USARE DERGİSİ 12. SAYI’DAN

Evlere dönüş telaşı başlamıştı, caddeler hareketli, kaldırımlar kalabalık, insanlar toplu taşıma araç duraklarına akıyordu.
Çocuk, ayakkabılarının topuklarını sürüyor, çıkan sesle etraftakilerin dikkatini çekmeye çalışıyordu. Huysuzluğu üstündeydi, çarşı demiyor, kalabalık demiyor, tepiniyor da tepiniyordu. Kendince annesini sınıyor, peşi sıra gitmeyecek gibi yapıyor, sonra inadından vazgeçiyor, tekrar direnişe geçiyor ama sükûnet ve sabırla yürüyen annesinin peşini yine de bırakmıyordu. O farkında değildi ama annesi göz ucuyla adım adım onun hareketlerini takip ediyordu.
Yanlarından geçenler arasında merakla bakanlar olsa da yolcu yolunda gerek hesabı herkes yoluna devam ediyordu. Onların yapacakları bir şey belki de yoktu, belki de öyle düşünüyorlardı.
Bir ara kısık sesle, “Çocuğum, yapma. Bak, senin istediğini sonra alırım, etraftakiler duyacaklar, bize bakacaklar, ayıp oluyor, eve vardığımızda konuşur, anlaşırız seninle.” diyen annesinin aksine, çocuk yüksek sesle ; “Beni kandırıyorsun, geri mi geleceğiz, başkalarının annesi senin gibi mi? Sen benim istediğimi almıyorsun bak işte.” diye cevap verdi.
Tam da bu sırada yanlarından geçerken, annenin bu sözlerini duyan kadın yavaşladı, adımlarını onlara uydurdu ve onlarla yan yana yürümeye başladı. Sonra bir ahbap misali, elini çocuğun omuzuna koyarak; “Niçin anneni üzüyorsun, bak o çok üzülüyor.” dedi. Çocuğun hırçınlığı daha bir artmıştı, “Benim annemse benim istediğimi alsın o zaman.” diye cevap verdi.
Annesini zora sokacak yeni bir fırsat yakalayan çocuğun bu sözü tam da annenin çaresizliğini anlatıyordu.
Kadın, bir taraftan çocukla ilgilenirken diğer taraftan da anneyi tanımaya belki de anlamaya çalışıyordu. Birlikte yürümeye devam ederlerken; “Yanınız sıra yürüyorum ama bir art niyetle değil, lütfen yanlış anlamayın. Açık söylemem gerekirse; sabrın nasıl bir dayanma gücü olduğunu sizde gördüm ve sabrınıza hayran kaldım.” dedi. O, kadının ne demek istediğini anlamıştı; ”Anne olmak böyle bir şey işte!” diye cevap verdi.
Kucağında küçük çocuğu olduğu halde oğlunu da ihmal etmeyen anne; “Elini bana ver yavrum!” dedi, oğlan, nazlansa da inat etmedi, annesine elini uzattı.
Kadın, çocuğun agresifliğini yumuşatmak için arabuluculuk yapma gayretindeydi, çocuğa zarf atarak; “Kardeşini seviyorsun değil mi?” dedi. Aksiliğinden vazgeçmeyen çocuk; “Seviyorum ama annem onu benden daha çok seviyor, babam da.” dedi. Karşı koymadan damardan girmeye çalışan kadın; “Anladım!” dedi. Suskun bir şekilde yürüdüler biraz. “Ama nereden biliyorsun öyle olduğunu ki, bence annen ikinizi de çok seviyor.” dedi kadın. O; “Görmüyor musun? Bak, onu kucağında taşıyor.” diye cevap verdi.
