Sayın okurlar bugün sizlere tanıtmak istediğim değerli eğitimci, şair, yazar ve azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını bizlere bir kez daha ispatlayan Sayın Emin Doğan… Son zamanlarda gençler arasında tatlı bir espri dolaşılıyor. Ben de gençlerden esinlenerek “Google’a girin, başarı yazın, karşınıza Emin Doğan çıkar.” diyorum.
Dilerseniz kısaca bir özgeçmişine bakalım:
1964 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğan Emin Doğan aslen Hatay- Altınözü ilçesi Kozkalesi köyündendir.52 yıllık yaşamının 30 yılını Adana ve Ceyhan ilçelerinde geçirmiştir. Emin DOĞAN ilköğrenimini Ceyhan’ın köyleri ve Hatay Altınözü Kozkalesi köyünde, Orta öğrenimini Antakya’da tamamladı. Ankara Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Çocuk Gelişimi – Okul Öncesi Eğitimi ve Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi Mezunu. Yüksek Lisansını Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde ”Eğitim Programları ve Öğretim” alanında yaptı.
1989 yılında resmi olarak öğretmenliğe başladı. 5 yıl öğretmenlikten sonra 23 yıldır Okul Müdürü olarak Adana’da görev yapan Emin DOĞAN halen Çukurova Anaokulu Müdürü olarak görev yapmaktadır.
Evli ve iki çocuk babası olup oğullarından biri avukat diğeri ise üniversite de eğitimine devam etmektedir. Emin Doğan’ın 2012 yılında ‘’Badem Çiçekleri’’ adlı bir şiir kitabı,2013 yılında ‘’Kırmızı Kız’’ adlı bir öykü kitabı,2014 yılında’’Mutlu Aile=Mutlu Çocuk’’adlı aile eğitimi,2015 yılında ‘’Yeşilim’’adlı bir öykü kitabı yayınlanmış olup, ‘’Okul Öncesi Öğretmen ve Yöneticinin El Kitabı’’ adlı Mesleki bir kitap ile‘’Sofya’da Aşk’’ ve ”Ben Onu Çok Sevdim” adlı roman yazım çalışmaları devam etmektedir.
Sayın Emin Doğan hakkınızda yaptığım araştırma sonucunda edindiğim bilgilerin özetini okurlarımla paylaştım. Bir de size sorsam Emin Doğan’ı nasıl ifade ederdiniz?
Emin DOĞAN, içi dışı bir, duygusal, romantik, sevdiği zaman sevgisini kromozomlarına dek taşıyan, dostları için ölümü bile göze alabilen, işkolik, mükemmeliyetçi, yaptığı her işin hakkını veren, estetik ve kalite seviyesi üst düzeyde olan değişik bir insan. Adana’nın Ceyhan ilçesinde annemin deyimiyle ‘’Ekinler biçilirken’’doğmuşum. Çukurova’nın sıcağını daha çocukluktan itibaren ta iliklerime kadar hissettim. Çapa kazdım, pamuk topladım, limon kestim, inşaat işçiliği yaptım, tuvalet temizledim, dondurma sattım. Yapmadığım iş kalmadı diyebilirim. Hiç bir zaman yaşama karşı isyankâr olmadım hep sevdim ve bardağın dolu tarafından baktım hayata. En zor günlerimde bile pozitif düşünceyi bırakmadım.
Aileniz yani anne- babanız ve kardeşleriniz hakkında bilgi alabilir miyim?
Babam rahmetli bir süre fahri imamlık yapmış sonra köyde çiftçilik ve değişik işlerde çalışmış. Annem ev hanımıdır. 90 yaşında ve halen Hatay Altınözü Kozkalesi köyünde yaşamaktadır. Yedi kardeştik. Bir ablam genç yaşta kanserden rahmetli oldu altı kişi kaldık: üç kız, üç oğlan. Kız kardeşlerim Hatay da ikamet etmektedirler. Ağabeylerimden biri Adana’da diğeri ise İsviçre’de ikamet etmektedir. Ben beş numarayım.
