1.BÖLÜM: Batı tefekkürü

Üstad Necip Fazıl’ın, takdim bölümünde “İdeolocya Örgüsü’ne bağlı olarak benim en başa alınması gereken verimlerimden” dediği eseri. İlk kez 1982 yılında kitap haline getirilmiş. “Yeni İslâm gençliğinin şiddetle muhtaç bulunduğu kültürde temel vazifesi görmesi” amacıyla kaleme alınan eser, 1982’den 20 yıl kadar önce bir Ramazan ayında üç gece teravihten sahur vaktine kadar süren konferans notlarının derlenmiş hali.

“Kısa ve kalın hatlarıyla Batı, ince ve mahrem çizgileriyle de Doğu”nun ele alındığı ve “muhtaç bulunduğumuz tefekkür cehdine mihenk teşkil eden” esere “Türkiye’yi, İslâm âlemini ve bütün insanlığı kurtaracak sistemin örgüsü lif lif” yerleştirilmiş.

Eserin, esas mevzuya hazırlık anlamındaki giriş kısmında, mücerret olarak “kitap” mefhumuna dikkat çekiliyor; “Kitap, büyük mesele! Dikkat ederseniz Şarka, Şarkın aslî rengini veren ve kâinatın tek mümessili olan Allah Resûlü’ne, her şeyi anlarsınız: ‘İlmi kitapla kaydediniz, bağlayınız!’ buyuruyor… “Kitap, kitap, kitap!.. Ama evvelâ kitap, kitabın kitabı ve bütün kitap mefhumunun ruhu olan Allah’ın Kadîm Kitabı’ndan ders alarak kula düşen vazife, kitap hacminde çalışmak… Gerisi haylâzlık ve başıboşluk…”

Bu bölümde Üstad, Batı dünyasına geçmeden umumî olarak dış cephesiyle tasavvufu gösteriyor. Bugün de aynıyla var olduklarına şahit olduğumuz, dıştan ve satıh üstü beş anlayış türünü tespit ediyor ve bu tespitlerden sonra bir tasavvuf tanımı yapıyor ki harika. Her şeyin yerli yerine oturtulduğu bir tanım bu. Batı tefekkürüne geçmeden, “şeriat ve aklın” ele alındığı sayfaları özellikle bugünün gençliğinin okumaya ve anlamaya ihtiyacı var. İslâm’da akıl ne kadar vardır, tefsir meselesi, felsefe ve din karşılaştırması bu bölümde cevabını bulan konular.

Eserin iki ana meselesinden biri olan Batı medeniyeti, şu şekilde formülleştiriliyor: Yunan aklı + Roma nizamı + Hristiyanlık ahlâk ve hassasiyeti…

Bu bölümde, Avrupalının, Yunan vâkıasına “mucize” nazariyle baktığı tespiti önemli. Bugünkü Batı yalanının ilk kaynağı olan eski Yunan mitolojisi, “aklın, fikrin, vehmin, hayalin bile içinden çıkamayacağı girift bir plastisite, yani eşyanın dış kabartısı, müşahhas bir zemin üzerinde, bir dış âlem rüyası”dır. Yalan olduğunu bilmesine rağmen “Eski Yunandan aldığı bu plastik zeminden Avrupalı hiçbir zaman ayrılmamıştır.” Avrupalı yani Batı dünyası bu sebeple “iç âleme” yabancı kalır.

Mitolojiden sonra Yunan aklı, eşya ve tabiatın aslını aradığı mekteplerde boy göstermiştir. Eserde, bu mektepler ve bu mekteplere mensup düşünürler isim isim yer alıyor. İyonya mektebi, Pisagor, Sofistler oldukça detaylı bir şekilde ele alınmış. Batı tefekküründe ilk vahdânî görüşün habercisi Sokrat, onun talebesi Eflatun yani Platon, Aristo da uzun uzun ele alınanlardan. Haklarındaki tespit; “Bu üçü, hemen hemen maddenin üç buudu gibi derinlik, uzunluk, genişlik halinde bütün Garp felsefesinin temeli… Bütün Batı tefekkürünün, usûlcü, idealist ve maddeci olarak bunlardan birine ircaı kabildir.”

Cevr ve cefaya tahammül ahlâkının kurucusu Zenon, ruhî safaya ve neşeye, şevke varmanın ahlâkı yolunda giden Epikür ve “hakikati insan bulamaz, hakikat bulunur şey değildir” diyerek bütün bu fikir yolları çıkmaz sokaktır diyen Piron, ruh emrindeki büyük aklı bulamayan Yunan unsurunun diğer parçaları…

Roma… Yunan’dan farkı, onun kültürüne bağlı olmakla birlikte ferdden çok cemiyetin öne çıkması. Bu sebeple Roma’da abide çapında fertler yok.

