TOKATLI GEDÂÎ’NİN TASAVVUFÎ ŞİİRLERİ
(Yrd. Doç. Dr. -BOZOK ÜNV. FEN-EDB. FAK. T.D.E Bölümü- orhanfatih71@hotmail.com)
Bu çalışmada kaynak olarak Sadettin Nüzhet’in “XIX’uncu Asır Saz Şairlerinden Beşiktaş’lı GEDAΔ(1933) ve Muhtar Yayla Dağlı’nın “Bektaşî Edebiyatından Tokatlı GEDÂYÎ- Hayatı ve Eserleri” (1943) kullanılmıştır. Hayatı hakkındaki bilgiler ve şiirleri bu eserlerden alınmıştır. Sadettin Nüzhet’in eserinde 73 şiir, Muhtar Yayla’nın eserinde gazel, koşma, mersiye, destan ve tahmisler dâhil 153 şiir bulunmaktadır.
Kimliği, eserleri ve gerçek yaşam öyküsü hakkında az bilgi bulunan Gedâî, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısı ile yirminci yüzyılın başında yaşamış bir Bektaşi saz ozanıdır. 1826 yılında Tokat’ta doğmuştur. Asıl adı Ahmed’dir. Ona Gedâî mahlasını veren ünlü Bektaşi Baba’larından Sinop’lu (Batum’lu) Yesari Baba’dır. Babasının adı Ahmed Muhtardır, babası kereste tüccarıdır. Tokatlı Gedâyî adıyla da anılır. İstanbul’a geldikten sonra, Rumeli Hisarı tekkesi postunda oturan Nafi Baba’dan el alarak, Bektaşi olmuştur. Din dışı şiirleri de bulunmaktadır. 1889’da İstanbul’da ölmüştür. İlköğreniminden sonra babasının keresteci dükkânında çalıştı. Sevdiği kız veremden ölünce saz ve şiire merak salmıştır. Bir ara Tokat’a gelen Batumlu Yesari Baba kendisine sazını ve şiirlerini dinledikten sonra mahlasını sorar, mahlası olmadığını öğrenince ona Gedâî mahlasını verir. Gedâî (dilenci) mahlasıyla orada bulunan arkadaşları dalga geçince, Gedâî Bektaşî babasına dönerek:
— Baba erenler, fakire dilenciliği mi layık gördünüz? Bakın arkadaşlarım daha şimdiden benimle eğleniyor ve alay ediyorlar. İleride bu isim yüzünden başıma daha kim bilir neler gelecektir!.. gibi sözler söyleyince baba:
— Varsın arkadaşların seninle alay etsinler oğlum. Sen bunlara aldırma. Ben sana bir şey söyleyeceğim. Hatırında iyi kalsın. Sen zaman gelecek, sazda sözde çok değerli bir insan olacak, büyük ve küçük birçok insanların sevgisini kazanacak ve hatta padişahların meclislerinde bulunarak iltifatlarına da uğrayacaksın, demiş ve hayır dua şeklinde söylenen bu sözler herkes tarafından kabul görmüştür (Dağlı 1943: 9).
Tarihi saptanamayan bir savaşta esir düşmüştür. Savaş bitince Tokat’a dönerken İstanbul’a uğramış ve Beşiktaş’a yerleşmiştir. Âşık kahvelerine çok gittiği için çağının bütün saz ozanlarını tanımıştır. Yalnızca hece ölçüsüyle ürünler vermekle yetinmemiş divan türünde de hatırı sayılacak eserler vermiştir.
