çok yaşamaz

    Remzi ZENGİN
    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı

  • Leyla ARSAL.Yenii şiirler

    1521450_720951791248802_1490569933_n (2)

    * * *

    -acıyla kapanan gözler bakmış
    soldurmuş bu kasâvetler
    kibri ketumca ve yanılsamazca
    çarpmış ve dikmiş kıvrımlarınıza

    * * *

    Bay”râm”da İhsân hâsıl ola
    Hâsılı, İhsan Hâk’im ola
    İhsân’a sıddıklar vasl ola
    Vasl’a İhsân’la râm oluna!

  • Ahmet DİVRİKLİOĞLU.”Gülçiçek”

    ad

    Yıllarin ucuna yillar eklendi
    Gönlün mahpusuyum bil be gülçiçek
    Yüreğim sevdana kelepçelendi
    Sen de bu sevdama yel be gülçiçek

    Zindan gecelerde mahpusunum ben
    Er seher bülbülle çekiyorum dem
    Gonca güller ile dolsa da bahçem
    İlla ki sen bana gül be gülçiçek

    Ayaz gecelerin düşünde çehren
    Geceme geceler yildiz dökerken
    Ayaz değil beni bil ki titreten
    Sensiz yalnizliktan yel be gülçiçek

    Yalnizim sensizken bil yillar yili
    Girdi aramiza bir kara çali
    Bu kader bahtima bağdaş kurali
    İnler yüreğimde tel be gülçiçek

    Hoyrat ellerde ben tarumar oldum
    İçimde yastayim dişimdan güldüm
    Bakma nefesime yaşarken öldüm
    N’olur ben göçmeden gel be gülçiçek

    Gülçiçek tufan’in çilede gamda
    Tükendi takati bil ah-ü zarda
    Yaşarken olmadi öbür dünyada
    Takalim al duvak,tül be gülçiçek

  • Hasan AKAR.”ADI ZEYNEL KARAGÖZ”

    ha

    ADI ZEYNEL KARAGÖZ
    (1931-2001)

    “…..
    Henüz ayaklarım tanışırken toprağa,
    Bir el tutuyor ellerimi sıcacık,
    Belli ki yüreğinden taşmış,
    Unutturuyor o an kederi apaçık.
    Adı Zeynel Karagöz,
    Buyur ediyor hanesine,
    Ağaçtan yapma bir ev,
    Tanıtıyor bizi gül tanesine.
    Teneke bir kuzine harıl harıl,
    Üşümüş çiseli ruhumu ısıtıyor,
    Türkü söylerken bakır ıbrıklar,
    Bir yandan çocukluğumu ışıtıyor.
    …..
    Derken ,sarı saçlı afacan,
    Yüzleri çilli tatlı bir kız,
    Ellerime uzanıyor adı Nuran:
    “Beraber gideceğiz “diyor” yarın”
    Sonra fark ediyorum diğerini,
    Saçları örgülü bir kara kız,
    O da öğrencimmiş,
    Soruyorum :Sona Karagöz.
    ……”
    Tokat’tan Mısralar II

  • Remzi ZENGİN.”BİRAZ DA GÜLELİM”

    10498648_1088017144548624_2375876398071380324_o

    Kadının biri alışveriş için şehre inmiş, ilk girdiği dükkânda harika ayakkabılar bulmuş, ikincide de nefis bir elbise. Üçüncü dükkânda her şey 5 dolara inmiş, gözlerine inanamazken birden cep telefonu çalmış.
    Hattaki kadın doktor ona, kocasının feci bir trafik kazası geçirdiğini, durumunun kritik olduğunu, yoğun bakıma kaldırıldığını söylemiş.
    Kadın, doktora kocasına çarşıda olduğunu iletmesini, bir an önce orada olacağını söyleyerek telefonu kapatmış, ama akabinde hayatının en verimli alışverişini yapmakta olduğunu fark etmiş ve hastaneye gitmeden 1-2 mağazaya daha girmiş, birkaç saat sonra sabah alışverişini bir fincan kremalı kahve ile tamamlanmış ki birden kocasını hatırlamış. Suçluluk duygusu ile hastaneye koşmuş.
    Koridorda doktoruna rastlayıp kocasını sormuş.
    Bayan doktor, kadının elindeki paketlere bakıp:
    -“Buraya hemen gelmek yerine alışverişine devam ettin değil mi?” demiş bağırarak,
    -“Sanırım kendinle gurur duyuyor olmalısın. Adam burada yoğun bakımda, sen mağaza mağaza dolaş. İyi be! Ama bu senin son alışverişin olacak. Artık ömrünün sonuna kadar onun hastabakıcısı olacaksın, hem de başından 1 dakika bile ayrılamadan!”
    Kadın son derece üzgün başını önüne eğmiş.
    Bayan doktor, onun bu haline uzun uzun baktıktan sonra kıkırdamaya başlamış,
    -“Şaka yapıyorum şaka.” demiş, “Takıldım sana. Kocan öldü. Vallahi öldü. Hadi aç bakayım şu poşetleri de neler aldın görelim!..”

  • Harika UFUK.”Günaydın…”

    307114_10150226571147998_8263005_n

    Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

    ŞEHİT AĞACI

    Ağaca asılmış asker künyesi,
    Kuru sedir anıt, yürekte acı,
    Dayanamaz buna insan bünyesi,
    Kuru sedir anıt, yürekte acı,
    Altı bin künyeli şehit ağacı.

    Gencecik yiğitler toprak mı oldu,
    Gözlerim ıslandı, yürek kan doldu,
    Taze gelinlerin renkleri soldu,
    Ağlar ana-baba, kardeş, eş, bacı.
    Altı bin künyeli şehit ağacı.

    Ayıramaz olduk, düşmanı dostu,
    Ayılar giymişler kurt-kuzu postu,
    Bizi bize düşman etmek mi kastı,
    Unutma, bütünüz, vatan baş tacı.
    Altı bin künyeli şehit ağacı.

    Türk’üz başımız dik, sanma eğildik,
    Köydük, kasabaydık, ilçeydik, ildik,
    Ne oldu acaba böyle değildik?
    Kim içirdi bize gaflet ilacı?
    Altı bin künyeli şehit ağacı.

    Sevgi duygusuyla girdik kol kola,
    Hadi yürüyelim, umutlu yola,
    Duamız birliktir, ebedi ola,
    Gönüller Kâbe’dir, dilekler hacı.
    Altı bin künyeli şehit ağacı.

    Harika’m perişan, bu olay elim,
    Kalemim yazmıyor, tutmuyor elim,
    Dik durmak zorlaştı, kırıldı belim,
    Milletim bölünmez, uyur birkaçı,
    Altı bin künyeli şehit ağacı.

    27 Ekim 2009.Adana

    NOT: Bu şiir 27 Ekim 2009 TV’de akşam haberleri izlenirken kaleme alınmıştır.
    “Heykeltıraş Derviş Özer, 1980’den beri terörle mücadelede şehit olan Mehmetçiklerin künyelerine yer verdiği ağaç anıtı Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinde tamamladı.
    Vatan için canını verenleri ölümsüzleştirmek için Türkiye’nin ilk ağaçtan şehitler anıtını yapmaya karar verdiğini belirten Derviş Özer, “6 bin şehidimizin künyelerini bir yılda tamamladım. Künyeleri tek tek yazarken çok ağladım” dedi. Anıt için Şehit Fatih Duru Parkı’na kurumuş bir sedir ağacı dikildi. Şehitler Anıtı 29 Ekim’de düzenlenecek törenle açılacak.”
    İNTERNET VE TV HABERLERİ

  • HARİKA UFUK (Yeni şiir)ATEŞE YAZMA

    h

    Ateşe yazma artık sevdanı,
    Tutuşup yanar,
    Kül olur
    Sonra birden kanatlanıp uçar.