Eğitiminiz üç ili kapsıyor. Adana, Hatay ve Ankara… Hangi ildeki eğitim hayatınız daha zor geçti? Eğitim hayatınız boyunca hangi zorluklarla karşılaştınız?
İlkokul yaşamımın bir kısmı Ceyhan da Orta öğrenimim ise Hatay Antakya’da geçti. Üniversiteyi Ankara’da okudum. Ortaokul ve Liseyi çok zor şartlarda okudum. Ailemiz çok fakirdi. Deyim yerindeyse ben yoksulluğun ta dibinden çıkıp geldim bu günlere. Babam, ağabeyimi okutuyordu beni ise kesinlikle okutmak istemiyordu. İlkokul biter bitmez beni bir mobilyacıya çırak olarak verdi. Bir yıl mobilyacıda çalıştıktan sonra bu kez de mermerci de çalıştım bir yıl yani ortaokula başlayana kadar iki yıl kaybettim. Çok istiyordum okumayı. Ağabeyim babamdan habersiz gizlice yazdırdı beni ortaokula. Rahmetli babam da sesini çıkartmadı tabi.
Antakya da ağabeyimle beraber tek oda 15 metrekarelik evlerde geçti eğitim yaşamımız. Ailem köydeydi biz yaşları 12-15 yaş arasında iki çocuk her şeyimizle baş başa idik. Küçük bir karyola üzerinde ağabeyimle beraber yatardık. Yemeğimizi, bulaşığımızı, çamaşırımızı her işimizi kendimiz yapardık. Annem haftada bir çıkın içerisinde ekmek gönderirdi bize. İçine de tuzlu yoğurt gibi katıklar kordu. Ortaokul ve lise de okurken midem sıcak yemek görmedi pek.
Lise iki de ağabeyim de okulu bitirince ben yalnız kaldım. Şartlar daha da kötü olmuştu benim için. Lise iki de okurken üç gün aç kaldım, küflenmiş ekmekleri yedim. Açlığa daha fazla dayanamadım rahmetli babamın bana pamuk başaklarından topladığım paralarla satın aldığı saati içim sızlayarak bir saatçide sattım. Antakya’da köprübaşında bir lokantaya geçip iki porsiyon kuru fasulye yedim, doymadım. Üçüncüsünü isteyemedim “öküz” derler diye. Ordan çıkıp bir başka lokantada humus yedim yine doymadım. Manavdan bir kilo domates, biber ve ekmek alıp evde tuza batırıp yiyerek karnımı doyurdum. Belki inanmazsınız bana ama ben üniversiteye başlayana dek muz yemedim.
Ankara da Üniversite yaşamı da çok zor geçti benim için. İlk yıl üzerime giyeceğim doğru dürüst bir elbisem de pek yoktu. Rahmetli babam bana yazlık bir takım elbise almış onunla Ankara’nın gri buz gibi ayazına dayanmaya çalışıyordum. Bir gün gençliğin verdiği asilikle babam ve ağabeyime bir mektup yazdım. Onlara bana para göndermiyorlar diye şöyle sitem ettim: ’’Siz benim Ankara’nın gri buz gibi soğuğunda nasıl üşüdüğümü ve aç kaldığımı biliyor musunuz?’’. Ağabeyim de bir süre sonra gönderdiği mektubunda hayatımın en büyük dersini veriyordu bana: ’’Sen de benim sana harçlık göndermek için evlilik yüzüğümü sattığımı biliyor musun?’’
Yıllar böyle geçti benim için ta ki 1989 yılında öğretmenliğe başlayana dek.
Meslek seçiminizi ne zaman yaptınız? Çocuklara henüz ilkokula bile başlamadıkları dönemde “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorarlar. Onlar da “Doktor olacağım.”, “Polis olacağım.”, “ Öğretmen olacağım.” derler. Size bu soru hiç sorulmuş muydu? Sorulduysa ne cevap vermiştiniz?
