Emekçi Şair

Ah edip de hıçkırması
Yüreğimi parçaladı
Bir Ceylan’ın hıçkırması
Beni nasıl yaraladı…
-Harun Yiğit-

Kimi zaman soyadını mahlâs gibi kullanarak kendisini ceylanlara benzeten Mustafa Ceylan, güzellemelerden tutun da manilere kadar Türk şiirinin birçok değişik örneklerini okuyuculara sunmuştur.
Mustafa Ceylan’ın hiciv şiirleri bende ayrı bir etki yapmıştır. Gerek aramızdaki dostluğu, gerekse şiire olan hâkimiyeti internet ortamında da olsa aramızda dostluğun da ötesinde tarifi güç bir bağ oluşturmuştur.
Sabit İnce ve Mustafa Ceylan ile internet ortamında o kadar çok atışmalar oldu ki… Bu atışmaları yaparken kendi kalemimin gücü elverdiğince ustalara ayak uydurmaya çalıştım. Kimi zaman sabahlara kadar atışmalarımızın sürdüğünü bilirim. Mustafa Ceylan’ın millî ve manevî değerlere olan sevdasını özellikle hiciv şiirlerindeki keskin dil kullanmasında görüyoruz.
Hicivlerinde milletin ve memleketin halini anlatırken taşlamanın en güzel örneğini göstererek bakın ne diyor?

HALİN TASVİRİ
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki
Kaçmıyor fırsatlar yutan yutana
Olmasa isteği, yoksa çıkarı
Boş bulup meydanı atan atana

Meğer ne haklıymış Nasrettin Hoca?
Eşinden kürkünü istemiş gece
Kocaman dev sanır kendini cüce
Diz çöküp elinden tutan tutana

Ekranlar, eğriyi gösterir doğru
Ruhları kaplamış sancılı ağrı
Açıktır cümleye fakirin bağrı
Aşına zehiri katan katana

Yunus yok, dolaşır Molla Kasımlar
Akif’in dilinde kalmış Asımlar
Gazete değildir çıplak resimler
Tas, tabak, çatalı satan satana

Kimi, yatta- katta yakar feneri
Kimi rüyasında görür döneri
Küçücük yavrular çeker tineri
Köprü altlarında yatan yatana

Pula döndürdüler parlak akçe’yi
Dula çevirdiler güzel Hatçeyi
Tam takır koydular koca bütçeyi
Yazık değil midir cennet vatana?

Mustafa Ceylan kurda-kuşa, çiçeğe-böceğe, toprağa-taşa, kimi zaman bir hayali sevgiliye, kimi zaman yalın güzelliğe, yazdığı her manzumede, dost dediği şahsiyette kendisini aramış, kendini anlatmıştır. Sık sık öfkesi isyana dönüşüp hicvin içinde kelimeleri harmanlayıp şiirlerde yumruğunu sıka sıka kafamıza vurmuş. Öfkeyi isyana dönüştürdüğü bir şiirinde bakın ne diyor:

İSYAN
Yumrukladım saatleri son defa
Eğdim, büktüm yelkovanı, akrebi.
Fark etmedim, grev yapmış hocalar,
Yüzüme kapandı aşkın mektebi…

Seneleri, haftaları, ayları
Birer birer kurşunlayıp öldürdüm.
Tekmeleyip “gün” isimli tayları
Ufukların ötesini buldurdum…

Boyutları, ölçüleri yok ettim,
Kuşak yaptım Ekvator’u belime.
Sayıları defterlerden kaybettim,
Beyaz aldım yaprakları elime.

İsyandayım, akıp giden zamana
Zerrelerin şarkısına hasretim.
Sonsuzluğun koynundaki divana
Çağırıyor içimdeki gurbetim…

Mustafa Ceylan, iyi bir şair. Ne zaman kendisini görsem üstadın kendisini adeta bir hiciv kaynağı görüyorum.
Hani aç bir insan nereye baksa ya somun görür, ya da o an açlığını giderecek bir yiyecek görür.
Ben de Mustafa Ceylan’ı her gördüğümde hiciv yazmak için bir gerekçe bulurum. Üstad, benim için bir hiciv ilham kaynağıdır. Ya da ben o gözle baktığım için ve o şekilde görmemden kaynaklanıyor.
Üstadı öven güzelleme yazmak istiyorum ama kalem farkında olmadan hicve dönüyor.
İşte bunlardan bir tanesi:

GELDİM BURAYA (Mustafa Ceylan’a)
Üç yıl önce bir Ceylan’ın peşinde
İzini sürerek geldim buraya
Peşi sıra gelip geçtiğim yolda
Gülleri dererek geldim buraya

Dostça sarıp girmek için koluna
Kurban olam ben o güzel keline
Mustafa Ceylan’ın gönül yoluna
Gönlümü sererek geldim buraya

Dostluk bahçesini birlikte sürek
Bulunamaz eşi bir koca yürek
Bütün güzelliği yoluna serek
Dostluğum vererek geldim buraya

Kaybolsan da yolda, yolun bulursun
Belki bir gün dağda yalnız kalırsın
Aşka düşen canın dostu olursun
Hatırın sorarak geldim buraya

Kimi zaman övüp, bazen yermeye
Dostluk bahçesinden güller dermeye
Üstadın önünde hesap vermeye
Dârına durarak geldim buraya

Benlik gömleğini yuyup pakladım
Yiğit’i deneyip çoktan yokladım
Görür görmez kucaklayıp kokladım
Üstadı sararak geldim buraya

Mustafa Ceylan’ı ziyaretimde gözlerinin içine bakarak duygusal bir yanını yakaladığım bir an kaleme aldığım bir şiirimde onu farklı anlatmaya çalıştım:

CEYLAN’IM
Sevda kuşu gibi gönüller üstüne
Kanat açmış konar durur Ceylan’ım
Her dost diyeni kendinden sanır
İki de bir kanar durur Ceylan’ım

Kalem ile kuyu kazdı çöllerde
Nice otla kökler saldı göllerde
Ağıt oldu, türkü oldu dillerde
Acılara banar durur Ceylan’ım

Berrak sular gibi görünür dibi
Gözyaşıyla doldu taşıyor kabı
Fışkırmaya hazır yanardağ gibi
Yangın oldu, yanar durur Ceylan’ım…

Şiir adına kısa zamanda birçok şey öğrendim Mustafa Ceylan’dan. Gerek şairliğim, gerekse dostluk adına O’na çok şey borçluyum. O’nu tanıdıktan sonra sanatın ve gönlün ideolojik kalıplara sığmayan bir (z)enginlik olduğunu anladım. Mustafa Ceylan’ı nasıl tarif edebilirim derken Anadolu gerçeği gözlerim önünde canlandı. Mustafa Ceylan, Akdeniz iklimi kadar sıcak, Ak Deniz suyu gibi ılık kanlı olduğu kadar, Ağrı Dağı’nı aşamayan kuşlar kadar da öfkeli olduğunu gördüm. Sıcakkanlılığı, öfkesi ve isyanı isyanlarıma çok benziyordu. Kendisine minnettarlığımın ifadesini bir başka manzumemde şöyle paylaştım:

CEYLAN’DA
Uzaklardan uzanıp ta dilimi
Nakış, nakış örüyorum Ceylan’da
Adım, adım Anadolu kokusu
Deste güller deriyorum Ceylan’da

Sözcükleri birer birer derişi
Dost diyerek dostluğunu verişi
Bir görseniz çınar gibi duruşu
Gölgesinde yürüyorum Ceylan’da

Dost dağının doruğuna varışı
Dostlar ile ne güzeldir yarışı
‘Gardaş’ diye kucaklayıp sarışı
Dostluğuyla eriyorum Ceylan’da

Anaların bağrındaki taşların
Sevenlerin gözlerinde yaşların
Ağrı dağın aşamayan kuşların
Öfkesini görüyorum Ceylan’da

Onda gördüm şeref ile yüce şan
Türkülere hayat veren Yiğit can
Dostlar sofrasına oturduğum an
Soğan ekmek dürüyorum Ceylan’da

Mustafa Ceylan’ı burada birkaç cümleyle ya da birkaç şiirle geçiştirmek çok yanlış olur. O, Türk şiirinin yüz akı. Türk edebiyatı, Mustafa Ceylan gibi değerleri maalesef son zamanlarda çok az yetiştirir oldu. Kendisinden daha çok eser bekliyorduk. En verimli çağında aramızdan ayrıldı.
Evet; içimizde bir kor ateş olup sonsuzluğa gitti… Umarım söz ustaları tükenmedikçe, Türkçenin ses bayrağı dalgalandıkça Ceylan yine aramızda olacak.
Karacaoğlan, Yunus, Köroğlu, Pir Sultan Abdal gibi ustalar meclisinde buluşabilmek şansını yakalayabilenlere ne mutlu.