Kadın anlamıştı; çocuğun sıkıntısı kıskançlıktı, büyümüş de küçülmüştü sanki! “Ama o daha çok küçük, sen abisin.” dedi. “Abi” sözünü duyan çocuk tebessüm etti, bu iltifat hoşuna gitmişti. Kadın; “O da senin kadar olduğunda tabii ki kendisi yürüyerek gidecek.” diye ilave etti. Çocuk sustu, bu sefer de o anlamıştı. Yine arada kısa bir süre suskunluk oldu. Ancak kafasında dolaşan tilkiler onu bir türlü rahat bırakmıyordu; “Ama öyle işte. Ben biliyorum, beni kandıramaz kimse.” diyen çocuk, bildiğinden bir parmak geri durmuyordu, pes etmeye de hiç niyeti yoktu. Kadından destek bekliyordu, yakaladığı bu desteği kaybetmek istemiyordu, annesine karşı son kozlarını oynuyordu, çünkü otobüs durağına gelmişlerdi.
Umutlar tükeniyordu, otobüs geldi mi iş bitmiş demekti, isteği olmayacaktı. Durumu kavrıyordu, durakta otobüs bekleyenleri de arkasına almak için son bir fırsatı daha değerlendiriyordu, peş peşe ataklar sergilemeye başladı, yüksek sesle ağlıyor numarası yapıyordu.
Çaresizliğini gizlemeye çalışsa da annenin sıkıntısı artmıştı, durakta bekleyen bir hayli insan vardı. Çocuk annesini iyice germişti, oradaki herkes bunu fark ediyordu. Dayanmanın da bir sınırı vardı. Annesi sert bir şekilde; “Çocuğum bak!” dedi, etraftakiler belki de onun var gücüyle patlamasını beklemişlerdi. Ama öyle olmadı, “Çocuğum bak!” sözünün arkasından lav püskürtmesi beklenen dağ sakinleşmişti. “ Sen beni çok üzüyorsun ama Allah’tan diliyorum, sen büyük adamlar olasın inşallah.” deyiverdi. Duraktakiler, çevrelerinde, o güne kadar hiçbir anneden böylesine ipeksi bir söz duymamış olabilirlerdi, belki de bu yüzden hepsi bakakalmıştı.
Onların yanı sıra gelen kadın da dâhil duraktakiler kısa süre bir şaşkınlık yaşadı. Sonra gözler birbirine baktı. Çocukla ilgilenen kadın herkesten daha fazla etkilenmiş görünüyordu. Ne düşündü bilinmez ama hayranlığını gizleyemedi ve “Bu ne kadar güzel bir annelik!” demekten kendisini alamadı.
Gelen otobüs, onların hattına gidiyordu. Annenin sözleri duraktakiler üzerinde öyle bir etki yapmış olmalı ki herkes en yüksek seviyede saygı göstererek onlara yol verdi. Onlar otobüse binerken diğerleri arkalarından bakakalmışlardı, belki de anne yüreğinden gelen o latif sözün arkasından bakıyorlardı.
Kendi istikameti olmasa da evine yakın yerden geçecek o otobüse kadın da bindi. Otobüsün basamaklarından peş peşe çıktılar, kartlarını da peş peşe okutturdular, sonra da ikili bir koltuğa beraberce oturdular.
Kadın duramıyordu, konuşmak ve onu anlamak istiyordu; “Ne kadar güzeldi sözünüz!” dedi. Çok kestirmeden cevap verdi o; “Ben anneyim, her durumda ve her zaman.” dedi. “Tabi!” dedi kadın. O devam etti; “Elbette anneler çocukları için hem iyilik yapacaklar hem de iyi dileklerde bulunacaklar. Kızgınlık ya da zorda kalmak bunu değiştirmemeli. Çocuğun hafızasında güzel şeyler kalmalı. Benim için ekstrem değil bu.” diye cevap verdi. Kadın ancak; “Harika!” diyebildi.
Evine gelir de iner diye acele eder bir hâli olan kadın, onu konuşturmak, ondaki ekstrem annelik sırrını öğrenmek için âdeta fırsatları zorluyordu.