İlkokulu köylerde okuduğum için ne doktor gördüm, ne mühendis ne de diğer mesleklerden birini… Çocukluğumda beni etkileyen ilkokul öğretmenimdi. O zamanlardan “Öğretmen olacağım.” demiştim. Hani “herkesin bir akıl hocası olmalı.” derler ya benim hayatımda etrafımda beni yönlendiren kimse de olmadı. Meslek seçimini yaparken de tüm öğretmenliklerin kutsal olduğunu düşündüğümden öğretmenliği seçtim.
Öğretmen okullarına giriş sınavında mülakat sorusu şuymuş: “Niçin öğretmen olmak istiyorsunuz? Öğretmen olmak isteğinizi üç nedene bağlayınız?” Öğrencinin cevabı şu olmuş: Haziran, Temmuz, Ağustos… Biliyoruz ki öğretmenlerin tatilleri bu fıkrada abartıldığı kadar çok değil… Öğretmenlik hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Öğretmenler insan mühendisleridir. Bir toplumun temelini öğretmenler atar. Herkes öğretmen olmamalı. Hiç kimsenin bu milletin çocuklarının geleceğiyle oynamaya hakkı yoktur. Öğretmenlik çocukları sevmeden yapılmayacak bir meslektir. Dünyada hiçbir meslek öğretmenlik kadar kutsal değildir.
Öğretmenlik hayatınız boyunca yaşadığınız ilginç olaylar olmuştur mutlaka… Bizlerle birkaçını paylaşır mısınız?
Benim branşım çocuk gelişimi-okul öncesi olduğundan ilk olarak 1989 yılında Diyarbakır’ın Dicle ilçesine okul öncesi öğretmeni olarak atandım. Bizim branşımızı genelde bayanlar seçer. Adımız da Emin olduğunda İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yanlış yazmışlar bu Emine’dir demişler. Göreve başlamak için İlçe Milli Eğitim Müdürünün karşısına çıktığımda beni şöyle yukarıdan aşağı bir süzüp doğulu şivesiyle ‘’Yav biz karşımıza boylu poslu gözel bir kız bekliyorduk karşımıza sen çıktın’’dedi.1993 yılında Adana’ya tayinim çıktığında da beni yanlışlıkla sınıf öğretmeni olarak Feke’nin bir köyüne vermişlerdi. Kimseye okul öncesi öğretmeni olduğuma inandıramadım. En sonunda diplomamı dilekçeme ekleyerek öyle inandırdım. Milli Eğitim Müdürlüğün yanlışlığı düzelten yazısı da şöyleydi: “İlgilinin okul öncesi öğretmeni olduğunu ispat etmesi üzerine Feke ilçesine yapılan atamasının iptal edilerek Merkez Necatibey Anaokuluna atanmasına…”
Öğrencilerimle ilgili onlarca anı var aslında ama beni çok etkileyen bir anıyı paylaşmak isterim: Bir gün Eylül ayında okullar henüz yeni açılmışken sınıfımda öğrencilerimi tanımaya çalışıyorum. Öğrencilerimin başını okşarken 6 yaşındaki erkek bir öğrencime “Nasılsın?” diyerek başını okşadım. Başladı hüngür hüngür ağlamaya. “Neden ağlıyorsun evladım?” diyorum cevap vermiyor. Acaba ben mi yanlış bir şey yaptım diye kendimi sorguluyorum. Sonunda onu bir kenara çekip özel olarak konuştum. Meğerse anne baba ayrıymış. Çocukta baba sevgisi öylesine bir noktaya gelmiş ki bana”Öğretmenim! Benim başımı kimse okşamadı, babam beni görmeye gelmiyor.”dedi. Gözlerim doldu. O çocuğa bir yıl boyunca öğretmenlik sevgisinin yanında babalık sevgisini de verdim.
Öğretmenlik- Müdürlük yaptığınız süre içinde hangi başarılara imza attınız?