    Gökyüzü kara bulutlarla kaplanır,
    Yağmur olur, yağar sevdalar…
    Yiter belki de
    Gecenin zifiri karanlığında…

    Bahar çiçeklerine yaz,
    Ağaçların gölgelerine,
    Yıldızlara yaz yazabilirsen… (daha&helliip;)

  • Hayrettin YAZICI (Türkiye edebiyyatı) SEN BİLME

    hy

    Hayaline arz ediyorum
    Bundan böyle belli değil yerim
    Ne kadar kalmışsa söyleyemediklerim
    Sen iyi bir şiirdin okuyamadım
    Ben kötü bir şairdim yazamadım
    Elimden yalnızca birşey geliyordu
    Kanadıkça kanadım
    Ümmi değildim ama anlıyamadım
    Çiçekler gözün kararatmış
    Amma da arsız
    Güller açıyor perva (daha&helliip;)

  • M. Hâlistin KUKUL HAZRET-İ MEVLÂNA HAKKINDA BÂZI YANLIŞ TESPİTLER

    kd

    HAZRET-İ MEVLÂNA HAKKINDA BÂZI YANLIŞ TESPİTLER
    M. Hâlistin KUKUL
    Büyük Türk-İslâm mutasavvıfı Hazret-i Mevlâna (1207-1273) hakkında, bugüne kadar, maksatlı veya maksatsız, bilerek, bilmeyerek veyâ gizli hedefli olarak, bâzı yanlışlıklar dile getirilmiş ve getirilmektedir. Bunlardan tespit edebildiğimiz birkaçı üzerinde durmaya çalışacağız.
    a) Mevlâna, ‘hümanist’ değildir:
    Hazret- i Mevlâna’ya ‘hümanist’ demek, O’na en büyük ithâm / bühtân / iftirâdır. İftirâ; basit bir yakıştırma, üstü örtülecek bir tavır değildir. Olmayan bir şeyi, o kişiye yüklemedir. Sâdece bu da değildir. Kendindeki ‘müspet fikir ve hâl’i, kendisiyle asla münâsib olmayan ile eşleştirme hattâ ondan geride bulundurmadır.
    Kimin, buna hakkı olabilir? O’nu, bu fikir ve hâl ile tartışmak bir yana; O’na bu vasfı / sıfatı yüklemek asla mümkün ve münasip olmamalıdır. (daha&helliip;)

  • Yasemin DUTOĞLU.”ERENLER DİYARINDA HAYAT VE ÖLÜM”

