Seher vakti uzadıkça uzuyordu. Yorganın bir ucunu kolunun arasına öbür ucunu sızlayan omzuna çekti. Gözlerini kapatıp uykuya dalmayı umdu, ama boşuna. Yastığı yukarı iteledi yorganla beraber üstüne kayıp gün ışığının karanlığı kovuşunu izlemeye başladı. Aynada önce kara bir gölge, sonra silik bir şekil olarak gördü kendini. Martıların haykırışları, yalnızlığıyla baş başa kaldığı o sabahı çağrıştırıyor, zaman orada durmuş ya da geri sarıyordu. Ani bir kararla kalktı, hırkasını giydi. Kurabiye yapmalıydı, cevizli, üzümlü, bol tarçınlı.
Her şeyden iki ölçü kattığı hamurdan, rastgele kopardığı parçaları şekil vermeden tepsilere dizdi. Yoksa kıtır kıtır olmazdı. Nergis Hanımın adını şeklinden alan perişan kurabiyelerinin sırrı buydu aslında. Tepsileri fırına ikişerli yerleştirip orta ayarda pişirdi. Mutfak masasına yaydığı sofra bezinin üzerine boşalttı. Gazoz da almalıydı, Özer limonlu sever. Camın önünde duran anahtarı aldı dışarı çıktı. Ardından kapanan kapı sesiyle aklındakiler uçup gitmişti. Anahtarı deliğe taktı. Eve mi girecekti, yok, okula gidip Özer’i almalıydı. Hay Allah çok geç kalmıştı. Merdivenleri indi. Sokağa çıkıp okula doğru yürüdü. Bekçi kulübesinin önünde durdu. Bahçe hareketliydi, eşofmanlı çocuklar yakan top oynuyordu. Duvarın beton çıkıntısına oturdu. Topun elden ele geçişini izlerken bir ara oyuna girmeyi düşündü ama hemen vazgeçti. Güneşten tepesi yanmıştı, iki elini başına doladı, kolları yoruluncaya kadar öylece kaldı. Yanında sesler çoğalmış yabancı yüzler bekleşmeye başlamıştı. Her gün gördüğü insanları niçin tanımıyordu. Başkaları gelmiştir belki bu gün. Özeri almaya dedesi gelse ötekiler de onu tanımazdı. Bahçeden duyulan müziğin ardından, çocuklar dışarı boşaldı. Minikler annelerinin elinden tutup giderken Özer’e odaklanmış zihni bulandı. Oraya niçin gelmişti? Eline dayanarak doğruldu, nereye gideceğini bilmeden yürümeye başladı. Otobüs durağında bekleyenlerin arkasına, kuyruğa girdi. Hırkasının cebini yokladı. Ne jeton vardı ne de para. Panikledi. Eve geç kaldım. Param yok desem, olmaz, dilenci miyim? Yasemin hep böyle yapıyor. Çantamı alma kızım diyorum. Dinleyen kim. Nevzat duymasın. Koskoca banka müdürünün karısı para mı dilenir. Yürüsem daha iyi olacak, binalar ne kadar yüksek? Korkmazlar mı camdan bakarken? Bahçeli ev gibisi yok.
***
Dış hatlar terminalinden sarı taksilere doğru yürüyen genç adam, bir eliyle valizini çekerken diğer eliyle kulağına yapıştırdığı telefonu tutuyordu.
“İndim. Öğleden sonra arkadaşlarla buluşacağım. Israr etme anne, kalamam. Anlaştığımızı sanıyordum. Durmadan yeni bir şey çıkarıyorsun. Şimdi taksiye biniyorum, kapatmam lazım.”
Gömlek cebinden çıkardığı adresi direksiyonda bekleyen taksiciye gösterdi. Adam kapıyı açıp indi. Valizi bagaja yerleştirdi. Kâğıtta yazan adrese gitmek üzere yola çıktılar.