Diyarbakır Dicle de benden başka iki bayan okul öncesi öğretmeni de vardı. İkinci yıl Dicle halkı çocuklarını onlara değil de bana gönderdiler. Yaptığım her işi en iyi şekilde yaptım hep. Daha öğretmenliğimin ikinci yılında Takdirname aldım. Meslek yaşamımda bu zamana kadar 33 ödül aldım(Teşekkür, takdir, aylıkla ödül, başarı belgesi).Adana da temizlik ve hijyenin sembolü olan ‘’Beyaz Bayrak’’ı okuluna ilk olarak aldırtan müdür oldum. Aynı şekilde okulunda çevreci okul çalışmalarını okulunda başlatarak ilk ‘’Yeşil Bayrak’’ı aldırtan müdür de ben oldum.
Adana da Avrupa Birliği Projeleri yapan ilk müdürlerden biriyim. Yaptığım üç adet Avrupa Birliği Comenius projesi kabul edildi. Bu projeler sayesinde Avrupa’nın 10’a yakın ülkesini gezip görme imkânım oldu. Bunun yanında çocuklara sağlıklı beslenmeyle ilgili çalışmalar yaparak okuluma ‘’Beslenme Dostu Okul’’ sertifikasını kazandırdım.
Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığının yaptığı Toplam Kalite Yönetimi Ödül sürecinde il ve ilçe çapında birincilik, ikincilik ve üçüncülük olmak üzere toplam da 10 ödül kazandırdım. Hepsinden önemlisi de okuluma Ankara Türk Standartları Enstitüsünden İso 9001 Kalite ve Yönetim Sistemi belgesini kazandırdım. Yaptığım sosyal sorumluluk projeleri ve eğitimde kalite çalışmalarıyla Çukurova Anaokulunu Marka Anaokulu haline getirdim öğretmenlerimle birlikte. Ayrıca yıllardır okullarda, değişik kurumlarda ve üniversitelerde yüzden fazla seminerle binlerce insana ‘’Mutlu Aile Mutlu Çocuk’’ ve ‘’Ekip Ruhu’’seminerleri verdim.
Siz sadece öğretmen ve okul müdürü değilsiniz. Aynı zamanda şair ve yazarsınız da… Ne zamandan beri yazıyorsunuz? Sizi yazmaya iten ne idi?
Ortaokul birden beri yani yaklaşık 40 yıldan beri şiir yazarım. Üniversite yıllarında bir günlüğüm vardı içinde yazdığım 200’e yakın şiirim vardı ama o günlüğü kaybettim.10 yıldır her köye gidişimde eski sandıkları, dolapları karıştırıyorum ama bulamıyorum. Çocukluğumdan beri benim bir şairlik, yazarlık yönüm vardı. Lise ve üniversite yıllarında öyküler, denemeler yazıyordum ama hepsi o eski sarı teksir kâğıtları üzerinde kalıyordu. Üniversite de arkadaşlarım bana “Sende bir yazarlık ruhu var.” derlerdi.
Beni yazmaya iten sebep şuydu: Bir gün okulda makamıma bir eğitimci yazar geldi ve bana yazdığı kitaplardan birkaç tanesini verdi. Onun kitaplarını inceledim ve kendi kendime ‘’Ben neden yazmıyorum? Bu zamana kadar olan birikimlerimi neden değerlendirmiyorum ki!’’sorusunu sordum. İlk şiir kitabı bu düşüncemden üç ay sonra hayata geçti. Sonra diğer kitaplar geldi.
Eserleriniz hakkında bilgi alabilir miyim?
İlk şiir kitabım ‘’Badem Çiçekleri” 2012 yılında yayınlandı. Sonra 2013 yılında ilk öykü kitabım ‘’Kırmızı Kız’’arkasından 2014 yılında ‘’Mutlu Aile Mutlu Çocuk’’ adlı aile eğitimi kitabım ve son olarak 2015 yılında çevre öykülerini konu alan ‘’Badem Çiçekleri’’adlı son öykü kitabım yayınlandı. Tabi ki durmak yok. Yeni kitaplar geliyor. Kendime bir hedef çizdim. Ölene kadar her yıla ya da her iki yıla bir kitap yayınlamak. Tüm kitaplarımda acının, yoksulluğun, umudun –umutsuzluğun, aşkın ve sevginin ve en önemlisi de Çukurova’nın izlerini bulabilirsiniz.