    yd

    Şehirler bir medeniyetin insan eliyle oluşmuş en somut göstergelerinden biridir. Arap dilinde şehir anlamına gelen Medine kelimesi ile medeniyetin aynı kökten geliyor olması şüphesiz bir tesadüf değil. Bir yandan medeniyetler şehirler inşa ederken, diğer yandan şehirlilerin ürettiği medeniyet şehirleri besler ve geliştirir. İşte bu yüzden, Ortadoğu merkez olmak üzere Atlas okyanusundan Uzakdoğu’ya, İslam Medeniyetinin yeşerip yayıldığı çok geniş bir coğrafyada üç aşağı beş yukarı benzer biçim ve anlayışla inşa edilmiş şehirlerle karşılaşabiliyoruz. Merkezinde iman, ilim ve irfanın (cami, medrese ve tekke) yer aldığı, yaratan başta olmak üzere, insana, diğer yaratılmışlara, hatta cansız varlıklara dahi hürmet ve muhabbetin tezahürü olan şehirlerdir bunlar. Sosyal hizmet işlevi taşıyan anıtsal yapılarda kalıcı malzeme ile görkemli bir mimari dil ortaya konulurken, kişisel kullanıma ait evlerde geçici malzeme ile mütevazı, mahremiyeti önceleyen, tabiatla barışık bir anlayış hâkimdir. Yine bu şehirlerin en önemli özelliklerinden biri de, ölümü bir son değil, ebedi hayatın başlangıcı olarak gören bir inanç sisteminin doğal sonucu olarak, mezarlıklarla iç içe yaşamalarıdır. Tokat bu yönüyle de tipik bir İslam şehridir.
    Eski kültürümüzde sanki gülistan dermiş gibi, kabristan diye adlandırılan mezarlıklar yalnız şehrin çevresinde değil, cami ve tekkelerin hazireleriyle ve türbe yapılarıyla şehrin her yerinde karşımıza çıkıverirler. Korkulacak yerler gözüyle bakılmaz buralara. Bir ev hanımı kapı komşusu gibi addettiği bitişikteki evliya kabrinin toprağında hercai menekşeler yetiştirirken, çocuklar bir tekke bahçesinde mezarların tam önünde, neşe ile oyunlar oynarlar. Kabirlerin önünden geçilirken birkaç dakika duraklanır, selam verilir, bir Fatiha yollanır. Mezarlıklar ekseriyetle Allah dostu büyük bir zatın etrafında, hem o zata kabir komşusu olmak, hem de onun ziyaretçileri vesilesiyle daha fazla hayır dua almak umuduyla oluşturulmuştur. Genellikle manzaralı ve sefalı yerlere konumlanmış durumdadırlar. Şehrin batı çıkışındaki adı üstünde Erenler Mezarlığı ile doğu yakasındaki Şeyh-i Şirvanî Mezarlığı ve Beybağı taraflarında kalıp yazık ki, son yıllarda çevre yolu inşaatı nedeniyle tarumar olan Alpgazi mezarlıkları bunun tipik örneğidir. Bu erenler bu dünyadan göçmüş olsalar da, ruhaniyetleri, feyiz ve bereketleri ile capcanlıdırlar. Seyyid Seyfullah hazretlerinin;
    “Biz aşığız biz ölmeyiz
    Çürüyüp toprak olmayız
    Karanlık yerde kalmayız
    Bize leyl-ü nehar olmaz.” deyişi bu gerçeğin ne güzel ifadesidir.
    Tokat, Anadolu ve Rumeli’nin hemen her köşesi gibi bir evliyalar beldesidir. Şehir fethedilmeden önce gelip gönüller fetheden Yesevi erenlerinden Gıjgıj Baba, şehre hâkim Gıjgıj tepesi üzerinden Tokat’ı koruyup gözetmektedir. Efsanelerde Gıj- gıj sesleri ile düşmana taş yuvarlayarak mücahitlere yardım ettiği anlatılır. Evliya çelebi seyahatnamesinde, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin Horasan’dan Anadolu’ya göçü sırasında Tokat’ta bir müddet konakladığı ve halifelerinden Sümbül Baba’yı burada bırakarak Tokat için, âlimler yurdu, fazıllar konağı ve şairler yatağı olması yönünde dua buyurduğunu anlatır. Sümbül Baba halen 13. yy sonlarına tarihlenen zaviyesinin bitişiğindeki türbesinde yatmaktadır. Halvetiliğin Anadolu’dan İstanbul’a geçişinde önemli halkalardan biri olup, Sivas’ta medfun bulunan Şems-i Sivasî hz.’ni yetiştirmek üzere Tokat’a gelen Abdülmecid Şirvanî k.s (Şeyh-i Şirvanî) Çay mahallesindeki mütevazı kabrinde istirahat etmektedir. Mü’min kardeşlerinden ayırt edilmemek için hazretin türbe istemediği, ölümünden sonra sevenleri ve takipçileri tarafından birkaç kez yaptırılan türbenin bu nedenle ertesi sabah yıkıldığı rivayet edilir. Tokatlılar tarafından mübarek günlerde yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Hac kafilelerinin hazretin huzurunda toplanarak yapılan duanın ardından yola çıkmaları geçmişin güzel geleneklerindendi. Küçük bir çocukken yaptığımız kabir ziyaretlerinde, kendi aile büyüklerimizden önce mutlaka Şeyh-i Şirvanî hazretlerinin kabrini ziyaret ettiğimizi ve ebeveynimin huzurdan arkalarını dönmeksizin geri geri ayrılarak, büyüklere böyle hürmet edilmesi gerektiğini öğütlediklerini hatırlarım. Kendi adıyla anılan caminin bitişiğinde cennet bahçesi gibi huzur dolu bir bahçede yatan Hoca Behzat-ı Veli, şair, âlim ve mutasavvıf, İshak-ı Zencanî, Ali Tusî, Nurettin Sentimur, Sefer Beşe, Acepsır, Murat sevdakâr, Kırkkızlar, Halef Sultan, Şeyh Meknun, Pir Ahmet türbeleri, Ebu Şems Hangâhı, Ahi Muhyittin Zayiyelerinde yatan zevat ve isimleri tam olarak bilinmese de yer yer karşımıza çıkan tek mezarların sakinleri, Tokat’ın dört yanına dağılmış durumda manevi mühürleri gibidirler.
    Hayat ve ölüm, bir elmanın iki yarısı gibi birlikte akar bu şehirde. Yeni doğan bebeğin ismi konulurken kulağına okunan ezan, vefatında kılınacak cenaze namazı içindir. Hakikaten, ömür dediğimiz şey, ezanla namaz arasındaki süre kadar bir şey değil midir? Bembeyaz kundak ile kefen, yapılan mevlit törenleri, eşe dosta dağıtılan helvalar doğum ve ölümün ortak şiarıdır. Bu ikisinin arasında bir yerde duran düğün törenlerinde de aynı tema kendini hissettirir. Vakıf malı olarak halkın hizmetine sunulmuş olan aynı kazanlarda pişer düğün ve ölüm yemeği. Aynı sofra etrafında kaşık sallar eş, dost ve akrabalar. Gelin kızlarını uğurlayan ana-babası, beyaz gelinliğiyle gittiği yeni evinden ancak beyaz kefeniyle çıkabileceğini hatırlatırlar.
    Gösterişten çok kullanışı önceleyen geleneksel evler, doğumdan ölüme kadar hayatın her aşamasını kapsayacak şekilde yapılmıştır. Her birinde cenazelerin yıkanması için teneşirin rahatça döndürülebileceği genişlikte hayatlar mutlaka vardır. Apartmanlaşma furyasının başladığı 70’li yıllarda aile büyükleri sırf bu nedenle, eski konaklarından apartman dairelerine geçmemek için hayli direnmişlerdi. Buna çözüm olarak birtakım anlayışlı (!) müteahhitler, giriş katında bir gasilhane bulunan apartmanlar bile yaptılar o dönemde. Ölümlerin evden çok hastanelerde gerçekleştiği günümüzde ise, belediyeler seyyar cenaze araçlarıyla olaya son noktayı koymuş durumdadırlar. Dede ve ninelerimizden bize kalan önemli bir görenek de; kefen ve cenaze çeyizi denebilecek bir bohça kâfur kokulu eşyanın yaş kemale erince hazırlanıp, sandıklarda veya ahşap dolaplarda kullanıma hazır vaziyette bekletilmesidir. Evdeki gençlere ara sıra ”Ölürsem telaşa kapılmayın, kefen bohçam falanca dolapta” diye hatırlatılırdı. Kuruyan ağaçların düzgün olanları, ”bundan güzel kabir tahtası olur” diye biçtirilerek bir köşeye konurdu. Ölüm her an gelebilecek bir misafir gibi beklenirdi hatta. Azrail a.s batı toplumlarındaki gibi elinde tırpanla resmedilen korkunç bir yaratık değil, emaneti Sevgiliye kavuşturacak bir elçi tasavvurundadır bizim medeniyetimizde. Rahmetli dedem hasta bile olmadan – hani ayakta ölmek diye bir tabir vardır- tam da öyle, ağaç dikerken ruhunu teslim etmişti. O gün kefen bohçasını bulunduğu dolaptan almak için rahmetlinin odasına giren anneciğim, bohçayı dedemin yatağının başucuna konmuş, hazır halde bulacaktı. Onların endişe ettikleri tek şey, elden ayağa düşüp yatağa bağımlı hale gelmek ve başkalarına yük olmaktı. Ninelerimiz ”pişirdiğim aş ile bağladığım baş ile emanetini al Allah’ım” diye dua ederlerdi. Rahmetli anneannemim ”ölmekten değil, ölmemekten korkun yavrum ” diyen sesi hala kulaklarımdadır.
    Ölüm, her ne kadar bir mümin için korkulacak bir son değil, vatan-ı asliye göç olarak algılansa da geride bırakılan yakınlar ve sevilenlerin mevcudiyeti nedeniyle her zaman hüzünlü bir yan barındırır kuşkusuz. Göçen yakınların ardından yaşaran göz ve hüzünlenen kalp son derece doğal ve insani bir gerçektir. 14. yy başlarında inşa edilmiş bir İlhanlı eseri olan Abdul Muttalip (Ahi Muhyittin) zaviyesinin kitabesinde bu insani hüzün çok veciz bir eda ile taşa hakkedilmiş bir ibret levhası olarak durmaktadır;
    “Dünya geçici ve değersizdir. Evveli ümit, sonu ölümdür. Elimizde olmayarak dünyaya geldik. Orada şaşkın bir şekilde konakladık. Ve istemeye istemeye oradan çıktık.”
    Zaten mezar şahideleri eski kültürümüzde hat sanatımızın en nadide örneklerinin sergilendiği birer sanat eseri durumundadırlar. Öte yandan sahiplerinin cinsiyetini, hangi mesleğe, hangi meşrebe dâhil olduklarını, hangi yolun yolcusu olduklarını dilsiz ve dudaksız bir şekilde söylemektedirler.
    Gülbahar Hatun (Meydan) Camii haziresinde yer alırken, Hatuniye medresesinin yıktırılması esnasında oradan kaldırılan mezarlardan biri olup, şu an Tokat müzesi olarak hizmet veren tarihi bedesten önüne nakledilmiş bulunan 1913 tarihli bir lahit vardır. Kırık şahidesindeki yazıdan anlaşıldığına göre bu, Sivas valisi Ahmet Muammer Bey’in refikası Faika Hanımın kabridir. Bakınız Ahmet Muammer Bey, verem nedeniyle kaybettiği sevgili eşine, zarif bir talik hatla nakşedilmiş şu satırlarda nasıl sesleniyor;
    Ey tenha Türk kadını hayatımın yoldaşı
    Sen mi varsın altında kaldırırsam bu taşı
    Yok, sen yoksun cismin var zulmet dolu bu yerde
    Sen bir ruhsun gülersin yıldızlarla göklerde
    Ay doğdukça ruhunu hissettirir bu yerler
    Söyler benim hüznümü ağladıkça bülbüller

