Anadolu’ya çeşitli dönemlerde; İskitler, Hunlar, Sabir (Sabar) Türkleri, Abbasilerin hizmetindeki Türkler akınlar yaptılar (8. yy). Ancak bu akınların hiçbiri yerleşme amacı taşımıyordu. Anadolu’ya yerleşerek burayı bir Türk vatanı haline getirenler Oğuzlar olmuştur.
Anadolu’nun Türkleşme süreci bir anda gerçekleşen bir olgu olmayıp, uzun bir tarihi süreç içinde gerçekleşmiştir. Çünkü Türk boylarının hepsi aynı anda Anadolu’ya gelmemiş, göç dalgaları yüzyıllar boyunca sürmüştür. Anadolu’yu Türkleştirecek ilk büyük göç dalgası Malazgirt Savaşı’nın ardından başlamış, ikinci büyük göç dalgası ise Moğol istilası ile gerçekleşmiştir.
Türkler Neden Anadolu’ya Yöneldi?
1040 yılında Selçukluların Dandanakan Savaşı ile Gaznelileri yenilgiye uğratarak devlet kurmayı başarması, Selçukluların uzun yıllar süren güvenli bir yurt bulma arayışlarının sonuydu. Oğuz boyları ardı arkası kesilmeyen dalgalar halinde Horasan başta olmak üzere Müslüman topraklara akmaya başladı. Fakat bu durum kısa süre sonra sorunlara yol açmaya başladı. Oğuzların geleceğinden kendini sorumlu sayan Tuğrul Bey, bu kütleye yeni bir hedef gösterilmesi gerektiğini anlamakta gecikmedi.
1018 tarihinde Çağrı Bey Doğu Anadolu’ya ilk seferini düzenlerken Anadolu’nun siyasi ve demografik yapısı oldukça karışıktı. 6. ve 7. yüzyıldaki Sasani-Bizans, ardından Arap-Bizans mücadeleleri Anadolu için tam bir yıkım olmuş, birçok kent ve kasaba harabe durumuna dönmüştü. Bizans’ın kötü yönetimi de eklenince Anadolu’nun birçok bölgesi ıssızlaşmış, yerli halkın nüfusu oldukça azalmıştı.
Çağrı Bey, 1018’de Doğu Anadolu’ya yaptığı seferde Bizans güçlerinin topu topu beş-altı bin kişilik küçük bir orduyu bile, durdurmaktan aciz olduğunun bizzat ve fiilen yaşamış ve Anadolu’nun, ilerisi için Türk yurdu olmaya hazır mükemmel ve kolay bir hedef olduğunu görmüştü.
Tuğrul Bey; Çağrı Bey’in çalışmaları sonucunda emrindeki şehzade, emir ve Türkmen beylerini Batı’ya yani Anadolu’ya akın yapmaları için görevlendirdi.
Türkmenlerin Anadolu’ya yönelmesinin temel nedeni siyasi değildi. Öncelikleri; sürülerine yeni otlaklar bulabilmek, geleneksel yaşama alışkanlıklarına bağlı kalabilecekleri bir yer bulabilmekti. Selçuklu sultanı ve beylerinin Anadolu’ya yaptıkları sefer ve akınların temel hedefi ise gazâ ve keşif yapmaktı.
Oğuz Türklerinin Anadolu’ya yaptıkları akınlar Büyük Selçuklu Devleti kurulup Rey şehri başkent yapıldıktan sonra büyük önem kazanmıştır. Tuğrul Bey, Anadolu’nun fethi için İbrahim Yınal ile Kutalmış Bey’i görevlendirdi.
Selçuklular ile Bizans’ın ilk ciddi kapışması 1048 yılında Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasında yapılan Pasinler Savaşı oldu. Selçuklular, Gürcülerin desteğiyle oluşan Bizans ordusunu, Pasinler’de ağır bir yenilgiye uğrattılar (1048). Yapılan antlaşma gereğince Bizanslılar, kendi ülkelerindeki camilerde Abbasi halifesi ve Tuğrul Bey adına hutbe okutmayı kabul ettiler.