Gedâî, bir süre Üsküdar çiçekçi kahvesini çalıştırdı. Tavukpazarı’ndaki âşıklar kahvesinde sazı ve sözüyle tanındı. Çevresi giderek genişledi. İstanbul’un tanınmış yazar ve şairlerince de beğenildi. Onların önerisiyle Padişah Abdülaziz’in huzurunda saz çaldı ve sarayın incesaz heyetine katıldı. Bu görevi 5. Murad dönemine kadar sürdürdü. 2. Abdülhamid’in incesaz heyetini dağıtmasından sonra emekliye ayrıldı. Nefeslerinden başka halk şiiri geleneğine uygun söylediği şiirleri de vardır. Sazda ustası Erzurum’lu Emrah’tır. Mir’ati, Fenni, Şevki, İşreti ve Şeyh Galib’in gazellerini tahmis etmiştir. Beşiktaş’taki dükkânında arzuhalcilik yaptı. İstanbul’un çeşitli semtlerinde saz çalıp söyleyerek dolaştı. Bu dönem “Medet Tophaneli top top kıvırcık perçemli” nakaratlı şarkısı çok tutuldu. 19. Yüzyıl âşıkları arasında Arapça, Farsça sözlük ve tamlamalara fazlaca yer verişi, hece ölçüsünün yanında aruzla da şiir yazmasıyla dikkat çeker. Bektaşiliğe girerek bu tarikatın 19. Yüzyıl’daki belli başlı temsilcisi Mehmed Hilmi Dedebaba’ya kapılandı, ondan “babalık” aldı. 1901 yılında İstanbul’da ölmüş ve Karaca Ahmed mezarlığında toprağa verilmiştir. Hakkındaki bilgiler ve bazı şiirleri Saadeddin Nüzhet Ergun’un “XIX. Asır Saz Şairlerinden Gedâi (1933) kitabı ile Muhtar Yahya Dağlı’nın “Tokatlı Gedâyî” (1943) kitaplarında toplanmıştır.
Edebî Şahsiyeti: 19. Yüzyıl âşıkları arasında Arapça, Farsça sözlük ve tamlamalara fazlaca yer verişi, hece ölçüsünün yanında aruzla da şiir yazması nedeniyle Gedaî’nin eğitim görmüş biri olduğu anlaşılmaktadır. Şair; destan, koşma, divan, semaî, yedekli semaî, gazel gibi muhtelif şekilli manzumeler yazmıştır.
Gedaî’nin bazı şiirlerinde Tasavvufî bakış açısının hâkim olduğu görülmektedir. “Kâfü Nun” (Kün- Ol emri) hitabı emrolunmadan, birlik âleminde can ile bir can olduğunu söylediği şiiri bunlardan biridir.
-1-
Kâbe-i ruhsâr-ı yârı eylemiştim ben tavaf
Dehr-i dûne gelmeden emrolmadan hem Nûn ü Kaf
Cân ile hem cân idim cânân ile cânân idim
Âlem-i vahdette tutmuştum güzel bir i’tikâf
Çeşm-i can kıldı nazar ibretle Hak’kın vechine
Hamdola âyîne-i kalbim o günden oldu saf
Bildim Hak’kın varlığın îman ü ikrâr eyledim
Tâ Elest bezminde ruhlar cem’olunca saf saf
İstedim cinn ü beşer şeklinde bir sûret tutam
Çar anâsır gömleğin giydim çekildim bir taraf
Ey Gedâî hâce-i aşktan alup ben dersimi
Cümle evzâ’-ı cehaletten ben ettim i’tiraf
Açıklama:
Dehr-i dûn: Aşağılık, alçak dünya
Evzâ’-ı cehalet: Cahillik durumları/halleri
Şair, tamamen “Vahdetperest” görünmektedir. Onun yanında mescit ile meyhanenin farkı yoktur. “Allahı hariçte aramak doğru değildir. Kendimizdedir. Kerremna ile terkim olunan biziz ve bütün kerametler bizdedir. Biz tecelli Tur’uyuz” diyerek mutasavıfanın umumî kanaatlerine iştirak eder (Nüzhet 1933: XIII).
-2-
Biz kuluz ol Hâlik’a eşya bizimdir bizdedir
Bizden ayrı sanmanız Mevlâ bizimdir bizdedir
Ehl-i dillerdir hakikatle muazzez bilmiş ol
Gözsüze pinhandır ol ammâ bizimdir bizdedir
Her cihetle kalbimiz cânâ tecellihandedir
Biz Tecelli Tûr’uyuz Sinâ bizimdir bizdedir
Kim severse Hak’kı kalbi içre her dem yoklasın
Biz anı sevmişleriz hâlâ bizimdir bizdedir
Ey Gedâî hep kerametler benî Adem içün
Hamdola âyât-ı Kerremnâ* bizimdir bizdedir (s. 59-60)
* Ayât-ı Kerremna: “Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ.”
Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık (İsra- 70.ayet).