“Bir ara bir laf etmiştiniz ‘Anne olmak işte!’ diye. Size bunu söyleten ne idi, anne olmak nasıl bir şey sizin açınızdan ki?” dedi. O; “Ben anne olmayı annemden öğrendim.” dedi. Kadın; “Nasıl yani?” dedi. “Bakın, bir kadın, çocuğu varsa annedir, çocuk annenin görünen yüzüdür, kadına anne değeri kazandıran çocuktur, arada başka bir şey olmasına gerek yok aslında. Kendisine anne değeri kazandıran çocuğu için fedakârlık yapmayacaksa bir anne, başka ne yapacaktır ki? Annelik fedakârlıksa, anne için fedakârlık çocuklarını kendine tercih etmektir.” dedi. “Yok, şaşırmayın, açıklayacağım.” diye ilave etti.
“Kapari bitkisinin, kornişona benzer meyveleri olur, bilir misiniz bilmem. Bir gün ağabeyim, bir arkadaşıyla bunlardan toplamış getirmiş eve. Görünüşleri çok da güzel, bu ürünlerden turşu yapıldığını söylemişler onlara. Biz bu bitkinin meyvelerinin zehirli olduğunu duyardık. Kaparinin meyveleri değil de çiçekleri kullanılıyormuş meğer. Biz ona bile temkinliyiz. Annem ağabeyime, o bitkinin tehlikeli olduğunu söylese de o inanmış bir kere, illa ki turşu yapılmasını istiyordu. Çaresiz, annem kabı, sarımsağı, sirkeyi hazırladı ama hâlâ ağabeyimi ikna etmeye çalışıyordu, o ise bunda kararlı görünüyordu. Olacak gibi değil, ağabeyimi ikna edemeyeceğini anlayan annem, o bitkiden bir tane hemen ağzına atıverdi. Hepimiz dona kaldık. Annem bunu neden yaptı anladınız değil mi? Eğer bu bitki zehirli ise oğlu ya da diğer çocukları ondan yediklerinde, onlara bir şey olmasın da ne olacaksa kendisine olsun, ölecekse kendisi ölsün, çocukları ölmesin diye yaptı bunu. Bu, anneliktir işte, ben o gün öğrenmiştim anneliği.
Hepimiz inanırız değil mi; ‘Cennet, annelerin ayakları altındadır.’, peki, doğru anlıyor muyuz?” dedi. Kadın; “Peki; siz nasıl anlıyorsunuz?” dedi. O; “Anne olmanın karşısında cennet ne ki? Yani anne olmak Cennet’ten daha değerli bir makam. Farklı anlayanlara da saygı duyarım ama ben böyle anlıyorum. İnsanlardan çokları hâlâ ya anne olmanın ya da annelerinin değerini bilemiyorlar. Annelerden çokları da bilmiyorlar kendileri için uygun görülen makamın ne olduğunu. Madem böyle bir mevki var, o makamda olabilmek için de anneliği anlamak ve anne olmak gerekir. Kadını anne yapan çocukları değil midir? Çocuğu olmayan kadın anne olamayacağına göre anne de çocuğunun ya da çocuklarının kendisini değerli kıldığını anlamalı ve bilmelidir. Lütfen, herkes doğru anlamalıdır hayatı. Anne olmak sadece çocuğu doğurmak değildir herhalde! Eee! Anne olmak cennetten veya cennettekilerden daha kıymetli ise, o zaman sadece evlatlar değil, anneler de bilmelidirler anne olmanın ne demek olduğunu, çocuk olmadan anne olunamayacağını da değil mi?
İşte anneye değer kazandıran bu varlıklar da bizim değerimizdir.” dedi.
Bunları dinleyen kadın; “Siz” dedi, o acele davrandı; “Yok, yok, hayır, ben ilahiyatçı değilim, sadece anne olmayı anlamaya ve anne olmaya çalışıyorum.” dedi.