Sonraki akınlarda Bizans’ı yıldırma ve Bizans’ın savunma gücünü kırma siyaseti izlendi. Alparslan zamanında Doğu Anadolu’nun birçok yeri, Türk akıncılarının istilasına uğradı. Malazgirt Meydan Muharebesi, Anadolu’nun Türkleşme sürecinde bir dönüm noktası oldu. Malazgirt Zaferi’nden sonra Türk akınlarının niteliği değişti. Türkler artık geçici olarak değil, sürekli kalmak için Anadolu’ya akınlar yapmaya başladılar.
Selçuklu ve Oğuz beyleri, Alp Arslan‘ın açtığı yoldan ilerleyerek, sistemli bir şekilde Anadolu‘nun fethine koyuldular. Sınırlarda toplanmış olan Oğuz boyları ise, Malazgirt zaferiyle önlerine bir ülkenin açılmış olduğunu anlamakta gecikmediler; sel halinde akarak, bütün Anadolu‘ya yayıldılar. Anadolu’ya ilk yerleşmeye başlayan Türkmen toplulukları daha çok göçebe yaşam tarzını benimsemiş kütlelerden oluşmaktaysa da, özellikle Moğol istilasının ardından XIII. yüzyıldan itibaren ikinci büyük göç dalgasıyla kentlerde yaşayan sanatkârlar, bilim adamları ve tüccarlar da Anadolu’ya göç etmeye başladılar. Böylece, Selçuklu kuvvetleri ve Oğuz boyları, aileleri ve sürüleriyle birlikte her yerde ilerleyip Anadolu’nun etnik yapısını Türkler lehine değiştirirken, Bizans’ın gücü sürekli olarak gerilemekteydi.
Anadolu’nun Türkleşme Sürecini Kolaylaştıran Etkenler
Haçlı Seferleri sonucunda Anadolu’nun iç kesimlerine çekilen Türkler, bir arada yaşayabilmenin daha sağlam biçimlerini arayıp bulmaya yöneldi. Bu arada 1176’daki Miryakefalon Zaferi, Bizans’ın Türkleri Anadolu’dan kovma umuduna kesin olarak son verdi. Zamanla Selçuklular başkentleri Konya merkez olmak üzere bir devlet örgütlenmesini tamamladılar.
Anadolu’nun yerel halkı Bizans’a; ağır vergiler, yönetimin keyfi tutumları, iktidar mücadelelerin yarattığı kargaşa ortamı, yozlaşmış Kilise’nin baskısı gibi nedenlerle yabancılaşmış durumdaydı. Bu dönemde Anadolu’nun birçok küçük kasabasının halkı Bizans’ın ve Kilise’nin baskısından kurtulmak için kendi rızalarıyla Türk egemenliğine geçmişlerdi. Böylece Bizans’a sırtını dönen yerel halk Türklere kucak açarak Anadolu’nun Türkleşmesini kolaylaştırmıştı.
Etnik yapının böylesine hızlıca değişmesini kolaylaştıran en önemli unsur hiç kuşkusuz Bizans’ın Malazgirt’te uğradığı yenilgidir. Çünkü Malazgirt zaferi ile Bizans’ın tüm direnişi kırılıp Türklere karşı duracak bir ordu kalmayınca, Anadolu’da hızlı bir yayılma ve yerleşme dönemi başlamıştır.
Anadolu’nun Türkleşmesini ve İslamlaşmasını kolaylaştıran diğer önemli bir etken de kolonizatör dervişler ve alpler yani manevi mimarlardır. Başta Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli olmak üzere hiçbir karşılık beklemeden görev yapan bu insanlar, beylerin kılıçla açtıkları yolu bilim ve gönül ile sağlamlaştırmıştır. Farklı dinlere inananlara saygı göstererek, muhtaç insanlara yardım eli uzatarak, sürekli adaleti öğütleyerek birlik ve beraberliğin sağlanmasına büyük katkıda bulunmuşlardır.