    Hicran ateşinin âşıkta meydana getirdiği sarsıntıyı en sanatkârane bir şekilde gösteren bu taşın önünde, bir asır önce yarım kalmış bu aşk için hüzünlenmemek elde değil. Muammer Bey, Faika hanımına çoktan kavuşmuş olmalı. Aşkları ziyade olsun. Nur içinde yatsınlar.
    Hz. Mevlana’nın sağlığından itibaren sevenleri ve takipçilerini barındıran Tokat’ın elbette yüzyıllar boyunca Aşk talimhanesi olmuş güzel bir mevlevihanesi de vardır. Semahanesi, derviş hücreleri, şeyh dairesi ve hamamı ile günümüze ulaşmış olan bu nadide mevlevihanenin yazık ki hamuşanından eser kalmamış. Hamuşan muhtemelen son yüzyılda, civardaki resmi kurumlardan birinin alanında kalarak yalnız sessizliğe değil, görünmezliğe de karışmış olmalı.
    Asırlar boyunca farklı dinler ve etnik kökenlerin bir arada kardeşçe, barış içinde yaşadığı Osmanlı coğrafyasının bütün kadim kentlerinde olduğu gibi 20. yy’ın son çeyreğine kadar Tokat’ta da biraz Musevi, biraz Rum ve hatırı sayılır bir Ermeni nüfus vardı. Millet-i sadıka denen bu hemşerilerimizle atalarımız güzel komşuluk ve arkadaşlık ilişkileri içinde yaşadılar. Karşılıklı olarak bir birlerinin dinlerine, kutsal değerlerine saygılı oldular. Sözgelimi Ermenilerin evlerinde her zaman Müslüman komşuları için seccadeler bulunduruldu. Bayramlarımız karşılıklı olarak kutlandı. Kurban’da onlara komşu payı gönderilirken paskalyada bize yumurta gelirdi. Cenazelerde komşuluk bağları çerçevesinde her zaman birbirlerine destek oldular. Ermenilere ait maşatlık adıyla bilinen mezarlık, Gıjgıj tepesinin kuzeybatı eteklerinde halen mevcuttur. Birlikte cemaat oluşturabilmek ve çocuklarını daha kolay evlendirebilmek gibi pratik gerekçelerle 50’lerden itibaren şehirdeki Ermeni nüfus giderek büyük kentlere göçmüş, günümüzde yazık ki yalnızca birkaç aile kalmıştır. Bunun doğal sonucu olarak maşatlığın ziyaretçileri gitgide azalmaktadır. Birkaç yıl önce, yıllardır Amerika’da yaşayan, Tokat sevgisi ortak noktasında buluştuğumuz değerli ağabeyim ve hemşehrim Dr. Vahe Karaçorlu, bir miktar para göndererek babasının medfun bulunduğu Ermeni mezarlığının kapısını boyatmamızı rica etmişti. Biz de bu isteğini yerine getirdik. Bu esnada olayı muhterem kayınpederim Hafız Hüseyin Efendiye anlattığımda, kayınpederim 1960 larda yeniden inşa edilmesine öncülük ettiği Şeyh-i Şirvanî camisinin doğramalarını Vahe beyin babası Haçik Ustanın gönüllü olarak bila ücret yaptığını tebessümle hatırladı. Evrensel kaide olan, iyilik yap, iyilik bul ve her milletin iyisi iyidir düsturlarını bu tevafuk vesilesiyle bir kez daha idrak ettik. Keşke en az bizim kadar buralı olan Ermeni hemşehrilerimizle, barış ve esenlik içinde hala birlikte yaşıyor olabilseydik. Onların Maşatlıkta yatan ataları içinde; dinince dinlensinler, toprakları bol olsun demeden geçmeyeyim.
    Çocukluğumun Tokat’ında, mahalle kültürünün bütün canlılığı ile hüküm sürdüğü devirlerde birisi vefat ettiğinde yardıma koşacak ilk kişi komşular olurdu. Yakın komşunun ana-babadan bile ileri sayılması işte tam da bu yüzdendi. Komşular el birliği ile cenazenin gereken hizmetini görürler, rahat yatağına yatırırlar, uzakta yakınlar varsa haber verme, telgraf çekme gibi işleri yaparlar, mezar yerinin tespiti ve hazırlanması gibi konuları hallederlerdi. Böylece cenaze yakınlarının ilk şoku atlatmasına yardım ederler ve bu kederli günde yalnız bırakmazlardı. İçli selalar ile tüm şehre duyurulurdu vefat haberi. Cenazenin gasl ve defin işlemlerinde hizmet, en başta evlatları olmak üzere en yakınlarına düşerdi. Erkekler 3 gün, kadınlar bir haftadan az olmamak kaydıyla, 40 güne kadar taziye ziyaretlerine devam ederlerdi. Bu süre zarfında cenaze evinde yemek pişirilmez, eş, dost ve komşular sıra ile bu işi hallederdi. Mahallede planlanmış düğün varsa yapılmaz, cenazeye hürmeten bir süre ertelenirdi. Taziye sürecinde vefat eden kişi güzel vasıflarıyla ve rahmet dileğiyle yâd edilir, aşrı şerifler okunur, hatimler indirilir, 71.000 kelime-i tevhit tesbih edilirdi. Geride kalanlar “Allah sizlere ömür versin, Allah daha ağır acı göstermesin, Allah sabr-ı cemil ihsan eylesin, Takdir-i ilahi” gibi cümlelerle teselli edilirdi. Cenaze kadın ise tabutun üzerine iğne oyalı yeşil bir yazma örtülürdü mutlaka. Cenaze günü yakınları defin işleminden sonra mezarlıkta ıskat sadakası dağıtır, sonraki günlerde vefat eden kişinin tüm giyecekleri, ihtiyaç sahiplerine verilir ve hayır hasenat yapılırdı. 40. ve 52. günlerinde Kur’an-ı kerim, kelime-i tevhid ve mevlit meclisleri düzenlenir, ardından misafirlere aynen düğün yemeklerinde olduğu gibi, yoğurtlu yarma çorbası, pehlili pilav, helva ve ayrandan oluşan bir yemek ikram edilirdi. Cenazenin en yakınları ve sevenleri tarafından bu süre zarfında her gün bir şişe içindeki suya Kur’an-ı kerim, en çok ta Yasin-i şerif okunur ve 41. gün kabir ziyaret edilerek bu su mezar toprağına dökülürdü. Daha sonraki yıllarda genellikle vefatın sene-i devriyesinde bu yemekli meclisler tekrarlanacaktı. Arefe günleri bilhassa ikindiden sonra veya bayram sabahları namazdan sonra kabirler ziyaret edilerek, bayram sevinci göçüp gidenlerle de paylaşılmış olurdu.
    Adeta hamamlar başkenti olan ve doğum, düğün başta olmak üzere her vesileyle hamama gidilen bu şehirde elbette ölümü takip eden bir hamam töreninin olmaması düşünülemez. Genellikle 40 günlük taziye süresi dolduktan sonra, yakın akrabalardan biri, cenaze yakınlarını hamama davet eder, onları araba göndererek aldırır, üzüntülü oldukları için yıkanma ve giyinmeleri ile olağan vakitlerden daha fazla alakadar olur ve hamam ücretlerini öderdi. Buna yas hamamı denir ve ölenin ardından kalan yakınların, olağan gündelik hayata dönüp adapte olabilmeleri için adeta bir sınır teşkil ederdi. Hayat devam ediyor, ölenle ölünmüyordu elbette. Yine düğünler olacak, bebekler dünyaya gelecek velhasıl devran dönecek, “Ey hayat, seni böyle sıkı tutuşum ölüm sayesindedir” diyen filozof haklı çıkacaktı.
    Halk irfanından süzülen o güzel ifade “Ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı” der demesine ama asıl önemli olan ahiret ayrılığı olmamasıdır. Cemal cennetlerinde başta Efendimiz s.a.v olmak üzere, sevdiklerimizden ayrı düşmemek duasıyla noktalayalım. Allah kimselere ahiret ayrılığı vermesin efendim.