Taksici, trafik yoğunluğunu bahane ederek epeyce dolaştırdıktan sonra adrese geldi. Genç adam her şeyden habersiz tarife ücretini ödedi. Teşekkür edip indi. Otomatik açılan bagajdan valizini aldı. Gökdelenlerin yanında gecekondu gibi görünen üç katlı binaya doğru yürüdü. Açık bırakılmış demir kapıdan geçti. Asansör olmadığını unutmuştu. Hatırlaması uzun sürmedi. Yukarı doğru kıvrılarak çıkan merdivene baktı, valizi kucağına kaldırıp tırmanmaya başladı. Annesi ne doldurduysa üçüncü kata çıktığında kolları ve bacaklarında güç kalmamıştı. Zile bastı, aynı anda kilide takılı anahtarı gördü. Çevirip içeri girdi, mis gibi kurabiye kokuyordu. Bu ev, çocukluğu, rahmetli dedesi ne kadar gerilerde kalmıştı. Seslenerek mutfağa yürüdü, “Anneanne ben geldim.”
***
Nergis Hanım soluğu kesilene, bacakları tutulana kadar dolaştı. Bahçesinde güller, fesleğenler olan tek katlı evini arıyor bulamıyordu. Etrafı dev gibi binalar doldurmuştu. Kızını düşünüyor kendi kendine söyleniyordu. Çantamı ruj için aldığını bilmiyorum sanki. Baban yakalayacak göreceksin. Yanından gelip geçenlerin onunla ilgilenecek zamanları yoktu. Herkes bir yere yetişme derdinde koşturuyordu. Kalabalığın arasından bulduğu boşluğa kaydı. Arkasından birinin yaklaştığını, elini omzuna atıncaya kadar fark etmedi. “Nergis teyze, ne arıyorsun burada?” Geri döndü.
“Eve gidiyorum,” derken yabancı biriyle konuşuyormuş gibi baktı.
“Ah ah. Yine ilaçlarını almadın değil mi? Dur bakayım yeni bant yapıştırdın mı?” Sırtını göğsünü kontrol etti.
“Seni tanıdım, çantamı ne yaptın, beş parasız kaldım.”
“Yapıştırmamışsın, ne çantası, uçmuşsun yine hadi gel hastaneye girelim.”
Aklı iyiden iyiye karışmıştı, Hastanenin yanına ne zaman niçin gelmişti bilemiyordu.
“Sen hemşiresin. Ayşe’nin kızı.”
“Ayşe değil Hülya’nın. Neyse, doktor görsün, sonra eve gideriz olur mu?”
***
Genç adam ikinci kurabiyeyi ısırırken telefonu çalmaya başladı. Annesi görüntülü arıyordu. Kamerayı önce kurabiyelere sonra yüzüne tuttu.
“Anneannem evde yok ama hazırlıklar tam, anahtarı kapının üstünde bırakmış.”
“Sakın o gelmeden gitme.”
“Bir saate arkadaşların yanında olmam lazım, gelir herhalde, olmadı not yazar masaya bırakırım.”
“Arkadaşlarını yeni görüyorsun sanki.”
“Bilmiyormuş gibi konuşma anne, Clarice var orda. Çakallar sarmıştır etrafını. Bütün gün burada bekleyemem.”
***
Hastanede Nergis Hanımın yükselen tansiyonu düşürüldü Alzheimer bantları yapıştırıldı. Zihnindeki sis dağılmış algıları normale dönmüştü. “Evden çıkarken para almamışım,” dedi mahcup bir tonla. “Ne kadar harcadıysan gidince veririm kızım.”
“Hallederiz, şimdi bir an önce çıkalım. Bu kadar hastane yeter. Yarın sabah yine buradayım.”