Böylece XI. yüzyıldan itibaren başlayan ve XII. ve XIII. yüzyıllarda yeni göç dalgaları ile Anadolu’nun etnik yapısı tamamen Türkler lehine bir gelişme göstermiş ve sonunda Anadolu büyük oranda Türkleşerek bir Türk yurdu haline gelmiştir. Anadolu’nun etnik yapısını değiştiren Oğuz boylarının İslamiyet’i kabul etmiş olmaları, Anadolu’nun Türkleşirken aynı zamanda İslamlaşmasını da sağlamıştır.
Anadolu’nun Türkleşmeye başladığının en büyük kanıtı, birkaç istisna hariç tutulursa kurulan her yeni köy ve kasabanın Türkçe bir ad taşıyor olması ve yeni yapılan yapıların Türk kültüründen izler taşımasıydı. Nitekim Üçüncü Haçlı Seferi sırasında I. Friedrich’in Alman ordusunun Anadolu’dan geçerken her yanıyla Türk gördükleri bu bölgeyi Türkiye (Turchia) olarak adlandırması da Hristiyanlar tarafından artık Anadolu’nun Türk yurdu olarak kabul edilmeye başlandığının bir göstergesidir.
Anadolu’nun Türk Vatanı Haline Gelmesi ve Türkleşmesi
Alparslan’ın 1072’de ölümü ve oğlu Melikşah’ın devletin başına geçmesiyle Anadolu’da ki Türk akınları, fetih politikasına dönüştü. Zaferden sonra; Türkiye Selçukluları, Danişmentliler, Saltukular, Mengücekler Dilmaçoğulları, Sökmenliler, Yınaloğulları, Çubukoğlulları ve Artuklular adlarında Türk devletleri kurulmuş ve bu coğrafyanın Türk vatanı haline gelmesi yolunda tarihi bir rol oynamışlardı.
Melikşah devrinden itibaren başlayan sistemli fetih hareketi ile birlikte, Anadolu’ya göç eden Türkmenleri iskân “yerleştirme’’ politikası, Anadolu’da da uygulanmaya konmuştu. Eğer fetih bölgeleri gerçekten vatana dönüştürülmek isteniyorsa; o bölgeye iskân politikası uygulanmak zorundadır, yoksa sadece bölge ele geçmiş olur. Yani bir ülkeyi alıp yönetmekle, o ülke vatan olmaz. Vatan haline gelebilmesi için ilk önce kendi nüfusunuzu, dilinizi ve kültürünüzü, götürmeniz gerekir.
Anadolu’ya iskân edilen göçebe Türkmen kitle hem yabancı sahaları Türkleştirme görevini üstlenmiş hem de askeri bir kuvvet oluşturmuştu. Moğolların istilası sonrası iskânlar daha çok uç bölgelere yapılmaya başlandı. Miri sistemle birlikte, Anadolu’ya iskân edilen büyük ve kuvvetli aşiretler parçalara ayrılarak birbirinden uzak sahalar yerleştirilmiş ve olası devlete başkaldırı ve isyanlar bu şekilde engellenmeye çalışılmıştır. Bundan başka gerek görüldüğü takdirde gayri müslim ahali tehcir ediliyor, kendi arzuları ile göç etmek isteyenlere de büyük kolaylık sağlanıyordu.
Anadolu her dönem istila ve yağma faaliyetlerine uğraya gelmişti. Türkler geldiklerinde Anadolu coğrafyası harap olmuş adeta iflas etmişti. Anadolu’nun Türk vatanı haline getirme yolunda şüphesiz ki ekonomik sıkıntılarında giderilmesi gerekiyordu. İşte iskân ve imar siyasetiyle harap olan coğrafya kısa sürede imar ediliyor, azalan üretim ve ticaret canlanıyordu. Göçebelerin geçim kaynağı olan hayvancılık da ekonomiye yeni bir boyut kazandırıyordu.
Anadolu’ya gelen Türkmenler bir yandan şehirlere yerleşirken büyük ölçüde de köyler kurarak kendilerine yurtlar edinmişlerdir. Bu arada da büyük ölçüde yerleşik hayata geçmişlerdir. İskân sahaları seçilirken son derece dikkat ediliyor ve ona göre iskân ediliyordu. Boş ve terk edilmiş arazilerin iskânıyla bölgeye canlılık kazandırılıyordu ve buraların Türkleşmesi çok daha kolay oluyordu. Kurulan köylere Türkçe isimler veriliyordu. Bu gün Anadolu’da pek çok köy ve yer adının Oğuz boylarının adları ile ilgili olduğu veya Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdığını görülmektedir.
