Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi
Adana Garı Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları 6. Bölge Müdürlüğü bünyesinde, Adana şehir merkezinde Sular mevkiinde hizmet vermektedir. 1912 yılında tamamlanan Adana Garı; ana binası, lojmanları ve bakım-tamir atölyeleri ile kentin orta kesiminde yaklaşık 450 000 m² büyüklükte bir alanı kaplamaktadır. Önünde Uğur Mumcu Meydanı bulunmaktadır. Bu meydana üç büyük sivri kemerle açılan, geniş ve yüksek bir mekâna sahip olan orta bölümde bekleme salonu, gişeler, danışma ve eşya emanet bölümü gibi stantlar yolculara hizmet vermektedir. Soldaki bölümün üst katında hareket memurluğu, gar müdürlüğü ve VIP salonu vardır. Ayrıca binanın sağında ve solunda lojmanlar mevcuttur. İstasyonun, yolcu trenleri için üç peronu bulunmaktadır. Bu peronlardan, Adana-Mersin-Adana hattında günde en az 60 sefer yapılmaktadır. Bunlar resmi bilgiler…
Tren istasyonları; o yerleşim merkezinde yaşayanların, yolu oradan geçenlerin anılarını saklayan gizemli mekânlardır. Nice sevinçlere, nice üzüntülere şahit olan her gar; bizimle ağlayıp bizimle gülerek bin bir anıyla dolup taşmıştır. Tren istasyonu, bir şehrin kalbidir.
Çocukluk günlerime uzandığımda Adana Tren İstasyonu’nu hüzünle karışık farklı duygularla hatırlarım nedense bütün tren istasyonları yüreğimi burkar. O zamanlar babam Gar Postanesinde memurdu. Özellikle yaz aylarında babamın iş çıkışlarına doğru annem bizleri giydirir kuşatır zaman zaman Gar’a götürürdü. Oradaki tahta banklara oturarak babamın mesaisinin bitmesini beklerdik.
Hiç sıkılmazdım, etrafı seyretmek çok hoşuma giderdi. Her zaman gittiğim ama her seferinde farklı bir şeyler keşfettiğim oyun yeriydi adeta… Kara trenlerin gelip gitmesi ve göğü yırtan düdük sesi ruhumda yankılanırdı. Bazen asker yolcu ederlerdi. Davullarla, zurnalarla elleri kınalı delikanlılar güle oynaya vatani görevlerini yapmaya koşarlardı. Annelerinin gözleri hep yaşlı olurdu. “Ağlamıyorum ki!” derken gözlerinden yaşlar boncuk boncuk dökülürdü. Babalar ise çoğunlukla metin olurlardı. Ya da öyle görünmeye çalışırlardı. “Sayılı gün çabuk geçer. Bir de bakarsın oğlun dönmüş. Hem askere gitmeyeni adamdan saymazlar. Kız bile vermezler hatun!” diye yarı şaka yarı ciddi seslenirlerdi eşlerine. Bir nevi teselliydi belki de ama bence oğlunu askere yollayan hiçbir anneyi teselli edememiştir bu sözler…
Bazen elinde bir bavulla trenden inen genç bir hanım olurdu. Mantosunun yakalarını kaldırmış, ellerinde beyaz eldivenleriyle çok şık görünen güzeller güzeli bir hanım. Belgin Doruk gibi küçük bir hanımefendi adeta… Fötr şapkalı, gri pardösülü bir genç adam karşılardı onu. Elindeki valizi alırdı ve konuşmaya başlarlardı. Neler konuşurlardı kim bilir? Adana garının dili olsa da anlatsa… Acaba nişanlılar mı bunlar yoksa sevgililer mi? Kız, ilk kez mi geliyordur Adana’ya? Sever mi ki Adana’mızı? Acılı kebap yer mi, şalgam suyu içer mi bu güzel hanım? Sanmam. Çok sosyete bir tip gibi, bunlar acı yiyemezler. Gerçi ben de çocuğum, ben de acı yiyemiyorum. Zaten bizim evde acı kullanılmaz ki! Babam askerdeyken mide ameliyatı olmuş. Ona yasakmış da ondan alışamadık acılı yemeklere… Bunlar geçerdi çocuk usumdan…
Tahta bavullu birileri olurdu bazen. İçlerine umutlarını doldurarak tarlalarda çalışmak için gelenler… Sırtlarında yatakları, yorganlarıyla Çukurova’nın bereketli topraklarına ulaşmak üzere ilk adımlarını burada atanlar… Çukurova, ekmek kapısı… Çukurova’da ırgata her zaman ihtiyaç var. Genellikle doğu ve güneydoğu illerinden kopan Çukurova sıcağına yabancı, bıyıklı, genç adamlar… Trenden iner inmez uzaklara doğru bakarlardı, sanki pamuk tarlalarını göreceklermiş gibi gözlerini kısarak… Umutları gözlerinden ışık ışık yansırdı etrafa… Adana’nın sarı sıcağı, sivrisineği canlarından bezdirecekti onları ama bunu o zaman bilmiyorlardı belki; bilseler bile ne çare ekmek parası… Köylerinde toprakları yok, ağalar ne zaman ele geçirmişlerse toprakları bir dönüm yer bırakılmamış bu insanlara… Adana Garı umut garıdır bu yüzden; Çukurova toprakları da yıllardır ekmek kapısıdır tarım işçilerine…
Pek çok Türk filmi de bu garda çok çekilmiştir. Zeynep Değirmencioğlu’nun (Ayşecik) “Yavrum” diğer adıyla ”Karataşlı Emine” adlı filmi burada çekildiğinde mahalleden konu komşu gara akın etmişlerdi.Bu filmin başrol oyuncusu Ayşe karakteriyle Zeynep Değirmencioğlu idi. Semra Sar, Metin Serezli de Zeynep Değirmencioğlu’nun filmde öz annesi ve babası rolünde idiler. Münir Özkul, Suzan Avcı, Mürüvvet Sim, Önder Somer, Ömercik gibi çok değerli zengin bir kadroya sahip güzel bir filmdi.Filmin bir kısmı Adana’da çekilmişti. Bazı sahnelerde de Adana Garı mekân olarak kullanılmıştı.