Küçük bir çocuk gibiydi. Her atakta beyin hücrelerinin bir kısmı ölüyor demişti doktor. Bu kadar yakındı demek. İmkânsız olduğunu bile bile, aklı onu tamamen terk etmeden, kızıyla torunuyla birlikte yaşamayı diledi. Belki mucize olur buraya yerleşmeye karar verirlerdi, kim bilir? Kızın koluna girdi eve gitmek üzere yola çıktılar. Yolun karşısına geçip minibüse bindiler. Yürüyerek bir hayli yol kat etmişti. Bakkalın önüne gelince, inmek için sürücüye seslendi. Minibüs ani bir frenle durdu, kapı açıldı kız kolundan yakalamasa kaldırıma yapışacaktı
“Niçin erken indin. Dikkat etsene düşecektin az kalsın.”
“Limonlu gazoz alacağım bakkaldan, Bu gün Özer gelecek, çok sever.” Kız yine aklının gittiğini düşündü. Ama ses çıkarmadı. Özer adını duymuştu annesiyle Kanada’da yaşıyordu.
“Paran yoktu, dur ben vereyim,” dedi, çantasından çıkardığı bozuklukları uzatırken.
“Ödünç alıyorum. Hepsi ne tuttuysa annene söyle.” İyi en azından aklı yerindeydi.
“ Nergis teyzecim borç tamam, söylerim merak etme.”
Evin önüne geldiler, demir kapı içe doğru açıldı. Soluk benizli bir delikanlı dışarı çıktı. Karşıdan gelenleri görünce duraksadı. Nergis Hanıma baktı, bir elinde gazoz şişesi kollarını açmış bekliyordu. Ona doğru yürüdü. “Anneanne, nerde kaldın, az daha görüşemeyecektik,” diyerek kucakladı. Heyecandan ağlamaya başlayan Nergis Hanım, elindeki şişeyi uzattı, “Bak limonlu gazoz aldım, çok severdin küçükken.”
Böyle ayaküstü konuşup ayrılmak doğru olmazdı, ama Clarice’in yanında olmak da istiyordu. Kız üstüne tuz biber ekti. “Nergis teyze bu gazozu alabilmek için tüm şehri dolaştı, haberiniz olsun,” deyip yanlarından ayrıldı. Nergis Hanım, torununun koluna girdi, rahmetli dedesine ne çok benziyordu. “Hadi evimize gidelim, sana en sevdiğin kurabiyelerden pişirdim.” dedi. Küçük adımlarına eşlik etmeliydi Özer. Bir zamanlar onun yaptığı gibi. Anahtar hala kapının üstündeydi, içeri girdiler. Önce mutfağa geçtiler, kurabiyeleri yeni görüyormuş gibi sevinerek seslendi, “Anneanne bunlar harika olmuş, ne çok yapmışsın.”
“Olsun giderken götürürsün artanı. Beslenme çantana fazladan birkaç tane kor arkadaşlarına da ver derdim okula giderken, kıyamaz, geri getirirdin.”
“Pintiymişim baya. Bitmesinden korktuğum içindir belki de,” derken onu böyle bırakamayacağını düşündü, Clarise’e haber vermeliydi. Telefonu eline aldı ara butonuna bastı, dış kapı zır zır ötmeye başladı. Bir eli kulağındaki telefonda kapıya yürüdü, gözetleme deliğinden baktı. Clarice, çantasında çalan telefonu çıkarmaya çalışıyordu. Ona buranın adresini verdiğini hatırlamıyordu. Kapıyı açtı, soran gözlerle baktı. Clarice, “Söylemem, annene söz verdim,” diyerek anneanneye doğru yürüdü.
Heyecanın bu kadarını ilaçlarını almışken bile kaldıramazdı Nergis Hanım. Clarice’i içtenlikle kucaklarken, “Bak Yasemin bir daha çantamı alma, hem nerdesin, sabahtan beri seni arıyorum,” dedi. “Öyle habersiz çekip gitme, perişan kurabiye yaptım, yanına bir çay demleyiver, baban da gelir birazdan, hep beraber yiyelim.”