Bu konuda coğrafya ve tabiat isimleri için; Ak-tepe, Boz-tepe, Kızıl-tepe, Yeşil-köy, Akça-köy, Suluca-köy, Tepe-köy, Kamışlı-köy, Sarıca-köy, Kara-bağ; Fetih ve Anadolu’nun imarında emeği geçen beylerin adını taşıyan yerler için; Afşin, Altıntaş, Arslan- Apa, Kara- Arslan, Demirtaş, Alaiye, Artova, Sandıklı, Paşa-Eli, Koca-Eli, Konur-Alp, Kara-Mürsel, Umur Bey, Gazi Emir, Karaman, Dursun Bey, Karaca Bey, Orhan-Eli, Osman- Eli… Manevi büyüklerinin adını taşıyan yerler için; Seyit-Gazi, Hacı Bektaş, Emir Sultan, Ahi- Mesud (Etimesgut), Ahi-Boz, Ahi- Evran, Şeyh Edebali, Karaca Ahmed adlarını söyleyebiliriz.
Yeni kurulan köyler, ticaret yolları ve büyük Pazar olan şehirlerin etrafına kurulmuştur. Böylece hem ekonomileri kısa sürede büyümüş hem de savunma açısında kolaylık sağlamıştır. Fakat istila ve kargaşa dönemlerinde köyler büyük tahribata uğramaktan kaçamamıştır.
Anadolu’ya yurt bulmak ve vatan yapmak için gelen Türkler, yanlarında bol miktarda hububat ile sayısız büyük ve küçükbaş hayvan sürüleri ve yük hayvanlarıyla birlikte gelmişlerdir. Bunlardan başka kavun, karpuz, ayçiçeği, pamuk, pirinç, mısır gibi zirai mahsuller Türklerin Anadolu ziraatına ilavedir. Ayrıca ipek böceği yetiştirme ve ipekçilik, Türklerin Anadolu’ya getirdikleri bir yeniliktir. Böylece köy ve kır hayatının gereği olan ziraat ve hayvancılık fetihten kısa bir süre sonra canlanmış oldu.
Anadolu’da kurulan ya da iskânla Türkleşen köyler gibi şehirler de aynı yolla kurulmuştur. Yapılan istila ve akınlarla birlikte boşalan ve tahribata uğrayan şehirlere, Türkmen nüfus yerleşti. Hızlı bir şekilde tamir ve imar edilen şehirde Türk nüfusu arttı ve Türkleşmesi sağladı.
Sonuçta olarak, gerek köyler gerekse de şehirler yoluyla Türkmen nüfus Anadolu’ya yerleşirken, yaşam tarzlarını ve kültürleriyle birlikte Hıristiyan halkı etkilemişler, bu halkları asimile etmeksizin kültür alış verişi çerçevesinde bölgenin tam manasıyla Türkleşmesini sağlamışlardır. Anadolu’ya göçen Türkmenlerin iskânında uygulanan, iskân politikasının da şüphesiz Türkleşmedeki rolü çok büyük ve etkili olmuştur. Bu iskânlar, Anadolu’nun etnik, ekonomik, kültürel yapısında büyük değişmeler neden olmuştur. İmar edilen siyasi ve kültürel kurumlar ki; camiler, mescitler, saraylar, kışlalar, tersaneler, medreseler, kütüphaneler, hamamlar, su kemerler, hanlar, çeşmeler, köprüler, hastaneler, şifahaneler, imaretler, aşevleri gibi faydalı tesislerin yanı sıra, tarım ve ziraat faaliyetleriyle de Türkleşmenin başka bir adımını atmıştır. Önceden Anatolia denen bu coğrafya, Haçlı seferlerine karşı, vatan duygusuyla savunulan Anadolu, seferler devam ederken, Hıristiyanlar tarafından, Turchia ve Turkmenia olarak adlandırılmıştır.