Eserin bu bölümünde, tasavvufun İskenderiye Mektebi’nden alındığı iftirasına tafsilatlı bir şekilde cevap veriyor Üstad.

Batı medeniyetinin üçüncü unsuru, Hristiyanlık hakkında tespiti; “Şu Avrupalı bir nevi zekâ içinde ne muhteşem ahmaktır! Babasız çocuk olmasını muhal görür de, din ona bu muhali kabul ettirince bu defa muhallerin muhaline kaçar; yani Allah’ı baba kabul eder. Ve babasız yaratıldığını kabul ettiği Âdem peygamber hakkında böyle düşünmez.”

Hz. İsa’dan sonra gelen oniki havari, havariler arasında öne çıkanlar, ortaçağ dehlizinden rönesansa kıvrılan zaman dilimi sırayla ele alınmış. Batı medeniyetinin yeniden doğuşu rönesans mevzuuna eserde bir hayli yer verilmiş. Hümanistler, dünyanın döndüğünü ve güneş sistemini ortaya koyan Kopernik, “Güneş Beldesi” isimli eserin sahibi Kampenalla, Alman Protestanlığının kurucusu Marten Luter, Mikelanj, Leonardo Davinçi üzerine dikkat çekiliyor. Bu esnada medeniyetimizin zirve noktasında olmamıza rağmen madde kudretimizin yanına ruh gücümüzü katamayışımıza ve rönesansın açtığı kapıdan içeriye girip Batı’yı ruh yolundan fethedemeyişimize dair tespite katılmamak mümkün değil.

17. asır sonrası Batı dünyasında İngilizlerin şairleri Şekspir hakkındaki kanaatleri mühim; “bize müstemlekelerinizden mi Şekspir’den mi vazgeçersiniz diye sorsalar tereddütsüz vereceğimiz cevap şudur: Bütün müstemlekeleri

mizi feda ederiz de Şekspir’den vazgeçmeyiz!”

“Haydi ben işlediğim fiili işlemekte veya işlememekte hür olayım, fakat acaba istediğimi istemekte hür müyüm?” Keşke hak kutbunda söylenseydi dedirten bu sözün sahibi de 17. Asır başında dinî rasyonalizmin müdafii Hollandalı Spinoza.

Marazî zeka Paskal’ın mücerret akılla vardığı son nokta; “bana Allah gerek; filozofların anladığı mânâda değil, haberini peygamberlerin getirdiği Allah…” Yapayalnız ölürüz diyen Paskal başlıyor saymaya “Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa’nın haber getirdiği…” Orada kalıyor…

Yazının sınırını zorlamamak için eserde derin ruh tahlilleri yapılan ve 18. Asır’da öne çıkmış Fransız düşünür Volter, cihan çapında bir filozof olarak vasıflandırılan Alman Kant, Ansiklopediciler ve Didero’yu ismen zikretmekle yetinelim.

Üstad’ın asırların en mânâlısı ve verimlisi olarak nitelendirdiği 19. Asır’da Almanya, fikrî anlamda öne çıkıyor. Burada ele alınan düşünürler de yine sadece isimleriyle Hegel, Şopenhavr, etkileri ilerleyen zamanlarda görülecek ve çok konuşulacak Engels, Marks. Çağdaşları Fransız Ogüst Komt, İngiliz Hium. Eserde Marks ve Engels’e ayrı ve detaylı bir bahis açıldığını tahmin etmek zor değil. Onlar hakkındaki hüküm “Bunca giriftten ve derinliğine dalma gayretinden sonra materyalizm ve komünizm dünyası kadar sığ ve yavan bir âlem hayal edilemezdi.”

Dürkaym ve onun aparıcısı Ziya Gökalp. İlkinde yanlış da olsa bir fikri nefsine mal etmek, çilesini yaşamak diğerindeyse hazıra konmak var. Fikir tarihimizin anahtar şahsiyetlerinden Gökalp’e Batı tefekkürü ele alınırken yer verilmiş ve onun hakkındaki kesin kanaat Üstad’ın diğer eserlerine bırakılmış.