Gedâî, “Kesret” te “Vahdet”i bulmaya çalışanlardandır. Ona göre, ölmeden evvel ölenler, “Haşr ü neşr” i yaşarken görmüşler ve eşyada İlâhi nuru bulmuşlardır:
-3-
Vücûd iklimini bir nüsha-i kübrâ’da görmüşler
Hakîkat sûretin ol Allemel’esma’da görmüşler
Demişler Mûtu kable en temûtû sırr-ı vahdettir
Görenler haşr ü neşrin zevkini dünyada görmüşler
Tarîk-i vahdeti hep âlem-i kesrette bulmuşlar
Huzûr-i izzetin envârını eşyada görmüşler
Alanlar feyz-i fıtrat Men aref dersinden almışlar
Rümûz-i sırrı Sübhanellezi Esrâ’da görmüşler
Yakup tâ can evinde şem’-i aşkı nûr-i Rahman’ı
Hakikat can ile cânânı bir mâ’nâda görmüşler
Gedâî aç gözün sen de uyan bu hâb-ı gafletten
Uyanıklar seni gafil acep sivâda görmüşler. (s.75)
Açıklamalar:
Nüsha-i kübrâ: Kainat, Büyük sayfa, çok manayı ifade eden âlem.
Alleme-l esma: “Âdem’e bütün isimleri öğrettik” (Bakara Suresi: 31). Fakat Hz. Adem için “bütün isimleri, eşyanın hakîkatini bilen” anlamında kullanılan bir sıfat ve tasavvufta bir makamdır.
Mûtu kable en temûtû: “Ölmeden önce ölünüz” (Hadis)
Men arefe: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” “Nefsini bilen/tanıyan Rabbini tanır/bilir” (Hadis)
Sübhanellezi Esrâ: “Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).” Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir (17/İSRÂ-1).
Şair bir takım ahlâkî telakkileri de şiirlerinde dile getirmiştir. Hz. Süleyman gibi olmayı tercih eden ve bir karıncayı bile incitmek istemeyen Gedâî, acizlere, zavallılara karşı yardım ve iltifatı tavsiye etmektedir. Bilhassa gurur, şair nazarında katiyen beğenilmeyen bir huydur. (s. XIII):
-4-
Süleymân ol tekebbür eyleme nefsin hevâsında
Bugün mûr-ı zaîfe iltifat et Hak rızasında
Makamın evc-i ulyâ kadrin a’lâ olsa fahretme
Niçin her bir kemale bir zevâl var mâverâsında
Ulüvv-i himmetin bir şem-i bezm-i valsa hasr et kim
Anın nûr-i mahabbetten eser olsun ziyâsında
Görünse burc-i mîzân-ı felekten necm-i ikbalin
Sana bir sûret-i resm-i vefa yoktur bekasında
Sakın aldanma zevk u şevk u mekr ü âline dehrin
Olur binlerce mihnet bir iki günlük safâsında
Gedâî etme ümmîd-i vefâ çarh-ı sitemgerden
Değildir zerre veş sâbit kadem ahd-ı vefâsında (s. 63-64)
Açıklama:
Mûr-ı zaîfe: Küçük, zayıf karınca.
Evc-i ulyâ: En yüksek, doruk, zirve.
Fahr: Övünmek
Mekr: Hile, oyun
Çarh-ı sitemger: Zalim felek.
Şaire göre fakirlik, zenginliğe müreccahtır. Kimseden bir şey istemeyen ve Allah’ın verdiğine razı olan, Gedaî, dindar bir adamdır. “Nefsi emmare”sinin zebunu olmakla beraber, yüzünün karalığını ve elinin boşluğunu itiraf ederek Allah’a iltica etmekte ve Peygamber’in şefaatine sığınmaktadır. Gedâî, “Ehli beyt” muhibbidir. Oniki İmam ve bilhassa İmam Hüseyin hakkında 3 mersiye kaleme almıştır. Gedâî, Bektaşî olmakla beraber Batınîlik temayüllerini gösteren manzumeler vücude getirmemiştir (Nüzhet 1933; XIII).