Anadolu’nun İslamlaşması
1071 Malazgirt zaferi sonrasında Anadolu’da Hıristiyan dini yapının yanında az da olsa Güney Doğuda Müslüman nüfus bulunuyordu. Türkmenlerin Anadolu’ya gelişiyle birlikte İslamiyet tam manasıyla Anadolu coğrafyasına girmiş oldu. İslam diniyle yeni tanışan Türkmenlerin, yeni dinleriyle zayıf ve gevşek bağlarını, Mısır’dan, Irak ve Suriye’den gelmiş birtakım tasavvuf ehlileri olan mutasavvıflar, Horasan ve Maveraünnehir Türkleri arasından yetişmiş birçok dervişler hatta Orta Asya’dan gelen, Ahmed Yesevi tarikatı mensupları yoluyla kuvvetlendiriyorlardı.
İslam âlemindeki tasavvuf cereyanı değişik şekil ve biçimlerde Anadolu’ya girmiş, devlet ve beylikler eliyle kuvvetlenmişlerdi. Bu tasavvufi akımların en önemli mekânları tekkelerdir. Buralar kimsesizlerin barınma, yeme içme ihtiyaçları ücretsiz karşılandığı, yolcuların ücretsiz konaklayabildiği, medresenin olmadığı yerlerde eğitim faaliyetlerini sürdürdüğü, göçebe Türkmenlere eğitim verdiği, insanların kültürel alış veriş yaptığı, İslamiyet’le ilgi yeni eserlerin ortaya çıktığı, Türk edebiyatına yazılı ve sözlü katkıların sağlandığı, ziraat ve hayvancılıkla bölgenin canlanmasını sağlayan, dini görüntülü sosyal ve kültürel yapı olan yapılardır.
Maddi ve manevi tesirleri tüm Anadolu coğrafyasına ve hatta balkanlara kadar ulaşan bu tasavvufi zümre gerek halk gerekse de birçok devlet büyüğünün, ileri gelenlerinin ve hatta sultanların bu tarikat önderleri olan şeyhlere mürid olması, şeyhlere çok büyük bir manevi nüfus kazandırıyordu.
XIII. asırda Anadolu’da tarikatları için çalışan mutasavvıflar arasında, İslam felsefesinin, hoşgörü ve insan sevgisi yönünü vurgulayan, çağları aşarak günümüzde dahi, hem ülke içinde hem de milletler arasında sevilen ve saygı duyulan Mevlana Celaleddin-i Rumi, ayrıca Anadolu’da büyük nüfusa sahip olan Hacı Bektaşi Veli gibi birçok tasavvuf ehli vardı.
Anadolu’da yukarıda bahsettiğimiz tasavvufi zümrenin dışında görüntü itibariyle esnaf teşkilatı olan, fakat gerek ekonomik, gerekse de ahlaki olarak, bulundukları bölgelere çok faydaları olan ahilik de İslamlaşmaya büyük katkılar sağlamışlardır. Ahi Evran, Şeyh Edebalı ünlü ahilerdendir.
Ahiler Anadolu’ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Bulundukları bölgelerin ticari hayatı ile doğrudan bağları vardır. Tıpkı tarikatlar gibi kendilerine özgü tekkeleri vardı. Bu tekkeler kültür ocakları gibiydi, hem de o şehre ve köye dışarıdan gelmiş misafir ve yabancıların sığınaklarıdır. Bu kültür ocakları aynı zamanda, genç üyelerinin eğitimlerini de üstlenmiş bir eğitim merkezidirler. Ahi tekkelerinde işçi ve çırak konumundaki gençlerden, çevrenin dini büyüklerine varana kadar büyük bir kitle olurdu.
Sonuç olarak, fetih ve iskânlarda yeni yerleşme birimleri oluşturduğu tekke ve zaviyeler, İslam kültürünün çevreye yayılmasını sağlayan, dini vasıflı sosyal, kültürel ve ekonomik yapılardır. Medreselerin olmadığı yerlerde eğitim alanında önemli bir boşluğu doldurduğu apaçık ortadadır.