Bana göre herkese örnek olabilecek bir başarınız daha var. “Okumanın yaşı yoktur.” demiş atalarımız… Siz bunun en yakın örneğisiniz. Ankara Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Çocuk Gelişimi – Okul Öncesi Eğitimi ve Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi Mezunusunuz. Yüksek Lisansınızı Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde ”Eğitim Programları ve Öğretimi” alanında yaptınız. Sizi yürekten kutluyorum. Yüksek Lisansa nasıl karar verdiniz?
Ben okumaya doymadım hayatımda. Yüksek lisansta da aslında biraz geç kaldım. 2000’li yıllarda bu işe başlasaydım şimdiye üniversitelerde Doçent olmuştum. Ama yine de yılmadım hiçbir şey için geç değil düşüncesiyle yüksek lisansa başladım ve 52 yaşında Eğitim Programları ve Öğretim alanında yüksek lisans diplomasına sahip oldum. Müthiş bir duygu bu! Öğrenmenin gerçekten yaşı yok. Yüksek lisansta çok şey öğrendim ve bunları yeni kitaplarımda mutlaka kullanacağım. Şimdi kendimi daha donanımlı hissediyorum. Gerçek özgürlüğün öğrenmeden ve kitap okumaktan geçtiğini düşünüyorum. Ortaokul yıllarından itibaren başkalarından ve kütüphanelerden alarak yüzlerce kitap okudum ve halen de okumaya da devam ediyorum. Bir şeyler üretebilmek için dolmak gerekiyor. Yani ‘’Dolmadan taşamazsınız.’’ Eğer küçük yaşlarda okuma alışkanlığı edinirseniz bu yaşam boyu devam eder.
Bundan sonraki hedefleriniz nelerdir?
Birçok arkadaşım bana artık yeter biraz da çocuklarına bırak yapacaklarını diyorlar. Ben hiperaktif bir insanım. Çalışmaktan, üretmekten zevk alırım. Bundan sonraki hedeflerimi şöyle sıralayabilirim. Yüksek Lisans sonrası Doktora yapmak eğer imkân olursa bir üniversiteye geçip Yardımcı Doçent olarak görev yapmak.
İki romanım var sırada bekleyen. Birincisi ‘’Sofya’da Aşk’’,ikincisi ise ‘’Ben Onu Çok Sevdim’’. Bu iki romanı 2018 yılı sonuna kadar bitirmek istiyorum. “Sofya’da Aşk” bir Avrupa Birliği projesinde Polonyalı bir öğretmenle Türk bir öğretmenin aşkını konu alan bir roman olacak. Aslında bu ‘’Kırmızı Kız’’ adlı öykü kitabımda bir öyküydü ancak okurlar bu öykünün sonunda kahramanımıza daha sonra ne olduğunu çok merak ediyorlar. Üç yıldan beri bu kitaptaki en çok sevilen öykü bu! Ben de bunu romanlaştırmaya karar verdim.
İkinci romanım olacak olan ‘’Ben Onu Çok Sevdim’’de ise bir okul müdürü bir gün okuldaki arşivi düzenlerken kitapların arasında eski kenarları yırtılmış bir günlük bulur. Günlüğü açtığında yıl 1978 yazıyordur. Okudukça bırakamaz. Kendisinden 38 yıl önce bu okulda müdürlük yapan bir okul müdürünün Azerbaycanlı bir öğretmenle aşkını anlatan bir günlüktür bu. Günlüğün bir yerinde konu kesilir okul müdürü merak eder bu büyük aşkın sonunu ve bu kişileri bulmaya karar verir. Uzun uğraşlardan sonra adreslerini bulur ve birini Azerbaycan da diğerini ise Anadolu’nun ücra bir köyünde bulur. İkisiyle de uzun uzun konuşur. Sonu hüsranla biten bu aşkla ilgili ikisinin de sanki birbiriyle sözleşmiş gibi son sözleri ‘’Ben onu çok sevdim.’’olur. Roman adını buradan alır. Bunun yanında kendi mesleğimle ilgili ‘’Okul Öncesi Öğretmen ve Yöneticinin El Kitabı’’adlı mesleki bir kitap da hedeflerim arasında yer alıyor.
