“Ergenekon yurdun adı / Börteçine kurt’un adı” diyerek yola çıkıp demir dağları erittiğimiz zaman diliminden bu yana Ötüken yakınında bir ırmaktır akar Orhun, çağıltısını duyarım geceleri içimin derinliklerinde, türkülerini, yanık yanık su sesini hissederim düşlerimde. Cengiz Han’ın Başkenti Karakurum şimdi harabeler içinde hüzünbaz saatleri yaşarken, tam onun karşısında bulunan Baykal Gölü’nün hıçkırıkları yansır rüyalı ve ter dolu yastığımın alaca gölgesine. Yansır da başımın içinde bir çıfıt çarşısı kurulur tarihten yana, sabaha uzanır benimle yorgun, argın…
Baykal Gölü’nün güney ucundan Moğolistan’ın Başkenti Urgan’a 160 km mesafedir şunun şurası. Boz yeleli atlara binerim gecenin bir yerinden, ay düşer gece kuşlarımın kanatları arasından ufkuma ve nefes nefese “Bengü Taşlar” diyarına ulaşırım.
“Yuluğ Tekin” derim ben ona, dedim ve demeye de devam ederim, yazgaçlar (Yolluğ Tigin) diye yazarlar. Varsın, yazsınlar.
Yürek sesi ile taş üstüne “çın çın” çınlamasına çivilenen sesler içinde kalırım bir anda…
Alaeddin Ata Melik Cüveyni Tarih-i Cihanküşâsında bahsetmişken kimsenin farkına varmadığı bu “Atam taşları” nice seneler sonra Batılı-Avrupalı bilim adamlarınca bulunup dili çözümlenmeye başlayınca, farkına varmış insanlık. Oysa bana sorsalardı, bana danışsalardı, uykusuz sancılı gecelerimi anlatsaydım, doldururlardı avaz avaz gökleri, sayfaları…
Sırrın sırrıydı bu “Atam Taşları”…
“En yukarıda Tanrı ve gök.
Onun aşağısında yağız yer…
Ve bu ikisinin arasında insanoğlu…
İnsanoğlunun üzerinde de “Türk kağanı”…
İşte sistematik yapı, işte toplumsal doku…
İşte içtimâi ve sosyal geometri…
Yönetim “İl” denen yapıyla ve bugünkü modern devlet anlayışını karşılayan bir yapıyla yönetim işte…
İl devlet…
Sonra,
Sonradan sonra veya ilkin ilki bir söz düşer ufkumun güneşinden.
Bu söz, Bilge Kağan sözüdür.
Türk devlet ve istiklalinin devamlılığını işaret ederek der ki:
“Ey Türk Milleti,
Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe
Senin ilini ve töre’ni kim bozabilir?”
Evet, il ve töre…
Bizi var eden varlık içinde varlık, sırrın sırrı bu işte…
İl ve töre yan yana iki mükemmel mimari ki, anlatmakla bitmez…
Töre kelimesi Orhun Abidelerinde 11 yerde geçiyor ve bunun da 6’sı il ile birlikte kullanılıyor…
“İl Gider, Töre Kalır” sözü dilimde ezberlemesine oturanda,”İlteriş” olur çıkardım gecemin bir yerinde…
İlteriş,”ili derleyip toparlayan”, yeniden yeni olup yeni devleti kuran demektir elbette…
Bilirdi yağılar, çaşıtlar, Çinliler… Töresi yıkılmadan, yıkılmazdı Türk.
Töre, yazılı değil, genel kabul görmüş kurallar manzumesi, yani örf…
Bizi biz yapan, sırrın sırrı, ortak inançlar çağlayanı…
Kültigin Abidesine bakarım bazı düşlerimde sınırsız zamanlarımda hep.
Okurum:
“Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına,
Batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar;
Onun içindeki millet hep bana tabidir.
Bunca milleti hep düzene soktum.”
İşte Dünyanın barış ve sevgi nizamı…
Türk olmazsa, batar Dünya…
Sözümüzün burasına gül’den bir virgül atalım da; sonsuzluğun Atam Taşları hakkında bilgiler aktarayım, olur mu?