Öteden beri Türklerde var olan “alp”lık, hem isim olarak hem de sıfat olarak kullanılmış ve kahramanlık, cesaret gibi anlamlar içermektedir. İslamiyet öncesi Türk tarihine bakıldığında, sosyal ve siyasi hayatta savaşçılık çok önemliydi. Askeri teşkilata, yiğitliğe, cengâverlik ve kahramanlığa büyük bir değer vermişlerdi ve bu işi üstlenen Alpler toplum içinde saygı duyulan kişiler haline gelmişlerdir. Türklerin İslamiyet’i kabulü sonrasında Alplik anlayışıyla, İslamiyet’te ki gazilik anlayışı birleştirilmiş ve alp-gazi şeklinde kendini göstermiştir. İslamiyet’in felsefi boyutuyla birlikte, tasavvufi akımlar etkili olmaya başlayınca alp-eren şekline dönüşmüştür ki bunlar, savaşçı dervişler şeklinde tezahür etmişlerdir.
Sonuç
Vatan, bir milletin hatıralarının, birikimlerinin yer aldığı, nesilden nesile geçen millî kültürün yaşatıldığı, millî kültüre ev sahipliği yapan mekândır. Vatan, tarih boyu bedel ödenerek, fedakârlıklar yapılarak, şehitler verilerek, kültürün maddi ve manevi boyutunun coğrafyaya damgasını vurduğu kutsal bir mekândır.
Alparslan’ın Malazgirt zaferiyle başlayan Anadolu’nun vatan haline gelmesi sadece silahla olmamıştır. Türkmen nüfusun ve tarikat ehilleri, şeyhler, derişler, alp-erenler, abdalar, bacılar, ahiler gibi çeşitli özel zümrelerin, sosyal, kültürel ve ekonomik faaliyet ve çabaları sonucunda bu büyük cihad sahası vatana haline gelmiştir. Türkler, Anadolu’ya geldiklerinde üretim, ticaret ve sosyal hayat çöküntü içindeydi. Harap olan Anadolu coğrafyasına adeta yağmur gibi yağmışlar ve toprağı suya kavuşturmuşlardır.
Türkleştirme ve İslamlaştırma asla baskı ve şiddetle olmamıştır, kendilerinin cömertliğini, merhametini ve yardım severliğini göstermiş olan Türkler yerli halk tarafından bu samimiyetleri karşılıksız kalmamış, sevilmişler ve saygı duyulmuşlardır.
Türk ve dünya tarihi açısından son derece önemli olan Anadolu’nun Türk vatanı haline gelmesi ve Anadolu’nun Müslüman oluşu, batıyı sürekli olarak bu coğrafyaya sevk etmiş, önce Bizans kendi eliyle daha sonra ise tüm haçlıların birleşmesiyle oluşan, haçlı seferleriyle, Müslüman Türkleri, Anadolu’dan atma projesini başarılı bir şekilde uygulayamamasının ana sebebi, Türklerin gerçekten Anadolu’yu vatan görmeleri ve bu uğurda çok çalışmaları ve İslam dininin savunuculuğunu üstlenmeleridir.
Kaynaklar:
1. Halaçoğlu, Yusuf, Türkiye’nin Derin Kökleri Osmanlı Kimliği Ve Aşiretler, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2010
2. Kafalı, Mustafa, Anadolu’nun Fethi Ve Türkleşmesi, Atatürk Kültür Merkez Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997.
3. Şeker, Mehmet, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi Ve İslamlaşması, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Halk Kitapları 78, Ankara 1991.
4.Sakallı,İsmail, Anadolu’nun Fethi, Türkleşmesi ve İslamlaşması, www.akademiktarih.com/tarih-anabilim-dal/2098-genel-ttarihi-aramalar/28863-anadolunun-feth-tuerklemes-ve-slamlamasi.html
5. Sipahioğlu, Savaş Yücel, Anadolu Nasıl Türkleşti?, http://www.serenti.org/tag/anadolunun-turklesmesi/
6. Turan, Osman, Selçuklular Ve İslamiyet, Ötüken Yay., İstanbul 1999.