-5-
Geç ey vâiz sen ol sûy-i riyâda çok savaş etme
Hevâ-yi nefs ile kürsîde çeşmin kanlı yaşetme
Azâb âyetlerin tefsir edüp kesb-i maaş etme
Oku Lâtaknetû min rahmetillâh’ı telâş etme
…
Nazar kıl can gözün aç ehl-i hâl ol bir kemâl iste
Cihânın ziynetinden geç ne devlet ve ne mâl iste
Soyun varlık libâsın fakr hâl ol köhne şâl iste
Eğer âşık isen yâ hû visâl iste cemâl iste
…
Eğer sen ilm ile âkil isen bâb-ı şeraitte
Sakın bir kimsenin beyt-i dilin yıkma tarikatte
Neler vardır ki bilmezsin bu ahkâm-ı hâkikatte
Hudâ mü’minlerin kalbindedir yok kasr-ı cennette
…
Eğer geçmek dilersen arsa-i mahşer Sırâtından
Ayağın çek bu mülkün sen de râh-ı inbisatından
Bulup bir mürşid-i kâmilden el tut iste bâtından
Sülûk erbâbını zanneyleme kim iştitâtından
…
Gedâî âşık-ı sâdık cemalsiz cenneti neyler
Olup vahdetmişin Hak’kın rızâsın er olan peyler
Bilirken işbu esrârı neye zâhit inâd eyler
Geçip dîdâr-ı Hak’tan kasr-ı cennet zevkini söyler
Hakîkat cevherin seng-i sitemle hurduhâş etme
Eğer esrâr-ı aşka mahrem isen gayre fâşetme (s. 64-65)
Açıklama:
Sûy-i riyâ: Riya tarafı, ikiyüzlülük yeri.
Lâ taknetû min rahmetillâh: “Allah’ın Rahmetinden Ümidinizi Kesmeyin”(Zümer Suresi/53. ayet).
Visâl: Ulaşma, sevgiliye kavuşma, vuslat.
Hurdu hâş: Paramparça
-6-
Beni bend-i esîr etti medet bu nefs-i emmâre
Sığındım nefs elinden melce-i dergâh-ı Settâr’e
Medet senden der-i ihsânına geldim yüzü kare
İlâhî rahmetin mahsus bilüp mücrim günahkâre
Niyâzım bu benim sen hazret-i sultân-ı Gaffâr’e
Iriştir menzil-i maksûdumu sür’atle dîdâre
Dilimde vird-i tesbih eyledim ben yâ Sabûr ismin
Derûnum levhine tasvîr kıldım Hû Şekûr ismin
Gönül mir’atına saldı ziyâ âlemde Nûr ismin
Göründü sûret-i Esmâ-i hüsnâ’da Gafûr ismin
…
İlişti can gözü dîdârına mir’ât-ı kudrette
Anınçün âşık-ı mecbûrun oldum kaldım hayrette
İkimiz bir idik tâ ezel ahkâm-ı vahdette
Seni benden beni hiç senden ayrı bilmem elbette
…
Der-i ihsanına geldim mürüvvet eyle sultânım
Bağışla hak Habîb’in hürmetiyçün cümle isyânım
Gedâî bir tehidest rûsiyâh akl-ı perişânım
Medet verme ziyânı destine çâk-i giribanım
Niyâzım bu benim sen hazret-i sultân-ı Gaffâr’e
Iriştir menzil-i maksûdumu sür’atle dîdâre (s. 65-66)
Açıklama
Mir’ât: Ayna
Tehi dest: Eli boş, züğürt
Rû-siyâh: Kara yüzlü, ayıbı olan
Çâk-i giriban: Sabahın aydınlığı, yaka yırtmacı
-7-
Eyâ ey hazret-i sultân-ı âlem taht-ı devlette
Eyâ ey menba’-ı şefkat sarâ-yı burc-i hikmette
Eyâ ey mazhar-i esrar olan sûrette sîrette
Eyâ ey râh-ı adnin rehberi rûz-i kıyâmette
Atâyâ mücrime senden olur elbette elbette
Habîbim bîkesim sensin muînim bu tarîkatte
Medet ey on sekiz bin âlemin şevketli hâkanı
İnâyet ma’dilet kânı Süleymanlar Süleymanı
Saâdet mülkünün mâhı şerefli Şems-i tâbânı
Fedâ kıldım yolunda nakd-i ömrü baş ile cânı
…
Buyurdu şânına Levlâke Levlâk Hazret-i Mevlâ
Seni halketmeseydi halkolunmazdı bütün dünya
Cihânın varlığına bâis oldun ey gül-i ra’nâ
Senin nûr-i cemalin hakkına var oldu hep eşyâ… (s. 66-67)
Açıklama:
Râh-ı adn: Cennet yolu.
Muîn: Yardımcı
Ma’dilet: Adalet
Levlâke Levlâk: “Levlake levlak lema halaktul eflak/Sen olmasaydın bu alemleri yaratmazdım” anlamına gelen bir kutsi hadis.