Tekâmül felsefesinin kurucusu İngiliz Herbert Spenser’e değinilirken onun anlayışıyla tasavvuf karşılaştırılmış ve şahsında temsil ettiği Batı düşüncesinin tasavvuf yanında deryaya nisbetle bir yüksüklük su olduğuna vurgu yapılmış. İnsanın maymundan geldiği nazariyesinin sahibi Darvin hakkında kısa değerlendirme, filozof olmadığı ve komik adam tespiti. Ona cevap tasavvuf bahsinde.

20. Asra devrolan bunalımı haber verici bir başka tespit, 19. Asrın pek çok marazî dehasının frengi hastası olduğu yönünde. Niçe, Bodler, Mopasan vs… Kimler ve neler, kimlere ve nelere vesile oluyor. Bunlardan Niçe Almanya’da büyük bir ruhî zemin bulmuştur. Niçe olmasa Haydeger, Haydeger olmasa Hitler olmazdı. Bu arada Amerika da kuruluşunu tamamlamıştır. Amerikalı ve Moskof karşılaştırması, ortak yanları ikisi de dediklerinin tersine hayat süren milletler. Kafasıyla materyalist, hayatıyla mistik Moskof’a karşılık, kafasıyla anti materyalist, hayatıyla materyalist Amerikalı…

Batı tefekkürünün ruh hâkimiyetini elden kaçırdığı zaman dilimi, 20. Asır. Bunun habercisi iki şair; Bodler ve Rembo. “En küçük bir teşbih yapsam çıldıracağım, o hale geldim” diyen Rembo’nun son sözü ise “Allah Kerim”… Bunlar sınıra gelip o ince sınırı aşamayıp giden değerler. Bu asrın ruhçu cereyanını temsil eden Blondel ve aynı anlayışın yıkıcısı da Froyd. Ardından gelen Lenin. Bu kadar filozofların arasında bir aksiyon adamı olan Lenin’e yer veriliyor eserde. Kitaptan öğreniyoruz ki Lenin’in de bu isimlerle anılmayı hak edecek eserleri mevcut. Marks, Engels ve Lenin; batıla inanışın eşsiz mümessilleri, dava ahlâkında da aynı seviye. Bu asrın ruhçu filozoflarından Bergson. Meşhur sözü “akla düşen en büyük hamle, kendi kendisini inkâr, kendi eliyle intihardır!” Bergson, “Gülmek” isimli kitabında Şarlo’yu ele almıştır. Lenin’in sözü “ben bir adama hayranım, o da Şarlo’dur.” Eser sahibinin Şarlo’yla ilgili hükmü “20. Asrın hakikatte darmadağın olmuş kıymetleriyle alay etmeyi en iyi bilen adamdır. Ve tamamen ağlatıcı, düşündürücü, bir planda… Güldürü gibi görünse de…” Vahdet-i Vücud gibi birçok tecrit ve teşhisi fizikle doğrular gibi bir merhale açan Aynştayn. Birinci Dünya Harbi ve birinci bölümün kısa özet ve hükmü:

“Batı tefekkürü, maddeye aksetmiş akılla harikalar doğurduğu, aynı akılla da aklı kıracak kadar ileri gittiği halde ruh feyzine, yani nura çıkamayan, eşya ve hadiselere insan ruhunda tahakküm ölçüsünü kuramayan, neticede ruhu öksüz bırakan ve bu eksiğini daima hissedip keşiflerinin oyuncaklarıyla teselliye eremeyen, muazzam bir madde bonmarşesi ve plastik inşadan ibaret… İçinde sultanı olmayan saray…”

2.BÖLÜM: İslâm Tasavvufu

Yolun büyüklerinin tasavvuf tarifleriyle başlıyor ikinci bölüm. Tasavvuf isminin kaynağına ait fikirlerle devam ediyor. “Dünyanın safası gitti, kederi bakî kaldı.” Hadisi üzerinde tefekkür edilmiş. Tasavvuf; “insanın iç memuriyeti, oluş gayesi. Ve nihaî oluşu. Kulluğu bitirip İlâhî huzura ermek ve Allah’ı bulmak davası…” O’nun (sav) ruh emaneti, batını, özü… Şeriat Resûl’ün zahiri, tasavvuf ise bâtını… Şeriat umumî, tasavvuf hususî…

Tasavvufu anlama yolunda bir Kutsî Hadis: “Ben insanın en büyük sırrıyım ve insan benim en büyük sırrım.”