  • M. Hâlistin KUKUL.”HAZRET-İ MEVLÂNA HAKKINDA BÂZI YANLIŞ TESPİTLER”

    hm

    Büyük Türk-İslâm mutasavvıfı Hazret-i Mevlâna (1207-1273) hakkında, bugüne kadar, maksatlı veya maksatsız, bilerek, bilmeyerek veyâ gizli hedefli olarak, bâzı yanlışlıklar dile getirilmiş ve getirilmektedir. Bunlardan tespit edebildiğimiz birkaçı üzerinde durmaya çalışacağız.
    a) Mevlâna, ‘hümanist’ değildir:
    Hazret- i Mevlâna’ya ‘hümanist’ demek, O’na en büyük ithâm / bühtân / iftirâdır. İftirâ; basit bir yakıştırma, üstü örtülecek bir tavır değildir. Olmayan bir şeyi, o kişiye yüklemedir. Sâdece bu da değildir. Kendindeki ‘müspet fikir ve hâl’i, kendisiyle asla münâsib olmayan ile eşleştirme hattâ ondan geride bulundurmadır.
    Kimin, buna hakkı olabilir? O’nu, bu fikir ve hâl ile tartışmak bir yana; O’na bu vasfı / sıfatı yüklemek asla mümkün ve münasip olmamalıdır.
    Bunda da iki sebep vardır. Birincisi: Tarihî hata; ikincisi ise, fikrî hatadır.
    Tarihî hata şudur: Hazret-i Mevlâna, 1207 – 1273 yılları arasında yaşamıştır. ‘Hümanizm’ denilen akımın kurucularından biri olan Dante Alighieri ise, 1265 yılında doğmuş ve 1321 yılında ölmüştür. Bu da şu demektir ki, Hazret-i Mevlâna vefât ettiğinde, Dante, henüz sekiz yaşında bir çocuktu.
    Yine; hümanizmin kurucularından olan Francesco Petrarca 1304 yılında doğmuş, 1374’te ölmüş ve Giovanni Boccacio ise, 1313’te doğmuş, 1375 yılında ölmüştür.
    Öyleyse; bu tarihî duruma göre, Mevlâna mı takipçi olabilir, yoksa Dante mi, Petrarca mı, Boccacio mu?
    Hazret-i Mevlâna, kendisinin vefâtından yıllar sonra doğmuşlar’ın ve meydana gelmiş bir fikir akımının tâkipçisi nasıl olabilir? Hz. Mevlânâ’yı bunlara bağlayan p(i)sikoloji ne vaziyettedir? Bu p(i)sikolojinin geliştirmeye çalıştığı zihniyetin maksadının altında hangi ‘tuzak’ yatmaktadır? Düşünmek lâzımdır!..
    Diğer bir husus da şudur: Bu dönemde ve bu dönemin öncesinde, Türk ve İslâm dünyasında öyle büyük şahsiyetler vardır ki, Hazret-i Mevlâna’yı ‘hümanizm’e bağlayanların bunlardan haberleri olmamasını düşünmek de mümkün değildir. Kimler mi?
    Meselâ; İmâm-ı Gazalî (1058-1111), Yusuf Has Hâcib (1017?-1077) , Ahmed Yesevî (1093-1166), Kâşgarlı Mahmud (1008-1105), Hacı Bektâş-ı Velî (1281-1338), Yûnus Emre (1240-1321), Âşık Paşa (1272-1333), Nasreddin Hoca (1208-1284), Sâdî-i Şîrâzî (?-1291), Ferîdüddîn Attâr (?-1230)… bunların sâdece birkaçıdır. Peki; bunların yanında, ‘hümanizm’ ve ‘öncüleri’nin esâmesi mi okunur?
    İkinci sebep ise; fikrî hatadır demiştik. Hazret-i Mevlâna’yı ‘hümanist’ olmakla itham edenler, hümanizmi yanlış tarif ve tahlil ediyorlar.
    Bu hususu, büyük sosyolog S. Ahmet Arvasî’nin, Size Sesleniyorum-1 adlı eserindeki (“Hümanizm” ve “Ortaçağ” Üzerine…”) başlıklı makalesinden nakille açıklamak istiyorum. Diyor ki:
    “Batı kültür ve medeniyetini az-çok bilen herkes, bilir ki, “hümanizm” ve “ortaçağ” kavramlarının çok hususî mânâları vardır. Batılı fikir ve ilim adamı, “hümanizm” derken, Hıristiyan Ortaçağına ve skolastiğine karşı eski Grek ve Lâtin kültür ve medeniyetine dönüşü ve o kültür ve medeniyet temelleri üzerinde yeni bir uyanış hareketini kastetmektedir.
    Felsefe tarihçisi Alfred Weber’e göre, Batı Dünyası’nda, Ortaçağ Kilisesi’nin baskısı ve bitmeyen zulmü, Avrupalı’nın eski Yunan ve Roma putperestliğine sığınmasına yol açmıştır ve Batılı fikir adamları bu harekete “hümanizm” adını vermişlerdir. Böylece, “…Virgilius’un ve Homeros’un dini, Hz. İsa’nın dininin yerine, neşeli Olimpos, ciddî Golghota (güya Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğini sandıkları dağ)ın yerine geçiyordu. Yehova, Hz. İsa ve Hz. Meryem ise Jüpiter, Apollon ve Venüs oluyorlardı. Kilisenin azizleri, Yunanistan’ın ve Roma’nın tanrıları ile karışıyordu: bir kelime ile müşrikliğe (le paganizme) dönülüyordu.”(A. Weber, Felsefe Tarihi, H. V. Eralp, sf.161.1949)
    “(…) Bakınız, bu konuda çağdaş sosyologlardan Prof. Carle C. Zimmerman ne diyor: “İslâm tarihi, Batı tarihinden, birçok memleketlerde, belirli surette farklar arz ettiğinden, Garp Sosyolojisindeki fikirleri İslam Dünyası’na ithal etmek son derece güçtür… Biz M.S. 600 yılından 1000 yılına kadar süren karanlık çağımızı yaşıyorken, İslâm Dünyası, altın çağında idi.” (Yeni Sosyoloji Dersleri, C.C. Zimmerman, Çev: A. Kurtkan, İstanbul, Sf.5)(Bknz: S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul, 1989, sy. 349-350)
    Hâlbuki Hz. Mevlâna diyordu ki: “Men bende-i Kur’ân’em, eğer ki cân dârem / Men hâk-i reh-i Muhammed muhtârem / Eğer nakl küned cüz in kes ez gûftârem / Bîzârem ez ü ve’z ân sûhen bîzârem”
    Yâni: “Ben, sağ olduğum müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim / Ben, Muhammed muhtârın (s.a.v.) yolunun tozuyum. / Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse/ Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım.”
    Hümanizm’in, Türkçe’deki, insânîyetçilik, insanlık aşkı ve sevgisi, insancılık, insânîlik… gibi mânâlarına kanmamak lâzımdır. Hümanistlerin öncülerinde de, sonda gelenlerinde de dehşetli bir İslâm düşmanlığı mevcuttur. Kaldı ki, bahsettikleri ‘insanlık sevgisi’, kendi cemiyetlerinde huzuru sağlayıcı olamamıştır.
    b) “Yine gel, yine gel, kim olursan ol, yine de gel!” diye başlayan rubaî, Hz. Mevlâna’ya âit değildir:
    Bu rubaîyi, ben, bizzat, T. C. Kültür Bakanlığı tarafından 15-17 Aralık 2000 tarihleri arasında tertip edilen “Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni”ne sunduğum ” Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’sinde İnsan” konulu tebliğimde kullandım. Ve bu tebliğim, aynı yıl, Kültür Bakanlığı tarafından çıkarılan “Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni Bildirileri” adlı kitabın 519-534’üncü sayfalarında yayınlandı. Hatta oturumlardan birinde, bu rubâînin Mevlâna’ya âit olup olmadığı, kısa bir süre, söz konusu oldu. Kimse üzerinde durmayınca, vazgeçildi.
    Daha sonra, Mesnevî-hân Şefik Can, Tarih ve Düşünce Dergisi’nin on dokuzuncu Haziran 2001 tarihli sayısında, bu rubâînin Mevlâna’ya âit olmadığını ve Mesnevî’nin altı cilt olduğunu, sonradan O’na atfedilen yedinci cildin Mevlâ’nın olmadığını ve “Ne olursan ol yine gel..”in bu ciltte yazılı olduğunu söyler.
    Bu hususta, 22 Şubat 2014 tarihli Fazilet Takvimi’nde şunlar yazılmaktadır: “Şiir, ilk olarak İran coğrafyasında yetişmiş iki âlimin eserinde yer almıştır.