Eşiniz çalışmalarınızda size destek oluyordur mutlaka… “Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır.” derler. İki de evladınız var. Ailenizin sanata ilgileri ve sizin sanatınıza destekleri hangi boyuttadır?
Çocuklarım güzelliklerini annelerinden tüm karakteristik özelliklerini de benden almışlar. İkisi de benim gibi duygusal, romantik ve hümanisttirler. Ben ağlasam onlar da ağlar. Eşim benden ve çocuklarımdan daha gerçekçidir hayata karşı. Eşim her zaman destek oldu bana. Biz 27 yıllık evliliğimizde çocuklarımızla birlikte, tiyatroyu, sinemayı ve diğer sanatsal etkinlikleri hayatımızın bir parçası haline getirdik.
Benim savunduğum kendimce çok önemli bulduğum bir fikrim var: Başarılı insanların adları yaşadıkları sokağa veya caddeye verilsin. Siz de hem sanat hem eğitimde oldukça emek harcadınız. Adınızın oturduğunuz mahalledeki bir sokağa veya caddeye verilmesi fikrime katılır mısınız?
Dünya da kalıcı olmayı kim istemez ki. Bence sizin isminiz gibi Harika bir fikir. Keşke bu fikrinizi Belediyelerimiz hayata geçirebilseler. Son yıllarda her ne kadar belediyeler sanata ve sanatçıya değer vermede biraz yol alsalar da henüz istenilen seviyede olduğumuzu söyleyemeyiz. Adana da yıllardır Çukurova Edebiyatçılar Derneğine bir yer ayarlanması için yapılan tüm girişimler boşa çıktı. Onlarca ünlü yazar, şair ve sanatçı çıkaran Çukurova’da yerel şair ve yazarlara sahip çıkan pek kimse yok.
Yer sorunu sadece bir derneğin sorunu değil… Adana’da yüzlerce dernek var. Bir zamanlar başkanı olduğum Çukurova Halk Ozanları Kültür ve Araştırma Derneği de aynı sorunla yıllarca boğuştu. Çok değerli sanatçıların üye olduğu Adana Kültür Sanat Derneği var. Sadece şairlerin, yazarların değil; hat sanatçılarının, ressamların, heykeltıraşların üye olduğu müstesna bir dernek… Bu üç derneğe de üyeyim. Yer sorunu hepsi için geçerli… Sayın Emin Doğan, size sormamı istediğiniz bir soru var mı? Röportajımız ve benim hakkımdaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?
Benimle böyle bir röportajı yapan ilk kişisiniz.Bu yüzden sizi tebrik ederim.Şunu açık ve net bir şekilde söyleyebilirim. Siz insanların yüreğinde neler attığını çok iyi biliyorsunuz. İnsanlardaki ufku da, enerjiyi de hissediyorsunuz. Sizin şiirlerinizi okurken adeta kendi benliğimi buluyorum. Örnek kişiliğinizle Adana ve Türkiye’ye Türk kadınının ışığını saçıyorsunuz. Çukurova’nın yetiştirdiği en önemli yazarlardan birisiniz. Keşke her şair, yazar sizin kadar üretken olabilse… Her kitabınız Adana’ya Türkiye’ye ve Edebiyat’a büyük katkılar sunuyor. Umarım ki bir gün hak ettiğiniz yere gelirsiniz zira sizin gibi şair, yazarlara ihtiyacı var bu ülkenin.
Yeni kitaplarınızı dört gözle bekleyeceğim. Bana vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Başarılarınızın devamı dileğiyle saygılarımı sunuyorum.
Ben de size çok teşekkür ediyorum.
Harika UFUK,
Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi
Adana.1 TEMMUZ 2016