-8-
MERSİYE
Nûr-i fazl-ı Kibriyasın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Şem’-i bezm-i enbiyâsın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Şebçerağ-ı evliyasın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Nûr-i çeşm-i Mustafa’sın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Sırr-ı zât-ı Mürtezâ’sın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Nûr-i Zâtın sırrıdır bîşübhe emr-i Nûn u Kâf
Pertev-i mihr-i ruhinde oldu mahlûk her taraf
Arş ü Kürs Levh ü Semâ sahrâ-yi âlem Kûh-i Kaf
Bunca eşya yüz tutup her dem seni eyler tavaf
Kâbe-i beyt-i Hudâ’sın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Anberistan oldu hep Mekke Medine çölleri
Âlemi kıldı muattar nâr-ı zülfün telleri
Açtı gülzâr-ı velayette vefa sünbülleri
Ruhlerin âl ü kızıl bâğ- risâlet gülleri
Bülbül-i Kul innemâ’sın ya Hüseyn-ibn-i Ali
Şems-i eyvân-ı hakîkat din çerağı pür ziyâ
Mazhar-ı nur-i cemalin evliya vü enbiyâ
Verd-i gülzâr-ı nübüvvet Gülşen-i Âl-i Abâ
Şah-ı Merdân-ı Velâyet’ten bu mirastır sana
Sen imâm-ı pîşüvâsın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Cevher-i aşkınla dil beyt-i derunda münzevî
Nûri ruhsârınla rûşen oldu bu kalbim evi
Çeşm-i cân ile görür kim baksa sûrî ma’nevî
On sekiz bin âlemin cânı cemalin pertevi
Menba’-i nûr-i hüdasın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Câna kâretti Gedâî Ehl-i beyt’in firkati
Eylemem cânân için bir câna artık minneti
Şahı sensin bu muhibb-i Hanedânın devleti
Kim seni sevmez ise eyler furûd-ı lâ’neti
Sen şehid-i Kerbelâ’sın yâ Hüseyn-ibn-i Ali
Açıklama:
Kûh-i Kaf: Kaf Dağı
Kul innemâ: “Kul innemâ ene beşerun mislukum/ De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım.” (Kehf Suresi, 110. Ayet/ Fussilet Suresi, 6. Ayet).
Pîşva/pîşüva: Reis, başkan
-9-
Mersiye
Ne kara gündür İlâhi acebâ mâh-ı muharrem
Bu ne bu nûr-i tecellâyi siyeh yazdı kalem
Etti bu sırrı Hüseyn’e şâh-ı risalet mahrem
Can ü ser kıldı fedâ zerre kadar çekmedi gam
Kerbelâ deştine düştü yine bir dâğ-ı elem
Eyledi Âl-i Yezîd ibn-i Yezîd’i hurrem
Sînede lâle gibi açtı niçe yâreleri
Eyledi dâğ-ı derun öldü ciğerpareleri
Giydi nühtâk-ı felek cümlesi de kareleri
Gördü pürhûn ile âlude-i bîçareleri
…
Lâ’net olsun o Yezîd ibn-i Pelîd’e her bâr
Şermsar olmadı Hak’tan ne de bir kimseden âr
Düştü evlâd-ı Resul kasdına Şimr-i bedkâr
Ey Hudâvendi bu işlerde ne hikmetler var
…
Gördü bu vâkıayı ağladı hep halk-ı semâ
Dedi yâ Rab bu ne hâlet bu ne hikmet ne belâ
Ehl-i Beyt’e bu hakaret te yaraşmaz ammâ
Hikmetinden edemez kimse suâlin asla
…
Rûz ü şeb ağla Gedâî tutup özge mâtem
Görmemiş cins-i beşer böyle cafâ böyle sitem
Durma sen lâ’net oku kavm-i Yezîd’e her dem
Kalır hayrette eğer görse Mesih ü Meryem
Kerbelâ deştine düştü yine bir dâğ-ı elem
Eyledi Âl-i Yezîd ibn-i Yezîd’i hurrem(s. 90-92).
Açıklama:
Nühtâk-ı felek: Dokuz kat semâ, dokuz gezegen.
Pürhûn: Kan içinde.
Şermsar: Utangaç, mahcub.
Şimr-i bedkâr: Şimr, Kerbela hadisesinde Hz. Hüseyin’in başını kesen mel’un;
Bedkâr: Hareketi, işi kötü kişi.
-10-
Bağ-ı Nübüvvete halk etti bir gül
Sırrını anlamak bir nice müşkül
Eyledi Şeh-süvar göründü
Düldül Seyf-i zülfikarı Hayder’e verdi
Her derde sabr-eden olur imiş er
Razıyım Eyyüb’den olursam beter
Sabrım miftahını Şah-ı erenler
Ta ezelden Gedayi kemtere verdi
Açıklama:
Şeh-süvar/Şah-süvâr: Ata iyi binen kişi.
