Osmanlı Hanedan mensuplarından olan Bülend Osman 87 yaşında Paris’te vefat etti. Yurda getirilen cenazesi özel izinle Fatih Camii haziresinde bulunan büyük dedesi Gazi Osman Paşa’nın yanına, 14 Şubat 2017 Salı günü ikindi namazını müteakip defnedildi.
Sultan Abdülhamid Han’ın kızı Naime Sultan ile Gazi Osman Paşa’nın oğlu Kemalettin Paşa’nın evliliğinden olan Mehmed Cahid Bey sürgüne çıktığında 25 yaşında yeni evli bir delikanlıydı. Mehmed Cahid Bey’in yegâne oğlu olan Bülend Osman 1 Mayıs 1930 da sürgünde dünyaya gelmişti.
Bu girizgâhtan maksadımız: Hilafetin kaldırılmasının ardından Hanedan mensuplarının apar topar yurtdışına sürgüne gönderilmeleri, orada sefil bir hayata mahkûm edilmeleri hakkında bir yazıya kapı aralamak değildir. O konuyla ilgili pek çok makale ve kitap neşredildi, halen de neşredilmeye devam ediyor, edilecektir de. Zira hanedana yapılan o haksızlığı bu millet içine hiç sindiremedi. O elim vakadan dolayı, ecdadına saygılı olan ve onlara her zaman şükran borcu olduğuna inanan millet fertleri, kendi vicdanlarında oluşturdukları mahkemeler ile müsebbipleri yargıladılar.
Burada gelmek istediğim konu şudur:
NEVZUHUR dergisinin 56. sayısında “Muslukları Bize Akmayan Musul” başlığını taşıyan bir yazım yer almıştı. Orada; petroller konusunda araştırmalar yapan ve o konuda ciddi belgelere elde eden Raif Karadağ’ın 1973 yılında bir cinayete kurban gittiğinden bahsetmiştik. Benzer bir durum da yukarıda adını zikrettiğimiz Bülend Osman’ın babası Mehmed Cahid Bey’in başına gelmiştir.
Gurbette doğup anavatanına defnedilen Bülend Osman, 2010 yılında dedesi Abdülhamid Han’ın yâd edildiği törene bir mektup gönderir. Bu mektupta o konuyla ilgili bakın neler söylüyor:
“Babam, Musul ve Kerkük petrolleriyle ilgili çok şey biliyordu. Belge ve vesikaları muntazam biriktirmişti. İstanbul’a geldi. Sene 1974 idi. Önemli demeçler verdi. Times, Le Monde, Le Soir bunları manşete taşıdı. Babam 10 gün sonra şüpheli bir şekilde trafik kazasında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Elindeki belgeler de otelinden çalındı. (15 Şubat 2017, Türkiye Gazetesi, s.9)
Görüldüğü gibi; petroller konusuna el atan ve 1973 yılında ölen Raif Karadağ ile aynı konuya el atan, bir yıl sonra 1974’te ölen Mehmed Cahid Bey’in akıbeti ve her iki vakada da otel odalarından belge ve vesikaların çalınması ne kadar çok benzerlik gösteriyor.
Abdülhamid Han ileriyi çok iyi görebilen bir padişahtı. Petrolün sadece aydınlanmada değil, sanayideki öneminin de anlaşılmaya başlamasıyla, dönemin güçlü devletlerini bölge üzerinde mücadeleye sevk edeceğini fark etmişti. Devlet mülkü olan bu bölgelerin elden çıkma ihtimaline karşı oraları şahsî mülk zırhı içerisinde koruma altına almıştı. Bu düşünceyle, memleket genelinde nerede stratejik öneme sahip gelir getiren arazi ve işletme varsa padişah mülkü haline getirilmiş ve idaresi Hazine-i Hassa Nezareti bünyesine aktarılmıştı. Bu sayede arazi ve maden yatakları üzerinde işletme kurmak isteyen yabancı talipler doğrudan Hazine-i Hassa’ya yani padişaha başvurmak mecburiyetinde kalacaklardı. Dahası, bu emlakten arazi satın almaları veya herhangi bir müdahalede bulunmaları da kişi mülkü olmasından dolayı söz konusu olmayacaktı. Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra buralar şahsi mülk olmaktan çıkartılarak Hazine-i Hümayun’a aktarılıp devlet mülkü haline getirilmiştir. Savaş sonrası Osmanlı mülkü paylaşılırken petrol havzaları da böylece elden çıkıp gitti. (Bu sebepten Filistin toprakları üzerinde İsrail Devletinin de kurulması sağlanmış oldu.)
Her ne kadar tarihi seyir böyle olup ve bu sebepten petrol yatakları üzerinde hakkımızın kalmadığı söylense de elinde önemli belge bulunduran kimselerin ardı ardına öldürülmesi insanın aklına kocaman bir (Acaba?) sorusu getiriyor.
Cennetmekân III. Selim Han’ın şehit edildiği zaman cebinde bulunduğu söylenen ve adeta rüyada görmüşçesine akıbetini tasvir eden;
“Kendi elimle yâre kesip verdiğim kalem
Fetvâ-yı hûn-ı nâ-hakkımı yazdı iptida”
(Kendi elimle yontup yâre sunduğum kalem, ilk önce haksız yere benim idam fermanımı yazdı.) beyti, Cennetmekân II. Abdülhamid Han’ın kaderine (öldürülmemiş de olsa) ne kadar uygun düşüyor.
O iftiralarla dolu fetva ile sadece Abdülhamid Han hal edilmiş olmadı, koskoca Osmanlı’nın da ölüm fermanı verilmiş oldu.
(NEVZUHUR Dergisi/Sayı:58)