    Bunlardan biri Ebû Saîd Ebu’l-Hayr’ın (Ö.1049) Divân-ı Eş’ar’ındaki rubâîleri arasında geçer. Öbürü Baba Efal-i Kâşî’ye (Efdalüddin-i Kâşânî ) (Ö.1268)’ye atfedilir. Bu Farsça rubâîyi Harabat’ ına alan Ziya Paşa da dörtlüğün yanına Baba Efdal-i Kâşî ismini yazmıştır. Bu kadar eski mâzîsi olan bir şiirin nasıl ve ne maksatla Mevlâna’ya atfedildiği, hangi çıkarlara âlet edildiği de başlı başına bir araştırma mevzuudur.”
    Ebû Saîd Ebu’l-Hayr (967-1049), hepsinden daha önce yaşadığına göre, bu rubâînin, O’nun olması akla ve ilme daha yakındır.
    Bu hususta; Prof. Dr. Erkan Türkmen, Tarih ve Medeniyet Dergisi’nin on yedinci sayısında, rubâîde geçen (bâz â)nın mastarının (baz amadan) olduğunu ve “tövbe etmek veya pişman olmak” demek olduğunu ifade ederek, bu rubâîyi şöyle mânâlandırır:
    “Bâz â bâz â her ân çi hestî bâz â / Ger kâfir u gebr u but-perestî bâz â/
    În dergâh-i mâ dergâh-i nevmî dî nîst / Sad bâr eger tevbe şikestî bâz â ”
    Yâni: “Vazgeç (tövbe et), vazgeç, her neysen vazgeç / Eğer kâfir, Mecusi, putperest isen vazgeç/
    Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir / Yüz kere tövbeni bozsan da vazgeç ”
    c) Hz. Mevlâna; raks etmedi / dönmedi, ney çalmadı:
    Bu mes’ele, ‘semâ veyâ simâ’ bahsinde geçer ve ‘semâ veyâ simâ’nın ne olduğu, nasıl yapılacağı / yapılması gerekeceği hakkında bilgi verir. Bu mevzûda; İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin, A. Fârûk Meyân tarafından tercüme edilip 1973 yılında İstanbul’da Bedir Yayınevi tarafından neşredilen Kimyâ-yı Saâdet adlı kitabının 337 ile 353 üncü sayfaları arasında ve yine İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin Ahmed Serdâroğlu tarafından tercüme edilen ve 1985 yılında Bedir Yayınevi tarafından neşredilen “İhyâu’ Ulûmi’d-dîn” isimli bir hazîne değerindeki eserinin ikinci cildinin 675 ile 751’inci sayfaları arasında çok geniş malûmat edinilmesi mümkündür.
    Ancak; umûmî bir tariften sonra, bu bahse dönmek istiyorum: “Semâ’: Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları dînî, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren, şiirleri, kasîdeleri dinlemek. (Bknz. Simâ)” tir.
    (Bknz: Dînî Terimler Sözlüğü, Cild:2, Türkiye Gazetesi Yayını, İstanbul. Sy. 175)
    Raks’a ise:” Oynamak, dans.” karşılığı verildikten sonra, şu açıklama önem arz ediyor: “Tasavvuf yolları çoktur. Bunların içinde en lüzumlusu ve en uygunu sünnete yapışan ve bid’atlerden (dinde reformlardan) kaçan büyüklerin yoludur. Bu büyükler, her sözlerinde ve her hareketlerinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, kerâmet, hâl, görüş ve ma’rifet hâsıl olmaz ise, hiç üzülmezler. Fakat bunların hepsi hâsıl olup da, sünnete uymakta gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler. İşte bunun içindir ki, bunların yolunda simâ’ ve raks yasaktır. Böyle şeylerden hâsıl olacak lezzet ve hâllere kıymet vermemişlerdir. Bundan hâsıl olan şeylere dönüp bakmamışlardır. (İmâm-ı Rabbânî)”
    (Bknz: a.,g., Ansiklopedi, Sy. 127)
    “Raks, eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans etmek demektir. (…)İhtiyarî olmayan, yani kendi elinden olmadan raksa vecd denir. Vecde gelmek, kendi elinde olmadığı için günah değildir.” (www.ehlisunnetbuyukleri.com)
    Muhakkak ki, bu hususlarda temel kaynağa Kur’ân-ı Kerîm’e müracaat esas olmalıdır. A’râf sûresinin 51. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: ” O kâfirler ki dinlerini bir eğlence ve oyun edinmişler, dünya hayatına aldanmışlardı. Onlar bugünlerine kavuşacaklarını nasıl unutmuşlar ve âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etmişlerse, bugün biz de onları unuturuz.” (Bknz: Kur’an-ı Kerîm Meâli ve Tefsiri, Tibyan Tefsiri, Merhum Ayıntabî Mehmed Efendi, Bugünkü Dile Çeviren ve Açıklayan: Süleyman Fâhir, Bütün Kitabevi, İstanbul 1956, sy. 379)
    Yine; En’âm Sûresi’nin 70. âyetinde şöyle buyurulur: “(Yâ Muhammed!) Dinlerini bir oyuncak bir eğlence edinenleri ve dünya yaşayışına mağrur olan kimseleri kendi hâllerine bırak.” ( Bknz: a.,g.,e., Sy. 339)
    Hazret-i Mevlâna buyuruyor ki:
    “Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb / Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab.”
    Yâni: “O hâlde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste / Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle.”
    ‘Zikr’i bile, ‘dudağını oynatmadan’ , bunu riyâ sayarak, söylemeyi nasihat eden ve “Kurân’ın kölesi” ve “Muhammed muhtarın yolunun tozuyum” diyen Hazret-i Mevlâna, nasıl olur da, yukarıdaki âyet-i kerîmelere rağmen, raks’a meyledebilir?
    Bu hususta, doğrudan doğruya Hazret-i Mevlâna’yı ilgilendirmesi bakımından, İslâm âlimlerinin de önemli beyanları mevcuttur.
    “Allahü teâlâ aşkı ile dolmuş, evliyânın büyüklerinden olan Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, ney veya başka hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi ve raks etmedi.” (Abdülhakîm Arvâsî)”
    (Bknz: a.,g., Ansiklopedi, Sy. 127)
    Yine, Seâdet-i Ebediyye adlı eserinde, M. Sıddık Gümüş, Hazreti Mevlâna için şöyle der: “Ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları, sonra gelen câhiller uydurdu.” (Bknz: Seâdet-i Ebediyye, Hazırlayan: M. Sıddık Gümüş, Hakikat Kitabevi, İstanbul 1986, sy. 993)
    Mesnevî’de, Emîrü’l-Mü’minîn Hazret-i Ömer (r.a.) zamanında ,” ihtiyar çalgıcının hikâyesi ” meşhûrdur. Bülbüllerin ve onu dinleyenlerin kendilerinden geçmesine rağmen, sonunda, kocalıp, kamburu çıktıktan sonra ‘tövbe’ ederek kurtuluşa ermesi, bu mevzûda en bâriz ve en mühim örnektir. (Bu hususta: 1- Mesnevî ve Şerhi-1, Abdülbâki Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2000, sy. 377-392; 2- Mesnevî -i Şerîf, Mütercim: Süleyman Nahîfî, Sadeleştiren, Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu, Timaş Yayınları, İstanbul, 2007, sy. 96-101; 3- Mesnevî, Türkçesi: Tahirü’l Mevlevî, Yayına Hazırlayan: Selahaddin Tuna, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul 2006, sy. 146-156 adlı eserlere müracaat edilebilir.)