Yine anlamaya basamak olması için ele alınan olaylar ve şahsiyetler… Her biri ayrı ayrı yazı, kitap konusu ama birkaç kelimeyle değinip geçmek mecburiyetindeyiz. Miraç hadisesi. Kâbe’den Mescid-i Aksa’ya kadar olan kısmına inanmamak Kur’ân nassı olduğu için küfür, diğer tarafına inanmamak iman değil… Hz. Ebubekir’in “O söylediyse, doğrudur.” teslimiyeti. Onun sahabetini inkâr da küfür. Hicret ve yol arkadaşlığı, Sevr mağarası ve orada yaşananlar… “Cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere gidiyoruz” hadisi. Nefse karşı cihad.

Velâyet mevzuu. Velilerin büyüklerinden, Yemenli Üveys-el Karanî, halk ağzıyla Veysel Karani. Allah Resûlü’nü göremedi. Çünkü anne sözü dinledi, onu kıramadı. Ölçü; velinin en büyüğü, sahabinin en küçüğünün atının burnundaki toz bile değil…

Bir incelik… Nebînin velâyeti nebîliğinden üstün mü, değil mi? İmam-ı Rabbanî Hazretleri meseleyi çözer; nebîliği velâyetinden üstündür. Hz. Ebubekir’in büyüklüğü de nübüvvet makamına sıddikiyetle bağlı olmasından, bu sebeple “Sıddîk-i Ekber”…

Hicrî ikinci asır sonlarına kadar müesseseleşen yalnız şeriat, tasavvufta müesseseleşme görülmüyor. Zira o iç bünye esrarıdır ve gizli seyreden bir ruh halinde devam ediyor. İlk mutasavvıf Ebu Haşim es-Sofi. Şamlı ve sofi lâkabını ilk taşıyan. Meşhur müçtehitlerden Süfyan-ı Sevri’nin çağdaşı. Süfyan diyor ki: “Ebu Haşim olmasaydı ben Rabbanî incelikleri anlayamazdım. Yani okuduğum şeriatın ruhunu… Ve tasavvuf nedir bilemezdim.” Ebu Haşim’den sonra açık tarikat isimleri olmaksızın kollar dağılıyor. Ebu Haşim’le Süfyan arasındaki sevginin benzeri İmam-ı Âzam ile Maruf-u Kerhî arasında… Ebu Hanife, büyük mezhep imamı. Maruf-u Kerhî de büyük bir velî. Derler ki, Maruf-u Kerhî olmasaydı İmam-ı Âzam olmazdı! Ebu Hanife’nin İbrahim Ethem hakkındaki sözü ne müthiş, ne derin: “O Allah’ın zatiyle meşgul… Biz ise O’na ait ilimlerin dedikodusuyla…”

Ruh ve nefs… Ruh, Batı’nın da bildiği bir kelime ama nefs diye bir kelimeye dünyada hiçbir lisan mâlik değildir. Sadece Arapça’da. Nefs, ruhun antitezi, zıt kutbu olarak insana verilmiş bir lâtife. Nefs ve ruh iki varlık halinde kalbin hakikatini terkip ediyor. Dava, nefsi ruha inkilâp ettirmek, öldürmek değil. “Bütün nefsler ölümü tadacaktır. Tadmak ayrı, ölmek ayrı. Ruh demiyor. Bütün nefsler… Çünkü ölümden ödü patlayan nefstir. Ruh âmâdedir, kurtulmaya…”

Ahlâk… Hadis: “Ben ahlâkî mekârimi (keremleri) tamamlamak üzere geldim!”

Ahlâk büyük dava… Ruhun tâbi olduğu fikir etrafında form kazanması… Eserde ahlâk mevzuunda pek çok velînin hayatından hepsi birbirinden etkileyici örnekler verilmiş. Biz biriyle yetinmek zorundayız. İki velî arasındaki diyalog:

–Şükür mevzuunda ne yaparsınız?

–Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz.

–Horasan’ın köpekleri de böyle yapar!

–Ya siz ne yaparsınız?

–Bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz!..

Mürid… İradesini teslim eden. Murada talip olan. Vasıfları; irade, istikamet, edep, vakit… Zaman nedir sorusuna verilen en güzel cevabı eserde buluyoruz. Mazi, bir kül yığınıdır. İstikbal ise bir kuruntu. Bir tek “hal” vardır. Yani dem bu demdir. Bir velîden nakil; gafil halk tembelliğinden bir laf eder, yarın olsa da bir iş işlesem… Bilmez ki, bugün, dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın ne işleye?.. Edep; hududa riayet, en büyük edep İlâhî hududu muhafaza etmek… Din, edepten ibarettir.