-11-
Hak kemâl-i kudretin gör kande ifşa etmedi,
Sırr-ı aşkı nusha-i kübrada ihfa etmedi.
Evveli hak, âhırı hak, bâtılı hak zâhiri,
Hak bilen, Haktan özün asla Müberra etmedi.
(Allemel’esma)yı âdem nusha-i Kübra bilüp,
(Men aref) esrarına, vâkıf olup (lâ) etmedi.
Çün (Enelhak) söyledi, Mansur-u berdar ettiler,
Hak ile hak olduğun bildirdi, da’vâ etmedi.
Sırr-ı aşkı bilmedi, keşfolmadı esrâr-ı hak,
Bû cünûn iklimini, her kim temâşa etmedi.
Kangı iklime nazar saldı, dalup bir hayrete,
Derd-i hayret, çeşm-i nâbiynâyı biynâ etmedi.
Eşk-i çeşmimle suvardım, gülşen-i gerdûnu, ben
Bunca gündür, hasılım bir gonce peydâ etmedi.
Ey GEDAYİ dergeh-i hünkâra arzet hâlini,
Kangı dem arz-ı niyâz ettin de icrâ etmedi.
(Dağlı s.37)
Bû cünûn: Aşkın galip gelmesi, aşkın kokusu
-12-
Abdine hak lütfunu her an eder Mevlâ kerim,
Gâh giryân âkıbet handan eder Mevlâ kerim.
Olma âciz hep devasız çaresiz her dertlere,
Ol tabib-i çâresâz, derman eder Mevlâ kerim.
Her bir usrün yüsri var, sabrın selamettir sonu,
Nice bin müşkülleri, âsan eder, Mevlâ kerim…(Dağlı; s.38-39)
Açıklama:
Giryân: Ağlayan.
Çâresâz: Çare bulan.
Usr: Zorluk, sıkıntı.
Yüsr: Kolaylık, rahat.
“Fe inne maal usri yusra(yusren).O halde, muhakkak ki zorluk ve kolaylık beraberdir.” (İnşirah Suresi- 5. Ayet)
-13-
Enbiya içinde şakkılkamerin,
İcrası Ahmed-i Muhtâra mahsus,
Düldül-ü Zülfikar; Fatih-i Hayber,
Cenâb-ı Haydar-ı Kerrâra mahsus.
Çok erler halk etti hazret-i bâri,
Kimi şire bindi, gem etti mârı,
Velâkin yürütmek cansız divârı,
Hacı Bektaş Veli Hünkâra mahsus.
Mansurun, (enelhak) nutkun söylemek,
(Men aref) sırrını idrak eylemek,
Mürşid-i kâmilin pendin dinlemek,
GEDAYİ kemter esrara mahsus (Dağlı; s. 70).
Açıklama:
Şakk-ı kamer: Hz. Muhammed’in parmak işaretiyle Ay’ı ikiye bölmesi mucizesi.
Pend: Nasihat, öğüt.
SONUÇ
Gedâî’nin tasavvuf konulu şiirlerinden yukarıya aldıklarımızdan da anlaşılacağı üzere şair okur-yazar, eğitimli birisidir. Kur’an-ı Kerim ve hadisler hakkında bilgisinin olduğu görülmektedir. Allah’ın varlığı ve birliğine olan inancını, Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyt sevgisini yazmış olduğu şiirlerinde görmek mümkündür. Diğer şiirleri ve hakkında yazılanlardan da yola çıkarak kendisinin iyi bir şair olduğu, alçakgönüllü, hoşgörülü ve yardımsever mizacından dolayı çevresinde ve âşıklar arasında çok sevilen, saygı duyulan bir kişiliğe sahip olduğu düşünülmektedir. Gedaî; şiirlerinde gerçek Âşk’ın sırrına erdiğini ve Allah aşkının, peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisinin her şeyden daha önemli olduğu vurgusunu yapmış bir Bektaşi şairidir. Şairin tasavvuf konusu içerisine dahil edilebilecek pek çok şiiri bildiri ve makale metni sınırlarını aşacağı düşüncesiyle metne dahil edilmemiştir ve bu şiirlerin farklı çalışma konuları arasında ayrıca ele alınması gerektiği düşünülmüştür.