    Necip Fâzıl ise, İman Ve İslâm Atlası adlı eserinde şöyle der: “İş raksa gelince, onun ele alınabilir ve iyiye götürülebilir tarafı yoktur. Hele dinî vecde âlet edilmesinden büyük felâket tasavvur edilemez. Son zamanların turist fuarı hâline getirilen ve sırmalı terliği menzilesine indirilen Mevlevî ihtifallerinde, dinî yasağın hem İslâm zevkine, hem şeriat hiddetine, hem tarikat meşrebine, hem de başta Mevlâna Celâleddîn-i Rumî Hazretleri bulunmak üzere, Mevlevîlik hakikatine iftira şeklinde en yalçın manzarasını görüyoruz.”(Bknz: Necip Fâzıl, İman ve İslâm Atlası, b.d, yayını, İstanbul 1981, sy. 246)
    Prof. Dr. Ramazan Ayvallı, kendisi ile yapılan bir mülâkata verdiği cevapta şöyle diyor: “Mevlana Celâleddîn-i Rûmî hazretleri de, diğer bütün İslâm âlimleri gibi, ömrünü insanlara, ebedî saâdet yolunu göstermek, onları aydınlatmakla geçirmiştir. Onu alelâde bir ozan veya düşünür sanmak, ney veya diğer çalgı âletlerini çaldığını, raks edip döndüğünü zannetmek son derece yanlıştır. O, ney, dümbelek ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Raks yâni dans etmedi. Bunlar sonradan ortaya çıkmış bid’ât (yâni uygun olmayan âdet)lerdir.
    O, her şeyden önce olgun, âlim ve velî bir müslümandır. İslamiyet’e uymayan şeyleri yapması düşünülemez.
    (…) Mevlâna müzesinde bulunan dört adet ney, bir kemençe, iki rebab, bir tambur, bir kudüm, bir keman, iki ud ve bir çeng’in nereden, ne zaman ve nasıl geldiği tarafımızdan tespit olunmuştur. İlk çalgı 1945 senesinde müzeye konulmuştur. Diğer çalgıların dokuz tanesi muhtelif kişiler tarafından hediye edilmiş, üç tanesi de müzeye vasiyet edilmiş olmaları sebebiyle alınmıştır. Bizde detaylı bir listesi bulunan bu çalgılar hakkında, müzedeki Envanter defterini inceleyenler de yeterli bilgiye sahip olabilirler. Bu çalgıların hiçbiri Hz. Mevlâna’ya ait değildir.”
    (Bknz: Hz. Mevlâna’yı Yeterince Tanıyor muyuz?, Ramazan Ayvallı ile Mülâkat: Kenan Arvas, Türkiye Gazetesi, 18 Aralık 1990)
    Hazret-i Mevlâna, Mesnevî’sinde, şöyle buyurur:
    “Hem de acayip bir körsün ki keskin bakışlı ve uzakları görür olduğun hâlde, deveden ancak yükü görebiliyorsun.
    İnsanlık hırsının icabı ayrı ayrı görür ve bilirsin. Fakat ayı gibi maksatsız raks edersin.
    Ey haris insan! Öyle bir yerde raks et ki orada kendini, yâni nefsini ve onun arzularını kırarsın ve şehvet yarası üzerinden pamuğu çıkarırsın.
    Merdan-ı İlâhî, yâni; ricâlullah, raksı, meydan başında ve kendi kanları içinde ederler.
    Kendi ellerinden, yâni benliklerinden kurtulunca el çırparlar, kendi noksanlıklarından halâs bulunca raks ederler.
    O gibi zevatın mutribleri, içerlerinden def çalarlar; hattâ denizler onların coşkunluğundan köpük saçarlar. ”
    (Bknz: Mesnevî – 2, Mevlâna, Tahirü’l-Mevlevî, Yayına Hazırlayan: Selahaddin Tuna, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul 2006, Sy. 30)
    Aynı eserin sonunda, “Semâ’ Hakkında Hz. Pîr’in Beyânatı” başlıklı bölümde de şöyle buyuruluyor:
    “Semâ’ın ne olduğunu biliyor musunuz?
    – ALLAH’ın “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” suâline, ruh zerrelerinin, “Evet Rabbimizsin” deyişlerinin sesini duymak, kendinden geçmek, Rabbine kavuşmaktır.
    Semâ’ın ne olduğunu biliyor musun?
    -Dostun hâllerini görmek, lâhut perdelerinden Hakk’ın sırlarını bulmaktır.
    -Semâ’ın ne olduğunu biliyor musun?
    Kendindeki varlıktan geçmek, mutlak yoklukta zevalsiz, devamlı varlık tadını tatmaktır.
    -Semâ’ın ne olduğunu biliyor musun?
    Dostun aşk çırpıntıları önünde başını top yapıp, başsız ayaksız dosta koşmaktır.
    Semâ’ın ne olduğunu biliyor umsun?
    Nefs ile harbetmek, yarı kesilmiş kuş gibi toprak ve kan içinde çırpınmaktır.
    Semâ’ın ne olduğunu biliyor musun?
    Yâkub’un derdini ve devâsını bilmek, Yusuf’a kavuşmak korkusunu Yusuf’un gömleğinden koklamaktır.
    -Semâ’ın ne olduğunu biliyor musun?
    Mûsâ Peygamber’in asâsı gibi her solukta o Firavun ‘ın sihirlerini yutmak, yok etmektir.
    -Semâ’ın ne olduğunu biliyor musun?
    -“Benim, Allah ile öyle bir vaktim vardır ki, o vakitte ne Allah’a yakın bir melek, ne de bir peygamber aramıza giremez” hadîs-i şerîfinde buyurulduğu gibi SEMÂ’ bir sırdır. İşte meleğin bile sığmadığı o yere vasıtasız varmaktır.
    -Semâ’ın ne olduğunu biliyor musun?
    – Semâ’, Şems-i Tebrîzi gibi gönül gözlerini açmak ve kudsî nurları görmektir.”
    (Bknz: a.,g.,e., Sy. 629 – 630)
    İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâu’ Ulûmid’d-dîn adlı eserinin ikinci cildinin “Semâ’ Ve Vecd’in Âdâbı” başlıklı bölümünün “Netîce”sinde şöyle deniliyor:
    “Buraya kadar verdiğimiz îzâhâttan çıkarılan netîceye göre, semâ’ bâzan haram, bâzan mübâh, bâzan mekrûh ve bâzan da müstehâb olur. Dünya şehvetleri gâlib olanlar ve gençlerin çoğu için haramdır. Çünkü semâ’ ancak onların gönüllerini istilâ eden şehvetlerini galeyâna getirir.
    Semâı mahlûk sûretine tenzîl etmeyerek, oyun ve eğlence yolu ile âdet hâline getirerek, zamânlarının çoğunu semâ’ ile geçirenler için de mekruhtur.
    Yalnız güzel sesten zevk almak için dinleyenlere de mubahtır.
    Allah sevgisi kendisine galebe çalıp iyi vasıflarını harekete geçirenler için de semâ’ müstehâbtır.
    Yalnız Allah’a hamdeder, Muhammed ve Âline salât u selâm ederim.”
    (İhyâ’u Ulûmi’d-dîn, İmâm-ı Gazâlî, Cilt-2,Tercüme eden: Ahmed Serdâroğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1985, Sy. 751)
    Son söz:
    “Tasavvufçuların bir şeyi yapıp yapmaması, helal veyâ harâm olmasını göstermez. Onlara bakılmaz. Yaptıklarına da, bir şey demeyiz. Ma’zûr görürüz. Onların hâlini, Allahü teâlâ bilir ve bildiği gibi karşılar. Bir şeyin helal veya harâm olduğunu anlamak için, imâm-ı a’zam Ebû Hanifenin, imâm-ı Yûsüf Ensârînin ve imâm-ı Muhammed Şeybânînin sözlerine bakılır. Ebû Bekr-i Şiblî ve Ebül-Hüseyn Nûrî ve Cüneyd-i Bağdâdî “rahmetullahi aleyhim” gibi, tasavvuf büyüklerinin yapıp yapmadıklarına bakılmaz. Şerî’atden ve tarîkatden haberi olmayan, ham sofular, pîrimiz böyle yaptı diye, bahane ederek, hayhuy etmeği, tegannî ve dans etmeği, din ve ibâdet hâline sokmuşlar. Bunlarla sevap kazanıyoruz sanmışlar. Allahü teâlâ, En’âm ve A’râf sûrelerinde: “Ey sevgili Peygamberim! ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ Dinlerini, ibâdetlerini, şarkı ile, mûsıkî ile, oyun ve eğlence hâline sokanlardan uzak ol! Onlar Cehenneme gideceklerdir) buyuruyor.”
    (Bknz: Mektûbât Tercemesi, İmâm-ı Rabbânî, Tercüme eden: Hüseyn Hilmi Işık, İhlâs Vakfı Yayınları, İstanbul 1980, sy.429 – 430)