Müridin dış rejimine ait özellikler; az yemek, az uyumak, az konuşmak, devamlı zikir halinde bulunmak ve fikir tamamlığında olmak… Zikir, Allah ismini yadetmek, ismin derinliği içinde kaybolarak, eriyerek anmak. Zikir, bütün tarikatların ana sermayesi olduğuna göre onları birbirlerinden ayıran, zikir çeşidi. Yani gizli veya sesli olması. Allah Resûlü’nün emaneti iki büyük sahabe koluyla gelir; Hz. Ebubekir kolu gizli zikir, Hz. Ali yolu açık zikirle maruftur. Ölçü; “zikri bir nevi harhara, sadece gırtlaktan çıkan bir ses haline getiren ve öldüren insanların zikrinden bir şey beklemeyin!”

Râbıta… Mürşitte erimek. Bizim aciz kalemimizle anlatamayacağımız bu ince sırrı eserden okumak şart. Tasavvufu reddedenler, ona burun kıvıranların ise mutlaka okumaları gerekiyor. Yine aynı şekilde keramet bahsi de ancak eserden okunarak anlaşılabilecek mevzulardan. Keramet sahibi büyükler için en büyük edebin bu hale geldikten sonra, sımsıkı şeraite yapışmak olduğunu, en büyük kerametin de onu kapamak, örtmek olduğunu ve kerametin ancak İlahî emirle izhar edildiğini belirtmekle yetinelim.

Aşk mevzuu… Davaların davası. Bir velînin aşktan bahsedişi, küçük bir kuşun gelip gagasını eline vurması, gagasından sızan incecik kanla ölüp kalması. Bu hadiseden sonra söylenen söz: Aşka ait kelimelerin cemata, nebata ve hayvana tesiri vardır da gafil insana yok!..

Vahdet-i vücut meselesi. Sadece ismini yazıp detayları için yine eseri işaret edelim. Muhiddin-i Arabî Hazretleriyle ikinci bin yılın yenileyicisi İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin vahdet-i vücut anlayışları eserde ele alınmışsa da bunların künhüne varmanın her babayiğidin harcı olmadığını kaydedelim.

Eserde ısrarla hakikat ilminin şeriate aykırı olamayacağı hususu üzerinde durulmuş. Mihenk taşı, şeriat… İmam-ı Gazali Hazretleri’nin onu “Hüccet-ül İslâm” yapan fikir çilesi, eser sahibi de benzer çileyi yaşadığından ilk ağızdan anlatılır gibi kaleme alınmış. İmam-ı Gazalî’nin aklın hilelerine dair tespiti: Bir kâhin size filan gün yeşil renk elbise giyme, giyersen başına bir kaza gelir dese, ona inanmazsınız ama yine de dediğini yaparsınız. İnandığınız peygamber şunu şöyle yap dese niçin diye sorarsanız… Eser sahibinin onun hakkındaki hükmü “Kültürümüzde İmam-ı Gazalî gibi bir büyük varken bazı meselelerde onu unutarak düştüğümüz buhranları izah güçtür!”

Bir üst paragrafta da belirttiğimiz üzere Üstad, bahsin konusu tasavvuf olmasına rağmen şeriate o kadar çok vurgu yapıyor ki eserin namaz, zekât, oruç, hacc gibi şeriat emirlerini özendirmek için kaleme alındığı zannedilebilir. Faizin haramlığı, İslâm ahlâk ve terbiyesi, nezaket, zarafet… Bütün bunlar o kapıya gelenin içeriye girerken üstünde taşıması gereken özellikler. Eserden bir anekdot:

“Alman üniversitelerinin birinden mezun şöhretli bir adam hakkında ‘artık yola geldi, şöyle mümin” dediler. Bir gün vapurda ona rastladım.

–Nasılsın iyi misin?

–İyiyim.

–Namazın ne âlemde?

–Ben namaz kılmam zikrederim!

–Sen zikretmiyorsun bir takım sesler çıkarıyorsun karnından demek…

Üstad kitabının son kısımlarında, pek çok eserinde yaptığı bir muhasebeye yer veriyor. Batı ve Doğu muvazenesi. Biri öbüründe tamamlanacak iki dünyanın terkibi… Ve bizdeki eksiğe vurgu yapıyor; büyük mütefekkir eksikliği.

Topyekûn eserin neticesi:

“Batının, bütün eserini sıfıra indirici eksiği ruh, asıl olarak Doğuda; ahiretin tarlası olan dünya fethine memur akıl da Batıda… Bu iki kutbu birleştirip bir ark lâmbası parlayışına vücut vermeden, yaşanmaya değer hayatın sırrı ele geçirilemeyecektir…”

Mənbə: http://www.kardelendergisi.com