*
Yüce Türk Milleti ve Onun dil ve edebiyatının en önemli eserlerinden birisi de “Yazılı taşlar-Orhun abideleri”dir.
Yazılı edebiyatımızın en eski örneklerini teşkil eden bu abideler, varlığı, üzerindeki dil ve üslup bakımından da yeryüzünün, insanlık tarihinin eşsiz eserleridir. Bu taşlara “Bengü Taşlar” da denilmektedir.
Göktürk Alfabesi veya Orhun Alfabesi adı verilen bir alfabe ile yazılan bu eserlerdeki canlı söylev, asırların acımasız süzgecinden süzülerek, günümüze kadar gelmiş ve daha nice yüzyıllar boyunca gelecek asırları aşarak sonsuzluğa da gidecektir. Göktürk (Köktürk)lerin ikinci dönemi olan “yazılı edebiyat” dönemine ait eserlerdir ki birinci dönem sözlü edebiyat (destan dönemidir) ve yazılı değildir.
Orhun abidelerinde, Doğu Göktürklerin tarihinden, savaşlarından, komşularıyla olan ilişkilerinden, devlet ve millet yönetiminden söz edilmektedir.
Abideler, 1889 yılında Moğolistan’da Orhun Vadisi’nde bulunmuştur.
1893 yılında Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen ve Rus Türkolog Vasili Radlof birlikte çalışarak bu bengü taşların dilini çözmeye çalışmışlardır. Her iki bilim adamının çalışmaları, 15 Aralık günü Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi’nde bütün bilim dünyasına açıklanmıştır.
Orhun abidelerinde uygulanan yazı sistemi Türk Milletinin ağız yapısına, dil ve hafızasına uygun bir yazı sistemidir. Adeta, millî veznimiz hecenin raksıdır diyebiliriz. Hece yazısı ile alfabetik sistemin muhteşem bir karışımı gibidir.
“Ünlü işaretlerinin kullanılışı sınırlı olup belirli yazım kurallarına bağlıdır. Ünsüz işaretleri de çoğu kez ünlü ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren heceleri veya ses gruplarını gösterir. Belirli bazı durumlarda ise ünsüz işaretleri yalnızca ünlü veya ünsüz çifti değerindedir.”
Dini hem de din dışı konular işlendiği abidelerimiz, tarih, coğrafya ve edebiyata kaynak olacak niteliktedir.
Tarihimizi, toplumun yaşama biçimini, dünyaya bakış tarzını anlatmaktadır.
Kitabelerde halkı yönetenlerin halkı aydınlatması, yaptıklarının hesabını da halka vermesi gerektiği belirtilir.
Bugün Çin sınırları içinde kalan ve dünyadan gizlenen “Türk Piramitleri”ni bir yana bırakacak olur isek, dünyanın yazılı mirasının ve Türk Milleti varlığının benzersiz abideleri olan bu eserler:
1. Tonyukuk abidesi
2. Kültigin abidesi
3. Bilge Kağan abidesi
olarak bilinmektedir.
Bunlardan:
Tonyukuk abidesi
1. 720 yılında Göktürk devleti veziri Tonyukuk adına dikilmiştir.
2. Kitabede Tonyukuk, anılarını ve dönemin tarihini anlatmıştır.
3. Anlatımda, atasözlerine bolca yer verilmiştir.
Kültigin abidesi
1. 732 yılında dikilmiştir.
2. Anıt Yuluğ Tigin tarafından yazılmıştır.
3. Anıtta Kültigin’in ölümü ve yas töreni anlatılmıştır.
Bilge Kağan abidesi
1. 735 yılında dikilmiştir.
2. Anıt Yuluğ Tigin tarafından yazılmıştır.
3. Bilge Kağan’ın yiğitlikleri ve Türk milletine iletmek istediği mesajlar bulunmaktadır.
Göktürklerden kalan diğer yazıtlar da şunlardır:
1. Çoyr (687-692)
2. Hoytu Tamir (717-720)
3. Ongin (Işbara Tamgan Tarkan) (719-720)
4. İhe-Huşotu (Köl İç Çor) (723-725)
5. İhe-Aşete (Altun Tamgan Tarkan) (724)
6. İhe Nur
7. Hangiday
*
Ve son söz olsun bu yazımıza bu mısralarımız da…