  • Burhan KURDDAN.”HİÇ DOYUM OLMAZ”

    r

    Müjde ver baharın güzelliğinden,
    İçimiz dışımız gülecen olsun.
    Güzel düşünelim, gülistan olsun
    Bizim bu ellere hiç doyum olmaz.

    Bırakalım dedikodu, gıybeti,
    Aksi halde kaybederiz kıymeti.
    Tarih, doğa, kültür ve de heybeti,
    Bizim bu ellere hiç doyum olmaz.

    Birileri derse şunun şuyu var,
    Bizim oralarda billur suyu var.
    İnan ki ardında bin bir kuyu var,
    Bizim bu ellere hiç doyum olmaz.

    Baş başa vererek edelim sohbet,
    O zaman oluşur esas muhabbet.
    Yaşadığı yer herkese cennet,
    Bizim bu ellere hiç doyum olmaz.

    Aynı vatan içinde düşmanlık neymiş,
    Ecdat bu güzelliği iyi becermiş.
    Aramızı açanlar kendini sevmiş,
    Bizim bu ellere hiç doyum olmaz.
    07/07/2008/

  • Harika Ufuk Doğum gününüz kutlu olsun..

    h

    Eğitimci, şair, yazar, araştırmacı… Adana’da doğdu. Öğrenim hayatına İstanbul’da Çengelköy İlkokulu’nda başladı. İstanbul Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl Ankara Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni kazandı. Devam zorunluluğu nedeniyle fakülteyi 3. sınıftan bıraktı. Adana’da Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı.

    2005 yılının Ocak ayında “Çiçek Açtı Yalnızlığım” adlı ilk şiir kitabı Özgün Yayınevi’nden çıktı. Bu kitap Gürcistan’da çevirisi yapılarak yayınlandı. Ocak 2012’de Adana Büyükşehir Belediyesi’nin Çukurova Tüyap 5. Kitap Fuarındaki standında sergilenmek üzere komisyon tarafından seçilen dokuz şair ve yazardan alınan kitaplar arasında “Çiçek Açtı Yalnızlığım” da vardı. Dokuz edebiyatçı arasında tek bayan şair ise Harika Ufuk’tu.
    (daha&helliip;)

  • HARİKA UFUK (Yeni şeir) GÜNAYDIN

    h

    Benim Yusuf’umsun, ben Züleyha’nım,
    Gönül fatihimsin; sultanım, hanım,
    Senle dolar taşar her gün, her anım,
    Günaydın sevgilim, aşkım günaydın!

    Doğan güneş midir, sen misin bilmem,
    Yakan ateş midir, sen misin bilmem!
    Deryaya eş midir, sen misin bilmem!
    Günaydın cennetim, köşküm günaydın! (daha&helliip;)