“Bereketli Topraklar Üzerinde” Orhan Kemal’in en önemli romanlarından biridir. Aynı adla sinema filmi yapılmış. Senaryosunu Tuncel Kurtiz yazmış. Bu 1980 yapımı Türk filminde Çukurova’ya çalışmaya gelen üç tarım işçisinin yaşadıkları konu edilmiş. Başrollerde Tuncel Kurtiz, Erkan Yücel, Yaman Okay, Nur Sürer, Bülent Kayabaş gibi çok değerli oyuncuların oynadıkları bu film bir ara yasaklanmış. Erden Kıral’ın yönetmenliğinde çekilen ve ilk sahneleri Adana Tren İstasyonu’nda başlayan güzel bir film…
İbrahim Tatlıses’in “ Gurbet Treni” de bu garda çekilen önemli filmlerdendir. Tarık Akan’ın da sosyal içerikli bazı filmlerinde de burası mekân olarak seçilmiştir. Kısaca gurbetten gelenin Çukurova’ya ilk adımı attığı yerdir Adana Tren İstasyonu…
İstasyon Meydanı ses sanatçılarını da ağırlamıştır. Çok güzel konserler olmuştur burada… Hâlâ da konserlere mekân olmaya devam ediyor. Bu alanda Nilüfer ve Aşkın Nur Yengi konserlerini izlemiştim yıllar önce…
İnsanların toplandıkları, yürüyüş yaptıkları veya yürüyüşlerin ilk başlatıldığı yerdir burası… Devlet büyüklerinin halka seslendikleri, siyasilerin seçim konuşmalarını yaptıkları miting alanıdır. Milli bayramlardaki törenlere de ev sahipliği yapmaktadır yıllardır…
Tren garları yaşamın kendisidir. Şehrin soluk alıp verdiği özel yerlerden biridir. İstasyonun önü buluşma yeridir. Herkesin bildiği, ulaşımı kolay bir yer olduğu için burası seçilir. Hatta geziye gidilecekse otobüslere binme ve dönüşte de otobüslerden inme yeridir. Adana Tren İstasyonu; sadece Adanalıların değil, Çukurovalıların da en önemli ortak mekânlarındandır. Yeni bir hayatın eşiği gibi her dem tazedir.
Adana Tren İstasyonuna yolum düştüğünde öncelikle çocukluğumu anımsarım. Bugün artık aramızda olmayan annemi ve babamı düşünürüm. Buralarda sessiz sakin oynadığımı, tahta banklarda gelip geçenleri izlediğimi oysa şimdi hep bir yerlere yetişme telaşı içinde pek çok yaşayamadığım geçer usumdan… İşte o zaman Mersin’e gidecek olduğum tren gelir. Düşlerimden uzaklaştırır beni…
Tren düdüğünü çalınca karmakarışık duygular içinde olurum. İçinde hem neşe, hem hüzün, hem de umut barındırır. Duruma göre bu duygulardan biri öne çıkar. Bazen neşe, bazen, hüzün, en çok da ayrılık…
Mutluysam, neşeliysem şu türkü dilime takılır:
“Tren gelir hoş gelir,
Ley leylimilimi ley…
Odaları boş gelir,
Limilimi güzel gel bize…”
Hüzünlüysem şu şarkıyı mırıldanırım içimden:
“Dargın ayrılmayalım diye koştum sana dün,
Gözlerim vagonları dolaştı üzgün üzgün.
Getirmiştim sana bir demet beyaz karanfil,
Elimde kaldı yazık çiçeklerimle mendil…”
Adana Tren Garına gelenlere, yolu buradan geçenlere selam olsun. Umutları boşa çıkmasın. Tren istasyonları ayrılıklara değil, her zaman kavuşmalara sahne olsun. Tren gelsin, hoş gelsin! Odaları sevgi, güzellik, umut dolu olarak gelsin.
ADANA.20 Ekim 2013
NOT: Bu yazı 28 Şubat 2017 tarihinde Edebiyat ve Sanat Akademisi Sitesinde “Günün Yazısı” seçilmiştir.